Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8 - Herkes Gibi

@sukunettekelimeler


"Bir insanın bir insanı gerçekten tanıyabileceğine dair bütün inancımı kaybettim" *


——


İnsanlar birbirini zamanla tanır. Ne tanışmada, ne haftalar süren buluşmalarda, ne aylar alan görüşmelerde muhatabımızın sırrına eremeyiz.

Tam olarak bilemeyiz neyi sever, neye kızar, neye zaafı vardır, hangi duyguları hangi huyları ön plandadır, hangi özellikleri baskındır, kimden ne bekler, ne kadar fedakarlık yapabilir, ne kadar anlayabilir, sabredebilir, neye ne denli tahammül edebilir, ne ister, benden ne götürür, bana ne katar...

Birlikte yaşayacağımız her ân bize onun hakkında yeni şeyler öğretir. Bazen hiç fark etmeden çözeriz kişiler hakkındaki bazı düğümleri. Eğer dikkatimizi verip anlamak istersek inceliklerini de görürüz.

Ama insan o dikkati olgunlaştığında en iyi şekilde verebilir. Henüz ortaokul, lise çağındaysanız, hayattaki ben merkezci bakış açınız hâlâ üstünüzde demektir. Hatta kimileri o ben merkezciliği üzerinden yetişkin olsa dahi atamaz. Karşısındaki o kadar da umurunda değildir. Onu yeterince anlamaya çalışmaz. Her şeyin ortasına kendisini koyar.

Benim hayatım. Benim duygularım. Benim düşüncelerim. Benim haklılığım. Benim kavgam. Benim sırrım. Benim savaşım. Benim isteklerim. Benim hedeflerim. Benim hayallerim. Ben ben ben...

Ben Berra. Bugün okulumun ilk günü. Hayallerimde kalacağını düşündüğüm lise hayatının eşiğine adım atmış bulunmaktayım. Yeni insanlar tanıyacağım. Yeni deneyimler edineceğim. Öğreneceğim. Yalnız kimya, edebiyat, matematik değil, hayatı öğreneceğim adım adım. İnsanları. Yaşamayı. Herkes gibi. Belki de yanılıyorum. Berra gibi, ben gibi öğreneceğim. Herkes bir mi ki?

"Biraz yavaş yürüsene, okul kaçmıyor. Olduğu yerde duruyor. Vallahi bak!"

Otobüsten indiğimizden beri sessizce yanımda yürüyordu Emin. Bazen gerimde kalır gibi oluyor, sonra yine bana ayak uyduruyordu. İlk günüm olduğu için çok heyecanlıydım. Yerimde duramıyordum. Kıpır kıpırdım. Emin nakil sonuçlarını öğrenmek için evden çıktığı o gün onun dönmesini beklerken heyecandan yerimde duramayıp enerjimi bütün evi inceden temizlemeye harcamam gibi.

"Çocuk gibi mızmızlanma. Benden uzunsun, büyüksün. Adımlarıma ayak uyduramıyorsan senin problemin."

"Bu performansı her zaman sergilemeni bekliyorum o zaman! Sonra ileride 'Emin yavaş yürü, yoruldum, sana yetişemiyorum' falan dersen hatırlatırım bak."

"Demem, korkma!"

Yalan. Şimdiye dek bir kaç kez dedim. Bundan sonra da illa derim kesin. Ama önemli değil. Boşverin. Zaten ikimiz de ciddi değiliz. Klasik ergen atışması rutinimizi gerçekleştiriyoruz. Napalım, birbirimizden başka uğraşacak kimimiz var şuan etrafta? Kimse. Canımız mı sıkılsın?

Emin sustu, uzatmadı. Ben de biraz sakinleşip yavaşladım. Beş dakika sonra yine bana seslenişi işittim. Bu kez yanımdaydı.

"Berra?"

Bir süredir üzerinde düşünceli bir hâl vardı. "Bir şey mi oldu? İyi misin?" diye sormama rağmen geçiştirmişti. Kanmamıştım. Şimdi ise ağzındaki baklayı çıkaracak gibi bir ses tonuyla girmişti mevzuya.

"Efendim?" derken istemsizce ona döndüm. Sanki onu kuşatan sorun benim de üzerime sinmişti. Ve ne olduğunu bilmesem de Emin'i düşündürten şey, elbette beni meraklandırıp ciddileştirmişti.

