Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19 - İhtimaller

@sukunettekelimeler

 

İnsanın bir şeye bağlanması çok kolay değil. Bağlandığın andan itibaren nereye gideceğini sen değil, bağlılıkların belirliyor. Kendini zincirleyip sonra da anahtarı yutmak gibi bir şey.*

 

Haftasonu gelmişti ve daha önce sözleştiğimiz gibi annemle birlikte Ceyda’lara oturmaya gitmiştik. Yolda anneme kızlar ve aileleri hakkında kısaca bir özet daha geçmiştim. Annemin biraz daha rahat hissetmesi için, arkadaşlarım ve aileleri hakkında küçük detaylar vermiştim.

Biraz annemlerle oturduktan sonra biz Ceyda’nın odasında zaman harcamıştık. Annelerimiz de oturma odasında muhabbet etmişti. Güzel vakit geçirmiştik. Modum yüksek, enerjim yerindeydi. Annemin, arkadaşlarımın anneleriyle tanışması beni ayrıca mutlu ediyordu. Sanki bu, ilişkilerimizin daha da pekişmesini sağlamıştı.

Dönüşte Emin bizi almaya gelmişti. Faruk abilerin arabasını ödünç almıştı ve annemle ben arka koltukta yan yana otururken, yol boyunca içimde tatlı bir huzur hissi vardı.

Eve doğru giderken anneme neler konuştuklarını ve ne düşündüğünü sormuştum. Ceyda’nın annesini de Hazal’ın annesini de sevdiğini, güzel bir iletişim kurduklarını ve sohbet ettiklerini belirtmişti. Memnun olduğu, bakışlarındaki ifadeden belliydi. Buna sevinmiştim.

Az sonra annem birden, “Bugün sohbet ederken Emin’den oğlum diye bahsettim. Yalan olmasın diye…” dedi.

Eh, maalesef ki hâlâ omuzlarıma yük olan bir sırrım vardı. Annem de bu sırra ortaktı.

Emin’in şaşkın bakışlarıyla karşılaşınca yüzüme engel olamadığım bir gülümseme yayıldı. Annem, onun şaşkınlığına aldırmadan devam etti: “Damadım da oğlum sayılıyor nasılsa!”

Emin’in yüzünde hafif bir tebessüm belirdi. İçten içe mutlu olmuş gibiydi. Onun arabada sessizce direksiyon tutuşunu izlerken, bakışları yola odaklanmış olsa da düşüncelere daldığını anlayabiliyordum.

Arabadaki sessizlik, annemin sözlerinden sonra derinleşmişti. Annemin bu sıcak ve kabul edici sözleri, Emin’in iç dünyasında bir şeyleri tetiklemiş gibiydi.

Bir süre sonra annemlerin evinin önüne varmıştık. Arabadan inmeden önce ona sarıldım. “Teşekkür ederim anneciğim. Allah’a emanet ol, babama selam söyle.”

O da bana sarılıp gülümsemişti. “Tamam kızım,” diyerek kapıyı açtı. "Kendinize iyi bakın."

- Görüşürüz anne.

Annem, Emin’e dönüp içtenlikle “Görüşürüz oğlum. Allah’a emanet olun,” dedikten sonra indi ve kapıyı ardından kapattı.

- Gelsene öne.

Emin, ön tarafa, yanına geçmem için bekliyordu. Annemin peşine ben de inip öne geçtim ve emniyet kemerimi bağlarken onun bana dikkatlice baktığını fark ettim. Garip bir şekilde utanarak gözlerimi kaçırdım.

“Nasıl geçti günün?” diye sordu. Sesi yumuşak ve sakindi.

“Güzeldi, epey eğlendik.”

Emin “Sevindim,” derken başını salladı, gaza hafifçe dokundu ve arabanın farları akşamın karanlığını aydınlatırken yola çıktık.

