@sultanakr
|
Yazılma Tarihi: 17 Haziran 2021 Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
“Kırmızı” Oğuzhan Özgür Hancıoğlu, Ağzından Hayat, bir tuvalden ibaretti. Elimize verdiği boyalar ve fırçalar ise Tanrı'nın bize sunduğu hikmetlerdi. Bizler o boyaları fırçalara bulayıp boş tuvalleri doldururduk. Bembeyaz bir tuvalin üzerine kan kırmızısı boyalar damladığında artık geri dönüşün olmayacağını biliyordum. Bütün benliğim ile bulanmıştım. Kırmızıya bulanmak... Hayatın o kadar renkleri varken neden sadece kırmızıya bulanmıştım? Bana ne gibi bir anlam ifade ediyordu? Geçmişi mi yoksa geleceğimi mi temsil edecekti? Zihnimden bir türlü kopamayan, ardı arkası kesilmeyen sorular soğuk bir gecede ağabeyimin kırmızıya bulanmasıyla anlam bulmuştu. Verdiğiniz yanlış bir cevap, beklemediğiniz bir anda hata yapmanız ya da bir kişinin hırsı sizin yaptığınız resmi bozabilirdi. Alpay, Barbaros'u öldürmüştü. Avucumdaki zarların varlığını hissederken koca mekânda tek başıma kalmıştım. Alpay, ağabeyimizi öldürdüğünü söyledikten sonra arkasına bile bakmadan çekip gitmişti. Dişlerimi sıkıp elimdeki zarları masanın üzerine attım ve sandalyede biraz öne doğru kaydım. Başımı arkaya doğru attığımda gözlerimi kırmızı spot ışığına odakladım. Cızırdayarak ses çıkartan spot ışığı gözlerimi dolduruyordu. Kırmızı ışık, zihnimin en ücra köşesine yazılıyor ve oradaki adamı rahatsız ediyordu. Sandalyede doğrulduğumda gözlerimi kapatıp yanağımı masaya yasladım. Mavi ve kırmızı zar tam gözlerimin önünde dururken derin bir nefes aldım. Hiçbir şey yapamamıştım. Bağıramamış, vuramamış, konuşamamıştım. Öylece çekip gitmesine izin vermiştim. Kendimi çaresizliğin içine boğulmuş gibi hissediyordum. Ne yapacağımı bilmiyor, kime söylesem diye düşünüyordum. Dudaklarımda acı bir gülümseme oluştuğunda gözlerimi kapattım. Bana kim inanacaktı? Bir girdap beni o masadan alıp bir yere doğru sürüklediğinde gerçekte olduğumu fark ettim. Elinde silah tutan kişi gözleri büyümüş bir şekilde bana bakıyordu. Yerde yatan kişi ise geçmişimden biriydi. "Bartu!" Ateş, hızla Bartu'ya doğru ilerleyip elindeki silahı aldığında bakışlarımı Alpay'a çevirdim. Onun burada ne işi vardı? Burada olmasının tesadüf olmayacağını ve onu çok iyi tanıdığımda dolayı bakışlarımı ondan çekip Bartu'ya doğru ilerledim. Elimi omzuna koyduğumda gözlerini yeniden gözlerime çevirdi. Gözlerinin içini bürümüş olan saf korku onun yapmadığını bas bas bağırıyordu. Omzunu sıvazlayıp Ateş'e bakışlarımı çevirdim. Çenemle kapıyı gösterdiğimde Ateş ikizini tuvaletten dışarıya çıkardı. Tuvaletin içinde sadece Eflal, ben ve Alpay kaldığında derin bir nefes alıp verdim. "Özgür, galiba çok kan kaybediyor?" Bakışlarımı Alpay'ın üzerinde gezdirdiğimde karnındaki şişlik dikkatimi çekti. Tam ona doğru eğileceğim sırada tuvaletin kapısı açıldı ve içeriye sağlık ekipleri girdi. Bir elimi kaldırıp onları durduğumda diğer elimi dudaklarıma götürüp sessiz olmaları için işaret yaptım. Alpay'ın üzerine eğilip karnını hızla açtığımda aslında vurulmadığını ve ortada büyük bir planın olduğunu fark ettim. Alpay'ın yüzüne bir yumruk attığımda Eflal, koluma girip beni kenara doğru çekmişti. "Şerefsiz, senin burada ne işin var!" Alpay, gülerek gözlerini araladığında dudağının kenarından çenesine doğru süzülen kanı temizledi. Ayağa kalkıp üzerini temizlediğinde bakışlarını Eflal'e doğru çevirdi. "Burası erkekler tuvaleti değil mi?" Korumacı içgüdüsüyle Eflal'i arkama sakladığımda kaşlarımı çatarak Alpay'a baktım. "Siktir git Alpay. Yoksa akşam dedem dâhil herkes senin burada yaptıklarını öğrenir." Alpay'ın gözlerinde gördüğüm saf hırs onu neredeyse kör edecek güce gelmişti. Nasıl bu hâle geldiğini bilmiyordum ama her gün giderek o hırs denilen bataklığın içine daha çok gömülüyordu. Gözlerini kısıp elinde tuttuğu yapay