Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23 - fırtına

@sukunettekelimeler

“Ağlayan bir kadına sarılmakla yeni doğmuş bir bebeğe sarılmak birbirine benziyor; alabildiğine merhametli ve bir o kadar da sevgi dolu.” *

 

 

Parkın çıkışına doğru yürüyüşümü hızlandırdım. Sanki her adımımla birlikte içimdeki acı daha da ağırlaşıyordu. Henüz çok taze olan duygularımı tam olarak isimlendiremesem de aralarında seçebildiğim bir kaçı vardı: hayal kırıklığı, hüzün, acı, dehşet, şaşkınlık, kırgınlık…

Sabah heyecanla ve bin bir güzel tasarıyla geldiğim yerden şimdi bunca canımı yakan hisle ayrılıyor olmak çok beklenmedikti. Ne yapacağımı bilemiyor, kursun önüne doğru yürümeyi sürdürüyordum. Bir an önce eve gitmek istiyordum. Çünkü genzim yanıyordu ve ağlama isteğimi zor bastırıyordum. Sokağın ortasında kendimden geçerek ağlamak ihtimali hiç iç açıcı değildi.

Düşünmeden hareket ediyordum. Telefonumu titreyen ellerimle cebimden çıkardım. Fakat kendimi daha fazla tutamadım. Ekrana bir gözyaşı damlası düştü. Kıyafetimin kumaşıyla ıslaklığı hızlıca temizledim. Emin’in ismini bulana kadar gözlerim iyice buğulandı. Arama kısmına dokundum ve telefonu kulağıma götürdüm.

Çalma sesi işitiliyordu. Aynı esnada gözyaşları yanaklarımdan süzülürken, boğazımdaki düğüm bir türlü çözülmüyordu. Göğsüme oturan bir kaya vardı sanki. Öylesine bir ağırlık hissediyordum.

Emin’in “Efendim?” deyişini işittiğimde dudaklarım hafifçe titredi. Konuşurken sesimin çatlamasını engellemeye çalıştım fakat pek başarılı sayılmazdım. "Emin... Beni almaya gelir misin? Aynı yerden."

Bir şeylerin ters gittiğini hemen fark ettiği, az önceki rahat ses tonun artık telaşa bulanmasından belliydi: "Tabii ki. Hemen geliyorum.”

Telefonu kapattıktan sonra çantama sokuşturdum ve yürümeye devam ettim. Ancak gözlerim o kadar doluydu ki etrafı zar zor görebiliyordum. Gözyaşlarım sebebiyle her taraf buğulanıp duruyordu. Yaşlar damla haline gelip süzüldüğünde buğu geçiyor, görüşüm netlik kazanıyor; ancak benzer bir döngü kendini tekrarlıyordu.

Kurs binasına varmama çok kalmamıştı. İçten içe Emin’in bir an önce gelmesini diliyordum. Bunca kırıklıkla tek başına savaşmak yorucuyken, sanki o yanımda olursa biraz daha toparlayabilirdim kendimi. Çünkü şimdiye dek hep öyle olmuştu.

Aniden ayağım bir taş parçasına takıldı. Dengemi kaybettim ve sert bir şekilde düştüm. Ellerim yere çarptığında küçük taş parçaları avuçlarıma batmıştı. Dizlerim sızlıyordu. Yüz üstü düşmekten son anda kurtulmuştum. Refleksle ellerimi öne siper etmesem çenem kırılmış dahi olabilirdi.

Düşüşümün de etkisiyle iyice afallamıştım. Yalnız kalbim değil, bedenim de sızlıyordu artık. Acizliğimi ve güçsüzlüğümü iliklerime dek hissettim. Kendimi daha fazla tutamadım. Boğazımdaki düğüm açılıverdi ve bir hıçkırık sesi sokağın tenhalığına karışıp kayboldu. Omuzlarım sarsılmaya başladı. Ellerim titriyor, yerde dizlerimin üstüne düşmüş halde hüngür hüngür ağlıyordum. İçim boşalırcasına hem de.