Yürümeye ara verdi. Böylelikle ben de yanında durdum ve söyleyeceklerini dinlemek için ona döndüm.

"Şimdi yeni insanlarla tanışacaksın. Arkadaşların olsun, öğretmenler olsun..."

Duraksadı ve bir kaç saniye düşündü. Kelimeleri toparlamış olmalı ki devam etti.

"Evli olduğunu, yani evli olduğumuzu, kimseye söyleme olur mu? Zaten söyleyeceğini sanmam ama dikkat etmen için yine de belirtmek istedim. Herkes farklı koşullardan geçerek yaşıyor. Arkadaşların senin koşullarını anlayamayacak kadar çocuk yaşta. Bu durum, sana yaklaşımlarını etkileyebilir. Çok doğal. Öğretmenlerin ise muhtemelen seni de koşullarını da anlamaya çalışmayacak kadar yorgun, öfkeli ve tutucu olacak. Yorgun olanlar yargılar, eleştirir, üzer, yorumlar. Öfkeli olanlar savaşacak bir şey bulmuş gibi buna tutunur ve durumun peşini bırakmaz. Hayatta karşılaştıkları adaletsizliklerin hepsinin öcünü alır gibi konunun üstüne gider, on beşinde bir kızı evlendiren herkesi sorumlu tutup meydan okurlar. Haksız olurlar diyemem, ama yine de gel gör ki anlamazlar. Anlamak istemezler de. Tutucu olanlar, onlar her ikisini de yapar. Kurban gördükleri bir kızı kurtarır, kendini de durduğu safı da yüceltir, kahraman ilan eder, diğer herkesi de aşağılar. Bunların hiçbiri olsun istemiyorum. Sen de herkes gibi oku, herkes gibi görün istiyorum."

"Ama herkes gibi değilim," dedim o acı gerçeği dile getirerek. Hâlâ yaralı tarafım sızladı.

"Evet," dedi Emin. Gözlerime baktı. "Sen çok daha fazlasısın çünkü."

Gülmüyordu ama bakışlarında gururumu okşayan hüzünlü bir tebessüm vardı sanki.

Gülmüyordum ama kalbim bir iltifat almış gibi tatlı tatlı, arasına hüzün de karışarak çarptı.

"Merak etme," dedim. "Bunu söylememin sadece kendime değil, aileme veya sana zararının dokunabileceğinin farkındayım. Ve buna asla izin vermem. Hele de bu okula gelip okuyabilmem senin ve tabi bu evliliğin sayesindeyken."

Emin yavaşça başını salladı. Bir an aramıza çöken ağır havayı dağıttım hemen "Ayrıca ben çocuk değilim, böyle bir şeyi kimseye anlatamam ve bunun sonuçlarını da az çok biliyorum. Endişelenmeye gerek yok yani. Kendim de akledebilirim," diye huysuzluk yaparak.

"Allah Allah, tamam, bir şey demedik. Akledersin tabi, sendeki kafa zehir maşallah."

Gereksiz atarımı alttan aldı Emin. Çünkü o böyleydi. Tatsızlık sevmezdi.

Okula doğru yürümeye devam ettik. Bir süre sonra aklıma üşüşen düşüncelere dayanamayıp onları dışa vurdum.

"Emin?"
İsmini seslendiğim an bakışları bana çevrildi. Dinliyorum seni, dercesine. "Ben 3 hafta sonra gelmiş olacağım ya bu sınıfa? Herkes çoktan arkadaş olmuşsa? Hepsi birbirlerini tanıyordur şimdi. Ben yabancı kalacağım. Çekiniyorum."

"Üç haftada gruplaşanlar, tanışanlar, kaynaşanlar elbette olmuştur. Ama çekinmene gerek yok. O gruplar çok değişir daha. Yakın arkadaşlar ortaya çıkar yavaş yavaş. Kim kendisine göre ayırt etmeye başlar insanlar. Onlarla yakın olup yola devam ederler. Yani sen rahat ol. Gözlemle, tanış, arkadaşlık kur. Mayana göre olan kim veya kimlerse zamanla ortaya çıkar zaten."

"Diyorsun? Hmm..." diye mırıldanıp onun dediklerini düşündüm.

"Aynen. Hem sen arkadaşsız kalmazsın, korkma."