kanlı torbayı yere atıp tuvaletten çıktı. Dişlerimin arasından derin bir nefes aldığımda Eflal, kolumdan çıkıp bana baktı. "Sen onun yalan söylediğini nasıl anladın?" Bakışlarımı mavi gözlerine çevirdiğimde derin bir nefes aldım. Nedensizce bu kızın gözleri beni rahatlatıyor ve zihnimdeki düşünceleri köreltiyordu. Kafamı iki yana salladım. "Karnındaki şişliği fark ettim. Her neyse artık çıkmalıyız." Eflal kafasını salladığında yeniden elinden tutup tuvaletten çıkardım. Tuvaletin önündeki kalabalık gitmiş ve sadece bizim çocuklar kalmıştı. Bakışlarım Bartu ile kesiştiğinde hızla çekip çıkışa doğru yöneldik. Eflal Keskin, Ağzından Elimdeki kahve bardağını masaya bırakıp bakışlarımı Özgür'e çevirdim. Kehribar gözlerini bardaktaki kahvesine doğrultmuş ve orada derin düşüncelere dalmıştı. Bir an için Bartu'nun Alpay'ı gerçekten vurduğunu zannetmiştim ama Alpay yerden sapasağlam kalktığında bunun kurmaca olduğunu öğrenmiştim. Özgür, Alpay'ı herkesten çok iyi tanıyordu. Çünkü Alpay ile büyük bir geçmişi paylaşıyordu. Özgür baktığımı hissetmişçesine bakışlarını kahveden çekip bana baktı. Dişleriyle yanağını ısırdığını fark ettiğimde gözlerini benden alıp Bartu'ya baktı. "Olay nasıl oldu?" Bartu, elindeki kahveyi masaya bırakıp arkasına yaslandı. "Sizden ayrılıp tuvalete girdiğimde Alpay ağabeyinin tuvalette olduğunu fark ettim. Hiç beklemediğim bir anda silahı elime tutuşturup kendine doğru sıktı ve yere yığıldı. O anlık panik ile hiçbir şey yapamadım." Özgür, bakışlarını Bartu'dan hiç çekmeden kafasını salladı ve derin bir nefes aldı. "Neyse olan oldu, bundan sonra dikkatli olmalıyız. Alpay'ın nerede ve ne zaman bir şey yapacağını bilemeyiz. Haydi, kıyafet bakmaya gidelim." Hep birlikte ayağa kalkıp kafeden çıktığımızda tam karşımızdaki dükkâna girdik. Bir adam bize doğru yaklaşıp Özgür'e elini uzattı. "Hoş geldiniz Oğuzhan Bey." Özgür, adamın elini yavaşça sıkıp tokalaştı. Ellerini ayırdıklarında bakışlarını bana çevirdi. "Hanımefendiye bir davet elbisesi verilecek. Bizler de aynı olacak şekilde siyah takımlara bakacağız." Özgür'ün karşısındaki adam kafasını sallayıp bize sırtını döndü ve bir çalışanı çağırdı. Çalışan yanımıza geldiğinde adam beni gösterdi. "Hanımefendiye sen davet kıyafeti için yardımcı olursun, buyurun beyler biz de takım elbiseler için yan bölüme gidelim." Özgür ve arkadaşları, adamla birlikte yanımızdan ayrıldıklarında çalışan ile birlikte askıdaki kıyafetlere bakmaya başladık. Bakışlarım vitrindeki mankene kaydığında yanımdaki kızdan ayrılıp mankene doğru ilerledim. Bakışlarımın büyüdüğünü hissettiğimde yanıma gelen kız nazikçe omzuma dokundu. "Size uygun bir bedeni var efendim, hemen getiriyorum." Belli belirsiz kafamı salladığımda kız yanımdan ayrıldı ve çok geçmeden yeniden yanıma elbise ile döndü. Elindeki elbiseyi bana uzattığında hızla kabine doğru ilerleyip içeriye girdim. Elbiseyi yavaşça askıya asıp üzerimdeki her şeyi çıkarttım. Elbiseyi üzerime giydiğimde aynadaki görüntüme baktım. Siyah elbisenin omuzdaki detayları narin bir tüldü ve koluma doğru dantel işlemeleriyle devam ediyordu. Göğüs dekoltesine sahip olan elbise diyaframıma kadar açıktı fakat tül ile birleşmişti. Dizimden bir karış üstünde olan eteğin boyu gayet iyiydi. Dudaklarımda bir tebessüm olurken kabinden çıktım. "Sizce nasıl olmuş?" Üzerime bakarken sorduğum soruya bir cevap alamazken adım sesleri kulağıma ulaştı. Kaşlarım yukarıya doğru tırmanırken bakışlarımı üzerimden çektim. Benden biraz uzakta duran Özgür'ü fark ettiğimde nefes almayı kestim. Kehribar bakışları sadece bir kez üzerimde dolanıp gözlerimde takılı kaldığında bana doğru yaklaştı ve elindeki kırmızı kutuyu iki eliyle tutmaya başladı. "Sanki bir şey eksik gibi?" Yere hafifçe çömeldiğinde ayaklarımdaki spor ayakkabıları çıkarttı. Bir elini elime koyup omzuna