Bu ağlayışın şiddetini düşüşüm tetiklese de asıl sebebi bu değildi. Canım gibi sevdiğim, bir dost olarak bildiğim İclal’in sözleri ve tutumuydu. “Sen kendi problemlerinle ve ilişkinle ilgilen,” demişti bana. “Belki yaşadığın şeyler yüzünden bu kadar dikkatli davranıyorsun, ama ben senin gibi değilim.” Sahi, yaşadığım şeyler… İki kelimeyle ne kadar da kolay söylemişti on beş yaşımdayken tanımadığım biriyle zorla evlendirildiğim gerçeğini.

Canımı en çok yakan da Berke “Kendin zorla evlendirildin diye bizim birbirimize aşık olmamızı çekemiyor musun Berra?” derken İclal’in gık dahi etmemesi, onu durdurmaması veya aksi bir düşünceye sahip olduğunu belirtmemesiydi. Zulme sessiz kalmak gibi bir şeydi bu. Aklımda tekrar canlanan sahneler eşliğinde gözyaşlarım ipil ipil yanaklarımdan aşağı süzülürken Berke’nin sesi kulaklarımda yankılandı. “Aşık olmak hataysa, rahat ol, sen hataya düşmedin nasılsa.”

Hıçkırıklarım bir anda arttı. Katıla katıla ağlayan küçük bir çocuğa benzettim kendimi. Öte yandan, olduğumdan çok daha kırılgan hissettim; yalnız, kaybolmuş ve çaresiz.

“Berra!”

Beni bir girdabın içinden çekip alan sesini duyduğumda başımı kaldırdım. Emin koşmaya yakın adımlarla bana doğru yürüyordu. Yüz hatları gerilmiş, alnındaki çizgiler derin endişe ve kaygıların izlerini barındırıyordu. Arabanın sesini dahi işitmemiştim içimdeki gök gürültüleriyle boğuşurken. Ne çabuk geldiği sorusu zihnimden geçse de umursamadım, önemli olan burada olmasıydı.

 

Önümde diz çöker çökmez elinin biri omzuma konarken, diğeri yüzüme uzandı. Merhametli parmakları yanaklarımdaki yaşları silerken “Ne oldu sana? Şş, sakin ol. Korkutuyorsun beni…” dedi sakince. Bakışları üzerimde dolanıyor, hâlimin sebebine dair bir ipucu arıyordu. Gözleri ellerimde duraksadığında “Düştün mü?” diye sordu fakat cevap beklemediği belliydi. Çabucak ellerime uzanıp avuçlarımdaki taşları ve toprakları nazikçe temizlemeye başladı.

“Emin…” dedim hıçkırıklarım arasında. Başını kaldırıp yüzüme baktığında üzerindeki telaş ve kaygıyı netçe seçebiliyordum hâlâ. Ela gözlerindeki tanıdığım o şefkat limanına sığınmak istedim sadece. Ellerimi çektim ellerinin arasından. O küçük taşlar sonra temizlense de olurdu. İhtiyacım olan önce ruhumun sükut bulmasıydı. Aramızdaki azıcık mesafeyi kapattım ve bütün kötülüklerden korunacağımı bildiğim göğsüne sığındım. Emin’in gömleği gözyaşlarıyla ıslanırken, güvende olduğumu hissetmek isteyerek sıkıca sarıldım ona.

Sarılmamı karşılıksız bırakmamıştı. Kolları beni usulca sararken daha çok kırılgan bir şeyle temas kurar gibiydi. Yumuşak bir ses tonuyla “Buradayım Berra. Yanındayım,” dedi. Az sonra parmakları usulca saç örgümün üzerinde dolaşmaya başladı. Bu ritmik hareketi sakinleşmeme yardımcı oluyordu.

“Şş, tamam, geçecek… Her ne varsa geçicidir.”

Bundan sonra başka bir şey söylemese de, varlığıyla dahi kalbimdeki acıyı bir nebze hafifletiyordu. Yüzümü göğsüne gömdüğüm için gittikçe sıcaklasam da burnuma onun tanıdık kokusu doldukça içimdeki fırtınalar biraz olsun duruluyordu. Yavaş yavaş yatışıyordum.

