@sultanakr
|
Yazılma tarihi: 9 Kasım 2020 Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
“Seçim” Sahip olduğun karanlık, aslında senin düşüncen sonucunda var olur. İnsan; doğum ile ölüm arasındaki o süreç boyunca, sayısız seçimlerin içine dahil olmuştu. Cevap vermeye mecbur bırakıldığı her ikilem, geçmiş ve geleceği düşündürmüştü. “Renklere aldanma.” dedi, ruhumdan kopan bir ses. İşittiğim ton tanıdık değildi. Alnımda ve ensemde biriken ter damlacıklarını hissedebiliyordum. Gözüm hiçbir şeyi göremeyecek kadar karanlıktaydı. Yalnızca yürüdüğümü ve peşimden birinin geldiğini anlayabiliyordum. Parmak uçlarımla dokunduğum soğuk betonun ıslaklığını keşfediyordum. Buz kestiren, tüylerimi ürperten bu durum daha ne kadar devam edecekti bilmiyordum ama arkamda kalan adım seslerinin giderek kesildiğini fark etmiştim. Hiç beklemediğim anda bir kibritin, kutusuna sürtülmesini işittim. Gözlerimin önünde parlayan alevler hızlıca olduğum alanı sardı. Çığlık atmaya çalıştım fakat dilim lâl olmuş gibiydi. Bedenim o şokla geriye düşmüş ve tüm uzvumda dondurucu soğuğu tatmıştım. Etrafımdaki yeri çeviren alevler, kirli duvarlarda bir meşale yolu oluşturmuştu. Yavaşça devrildiğim betondan kalktım ve önümü aydınlatan düzlükte ilerlemeye devam ettim. “Dikkat et.” diye bağırdı, biraz önceki sesin sahibi. Duvardan yere doğru yansıyan ışık süzmelerinden dolayı görebildiğim her noktaya baktım ama hiç kimse yoktu. Dikkatimi topladım ve önüme döndüm. Tam o sırada çıplak ayaklarımın altına saplanan acıyla inleyerek yere kapaklandım. Ellerim irili ufaklı taşların üzerinde yerini almış, canımı acıtmıştı. Ayağımın altına batan şeyin ne olduğunu görmek istedim, bakışlarımı arkaya çevirdim. Kırmızı ve mavi renkteki iki zar, sivri uçlarından dolayı ayağıma batmış, küçük kan tanelerine bulanmıştı. “O’na dikkat et!” Aynı adamın haykırışına şahit olduğumda bana doğru sürünen yılanı son anda fark etmiştim. Hızla kendimi geriye çekerken bedenimin bir boşluğa düştüğünü hissettim. Zaman kavramını kaybedip o anlarda hissettiğim soğuk, artık daha da keskindi. Sertçe bedenimi sarmalamış ve sanki, son düşen bir melek misali gibi şefkat gösteriyordu. Giderek daha derine indiğimi hissederken kulağımda bir kadının acı çığlığı yankılandı. Dudaklarından kopan çığlık o kadar şiddetliydi ki biraz önce olduğum yerin paramparça olduğunu düşündürmüştü. “Her özgürlük, bir tutsaklıktır.” Bedenimin sertçe yere düşeceğini hissederek gözlerimi kapattığım sıra, açılacağını tahmin etmemiştim. Kendimi yatağımda bulduğum an derin bir nefes verdim. Gördüğüm bu rüyanın bana ne şekilde döneceğini bilmiyordum. Yalnızca ileride bir tercih yapacağımı hissedebiliyordum ve ben, korkuyla dolmuş bir zihin ile karar vermek istemiyordum. “Eflâl!” diye bağırdı, annem. Naif bir kadının dudaklarından nasıl bu kadar içten kükreme çıkabiliyordu? Kendi kendime gülümseyerek yorganı üzerime çektim. Odanın kapısının açıldığını işitmem ile bedenimdeki