bıraktığında ondan destek almamı istediğini fark etmiştim. Kırmızı kutuyu açtığında içinden çıkan siyah ve şeffaf işlemeli topukluları ayaklarıma giydirdiğinde doğrulup biraz uzaklaştı. Bakışlarını üzerimde gezdirdiğinde kafasını sallayıp kırmızı kutuyu kenara bıraktı. "İşte şimdi güzel oldun, Hera." Bir adım bana yaklaşıp kulağıma doğru eğildi. "Ama nefes almalısın." Son kurduğu cümle ile derin bir nefes aldığımda kıkırdayarak geriye çekildi. Şaşkınca yüzüne baktığımda tek kaşını kaldırdı. "Ne oldu?" diye sordu. Kafamı hafifçe iki yana salladığımda derin bir iç çekip bana arkasını döndü ve kenara bıraktığı ayakkabı kutusunu eline aldı. "Ödemeleri hallettik. Artık davete gitme zamanı, eğer erken bir saatte biterse evine gideriz." Kafamı hızla salladığımda tek elini cebine sokup arkasını döndü. Bakışlarım gerilmiş sırtında dolaşırken ona takım elbisenin yakıştığını bir kez daha anladım. Peşinden ilerleyip dükkândan çıktığımızda arkadaşlarının ıslıkları yanaklarımın kızarmasına neden olmuştu. Özgür dişlerinin arasından aldığı nefes ile dikkatleri üstüne çektiğinde telefonunu cebinden çıkardı. "Üç tane araba, beş tane de motorları kullanması için koruma gönderin. Konumu size Aybars atacak." Telefonu kapatıp Aybars'a baktığında Aybars hızla kafasını salladı ve telefonunu çıkardı. Konumu attığında Özgür'e kafasını salladı. Yarım saat içinde önümüzde üç adet araba durduğunda Özgür, en öndeki arabanın arka kapısını açıp çenesiyle binmemi işaret etti. Eteğime dikkat ederek arka koltuğa yerleştiğimde kapıyı kapatıp ön koltuğa geçti. Şoför koltuğundaki adama kafasını salladığında adam arabayı çalıştırdı ve ilerletti. Çok geçmeden evin önüne vardığımızda demir büyük kapının önündeki gazetecileri fark ettim. Bakışlarım ön koltukta oturan Özgür'e kaydığında elini arkaya doğru uzattı. "Şalı uzatır mısın?" Kafamı sallayıp mavi şalı ona uzattığımda üzerini düzeltip arabadan indi. Benim kapımı açtığında önüme verdiğim şalı gerdi. Dudaklarımda küçük bir tebessüm olduğunda arabadan inip eteğimi düzelttim. Özgür elindeki şalı yanına gelen adama verdiğinde kolunu bana doğru uzattı. Koluna girdiğimde yüzümüzde patlayan kamera ışıklarından kaçarak içeriye girdik. Bakışlarım büyük bahçede dolanırken çok kabalık olduğunu fark etmiştim. "Oğlum." Solumuzdan gelen ses doğru döndüğümüzde Özgür'ün dedesini fark ettim. Elindeki yılan motifli bastonu yere bir kere vurup elini uzattığında Özgür, kolunu yavaşça benden çekip dedesinin uzattığı elini öptü. Dedesinin bakışları bana kaydığında ona doğru ilerleyip avucum açık bir şekilde ona uzattım. Dedesinin gözlerindeki ışığı keşfettiğimde elini avucuma bıraktı. Elinin üzerine çenemi değdirip ardından alnıma dokundurdum ve çektim. "Seni sanki daha önce görmüştüm?" Soru sorar bir biçimle kurduğu cümle beni biraz korkutmuştu. Kafamı salladığımda araya Özgür girdi. "Evet dede, Eflal o gün mekândaydı." Özgür'ün dedesinin bakışları aynı ışıltıyı korurken gülerek elini elimden ayırdı ve Özgür'ün omzuna hafifçe vurdu. "Kızımızın adı Eflal mi?" Bana bakarak sorduğu cümleyle buruk bir tebessüm ettim. "Evet efendim, adım Eflal." Özgür'ün dedesinin bakışlarında bir burukluk olduğunda yüzümdeki tebessümü sildim. "Sana bu ismi veren ne yaşadı? Peki, adının anlamını biliyor musun kızım?" Yıllar boyunca adımı anlamını taşıdım ve taşımaya devam ediyorum diyemedim, sadece kafamı sallamak ile yetindim. "Sen biliyor musun dede?" Özgür'ün sorduğu soruyla dedesi derin bir nefes aldı. "Bilmez miyim evlat. Anlamı kurak, bitkisiz yer demek." Gözlerimi yere indirdiğim sırada omuzumda bir el hissettim. Başımı kaldırıp omuzumdaki elin sahibine baktığımda Özgür'ün dedesi buruk bir tebessüm ile omzumu sıvazladı. "Sana böyle bir isim vermiş olabilirler ama unutma kızım, kaderin ve geçmişin daima senin ellerindedir. Geçmişini