Yeni Üyelik
30.
Bölüm

30 - mucize

@sukunettekelimeler

 

 

 

 

Şimdi kalkıp da seni seviyorum desem. Söyleyemem ki… Bunu kendime bile söylemeye cesaret edemedim ki ben.” *

 

 

 

 

~ Emin Yiğitsoy

 

Bazı yüzleşmeleri ne kadar erteleseniz de kaçışı yoktur. Sonunda gerçekleşecek olan bir karşılaşma sizi bekliyordur. Beni de bekleyen yüzleşmeler vardı hayatımda. En büyüğü son haftalarda sürekli önüme çıkıyor, bana kaçacak yer bırakmıyordu. Köşeleri giderek daralan bir labirentteydim adeta. Az kalmıştı, farkındaydım: hakikat yüzüme kendisini haykıracak, beni kıskıvrak yakalayacaktı. O zamana kadar susturduğum, kendime bile itiraf edemediğim onca gerçek bir anda üstüme çullanacaktı.

Ama şimdi değil, bugün olmazdı. Çünkü az sonra başka bir yüzleşme beni bekliyordu: Berra’nın babası, yani kayınbabamla yapmamız gereken o zorlu konuşma.

Yola çıktığımızdan beri Berra’nın ne kadar gergin olduğunu fark etmemek imkânsızdı. Sokağın ilerisinde müsait bir yere arabayı park ettikten sonra eve doğru yavaş adımlarla ilerledik. Berra yanımda sakince yürüyordu. Sessizliğin ardında sakladığı huzursuzluk ve endişeyi sezebiliyordum. Ben de biraz gergindim. Fakat bu işi bitirmek, Berra’nın geleceğini güvence altına almak zorundaydım. Artık bir şeyler açıklığa kavuşmalı, sırlar aradan kalkmalıydı. Yakamıza yapışan gizlerden kurtulmalıydık.

Kapının önüne geldiğimizde derin bir nefes alıp zile basmak için elimi uzattım. Aynı anda, yumuşak bir dokunuşla onun parmakları elime uzandı ve beni durdurdu. Şaşırmıştım. Elimi tutup aşağı indiriren Berra'ya dönüp baktığımda, yüzündeki endişeyi apaçık şekilde gördüm.

"Emin, bir saniye..." dedi, sesi titrekti. Tereddütlü bir hâli vardı.

Onun bu hali, içimde bir sıkıntı dalgası yarattı. Berra’yı böyle gergin görmek yüreğimi burkuyordu. Elimi hâlâ ürkekçe tutuyordu ama bunun farkında bile değildi.

"Ya babam kızarsa? Ya müsaade etmezse? Biliyorsun, bu konularda sertler… Ne yapacağız o zaman?" Sesindeki korkuyu hissedebiliyordum. Gözleri, kapı ile benim aramızda gidip geliyordu. "Belki de söylememeliyiz. Şimdi on birinci sınıfa başlamışken, her şey yolunda giderken bunu bozmak istemiyorum."

Bu düşünceler benim de aklımdan geçmişti. Ben de bu soruları defalarca kendime sormuştum: "Ya babası gerçekten karşı çıkarsa? Ya bu konuşma istediğimiz gibi gitmezse?" Fakat hayırlı bir şey için niyet etmiştik. Denemeden bilemezdik. Korkularımızın üstesinden gelmek zorundaydık.

Berra’yı rahatlatmak için sakin kalmaya çalıştım. Zili çalmayayım diye tuttuğu elimin üzerindeki ince parmaklarına yavaşça uzandım. İki elim arasında kalan sağ elini güven vermek isteyerek hafifçe sıktım. Bunu içgüdüsel olarak yapmıştım. Bakışlarımı ellerimizden ayırırken, bir sıcaklık yayıldı içime. Bu basit dokunuş içimde bir şeyleri kıpırdattı. Belki de ona hissettiğim ve henüz adını koymadığım duygular... Derken kafamda bir sürü düşünce dönmeye başladı ama şimdi zamanı değildi. Hepsini savmaya çalıştım. Aramızdaki dostane ve destekleyici iklime odaklandım.