Yol boyunca aramızda derin bir sessizlik vardı. Dışarıda akıp giden manzarayı izlerken, aklımda Emin’in anneme gösterdiği saygı ve onun ‘oğlum’ demesi yankılanıyordu.

Düşüncelerim oradan oraya akıp giderken, birden aklıma gelen o soruyu sormaktan kendimi alamadım. “Emin, biz ne zaman arabamızı alıyoruz?”

Gözlerini yoldan ayırmadan, sakin bir sesle “Bir model beğendim, notlarımda kayıtlı,” dedi ve telefonunu bana uzattı.

Merakla telefonu aldım ve notları açıp linki buldum. Üzerine basıp açtıktan sonra ekrana baktım. Fotoğrafta gördüğüm model hoşuma gitmişti. Gerçekten şık bir arabaydı. Gözlerim ekrana kilitlenmişken, içimde bir kıpırtı hissettim.

“Bunu almayı düşünüyorum, sen ne diyorsun?” diye sordu Emin. Bakışlarını kısa bir an bana çevirmişti.

Gülümseyerek onayladım. “Bence harika. Çok beğendim.”

Emin’in yüzünde bir memnuniyet ifadesi belirdi. Gözleri, güven ve kararlılıkla parlıyordu. Yavaşça başını salladı. “O zaman bu akşam adamla görüşelim.”

İçimde tatlı bir heyecan dalgası yayılırken, onun bu kadar net ve planlı olmasından da hoşnuttum.

“Fiyatı nasıl peki sence?” diye sordum, arabalardan ve piyasadan pek anlamadığım için.

- Gayet normal. Bütçemize uygun. Maddi olarak sıkıştırmayacak bizi.

Anladığımı belirtircesine başımı salladım. Bunu duymak beni rahatlatmıştı.

Bir an için Emin'in yüzünde beliren o gülümseme dikkatimi çekti. Bu gülüşün anlamını biliyordum! Ardında hafif bir alaycılık saklardı. İçimde bir kıpırtı hissettim.

- Korkma, aç açıkta bırakmam seni ben.

Ve gol, yanılmamıştım. Beyefendinin yine uyuzluğu tutmuştu ve bana takılmaya başlamıştı. Sesinde hafif bir eğlence tınısı vardı. Bu sözüyle sanki üzerimdeki endişeleri yok etmek istiyordu ama kendini bu küçük şakadan da alıkoyamıyordu.

“Bi zahmet,” diye yanıtladım alaycılığını umursamıyor gibi. “Sonuçta benim aç açıkta olmam demek senin de aynı durumda olman demek.” Sözlerim ağzımdan çıkarken, yüzümde hafif bir gülümseme belirmişti.

“Bak bak, onu bırakacağım gibi bi ihtimali asla düşünmüyor. Nasıl da emin,” dediğinde göğsümde bir sıkışma hissettim. Gülümsemem söndü. Bu sözler, içimde karanlık bir iz bırakmıştı. Rahatsız edici bir titreme baştan ayağa bedenimi sarsıp geçti. Kaşlarım çatılırken, yüzümde bir donukluk oluştu. Emin’in şaka yollu söylediği bu sözler içime bir kurt düşürmüştü. Cümlesinin ardında beliren ihtimal, kafamda büyüyerek karanlık bir düşünceye dönüştü. O ihtimalin ciddiyeti zihnimde yankılanırken, içimde bir belirsizlik hissi peydah oldu.

Güvenli alanımın sarsıldığını ve düşüncelerimin karıştığını hissettim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ama içimdeki boğulma hissi geçmedi. Neler oluyordu birden bire böyle?

İçimde olup bitenden habersiz bi şekilde, her şeyin normal olduğunu sanan Emin, aramıza giren sessizliği bozup başka bir konuya geçiş yaptı: “On sekiz olmana çok kalmadı, ehliyet kursuna yazdırırız seni de.”