Bir süre sonra hıçkırıklarım hafifledi. Omuzlarımın sarsıntısı geçti. Bir fırtına sonrası gelen derin sessizlik gibiydi yaşadığım. Nihayet gözyaşlarım dinmiş ve sükuta ermiştim. Kasılmış olan vücudum Emin’in kolları arasında zamanla rahatlamış, gevşemişti. Yine de bulunduğum yerden ayrılmadan biraz daha öylece durdum.

Tamamen yatıştığımı düşünmüş olmalı ki “Sokağın ortasından kalkalım mı artık?” diye sakince sordu. İşittiğim cümle üzerine akli melekelerim biraz olsun yerine geldi ve hiç istemesem de kollarımı gevşetip geri çekildim. Derin bir nefes alıp bakışlarımı Emin’in yüzüne çevirdim. Ellerime uzanıp kalan bir kaç taş parçacığını da silkeledi ve bileklerimden dikkatlice tuttu. Ayağa kalkıp bana da doğrulmamda yardımcı oldu. Sırtıma koyduğu eliyle beni arabaya doğru yönlendirdi. Yürürken dizlerimin sızladığını hissettim. Fakat dayanılmayacak bir sızı değildi.

Ön kapıyı açıp geçmem için bekledi. Koltuğa oturdum. Bu sırada Emin arka kapıyı açtı ve yeniden ön kapıya, yanıma gelip elindeli suyu bana uzattı. “Biraz iç hadi,” deyip şişenin kapağını açtı. Ona itaat ettim. Sudan bir kaç yudum içtikten sonra şişeyi geri uzattım. Kapağını kapatmak yerine “Ellerini ver,” deyip sol elini uzattı. Sebebini anlamasam da söylediğini yine yaptım. Ellerimi dışarıya doğru tutup şişedeki suyla yıkamış, tozlardan ve kirlerden arındırmıştı. Avuçlarım temizlenince yara izleri iyice ortaya çıkmıştı.

“Yüzünü de yıkayalım, gel eğil böyle,” dediğinde biraz daha kendime gelmiş olanın verdiği aklı başındalıkla çekindim ve “Ben yaparım,” deyip ellerimi su dökmesi için öne uzattım. Araba ıslanmasın diye dışarıya doğru eğilip avuçlarıma boşalttığı az miktardaki suyla yüzümü yıkadım. İyi gelmişti, ferahlamıştım.

“Teşekkür ederim,” dedim çatlak çıkan sesimle.

Emin şişenin kapağını kapatıp arka kısma bıraktı ve şoför koltuğuna geçti. Araba hareket etmeye başladığında yavaşça bana dönerek sordu: “Biraz hava almak ister misin? Sahile gidebiliriz. Ya da daha sakin bir yere. Belki seni rahatlatır.”

Yorgun ve üzgün hissediyordum. Evde olmak istiyordum sadece. Başımı olumsuz anlamda salladım. “Hayır, eve gitmek istiyorum.”

Emin “Peki,” deyip arabayı sürmeye devam etti. Yol boyunca arabanın içinde sessizlik hâkimdi. Sadece motorun ve araçların uğultusu vardı.

Başımı arkama yasladım. Önümdeki camdan dışarıyı seyrederken aklıma İclal ve Berke gelip duruyordu. Düşünceler içimde adeta bir yel gibi savruluyordu. Onların söyledikleri sebebiyle ister istemez Emin’le olan ilişkimizi sorgulamaya başlamıştım.

Emin’le çoğu zaman birbirimizi anladığımızı ve desteklediğimizi hissetmiştim. Bana bir tür dinginlik ve güven veriyordu. Onun yanında kendimi huzurlu hissediyor, geleceğe dair umutlarımı onunla paylaşıyordum. Evli olmamıza rağmen iki arkadaş, yoldaş gibiydik şimdiye dek. Daha ilk günden öyle koymuştuk adını.

