@sultanakr
|
Yazılma Tarihi: 19 Haziran 2021 Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
“Persephone” Serap Kurt, Ağzından İnsan, üç günlük hayatına acıyı, öfkeyi ve kini sığdırdığında mutlu olmayı unutmuştu. Acıdan doğan sevgisizlik, öfkeden doğan bir hırs ve istediğini alamaması onu kine yönlendirmişti. Mutluluk ise tıpkı umut gibi pandoranın kutusunda saklı kalmıştı. Hâlbuki kalbinin orta yerindeki süveydayı bitirseydi o da mutlu olabilirdi. Süveyda. Peki, o neydi? İnsan, doğduğu ilk anda kalbinde siyah bir nokta ile doğar. O nokta siyah renge boyanmış tüm kötülüklerin tasviri olur. İnsanın yapması gereken kalbindeki o süveydayı iyilik yaparak atmasıdır fakat o bunu başaramadı. Herkes tarafından bilinen adı Alpay'dı ama benim tanıdığım adam Aidoneus'tu. O, ona takılmış bir lakabın izinden giderek kötü olmayı seçti ama kimse ona kötü ol demedi. Sırf kalbindeki süveydayı atmadı diyerek ona verdikleri isim yüzünden o siyah nokta giderek daha da büyüdü, büyüdü ve tüm kalbini kötülüğe teslim etti. Onu saplandığı bataktan kurtarmak için çok çabaladım, üzerimin batmasını önemsemedim ama bir gün battığı bataklıktan kendisi çıktı. Bataklıktan çıkmak için ona uzatılmış bir eli batırdı. Alpay, Barbaros'u öldürmüştü. Gözlerimi ne zaman kapatsam onun o gece ki halini unutamıyordum. Birkaç saat önce, sadece birkaç saat önce birlikte oturup yemek yediğimiz masanın o geldikten sonra yerle bir olmasını hafızamdan silemiyordum. Gözlerinde birleşmiş olan çaresizlik ve zafer görünümü tanıdığım adamın o olmadığını düşündürmüştü. Kulaklarımdaki ona ait olmayan kahkahası arada bir zihnimde yankılanıyordu. Artık Alpay gerçekten Aidoneus lakabına erişmişti. "Persephone." Bana taktığı lakapta buydu. Hiçbir zaman bu lakaba yakınlık hissetmemiştim. Çünkü o hikayede Hades yine kötüydü ama Persephone deliler gibi aşıktı. O yüzden onu kaçırma girişimde bulunmuş ve yer altına kapatmıştı ama bizimkisi onların hikayesinden çok farklıydı. Alpay bana aşık değildi, ben ona deliler gibi aşıktım. O, Nalan'ı seviyordu. İşte bu yüzden onu istediği için Barbaros'u öldürmüştü. Nalan, Alpay'ın kalbindeki o süveydayı bildiği için ona hiç yüz vermemişti. Çünkü benim olduğumu biliyordu, olmasam bile Nalan Barbaros'u çok seviyordu. Barbaros Nalan'a Andromeda, Nalan ise Barbaros'a Perseus dedi. Birbirlerinin hikayeleri kitaplarda okuduğumuz efsanelere benziyordu. Sadece aralarındaki tek engel Alpay'dı. Herkes Alpay'ı kötü bildi ama kimse onun ne yaşadığını bilmedi. Aslında o kalbindeki süveydayı bitirebilecek güçteyken ona sen kötüsün demekle yetindiler, o da kötü olmayı seçti. Tıpkı ömrü bir günlük olan kelebeğe 'Hayat, çok güzel.' demek ile aynı şeydi. O, aslında bir kelebek gibiydi ama o kozasından hiç çıkamadı. Çıksaydı kanatlarını özgür bırakıp uçmayı deneyecekti ama olmadı. Alpay, örülmüş bir kozanın içinde ölüme terk edilmiş bir kelebekti. Eflal Keskin, Ağzından Gökyüzünden yeryüzüne düşen yağmurlar, sanki ağlamak isteyip de ağlayamayan bir insanın gözyaşlarıydı. Bakışlarım giden bir kadının sırtında takılı kalırken omzuma değen ellerle bakışlarımı çekmek zorunda kalmıştım. Gecenin karanlığına bulanmış yüzün