@sukunettekelimeler
|
"Kendimle arama aşılmaz bir mesafe girdi sanki" * —— Gözlerimi açmak çok zor geliyordu. Uyanmak istemiyordum. Uykunun kollarından sıyrıldığınızda sizi bekleyen yüzleşmesi zor gerçekler varsa uyanmak ve gözlerinizi açmak hiç de kolay olmaz. Fakat eninde sonunda yapmanız gereken şeyler vardır. Gerçeklerden kaçamazsınız çünkü. Benim kaçamadığım gibi. Yavaşça gözlerim aralandı. Başım sağa doğru düşmüştü ve sırt üstü yatıyordum. Tamamen yabancısı olduğum bir odadaydım. Küçük eski bir dolap, ahşap bir kapı, köşeye yığılı yorganlardan oluşan bir yüklük ve duvarda asılı bir çerçeve vardı. Çerçevenin içindeki eser Arapça harflerle yazılmış bir besmeleden oluşuyordu. Bu kadar. Odada da evde de çıt ses yoktu. Nerede olduğumu merak ediyordum. Buraya nasıl geldim? Ailem nerede? Ailem... Sahi, ne olmuştu acaba? Kaçmaya çalışırken onunla karşılaştığımızı hatırlıyorum. Bedenimi kaplayan hissizlik ve kalbime sızan acıyı. Bana endişeyle bakışını ve merhameti göz bebeklerinde yakalayışımı anımsıyorum. Belki de tamamen ben uydurmuştum o bakışlarda merhamet gördüğüme dair bir yalanı. Sonrası yok. Kaçmaya çalıştığımı haber aldıklarına ve başımın etini yiyeceklerine emindim. Beni çetin bir savaş bekliyordu. Buna hazır mıydım bilmiyorum. O kadar güçsüz hissediyordum ki kendimi. Kimseyle, hiçbir şeyle mücadele etmeye dermanım yoktu. Üstelik bu cephede tek başınaydım. Elimden tutacak, yanımda olacak birileri de yoktu. Her nefes alışım, içimdeki fırtınayı daha da büyütüyordu. Yorgun ve yalnız bir savaşçıydım. Bana savaşçı da denemezdi gerçi, en başından teslim olmuştum kaderime biçilen bu evliliğe. Yattığım yerde doğruldum ve sırtımı yatağın başlığına yasladım. Üzerimde gelinlik niyetine giydiğim elbisenin olmadığını fark ettiğimde kendimi rahatsız hissettim. Bir başkasına, benden daha uzun birine ait olduğu belli olan bir penye ve eşofman giyiyordum. Asıl soru ise kimin üstümü değiştirdiğiydi. Düşüncelerimi bunlardan uzaklaştırmak istedim. Odanın içine yeniden bakındığımda oturduğum yatağın diğer tarafında bir sandalye, sandalyenin üzerinde de gelinliğimin durduğunu gördüm. Solumdaki duvarda pencereler olduğu aşikardı lakin perdeler de tül de kapalıydı. Buraya yaklaştığı aşikar olan adım seslerini işitince bakışlarım hemen kapıya çevrildi. Kol aşağı indi ve kapı aralandı. Sakin ve temkinli bir şekilde odanın ortasına doğru bir kaç adım atan genç de dün giydiği takım elbisenin içinde değildi artık. Koyu renk bir pantolon ve yeşil bir gömlek giyiyordu. Bakışlarını yatağa doğru çevirdiğinde göz göze geldik. Adımları durdu. O durdu, ben durdum. Dünya durdu. Bir süre ikimiz de sustuk. "Uyanmışsın," diyerek sözcüklerin esaretinden kurtulan ilk o oldu. "İyi misin? Nasıl hissediyorsun?" İyi değildim. Berbat hissediyordum. Haftalardır da bu böyleydi. Fakat onun kast ettiğinin bunlar olmadığını biliyordum. Cevap vermedim. Vermek istemedim. Dünyanın en saçma soruları sorulmuştu sanki bana. Yine de pes etmedi. Aldırmadı tepkisizliğime. Onun bu tutumu bende şaşkınlık ve tedirginlik hisleri uyandırdı. Oturduğum yatağa doğru bir kaç adım daha attı ve belli bir mesafeye gelince durdu. "Dün akşam bilincin gidip gelirken kolumu hissetmiyorum, vücudumu hissetmiyorum diye sayıklamıştın. Şimdi nasıl, rahatça hareket ettirebiliyor musun?" Az önce yattığım yerden doğrulurken gayet normaldim. Demek ki dün geceki geçici bir durumdu. Bu kez tepkisizliğimi bozarak yavaşça başımı salladım. "Evet." Onunla ikinci kez karşılıklı, direkt olarak birbirimizle diyalog kuruyorduk. Garip bir gerçekti. Cevabım içini rahatlamış gibiydi. "Zeynep de psikolojik olduğunu ve geçeceğini