unutan geleceğine yön veremez." Dudaklarımın kenarları yukarıya doğru kıvrılmaya başladığında Özgür'ün dedesi elini omzumdan çekip bize arkasını döndü ve yanımızdan ayrıldı. "Seni sevdi." İçimde küçük bir sıcaklık oluştuğunda derin bir nefes aldım. Uzun zamandan beri annemden sonra ilk defa benimle böyle konuşmuştu, sanki güven veriyordu. Gözlerimi kırpıştırıp Özgür'e baktığımda gülümsemeye çalıştım. "Kendini iyi hissediyorsan bir anneme uğrayalım." Kafamı salladığımda kolunu yeniden bana doğru uzattı. Koluna girdiğimde yavaşça Özgür'ün anne ve babasının yanına ilerledik. Yanlarına vardığımızda Özgür kolumdan yavaşça çıkıp babasının omzuna dokundu. "Baba?" diye seslendiğinde Cesur Bey, eşiyle bize döndü. Yüzünde sıcak bir gülümseme var oldu. İlk önce oğluna bakıp sonra bana baktığında bedenlerini tam olarak bize döndürdüler. "Nasılsınız evlatlar?" Gülümseyerek kafamı hafifçe eğdim ve kaldırdım. Özgür omzunu silktiğinde Özgür'ün annesi bana doğru yaklaştı. Ellerini havaya doğru kaldırdığında bakışlarımı ellerine odakladım. "Daha iyi oldun mu?" Dudaklarımdaki gülümseme tebessüme dönüştüğünde kafamı salladım ve ellerimi havaya kaldırdım. "Evet efendim, teşekkür ederim." Özgür'ün annesi sıcak bir gülümseme ile bana bakmaya devam ederken Cesur Bey'in cümlelerini işittim. "Sizin yeriniz orada, arkadaşlarınız da yerleşti. Sizde yavaştan masanıza yerleşin birazdan başlayacağız." Özgür ile ayrılmış masaya ilerlediğimizde sandalyeyi çekip oturmamı sağladı. Kendisi de yanımdaki sandalyeye yerleştiğinde önümüze yemekler konuşmaya başladı. Yaklaşık iki saat süren yemek faslından sonra Özgür'ün dedesi tam çaprazımızdaki kürsüye çıktı. Bakışlarım Özgür'e kaydığında elindeki bardağı sıktığını fark ettim. Bakışlarını bir yere dikmişti ve sinirli görünüyordu. Bakışlarımı baktığı yere çevirdiğimde Alpay'ı fark ettim. Yanındaki kızın bakışları bana çevrildiğinde arkasına yaslanıp kafasını hafifçe iki yana salladı. Yüzünde adını koyamadığım bir durum vardı. "İyi akşamlar." Özgür'ün dedesinin sesini işittiğimde bakışlarımı kızdan alıp kürsüye çevirdim. Timuçin Bey elinden hiç düşürmediği, üzerinde yılan motifi olan bastonundan destek alarak orada duruyordu. "Öncelikle böylesine güzel bir akşamı gelerek şereflendirdiğiniz için teşekkür ederim." Bahçede alkış sesleri yükselmeye başladığında ellerimi hafifçe kaldırıp birbirine vurdum. Timuçin Bey, elini havaya kaldırıp herkesi susturduğunda elindeki bastonu biraz sıktı. "Bu akşam toplanma nedenimiz varisimin kim olacağıdır." Bakışlarım Özgür'e kaydığında Alpay'a baktığını fark ettim. Yüzüne vuran ışıktan dolayı gözleri daha belirgindi. Gözlerinin bile saklayamadığı duyguyu hissettiğimde tüylerimin ürperdiğini fark ettim. Kehribarlarının içindeki nefret sanki bir ateş gibiydi ve etrafındaki yakacak kadar harlıydı. "Varisim üçüncü torunum Oğuzhan Özgür Hancıoğlu'dur." Timuçin Bey'in söylediği isimden sonra Özgür'ün gözlerindeki harlanma giderek daha da güçlendi ve kehribarlarının içindeki siyah noktaları büyüttü. Bakışlarım istemsizce Alpay'a kaydığında masadaki elinin yumruk olduğunu fark ettim. Yanındaki kızın başının yerde olduğunu fark ettiğimde yüzünün buruştuğunu gördüm. Sanki acı çekiyor gibiydi. Bakışlarımı yeniden Alpay'a çevirdiğimde ayağa kalktı. Elinin yanındaki kızın elinde olduğunu fark ettiğimde kızın yüzündeki acının sebebini anlamıştım. Dişlerimi sıktığımda Özgür'ün yanımdan kalktığını hissettim. Hızla bakışlarım kürsüye çevrildiğinde ise Timuçin Bey'in olmadığını gördüm. Özgür'ün yanımızdan ayrıldığını fark ettiğimde hızla ayağa kalkarak peşinden ilerledim. Kapının önüne doğru ilerlerken Alpay ve yanındaki kız en önden gidiyordu. Demir kapıdan dışarıya çıktığımızda Alpay yanındaki kızı arabasına bindirip bize doğru ilerlemeye başladı. Elini havaya kaldırıp işaret