@sultanakr
|
Yazılma Tarihi: 5 Temmuz 2021 Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
“Sınır” Alpay Aras Hancıoğlu, Ağzından Sınır. Hayatın bir sınırı var mıydı? Yaşam ve ölümü birbirinden ayıran ince bir çizgi varsa insanı, insandan ayıran bir sınır olmalı diye düşündüm. İçimdeki öfkenin, sahip olduğum varlığın insanlara karşı bir sınırı vardı ama ruhumun kapılarını araladığım kadının yoktu. O farklıydı. Hiç kimsenin giremediği ruhumun kapılarını ona araladığımda girmeyi reddetmişti ama yanımda durmayı istemişti. Gözlerine her baktığımda gördüğüm kırgınlık beni düşündürüyordu. Masumluğun karşımdaki kadının ruhunda saklıyken ben onu pişmanlıklarla ve kanlı anılarla dolu ruhuma sokmak istemem beni kötü biri yapıyordu. Ben, kötü biriydim. "Günahların bedeli ruhumuzun içinde saklıdır. Sen ruhun kapılarını açtığında oraya giren kişi senin kim olduğunu anlar." Beni pişmanlığa sürükleyen adamın ruhundan dökülen sözler bunlardı. Beni girmek ve bulaşmak istemediğim kanlı bir yazgının içine sürüklediğinde her şeyin geç olduğunu anlamıştım. Kirlenen düşüncelerim arasında kaybolmuş ve hiçbir zaman temizlenememiştim. Beni, bu bataklığın içinde yalnız bırakmayan tek bir kişi vardı. Persephone, Serap. Ruhumun kapılarını araladığım bu kadın her şeyin farkındaydı. Onu sevmediğimin, ruhumda gizli duygularımın bulunduğunu, kanlı yazgımın bıraktığı izleri biliyordu. Onu ilk bulduğumda elleri yara bere içindeydi. Küçük bir kız çocuğu gibi gözlerinden yaşlar akıyordu. Gözleri yerdeki bedene kilitlenmiş bir şekilde bir öne bir arkaya sallanıyordu. Aramızdaki tek ortak yön buydu. İkimizde en sevdiğimiz insanın katiliydik. Onu yanıma aldığımda gözlerindeki korku hiçbir zaman zihnimden silinmemişti. Ellerindeki kanı birlikte temizlediğimizde sanki geçmemiş gibi ellerini ovalayıp dururdu. Ruhuna işlenmiş en kötü anısıyla yaşamayı öğrenmeliydi ama o, anıyla yaşamak yerine benim yanımda kalıp daha da kötülerini yazmayı tercih etti. "Alpay." Sesini işittiğimde düşüncelerimden kurtulup omzumun arkasından ona baktım. Karanlığın içindeki siluetinin bana doğru yaklaştığını hissettiğimde önüme dönüp elimdeki bardaktan içkimi yudumladım. Oturduğum koltuğa oturduğunu fark ettiğimde boşalan bardağı doldurup bir yudum aldım. "İyi misin?" Havada asılı kalan bardağı yavaşça indirip önümdeki sehpaya bıraktım. Bakışlarım karanlık salonun içerisinde gezinirken ayağa kalkıp sakin adımlarla cam kenarına doğru ilerledim. Camın önüne geldiğimde ellerimi ceplerime sokup derin bir nefes aldım. İyi miydim? Sanmıyorum. Serap'a cevap vermek yerine sessiz kaldığımda salonda sadece saatin sesi yankılanıyordu. Tik ve tak sesi kulağıma ulaşıp oradan zihnimdeki düşüncelerin arasına sızıyordu. "Benimle konuşmayacak mısın?" Serap'ın sesi, saatten çıkan 'gong' sesiyle karışmıştı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldığımda karanlığın içine biraz daha gömüldüm. Adım sesi işittiğimde gözlerimi açıp sırtımı cama döndüm. Serap tam karşımda