@sultanakr
|
Yazılma Tarihi: 13 Haziran 2021 Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
“Geçmişin Silueti” Eflal Keskin, Ağzından Masanın üzerinde yanmakta olan mumun ışığı, odayı loş bir aydınlığa kavuşturmuştu. Duvara yansıyan gölgesi bir sağa bir sola sallanıyordu. Turuncu alev, düşüncelerimin içine sızıyor ve orayı darmadağın ediyordu. Bakışlarımı bir saniyeliğine cama çevirdiğimde şehre karın yağdığını fark ettim. Sahip olduğu beyazlık, şehrin tüm pisliğini örtmeye yemin etmiş gibiydi. "Eflal." Odamda yankılanan adımla bakışlarımı camdan çekip odamın içindeki siluete baktım. Bana doğru ilerlediğinde karşımdaki sandalyeye oturup gözlerini bana dikti. Yüzünün bir tarafı karanlıkta diğer tarafı ise aydınlıkta kalmıştı. Yüzünü aydınlatan mumun ışığı dalgalanırken yüzündeki aydınlık da bölünüyordu. Gözlerinin mavi rengi eşit değildi, biri karanlıktan dolayı daha koyuydu. "Geçmiş, insanı her zaman yaralar." Kulaklarımı tırmalayan bu cümle, zihnimin her köşesine yayıldı. Mumun ışığı söndü ve biz karanlığa mahkûm kaldık. Ardından zihnimin derinliklerinde bir kadının silueti oluştu. Üzerine dökülen kar taneleri kan rengine boyandı. Geçmişin silueti, ruhumun en derinliklerinde yaşamaya başladı. "Eflal." Birinin adımı seslenmesiyle o geçmişten ayrılıp yanımda oturan kişiye baktım. Özgür, kehribar gözlerini kısmış bana bakıyordu. Derin bir nefes alıp karşımda oturan iki adama baktım. İkisi de geçmişin en büyük düşmanlarıydı biz ise gelecekleri mahvedilmiş kişilerdik. Masaya bir garsonun yaklaştığını fark ettiğimde arkama yaslanıp zihnimi dinlemeye çalıştım. Cümleler ve olaylar birbirine girmişti ve onları ayıklamak zor olacaktı. "Gökhan Keskin ve Alpay Hancıoğlu'nun oyun fiyatı 150 Milyon, Hera ve Zeus'un ise 300 Milyon Türk Lirasıdır. Beş el oyun oynanacak, bu beş el sonrası kazanan tarafın hesabına anlık olarak para aktarımı yapılacaktır." Yanımda bir elin yükseldiğini hissettiğimde bakışlarımı Özgür'e çevirdim. Kehribar gözlerini kısıp bakışlarını etrafta gezdirdi. "Görevli garson haricinde mekânı herkes boşaltsın." Özgür'ün arkadaşları mekânın çıkışına doğru ilerlerken çalışanlar kendi bölmelerine doğru çekildiler. Mekânda bizden başka kimse kalmadığında garson elindeki zarları masanın ortasına doğru yuvarladı. Kırmızı ve mavi zarlar masanın ortasında kendinden bağımsız bir şekilde döndüklerinde derin bir nefes aldım. Ensemden sırtıma doğru soğuk bir terin indiğini hissettiğimde kırmızı zar durdu. Mavi zar kendi çevresinde bir tur daha atıp durduğunda bakışlarımı Özgür'e çevirdim. Gözleri dumanlanmış gibi bir görünüme bürünmüştü. Sanki içindeki duyguları bu şekilde saklıyor gibiydi. "Kırmızı iki ve mavi dört geldiği için ceza alacak taraf Gökhan Keskin ve Alpay Hancıoğlu'dur." Ensemde geçmişin nefesini hissettiğimde nefesimi tuttum. Artık nefesim geçmişimdi ve beni ayakta tutacak tek şey oydu. Zihnimde bir