Sesi yumuşak ve heyecanlıydı. Başımı ona doğru çevirdiğimde yüzündeki samimiyet görünce içimdeki boğulma hissinin yerini biraz olsun huzur aldı. Az evvel söylediklerinin aksine, gelecekteki planlarında ben vardım. Bu gerçeği içimi rahatlatmak için kullandım. Hem bir yara açmış, hem ona merhem olmuş gibiydi.

“On sekiz olmama daha var,” diye cevap verdim. Sesimdeki neşe eksilmişti. “Daha mart ayına yeni girdik.”

- Zaman çabuk geçiyor, bir bakmışsın Ekim gelmiş.

Yolda ilerlerken, pencereden dışarıdaki manzaranın hızla geçişi ve bulanıklaşan görüntüler, zamanın ne kadar çabuk geçtiğini derinden hissettirdi bana. Sanki hayatın hızlı akışıyla birlikte, arkamda bıraktığım her şey de hızla uzaklaşıyordu.

Onu ilk tanıdığımda daha on beş yaşındaydım; hayatın ne kadar karmaşık olabileceğini henüz bilmiyordum. Kısa bir süre sonra okula başlamış ve on altı olmuştum. Şimdi onuncu sınıfta, on yedi yaşına girmiştim.

Emin’le birlikte bir hayat inşa etmeye başlamamızın üzerinden neredeyse iki yıl geçmişti. Geri dönüp bakınca insan şaşırıyordu. Onun yanında olmanın bana verdiği güven duygusu içimi ısıtırken, az önce bir kurt gibi zihnimi yiyen bir gün ayrılma ihtimalimiz derin bir korku duymama sebep oldu. Böylesi bir senaryoyu düşünmek istemiyordum. Düşüneceğim bir durum da yoktu hem, öyle değil mi?

Aklımı başka şeylere vermeye çalıştım. Başaramayınca biraz kafam dağılsın diye radyoyu açtım. “You Are The Reason” şarkısının yumuşak ve duygusal sözleri arabanın içinde yankılanırken, sessizce yolu seyretmeye koyuldum.

 

 

Nisan ayı ile birlikte bahar da gelmişti. Evin arkasındaki küçük bahçemizi kendimizce düzenlemiş ve güzel havalarda dışarıda vakit geçirmek için bir alan inşa etmiştik. Özellikle de akşamları burada zaman harcamaktan büyük keyif alıyorduk. Bazen yemeklerimizi de burada yiyorduk.

Günlerden cumartesiydi ve güneş gökyüzünden bütün varlıkları selamlıyordu. Kahvaltıdan sonra bahçeye çıkmıştık. Ağaçlar gölgelik yapıyordu. Sedirin üzerine minderleri koyup oturmuş, çaylarımızı da yanımıza almıştık. Kitap okuyorduk. Arka plandan kuşların cıvıltıları işitiliyordu. Bahar en çok onları mutlu etmişti. Bahçedeki ağaçlara konup ötüşüyorlardı.

Emin, Zeynep ablanın ziyarete geldiğinde bize hediye olarak getirdiği kitaplardan birini elinde tutuyordu. Kitap, kapağındaki sade ama etkileyici tasarımıyla dikkat çekiyordu. Ben de aynı yazardan bir diğer kitabı okuyordum; sayfalar arasında gezindikçe hem keyif alıyor hem de yeni bilgilerle doluyordum. Yazarın insan ilişkilerine hem psikolojik hem de İslami bir bakış açısıyla yaklaşımı, hayatın birçok yönünü yeniden gözden geçirmeme neden olmuştu.

Yeni şeyler öğrenmiş, bazı şeylerin farkına varmıştım. En basitinden, bulaşıklar yüzünden yaşadığımız küçük çatışmalarda gurur yapmanın veya Emin’le çekişmenin gereksiz olduğunu fark etmiştim. O an duygularımı açıkça ifade etmenin ve kendimi anlatmanın iletişimimizi daha sağlıklı bir hale getireceğini anlamıştım.

