@sukunettekelimeler
|
"Dünyadaki hiçbir mesafe kaderin birbirine yakınlaştırdığı insanlara engel olamaz." * —— Güneş bazen üstünüze vurur. Gözlerinizdeki hâreleri parlatır. İçinizi ısıtır, teninizi aydınlatır. Kalbinize dek ulaşır sanki ışıkları. O sıcaklığa teslim olur, gözlerinizi kapatır, merhametin en büyük simgelerinden biri olan o gökteki varlığın ruhunuzdaki yankılarını hissedersiniz. Hissettim ben de. Otobüsün camından yüzüme dokunup beni aydınlatan güneşi hissettim. Huzurluydum. "Pişt, uyudun mu yoksa?" Yanımda oturan Emin kulağıma doğru eğilmiş, fısıldadığı kelimelerle beni iç dünyamdan sıyırıp gerçek dünyaya getirmişti. "Boşuna uğraşma, uyumadım tabiki." Sözlerimde hafif bir ima vardı çünkü geçenlerde Emin beyle sohbet ederken yatağımdan ve evimden başka hiçbir yerde, özellikle toplum içinde, yani sınıfta, toplu taşıma araçlarında, dışarıda, kütüphanede vesaire asla uyuyamadığımı söylemiştim. O da inanmamış, "Hadi canım, insan bi kere olsun derste, yahut otobüste uyumaz mı? İlle uyumuşsundur," diye diretmişti. Onu ikna etmem zaman almıştı. Aslına bakarsanız, ikna edebilmiş sayılmazdım. Her fırsatta o söylemimin aksini ispat etmeye çalışıyor, resmen yatağımdan yahut evimden başka bir yerde uyuyakalayım da benim tezimi çürütsün diye fırsat kolluyordu. Şuan o anlardan birini yaşıyorduk. "Ah be!" diye futbol oynarken atacağı kritik bir golü kaçırmış kadar üzüldü. "Neyse, illa bi gün uyuyacaksın ve sen de bu durumu yaşayacaksın, normal insanlar gibi." "Tabi tabi," diye geçiştirdim onu. "Ama bak, benim olmadığım bir yerde, görmediğim bir zaman, olur da sınıfta, derste, kantinde, otobüste falan uyursan benden gerçeği saklamak yok! Söz ver hemen!" İçten içe onun bu garipliğine gülsem de "Emin senin hayatta uğraşacak başka işin yok mu?" diye cevapladım ciddi bir şekilde. "Bir adamın öncelikli işi eşidir, eh ben de senle uğraşıyorum işte." Sesi gülmeliydi. "Benle uğraşmayı bırakırsan belki de hayalin gerçek olur ve otobüste tam da şu yolculukta uyuyakalırım," deyip yeniden cama doğru döndüm. Artık yüzümü görmediği için rahatça güldüm. "Çok iyi fikir!" Evet arkadaşlar. Neredeyse bir ay geçmişti aradan. Emin'in de aslında 19 yaşlarında bir ergen olduğunu ve olgun tarafına rağmen büyümeyen bir çocuğun hâlâ içinde yaşadığını öğrenmiştim bu süreçte. Kendim de farklı değilim, biliyorum. O rahat rahat bana takılıyor, bense nazlanıp ona istediğini vermek yerine ters yapıyor ama alttan alttan bu durumdan hoşlanıyorum da. "Bi dakika bi dakika, sen az önce beni başından savdın aslında." Aradan geçen üç beş dakika sonra büyük bir aydınlanma yaşadı Emin. Kıyamam. Bu kez kendimi tutamayıp aşikar bir biçimde güldüm. "Günaydın Emin bey, ben uyumadım ama siz uyumuşsunuz anlaşılan. Yeni uyanabildiniz," dedim üstüne. Oh mis. Şimdi çatlıyordur. "Günah günah, insan dostuna, yoldaşına da böyle davranmaz. Hiç kadir kıymet bilmeyen birisin." Emin'in yakınmalarını daha dinlerdik ama neyse ki ineceğimiz durağa gelmiştik. "Hadi inicez! Geldik!" dedim birden ayaklanarak. Emin başını sağa çevirip dışarıya baktı, ardından nerede olduğumuzu fark edince o da kalktı. Önden o, arkasından ben, otobüsten inip mahallede yürümeye başladık. Evlendiğimizden itibaren buraya ikinci gelişimizdi. İlk hafta aile büyüklerini ziyaret etmiştik, sonraki hafta da annemler bize akşam yemeğine gelmişti. İki haftadır görmediğim minik kardeşim Buğlem'i oldukça özlemiştim. Burnumda tütüyordu. Bu ziyaretleri katlanılır kılan da Buğlem'in varlığıydı. Çünkü aileme olan kırgınlığım geçmiş değildi. İçimde oluşan derin yara nasıl ve ne zaman kapanır bilmiyordum. Onlara olan saygımı sürdürüp hizmetimi devam ettirsem de gülümsemelerim dudaklarımdan öteye geçip kalbime dek inemiyordu. "Berra gel bakkaldan bir şeyler alalım. Şimdi bizim küçük cadı bana ne aldınız diye sorar. Eli boş gitmeyelim." Belli ki şu an kardeşimi düşünen sadece ben değildim. Emin'in de düşüncelerini zapt etmişti hanım efendi. "Olur." Bu arada, ben kaç yıllık ablasıydım, ona rağmen Buğlem hanım Emin'i neredeyse beni sevdiği kadar çok seviyordu. Buna