parmağını Özgür'e salladığında Özgür'ün tam arkasında durdum. Alpay'ın gözlerinde gördüğüm kin, sanki o an bizi içine hapsedecek gibiydi. "Şu andan itibaren seninle ölüme kadar düşmanız Oğuzhan Özgür Hancıoğlu. Sonun Andromeda gibi olacak." Alpay'ın cümleleri zihnimde derin bir sarsıntıya neden olurken bakışları bana döndü. Özgür kolumdan tutup beni arkasına saklamak istediğinde Alpay'ın dudaklarındaki sahte gülümsemeyi fark ettim. "Arkana sakladığın kızı iyi koru Zeus." Alpay, başını hafifçe yana eğdiğinde bakışlarımız kesişti. "Çünkü onu öyle bir kırmızıya bulayacağım ki sahip olduğu geçmişi unutup sizin geçmişinizin içinde boğulacak." İstemsizce yumruklarımı sıktığımda kolumdaki elinde beni sıktığını hissettim. Kolumdaki acı bir sinek ısırığı gibi gelirken en acı veren duygu ruhuma inmişti. Hırs, acıya bürünmüştü ve sonu kırmızıydı. Alpay, bize arkasını dönüp arabasına doğru ilerlediğinde gözlerimi kapatıp başımı Özgür'ün omzuna yasladım. Sokakta yankılanan ara gaz sesiyle Özgür bana doğru döndü. Bakışlarımı gözlerine çevirdiğimde dudaklarıma sahte bir gülümseme yerleştirdim. "Bana zarar veremeyecek çünkü yanımda sen varsın." Umut, pandora kutusunun içinde saklanan tek duyguydu. Ben o duygunun ortaya çıkması için Özgür'ün gözlerine bakarak bekliyordum ama ne Özgür dudaklarını aralayıp bir şey söyledi ne de umut onun gözlerinin içinden doğdu. Umut, pandora kutusunun içinde yine gizli kaldı. "Seni ondan koruyamam ama saklarım. Yanımda durup, benimle iş birliği yaparsan onu alt ederim Eflal." Kafamı hafifçe salladığımda elini cebine sokup araba anahtarını çıkarttı. Eliyle arabayı işaret ettiğinde yavaş adımlarla yürümeye başladım. Arabanın kapı kilitleri açıldığında Özgür, arka kapıyı açtı ve bana doğru döndü. "Üzerini değiştir, evine gideceğiz." Hiçbir şey söylemeden arka koltuğa oturup kapıyı kapattım. Hızla üzerimi değiştirip kapıyı açtığımda Özgür şoför koltuğuna doğru ilerledi. Ön koltuğa yerleştiğimde Özgür arabayı çalıştırıp sürmeye başladı. Sessiz geçen yolculuk sonrası Özgür, arabayı evin önünde durdurduğunda arabadan inip bakışlarımı eve çevirdim. Sanki gözlerimin önünde genç bir kız çıplak ayaklarıyla bana bakıyordu. Cızırdama sesiyle sokağı aydınlatan lamba yüzüne vuruyordu. Uzaktan belirgin olan dolmuş mavi gözleri her an akacak gibiydi. "Eflal?" Özgür'ün sesiyle önümdeki genç kız kaybolduğunda bakışlarımı ona çevirdim. Yüzündeki ifadesizliği korurken kafasını hafifçe yana doğru eğdi. "Geçmişinle yüzleşmelisin yoksa seni ondan koruyamam." Kafamı sallayıp sağ elimi çantamın içine soktum ve anahtarı bulup çıkarttım. Evin kapısının önünde durup anahtarı deliğe soktum ve iki tur çevirdim. Kapı açıldığında Özgür ile içeriye girip kapıyı kapattım. Bakışlarımı evin içinde dolaştırdığımda içeriyi, yalnızca camdan süzülen sokak lambasının aydınlattığını fark ettim. Yerini ezbere bildiğim ışık anahtarlarına bastığımda yanmadığını fark ettim. "Elektrikleri kesmişler." Yüzüme vuran beyaz ışıkla gözlerim kamaşırken elimi gözlerime siper ettim. Özgür, hızlıca elindeki telefonun ışığını yere doğrulttu. Bakışlarım halının üzerine indiğinde zihnimden hiç silinmemiş olan anı gözlerimin önüne düştü. Kırmızıya boyanmış bir halı yoktu ama bende bıraktığı izi vardı. "Biraz oturalım mı Eflal?" Özgür'ün sorduğu soruya cevapsız kalarak koltuğa doğru ilerledim. Bedenimi yavaşça koltuğa bıraktığımda Özgür, telefonu bizden uzağa bıraktı ve tam karşıma oturdu. Ev, uzakta bırakılmış ışığın sayesinde biraz daha aydınlığa kavuşmuştu. Gözlerimin odağına giren komodinin üzerindeki resim zihnimin en derinliklerindeki, yosun tutmuş bir anıyı gün yüzüne çıkardı. Bir kadının portresi, siyah işlemeli bir çerçevenin içine sıkışmıştı. Elimi kaldırıp o çerçeveye dokunmak istediğimde yere gürültüyle düştü. Hızla geriye çekildim, ben