"O neden?"

"E başarılısın, yardımseversin, merhametlisin. İyisin yani. İyiler iyileri bulur elbet."

Utangaç bir tebessüm kondu dudaklarıma. Bana kalırsa aynı özellikler onda da vardı ama yine de başkasından kendim için olumlu şeyler duymak yanaklarımı kızartıyordu işte.

Sonunda giriş kapısına gelmiştik. Eminle aynı anda bir kenarıda durduk.
"Hadi bakalım, iyi dersler sana."
"Bu arada, bir isteğin var mı?"

"Yok. Teşekkür ederim. Sana da hayırlı işler. Kolay gelsin."

"Sağolasın. Akşam görüşürüz."

"Görüşürüz."

Ben kapıdan girip binaya doğru yürürken Emin henüz gitmemişti. Bir kaç öğrenci bahçedeydi. Fakat o kadar azdı ki dersin başladığı etraftaki sakinlikten ve sınıfların açık pencerelerinden gelen seslerden belliydi. İç kapıya dek geldiğimde arkamı döndüm ve baktım. Emin de daha yeni arkasını dönmüş gidiyordu.

Onun söylediklerini hatırlayarak derin bir nefes aldım ve müdür yardımcısının odasına yöneldim. Emin tarif etmişti, böylelikle bulmam kolay oldu. İkinci kattaydı. Kapıyı tıklatıp girdim.

Orta yaşlarda bir kadındı. Kısa boylu, kızıl saçlıydı. Nakil olan öğrenci olduğumu söyleyip kendimi tanıttım. Beni buyur etti. Karşısındaki sandalyeye oturdum. Bana okul hakkında bir kaç şey söyledi. Okulda üniforma zorunluluğu olmadığı ama serbest kıyafette de belli sınırlar olduğu gibi. Hem konuşuyor hem de önündeki bilgisayarda bir şeyler arıyordu.

"Sınıfını buldum. Listeye göre 9/C sınıfı. Hemen benim odamın karşısı. Eğer bir ihtiyacın veya sorun olursa bana gelebilirsin canım. Şimdi seni sınıfına götürelim. Ders yeni başladı zaten."

Hoca sandalyesinden kalkınca ben de kalktım ve peşine takıldım. Odadan çıkıp karşı sınıfa geçerken "Ben aynı zamanda Bilişim teknolojileri öğretmeniyim. İleride seçmeli derslerde görüşeceğiz," diye ekledi. Ve kapıyı tıklattı.

Sınıftaki öğretmeni kısaca bilgilendirdi ve beni emanet edip gitti. Tahtanın önüne doğru adım atarken kalbim heyecanla çarpıyordu. Öğretmene odaklanmıştım. Yanında durdum.

"İsmin ne kızım? Hangi okuldan geliyorsun?" diye sordu. Cevapladım.

"Hoş geldin," dedi.

Hemen ardından orta sırada oturan bir kız heyecanla konuştu. "Aa, Berra sen misin? Listede ismini görünce merak etmiştik. Seni bekliyorduk biz de. Hoş geldin."

Beni muhatap alarak konuştuğu için ona baktım ister istemez. Uzun kahverengi saçları vardı. Tatlı bir tebessüm ediyordu. Ve çok güzel bir kızdı.

Sınıftan bir kaç hoş geldin sesi daha yükseldi. "Hoş bulduk," derken stresliydim. Herkesin gözü önünde olmayı sevmiyordum ve tahtada, bütün sınıfın önünde dikiliyordum.

Öğretmen araya girdi. "Tamam, teneffüste tanışırsınız arkadaşınızla. Berra, şurası boş, oraya otur bakalım."

Gösterdiği yer duvar kenarındaki üçüncü sıraydı. Zayıf, gözlüklü, mor şallı, sevimli görünen bir kız oturuyordu. Yanına geçtim. "Hoş geldin, ben Semra," diye fısıldadı. "Memnun oldum," diyip tebessüm ettim.

Hoca derse devam ederken tahtadaki yazılardan İngilizce dersinde olduğumuzu anladım. Çantamdan defter kalem çıkarıp dikkatimi ona vermeye çalıştım.

Konu bir kitaptan işleniyordu. Kitap bende de Semra'da da yoktu. Etkinliklere geldiğimizde problem olacaktı.

