Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9 - Tutunmak

@sukunettekelimeler

"Kalpten kalbe bir yol var' ve işte o yol, insanları mutlu ediyor." *

——


İnsan, anlam olmadan yapamaz, yaşayamaz diye öğrenmiştim. Öyle diyordu kitaplarda, filmlerde, hayatta. Bir anlam bulan, ona sıkıca tutunanların ise yaşamak için bir sebebi vardır. Gerçekleştirilecek bir hayal, kendisine doğru koşulan bir hedef, ruhu dinginleştiren bir duygu, muhtaç bir ele uzanan bir başka el, yürekten sevilen bir insan... Bu ve bunlar gibi anlamlar.

Ben de hayatım için nelerin anlam ifade ettiğini zamanla keşfettim. Büyüdükçe, kendimi ve dünyayı tanıdıkça fark ettim.

Okul okumak ve eğitim almak hayalimin peşinde koşarken, çok daha önemli mânâların sırrına erdim. Gelecekte.

Salondaydım. Ders kitabındaki paragrafı çevirmeye çalışıyordum. Yarınki derste işleyeceğimiz sayfalarda bulunan bilmediğim kelimeleri yuvarlak içine almış, elimdeki İngilizce-Türkçe sözlük yardımıyla anlamlarını buluyor, not ediyordum.

"Humorous = komik, mizahi" diye mırıldanarak yazdım.

"İlk haftadan ders çalışıyorsun resmen," diye hayret dolu bir sesle yanıma yaklaştı Emin. Yerde oturuyor, ortadaki sehpanın üzerindeki kitabımın üzerine doğru eğilmiş, kelimeyi yazıyordum. Başımı kaldırıp ona baktım. Yemekten sonra biraz dinleneceğini söyleyip odasına çekilmişti. Şimdi kovuğundan çıkmıştı anlaşılan.

"İlk haftadan ne çalışıyorsun Allah aşkına?" diye yeniden bir cümle bıraktı aramıza ve yanıma çöktü. Önümdeki kitaba ve ne yaptığıma baktı. Anlayacak kadar zekiydi.

"Cidden çalışkansın, ineksin, dimi?" diye hem tebrik edercesine bir sesle hem de hayret tonunu eksiltmeden mırıldandı.

"Sensin inek!" diye çıkıştım ve ters bir bakış attım. "Doğru konuş."

"Ne kızıyorsun, kötü bir şey dedik sanki!" diye homurdandı.

"You are so humorous maşallah," dedim laf sokuyor edasıyla, yeni öğrendiğim kelimeyi kullanarak. Tam yeriydi.

Güldü. "Bak işte, artık hayatta unutmazsın bu kelimenin anlamını. Sayemde kullandın bile."

Küçük bir gülüş benim de dudaklarımdan gelip geçti.

Emin yanımdan kalktı. Salonun kapısından çıkmadan önce "Ev serin, sen de üstüne bir şey giy," diye tembihledi.

Bir tarafım "Sanki ben çocuğum, düşünemem," diye söylenip sinirlense de diğer tarafım "İki saattir odadan hırka almaya üşeniyorsun, kalk da al, üşüdün işte, bu da sana bi işaret," diyerek beni haksız çıkarıyordu.

Odadan bir hırka alıp üzerime geçirdim ve dersimin başına döndüm. Ekim ayı sonbahar mevsimini hissettiriyor, akşamları hava serinliyordu. Yakında kış gelecek, soba kurmamız gerekecekti.

Bir süre daha İngilizce kelimelerin içinde yüzerken, önüme bırakılan bir bardak ve meyve tabağı ile gerçek dünyaya geri döndüm. Bardaktan havaya dumanlar süzülüyor, sıcak olduğunu haber veriyordu.

Kokusu burnuma dolduğu an bir sevinç hissi sardı içimi. İsmini unutup durduğum bir kaç bitkiden oluşan bu çayı çok sevmiştim. Aslında ilk kez denerken (iki gün önce) beğenip beğenmeyeceğim konusunda çok tereddütlüydüm ama Emin'in övgülerine güvenerek tadına baktığımda bayılmıştım. Övmekte haklıydı.

Daha önce bildiğimiz siyah çaydan başka bir çay denemeyen ve önyargılı olan ben, bu bitki çayı ile bütün önyargılarımı yıkıyordum sanırsam.

Hatta çaktırmayın ama bugün canım bu çayı istemişti. Nasıl demlendiğini tam bilmediğimden ötürü yapmamıştım. Şimdi ise Rabbim'in lûtfu olarak önümdeydi.

Solumdaki koltuğa usulca oturan Emin'e "Teşekkür ederim," dedim minnetle. Bu jestine hem şaşırmış hem de sevinmiştim. "Eline sağlık."

"Afiyet olsun," deyip kendi elindeki tabaktan bir meyve dilimi aldı ve ağzına attı. Koltuğun üstünde duran kitaba uzanıp kaldığı sayfayı açtı ve okumaya başladı.

Sessizce bir süre ikimiz de bitki çaylarımızı içip meyvelerimizi yedik ve önümüzdeki kitaplara yoğunlaştık.