Küçük bir mola vererek sayfanın arasına ayraç koydum ve kitabı kenarı koydum. Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım. Bahçenin huzurlu atmosferi, doğanın taptaze kokuları ve kuşların neşeli ötüşleri arasında, kendimi çok daha iyi hissettim.

Bir miyavlama sesi işittiğimde gözlerimi açtım ve bakışlarım hemen bahçe duvarına kaydı. Duvarın üstünde nazlı nazlı yürüyen bir kedi vardı. Tüyleri, güneş ışığında parlıyor ve gri tonları arasındaki beyaz lekeler belirginleşiyordu. Birden zıpladı ve bahçemize girdi.

- Davetsiz bir misafirimiz var!

Kalktım ve kedinin yanına koştum. Yaklaştım, elimi uzatıp başını okşadım. Yumuşak tüyleri ellerimin arasında sıcak bir his bırakıyordu. Kedi, kendini rahatlamış ve mutlu hissederek başını avuçlarıma sürtmeye başladı. Boğazından mırlama sesleri çıkarttığında güldüm. “Hoşuna mı gitti sevilmek!”

Kaçmamasına şaşırmıştım; bazı kediler oldukça yabani olabiliyor, insanlardan korkabiliyordu. Bu kedinin rahatlığı, içimde hoş bir sıcaklık uyandırdı.

Kedi için mutfaktan biraz yiyecek getirmeye karar verdim. Hızla mutfağa gidip sevebileceği birkaç parça et ve biraz da süt aldım. Bahçeye geri dönerken, kedinin bakışlarıyla beni takip ettiğini fark ettim. Elimdeki yiyecekleri kenarı bıraktım ve hızla yiyecekleri koklayıp yemeye başlamasını izledim. Onun yediği her lokma, bahçenin huzurunu daha da artıran bir tatlılık katıyordu sanki.

Emin yanımıza yaklaşmıştı ve bu tatlı manzarayı dikkatle izliyordu. “Baksana nasıl yiyor, acıkmış,” dedim kediyi işaret ederek.

Emin’in yüzünde beliren küçük gülümseme, kedinin bu küçük ziyafetinden ötürü duyduğu tatmini yansıtıyordu.

Az sonra kedinin tabaktaki yiyecekleri bitirmesine rağmen hala koklaya koklaya etrafta yiyecek aramasını izlerken, Emin’in hafif bir kahkaha atarak “Acıkmış mı, aç gözlü mü, anlayamadım. Bunlarla doymuş olması gerekirken hâlâ aranıyor,” diye takıldı.

Bu yorumuna ben de güldüm. Ufaklığı kollarıma alıp sedire doğru yürüdüm ve oturdum. Kucağıma kıvrılıp mırıltılı sesler çıkartmayı sürdürdü. Ben de onu okşadım usulca.

- Ben camiye gidiyorum. Bir şey lazımsa gelirken alayım?

- Ekmek ve domates alabilirsin. Ama domatesi az al, yarın pazara gidince alırız.

- Tamam. Başka bir şey?

- Aklıma gelen yok, olursa mesaj atarım.

Emin başını sallayıp uzaklaşırken “Allah kabul etsin!” diye seslendim arkasıdan.

Kedi kucağımda uyurken biraz daha kitap okumaya koyuldum.

“Adam/kadın bilir ki bahçesini ne kadar tanırsa onu daha çok sevecektir. Bunun için pür dikkat gözlem yapar. Gelişmeleri, değişimleri izler. İnce ayrıntıları yakalar.

Bahçesini tanımaya çalışır, yani onu dinler. Kalbinin duyargalarını açar. Bahçesinin dilini öğrenir. Kelimelerinin anlamını çözer. Bahçesinin sembollerini, imgelerini tanır. Leb demeden leblebiyi anlar hale gelir. Bahçesinin konuştuğunun bilincindedir. Kendine bir şeyler anlattığının. Bahçesini dinlerken sadece onu dinler. Eli işte gözü oynaşta değildir.