katmanın havalanması saniyeler içinde olmuştu. Annem, sinirli bakışlarıyla yüzümü süzerken derin bir nefes aldım ve bacaklarımı yataktan aşağıya sallandırdım. “Ayıl ve hemen hazırlan. Bugün yeni okuluna gideceksin. Ne zor şartlarda geçiş yaptığını hatırlatmama gerek yoktur umarım?” Annemin cümlesi gözlerimi devirmeme neden olmuştu. Gitmesi için ayağa kalkıp banyoya ilerledim. Annem, mırıldanarak odadan çıktığında derin bir nefes aldım ve banyoya girerek rutin işlerimi hallettim. Üzerimdeki bornozu çıkarıp sandalyeye astıktan sonra beyaz boğazlı kazağımı ve mavi kot pantolonumu üzerime geçirdim. Kapıya ilerleyip odadan çıktığımda merdivenleri ikişer adımda inmeye başladım. Annemin hazırladığı kahvaltı masasına kendimi sürükledim. “Günaydın Eflâl Hanım.” dedi, annem. Yüzüme alaycı bir gülümseme takınıp pencereye baktım. Gördüğüm manzarayla masaya döndüm ve elimi çenemin altında bağlayıp gözlerimi kıstım. “Baktım ki aymamış.” Annem, çatalın tersini bana doğru savurmaya kalkıştığında gülerek geri çekildim. Bileğinin içine ters taktığı saatine baktı, kaşlarını çattı. “Kızım, dersine geç kalacaksın.” diye sitem etti. Omzumu silkerek önümdeki tabaktan birkaç parça salatalık alıp ağzıma sıkıştırdım. Elimi ona doğru sallarken sandalyeden kalktım ve portmantoya ilerledim. Öncelikle kabanımı üzerime giydikten sonra çantamı tek omzuma astım. Kabanımın içinde kalan sarı saçlarımı dışarı savurdum. “Gittim.” Hiçbir cevap beklemeden evden çıktığımda izbe yolda yürümeye başladım. Botumun tabanlarından yükselen ses sokakta yankılanırken yalnız olduğumu hissettiriyordu. Soğuk hava yüzüme çarptığında burnumu çekip kabanımın yakalarından tuttum. Boynumu sıkıca örtüp ellerimi ceplerime soktum. Soğuk havayı sever miydiniz? Benim açımdan bu sorunun cevabı hayırdı. İstemsizce adımlarımı yavaşça durdurduğumda omzumun üzerinden arkama baktım. Ruhumdaki odalardan birinde bir kızın çığlığını duydum. Gözlerimi üzerinde gezdirdiğimde bakışlarım çıplak ayaklarında takılı kaldı. Uzaktan belli olan mavi gözlerinin içi korkuyla doluydu. Ellerine bulaşmış kan izleri sokak lambasının altında parıldıyordu. Geçmiş, üzerime çökmüştü. Kafamı iki yana sallayarak önüme döndüm ve ilerlemeye devam ettim. O gece, zihnimin en derinliklerine işlemiş ve geleceğimi mahvetmek üzere planlanmıştı. Ruhumda bıraktığı izlerin sanrıları, bedenime işlenen her soğukta kendini hatırlatıyordu. Bıraktığı izler acıydı. Acı ise bedenimdeki sızıların bilinmeyen sanrısıydı. Her sanrı peşinde geçmişi getiriyordu. Geçmiş. Omurgamın arasına sıkışmış sinsi bir sinirdi. Üniversiteye geldiğimi fark ettiğimde biraz daha hızlı yürümeye devam ettim. Arkamdan bir korna sesi yükseldiğinde sıçrayarak bir adım kenara atıldım. Bakışlarımı arkamdaki araca çevirdiğimde tek kaşım yukarıya doğru kıvrıldı. Beş siyah motoru fark ettiğimde gözlerimi kıstım. Kafalarındaki kasktan ötürü kim oldukları belli bile olmazken en öndeki motorcunun kafası bana doğru