anıyı bütün düşüncelerden ayırdığında üzerimdeki bakışları hissettim. "Hera, ilk cezayı verme sırası sende." Bakışlarımı tam karşımda oturan adama çevirdim. "O geceden nasıl kurtuldun?" Sorduğum sorudan sonra sanki zihnim benimle oyun oynar gibi tüm düşüncelerimi uzaklaştırdı. Sadece ayırdığı o anının içine doğru sürüklemeye başladı. Çıplak ayaklarımın altındaki soğukluğu hissettiğimde karşımdan gelen arabanın sirenleri zihnimde yankılanmaya başladı. Bütün sesler birbirine karışırken içlerinden biri bütün sesleri bastırdı. "Ambulans beni hastaneye götürdüğünde hiç kimse benimle gelmemişti. Gözümü açtığımda oradaki çalışanla iş birliği yapıp kendimi ölmüş olarak gösterdim." Zihnimde bir durgunlaşma olduğunda geçmişin ensemden çekildiğini hissettim. Ruhumda adım sesleri yankılanmaya başladığında o ayak sesine Özgür'ün sesin karıştı. "Alpay Hancıoğlu, ağabeyimizi neden hiç sevmedin?" Ruhumdaki ayak sesleri kesildiğinde bakışlarımı Alpay Hancıoğlu'na çevirdim. Kehribar gözleri ilk defa bu kadar durgundu. Omuzları yükselip alçaldıktan sonra gözlerindeki acıyı hissettim. "Ben hep ağabeyimizi sevdim kardeşim." Ve geçmişin silueti üzerimize çöktü. Ruhumda o siluetin adım sesleri yeniden yükseldiğinde garson zarları masadan alıp yeniden ortaya yuvarladı. Kırmızı zar mavi zar ile aynı anda durduğunda adım sesleri kesildi. Siluetin bana doğru döndüğünü hissettiğimde garsonun sesini işittim. "Hera ve Zeus iki cezanız bulunmaktadır." Bakışlarımı kırmızı zardan çekip karşımdaki adama baktığımda gözlerimi kıstım. Bana verebileceği bir cezayı düşündüm ama bulamadım. Karşımdaki adamın da aynı şeyi düşündüğünü fark ettiğimde garsonun sesini yeniden işittim. "Gökhan Keskin, Hera'ya bir ceza veremediği için sıra Alpay Hancıoğlu'nda." Bakışlarımı keskin mavi gözlerden çekip kehribarlara çevirdim. Koyulaşan kehribarlarını Özgür'ün gözlerine dikmişti. "Sana yıllar önce sorduğum sorunun aynısını soracağım. Andromeda'nın anlamı ne?" Bakışlarımı Özgür'e çevirdim. Özgür, aşılması zor bir deniz gibiydi. Bazen bir çarşaf gibi oluyor, dibinde ne var ne yoksa gösteriyordu. Bazen de dalgalar oluşturup diplerinde bir şeyler saklıyordu. O sakladığı şeye ulaşmak için derinlere inen herkesi dalgalarında boğuyordu. Omuzları yükselip alçaldığında arkasına yaslandı. "Zeus, Aidoneus ve Perseus. Bu isimlerin kime verildiğini hatırlıyor musun Alpay?" Zeus, Oğuzhan Özgür Hancıoğlu'na aitti. Aidoneus ise Alpay'ın lakabıydı. Peki, Perseus kime aitti? "Biri bana diğeri sana Perseus ise Barbaros'a." Aklım karmakarışık olmuştu. Düşüncüler birbirine karışmış ve ayrıştırmak zor olacaktı. "Nalan'ı hatırlıyor musun Alpay?" Bakışlarımı Alpay'a çevirdiğimde gözlerinde bir gölgenin oluştuğunu gördüm. İçinde yanmaya başlayan alev kırıntılarını sanki hissedebiliyordum. Âdem elması hareket ettiğinde Özgür'ün sesini yeniden işittim. "Yıllar önce ağabeyimizin sevdiği kıza göz