söylemişti ama yine de endişeliydim," derken biraz benimle biraz da kendi kendine konuşur gibiydi. Bakışları etrafta dolanıp yeniden bana çevrildiğinde bir şeyi yeni fark etmiş gibi mimiklerinde küçük bir değişim oldu. "Zeynep kuzenim, doktor olan. Ablam sayılır ama ismiyle seslenmeye alışmışım." Bütün o nişan ve düğün telaşesinde ben bir ruh gibi etrafımda olan bitene ayak uydururken Zeynep isimli birine seslenildiğini, Zeynep isminde güleryüzlü bir kızın bana samimiyetle yaklaşmaya çalıştığını hayal meyal hatırladım. Bakışlarımdaki karmaşa ve tepkisizliğe aldırmamaya devam ederek konuşmayı sürdürdü. "Şuan bizim evdeyiz. Yani dedemin evinde aslında. Burası benim odam. Odamdı desek daha doğru." Cümlelerini sürekli düzeltişine bakılırsa o da henüz ayrı bir evi ve kendi odası olduğu fikrine alışmamıştı. Onun da üzerine sinen bir afallayış vardı. "Eğer biraz dinlenmiş hissediyorsan gidelim. Dışarıda bir yerde oturup kahvaltı yapalım. Konuşacaklarımız var. Senin de söyleyeceklerin olduğuna eminim. Sonra da eve geçeriz," derken dolaba doğru yürümüş ve biraz karıştırdıktan sonra elinde siyah kapüşonlu bir hırkayla bana dönmüştü. "İstemiyorum," dedim bütün ciddiyetimle. Bu reddedişin altında korkularım yatıyordu. Hayatımda yeni bir sayfa açılmıştı ve ben o sayfaya bir şeyler yazmaya başlamaktan ölesiye çekiniyordum. Yazılacaklar sadece acı ve sancı barındırabilirmiş, o eve girdiğim andan itibaren bu hikayeye hapsedilecekmiş gibi hissediyordum. Fakat sonsuza dek burada, onun bugüne dek yaşadığı odada, pikenin altına ürkekçe sığınarak kalamayacağımın da farkındaydım. Gözlerime bir kaç saniye baktı. Orada ne gördü bilmiyorum ama ben ruhumun derinlerini okuyabildiği hissine kapılarak daha da savunmasız hissettim kendimi. Bakışlarını kahverengi harelerimden çekip kapıya doğru yürüdü. Aralık duran kapıyı kapattıktan sonra bana doğru yöneltti adımlarını. Kalp atışlarım korkuyla hızlanırken, yatağın yanından geçip gitti ve pencerenin önündeki perdeyi duvarın sol köşesine doğru çekerek açtı. Odaya güneş ışıkları dolmuş, etraf aydınlanmıştı. Karamsar hava yerini insanın içini tazeleyen bir fotoğraf karesine bırakmıştı sanki. Ömrüme de böyle birden bire aydınlık, umut ışığı doğmasını dilerdim. Perdeyi düzelttikten sonra yatağın yanındaki sandalyeye yöneldi. Sakin ama seri bir şekilde hareket ediyordu. Beyaz elbiseyi alıp yatağın ayakucuna gelişigüzel bıraktı ve geri gelip üzeri boşalan sandalyeye oturdu. Hâlâ elinde olan hırkayı kucağına bııraktı ve bakışlarını yüzüme dokundurdu. Ben onun yüzüne bakmasam da bunu hissedebiliyordum. Çünkü insan kendine değen hâreleri elbet hisseder. "Berra," İsmimi ondan işitmek oldukça garipti. Üstelik, ismim, bana böyle seslenmeye yıllardır aşinaymış gibi kolay dökülmüştü dudaklarından. Bakışlarımı ona çevirmekten kendimi alıkoyamadım ve göz göze geldik. "Dün gece seni o hâle getiren şey benimle evlenmek miydi?" Sorusu beni şaşırtsa da sözcükler ânında çıkıverdi ağzımdan. "İstemediğim halde daha on beş yaşında evlendirilmekti." "Haklı bir sebep," derken başını sallamıştı anladığını belirtircesine. "Yine de zararı kendine vermen ve o duruma düşecek denli kendini yıpratman pek doğru değil tabi." Az önceki tedirginlik, korku ve çekincelerin yerini şimdi çok daha baskın bir duygu almıştı: öfke. Sinirlenmiştim. Bunu ona yansıtmaktan geri durmadım. "Okumak istediğim halde liseye gönderilmeyen, evlenmek istemediğim halde evlenmeye zorlanan ve yaşıtlarının çoğundan farklı bir hayata mahkum edilen benim. İstediklerimin hiçbir önemi yok, kimse itirazlarımı dinlemedi. Başka kime napabilirim ki? Herkes gibi Berra'ya zarar verdim ben de!" Benim