çevrilmişti. Yanağıma vuran rüzgârla birlikte saçlarım yüzüme çarptı. Yapışan saçlarımı kenara iteleyip görüşümü açtım ve binaya girdim. Sıcak hava tüm bedenimi sarmaladığında yüzüme bir gülümseme takıp hemen karşımdaki dersliğe daldım. Amfiye benzer bir sınıf değildi, daha çok liselerde kullanılan sıralar bulunuyordu. İçerideki öğretmenin bakışları beni bulduğunda yüzümdeki gülümseme nedensizce soldu. Öğretmen sinirle gözlerle yüzümü süzüp dudaklarını araladı. “Ahıra mı giriyorsun? Çık, kapıyı çal ve öyle gir.” Derin bir nefes aldım ve öğretmenin cümlesiyle dışarıya çıktım. Dediği gibi yapıp içeriye girdiğimde artık bana bakmıyor ve dersini anlatmaya devam ediyordu. En öndeki boş sıraya yerleşip küçük defterimi çıkarttığımda kapı çalındı ve içeriye biraz önce gördüğüm kişiler girdi. “İyi dersler.” Bu ses? Bu sesin tonunu hatırlıyordum. Bariton bir ses tonu kulaklarımda nüksünü bırakırken bakışlarım en öndeki kişide takılı kaldı. Siyah ve dağınık saçlara, buğday bir tene sahipti. Motorcu kıyafetinin altındaki ‘Ben buradayım.’ diye bağıran kasları belirgindi. Harelerimi yeniden yüzüne çevirdiğimde bir çift kehribar renginin gözlerimde olduğunu fark ettim. Dudağının kenarı çarpık bir şekilde yukarıya tırmandığında gözlerimi devirdim. “Geçin yerlerinize.” dedi öğretmen. Adım sesleri sınıfın her bir yanına dağıldığında sıram öne doğru çekildi. Kaşlarımı çatıp sıramı çeken kişiye baktığımda biraz önce bakıştığım kişi olduğunu fark ettim. Koca cüssesiyle sırama oturdu ve eski haline getirdi. Gözlerimi öğretmene çevirip dersi dinlemeye başladım. “Bugünkü konumuz insan psikoloji arkadaşlar. İnsan psikolojisi; insanların davranışlarını, zihinsel süreçlerini ve onların altında yatan sebepleri sorgular. Her insan çevresinde gerçekleşen olaylara farklı tepki verir. Şartlar aynı olsa da ortaya koyulan fiziksel ve ruhsal tepkinin farklı olmasını belirleyen etken, kişinin psikolojisidir.” Öğretmen dersi anlattığı süre boyunca yanımdaki kişi asla hareket etmemiş aksine daha çok konuya odaklanmıştı. Öğretmen son sözlerini söyleyip ara verdiğimizi belirttiğinde gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. “Sen kimsin?” diye sordu, aynı ses. Kulağımda hissettiğim nefesle göz kapaklarım sonuna kadar açılırken kafamı yanımda oturan kişiye çevirdim. Burnum karşımdaki, daha adını bile bilmediğim kişinin burnuna çarptığında yüzümü yüzünden uzaklaştırdım ve kaşlarımı çattım. Tam dudaklarını aralamış konuşacakken omzunda bir el belirdi. “Dışarıya çıkalım.” dedi, yumuşak bir ses. Arkasındaki kişiye bakışlarımı çevirdiğimde beyaz tenli çocuğu fark ettim, büyük ihtimalle onun arkadaşıydı. Kehribar renkli gözleri beni bulmadan ayağa kalktığında bakışlarımı yere indirdim. Kalbim anlamsız bir şekilde çok hızlı atmaya başlamıştı. Kafamı iki yana salladığımda zihnimde bir soru belirdi. Sen kimsin? Ben kimdim? Kuraktım, bahçemde öyle çiçek yoktu. Ruhum soğuktu, o yüzden soğuğu sevmezdim. Geleceğim kör bir