"Berra, merak etme, her şey olacağına varır. Babanın artık bilmesi gerekiyor. Hem sevdiklerinden bir şeyler saklamaktan yorulduğunu sen de söylüyordun. Bu senin geleceğinle ilgili. Korkmanı anlıyorum, ama yalnız değilsin. Ben yanında olacağım. Güzelce konuşacağım babanla. Baban seni seviyor. Zor olsa da bunu anlaması ve kabul etmesi gerekecek. Hem o kadar dua ettik, sadaka verdik. Ben inanıyorum, buradan mutlu ayrılacağız."

Berra, gözlerini kaçırmadan bana bakıyordu. Bir an sessiz kaldı, iç çekişini işittim. Yavaşça başını salladı. Hâlâ elini tuttuğumu fark edince kalp atışlarım hızlandı. Onun da bunu fark ettiğini düşündüm ve bir an elini bırakmak isteyip istemediğime karar veremedim. O an, Berra’ya olan hislerimin ne kadar derinleştiğini anladım. "Şimdi zamanı değil Emin," diye yeniden kendimi tembihlerken sakin ve normal kalmaya çalışarak usulca ellerimizi ayırdım. İçimde fırtınalar koparken dışarıdan sakin görünmeye çalışıyordum. Hiç yapmadığım şey değil.

Bir an için sessizlik oldu. Berra’nın bakışları bir şeylerin yolunda gitmeyeceği korkusunu taşımaya devam etse dahi içindeki cesareti de görebiliyordum. "Tamam," dedi sakin bir sesle. Olacaklara teslim olmui gibiydi. "Sana güveniyorum."

Şu iki kelime içimde bir yanardağı alevlendirdi. Bana güvenmesi dünyanın en büyük müjdelerindendi; güvendiğini dile getirmesi ise bambaşka bir etki yaratmıştı. Ama aynı zamanda, o güveni boşa çıkartmama sorumluluğu da omuzlarıma biniyordu.

Zile tekrar uzandım. İçimdeki kaygıyı yatıştırmak için yeniden dualar ettim. Bu konuşma her şeyin başlangıcı veya sonu olabilirdi ve Berra'yı hayal kırıklığına uğratmamak için elimden gelenin fazlasını yapmaya hazırdım.

 

 

Oturma odasındaydık. Sonunda uygun bir ortam yakalayabilmiştim. Çocuklar uyumak için odalarına çekilmiş, annemle Berra da mutfağı toparlıyordu. Bu konuşmanın kolay olmayacağını biliyordum. Yine de denemem lazımdı. Diken üstünde oturuyor gibiydim. Kalbim hızla çarpıyordu ama dışarıya belli etmemeye çalışıyordum. Derin bir nefes alıp besmele çektim ve konuya giriş yaptım.

“Baba, seninle önemli bir şey konuşmak istiyorum,” dedim. Sesim kararlı ve ciddi çıkmıştı ama içimde hafif bir kaygı dalgası vardı.

Bir an duraksadı. Meraklı bakışları yüzümde gezindi. Hâlimden ve tavrımdan meselenin alalade olmadığını anlamış olmalıydı. Akıllı bir adamdı kayın babam. Muhatabına yani bana döndü bedenini. "Buyur oğlum, dinliyorum. Ne hakkında konuşacaksın?" dedi temkinli bir sesle.

İçimdeki düğümü çözmek istercesine derin bir nefes aldım. Bekleyemezdim artık. “Berra'nın eğitimi ve okulu hakkında.”

Sonunda baklayı ağzımdan çıkarıvermiştim. Bir çırpıda hem de. Bu sözler, odada yankılandı, duvarlara çarptı ve geri döndü.

Kayınbabamın yüzündeki merak, yerini şaşkınlığa bıraktı. Kaşları hafifçe çatıldı, bakışları keskinleşti. Beni dikkatle süzüyordu. "Eğitim mi? Ne okulu?" diye sordu.

Boğazımı temizleyip devam ettim. “Berra okumak istiyordu. Ben de onu bu konuda destekledim. Aslına bakarsanız iki yıldır okula gidiyor ve eğitim alıyor."

Bu sözlerim kayınbabamı koltuğuna daha da yaslandırdı. Yüzündeki ifade değişti. Bu yeni bilgiyi sindiriyormuş gibiydi.

