@sultanakr
|
Yazılma Tarihi: 1 Mayıs 2021 Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin keyifli okumalar.
“Kriz” Eflal Keskin, Ağzından Tik. Tak. Arkamda, bir nabız misali atan saatin sesi kulağımda çınlıyordu. Gözlerim pencereden görünen şehrin manzarasına takılı kalmışken ellerimdeki kan kokusu midemin bulanmasına neden oluyordu. Çıplak ve kirli olan ayaklarım mermerin soğukluğuyla bedenimin dirayetli durmasını sağlıyordu. Odamın kapısı gıcırdayarak yavaşça açıldığında omzumun üzerinden arkama baktım. Karanlık odamın içine ufak bir ışık süzmesi girdiğinde pencereden bir adım geriye çekilerek yüzümü içeriye giren kişiye çevirdim. "Kapıyı kapat." Odanın içerisini biraz olsun aydınlatan ışık tamamen yok olduğunda geri adımlar atarak sırtımın soğuk duvara değmesini sağladım. Odanın içeri artık zifiri karanlıktı ve sadece çalışan bir saat ve adım sesleri duyuluyordu. Adım sesleri kesildiğinde bakışlarımı odanın karanlığında gezdirdim. Siluet gördüğümü sandığım kişi üzerinde bakışlarımı durdurdum. "Suçu ben üstleneceğim." Kulaklarıma dolan mırıltılarla bakışlarımı ellerime indirdim. Ellerime sinmiş olan koku sanki ellerimin üzerinde bir katman bırakmıştı. Ellerimi iki yanıma bıraktığımda bakışlarımı, biraz önce baktığım yere çevirdim. Zihnimde birikmiş olan cümleleri söylemek istedim ama nasıl konuşacağımı bile unutmuştum. "Korkma, hapse girmeyeceksin. Ben bir çaresini bulacağım." O an dudaklarım aralanmış ve şuh bir kahkaha dökülmüştü. Bu, ruhumun içindeki acının iziydi. Sırtım yavaşça duvarda kayarken kanlı ellerim dizlerimin üzerine kapandı. Kalçalarımın mermere değdiğini hissettiğimde derin bir nefes alıp bakışlarımı karanlığın içindeki siluete diktim. "Peki, ondan sonra ne olacak anne?" Odanın içerisi kırmızı renge bulandığında aslında o odada olmadığımı fark ettim. Gerçekteydim bunu, kalbin atmadığını işittiğim sesle anlamıştım. Bakışlarım masanın üzerindeki ele kaydı. Kan bulanmış ellerim yoktu ama kırmızı geçmişe dayalı bir elim vardı. "Seni bu sefer geberteceğim!" Kulaklarıma dolan ses kendime gelmeme neden olurken bakışlarımı Özgür'e çevirip ona seslendim. "Özgür, hayır!" Sinirden koyulaşmış kehribar gözleri bana çevrildiğinde elimi masadan çekip dik durmaya çalıştım. Çenemi dikleştirdiğimde kasılan yüzünü gevşetip arkasını döndü. Sakince kalktığım masaya geri oturduğumda ellerimi çenemin altında bağladım. Zihnim çok sakindi fakat böyle olmaması gerekirdi. Sessizlik, beni kendine çoktan tutsak etmişti. Çenemin altındaki bağlı ellerimi masaya koyup garsona baktım. Hafifçe başımı eğdiğimde avucundaki kırmızı ve mavi zarı masanın ortasına doğru yuvarladı. Mavi zar olduğu yerde bir kere dönüp dururken kırmızı zar, iki tur döndü ve durdu. Bir ve iki sayıları gözüme çarparken bakışlarımı Alpay Hancıoğlu'na çevirdim. Şaşkın bakışları zarda dolanırken garsonun bana uzattığı kağıdı son anda fark ettim. Garsonun elindeki kâğıdı alıp masaya yasladım. Kenardaki kalemi alıp geçmişin en acı cümlelerini kâğıda akıttım. Kâğıdı katlayıp garsona geri verdiğimde garson masanın üzerindeki zarları alıp kâğıdı Alpay'a verdi. "Oyun, mavi bir ve kırmızı iki ile sona ermiştir. Alpay Hancıoğlu, bir hafta içinde kâğıtta yazılan cezayı gerçekleştirmezse 100.000 Türk Lirası, Hera'nın hesabına aktarılacaktır." Alpay, elindeki kâğıdı açıp gözlerini yazıda gezdirirken yüzünün düştüğünü fark ettim. Zihnim akıllılığıyla zafer kazanmış gibi mutluyken ruhumdan ses seda yoktu. Alpay gözlerini kâğıttan çekip bana