durduğunda gözlerimi hiç kırpmadan ona bakmaya başladım. Bedenindeki ve ruhundaki yorgunluk gözlerine yansımıştı. Yeşil gözleri bana birini hatırlıyordu. "Yarın seni İzmir'e gönderiyorum." Serap'ın yüzünde oluşan şaşkınlık nefes almamı zorlaştırmıştı, bunu beklemiyordu. Kaşlarını çattığında cebimdeki ellerimi yumruk yaptım. "Neden?" "Aklımdaki planı uygulamaya geçireceğim. Zarar görmemen için gideceksin." Serap'ın gözlerinin dolduğunu fark ettiğimde yüzüne vuran ay ışığına lanet ettim. Karanlığı en çok da bu yüzden seviyordum. İnsanların duygularını ve düşüncelerini gizleyen tek güzellikti. Serap kafasını iki yana salladığında derin bir nefes alıp ellerimi ceplerimden çıkardım. "Hayır, gitmeyeceğim. Bunca zaman boyunca her anında yanında oldum. Şimdi bana gelip de git diyemezsin!" Sesi salonda yankılandığında yüzüm hissiz bir ifadeye büründü. Bakışlarım yanağına düşen yaşa kaydığında dişlerimi sıktım. Karşımdaki kadın, yıllar önce hayatımın orta yerindeki kadının durumuyla aynıydı. Hayatıma giren kadınlar nedense hep acı çekiyordu. Bunun tek kaynağı bendim. "Benden bu zamana kadar ne istediysen yaptım. Okula gidip onları gözetle dedin yaptım. Lanet olsun Alpay, sadece ruhuna girmediğim için mi bunu bana yapıyorsun!" İşte, hayatın sınırı buydu. "Ben planı uyguladıktan sonra geri döneceksin." Serap, buruk bir tebessüm etti. Bana doğru bir adım yaklaştığında yaşla dolu yeşil gözleri ay ışığıyla daha çok parladı. "Bana bakınca kimi görüyorsun Alpay?" Sustum, verecek bir cevap bulamadım ama Serap artık susmayacaktı. Bunun farkındaydım. Kafasını yana doğru eğdiğinde yanağına bir damla daha düştü. "Beni hiç sevmedin değil mi?" Kurduğu cümle düşüncelerimin arasına sızdığında bir anı bulutu oluştu. Yanımdan geçen kadının kolundan tutup kendime çevirdiğimde kolunu geriye doğru savurup elimden kurtuldu. Kaşlarını çatarak bana bakarken dişlerimi sıktım. "Beni hiç sevmedin değil mi?" Anı bulutu bir anda dağıldığında dudaklarımın istemsizce aralandığını hissettim. "Persephone." Serap işaret parmağını kaldırıp bir adım geriye gitti. "Sakın, bana sakın o kelimeyle seslenme! Ben hiçbir zaman Persephone olmadım. Hades, Persephone'ye aşıktı ama sen bana değilsin Alpay. Senin o gözlerin hep Nalan'ı aradı. Hiçbir zaman bana bakmadın." "Sınırı aşıyorsun Serap." Dudaklarımdan dökülen son sözler bunlardı. Serap kafasını iki yana salladığında işaret parmağını indirdi. Derin bir nefes alıp çenesini dikleştirdiğinde yüzü hissiz bir ifadeye dönüştü. "Her zaman sınırı ben aştım, değil mi Alpay? Sen ise hep sınırını korudun. Keşke zamanında ağabeyinin karısına aşık olmayıp da sen de-." Duyduğum sözcüklerle elim hızla havaya kalkarken Serap'ın çenesini kavradım. Ona doğru bir adım yaklaştığımda kaşlarımın çatıldığını hissettim. "Sakın Serap. Beni yapmak istemediğim şeylere zorlama." Elimi çenesinden çektiğimde bana sırtını dönüp merdivenlere doğru ilerledi. Bedenimi cama doğru çevirdiğimde derin bir nefes alıp gözlerimi manzarada