kaderle yazılmıştı. Ne olacağını bilmeden yaşamaya devam eden birisiydim. Eflâl. Doğduğu günden beri adının anlamını taşıyarak yaşayan kadının adı buydu. Derslik bir süre sonra yeniden dolmaya başladığı an içeriye öğretmen geldi. Bakışlarım sıralarda gezinirken arkadaşlarının geldiğini gördüm ama o gelmemişti. O neredeydi? “Eflâl Keskin.” Öğretmenin sesini işittiğimde bakışlarımı öğretmene çevirdim. “Danışman seni çağırıyor.” Hızla kafamı salladım ve sıradan kalktım. “Eşyalarını al, uzun sürecek.” Tereddütle elime defterimi ve çantamı alıp sınıftan çıktım. Karşıdaki merdivenlerden birer ikişer çıkıp danışman öğretmenin kapısına ulaştığımda kapıyı çaldım, içeri girdim. Koltukta oturan öğretmen, önündeki dosyasıyla ilgilenmeyi bıraktı ve gözündeki gözlüklerin üzerinden bana baktı. Sağ eliyle karşısındaki koltuğu gösterdiğinde hızla koltuğa yerleştim. Burun kemiğinin üzerinde duran gözlüğü düzeltip ellerini birbirine kenetledi. “Anneniz pazarda bayılmış, esnaflarda hastaneye götürmüş. Gidip bir görseniz iyi olur.” dedi, uğursuzca. Benliğimi o odadan saniyeler içinde sürükleyip kendimi dışarıya attığımda koşar adım yürümeye başladım. Hayatın benimle uğraşması bir türlü bitmiyor aksine giderek üzerime çullanıyordu. Merdivenleri nasıl indiğimi bile bilemezken zihnimde dolaşan kirli cümleler, ruhuma yansıyor ve oradaki kızın korkmasını sağlıyordu. Zaten yaralı olan bir kızın bıraktığı izler canımı yakıyordu, bir de anneme bir şey olacağı korkusu beni daha da harap ediyordu. Okulun çaprazında durakta bekleyen minibüse el salladım. Korna sesini duyduğum an koşmaya başlamıştı ki minibüs geriye doğru yaklaştı ve binmem için kapılarını araladı. Minibüse binip ücreti ödedim ve en arkaya ilerledim. Kendimi koltuğa bıraktığımda minibüs hareket etmeye başlamıştı. Başımı cama yaslayıp gözlerimi belli olmayan bir noktaya sabitledim. Ölüm saati 00:00. Zihnimde yankılanan cümle ile dişlerimi sıktım ve gözlerimi kapattım. Geçmiş, hayatımı bitirmişti evet ama dayanmalıydım. Ruhumdaki sahip olduğum yaralar vardı, belki de hiçbir zaman izleri geçmeyecek hatta hiç beklemediğim anda yenileri açılacaktı ama dayanmalıydım. Annem için, dayanmalıydım. Göz kapaklarımı araladığımda hastaneye varmak üzere olduğumuzu fark ettim. Yavaşça yerimden kalkıp düğmeye bastım ve minibüsün durmasını bekledim. Önümdeki kapı açılırken hızla indim ve hastanenin girişine koştum. Büyük binaya giriş yaptığımda hemen önümdeki danışmaya baktım. Görevli kadın beni görünce gülümsedi. “Merhaba annemi yani Müge Keskin’i buraya getirmişler.” Kadın önündeki klavyede parmaklarını gezdirip bana baktı. “210 numaralı odada kalıyor.” diye cevapladı. Kafamı sallayarak danışmadan ayrıldım ve odayı bulmaya çalıştım. Koridorun köşesini döndüğümde 210 numarası görünmüştü. Adımlarımı hızlandırıp kapının kulpuna dokunduğum sıra omzumda bir el hissettim. “Eflâl Hanım?” Elimi kapı kulpundan çekip kaşlarım çatılı bir şekilde arkama döndüğümde doktorun