baktığında ellerimi masaya koyup yavaşça ayağa kalktım. Özgür'ün oyun oynadığı masanın yanından geçerek kırmızı kapılı odaya doğru yürümeye başladım. Odanın önüne geldiğimde kapıyı açıp kendimi içeriye hapsettim. Ruhumdan, adını bilmediğim bir sızı kopup kalbimi acıtmaya başlatmıştı. Kendimi kanepeye yavaşça bıraktığımda elimi arka cebime götürdüm. Telefonu alıp ellerimin arasına sakladığımda ekranına bakmayı sürdürdüm. Arayabilecek miydim? Neler olduğunu sormaya gücüm var mıydı? Ellerimin arasındaki telefon titremeye başladığında aramayı cevaplandırıp kulağıma yasladım. "Eflal Hanım, ben annenizin doktoru Leyla Çetin. Bundan on dakika önce anneniz sizi aramamızı söylemişti. Biz sizi aradığımızda ise annenizin kalbi durmaya başladı." Cümleler sustu, ruhum sessizlik yemini etti. Cevaplar öldü, o sessizlik bir kriz anına dönüştü. "Annenizin naaşı, yarın sabah 09.00'da İstanbul'da olacak." Telefondan aramanın sonlandırıldığına dair bir ses geldiğinde gözlerimi kapatıp telefonu aşağıya indirdim. Ayağa kalkıp odadan çıktığımda mekânın içindeki lavaboya girdim. Kırmızı LED ışıklarla aydınlatılmış koridorda ilerleyerek aynanın tam karşısında durdum. Aynada kendimle göz göze geldiğimde arkamdaki kırmızı ışık beni geçmişe götürmek için hazırlanmıştı. "Peki, ondan sonra ne olacak anne?" Zihnimde yankılanan cümle geçmişin en büyük ihaneti olmuştu. Cevapsız kalmış bir sorunun cevabının şimdi geldiğini anlamıştım. Elimi musluğa götürüp soğuk kısmını açtım ve elimi altına götürdüm. Soğuk su elime çarptığı anda tenimin ürpermesine neden olurken kalbimin içindeki yangını söndürmüyordu. Musluğu kapatıp lavabodan çıktığımda bana bakan birini fark ettim. Oturduğu masada, ellerini çenesinin altına koymuş bir şekilde bana bakıyordu. Kehribar gözleri, kırmızı rengin arasına karışmıştı. Omuzları yükselip alçaldığında ellerini masaya koyup ayağa kalktı. İstemsizce ona doğru yürümeye başladığımda yönünü değiştirip kapıya doğru gitmeye başladı. Ona ayak uydurup peşinden ilerledim. Kırmızı ve mavi ışıklarla donatılmış uzun koridordan geçip çıkışa vardığımızda arabanın kilidini uzaktan açtı. Arabaya bindiğimizde kemerlerimizi taktık ve ardından araba ilerlemeye başladı. Bakışlarımı cama çevirdiğimde iri kar tanelerinin cama vurmaya başladığını gördüm. Araba giderek daha da hızlandığında gözlerimi kapatıp sessizliği dinlemeye başladım. Sessizliğin içi acıyla doluydu. Ruhumdaki izlerin sanrısıydı. Araba yavaşlamaya başladığında gözlerimi açıp geldiğimiz yere baktım. Araba, evin büyük demir kapısından içeriye girdiğinde kemerimi çıkarttım. Araba tamamen durduğunda araçtan inip eve doğru ilerledim. Arkamdan gelen ayak sesleri benim ayak seslerime karışırken evin önünde durmadan aralı kapıdan içeriye sızdım. Bakışlarımı etrafta gezdirdiğimde kimsenin olmadığını fark ettim. Yürümeyi durdurduğumda Özgür'ün nefesini ensemde hissettim. "Son kattaki karşına çıkan ilk odayı kullanabilirsin." Kafamı sallayıp adım attığımda elinin kolumu tuttuğunu hissettim. Bakışlarımı ona çevirdiğimde gözlerindeki acıyı görmüştüm. Kendimin nasıl göründüğünü bilmiyordum ama kehribar gözlerin tam ortasındaki siyah noktalarda yorgun bir insan silueti görüyordum. "Biraz konuşmak ister misin?" Kafamı iki yana salladığımda kolumu bıraktı. Merdivenlere doğru ilerleyip en son kata çıktım. Tam karşımdaki odaya girip kapıyı kapattım. Odayı, sadece dışarıdaki sokak lambalarının ışıkları biraz aydınlatıyordu. Küçük adımlarla pencereye ilerleyip durdum. Turuncu ışık