yarısına baktığımda gözlerini kıstı. "Onun kim olduğunu biliyorsun, değil mi?" diye sordu. Kafamı istemsizce salladım, biliyordum. "Persephone." Özgür kafasını salladığında derin bir nefes alıp bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Yüzüme vuran damlalar hızını arttırdığında başımı indirip Özgür'ün hiçbir şey söylemesine izin vermedim ve arabaya doğru ilerledim. Ben arabanın yanına vardığımda farların ışıkları otomatik olarak yanmıştı. Ön kapıyı açıp arabaya bindiğimde önüme gelen ıslak saçlarımı geriye doğru savuşturdum. Özgür şoför koltuğuna oturduğunda ısıtıcıyı çalıştırıp arabayı sürmeye başladı. Bakışlarımı cama çevirdiğimde Özgür'ün yansımasını camdan izledim. Direksiyondaki elleri gevşekti ama yüzü sertti. Gözlerini yoldan hiç ayırmıyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldığımda başımı geriye doğru yasladım. "Uykun mu geldi?" Göz kapaklarım Özgür'ün sesiyle aralandığında bakışlarımı ona doğru çevirdim. Bakışlarını bir saniyelik yoldan çekip bana baktığında iç çekti ve yeniden yola bakmaya devam etti. "Aklına takılmış bir soru var ise sorabilirsin." Kafamı iki yana salladığımda konuşmak için dudaklarımı araladım ama sesim sanki çok uzaklardaydı. Dudaklarımı kapatıp yola bakmaya başladığımda sileceklerin sesinin arabanın içindeki tek ses olduğunu fark ettim. Yağmur damlalarını sev kızım. Her damlası gökten yerdeki biri için düşermiş. Zihnimdeki, anneme ait olan ses ruhumdaydı. Gözlerimi kapatıp onun sesini dinlemek istedim ama onunla yüzleşmek istemiyordum. Bulanık zihnim yorgundu ve ben artık bazı şeyleri kaldırabilecek güçte değildim. "Eflal." Özgür'ün sesi arabanın içindeki sessizliği bozduğunda derin bir nefes aldım. Konuşmak yerine beklemeyi tercih ettiğimde Özgür'ün iç çekişini duydum. Bir elini direksiyondan çekip yandaki göze soktuğunda sigara paketini ve çakmağını çıkardı. İçinden bir dal çıkartıp yaktığında çakmağı eski yerine koydu ve kendi tarafındaki camı açtı. Arabanın içine dolan rüzgâr ürpermeme neden olurken burnuma sigara dumanı doldu. "Aklın karışık gibi?" Özgür, yeniden sessizliği bozduğunda bu sefer zihnimdeki bulanıklık daha da arttı. "Evet, karışık." Özgür'ün bana baktığını hissettiğimde yola bakmaya devam ettim. "Aklını karıştıran nedir?" Cevap verecek cümleleri bulamadığımda omzumu silktim. Araba kısa bir süre sonra durduğunda bakışlarımı Özgür'e çevirdim. Arabanın farlarını kapattığında hiçbir ışık kaynağı kalmamıştı. Özgür, gözlerini bana çevirmeden sadece direksiyona bakıyordu. Ne düşündüğünü bilmiyordum ama onunda kafasının karışık olduğunu fark etmiştim. "Peki, senin aklını karıştıran ne?" Özgür, direksiyondaki ellerini yumruk yaptığında parmak boğumları beyaz kesti. Aklında ne düşünüyorsa ona acı verdiği kesindi. Elim istem dışı havaya kalktığında onun yumruk yaptığı elinin üzerine kondu. Bakışlarımı Özgür'e çevirdiğimde kehribarlarını bana çevirdi. İşte o an gözlerinin içindeki çaresizliği gördüm. Sanki birinin onu kurtarmasını bekliyordu. Avucumun altındaki eli okşadığımda iç çekip bakışlarını benden çekti ve karanlığa dikti. "Ne olacağını düşünüyorum. Önümüz uçurum ve biz giderek büyük bir çığa dönüşüyoruz. Önümüze