Peki doğru yolda mı ilerliyorduk? Emin’in gözünde nasıl biriydim? O bu durumdan, yani benimle olmaktan gerçekten mutlu muydu? Emin’le birlikte oluşturduğumuz hayalin ve hayatın temelleri ne kadar sağlamdı? Tam olarak nasıl bir bağ kurmuştuk? Bu bağ ne denli sağlıklıydı? Hep böyle mi kalacaktık? Ve nereye dek böyle gidecektik? Bir ömür arkadaş kalabilecek miydik? Aşktan veya karı koca ilişkisinden uzak, hep dostça mı yaşayacaktık? Ya birimiz bir gün çıkıp da bir başkasına aşık olursa mesela? Ne yapacaktık?

Bu sıcak yaz gününde içimde bir titreme ve üşüme hissi belirdi. Çok geçmeden gitse dahi irkilmeme sebep olmuştu. Kendimi bu soruların içinde kaybolmuş gibi hissettim

Huzursuzca yerimde kıpırdandım ve yanımda oturan, düşüncelerimin tam ortasında bulunan gence döndüm. Önce direksiyonu tutan ve az önce avuçlarımdaki yaralarla titizlikle ilgilenen ellerine baktım. Ardından yüzüne dokundu gözlerim. Zihnimde o sözler belirdi: “Aşık olmak hataysa, rahat ol, sen hataya düşmedin nasılsa.”

Evet, aşk neydi bilmiyordum belki. Eminle aşık olarak evlenmemiştik. Başka bağlamlarda bir ilişki geliştirmiştik. Ama o an, Emin yoldaki bakışlarını çevirip bana usulca dokundurduğunda ve tekrar önüne döndüğünde fark ettim ki onun merhameti ve sevgisini; Berke ve İclal’in sandığı gibi bir aşka, yani başkasının dudaklarında veya dokunuşlarında bulacağım herhangi bir hazza değişmezdim.

Belki bu fikrimin sebebi, o duyguları hiç yaşamamış olmamdı. Sonuçta insan bilmediği yahut deneyimlemediği şeyler hakkında kolayca konuşabilirdi. Fakat içimde bir yerde, bilmekten öte, hissediyordum: Emin’in varlığı benim hayatımdaki en büyük mucizelerden, en değerli nimetlerdendi

Son düşüncelerim sayesinde kafamdaki karışıklıklar bir nebze olsun durulmuştu. O soruların bir çoğu hâlâ cevaba erememiş olsa da bir süreliğine zihnimin derinlerine gömüldüler. Şimdi bu yorgunluk ve kırgınlıkla hepsiyle aynı anda mücadele edemezdim.

Eve varmıştık. Arabadan inip yürürken arkamdan onun adım seslerini işitiyordum. Kapıya vardığımda bekledim. Emin anahtarı çıkartıp kapıyı açtı ve önden geçmem için müsaade etti. Girer girmez çantamı askıya asıp odama doğru yöneldim.

Fakat henüz koridorun ortasındayken Emin’in kolumdan yakalaması sebebiyle durmak zorunda kalmıştım. Karşıma geçip “Hiçbir şey anlatmaman beni iyice endişelendiriyor Berra,” dediğinde sesinde hafif bir sabırsızlık sezdim.

“Ter ve toz içinde kaldım. Duş almak istiyorum,” diye cevap verdiğimde sakin ve derin bir nefes aldı.

“Tamam, al tabiki. Ellerine ve dizine de krem sür. Dolapta vardı, bulup odana bırakacağım. Ama sonra kaçmak yok. Konuşalım. Her detayı anlatman gibi bir talebim yok. En azından sorunun ne olduğu hakkında bir fikrim olsun ki ona göre davranayım.”

Tamam anlamında başımı salladım. Buna hakkı vardı. Ardından arkamı dönüp odaya geçtim. Dolaptan iç çamaşırı ve ince yazlık bir elbise alıp banyoya yöneldim. Serin bir duş alıp rahatladım. Üstümü giyinip odaya geri döndüğümde krem yatağımın üstünde duruyordu. Saçlarımı taradım ve kendiliğinden kuruması için salık bıraktım. Kremi alıp önce dizlerime, sonra avuçlarıma sürdüm. Neyse ki elbisem tam dizlerimin üstünde bitecek uzunluktaydı ve kumaşı kremli kısma değmiyordu. Bu kıyafetimi çok seviyordum ama kısa olduğu için yalnızca evde giyiyordum.