süzmeleri yüzüme vururken gözlerimi kapatıp bekledim. Ruhum henüz sessizdi fakat zihnimdeki düşünceler dillenmişti. Gözlerimi açıp bakışlarımı yana çevirdim. Yanımda duran bir kız vardı. Yüzüne vuran turuncu ışıklar kırmızıya dönüşmüştü. Başı yere eğildiğinde baktığı yere baktım. Kanlı elleri karanlığa rağmen varlığını belli ediyordu. Bir adım geriye çekildiğimde silueti kayboldu. Yutkunup kapıya doğru ilerledim. Odadan çıkıp bir alt kata indim. Banyo kapısını yavaşça açıp içeriye girdim. Kıyafetlerimi çıkarmadan küvete girip musluğa uzandım. Tepeden üzerime akmaya başlayan suyu ılıştırıp başımı geriye attım. Yüzüme çarpan sular etrafa sıçrarken gözlerimi kapatıp küvetin içine oturdum. Dizlerimi kendime çekip yanağımı dizime yasladım. Bir saniyeliğine bakışlarım kenardaki siyah tıpaya kaydığında elim istemsizce oraya doğru uzandı. Siyah tıpayı küvetin deliğine taktığımda küvetin içinde sular birikmeye başlamıştı. Üzerimdeki kıyafetler ağırlığını bedenime bırakırken taşmak üzere olan suya baktım. Muslukları kapatıp arkama yaslandığımda boynumdan aşağısı suya gömüldü. Zihnime bir kadının resmi düştüğünde gözlerimi kapatıp küvetin içine doğru kaydım. Başım suyun altına gömülmüştü. Zihnimdeki görüntü, ruhumun sessizliğinde kaybolduğunda gözlerimi açtım. Küvetin üzerinde yanan ışıkları şimdi fark etmiştim. Mavi spot ışıkları suyun altından belirgin oluyordu. Gelecek, yıkılma noktasında belli olmuştu. Yıkılma noktası şimdi ki andı. Kriz ile birleşmiş geçmiş değildi, çok sonrasıydı. Dudaklarım istemsizce aralandığında ciğerlerimin oksijene ihtiyacı olduğunu anladım. Aralı dudaklarımı kapatıp kendimi küvetin tabanına bastırdığımda ruhumda bir sözcük belirdi, ölüm ve intihar. Ölüm; iki hece dört harften oluşan, bana göre kusursuz işlenmiş bir cinayetti. İntihar ise üç hece yedi harften oluşan, kasten yaşamı bitirme çabasıydı. Ölüm, kimsenin ne zaman geleceğini bilmeden beklediği bir andı. İntiharsa yaşadığı zorlu yaşamı sona erdirme zamanıydı. Ölüm belki de hiçbir çaba sarf etmeden gelen bir şeydi ama intihar öyle değildi. İntihar etmeyi düşünen bir insan sonrayı düşünemezdi, iki sonu vardı. Ya ölür öteki dünyada cezasını çekerdi ya da yaşar yaşadıklarından kurtulamazdı. Benim sonum hangisi olacaktı? İnsanoğlu, yaşamının her noktasında sorunlarla karşılaşırdı. Bu sorunları içine atıp bir çığ misali büyümesini sağlardı. Peşine başka sorunlarda eklendiğinde bunu durduramazdı. Gün geçtikçe bedeni ağırlaşmaya başlar ve içindekileri taşıyamaz hale gelirdi. Bir gün gelir hiçbir şey düşünemez ve sadece acı vermeyecek bir ölüm isterdi. Beş dakikalık saf bir acı, sonrası sessizlik olan derin bir uykuya dalardı. Benim beş dakikam dolmuştu ama sessizlik birden çığlığa dönüştü. Gözlerimi suyun içinde açtığımda bir çift kolun bana uzandığını gördüm. Üzerimdeki kıyafetlerden tutulup suyun üzerine çıkarıldığımda gözlerimi kapatıp nefes almaya çalıştım. Ciğerlerim oksijensizlikten öksürük krizini getirirken biri omuzlarımdan sarsmaya başladı. "Delirdin mi sen! Ne yapıyorsun Eflal?" Özgür'ün sesi banyonun içinde yankılandığında gözlerimi açıp ona baktım. Koluna bir el dolandığında büyük gövdesinin ardındaki annesi göründü. Elini hızlıca hareket ettirirken başımı yere eğip ne dediğini görmek istemedim. Özgür'ün elleri küvetin içine daldığında kollarını dizlerimin altına geçirip beni sıkıca tuttu ve kucağına aldı. "Benim tanıdığım güçlü kız bu olamaz." Özgür'ün sesi boğuklaşırken ruhumdaki kıza baktım. O soğuk gecede, çıplak