gezdirdim. İçinde bulunduğum durum giderek karmaşık bir hal alıyordu. Serap'ın dedikleri zihnimin içinde dolanırken bir cümlesi hâlâ kulağımda yankılanıyordu. Ben hiçbir zaman Persephone olmadım. Haklıydı. Serap hiçbir zaman Persephone olmadı. O, cam bir fanusun içine tutsak olmuş bir güldü. Eflâl Keskin, Ağzından İnsan, kaderindeki şeyi yaşardı. Ben kaderimin nasıl olacağını bilmiyordum ama şu anın içinde olmak benim için yasak gibiydi. Ruhum bas bas 'Yapma.' diye bağırırken kalbim çok hızlı atıyordu. Sanki biraz daha hızlı atarsa göğüs kafesimi kırıp dışarı çıkacaktı. Dudaklarımdaki baskı hafifçe azaldığında, ne zaman kapandığını fark etmediğim gözlerimi araladım. Özgür'ün kapalı gözleri de hafifçe aralandığında dudaklarıma bir tebessüm yerleştirdim. Özgür tebessüm etmedi ama gözlerinde bir parıltı vardı. Odanın kapısı çalındığında birbirimizden ayrılıp kapıya baktık. Özgür boğazını temizlediğinde kapı açıldı. "Oğlum nerede kaldınız lan?" Bartu'nun kafası aralı kapıdan gözüktüğünde Özgür elini salladı. "Sen çık biz geliyoruz." Bartu kafasını sallayıp kapıyı kapattığında derin bir nefes alıp Özgür'e baktım. Bakışlarını bana çevirdiğinde dudaklarında minik bir tebessüm oldu. "Haydi, çıkalım yoksa hepsi içeriye dolacak." Kafamı salladığımda elini bana doğru uzattı. Yüzümün kızardığını hissederek elimi eline bıraktığımda parmaklarımızı kenetledi. Odadan çıkıp aşağıya indiğimizde salonda tek başına oturan Timuçin Bey'i fark ettim. Özgür'ün elini biraz sıkarak bana bakmasını sağladığımda çenemle dedesini gösterdim. Gözlerini kıstığında derin bir nefes aldım. "İstersen sen dışarıya çık, ben onu da alıp gelirim." Özgür kafasını salladığında ellerimizi ayırdım. Yanımdan ayrılıp bahçeye çıktığında derin bir iç çekip Timuçin Bey'e doğru ilerledim. Karşısındaki koltuğa oturduğumda bakışları beni buldu. Dudaklarıma bir tebessüm bürüdüğümde gülümseyerek bastonundaki yılan motifine bakışlarını indirdi. Yuvarlak bir yılan motifi vardı. Ağzında ise kendi kuyruğu vardı. "Ouroboros'u bilir misin?" Timuçin Bey, bana sorduğu sorudan sonra kafasını kaldırıp bakışlarını gözlerimde gezdirdi. Kafamı iki yana salladığımda kafasını öne arkaya salladı ve bastonunu bana doğru uzattı. Bastonu alıp yılan motifine yakından baktığımda yılanın dişlerindeki kan detaylarını fark etmiştim. "Ouroboros, kendini yiyen yılan demektir." Kafamı, anladığıma dair salladığımda bastonu geri vermek için Timuçin Bey'e uzattım. Timuçin Bey bastonu almak yerine ucundaki topu tutup çektiğinde içinden bir zarf çıktı. Gözlerimdeki şaşkınlığı gizlemek amacıyla gözlerimi kırpıştırdığımda Timuçin Bey etrafına bakıp zarfı bana uzattı. "Bunu al ve sakla. Yalnız bir zamanda olduğunda oku. Ouroboros yani kendi kuyruğunu yiyen yılan güneş tanrısı Ra ve yeraltı tanrısı Osirisi temsil ediyor. İki ayrı dünyanın sırrını taşıyan bu tanrıların sembolüdür." Bastonu elimden alıp ayağa kalktığında elimdeki zarfa baktım. Timuçin Bey salondan ayrıldığında elimdeki