kim çıkarsa onu da aramıza alıp uçurumun ucunda bekleyen birini aşağıya atacağız." Zihnimdeki karanlıkta bir kadının sesi çınladı ve dilime sözleri aktı. "Annem bana bir keresinde 'Düşünce çığa benzer evlat. Bir kere ona boğulduğunda ardı arkası kesilmez ve zihninde giderek büyür.' derdi. Haklısın, önümüze kim çıkarsa onu da aramıza alıp uçurumun ucunda bekleyen birini aşağıya atacağız." Elimi Özgür'ün elinin üzerinden çekip ona doğru döndüğümde bakışlarını karanlıktan çekip bana döndürdü. "Ama unuttuğumuz bir şey var Özgür. Onu aşağıya attığımızda biz de düşeceğiz." Özgür kafasını salladığında gülümsemeye çalışıp arabanın kapısını açtım ve aşağıya indim. Özgür'de arabadan inip kilitlediğinde birlikte eve doğru ilerledik. Büyük demir kapıdan içeriye girdiğimizde kapıda bizi bekleyen biri vardı, Özgür'ün annesi. Endişeli bakışlarıyla bize doğru ilerleyip oğluna sarıldığında ellerimi ceplerime sokup aralı kapıdan içeriye girdim. Merdivenleri tırmanıp yukarıya, odaya çıktığımda kapıyı kapatıp çantamı masanın üzerine bıraktım. Üzerimi gece kıyafetleri ile değiştirip balkona çıktım. Balkon demirlerine tutunarak bakışlarımı gökyüzüne çevirdiğimde gri ve siyah bulutların işgalini gördüm. Sanki fırtına çok yakındı ve herkesi içine alıp yutacak gibiydi. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes almayı denedim. Zihnimin oksijene ihtiyacı vardı ve içim bir türlü rahatlamıyordu. "Uykun yoksa biraz dertleşelim mi?" Özgür'ün sesini duyduğumda gözlerimi açıp ona baktım. Üzerini değiştirmiş, eline bir viski şişesi ve iki bardak almıştı. Oturduğu duvardan benim olduğum tarafa doğru atladığında yanımızdaki masaya elindekileri koydu ve sandalyeye oturdu. Onun karşısındaki sandalyeye oturduğumda bardaklara viski doldurup birini önüme doğru ittirdi. Bardağı masadan kaldırmadan avuçlarımın arasına aldığımda gözlerimi Özgür'e çevirdim. "Evet, önce sen başla." diye söylendim. Özgür, elindeki bardağı dudaklarına dayayıp tek bir yudumda bitirdiğinde masaya koyup derin bir nefes aldı. "Ağabeyim öldüğünde hayat bana o kadar zor gelmişti ki intihar etmek istemiştim. Tıpkı senin yaptığın gibi ama fikrim askıda kaldı." Özgür'ün acıtıcı sözleri beni yaralamaya başladığında kafamı salladım. "Ölüm ile yaşamın arasındaki farkı çözmektense intihar etmek daha mantıklı gelmişti." deyip ellerimin arasındaki bardağın içindeki sıvıyı iki yudumda bitirdim ve masaya bıraktım. Özgür bardakları doldurduğunda bardağı yeniden ellerimin arasına aldım. "Annemin bir daha hiç konuşamayacağını öğrendiğim gün sanki bir daha hiç duyamayacakmış gibi hissettim. Sanki birisi kulaklarımı kapatmış gibiydi. Oysaki sadece annem konuşamıyordu." Düşüncelerimi paylaşmak yerine içkiyi fondip yaptığımda bu sefer boşalan bardağı ben doldurdum. Sanki zihnimdeki bulanık yerini giderek içkinin yarattığı mahmurluğa bırakıyordu. "Peki, Alpay'ın Barbaros'un katili olduğunu öğrendiğinde ne hissettin?" Dilimden dökülen soruyla bakışlarımı Özgür'e çevirdiğimde o da cevap vermek yerine içkisini doldurdu ve fondip yaptı. Bardağı masaya bıraktığında içki şişesini kenara kaydırdı. "Bu içtiklerimiz umarım zihnindeki bulanıklığı