diktiğini unutmuş olabilirsin Alpay ama ben unutmadım. Ağabeyimizi neden öldürdüğünü de çok iyi biliyorum. Aklı sıra doğum günümde ağabeyimizi öldürüp bütün ıstırabı benim çekmemi sağlayacaktın. Nalan'ın da ağabeyim öldüğü için dul kaldığından dolayı sana geleceğini düşündün ama hiçbiri olmadı. Ağabeyimizi toprağa verdiğimiz gün aslında Nalan'ın da intiharının sebebi oldun. Şimdi hâlâ Andromeda'nın anlamını öğrenmek istiyor musun?" Alpay'ın gözlerindeki acı giderek büyümeye başladığında bakışlarımı Özgür'e çevirdim. Bakışlarını bana çevirdiğinde kehribar gözlerindeki zaferi gördüm. "Oyun bitti, günahınız ve sevabımızla biz kazandık." Garson masadaki zarları alıp bana uzattığında zarları alıp sağ avucumun içinde sakladım. Sanki geçmiş ve gelecek artık tam avucumun içerisindeydi. Alpay Hancıoğlu ve Gökhan Keskin ayağa kalkıp mekânın çıkışına doğru ilerlerken Özgür ayağa kalktı. "Aidoneus, Andromeda her zaman Perseus'un karısı olarak kaldı. Biz ise geçmiş ve geleceğin içinde tutsak olduk." Zihnimde bazı sorular anlamlarını bulmuştu. Durum bana çok karışık gelse de aslında şu an oynanan oyunun anlamı biliyordum. Geçmişteki ve gelecekteki hataların içinde gizlenmiş insanların kurduğu oyundu. Zaman, onların mekândan siluetlerini sildi. Gözlerimi açtığımda kendimi Özgür’ün odasında; elimdeki viski bardağının ağzında başparmağımı gezdiriyor ve gözlerimi içindeki sıvıya dikmiş olarak buldum. Sanki o kehribar rengi benim zihnimin içinde olanları düzenlemeye yarıyor gibiydi. Derin bir nefes alıp bardağı dudaklarıma yaklaştırdım. Minik bir yudum alıp damağıma acı bir tadın dağılmasına izin verdim. Bardağı dudağımdan çektiğimde sehpaya yavaşça bırakıp arkama yaslandım. Gözlerimi kapatıp başımı geriye attım. Bugün çok zor günlerden biriydi. Geçmişin sırlarını öğrenmek beni yormuştu. Düşüncelerim yoğunlaştığı sırada göz kapaklarımın ardına bir kadının silueti sığındı. Saçlarına düşmüş kar taneleri uzaktan bile belli oluyordu. Bana doğru yaklaşmaya başladığında kapının açıldığını işittim. Gözlerimi açtığımda siluet silindi ve ben bakışlarımı gelen kişiye çevirdim. Özgür, kapıyı kapatıp çalışma masasına doğru ilerledi. Yerine yerleştiğinde masasının ucunda duran viski şişesini alıp yanındaki bardağa doldurdu. Şişeyi yerine bırakıp bardağı kendine doğru yaklaştırdı ve büyük bir yudum aldı. Tek yudumda bitirdiği bardağı eski yerine koyup arkasına yaslandı. Gözlerini kapattığında bakışlarım gözlerinde durakladı. Kapalı gözlerine rağmen çatılmış biçimli kaşları öylece duruyordu. Sert çehresi ürkütücüydü. "Nasılsın Eflal?" Sorduğu soruyla kaşlarım yukarıya doğru tırmanırken göz kapaklarının ağır çekimde açıldığını fark ettim. Kanlanmış gözlerini gözlerime odaklayıp derin bir nefes aldı. Ellerini masaya koyup ayağa kalktı, viski şişesini ve bardağını alıp yanıma doğru yaklaştı. Tam karşımdaki tekli koltuğa oturup viski şişesini sehpaya koydu. Bardağını doldurduğunda benimkini de doldurdu. Bardağından küçük bir yudum alıp arkasına yaslandı. "Geçmişin artık eskisi kadar seninle uğraşıyor mu yoksa derin bir sessizliğin içine mi gömüldü?" Özgür'ün bana sorduğu soruyu kendime sordum. Aklıma o gelmeden önceki sahne doluşmaya başladığında kafamı iki yana salladım. "Annem, 'Geçmiş, insanı her zaman yaralar.' derdi. 