ayaklarıyla betona basan kız ruhuma dolan su birikintileriyle boğulmuştu. Gözlerim yanmaya başladığında acı gerçeğin tam ortasında kalmıştım. Geçmişimdeki kız, ölmüştü. Ellerimle yüzümü kapatıp hıçkırdım. Acı hıçkırıklarım ruhumda yankılanırken ruhum, ölü bir kadının cenazesini kaldırmakla meşguldü. Gerçek hayat sessizliğin içinde kalmayı kabul ederken zihnimde çığlıklar yankılanıyordu. Ellerim hâlâ yüzümü örterken bedenim yumuşak bir yere bırakıldı. Bir kapı sesi duyduğumda bir ayak sesi odada dolaşmaya başladı. O ayak sesi yanımda durduğunda ellerimi yüzümden çekip bulanık gözlerle karşımdaki kişiye baktım. Bana doğru eğilip gözlerimin altını sildiğinde görüntü netleşmişti. Özgür'ün annesi şefkatle bana bakıyordu. Elinde tuttuğu kıyafetleri kenara koyup arkasına döndüğünde zorlukla ayağa kalkıp üzerimi kuru giysilerle değiştirdim. Islak kıyafetleri kenara bıraktığımda Özgür'ün annesi, yüzünü bana dönüp kollarını iki yana açtı. Ona doğru yaklaşıp kollarımı bedenine sardığımda yüzümü omzuna gömüp delicesine ağlamaya başladım. İki yana açtığı elleri sırtımda yer edinirken başımı yana çevirip gözlerimi kapattım. Gözlerimden akan her yaş, ruhumda cenazesi kaldırılan kadına akıyordu. Özgür'ün annesi benden ayrılıp gözlerimin altını sildi ve yerdeki ıslak kıyafetleri alıp odadan çıktı. Yatağa oturduğumda bakışlarımı yere eğdim. Yatak yavaşça çöktüğünde Özgür'ün sesli nefes aldığını fark ettim. "Geçmişinin seni yaralamasından bu kadar mı korkuyorsun?" Boğazımdaki yumruyu geçirmek için yutkunduğum pek işe yaramadığını fark ettim ve onun yerine derin bir nefes alıp Özgür'e baktım. Kehribar gözleri karanlık odanın içerisinde biraz koyulaşmıştı. Hareleri mavilerimde dolaştığında elini yavaşça kaldırıp yanağıma koydu. Başparmağı ile gözümün altında asılı kalmış yaşı yanağıma doğru sildiğinde başını yana eğdi. "Gözlerinde ne görüyorum biliyor musun?" Gözlerimi kırpıştırdığımda devam etti. "Sen bugün kendine zarar vermek istediğinde aslında geçmişinden birini kaybettin." Dudaklarından dökülen sözcükler bir bıçak gibi bedenimi keserek ruhuma ulaştığında gözlerim acıyla yandı. Dudaklarım bana ihanet edip içimdeki acıyı fısıldadı. "Aslında ben bugün iki kişiyi kaybettim Özgür." Özgür'ün seslice yutkunduğunu fark ettiğimde yanağımdaki elini omzuma indirip beni dizine yatırdı. Kemikli elleri saçlarımda dolaşmaya başladığında gözlerim açık bir şekilde içeriye sızan ışığı seyrettim. "O zaman onları uyutalım." Kaşlarımı çattığımda Özgür, saçlarımı daha ağır çekimde okşamaya başladı. "Goognight, my angel." (İyi geceler meleğim.) Ninni gibi bir şey söylüyordu. "Now it's time to sleep." (Şimdi uyku zamanı.) Derin bir nefes aldığımda gözlerimi kapattım ve söylediği ninninin ruhuma işlenmesine izin verdim. And still so many things I want to say (Ve hâlâ söylemek istediğim çok şey) Remember all the songs you sang for me. (Benim için söylediğin tüm şarkıları hatırla.) When we went sailing on an emerald bay (Zümrüt bir koyda yelken açtığımızda) And like a boat out on the ocean (Ve okyanustaki bir tekne gibi) I'm rocking you to sleep. (Seni uyutmak için sallıyorum.) The water's dark (Su karanlık) And deep inside this ancient heart (Ve bu eski kalbin derinliklerinde) You'll always be a part of me. (Sen her zaman benim bir parçam olacaksın.) Ruhumda ölen iki kadın derin uykularına gömüldü. Ve geçmiş, beni kriz uykusuna yatırdı. -
BÖLÜM SONU SOSYAL MEDYA HESAPLARI; Instagram: _jupiterdebirokur Tiktok: jr.napolita X: sultanakr9
|
0% |