- Okula mı gidiyor? Bunu bilmiyordum. Neden daha önce söylemediniz, bana danışmadınız?

Bu soruyu bekliyordum. Gözlerimi ondan kaçırmadan, açık ve net bir şekilde cevap verdim. "Tepkinizden çekindiğimiz için sizlere bundan bahsetmedik. Annem de geçtiğimiz kış Berra hastayken şans eseri öğrendi."

Bir anlık sessizlik oldu. O an, kayınbabamın yüzüne bakarken onun içinde kopan fırtınayı hissedebiliyordum. Ciddiyeti artmıştı. Düşünceli görünüyordu. Bu konuşmanın, onun değerleriyle ve aile gelenekleriyle çeliştiğini biliyordum. Ama bu meseleyi çözmek zorundaydık. Yüzünde yavaşça hoşnutsuz bir ifade belirdi.

"Bizim ailemiz ve geleneklerimizde kızların ortaokuldan sonra okuması hiç adet değildir,” dedi sonunda. Sesinde büyük bir öfkeye rastlamadığım için şanslı hissettim. Ancak kafası karışık, kaşları çatıktı. Ve cümlesinde bir kararlılık vardı.

"Biliyorum," dedim sakin ama kararlı bir sesle. Gözlerimi kaçırmadan konuşmaya devam ettim. "Ama imkânsız da değil. Kaygılarınızdan ötürü buna izin vermiyorsunuz. Anlıyorum. Ama bakın, Berra iki yıldır bu hayatın içinde. Gayet memnun. İyi dostluklar kurdu. Değerli hocaları oldu. Kendini muhafaza edebilen biri, sınırlarını biliyor. Siz kızınızı tanıyorsunuz; olumsuz manada değiştiğine şahit oldunuz mu? Hayır, tersine, yaşıtlarının aksine daha olgun biri. Ben, askere gittiğimde de onun eğitimine devam etmesini istiyorum. Onu desteklemenizi istiyorum."

Kayın babam bir süre suskun kaldı, düşünüyordu. O anlarda kalbimi daha hızlı attığını hissettim. O kadar gerilmiştim ki, terlemeye başladığımı fark ettim. İkna olup olmayacağını ön görmeye çalışıyordum.

Bakışları tekrar bana döndüğünde merak ve ümitle gözlerinin içine baktım.

- Bizde kızların okula gitmesi görülmüş şey değil. Laf söz edenler olacaktır.

Bu cevabından meseleye tamamen olumsuz olmadığını, içini başkalarının ne diyeceği gibi şüphelerin sardığını fark etmiştim. Bir karar vermeye çalışıyordu, bu yüzden ben de onu cesaretlendirmeye devam ettim.

"Eşi olarak ben, babası olarak siz müsaade ederseniz kim ne diyebilir ki? Sizin bu konuda kararınızı bildiğinizde insanlar susmak zorunda kalır. Kötü bir şey yapmıyor Berra. Okuyan, iyi yerlere gelip vatana millete faydası olan onca kadın yok mu? Güveneceğimiz insanlara emanet etmek sitemiyor muyuz kendimizi, evlatlarımızı, nesillerimizi... Laf söz edene en uygun yanıtı sizin verebileceğinize ben eminim baba. Biz ona destek olmazsak, kim olacak?"

Derin bir nefes alıp kolundaki saate dikti gözlerini. Bense onun arada kalışını fırsat bilerek konuşmaya devam ettim.

"Berra çok iyi bir öğrenci ve gerçekten başarılı. Üstün başarı belgesi alıyor. Okulunda üçüncü, sınıfında ise ikinci. Çalışkan, zeki ve istikrarlı. Öğretmenleri de çok memnun. Ondaki ışığı söndürmek istemiyorum ben. Kimsenin söndürmesine izin vermeye de niyetim yok. Ama ben yokken bir sıkıntı çıkmasın istiyorum. Bu noktada senin desteğin gerek bize baba."

Cümlem bittiğinde yeniden göz göze gelmiştik. Kayınbabamın yüz hatları biraz daha yumuşadı.

"Benim kızım demek çok başarılı ha?" derken bir gerçeği dile getirmekten ziyade, bununla gurur duyar gibiydi. Gözleri hafifçe sulanmıştı.