İşim bittiğinde içeriye geçtim ama Emin’i göremedim. Arka bahçede olma ihtimalini düşünerek oraya yöneldim. Gölgelik bir köşeye çektiği sedirde oturuyor, kucağındaki kediyi usulca okşuyordu. Gözleri kedinin yumuşak tüylerinde geziniyordu. Yüzü sakin bir huzurla aydınlanmıştı.

Yanına varıp biraz ötesine oturdum. Ağaçlardaki yeşil yapraklara çarpan hafif rüzgarın sesini duydum. Bu dinginlik iyi hissettirdi.

Emin, kucağındaki kediden bakışlarını kaldırdı ve bana döndü. “Daha iyi misin?” diye sordu.

“Evet, sağ ol.”

“Anlatmak ister misin?”

“Hıhı,” diye başımı salladım ve kırgın küçük bir çocuk gibi hissetmekten kendimi alıkoyamayarak olan biteni açıkladım. Her ayrıntıya değinmemiştim. Özellikle de İclal ve Berke’nin bana Eminle olan ilişkimiz konusunda hissettirdiklerine. Yine de bir çok duygumu onunla paylaşabilmiştim. Emin dikkatle dinlerken yüzündeki ifade sabırlı ve anlayışlıydı.

Parmakları kedini tüylerini okşamaya devam ederken sakin bir şekilde bana döndü. “Olaya dışarıdan bakan biri olarak konuşuyorum,” dedi. “Haram ilişkiler, özellikle de bu tür yasaklı olanlar, insanın içinde tatlı bir cazibe yaratır. Yani pek tecrübeli olduğum bir konu değil ama okuduklarım ve gördüklerimden yola çıkarak söyleyebilirim ki o sevilme duygusu ve ilgi insanı hataya sürüklemekte çok etkili. O etki, insanı kolayca yanlış yollara çekebilir. Tavizler, tavizleri getirir.”

Emin’in sesindeki sakinlik, içimdeki fırtınayı bir nebze yatıştırıyordu. “Demin ‘arkadaşımdaki değişimi nasıl fark etmedim’ demiştin ya? Tam da bununla ilgili. Çoğu zaman tavizlerin ne kadar sinsi bir şekilde başlayıp ilerlediğinin kanıtı,” diye devam etti. “Birçok insan, böyle şeylerin direkt büyük tavizlerle başladığını düşünür. Oysa çok küçük şeylerin ilerlemesiyle gerçekleşir. Belki bir sohbetin sınırlarını zorlamak, bir oyun oynamak, birlikte bir aktivite yapmak. Ancak zamanla, bu küçük tavizler birikir ve çok daha büyük sorunlara yol açar.”

Emin’in sesi, bir nehrin sakin akışı gibi içimi yatıştırıyor, her kelimesi zihnimde yankılanıyordu. “İslam’da da böyle ya zaten; kadın-erkek ilişkilerinde bakışların dahi tavizlere ne kadar etki ettiğini açıkça görebiliyoruz. Ki Kur’anda gözlerimizi haramdan sakınmamızı emreder. Bu tür ilişkilerde de eğer sınırları aşılmaya başlanırsa zamanla bu sınırların daha da geriye çekilmesi kaçınılmaz son.”

Emin, bir an duraksadı ve derin bir nefes aldı. “Mesela, bir insanın iş yerindeki bir arkadaşına karşı duyduğu ilgi, başlangıçta basit bir arkadaşlık olarak görünebilir. Ancak bu ilgi zamanla daha samimi sohbetlere, kişisel paylaşımlara dönüşebilir. İlk başta küçük bir fiziksel temasa veya duygusal bağlılığa izin vermek, zamanla kişinin kendini daha büyük sınırları aşarken bulmasına hatta kişinin kendini zina gibi büyük bir günahın eşiğinde bulmasına neden olabilir.”