yapmamıştım. Konsolun önünde küçük bir kız çocuğu belirdi. Mavi gözlerindeki korku ifadesi aynı o an hissettiğim duyguyla aynıydı. Titreyen elleriyle yerdeki kırılmış çerçeveye dokundu. Parmaklarının uçlarını kesen cam parçaları, bana o gün verdiği acı gibiydi. Ayakları, dizlerini taşıyamayıp kırıkların içine düşmesine sebep olduğunda ellerimi istemsizce dizlerime götürdüm. O kırıkların izleri hâlâ dizlerimin üzerindeydi. Bir anda küçük kızın kollarından biri tuttuğunda kolumda bir sızı hissettim. Küçük kızın gözlerinden dökülen yaşlar yanaklarıma vuran sıcaklıkla aynıydı. Kulaklarıma dolan bağırış sesi hiç hafızamdan silinmemişti. Aslında sadece o resme bakmak istemiştim. Babamın beni sevmediğini işte ilk olarak o zaman anlamıştım. Babamın bana açtığı, çocukluğumun ilk yarasının adı sevgisizlikti. "Eflal! Daldın?" Özgür'ün sesiyle düştüğüm girdaptan kurtulduğumda bakışlarımı komodinin üzerindeki resimden çekip ona baktım. Loş ışıktan dolayı koyulaşmış kehribar gözleri bal rengi gibiydi. Bu sefer bir başka değişikti. Sanki zihnimi köreltmiyor, hükmediyor gibiydi. "Bu ev senin geçmişin, her şeyin başladığı yer. Bu kapıdan çıktığın an zaferle yoluna devam etmen gerek." Özgür, haklıydı. Her şeyin başladığı bu evde geçmişin sonunu getirmek benim ellerimdeydi. Derin bir nefes alıp açmaya korktuğum ruhumun kapılarını araladım ve birikmiş zehrinin dilime akmasına izin verdim. "Her şey aslında onun eve sarhoş gelmesiyle başladı." Bakışlarım duvardaki saatte takılı kalmıştı. Çıkarttığı tik ve tak sesi kulaklarımın içinde uğulduyordu. İçimde, adını koyamadığım bir sıkıntı sanki akrep gibi yavaştı ve zihnimdeki düşüncelerimi alt üst ediyordu. "Anne, babam ne zaman gelecek?" Bakışlarımı saatten koparmadan sorduğum sorum cevapsız kaldığında gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. İçimdeki sıkıntı giderek daha da büyüyordu. Gözlerimi açıp öne doğru eğildiğimde önümdeki meyve tabağının üzerindeki bıçağa baktım. Metal, sivri ucuna kirazın rengi bulanmıştı. Rengi, kan kırmızısına benziyordu. Gürültüyle açılan kapı ile irkilerek ayağa kalktığımda bakışlarım kapıya çevrildi. Babam gelmişti ama ayakta duramayacak kadar yine sarhoştu. Kapıyı sertçe kapattığında bakışları bana döndü. Çatık kaşları ve kayık gözleriyle bana bakmaya devam ederken öne doğru yalpaladı. Annemin ayağa kalktığını fark ettiğimde ona doğru ilerledi ve koluna girdi. "Haydi, gel seni yatırayım." Babam, annemin tuttuğu kolunu geriye doğru sertçe çektiğinde annem geriye doğru yalpaladı. İşte bu sefer benimde kaşlarım çatılmıştı. "Sen niye hâlâ ayaktasın?" Annem, hızlıca devreye girerek yeniden babamın koluna uzandı. "Yarın sabah konuşursunuz. Haydi, yatalım saat geç oldu." Bakışlarım istemsizce saate kaydığında gece yarısına beş dakika olduğunu fark ettim. o sırada büyük bir gürültü olduğunda hızla bakışlarımı anneme çevirdim. Yerdeki bedenini gördüğümde kaşlarımın ortasının iyice çukurlaştığını hissettim. "Bak, birde bana kaşlarını çatıyor." Babam büyük, sert adımlarıyla yeri titreterek bana doğru yaklaştı ve elini hızla havaya kaldırdı. Yanağıma inen sert tokat ile biraz önce oturmuş olduğum koltuğa düştüğümde gözlerimin dolmasına engel olamadım. "Gökhan!" Annem, babamın adını bağırıp hızla ona yaklaştığında annemi yeniden yere ittirdi. Bakışlarım sehpanın üzerindeki bıçağa kaydığında saçlarım sertçe çekildi. Yanağıma aldığım sert darbe ile bu sefer bıçağın olduğu sehpaya yüz üstü düştüğümde aklımda o an sadece bir düşünce vardı. Bıçağı sağ elimle kavrayıp sehpanın üzerinden doğruldum ve bir anda babamın kalbine doğru salladım. Korkuyla geriye çekildiğimde bıçağın orada kaldığını fark ettiğimde babam sehpanın üzerine düştü. Sehpa gürültüyle ikiye ayrılıp kırıldığında kalbimin üzerindeki bıçakta onunla beraberdi. Hızla yerde yatan babamın kalbindeki