'Ne yaparsan yap, istersen karşısına geçip yüzleş yine de canını acıtmaya devam eder.' diye devam ederdi. Asıl soruna gelecek olursam eğer kötü değilim ama hiçbir zaman da iyi olmayacağım. Hep bir yanım buruk kalacak." Önümdeki bardağa uzanıp dudaklarıma götürdüm. Bir yudum alıp yerine bıraktığımda bakışlarımı Özgür'e çevirdim. Yüz hatları yumuşamıştı ve ben onu ilk defa böyle görüyordum. Koltuktaki bedenini biraz kaydırıp iyice yerleşti. Başını geriye yasladığında kehribar gözlerini benden sakladı. "Ağabeyim." İki dudağının arasından çıkan sözcük nedensizce kalbime ağır gelmişti. Ben de ağır gelen bu sözcük onun nasıl olur da dudaklarından acı vermeden çıkabilirdi. İçimden bir ses geçmiş dedi, bir diğeri ise zaman... "Ağabeyim bana bir gün geçmişin aslında sandığımız kadar ürkütücü olmadığını ve zamanı geldiğinde onunla yüzleşmemiz gerektiğini söylemişti. Bana bu sözcükleri söylediği gün onu takmamıştım. Bir hafta sonra elime bir kürek verildiğinde ne demek istediğini anladım." Acı, içimde bir yerlerde var oldu. Dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu, aslında acı içimden hiç gitmemişti. Derin bir nefes alıp sehpadaki bardağa uzanıp viskiden büyük bir yudum aldım. İçimdeki acıyı dindirmek yerine saflaştırdım. Boşalan bardağı yerine bırakıp bedenimi geriye yatırdım ve başımı arkaya yasladım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Hiç onlar hakkında bir bilgiye ulaşabildin mi Özgür?" Ne söylediğimi bilmeden kurduğum cümleden sonra odanın içerisinde uzun süre bir sessizlik oldu. Sadece tepemizdeki cızırdayan spot ışığından ses geliyordu. Gözlerimi açıp Özgür'e baktığımda nefes alışverişlerinin düzenli olduğunu fark ettim, uyuya kalmıştı. Derin bir nefes alıp koltuğa kıvrıldım ve gözlerimi kapatarak karanlığa hapsolmayı kabul ettim. Zamanın bendeki hissiyatını kaybetmek üzereyken gözlerim kendiliğinden açıldı. Bakışlarımı Özgür'ün oturduğu koltuğa çevirdiğimde orada olmadığını fark ettim. Yattığım yerden doğrulup ayağa kalktım ve odadan çıktım. Loş mavi ve kırmızı ışıklarla bezenmiş mekânın içinde bakışlarımı gezdirirken bana yakın olan masanın üzerindeki bir çift zarı gördüm. O masaya doğru ilerleyip zarları elime aldığımda bir anda mekâna kırmızı ışık hâkim oldu. Kendi etrafımda bir tur dönüp karşımdaki insanı görünce derin bir nefes verdim. Gülümseyerek yanına yaklaştığımda elini beline götürdü. Elini belinden çektiğinde gözlerimin önündeki namluya bakakaldım. "Öz, Özgür ne yapıyorsun?" Kilitlenmiş dilim bana hiç yardımcı