Arka sıradan önümüze doğru bir kol uzandı ve masanın ortasına ders işlenen kitabı bıraktı. Semra ile aynı anda başımızı çevirip arkaya döndük. Yeşil gözleri ikimize de dokunan bir çocuk "Biz Ali'nin kitabından takip ederiz. Siz de benimkinden beraber takip edebilirsiniz," diyerek yanında oturan esmer çocuğu ve masamıza bıraktığı kitabı işaret etti. Semra ile aynı anda teşekkür edip önümüze döndük.

Ders bittiğinde kitabı arkamızdaki çocuğa verip yeniden teşekkür ettik. "Rica ederim. Ben Yusuf, bu arada. Hoş geldiniz sınıfımıza."

"Ben de Ali, hoş geldin," diye atladı hemen yanındaki esmer çocuk.

"Hoş bulduk, memnun oldum."

Sonrasında bir kaç kişi daha yanıma gelip kendini tanıttı. Ben tahtadayken konuşan güzel kız Begüm, önümde oturan ve oldukça kendi halinde görünen Ceyda, "Herhangi bir yardıma ihtiyacın olursa mutlaka söyle, hiç çekinme. Şurada en arkada oturuyorum ben. Ay bu arada çok tatlısın maşallah," derken oldukça doğal davranan ve asıl kendisi tatlı olan Hazal...

Beklediğimden iyi geçmişti ilk günüm. Eve vardığımda kendimi yorgun hissettim. Kanepeye biraz uzandım. Uyuyakalmışım.

Dinlenmiş bir şekilde uyanıp göz kapaklarımı araladığımda mutfaktan tangır tungur sesler geliyordu. Üzerimdeki battaniyeyi iteleyip doğruldum. Emin örtmüş olmalıydı.

Mutfaktan gürültülü bir düşme sesi gelince uykulu hâlim ânında dağıldı. Neler olduğuna bakmak üzere mutfağa geçtim. Yere devrilen tencere ve kapaklarını toparlayan Emin sabır çeker gibi iç çekiyordu. Ocakta çay kaynıyordu ve masada kahvaltılıklar vardı.

Emin, toparladığı tencere ve kapakları dolaba sığdırıp kalktı ve arkasına döndüğünde göz göze geldik.

"Oo günaydın. Mutfaktaki savaşımın sesine uyanmamışsındır inşallah."

"Yok yok, kendiliğimden uyandım. Dinlenmişim. Saat kaç? Sen ne zaman geldin işten?"

"Yarım saat kadar oldu."

"Sen biraz dinlen, ben hallederim gerisini," derken tezgahdaki tava dikkatimi çekti. "Yumurta mı yapacaktın?"

"Aynen."

"Sade mi sucuklu mu?"

"Sucuklu."

"İyi. Ben çaya bakayım, sonra yumurtayı da yapar çağırırım seni. Git hadi."

"Yardım etseydim."

"Mutfakta yeni bi savaş çıkmasını mümkünse," diye söylenir, "Sen işten geldin yorgunsundur, ben zaten uyuyup dinlenmişim, ben hallederim," diye içten geçirilir.

"Cıkcık," diye mırıldandı ve mutfaktan çıktı.

Emin yemekler konusunda rahattı. Her akşam sıcak yemek soframda olsun gibi takıntıları da yoktu. "Yorgunsan, canın bir şey yapmak istemiyorsa falan sorun değil, ben iki yumurta kırıp yer yine doyarım. Ekstra beklentilerim yok. Tabi arada sıcak yemek fena olmaz," dediği günü dün gibi hatırlıyorum. Eh zaten bir kaç hafta oldu.

İkimiz de kahvaltı tarzı şeyler sevdiğimiz için bu gibi durumları sorun etmiyorduk. Yemek yapamadıysam kahvaltı sofrası kuruyor, yumurta kırıyor, patates kızartıyor, yahut menemen yapıyordum. Yanına çay da demliyordum. Afiyetle yiyorduk.

Yemek ve işler konusunda özel olarak konuşmamıştık aslında. Emin herhangi bir beklenti ifade etmemişti. Fakat o, işe gidip çalışırken ve evin ihtiyaçları için çaba sarf edip yorulurken ben de akşama dek yatıp sonra işten geldiğinde kendine yemek hazırlamasını yahut ev işlerini yapmasını bekleyemezdim. Vicdanım el vermezdi. Bu mesele hakkında konuşmadan anlaşmış gibiydik. Ben ev işlerini de yapıyor, yemekleri de hazırlıyordum.