Kedi, Emin’in kucağından atlayıp bahçenin diğer köşesine yürürken o biraz daha bana doğru döndü ve devam etti. “Özellikle yasaklı ilişkilerde, sınırları belirlemek ve bu sınırları korumak önemli. İnsanlar, bazen bu sınırları esnetmeye başlarlar ve kendilerini bir kayıptan diğerine sürüklenmiş bulurlar. Bu, insanın manevi ve ahlaki değerlerini de sarsar. Bu yüzden, her şeyin başında sınırları belirlemek ve bu sınırları korumak gerekir. Ama kolay değil tabii. Nefsimiz ve şeytan yakamızdayken hele. Arkadaşın da bu döngüye girmiş gibi görünüyor. Duygusal bir bağ beslediği birinden karşılık, ilgi ve alaka gördüğünde tavizlerin büyümesi kaçınılmaz.”

Emin’in söyledikleri gerçekten de İclal’in değişimine anlam verememem konusunda bir şeylerin açıklığa kavuşmasını sağlamıştı. Zihnimin karanlık köşelerine ışık tutulmuş gibiydi. İçsel bir aydınlanma yaşadım ve durumun ne kadar karmaşık olduğunu daha iyi kavradım.

“Arkadaşın şu an bir hata yapıyor olabilir. Umarım bunu fark eder ve geç olmadan geri döner. Bu, hem onun için hem de etrafındaki herkes için en iyisi olur. Ona kırılmışsın, farkındayım. Her ayrıntıyı anlatmadığın için tam olarak seni bu raddeye ne getirdi tam anlamasam da, başka bir şeylerin de seni etkilediği belli,” dedikten sonra bakışlarını gözlerime dokundurdu. “Bunları ille de bana söyle diye demiyorum, yanlış anlama. Durum analizi.”

Yavaşça başımı salladım. Beni gerçekten kıran şeyler aslen Eminle olan ilişkimizle alakalı olduğundan o konudaki duygu ve düşüncelerimi rahatça paylaşamazdım şu an. Es geçmiştim ve kendime saklamıştım. İçimdeki karmaşayı anlamak ve gelecek hakkında daha net bir görüş elde etmek için, biraz daha zamana ihtiyacım vardı.

“Kırılsan dahi İclal için dua etmeyi unutma. Herkes hata yapabilir ve önemli olan bu hatalardan ders çıkarıp doğru yola geri dönmek. Senin kırgınlığın anlaşılabilir. Ama onun iyiliği için dua etmek, hem ona hem de sana bir huzur getirecektir. Arkadaşına karşı öfkeyle değil, umutla bakmaya çalış. Zor olsa da dene.”

Söyledikleri, kalbimde hafif bir yankı yaptı. “İnsan, öfkelendiği veya derin bir kırgınlık duyduğu kişiye umutla bakmak veya dua etmek için epey iradeli olmalı,” dedim içten içe anlamakta zorlanarak.

Hafifçe güldü, gözlerinde anlayışlı bir ifade vardı. “Haklısın. Ama ben söylemiyorum, bilim söylüyor. Geçen gün bir yazı okudum. Öfkelendiğimiz veya kırıldığımız insanlara dua etmek, aynı zamanda psikolojik açıdan da faydalıymış. Dua etmek, insanın duygularını yönetmesine yardımcı oluyormuş. Bu, duygusal olarak kişinin rahatlamasını sağlıyormuş. Öfkenin veya kırgınlığın etkilerini hafifletiyormuş. Zamanla olumsuz hisler yerini daha olumlu duygulara bırakıyormuş. Dua ederken pozitif şeylere odaklandığımız için stresle başa çıkma ve duygusal iyileşme süreçlerinde etkili bir yöntem olarak kabul ediliyormuş.”

Anlattıkları ilgimi çekmişti. “Aa gerçekten mi?” diye merakla atıldım, gözlerimde bir parıltı belirdi. “Psikolojide ve terapide böyle şeylerin kullanıldığını bilmiyordum. Başka neler var? Anlatsana.”