olmazken Özgür'ün kehribar gözlerine baktım. O gözlerin içinde gördüğüm saf acıyı ruhumun en diplerinde hissettim. Gözlerimi kapatıp ölmeyi bekledim. Mekânda silah sesi yankılandığında bakışlarım üzerime kaydı. Üzerimde ne bir kurşun izi ne de kan vardı. Bir gürültü koptuğunda bakışlarımı Özgür'e çevirdim. Özgür'de tam karşımda bana bakıyordu ve gözlerindeki korkunç acı gitmişti. Elindeki silahı yavaşça yere indirdiğinde bakışlarımı arkama çevrildi. Baktığı yere doğru baktığımda kafamda hissettiğim darbe ile bedenim yere yığıldı. "Eflal!" Beni sarsan kollarla irkilerek yattığım yerden doğrulduğumda bir çift kehribar göz ile bakıştım. Gözlerimi kırpıştırarak derin nefesler alıp verirken bir yandan da bakışlarımı odada gezdiriyordum. Yüzüme değen ellerle bakışlarımı Özgür'e çevirdiğimde afallamış bir ifade ile bana bakıyordu. Nefes alışverişlerim istemsizce yüzüne çarparken gözlerimi yumup nefesimi tuttum. "Ne gördün Eflal?" Özgür'ün sorduğu soruya gözlerimi araladım. Gözlerine odaklandığım sırada o küçük siyahlıklarda kendi yüzümü fark ettim. "Bana silah doğrulttun ama arkamda biri vardı, benim yerime onu vurdun. Arkama döneceğim sırada da başıma bir darbe aldım. Çok gerçekçiydi." Özgür, yanaklarımdaki ellerini çekip omuzlarıma koydu ve beni kendine doğru çekti. Yüzümü omzuna yasladığımda sarılışına karşılık verdim. Bir eliyle sırtımı sıvazlamaya başladığında derin bir nefes alıp verdiğini hissettim. "Geçti Eflal, hepsi geçti." Yeniden omuzlarımdan tutup beni biraz geriye çekti. "Haydi, artık eve gidelim. Oradan üzerimizi değişir ve kahvaltı yapıp okula gideriz." * Sıraya yerleşip önümdeki masayı kendime doğru çekiştirdim. Ellerimi çenemin altına yaslayıp boş tahtaya bakışlarımı diktiğimde sıra hafifçe öne doğru gitti. Çenemin altındaki ellerimi çekip yanıma baktığımda Özgür elindeki kahveyi sıraya bırakıp bana doğru yavaşça ittirdi. "Teşekkür ederim." Özgür, hiçbir şey demeden kendi kahvesini yudumladığında elimi kahve bardağına götürüp aldım ve dudaklarıma götürdüm. Sıcak kahvenin üzerinde tüten duman yüzümü yalayıp geçerken üfleyip bir yudum aldım. Ağzıma dağılan kahvenin sert tadı beni kendime getirmeye başladığında kahve bardağını masaya bırakıp Özgür'e baktım. "Bugün mekâna gidecek miyiz?" Özgür elinde bardağı dudağına götürüp üfledi ve bir yudum aldı. Elindeki bardağı masaya bıraktığında kafasını iki yana sallayıp bana doğru döndü. "Hayır, bugün evde bir yemek düzenlenecek. Birçok iş adamı davetli biz de ona katılacağız." Kafamı salladığımda zihnim, Özgür'ün kurmuş olduğu cümlelerden bir sözcük tutup çıkardı. Ben, annem hastaneye yattığı günden sonra bir daha hiç eve gitmemiştim. "Bir ara eve gidebilir miyiz?" diye sordum. Özgür anlamamışçasına bana baktığında konuyu açıklama gereği hissettim. "Annem hastaneye yattığı günden beri evimize gitmemiştim. Alacaklarım olabilir, bir de evi satmak istiyorum. Parasını