Zaten bizim evde de anneme bol bol yardım edip bütün bu işleri onunla beraber yaptığımdan ötürü alışkındım. Tabi sadece kendi sorumluluğumuz altında olan bir evde durumlar biraz daha farklıymış. Neyse ki bir şekilde halletmiştim şimdiye dek. Yolun başındaydım, sonrasında bunalır mıydım bilmiyorum. Ama kârlı olduğum konular vardı. Evin pek dağılmaması, çabuk pislenmemesi gibi. İki kişiydik ve evde Devran ile Buğlem gibi çoluk çocuk olmadığından işim daha kolaydı. Hem Emin de sorumluluk sahibi biriydi. Benden daha düzenliydi hatta. Sağ olsun haftasonları evdeyken işlere destek oluyor, sofra kurup kaldırırken de çoğunlukla yardım ediyordu.

Masa hazır olduğunda içeriye seslendim. Emin, her zamanki gibi bekletmeden sofraya teşrif etti. Çayları doldurup demliği ocağın üstüne bıraktığımda o da ekmekleri bölüp en sevdiğim kısmı yani köşesini benim önüme koydu.

"Ee nasıl geçti ilk günün?"

Birinin bu soruyu sormasını bekliyormuş gibi lafa girdim ve farkında olmadan fazlasıyla detaylı bir cevap verdim.

"Beklediğimden iyiydi... Müdür yardımcısı beni sınıfıma götürdü. Ders İngilizceymiş. Bir tane kız 'Aa sen Berra mısın, biz de seni bekliyorduk!' dedi heyecanla. Çok şaşırdım ve mutlu da oldum. Sonra bi kızın yanı boştu, oraya oturttu hoca beni. Meğer o da yeni nakil almış. O yüzden ikimizin de kitabı yoktu. Arka sırada oturan bi çocuk, Yusuf, bize kitabını verdi, ordan takip ettik. Düşünceli davranması çok güzeldi. Tenefüste bir sürü kişi yanıma gelip hoş geldin dedi ve tanıştı. Bazılarının isimlerini unuttum bile ama bir kaç güne hepsini öğrenirim. Bir tane kız vardı, Hazal. Çok samimi davrandı bana. Kırk yıldır tanıyor gibi. Çok garibime gitti ama iyi niyetli birine benziyor. Sonra önümde oturan kıza kitapları nereden alacağımızı falan sordum. Alınacakların listesini paylaştı benimle. Ama sanki zorla konuşuyormuş, beni hiç sevmemiş gibi hissettim. Çok ciddi ve mesafeli duruyordu. Yine de her soruma cevap verip yardım etti, hakkını yiyemem..."

Emin beni dikkatle dinlemişti. Ceyda konusunda "Bazı insanlar mesafelidir, sonra sonra açılır. Üstüne alınma," dedi ve çayından bir yudum alıp devam etti. "Alınacak kitapları yarın işten dönerken hallederim ben. Yazdıysan bana ver listeyi, unutmayalım."

Öğrendiğimden beri içime dert olan o bilgiyi Eminle paylaşmam gerekiyordu. "Vereyim vermesine ama," deyip duraksadım. Elindeki çatalı masaya bırakıp bakışlarını bana çevirdi ve 'ne oldu, söylesene,' dercesine göz kırptı.

"İngilizce kitapları çok pahalı. Bir de üç tane. Onlara o kadar para veremeyiz ki."

"Ne kadarmış ki?"

Emin'e üç kitabın da fiyatını söylediğimde gözleri irileşti. "Yok artık! Kitaplar İngiliz kraliyet ailesinin kütüphanesinden getirtiliyor herhalde," diye dalgaya vurdu. "Neyse, yapacak bir şeyimiz yok. Alacağız."

"Üç kitaba onca para vermek benim hiç içime sinmiyor," dedim gerçeği itiraf ederek.

"Eğitimin için lazım sonuçta Berra."

"Benim aklıma bir fikir geldi aslında. Nereyi işliyorsak orayı fotokopi çeksem birinin kitabından? Fotokopilerden takip ederim."