Emin, konuyu derinlemesine ele almak için gözlerini kısıp hafif bir gülümsemeyle “Hatırladığım kadarıyla anlatayım,” dedi. “Bir araştırma, kişinin birine olumlu dileklerde bulunmasının, kendisini daha huzurlu hissetmesine ve daha iyi bir ruh hali içinde olmasına yardımcı olabileceğini göstermiş. Psikolojide bu tür yöntemler bazen ‘affetme terapisi’ veya ‘duygusal serbest bırakma’ olarak adlandırılıyormuş. Bir kişiye dua etmek, onunla olan olumsuz duygularımızı serbest bırakmamıza ve bu kişiyle olan bağımızı yeniden değerlendirip iyileştirmemize yardımcı olabilirmiş. Terapistler, genellikle bu tür yöntemleri kullanarak kişinin duygusal yüklerini hafifletmeye ve olumlu düşünme alışkanlıkları geliştirmeye çalışırlarmış.”

“Vaay, psikolog gibi konuştun!” diye yükseldim bir anda. Enerjimde bir canlılık belirir gibi oldu. Dua etmeye bu açıdan bakarak yeni şeyler katmıştım kendime sanki.

Emin hafifçe omuz silkip “Malum, bu aralar psikoloji kitaplarına sardım,” dedi. Sesindeki hoşnutluk, bilgi birikimini paylaşmanın verdiği tatmini yansıtıyordu.

“Peki nerede okudun bunları? Ben de okumak istiyorum,” dedim, meraklı bir çocuk gibi. Gözlerimde parlayan bir heyecan vardı.

“Bu dua konusunu bir makalede okumuştum. Gösteririm sana.”

“Tamam!”

Göğsünü şişirerek nefes aldı. Konuyu geri getirip, “İclal ve Berke’nin durumuna dönersek…” diye devam etti. “Onlara dua etmek, hem senin içsel huzurunu artırabilir hem de onların bu zor süreçten geçmelerine yardımcı olabilir. Dua edince öfkenin ve kırgınlığın ötesinde bir anlayış geliştirirsin belki. Hem seni hem de onları iyileştirme şansı yani.”

Emin’in sözleri, içimdeki belirsizliğe karşı bir tür dinginlik sunmuştu. Bna sadece başkalarına değil kendime karşı da daha anlayışlı ve şefkatli olmayı hatırlatıyordu.

“Söylediklerinizi dikkate alacağım Emin bey,” dedim, resmi bir tavır takınarak. Sözlerimin arkasında hafif bir alay ve şaka olduğunu göstermek için dudaklarımı sıkıca kapadım. “Bugünkü seansımızın sonuna geldiysek eğer, yemek yemeye ne dersiniz?”

Kaşlarını hafifçe havaya kaldırdı ve ciddi olmaya çalıştı. “Maalesef Berra hanım, bir terapistin danışanıyla birlikte yemek yemek gibi aktivitelerde bulunması ve terapist-danışan ilişkisi dışında bir ilişki kurması, etik kurallara aykırı.”

“Tüh,” dedim, hüzünlü bir şekilde başımı iki yana sallayarak. “O zaman benim lezzetli yemeklerimden mahrum kalacağınız için üzgünüm. İyi günler dilerim.” Bu sırada, havalı olduğunu düşündüğüm bir şekilde ayağa kalktım ve içeriye doğru yürümeye başladım. Kafamı dik tutarak, yüzümde hafif bir gülümsemeyle kendimi oldukça özgüvenli bir şekilde gösteriyordum.

Arkadamdan gülerek kalktı ve “Ben mesleği bırakıyorum!” diye seslenip bana yetişti. “Zaten sürekli dert dinlemek hiç benlik değil. Yemek yiyelim.”

“Doğru seçim,” deyip tebrik edercesine ona baktım ve tebessüm ettim.

Mutfağa geçtik. Renkli tabaklar, taze sebzeler ve mezelerle dolu masayı hazırlarken; günün gerilimlerinden uzaklaşma fırsatı yakalamıştım. Basit ve rutin eylemlerin rahatlatıcı bir sığınak olabiliyordu.

Sıcak gülüşlerimizin sesi arada bir mutfağı aydınlattı ve Emin’in şakalarıyla birlikte ortam daha da neşelendi. Yemek hazırlığı bir tür meditasyon gibi geldi.

Sonradan fark ettim ki, hayatın en sakin ve keyifli zamanları; belki de en sıradan anlarda, dostça sohbetlerin, küçük mutlulukların ve bazı rutinlerin içinde saklanıyordu.

 

 

*Tarık Tufan

Loading...
0%