bankaya koyarım." Özgür'ün gözlerinde gördüğüm bir duygu anladığını fark ettirmişti. Kafasını ağır çekimde salladığında dudaklarını yaladı. "Bugün okuldan sonra hem kendime hem de sana akşam için kıyafet bakmaya gidelim. Ertesi günde birlikte sabahtan eve gider ve eşyalarını alırız." Gülümsediğimde dudağının kenarı hafifçe yukarı doğru tırmandı. Sol çenesinin yanındaki belirmiş gamzeye gözlerim takıldığında dudaklarımdaki gülümseme yerini buruk bir tebessüme bıraktı. "Gamzen varmış." Özgür kafasını salladığında dudaklarındaki minik tebessümü sildi. "Abimden sonra zar zor gülerdim. Ondan dolayı varlıklarını unuttum." Dişlerimi sertçe dilime bastırdığımda ağzıma metalik bir tat dağıldı. Dağılan tadı geçirmek için kahve bardağına uzanıp küçük bir yudum aldım ve yeniden masaya bıraktım. İçeriye öğretmenin girdiğini fark ettiğimde kahveye dikkat ederek duruşumu düzelttim. "Günaydın arkadaşlar." Sınıfın büyük bir çoğunluğu mırıltılarla bir şey derken hoca elindeki tahta kaleminin kapağını açıp beyaz tahtaya sürttü. Tahtada yazılan yazılar bana çok tanıdık gelirken dün yaşadığım anın içinde kendimi buldum. "Aidoneus, Andromeda her zaman Perseus'un karısı olarak kaldı. Biz ise geçmiş ve geleceğin içinde tutsak olduk." Zihnimdeki bu sözler dün masada kalan bir cümleye aitti. Beyaz tahtada eğik bir el yazısıyla yazılmış sözcükler sanki dün yaşanan her anın açıklamasını yapacak gibiydi. "Evet arkadaşlar, bugün Yunan Mitolojisi’ne Psikalanitik bir yaklaşım yapacağız.” diye söylendikten sonra herkesin önüne birer kağıt bıraktı. Sayfadaki görsel bir heykeli gösterirken sınıfta öğretmenin sözleri yankılandı. "Hades yani Aidoneus, Yunan mitolojisinde ölülere hükmeden yeraltı tanrısıdır. Zeus, yeryüzünün hakimiyetini kardeşleri arasında paylaşırken Zeus'a göküzü, Poseidon'a denizle ve Hades'e yeraltını verir. Eşi, Demeter ve Zeus'un kızı Persephone'dir. Hades, aynı zamanda bir görünmez pelerine sahiptir. Sık sık pelerin ile yeryüzüne çıksa da hakkında genellikle yeraltı dünyasına ya da ölüme dair şeyler anlatılır." Alpay'a neden şimdi Aidoneus dediklerini anlamış gibiydim. O ölüm ile bağlantılıydı. "Hades ve Zeus'un arasındaki zıtlık ve kavga bir ömür boyunca sürmüştür." Dirseğimi masaya koyup elimi yanağıma yasladım. Öğretmenin sesi boğuklaşmaya başladığında ruhumdaki seslere kulak verdim. Alpay, her zaman Özgür'e bir nedenden dolayı öfkeliydi. O nedenin ne olduğunu bilmiyordum ama yakında öğreneceğimi hissediyordum. Diğer aklıma takılan konu ise Andromeda diye tabir edilen, Barbaros Hancıoğlu'nun eşi Nalan'dı. O nasıl ölmüştü ya da onu kim öldürmüştü? Nalan'ın ardında bıraktığı bir iz var mıydı? Derin bir nefes alıp verdiğimde bakışlarımı önümdeki kağıda indirdim. Arka sayfasını çevirdiğimde en üstte yazan yazı zihnimde parladı. Kaşlarım hafifçe çatıldığında gözlerimi yazıda gezdirdim. Andromeda'nın annesi Kassiopeia, kendi güzelliğini