Bir saat sonra yorgun bir şekilde, hedeflediğim şeyleri bitirmenin de rahatlığıyla sehpanın üstündeki malzemelerimi toparladım. Emin'in matbaacı arkadaşının hazırladığı fotokopi kitaplarıma hazine gözüyle bakıyordum. Üçünü de üst üste koyup kalemlerimi topladım, sözlüğü köşeye bıraktım ve başımı kaldırıp Emin'den tarafa baktım.

Elindeki kitapla beraber uyuyakalmıştı. Onun bu hâline istemsizce gülümsedim. Ses yapmamaya gayret ederek kalktım ve üzerine örtmek için bir örtü getirdim. Nenem hep "uyuyanın üzerine kar yağar," derdi. Örtüyü Emin'in omuzlarına dek dikkatlice çekip elindeki kitabı usulca parmaklarının arasından aldım ve sehpanın üzerine bıraktım.

Henüz saat geç olmadığı için onu uyandırmak ve uykusunu dağıtmak istememiştim. Biraz burada kestirsin, sonra gerekirse odasına geçmesi için seslenirdim.

O uyurken TV'yi açamayacağım için can sıkıntımı gidermek üzere kitap okumaya karar verdim. Odama gitmeye üşenerek, az evvel Emin'in elinden aldığım kitaba bir göz atmayı seçtim. İkili koltuğa uzanıp kitabı açtım ve ilk cümlede biraz takılı kaldıktan sonra okumaya devam ettim.

"Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir."

--

Teneffüs zili çalmıştı. Zilin sesini duyduğumuz anda içeriye müdür yardımcısı girdi ve bakışları üzerimizde dolaşırken bir duyuruda bulundu.

"Çocuklar, bu ders hepiniz konferans salonuna geçin. Etkinlik var, dokuzlardan sizin sınıfı seçtik. Yoklamayı da sınıf başkanı orada alacak."

"Tamam hocam," ve "Süper be, hiç ders dinleyesim yoktu," gibi karşılıkların ardından hoca sınıftan ayrıldı.

Önümde oturan Ceyda'nın omzuna dokundum ve "Konferans salonu nerede?" diye sordum. İlk günkü kadar mesafeli ve soğuk gelmiyordu artık, yahut beni sevmediğini düşünmüyordum. Çünkü fark etmiştim ki genel karakteri böyleydi. Yalnız bana değil, herkese karşı. Ciddi görünüyor, ciddi duruyor, ama iletişim kurulduğunda gayet normal ve nazik şekilde cevap vererek yardımcı oluyordu.

"Beraber gideriz, hemen bu koridorun başında."

"Tamamdır, teşekkür ederim," dedim ve hazır uzun tenefüsteyken kantine gitmek üzere sıradan kalktım. Tam o sırada Hazal yanıma geldi. İlk günkü gibi bana sıcak davranmaya devam ediyor, ara sıra yanıma uğruyordu.

"Nasılsın Berra?" dedi güleç yüzüyle.

"İyiyim, sen nasılsın?"

"Ben de iyiyim. Bir yere mi gidiyordun?"

"Kantine inecektim. Gelmek ister misin?"

"Olur," deyip ön sıramdaki Hazal'a döndü. "Kantinden bir şey ister misin?"

"Yok, ama ben de sizinle gelebilirim. Hava güzel. Sonrasında dışarıda biraz otururum."

"O zaman beraber kantine gidelim, sonra bahçede otururuz. Zil çalınca da konferans salonuna geçeriz?"

Hazal'ın teklifini hepimiz onayladık. Üç kız sınıftan ayrılıp merdivenleri indik ve kantine girdik. Atıştırmalık bir şeyler alıp bahçeye çıktık ve ağacın altındaki boş banka oturduk.

Sohbet eşliğinde, aldıklarımızı paylaşarak zaman geçirdik. Birbirimize kaç kardeş olduğumuzdan, nerede yaşadığımızdan, neler yapmayı sevdiğimizden falan bahsetmiştik.

Hazal, aramızdaki en neşeli, enerjik ve cıvıl cıvıl kişi olarak sohbetleri başlatırken hiç zorlanmamıştı. Ben evliliğim konusunda pot kırmamak için biraz temkinli davransam da zamanla rahatlamıştım. Ceyda en başlarda daha çok bizi dinleyip kısa cümleler kurarken, sonrasında biraz daha açılmış ve bizler gibi sohbete kapılmıştı. Ciddi ve mesafeli görüntüsünün ardından tatlı ve samimi bir kız çıkmıştı. Hatta Hazal ile bir olup espri bile yapmışlardı.

Zaman nasıl geçmiş anlamamıştım. Zil çaldığında sohbetimiz bitmek zorunda kaldığı için üzülerek kalktık ve yediklerimizden arta kalan ambalajları çöp kutusuna attıktan sonra konferans salonuna yöneldik.

O an farkında değildik ama o gün o teneffüste, yıllar sürecek dostluğumuzun tohumları atılmıştı.

O dostluk sayesinde hayatımızın anlamlarını keşfedecektik. O anlamlara ulaşmak için birbirimize destek olacaktık. Kâh kavga edip kâh barışarak, hem birbirinizi hem kendimizi tanıyacaktık. Ve ileride dönüp baktığımızda, bu günler hasrete saracaktı yüreğimizi. Çünkü insan güzel anılarını özler. Şimdiki ânları güzel olsa bile.

Hayata anlam katan, en çok da biriken o sıcak, manalı ve özlem duyulan hatıralardır belki.


——


* Kemal Sayar


Loading...
0%