zarf ile merdivene doğru ilerledim. Merdivenleri tırmanıp odama girdiğimde kapıyı kapatıp sırtımı yasladım. Zarfın kenarını yırtıp içine baktığımda bir kağıt gördüm. Kağıdı zarftan çıkartıp açtım ve gözlerimi gezdirdim. Er ya da geç her sır cevabını bulur. Eğer Andromeda'nın sırrını öğrenmek istiyorsan günlüğü bul. O sana yol gösterecek. Okuduğum cümlelerle aklım karışırken kapı birden açılmaya başladı. Elimi kapı kulpuna koyup açılmasını engellerken hızla zarfı yandaki çantamın içine attım. "Bir dakika açıyorum." Derin bir nefes alıp kapıyı açtığımda karşımda Özgür'ü gördüm. Kaşları çatılmış bir şekilde bana bakıyordu. Odadan çıkıp kapıyı kapattığımda kapı ile Özgür arasında kalmıştım. "Ne konuştunuz?" Bakışlarımı Özgür'ün gözlerinden kaçırırken aklıma düşen ilk kelimeyi söyledim. "Ağabeyin ile ilgili konuştu. Üzgün olduğunu söyledi." Bakışlarımı Özgür'ün gözlerine çevirdiğimde derin bir nefes alıp kafasını salladı. Benden bir adım uzaklaşıp çenesiyle merdivenleri gösterdi. "Aşağıdan bekliyorlar." Kafamı salladığımda yanından geçip merdivenlerden inmeye başladım. Bahçeye çıktığımızda bakışlarım Timuçin Bey'i aradı ama yoktu, gitmişti. Yüzüme sahte bir gülümseme kondurduğumda Özgür'e baktım. Kehribar gözleri, gözlerimi sorgulayıcı bir şekilde taradı ama hiçbir şey bulamayınca bakışlarını benden kaçırdı. Aklımdaki düşünceler karmaşık bir hal alırken derin bir nefes alıp Özgür'ün pastayı kesmesini izledim. Özgür pastayı kestiğinde elindeki bıçağı bırakıp yanıma doğru yaklaştı. Elimizi birbirine kenetlediğinde gülümsemeye çalışıp ona baktım. "Bizimkilerin yanına gidelim." Kafamı salladığımda birlikte arkadaşlarının yanına doğru ilerledik. Bizi gördüklerinde ellerimize bakıp gülmeye başladılar. "Hayırlı olsun gençler." Toplu koro gibi söyledikleri cümleyle elimin biraz sıkıldığını hissettiğimde Özgür'e baktım. Dudaklarında minik bir tebessüm kırıntısını gördüğümde gözleri bir anlığına arkama kaydı. Dudaklarındaki tebessüm kırıntısı bir buz misali dağıldığında kaşları çatıldı. Tek kaşım yukarıya doğru kıvrılırken baktığı yere doğru baktım. Alpay, buradaydı ve elinde bir kutu vardı. Özgür, kenetli ellerimizi birbirinden ayırıp ona doğru hızla ilerlemeye başladığında Özgür'ün arkadaşları ayağa kalktılar. Özgür'ün arkasından ilerlediğimde elini arkasına uzatıp kalmamı işaret etti. Adımlarım kendiliğinden durduğunda Bartu yanımda durdu. Özgür, Alpay'ın yanında durduğunda Alpay Özgür'e elini uzattı. Özgür, elini kaldırıp Alpay'ın elini tuttuğunda kaşlarım yukarıya doğru kıvrıldı. Ellerini ayırdıklarında Alpay diğer elindeki kutuyu Özgür'e uzattı. Özgür ise Alpay'ın uzattığı hediyeyi alarak kafasını salladı. Alpay'ın dudakları aralandığında Özgür'ün bakışları beni buldu. Bakışlarını benden kaçırdığında Bartu'ya baktım. "Sence ne konuşuyorlar?" Bartu, omzunu silkti. "Bilmiyorum ama güzel şeyler olmadığı kesin." Dişimle yanağımın içini kemirmeye başladığımda Alpay Özgür'e sırtını dönerek demir kapıdan dışarıya