götürmüştür. Bundan fazlasını içmeyeceğiz." Kafamı salladığımda elimdeki bardağı alıp viski şişesinin yanına bıraktı. Arkasına yaslandığında tek bir bacağımı kendime doğru çekip yanağımı yasladım ve bakışlarımı manzaraya çevirdim. "Işıklar çok güzel görünüyor, değil mi?" diye sorguladım. Özgür, cevap vermedi ama ayağa kalktığını hissettim. Odaya geçip kısa bir süre içinde önümde durduğunda elindeki battaniyeleri kucağıma bıraktı ve sadece bir tanesini elimden aldı. Elimden aldığı battaniyeyi yere yazdığında yaptığı şeyi anlamıştım. Ayağa kalkıp yazdığı battaniyenin üzerine yattığımda Özgür'de yanıma yattı. Elimdeki battaniyeyi üzerimize örttüğümde bakışlarım gökyüzüne çevrildi. "Normalde gökyüzü de güzeldir ama içimiz gibi kararmış." Özgür'ün kurduğu cümle ile gülmeye başladığımda elimi dudaklarımın üzerine kapatıp gülmemi sakinleştirmeye çalıştım. Bana bakışlarını hissettiğimde gülümsemem tebessüme dönüştü. Ona bakışlarımı çevirdiğimde gözlerini kaçırıp gökyüzüne bakmaya başladı. Onun yaptığı gibi yapıp bakışlarımı gökyüzüne kaçırdığımda derin bir nefes aldım. "Sence, biz böyle bir hayatı hak mı ettik yoksa biri bizi sevmiyor mu?" Sorduğum soruya bir cevap gelmediğinde bakışlarımı gökyüzünden çekip Özgür'e baktım. Göz kapaklarının kapalı olduğunu gördüğümde aldığı nefesleri izledim. Derinleşen nefes alış verişleri uyuduğunun kanıtı olmuştu. İç çekip ona doğru döndüğümde kaşlarının çatıldığını fark ettim. İşaret parmağımı kaldırıp kaşlarının ortasına dokunmak istediğimde dudaklarının aralandığını gördüm. "Ağabey." İşaret parmağımı avucumun ortasına yuvarladığımda diğer parmaklarımı da avucumun içine sakladım. Özgür, her ne yaşadıysa şu an kâbus görüyordu. Kapalı göz kapaklarının ardında hızla hareket eden hareleri sanki bir şeyleri gördüğünü zannediyordu. Nefes alışverişleri hızlanmaya başladığında sıktığım yumruğumu açıp elimi saçlarına götürdüm. Çatılan kaşları hafifçe düzelmeye başladığında aldığı nefeste dizginlenmişti. Başını hafifçe kaldırıp yukarıya doğru çıktığımda kollarımın arasına aldım. Acı, bizim içimizdeydi. Rüyalarımıza girecek kadar derinimizdeydi. Yaşadığımız o anılar, bir zaman gibi hızla ilerliyor ve daha da derinlere iniyordu. Zaman geçtikçe de orada kalıp bizi sürekli rahatsız ediyordu. "Ağabey." Özgür'ün sesini işittiğimde omuzları hafifçe sarsılmaya başladı. Gördüğü şey her ne ise onu sanki ağlatıyor gibiydi. Yüzümü hafifçe onun yüzüne eşitlediğimde yüzünün buruştuğunu fark ettim. Kapalı gözlerinin arasından bir damla yaş süzüldüğünde başparmağımla o yaşı silip başını göğsüme yasladım. Sarsılan omuzları yavaşça durmaya başladığında derin bir nefes alıp verdim. Geçmişin izleri bizim en kötü rüyalarımızdı. Gözlerimi kapatıp çenemi Özgür'ün başına yasladığımda içimdeki geçmişin acılarını izlemeye karar verdim. Gözlerime birinin ışık tuttuğunu fark ettiğimde irkilerek gözlerimi araladım fakat kimse ışık tutmuyordu. Güneş, dün geceki savaşını kazanmış gibi kara bulutları dağıtmıştı. Yattığım yerden doğrulduğumda yatakta olduğumu fark ettim. Elimi çatlayan başıma götürdüğümde dün ki anılar zihnime doluşmaya başladı. En son Özgür ile balkonda uyuyakalmıştık. Büyük ihtimalle