"Öyle zor olur. Ama kitabın tamamını fotokopi çektirip sonra kitap şekline getirtebiliriz. Benim bir arkadaşım var, matbaacıda çalışıyor. Hallederiz orada. Ben önce bu şekilde yaparsak fiyatı ne kadara gelir onu öğreneyim. Ona göre ya kitapları alırız ya da kendi kitabımızı yaparız."

Bu alternatif aklıma yatmış ve içimi de rahatlatmıştı. "Sen arkadaşına sor o zaman bi," deyip önümdeki çaya uzandım. Başını salladı, tamam dercesine. İçi rahat edememiş olacak ki az sonra yeniden lafa girdi.

"Gerekiyorsa da parası neyse veririz yani. Sen kafanı bunlara takıp canını sıkma."

"Yük olmak istemiyorum kimseye," diye itiraf ettim.

Söylediğim şey hiç hoşuna gitmemiş olacak ki biraz tadı kaçtı, arkasına yaslandı. Bakışlarını dosdoğru gözlerime çevirdi.

"Birincisi, sen bana yük değil emanetsin, arkadaşsın. İkincisi, ben çalışıyor olabilirim ama unuttuğun bir nokta var: düğünde toplanan bütün para ikimizin. Orada fazlasıyla hakkın var. Cebimdekiler sana başkasının parasını harcıyor gibi hissettiriyorsa bunu hatırlat kendine."

Yavaşça başımı salladım. Daha önce onun söylediği şekilde düşünmediğim gibi, cümlemin bu kadar moralini bozacağını da tahmin etmemiştim. Sebebini anlayabildiğim de söylenemezdi.

Ekmeğinden kalan parçayı ziyan olmasın diye reçele batırıp bitirdikten sonra "Eline sağlık," dedi ve sandalyeyi geri itip kalktı.

"Doydun mu ki?" diye sordum, aksini iddia edercesine. Çok da bir şey yememişti henüz.

"Doydum. Namazdan önce camide Kur'an okunacakmış, oraya uğrayacağım. Çıkıyorum ben."

Yanımdan geçip gideceği sırada hırkasının kolundan yakalayıp onu durdurdum. "Emin?" Yüzüme baktı sakince. Sofraya otururkenki gibi bir modda olmadığını anlayabiliyordum. Ama sebebini anlayamıyordum. "Canını sıkmak istememiştim. Kızdın mı bana?"

Bakışlarını kaçırdı ve masaya kaydırdı. "Kızmadım," derken önüme doğru uzandığında ne yaptığını anlayamadım. Boşalan bardağımı alıp tezgaha koydu ve çay doldurdu. "Gerçekten de camiye gideceğim için sofradan erken kalktım. Yoksa trip atmak erkek adam işi değil. Benlik hiç değil," derken sesi normal hâline dönmüştü bile. Çaydanlığı ocağa geri koydu. Bardağımı önüme bıraktı. "Bir şey lazım mı eve?"

"Bir eksik yok."

"Görüşürüz ve afiyet olsun o zaman."

"Görüşürüz," diye yanıtlarken bu kez içim rahattı. Emin evden ayrılıp camiye giderken ben de çok konuştuğum için pek doyuramadığım karnıma bir kaç lokma bir şey daha gönderdim. Bir yandan da düşüncelere daldım.

İnsanlar birbirini zamanla tanır demiştim ya hani? Ama bazen de ilk görüşte hissederiz karşımızdakinin ruhunun derinlerini. Gözleri, kalbine sözcü olmuş gibidir. Tavırları ahlakına, duruşu gönlümüzdeki değerine ve sözleri ise ömrümüzdeki yerine dair ilk ipuçlarını bırakıverir.

Ben geri dönüp bakınca anlıyorum ki onu ilk gördüğüm an, bütün o karmaşık duygularıma rağmen, onu hiç tanımazken, hayatıma girmemiş olmasını dileyip çıkmasını söylerken, o hârelerde bir duruluk, sıcaklık, âşinalık gördüm.

Fakat o gün, gördüğüm şeyin farkında olacak yahut dikkatimi verip anlayabilecek olgunluğa da dermana da sahip değildim henüz. Uzun süre de olamayacaktım. Yıllar geçecek, ben o gözlere bakarken dünyanın en güvenli limanında hissederken bunu anlayacaktım belki de.


——


* Tarık Tufan


Loading...
0%