deniz tanrıçalarından daha üstün gördüğü için Poseidon'u kızdırmıştır. Poseidon, kraliçenin küstahlığını cezalandırmak için Aithopia'yı yok etmesi amacıyla bir deniz canavarı gönderir. Kassiopia'nın kızı Andromeda bu deniz canavarına kurban edilirse ülke ve diğer herkes kurtulacaktı. Andromeda, bir kayaya zincirle bağlanır ve canavarın gelişini bekler. O sırad, Medusa'nın başını kesmiş olan Perseus, şark ülkelerine yaklaştığı sırada yeni bir macera ile karşılaşır. Yolculuğu sırasında Andromeda ile yolları kesişir. Andromeda'yı kurtarmak için Hades'in görünmezlik pelerini alıp Andromeda'yı kurtarır. Eros'un iki okuyla birbirlerine aşık olan Andromeda ve Perseus en sonunda evlenir. Andromeda'nın bir yunan mitoloji ismi olduğunu şimdi daha iyi anlamıştım. Aklımda bir soru oluştu. Acaba Barbaros ve Nalan'ın birbiriyle tanışması nasıl olmuştu da Alpay bu kadar çok Nalan'ı sevmişti? "Eflal." Özgür'ün sesiyle irkilerek ona baktım. Özgür, tek kaşı yukarıya tırmanmış bir şekilde bana bakıyordu. "Bir sorun mu var?" Kafamı hızla iki yana salladığımda kısa bir süre boyunca kehribar gözlerini mavilerimde gezdirdi. Emin olmamış gibi kafasını hafif sola eğdi ve derin bir iç çekti. Bakışlarını benden çektiğinde ayağa kalkıp arkaya baktı. Arkadaşlarına çenesiyle kapıyı gösterip ardından yeniden bana baktı. "Haydi, bugün ki dersler çok önemli değil gidiyoruz. Eğer gitmezsek akşama yetişemeyiz." Kafamı sallayıp önümdeki kitabı kapattım. Çantama koyup fermuarını çektim ve tek omzumdan sarkıttım. Sınıftan çıkıp okulun çıkışına doğru ilerlerken Bartu'nun sesini işittim. "Öz! Ben bir lavaboya gidip geliyorum. Motorun orada beni bekleyin." Özgür kafasını sallayıp yürümeye devam ettiğinde binadan çıktık. Bahçede ilerleyip motorların yanına doğru yürüdüğümüzde bir silah sesi tüm okulda yankılandı. Omzuma birisi sarılıp beni kendine doğru çektiğinde gözlerim büyüdü. Sert bir gövdeye çarptığımda her yerden çığlık sesleri yükselmeye başladı. "Ne oluyor lan!" Kulağımın arkasından gelen ses Özgür'e aitti. Bakışlarımı etrafta dolaştırırken elini elime kenetledi. "Bartu? Ağabey Bartu okuldaydı!" Bakışlarımı Özgür'e çevirdiğimde gözlerindeki korkuyu iliklerime kadar hissetmiştim. Elimi hiç bırakmadan okula koşmaya başladığında adımlarına ayak uydurdum. Hep birlikte binaya girdiğimizde hızla tuvaletlere doğru ilerledik. Uzaktan kapının önündeki topluluğu fark ettiğimizde nefesimi tutmak istedim. "Bartu!" Ateş yanımızdan hızla koştuğunda Özgür'ün elimi daha çok sıktığını fark ettim. "Açılın!" Erkekler tuvaletine girdiğimizde yerde kanlar içinde yatan kişiyi beklemiyorduk. Elinde tuttuğu silah ile bize bakan kişi gözleri dolmuş bir şekilde Özgür'e kilitlenmişti. Geçmiş, bizimle oyun oynuyordu. Bunu, üzerimize düşürdüğü siluetinden anlamıştık. -
BÖLÜM SONU SOSYAL MEDYA HESAPLARI; Instagram: _jupiterdebirokur Tiktok: jr.napolita X: sultanakr9
|
0% |