Adam/kadın bahçesinin tarihçesini de bilir. Bilir ki bir şeyi seviyorsan onun kaderini de seviyorsundur. Bahçesinin yaşamış oldukları adeta onun yaşadıklarıdır.

Adam/kadın bahçesinin şimdiki halinden gelecekteki haline de uzanır. Bahçenin gelecekte yaşayacağı olası sorunları düşünür. Onun için endişe eder.

Adam/kadın bahçesini sevmektedir. Elinden geldiğince, onu kötülüklerden, belalardan, musibetlerden korumaya çalışır. Bahçesini çitle çevirir. Ama onu koruyacağım diye sıkboğaz etmez. Duvarlar örmez ona.

Bahçe onun dışında bir varlık gibidir. Aynı zamanda bahçesi onun içine dolar, onun içine yerleşir. Tüm varlığıyla gelip içine yerleşir. Bahçesi hakkında bildiği şeyler, bahçesiyle geçirdiği zamanlar onun kimliğinin, geçmişinin ve bilgeliğinin bir parçası olur.

Adam/kadın bahçesini sevmektedir. Ona özen gösterir. Onun varlığını onaylar, değerini bilir, önemser. Onunla bencilce olmayan bir ilişki kurmaktadır. Onunla bütün varlığıyla ilişki kurmaktadır. "Bu ilişkide bana ne var?" sorusunu sormaz. "Bu ilişkide onun için ne yapabilirim?" diye sorar. İlgilenmek onun dünyadaki varolma şeklidir. Belirli, tek bir varlıkla özel, sihirli, ele geçmez bir bağlantı değildir bu. Adam/kadın bahçesinin sadece kalbine değil bütün varlığına hitap eder.

Adam/kadın sevdiğine/bahçesine elini uzatır. Sevmek kendi dışındaki varlığa uzanmak demektir. Adam/kadın bahçeye tutulup kalmamıştır, bahçeye doğru uzanmıştır. Aralarında bir cezbe husule gelmiştir. Bahçesi büyür, büyüyen bahçe onun içinde de büyür ve adam/kadın da büyür. Bu sevmenin, merhamet ve şefkatin dünyadaki ödüllerinden biridir.

Adam/kadın bilir ki bahçe O'nundur, O'nun emanetidir. Emanete özen gösterilmeli, üzerine titrenmelidir. Adam/kadın bahçeyi O'nun adına O'nun için sever. Adam/kadın bahçeyi O'nun adına ve O'nun için severken aslında O'nu sevmektedir.”

Yazılanlar, bahçeyi (yani sevilen kişiyi) tanıma ve ona özveriyle yaklaşma üzerineydi. Fakat o anlarda aklıma Emin’le ilgili düşünceler geliyordu. Bahçeyi, bir insanın ya da ilişkinin dilini öğrenme süreci olarak düşündüm.

"Adam/kadın bahçesini sevmektedir. Elinden geldiğince, onu kötülüklerden, belalardan, musibetlerden korumaya çalışır…" Özellikle bu cümle bana Emin’in beni koruyuşunu ve destekleyişini anımsatmıştı. Onun sadece fiziksel iyi oluşumu değil, iç dünyamı da önemsediğini bir kez daha fark etmiştim. Minnettarlığım artarken kitabın sayfasını çevirdim.

Yeni başlığı okumaya koyulmuştum ki zilin çaldığını işittim. Kediyi sedirin üstüne dikkatlice bırakıp içeriye girdim. Hızla koridorda ilerleyip kapıyı açtım. Karşımda daha önce mahallede bir kaç kez gördüğüm bir teyze vardı. Siması tanıdıktı. Yanılmıyorsam ismi de Sıdıka’ydı. Bir kaç ev ötemizde, bakkalın ütündeki binada oturuyordu. Nur yüzlü, tatlı bir kadındı.

- Selamünaleyküm kızım!