Nedense onu böyle duygusal görmek içimde bir şeyleri tetiklemiş ve beni de duygulandırmıştı. Dudaklarımı birbirine hafifçe bastırıp tebessüm ederken evet manasında başımı salladım. "Evet, çok başarılı baba. Onun daha da güzel yerlere getirmek için desteğinize ihtiyacımız var."

- Zaten çocukluğundan beri hayal kurur dururdu. Öğretmen olacakmış, öyle derdi. Hâlâ öğretmen mi olmak istiyor?

- Evet.

Bir an için gözlerini kapattı, sanki bu kararı tartıyormuş gibiydi. Ardından oturuşunu biraz daha dikleştirip kararlı bir sesle, "Çağır bakayım Berra’yı," dedi. Otoriter tavrı hâlâ üzerindeydi fakat daha sakin bir havası var gibiydi.

Kapıya doğru yürüyüp Berra'ya seslendiğimde içimde çoktan bir ümit filizlenmişti. Koridorda beliren genç kızla göz göze geldiğimizde soru sorarcasına yüzüme bakıp sonuca dair bir işaret arıyordu sanki. "Baban çağırıyor," dedim. Tedirgin adımlarla içeriye girdiğinde çekingen bakışları babasını buldu.

"Otur Emin'in yanına."

Babasının isteği üzere yanıma oturduğunda ikimiz de pür dikkat karşımızdaki adama odaklandık.

"Benden iki yıl boyunca böyle önemli bir şey saklamanıza hem üzüldüm hem kızdım. Bunu bi kenarı yazıyorum. Birdaha gizli saklı işler çevirmenizi istemiyorum." Sert ve ciddi tondaki sesi sonlara doğru yumuşadı. "Ama sebebini anlıyorum. O yüzden bir şey demeyeceğim size."

Bunları duyunca biraz rahatlamıştım. Devamını sabırla bekledim.

"İçim bu konuda tamamen rahat olmasa bile böyle durumlarda asıl karar hakkı kocanındır. Kızım, Emin seni destekliyorsa onun yokluğunda benden yana bir sıkıntı çekmezsin. Gerekeni yaparız."

Bir anda omuzlarımdan yük kalktığını, hafiflediğimi hissettim. Gülümsedim ve rahat bi nefes aldım. “Allah razı olsun baba," dedim ve yanına vardım. Eline uzanmak istesem de müsaade etmedi. Ayağa kalkıp sarıldı.

Ardından biraz ötede dikilen Berra'ya baktı. Yüzünde küçük bir gülümseme olsa da mutlu görünmekten ziyade karmaşık duygulara kapılmış gibiydi. Babam bir kaç adımda onun yanına varırken "Sen şimdi ne olacaksın bakayım?" diye sordu. Gözlerinde bir babanın evladıyla gurur duyduğu o bakış vardı.

"Öğretmen olmak istiyorum baba," dedi Berra, gözlerinde hafif bir parıltıyla. "Anaokulu öğretmeni."

"Çok çalışkanmışsın, başarılıymışsın, öyle mi?"

"Elimden geleni yapıyorum."

Kayınbabam bir an durdu, sonra gözleri hafifçe dolarak, "Yapar benim kızım," dedi. Berra’yı kollarının arasına aldı ve iri gövdesine yasladı. Baba kız sarılırlarken bu manzaraya gülümseyerek baktım. Huzur dolmuştu ortama.

O sırada annem de içeriye girdi ve onları böyle görünce bir rahatlama ifadesi belirdi yüzünde. Gözleri hafifçe doldu.

Bir an her şeyin yoluna girdiğini hissettim. Nihayet tüm meseleler tatlıya bağlanmıştı. İçimden Allah'a teşekkürlerimi ilettim, sessizce dua ettim.

"Baba ya niye ağlıyosun?"

Berra’nın şikayet dolu sesi odaya yayıldığında, bakışlarımı annemden ayırıp onlara çevirdim. Kayınbabam, gözlerini hızlıca silip kendini toparlamaya çalışıyordu. "Kim ağlıyor be, yanlış gördün," dediğinde, sesine yerleşen hafif alay, bu anı örtbas etme çabasını ele veriyordu. Yavaşça, kalktığı tekli koltuğa yöneldi, sanki kaçmak istermiş gibi.