beni odaya o taşımıştı. Bacaklarımı yatağın kenarından sarkıttığımda çıplak ayaklarımın yere değmesine izin verdim. Ayağa kalkıp gardıroptan, kazak ve pantolon aldım ve kendimi banyoya attım. Çok kısa süren bir duş faslından sonra kıyafetlerimi giyip saçlarımı at kuyruğu yaptım ve odadan çıktım. Merdivenleri inip aşağıya indiğimde hazır olan masadakilere baktım. "Günaydın Eflal." Çatlamak üzere olan başıma rağmen gülümsemeye çalıştım. "Günaydın Cesur Bey." Kahvaltı masasına oturduğumda Özgür'e baktım. Uykulu gözlerini ovalayıp elindeki kahvesinden bir yudum aldı. Elime çatalı alıp hafif bir kahvaltı yapmaya başladım. Özgür ayağa kalktığında bende çayımın son yudumunu içip ayağa kalktım. "Biz gidiyoruz." Cesur Bey'e bakıp gülümsediğimde kafasını salladı. "İyi dersler çocuklar." Özgür, arkasını dönüp yürümeye başladığında peşinden ilerledim. Evden çıkıp motorların yanına vardığımızda Özgür, motorun oturak kısmını açıp içinden bir ağrı kesici paketi ve su çıkardı. Bana uzattığında derin bir nefes vererek elindekileri aldım ve bir tanesini ağzımın içine koyup suyla gönderdim. Geri uzattığımda motorun altına yerleştirip motora bindi. Arkasına bindiğimde rotamız üniversiteydi. Çok kısa süren yolculuk sonrası okula vardığımızda motordan inip bizi bekleyen çocuklara selam verdim. "Günaydın." "Günaydın Hera." Özgür'ün arkadaşları toplu bir koro gibi aynı ağızdan aynı şeyi söylediklerinde gülmemek için yanağımın içini dişledim. Özgür yanımıza geldiğinde binaya doğru ilerledik. Dersliğe vardığımızda yerimize oturup çantamı sıraya bıraktım. Ellerimi şakaklarıma koyup ovalamaya başladığımda kulağımda bir fısıltı duydum. "Hâlâ geçmedi mi?" Özgür'ün sorduğu soruyla ona baktım. "İyiyim, sıkıntı yok." Sınıfın kapısında duran çocuklar içeriye doğru geçtiklerinde öğretmenin geldiğini anlamıştım. Dik oturduğum sırada içeriye öğretmen girdi fakat yanında gördüğüm kişi beklediğimiz kişi değildi. "Bunun burada ne işi var?" Özgür'ün sesi kulaklarıma ulaşırken Serap bize bakmadan tam karşıya bakıyordu. "Boş bir sıraya geçebilirsiniz." Serap yanımızdan geçtiğinde bakışlarım onu takip etti. En arka sıraya yerleştiğinde ellerini masanın üzerinde kenetleyip ellerine bakmaya başladı. Gözlerimi kaçırıp Özgür'e baktığımda Özgür'ün Serap'a öldürecek gibi bakmasını durdurmaya çalıştım. Kolundan tutup kulağına eğildim. "Özgür, öyle bakma." Özgür, burnundan yavaşça nefes verdiğinde önüne dönüp parmaklarını çıtlattı. Arkama yaslanıp öğretmeni dinlemeye başladığımda aklım hâlâ Serap'taydı. Acaba buraya neden gelmişti? Yoksa onu Alpay mı göndermişti? Aklımdaki soruların ardı arkası kesilmezken zilin sesini duydum. Yanımdan bir gölgenin geçtiğini hissettiğimde Özgür'ün ayağa kalktığını fark ettim. Bileğinden tuttuğumda önce bileğindeki ele sonra da bana baktı. "Elini çek, Hera." Sakince ama üzerine basarak söylediği cümle ile elimi çektiğimde bakışlarını arkasına çevirdi. "Yürüyün, hava alıp gelelim." Havadan kastı sigara içmekti. Derin bir nefes alıp peşinden gitme arzusu ile doldum fakat öncelikle aklımdaki sorunun cevaplarını bulmam gerekti. Onlar derslikten çıktıklarında bende çıkıp Serap'ı bulmak için dolaşmaya