asabi çıkışıma ve o da dahil herkesi suçlayan tavrıma rağmen sakin kalmıştı. Hiç tanımadığı denebilecek birine karşın yeterince sabırlı davrandığını söyleyebilirdim. "Okumak mı istiyorsun?" diye igili bir ses tonuyla sordu. Söylediklerimin arasından odaklanmayı seçtiği kısmın bu olmasını garipsesem de başımı salladım ve "Evet!" dedim bunu yapamayacağımın getirdiği hayal kırıklığı ile. Haksızlığa uğradığımı hissediyordum ve çaresizdim. "Ailemden gizli lise sınavına girdim. İyi bir puan da yaptım ama artık önemi yok. Bana biçilen rol öğrencilik değil ev hanımlığı oldu." "İkisini birden olamayacağını kim söyledi?" Soruyu duyduğumda şaşırıp kaldım. İçimde haftalardır beslediğim öfke, çaresizlik ve haksızlık duygularıyla doluydum ama bu soru sanki içimdeki karanlık bulutları dağıtmaya başlamıştı. "Nasıl yani?" diyebildim afallamışlıkla. Bir yanım doğru anlamış olmayı umarken diğer yanım yeni bir hayal kırıklığına uğramamak adına o ışıltılı düşüncelerle arama duvarlar örmeye çalışıyordu. "Madem okumak istiyorsun okuyacaksın Berra." Oturduğu sandalyede hafifçe öne doğru eğilen ve dirseklerini dizlerine dayayan genç adamın ciddiliği içimde bir umut kırıntısının parıldamasına sebep oldu. Yine de şaka yapıp yapmadığına emin olamadım. "Bakma öyle, ciddiyim. Madem liseye gitmek istiyorsun, gideceksin. Aldığın puan ve verdiğin emek heba olmamalı." "Okumama müsaade mi edeceksin yani?" diye sordum tereddütle, hâlâ bu duruma inanamayarak. "Okuman için elimden geleni yapacağım ve seni sonuna dek destekleyeceğim." Onun samimiyetine ve yardım etme isteğine inanmak istiyordum. Ancak, yaşadığım hayal kırıklıkları ve güvensizlik duyguları içimde derin izler bırakmıştı. Bu yüzden, içimdeki umut ışığının etrafında dolaşan karanlık bulutlar da vardı. "Beni kandırmıyorsun değil mi? Küçük olabilirim ama bebek değilim, saf da değilim." "Neden kandırayım ki? Bak, seninle açıkça konuşmamız gereken çok şey var. Özellikle de senin biraz rahatlaman için iyi olacak bu. Şimdi beni dikkatle dinle. Ben böyle konularda senin önüne engel koymam ve koymayacağım. Herkes gibi sen de okuluna git, arkadaşlarınla görüş, dışarıya çık, gez dolaş... Seni sıkboğaz da etmeyeceğim. Hem, evlenmeyi istemediğini daha ilk günden belli etmiştin. Bunu göz önüne aldığıma ve alacağıma emin olabilirsin." Sözleri içimde karışık duygular yaratıyordu. Umut ve şüphe arasında gidip geliyordum. Karşımdaki kişi, isteklerimi anlayışla karşılıyor ve destek olacağını söylüyordu. Bu benim için oldukça önemliydi çünkü daha önce ailem veya çevremdeki diğer kişiler tarafından anlaşılmamış ve desteklenmemiştim. Bu söyledikleri gerçekse, önümdeki engelleri aşmamı ve isteklerimi gerçekleştirmemi sağlayabilirdi. Ama isteklerimin önemsenmediği, kararlar alınırken benim görüşlerimin dikkate alınmadığı evlilik gibi ciddi bir olaydan sonra karşımdaki kişinin sözlerine tam olarak güvenemiyorum. Belki yine hayal kırıklığına uğrarım diye içimde bir korku vardı. Geçmişim, güven duygumu zayıflatmıştı. "Madem evlenmek istemediğimi daha ilk günden anladın, neden yine de tamam dedin? Sen itiraz etsen, bir bahane bulsan ve beni reddetsen evlenmezdik belki de." Açıkça konuşuyor ve içimi döküyor olmak bana biraz olsun iyi geliyordu. Onca zaman biriktirdiğim ne varsa kusmak istedim. Karşımda beni dinleyen biri vardı üstelik. O an fark edemedim ama beni umursuyordu. Kendimi ifade edecek bir alan tanıyordu. "Haklısın. Ama ben reddetsem bile seni bir başkasıyla evlendireceklerdi. Belki bir kaç hafta, bir kaç ay daha kazanacaktın, hepsi bu kadar." Haklılığının idrakine varınca "Doğru," diye çaresizce mırıldandım. O istemese dahi babam bir