bıçağın etrafına ellerimi sardım. Bıçağın kenarlarından süzülen kanlar ellerime bulaşırken zihnime izlerini bırakacağından haberim yoktu. "Eflal, dışarıya çık ambulansı çağırdım." Annemin sesiyle kendime gelirken ellerimi bıçaktan çekip ayağa kalktım ve kendimi sokağa attım. Soğuk, sanki tüm bedenimi sarmıştı. Çıplak ayaklarım, betonla birleşmiş ve tüm bedenime soğuğun işlemesine neden oluyordu. Bir anda karşıdan gelen mavi ve kırmızı ışıklı ambulans arabasının geldiğini fark ettiğimde kenara çekilip bekledim. Ambulans evin önünde durduğunda hızla koşarak ambulansın kapısına dayandım. "Ölüyor." Dudaklarımdan çıkan tek sözcük buydu. Aracın içinden çıkan bir tane kadın beni sakinleştirmeye çalışırken diğer görevliler eve doğru ilerledi. Hızla beni tutan kadından kurtulup eve girdiğimde sağlık ekiplerinin babama müdahale yaptığını fark ettim. Saplanmış bıçağı çıkartmışlardı onun yerine gazlı bezlerle kanları durdurmaya çalışıyorlardı. Taktıkları makineden uzun bir çizgi akmaya başladığında bakışlarım istemsizce saate kaydı. "Ölüm saati 00:00." Ve saat durmuştu. "Salladığım bıçağın saplanacağını asla tahmin etmezdim. Bana doğru yaklaştığını fark etmemiştim. Her şey annemi dövdüğü için oldu aslında, beni dövmüş olması canımı eskisi kadar yakmıyordu." İşaret parmağımı şakağıma dayadım. "Burası, işte burası beni yöneten yer. Hafızamın içi geçmişle dolu Özgür, ben ne kadar yüzleşmeye çalışsam da eninde sonunda o galip gelecek." Özgür, kafasını iki yana salladığında derin bir nefes aldım. "Hafızana hükmetmek senin elinde, Eflal." Gözlerimi kırpıştırıp ayağa kalktım ve elimde merdivenleri gösterdim. Özgür hiçbir şey sormadan ayağa kalkıp telefonunu aldığında yukarıya çıkmaya başladık. Yukarıya çıktığımızda odama girdik. Bakışlarımı Özgür'e çevirip avucumu uzattım. "Çakmağını verir misin?" Özgür, açık avucuma çakmağını bıraktığında masamın üzerinde duran mumu yaktım. Turuncu alev odaya loş bir ışık yaydığında bakışlarım pencereye çevrildi. Pencerenin önünde durmuş, bana arkası dönük bir genç kız vardı. Gözlerimi kırpıştırıp karanlık duvara doğru ilerledim ve sırtımı yasladım. Sırtımın yavaşça duvarda kaydırıp yere oturdum. Bacaklarımı kendime doğru çekip kollarımı etrafıma sardım. Bakışlarımı Özgür'ün karartısına sabitlediğimde bana doğru geldiğini fark ettim. Yanıma gelip benim gibi yere oturdu. Bakışlarımı yanan muma sabitlediğimde alevi, ruhumun aralı kapısından içeriye sızdı. Kulaklarıma dolan hayali bir saatin sesi beni ruhumdaki, o anının içine hapsetti. "Suçu ben üstleneceğim." Kulaklarıma dolan mırıltılarla bakışlarımı ellerime indirdim. Ellerime sinmiş olan koku sanki ellerimin üzerinde bir katman bırakmıştı. Ellerimi iki yanıma bıraktığımda bakışlarımı, anneme çevirdim. Zihnimde birikmiş olan cümleleri söylemek istedim ama nasıl konuşacağımı bile unutmuştum. "Korkma, hapse girmeyeceksin. Ben bir çaresini bulacağım." Dudaklarımın arasından şuh bir kahkaha kırıntısı döküldüğünde sol yanağımdan akan yaşı hissettim. Sırtım yavaşça duvarda kayarken kanlı ellerim dizlerimin üzerine kapandı. Kalçalarımın mermere değdiğini hissettiğimde derin bir nefes alıp bakışlarımı karanlığın içindeki siluete diktim. "Peki, ondan sonra ne olacak anne?" Derin bir sessizlik oluştuğunu zannettiğim anda bir kibrit sesinin ardından mumun alevi odayı aydınlattı. Annemin bana doğru yaklaştığını adım seslerinden fark ettiğimde ellerime dokunduğunu hissettim. Hızla ellerimi geriye çekmek istediğimde annem zorla ellerimden tutmaya devam etti. "Ellerindeki kanı sileceksin ve ayağa kalkacaksın. Okulunu değiştirip farklı bir üniversiteye devam edeceksin. Bu böyle devam edecek. Bu senin kaderinde varmış Eflal. Bunu biz değiştiremeyiz ama çözüm üretiriz. Seni saklayacağım kızım. Seni geçmişinden saklayamam ama geleceğinden korurum." "Annem bir ay