Gülümseyerek selamını aldım ve “Hoş geldiniz!” dedim.

Geçmesi için kapıyı aralasam da “Yok, girmeyeyim,” demişti nazik bir şekilde. “Bu akşam bizim evde sohbet yapacağız ve Kuran okuyacağız kızım. Kandil akşamı, malum. Aslında biz her hafta bir kere buluşuyoruz komşularla böyle. Neyse, mahalleyi dolanırken sen de aklıma geldin. Belki katılmak istersin diye haber vereyim dedim. Gençlerden de bir iki tane gelen oluyor.”

Bu nazik teklife biraz şaşırmış, aynı zamanda heyecanlanmıştım. Mahalledeki çoğu insanı tanımıyordum. Bu yüzden birden o kalabalığa girmeye çekinmiştim. Yine de kandil gecesini topluluk içinde geçirmek, sohbet dinlemek ve bu kutsal geceyi değerli insanlarla paylaşmak güzel bir fırsattı.

“Ben Emin’le konuşayım, eğer o da tamam derse gelirim inşallah. Çok teşekkür ederim,” diye ucu açık bir yanıt verdim.

- Tamam kızım. Akşam sekizde başlayacağız. Buyur, bekleriz.

Vedalaşıp kapayı kapattığımda aklımda Sıdıka teyzenin ne kadar kibar ve içten olduğuna dair bir izlenim kaldı.

*

Emin geldiğinde hemen konuyu açarak Sıdıka teyzenin gelip akşam için beni davet ettiğini söylemiştim.

“Gitmek istersen git,” dedi rahatlatıcı bir tonla.

“Ama kararsız kaldım ya,” diye mırıldandım.

- Neden?

- Geriliyorum çünkü biraz.

Gözlerimdeki endişeyi fark etmişti. “Niye bu kadar geriliyorsun?”

Derin bir nefes aldım. “Çok fazla tanımadığım insan var. İlk kez yanlarına gideceğim. Mahalledekilerle pek tanışmıyorum, biliyorsun. Çekiniyorum.”

Emin sakin ve güven veren bir sesle söze girdi. “Anlıyorum. İlk başta zorlayıcı gelebilir. Ama alışırsın hemen ortama. Sıdıka teyze ve diğer komşular genellikle samimi ve içten insanlar. Senin gergin olduğunu fark ettiklerinde seni rahatlatmaya çalışacaklardır.”

Onun sözlerinden cesaret almıştım. Endişelerini dinmişti. “Yani, gitmemi öneriyorsun?” diye sordum.

Emin, başını sallayarak onayladı. “Evet, eğer gitmek istersen bence gitmelisin. Altı üstü bir iki saat sürer. Hem mahalledekilerle tanışman için bir fırsat işte sana.”

Sanki bunu bekliyormuş gibi “Tamam, gidiyorum o zaman!” diye ani ve kesin bir karar verdim. Önümüzdeki zamanlarda bu kararın meyvelerini en güzel şekilde yiyeceğimden habersizdim.

Kandil olduğu için günümüzün geri kalanını dua, hadis, Kur’an ve meal okuyarak geçirmiştik. Ardından akşam yemeğimizi yemiş ve hazırlanmak için odalara çekilmiştik. Emin camiye gidecekti, ben de Sıdıka teyzelere. Elimden geldiğince düzenli ve özenli olmak istiyordum.

Bileklerime dek gelen çiçek desenli yeşil elbisemi giydiğimde kumaşın hafifçe vücuduma oturduğunu ve çok zarif durduğunu düşündüm. Yine de evden dışarıdayken giydiğim şeylerin vücuduma oturmasını tercih etmeyeceğim için, üzerime uzun kollu bir hırka aldım. Saçlarımı topuz yapıp biraz uğraşlar sonucunda bonemi güzelce bağlamayı başardım. Elbisenin çiçeklerine uygun bir renkte başörtü de taktığımda hazırdım. Aynanın karşısında kendime baktım. Bence olmuştu. Yine de bir onay alma ihtiyacı hissederek odamdan çıktım ve “Emiin!” diye seslendim koridorun ortasında.