başkasını bulmayacak mıydı sanki? "Dediklerini dikkate aldım. Görmezden gelmedim. Aslında tam da bu yüzden seninle evlenmeyi istedim," diye devam etti, ben araya girip hiç bölmemişim gibi. Son cümlesi içimde bir merak uyandırdı. Dikkatim iyice onun dudaklarından çıkacak olan sözlerde toplandı. "Daha küçük olduğunun farkındayım. Olmaması gereken bir yerde ve durumdasın belki de. Anlıyorum. Bu yaşta birine böyle ciddi bir sorumluluk verilmesini ben de doğru bulmuyorum. Ama ben de yeterince büyüdüğümü hissetmiyorum. Beni de tedirgin eden şeyler var." Kısaca duraksadıtkan sonra devam etti. "Senin ailen gibi, benim de artık evlenmem için zorlayan bir dedem vardı. Tam da bu sebeple seninle evlenmeyi istedim. Karşımdaki kişi benimle evlenmek için hevesli biri olsa daha büyük bir sıkıntı olurdu. Ona duygusal olarak yetemezdim belki de. Ama seninle benziyoruz." Yavaş ama derin bir nefes aldıktan sonra arkasına yaslandı. "Bu evlilik seni bana veya eve mahkum etmek için gerçekleştirdiğimiz bir şey değil. Korkacak bir şeyin yok, biz seninle karı koca değil arkadaş olacağız. Yoldaş olacağız. Madem sen de ben de evlendirikdik, bunu birbirimize kolaylaştıralım. Birbirimizi destekleyelim. Birlikte bir rota, bir yol çizelim. Senden olmadığın ve henüz olamayacağın hiçbir role bürünmeni istemiyorum." Onun sözlerinden sonra beklenmedik bir şekilde büyük bir yükün omuzlarımdan kalktığını hissettim. Öte yandan, söyledikleri karşısında yaşadığım şaşkınlık, adeta bir sis perdesinin aniden dağılması gibi bir anda gelip beni sarıverdi. Elini uzatıp aramıza tuttu: "Anlaştık mı?" Daha önce hiç kimsenin bana bu kadar anlayışlı ve destekleyici bir şekilde yaklaşmadığını düşünürken, şimdi onun bu şekilde davranması beklenmedik bir sürprizdi. Bir anda yaşadığım bu duygu karmaşası, içsel bir heyecan ve hareketlilikle birleşti. Hem sevinçli hem de endişeliydim. Sanki içimde durgun bir su vardı ve birdenbire coşmuştu. Belki de hayatımın bir dönüm noktasındaydım ama bu yeni gerçekle nasıl başa çıkacağımı bilemiyordum. Karşımdaki gence güvenmeyi gerçekten istiyordum. Ama içimdeki korkular ve tereddütler, bu isteğimin önüne bir duvar gibi dikiliyordu. Uzun süredir alıştığım şüpheciliğimi ve güvensizliğimi tamamıyla bir kenara bırakmak, bu ani değişikliğe uyum sağlamak için zaman gerekecek gibi görünüyordu. Gardımı tamamen indiremiyordum çünkü kırılgandım ve yeniden yaralanmaktan korkuyordum. Arada kalmış, sıkışmış hissediyordum. Karar vermek zorundaydım: Bu adama güvenmeye cesaret edecek miydim, yoksa duvarlarımı daha da yüksek örerek kendimi korumaya devam mı edecektim? İç savaşım, dışarıdan fark edilmeyen ama beni derinden etkileyen bir fırtınaydı adeta. Her şeye rağmen bir adım attım. Onun hakkında önceden belirlediğim yargıları ve ördüğüm duvarları biraz olsun yıkmaya karar verdim. Elimi uzatıp, havada bekleyen elini sıktım. "Anlaştık." Hayat, alınan bir anlık kararlardır. Cesaret, korkulara rağmen umuda tutunmak ve zor olanı yapmayı seçmektir. Güvenmeyi seçtim ben de. Temkinlice güvenmeyi. Parmaklarım onun parmakları arasında kayboldu. İlk kez öfkeden arınarak, ördüğüm duvarları yıkarak baktım yüzüne. Merak ve umut dolu bakışlarımı gözlerine dokundurdum. İçimden bir ses ona güvenmenin doğru olduğunu söylerken, yorgun kalbim yine de tetikteydi. Hârelerinin rengini fark ettim. Elâydı. Biraz daha uzun baktım onlara. Ardındaki manayı okumak isteyerek. Beceremeyerek. Farkında dahi değildim. Parmaklarının arasındaki parmaklarım sıcacık olmuştu. Ve sanki karanlık dünyam, tam da o anda, Emin'in gözlerinde bulduğum sığınakta yavaş yavaş renklenmeye başlamıştı. —— * Tarık Tufan |
0% |