başladım. Başımın ağrısı henüz geçmemişti ve bu benim canımı sıkmaya başlamıştı. Elimi yüzümü yıkamak için kızlar tuvaletine girdiğimde kapının arkasındaki kız bana baktı. "Çık dışarı, hepsi dolu." İçeride bir bokluk olduğunu sezdiğimde tek kaşımı kaldırıp lavaboya doğru ilerledim. Elimi yüzümü yıkayıp kenardaki havlu kağıttan kopardım ve yüzümü kuruladım. Ellerimi kuruladığım sırada tuvalet kabinin içinden bir kızın cümlesini duydum. "Ne hakla bu okula yeniden gelirsin?" "Hey! Artık çık dışarı." Bana seslenen kızı duymamış gibi yaparak tuvalet kabinin kapısını sertçe çaldım. Kapıya sertçe birinin çarptığını işittiğimde kaşlarımı çattım. "Bu seni hiç ilgilendirmez." Bu, Serap'ın sesiydi. "Sen beni duymadın mı?" Birden kapıyı tutan kız yanımda bitip saçıma asıldığında saçımı kurtarıp karnına bir tekme savurdum. Kız acı içinde yere yığıldığında tuvalet kabinini yumrukladım. "Çık lan dışarı!" Dudaklarımın arasından çıkan cümle tuvalette yankılandığında tuvalet kabinin kapısı açıldı. Bir adım geriye çekildiğimde uzun saçlı bir kız yerdeki kıza bakıp kaşlarını çattı. Bakışları bana döndüğünde elini bana doğru savurdu. Geriye doğru gittiğimde kolumdaki acıyı hissetmiştim. Bakışlarımı saniyelik bir arayla kızın yüzünden eline çevirdiğimde metal bir çakı parladı. Bana doğru bir hamle yaptığında kızın uzun saçlarından yakalayıp elindeki çakıyı düşürdüm ve Serap'a doğru ittirdim. Saçını tuttuğum kızın çığlığı tuvalette yankılanırken elimde bir tur döndürüp duvara sertçe yapıştırdım. Tuvalet kapısı açıldığında birkaç kız daha bana doğru koştuklarında biri Serap'a doğru koştu. Serap kızın yüzüne tokat attığında bana gelen kızlara doğru yürüdüm. İki tanesinin saçlarından tuttuğum sırada Serap, diğer kızın saçlarından tuvaletin dışına doğru sürükledi. Kızın çığlığı okulun koridorunu sarstığında iki elimdeki kızı yere doğru ittirdim. Biri saçımdan tutup beni geriye yatırdığında birisi de önden bana doğru yaklaşıyordu. Önümdeki kızın yüzüne tekme attığımda kolumun acısı başımın ağrısıyla birleşti. Dişlerimi sıkıp yere doğru eğilmiş kızın beline bastım ve ters takla attım. Artık saçımı tutan kız benim önüme eğik bir şekilde duruyordu. Kızın yüzüne sertçe dizimi geçirdiğimde kız yere yığıldı. Eteğimi düzeltip bakışlarımı Serap'a çevirdiğimde gözleri koluma takılmıştı. Bakışlarımı ondan çekip koluma baktığımda gömleğin sol kolunun sadece kırmızı renge bulandığını fark ettim. Kaşlarımı çatıp Serap'ın kolundan tuttum ve kalabalığın ters yönüne doğru sürüklemeye başladım. Boş bulduğum bir dersliğin içerisine girdiğimde Serap'ın kolunu bırakıp önüne geçtim. "O kızlar, sana niye bunu yaptı?" Serap, kaşlarını çattı. "Bu seni hiç ilgilendirmez." Dişlerimi sıktığımda artık her yerimin ağrımaya ve kolumun uyuşmaya başladığını fark ettim. Serap'ın bana sırtını döndüğünü gördüğümde gözlerimi devirdim. "Persephone." Serap hızla bana dönüp işaret parmağını salladı. "Sakın, sakın bana bir daha böyle seslenme. Sen bana lakabımla seslenemezsin." Dudaklarımdan şuh bir kahkaha koptuğunda ona doğru bir adım atıp dibine girdim. "Neden Persephone, o yeri hak etmediğini mi düşünüyorsun yoksa o lakap zaten hiç senin