Gömleğinin son düğmelerini ilikleyerek odadan çıktığında meraklı bakışları bana çevrildi. Göz göze geldiğimizde beni baştan aşağı kısaca süzüp “Oo,” dedi. “Çok şıksınız hanımefendi.”

Nasıl göründüğümü sormadan cevabımı almıştım bile.

Yüzümde çekimser bir gülüş belirdi. Biraz utanarak biraz da sevinerek “Teşekkür ederim,” diye mırıldandım.

Ardından Emin’in az evvel iliklediği düğmelerin çaprazlama olduğunu fark edip telaşla ona doğru atlıdım. “Düğmeleri yanlış ilikledin!”

Emin şaşkınlıkla bakarken, ben içimdeki kadınsı bir refleksle düğmeleri düzeltmeye koyuldum. “Hiç önüne de mi bakmıyorsun da birinin dışarıda kaldığını fark etmiyorsun yani, dimi?” dedim, biraz da esprili bir tonla.

“Sanırım dikkatim dağılmış,” diye cevapladığında gömleğiyle işim bitmişti. Bakışlarımı yüzüne kaldırdığımda Emin’in hafifçe kızardığını ve gözlerinin utangaç bir ifadeyle yere kaydığını fark ettim. Bu ifadeye onun yüzünde ilk kez rastlıyordum.

Emin’in genellikle kendinden emin ve kararlı hali, bu anki halinin tam zıttı gibiydi. Bu kadar açık bir şekilde utangaçlık yaşadığını görmek, benim için biraz kafa karıştırıcıydı. İçimde bir karmaşa ve merak duygusu belirdi. “Niye kızardın sen? Utandın mı?” diye soruverdim.

Sözlerim ağzımdan çıkar çıkmaz Emin’in gözleri irileşmiş, kaşları havaya kalkmıştı. “Neyden utanacağım be!” derken usulca bir adım geri gitti. Bu hareketi ve cevabıyla, kendini bir şeylere karşın savunma çabasındaymış gibi gibi görünüyordu.

“Düğmelerini doğru iliklemeyi beceremediğin için herhalde!” diye takıldım ona. Bu şaka, Emin’in yüzündeki utangaç ifadeyi biraz hafifletmişti.

Elini omzuma koyup nazikçe ama kararlı bir şekilde beni kapıya doğru iteklerken “Hadi hadi, çene yapma. Geç kalacağız, çıkalım artık evden,” diye söylenmeyi ihmal etmedi.

Ayakkabılarımızı giydikten sonra sonunda evden çıkabilmiştik. Emin camiye giderken önce beni Sıdıka teyzelerin yol üstündeki evine bırakmıştı. “Bana da dua et!” diye bin kere tembihledim ona. Bıktırdım tabi. "Tamam yahu, sen üç yüz milyonuncu kez söylemesen de edeceğim zaten!" diye hayıflandı ve ben binaya girene dek sokakta bekledi.

Kalbim, heves ve biraz da endişe içinde küt küt atarken binanın merdivenlerini ağır ağır tırmandım. İkinci kata vardığımda, derin bir nefes alıp kapıyı çaldım. Sıdıka teyzenin içten bir gülümsemeyle kapıyı açması ile birlikte bir nebze yatıştırdım heyecanımı.

“Hoş geldin Berra! Buyur kızım! Ne iyi ettin de geldin…”

İçeriye adım attığımda etrafımı bir huzur kapladı. Akşamın kalanında büyük bir şükürle kendimi yıllardır bu ortama aitmiş gibi hissetmekten geri duramadım. Allah'ın adının anıldığı yerler, işte böyle dinginlik ve huzur veriyordu insana. Bir kez daha şahit oldum.

 

 

*Tarık Tufan

Loading...
0%