boyunca hapishanede kaldı. Sonraki davada ise suçu savunma olarak kayda geçti ve tahliye edildi. Ardından okulum değişti, şu an okuduğum okula gitmeye başladım. Geçmişimden saklayamadı ama geleceğimden korudu. Geleceğimin kırmızı bir çizgiye boyanmasına izin vermedi." Bakışlarımı Özgür'e çevirdim. Onu göremesem de yanımdaki varlığını hissedebiliyordum. "Artık geçmişimle yüzleştim Özgür ama onu içimden atamam. Bazıları canımı yakarak ruhuma işlendi. Eğer içimden söküp almaya çalışırsam kabuk tutmuş olanlar bir daha kapanmayacak şekilde hasarlı kalacak." Özgür'ün bana baktığını hissettiğimde iç çekişini duydum. "Herkesin içinden söküp atamadığı, atarsa boşluğunu dolduramayacağını bildiği yaraları var Eflal. Ben sana hiçbir zaman onları oradan söküp at demedim, sadece yüzleş dedim. Sen bugün geçmişinin olduğu evde hem kendinle hem de onun bıraktığı yaralarla yüzleştin." Kafamı belli belirsiz salladığımda Özgür'ün ayağa kalktığını fark ettim. Telefonun ışığını açtığında derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Masaya doğru ilerleyip mumu üfledim ve odadan çıktık. Merdivenleri inip salona geçtiğimizde kapıya doğru ilerledim. "Alman gereken bir şey var mı?" Özgür'e bakıp kafamı iki yana salladım. Evden çıkıp kapıyı kapattım ve yeniden iki kez kilitledim. "Özgür!" Bir kadının seslendiğini işittiğimizde bakışlarımız arkaya döndü. Bu kadın, akşam Alpay'ın yanında gördüğümüz kadındı. Özgür ellerini ceplerine sokup kadının yanına doğru ilerlediğinde peşinden ilerledim. Kadının tam karşısında durduğumuzda kadın bakışlarını Özgür'ün gözlerinde sabitledi. "Alpay'ı size karşı planları var." Kadın, Özgür'e ilerleyip kollarından tuttu ve sarstı. "Lütfen Özgür, o senin ağabeyin. Ölene kadar düşman olamazsınız. Barbaros'un başına gelenlerin aynısını size de yapacak." Dişlerimi yanağımın içine sertçe geçirdiğimde kadının bakışları bana doğru döndü. Ellerini Özgür'ün kollarından çekip benim ellerimi tuttu. Gözlerimin büyüdüğünü hissettiğimde gözlerindeki acı çok belliydi. Kadın, acı çekiyordu. "Lütfen, bu düşmanlığı sen bitirebilirsin. Onların birbiriyle düşman olmasına izin verme!" derken sarsıyordu. Özgür, elini kadının eline koyup yavaşça ellerimden kopardı. "O bu işe karışmayacak. Bu benim ve Alpay'ın arasında." Kadın, kafasını iki yana salladı. "Hayır, seni bitirmek için Eflal'i kullanacak. Tıpkı Nalan'ı istedi için Barbaros'u öldürdüğü gibi Özgür." O da Alpay'ın bir katil olduğunu biliyordu ama neden hâlâ yanında duruyordu. Aklıma birkaç anı düşerken kadın yeniden ellerimden tuttu. "Lütfen Eflal." Zihnime düşen anılardan biri Özgür'e aitti. "Alpay, kız arkadaşını asla mekâna getirmez." "Lütfen Hera!" Kadın bana takılmış lakabımla seslendiğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. "Lakabımı nereden biliyorsun?" Kadın, gözlerini benden kaçırarak ellerini ellerimden çektiğinde bize arkasını dönüp ilerledi. Bakışlarımı Özgür'e çevirdiğimde bakışlarının kadında takılı olduğunu fark ettim. "Serap, onu yenebilirsin! Aidoneus'u bitirmem de bana yardım edebilirsin. Sen onun zaafısın!" Adının Serap olduğunu öğrendiğim kadın adımlarını durdurdu ve sadece başını yana çevirerek omzunun üzerinden bize doğru baktı. "Özür dilerim Oğuzhan ama Alpay'ı satamam." Özgür'ün biraz önce kurduğu cümleden zihnim, bir tanesi içinden çekip çıkardı. Onu aldı ve ruhumun kapılarından içeriye soktu. Kapılarını kapatıp onu içeriye tutsak ettiğinde o sözcüğü tekrarladım. Zaaf? "Zaaf, oyunların en vazgeçilmez tutkusudur. Karşındaki rakibin libidosunu yükseltir fakat zaafı olan kişi için en tehlikeli durumdur." Özgür'ün sesi zihnimde yankılanırken o kadının kim olduğunu anlamıştım. Serap; Hades'in en büyük zaafı olan Persephone'du. -
BÖLÜM SONU SOSYAL MEDYA HESAPLARI; Instagram: _jupiterdebirokur Tiktok: jr.napolita X: sultanakr9
|
0% |