eli omzumdan düşmüştü. “Siz Müge Hanım’ın kızı olmalısınız?” Kafamı onaylarcasına salladığımda başını ağırca salladı. “Annenizin hastalığından haberiniz vardı sanırım?” diye sordu doktor, acımasızca. Ruhumdaki odalardan birinde bir duvar gördüm. “Ne hastalığı?” Karşımdaki doktor pot kırdığını anladığında derin bir nefes verdi. “Eflâl Hanım, annenize geçen ay kanser teşhisi kondu.” dediği anda her şeyin bittiğini hissettim. O duvarın üzerinde bir saat oluştu. Çatık kaşlarım yukarıya havalanırken göz pınarlarımın yandığını hissettim. Yanmanın geçmesi için göz kapaklarımı kırpıştırdım. Derin bir nefes alma ihtiyacı duyarken dudaklarımın aralanmasına engel olamadım. “Anneniz bir aydan beri tedavi görüyor ama bu sefer ki bayılmasında bir yol kat edemediğimizi anladık.” diye devam etti, doktor. Duvara montelenmiş saatin üzerindeki akrep ve yelkovan oynamaya başladığında tik tak sesleri odada yankılanmaya başladı. Boğazımdaki yumruyu temizlemeye çalıştım. “Peki şu an ne yapılması gerekiyor?” Doktor, derin bir nefes aldı. “Akciğerlerine kanser hücrelerinin dağılmaması için acil olarak ameliyata almamız gerekiyor.” Birden tik tak sesleri durdu ve akrep ile yelkovan üst üste geldi. Göz kapaklarımı sıkıca yumduğumda yanaklarım ıslandı. Yanaklarıma düşen her bir yaş içimdeki kuraklığı geçirmezken hayata ve kadere lanet okumakla meşguldüm. Derin bir nefes alıp gözlerimi araladım. “Peki, ödememiz gereken bir ücret var mı?” diye korkarak sordum. Doktor, ensesini kaşıdı. “Hastane ve ameliyat masrafları tam olarak 100.000 Türk Lirası tutuyor.” Duyduğum miktar ile birlikte gözlerim sonuna kadar açılırken dudaklarımda gözlerime eşlik etti. “Ne? Pardon ama ben o parayı nasıl bulabilirim? Bakın biz.” Biz neydik? Duvardaki saatin ilk önce akrebi düştü. Kimsesiziz diyemedim. Duvardaki saatin sonra yelkovanı düştü. Onsuzuz diyemedim. En son saatin kendisi düştüğünde ruhumun odasından çıktım ve kapıyı sertçe örttüm. Susmayı tercih ettim ve başımı yere eğdim. “Ben karşılarım.” dedi bir anda, her anıma karışmış olan o ses. Doktor yanımdan geçip annemin odasına girerken arkasındaki kehribar gözlerle denk geldim. Bakışları odaya giren doktorun üzerinde gezinirken bana doğru yaklaşmaya başladı. Önümde durduğunda bakışları benim gözlerimde gezindi. Bedenini sola doğru yaklaştırıp ellerini ceplerine soktu ve yüzünü yüzüme eşitledi. “Annenin bütün masraflarını karşılarım ama sende benim bir isteğimi gerçekleştireceksin.” dedi ve bakışlarını anneme çevirip ardından yeniden bana baktı. Bir tarafta kanser olan annemin hastane masrafları, diğer tarafta da adını bile hâlâ bilmediğim birinin isteği vardı. Hayat, beni bilmem kaçıncı kez seçime sürüklemişti ama bu seçim farklıydı. Kaderimin yazgısını değiştirecek tercih, hayatımı alt üst edecek bir nokta. O nokta içimde büyüdü, büyüdü ve dilime aktı. “Kabul.” -
BÖLÜM SONU SOSYAL MEDYA HESAPLARI; Instagram: _jupiterdebirokur Tiktok: jr.napolita X: sultanakr9
|
0% |