"Tabi tabi!" diye üsteleyen Berra'nın da gözlerinin dolduğunu görünce gülmeden edemedim. "Benim de gözüme toz kaçtı zaten."

Kayın babam geçiştirmek için elini havada salladı. "Boşver tozu toprağı da, hadi kahve yap içelim."

"Yapayım hemen."

Berra odadan hızla çıktı. Heyecanla hareket ediyordu; sanki içindeki coşkuyu daha fazla saklayamıyordu. Ben de peşinden mutfağa geçtim. Arkasını dönüp beni gördüğünde yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. Gözleri ışıldıyordu; bu haliyle içindeki mutluluk dışarı taşmak üzereydi. "Resmen bir mucize gerçekleşti az önce, Emin!" deyip olduğu yerde kıpır kıpır bi şekilde konuştu. Kelimeler ağzından o kadar doğal ve coşkulu çıkmıştı ki gülümsemeden edemedim.

"Bakmasını bilirsek mucizeler hayatın her yerindeymiş ya hani?"

"Evet, öyleymiş! Ama sen de nasıl konuştuysan artık, babam ikna oldu resmen. Bir tanesin bir!"

Sesli bir kahkaha attım. Onun neşesini paylaştığımı belli etmek, ama aynı zamanda şakacı bir tavırla ona biraz takılmak için bu fırsatı kaçırmadım. "Biliyorum, alkışa gerek yok. Kişisel farkındalığım yüksek. Ama bu yüzden yokluğumda beni çok özleyeceksin."

"Sana da sarılayım mı?"

Duymayı beklediğimden bambaşka bir yanıtla karşılaşınca afallayıp kalmak benim suçum değildi kesinlikle. Hayır demediğim ve yüzüne öylece baktığımdan olsa gerek, Berra da bir kaç saniye sonra kollarını boynuma sarmış ve "Teşekkür ederim," diye mırıldanmıştı. Sesi o kadar yumuşaktı ki, bu iki kelimeyle dünyamın altüst olduğunu hissettim.

Zaman durdu o anlarda. Ben dondum. Dünyadaki tüm sesler kesildi. Bir yandan buz kesilmiş gibi görünürken, öte yandan aleler içinde kalmışçasına ısındım. Ilık bir rüzgar kalbimde açan çiçeklere eşlik etti. Kelebeklerin midede uçuşması sözüne benzer bir his dalga gibi içimde yayıldı. Ellerimi çoktan Berra'nın sırtına usulca bırakıp sarılmasına karşılık versem de hareketlerim bilinçsizdi.

Berrayla sarılıyorduk.

Sarılmak her zaman için iyileştirici bir eylemdi. Ama Berra'ya sarılmak... bu bambaşka bir anlam taşıyordu. Onun kolları beni dünyadan koruyan bir kale gibiydi. Sanki o bana sarılırsa ben hiç güçsüz düşmem, umutsuzluğa kapılmam, korkulara yenilmem; o bana sarılırsa ben hep hayata tutunabilirim... İçimde bir fırtına varken, Berra’nın kolları bana sükunet vaat ederdi sanki.

Bana kendimi evde hissettiren kokusu ciğerlerime dolarken, yeryüzünde ait olduğum tek yer burası gibi hissettim. Ve o an fark ettim: Şimdiye dek pek çok kez, "ellerimiz birbirine değmiyor olsa da benim ruhum onun elini tutmaktan çok daha fazlasını yapıp, ona sarılıyor oluyordu biz yürürken."**

Evet evet, Berra ile çarşıda yürürken, köyde yıldızların altında otururken, evde kitap okurken, mutfakta yemek hazırlarken, arabada yolculuk ederken, tenlerimiz temas etmese bile; hatta Berra yanımda yokken bile, ruhum ona uzanıyordu bir şekilde.

Berra, benim içimdeki zelzelelerden habersiz geri çekilip kahve yapmaya koyulurken sandalyeye oturuverdim. Dedim ya, yüzleşmem gereken çok daha büyük şeyler vardı ve anlaşılan bu gece yüzleşmeler yakamı bırakmayacaktı.

 

 

 

* Tarık Tufan

 

 

** bir twitt'ten alıntı

Loading...
0%