olmamış mıydı?" Serap elini kaldırıp bana vurmak istediğinde bileğinden tutup geriye doğru kıvırdım. "Sakın Serap. Ben ne Alpay'a ne de Nalan'a benzerim." Kolunu sertçe bıraktığımda Serap bileğini ovalamaya başladı. Geri geri yürüyerek kalçamı sıraya yasladığımda Serap'ın bana baktığını fark ettim. Sol elimi yumruk yapmaya çalıştığımda artık acıdan yapamadığımı fark ettim. Sanki bütün acılar birleşmiş ve beni bulmuştu. Dişlerimi sıkıp Serap'a bakmayı sürdürdüğümde bana doğru bir adım attı. "Sen nesin Hera?" Serap'ın sorduğu soru zihnimde büyük bir boşluk yarattığında aslında cevabın içimde saklı olduğunu fark ettim. Büyük bir boşluk görüyordum başka bir cevabı yoktu. Derin bir nefes alıp konuşmamayı tercih ettim. "Yerini bile bilmiyorsun." Kaşlarımı çattım. "Peki, sen nesin Serap? Alpay'ın kuklası." Serap dişlerinin arasından bir nefes aldığında yaslandığım yerden doğruldum. Ona doğru yaklaşıp yanından gitmek için hazırlandım. "En azından ben yerimi bilmiyorum ama sen yerini biliyorsun ve senin olduğun konum benim hiçliğimden daha kötü." Yanından geçmek istediğimde kolumdan tuttu. "Hepiniz Alpay'ı kötülediniz ama hiçbirinizin bilmediği şeyler var Eflal. Alpay, Barbaros'un katili değil. Onun katili Timuçin Hancıoğlu." Serap'ın kurduğu cümle zihnimde büyük bir darbe yarattığında kolumu ondan kurtarıp yüzüne baktım. "Bunu bana söyleme. Eğer ortada gerçek bir hakikat var ise onu git Hancıoğlu ailesine söyle." Derslikten çıktığımda boş koridoru izledim. Büyük ihtimalle herkes dersliklere dağılmıştı. Sarsak adımlarla yürümeye başladığımda kolumu artık hissetmiyordum. Bakışlarımı koluma çevirdiğimde parmak uçlarımdan akan kanı fark ettim. O kan, zihnimdeki anıların izlerine dolmaya başladığında gözlerim dolmaya başladı. Gözlerimi kırpıştırıp yürümeye başladığımda binanın dışına çıktım. "Eflal." Sağımdan gelen ses, Özgür'e aitti. Başımı ona doğru çevirdiğimde gözlerini kısmış bir şekilde bana baktığını fark ettim. Arkadaşlarıyla birlikte bana doğru gelmeye başladıklarında bakışlarımı tam karşıma çevirdim. Kapının önünde bekleyen Alpay'ı gördüğümde anıların izleri daha da kanla dolmaya devam etti. Bakışlarım yeniden Özgür'e çevrildiğinde adımlarının hızlandığını fark ettim. Özgür'ün bana söylediğine göre Barbaros'un katili Alpay'dı ama Serap'ın söylediğine göre Timuçin Bey'di. Burada biri ya yalan söylüyordu ya da hakikati bilmiyordu. Artık göz kapaklarımı tutamaz hâle geldiğimde bedenimin geriye doğru düştüğünü hissettim. "Lan!" "Eflal!" Bedenime sarılan ellerle yere düşmekten kurtulduğumu sanırken aslında başka bir bataklığın içine gömülüyordum. Ne olacağımı bilmeden oradan oraya savruluyordum. Gelecek, geçmişin izlerini görüyor ve onun izinden ilerliyordu. Önümüze kim çıkarsa onu da aramıza alıp uçurumun ucunda bekleyen birini aşağıya atacağız. Zihnimde yankılanan bu sözcükler aslında o kişinin ben olduğumu fark ettirdi ama olayların neresinde olacağımı söylemedi. Ya aralarına aldıkları kişi ya da uçurumun ucundaki aşağıya atacakları kişi olacaktım. Bu, benim en kaçınılmaz sonumdu. -
BÖLÜM SONU SOSYAL MEDYA HESAPLARI; Instagram: _jupiterdebirokur Tiktok: jr.napolita X: sultanakr9
|
0% |