büyük itirazlarım vardı! Emin'i daha bir iki aydır tanıyordu, beni yıllardır. Haksızlık oluyordu! Kıskanıyordum evet. Sevdiklerime karşı biraz kıskanç olabilirim. Ve Emin bey, kardeşimin aklını, yetmezmiş gibi kalbini çelmişti. Bu konuda oldukça başarılıydı. Gerçi bütün suç onun değildi. Buğlem de kendini sevdirmekte bir numaraydı. Nazlar, pozlar, gülmeler, oyunlar... O da Emin'in aklını ve kalbini çelmişti. Emin de onu çok seviyor, ilgileniyor, eğlendiriyordu. Karşılıklıydı sevgileri, anlayacağınız. Peki bu garip Berra ne yapsın? Ne yapacak, arada kıskansa da onların oyunlarına ve eğlencelerine burnunu sokup küçük kardeşine kendini unutturmamaya çalışıyor. Bakkaldan biraz abur cubur alıp yolumuza devam ettik. Yaklaşık beş dakika sonra eve varmıştık. Buğlem ikimizin birden bacaklarına sarılıp büyük bir sevinçle karşıladı bizi. Emin'in elindeki abur cubur poşetini görünce sevinci ikiye katlandı. Ardından ben mutfakta yemek yapan annemlere yardım etmek için kolları sıvarken o ikisi kim bilir hangi oyunu oynamak üzere içeriye geçti. Bir süre sonra mutfağa dek gelen gülüş seslerine dayanamamış, ellerimi yıkayıp içeriye gitmiştim. Karşımdaki manzara kendimi tutamayıp kahkahayı salıvermeme sebep oldu. Emin, Devran ve Buğlem'in yaşına inmişti resmen! Babam da yazık, köşede sessizce oturmuş elindeki gazeteye göz gezdiriyordu. Etrafındaki şamatadan epey uzak görünmesine rağmen tam ortasındaydı. Devran'ın şımarıp da fırlattığı yastık babamın kucağına düştü ve bom! Adamcağız irkilerek başını kaldırdı. Herkes nefesini tutmuş, babamdan gelecek tepkiyi bekliyordu. "Oğlum biraz dikkatli ve sessiz oynayın." Suçlu suçlu ve özür dilercesine, biraz da ürkek bi şekilde babama bakan üçlü, küçük bir uyarıyla işin içinden sıyrılmanın verdiği rahatlıkla nefeslerini verdiler. "Hadi başka bir şey oynayın artık, koşturup boğuşmaktan su gibi olmuşsunuz," diyerek ben de duruma müdahil oldum. "O zaman kuaförcülük oynayalım!" "Ben istemiyorum kuaförcülük. Dışarı çıkacağım biraz. Arkadaşlarımla oynayacağım." Devran odadan çıkıp yanımızdan ayrılırken Buğlem'in talepkâr bakışları Emin'e çevrildi. "Ama ben kuaför olamam Buğlemcim, bu konuda sıfır bilgim var." "Ablam sana öğretsin, göstersin. Saçımı yapın! Hadi hadi! Lütfeen!" "İyi madem," diyerek kabullenen Emin bakışlarını bana çevirdi. İşi yokuşa sürmeyi düşünsem de vazgeçip yanlarına gittim ve Emin'in yanına oturdum. Buğlem de önümüze oturmuştu. Saçlarını bir çırpıda saldı. "Ne yapalım istersin?" "Örgü!" O akşam Emin'e saç örmeyi öğrettim. Buğlem'in saçlarını ilkin biraz birbirine katsa da günün sonunda yeterli düzeyde bu işi becerek seviyeye ulaşmıştı. Buğlem'i mutlu etmenin ve bu örgü işinin altından kalkmanın verdiği rahatlık ve gurula gülümsedi. "O kadar da zor değilmiş! Çabuk öğrendim bence." Eh, sonuçta ben iyi bir öğretmendim. Yine de onunla uğraşmadan edemedim. "Çabuk mu? Saate bak bi istersen." Emin'in bakışları duvardaki saate çevrildi. Hemen ardından da benim yüzüme. Haylaz bir tebessümle, söylediğime aldırış etmeden arkasına yaslandı. Ve beni yine sözleriyle alt etti. "Madem öyle diyorsun, kendine pay çıkar. Sen öğretemedin demek ki. İyi bir öğretici olsan daha çabuk öğrenirdim kesin." Evet arkadaşlar, birine hem gıcıklık yapmaktan zevk alıp, hem gıcık olup, hem minnettar hissedip, hem de güven duymaya başlarsanız, tıpkı benim gibi karmaşık duygular içinde yaşamak zorunda kalırsınız. Ama şuanlık bir şikayetim yok ve hâlimden memnunum. "Artık yemek yiyelim, acıkmadınız mı siz?" Babamın araya girmesi üzerine kısa süreli sıcak savaşımıza ara verdik. "Ben sofrayı hazırlıyorum o zaman," deyip mutfağa geçtim. Masayı kurarken gözümün önüne Emin'in beceriksizce tuttuğu saçlar, hatalı yapışları, komik örgü deneyimleri geldi ara sıra. Güldüm kendi kendime. Akşam güneşi mutfağa vurmaya başladı. İçime ılık bir his yayıldı. İnsan böyleydi işte, her şeye rağmen gülümseyebilecek bir şey buluyordu kendisine. Çünkü her şeye rağmen gülümsetecek bir şey aslında hep vardı ömrümüzde. Gözlerimizi açıp bakmayı başarabilirsek tabii. —— * Tarık Tufan |
0% |