çıktı. Özgür, elindeki hediyeyi sallayarak bize doğru geldiğinde kaşları çatılmış bir vaziyetteydi. Yanımıza geldiğinde Bartu hızla yanına geçti. "Ne konuştunuz Özgür?" Özgür, omzunu silkip cevap vermek yerine elindeki kutuyu açtı. Kutunun içinde her ne gördüyse derin bir nefes alıp başka yere baktı. Özgür'ün yanına geçerek kutunun içine baktığımda kırmızı bir zarın olduğunu gördüm. Bakışlarımı zardan çekip Özgür'e baktığımda kutunun kapağını kapatıp arkamdaki çöp kutusunun içine attı. Ellerini ceplerine soktuğunda bakışları beni buldu. Kehribarları yorgun gibiydi. "Herkes gitmeye başladı Özgür. İstersen uğurla." Ateş'in sesiyle Özgür kafasını sallayıp kapıya doğru ilerledi. Giden kişileri uğurlamaya başlarken yanlarından ayrılıp odama gitmek için yürüdüm. Merdivenleri ağır bir şekilde çıkarken odamın önünde durdum ve kapıyı açtım. Kendimi içeriye atıp kapıyı kilitledim. Çantamın içindeki zarfı çıkartıp güvenli bir yere sakladım ve üzerimi çıkartıp banyoya girdim. Er ya da geç her sır cevabını bulur. Eğer Andromeda'nın sırrını öğrenmek istiyorsan günlüğü bul. O sana yol gösterecek. Diğer düşüncelerimin önüne geçen, mektupta yazılan yazı aklımı karıştırıyordu. Elim musluğa gittiğinde tepeden akan su bedenimi ıslatmaya başladı. Başımı geriye doğru yatırdığımda gözlerimi kapattım. Yüzüme vuran soğuk su tenimin titremesine neden oluyordu. Andromeda'nın nasıl bir sırrı vardı? Aklımı karıştıran en büyük soru ise günlüğü neredeydi? Ona nasıl ulaşacaktım? Gözlerimi açıp hızla duşuma aldıktan sonra havluya sarılıp banyodan çıktım. Bedenimi kurulayıp üzerime bir çift eşofman takımı geçirdim ve balkona ilerledim. Balkona çıktığımda bakışlarım aşağıda, bahçede gezindi. Birçok görevlinin bahçeyi temizlediğini gördüğümde derin bir nefes alıp bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Ayın parlak gövdesi etrafını aydınlatıyordu. Sanki gökyüzündeki ay zihnimin karanlık yerlerindeki düşünceleri ortaya çıkartıyordu. Ay ışığının yansıdığı düşüncelerden biri de Andromeda'ya aitti. Andromeda, sırlarla doluydu. Tam çözdüm derken birden kendimi başka bir sırrın içine saplanmış olarak buluyordum. Birden karnıma dolanan ellerle irkilerek arkama döndüğümde Özgür'ün olduğunu gördüm. Yüzü ifadesizdi ama gözleri parıldıyordu. Ellerini karnımdan çekip beni önüme döndürdüğünde yeniden ellerini karnımda bağladı. "Gökyüzüne bakarak ne düşünüyordun?" Özgür'ün sorduğu soruyla omzumu silktiğimde çenesini omzuma yasladı. "Aklını karıştıran bir şey var Eflal?" Yine soru tarzında kurduğu cümle ile ellerini karnımdan ayırarak ona doğru döndüm. Sırtımı balkon demirine yasladığımda derin bir nefes aklımda oluşan tek bir soruyu sordum. "Andromeda yani Nalan, nasıl öldü Özgür?" Özgür'ün gözleri hissiz bir hâle büründüğünde en büyük sırrın, onun içinde olduğunu fark ettim. Kehribar gözleri, sanki hiç görmemesi gereken bir durumu görmüş gibiydi. Bütün sır onda saklıydı. "Nalan, intihar etti Eflal." Özgür'ün verdiği cevap ile sustuğumda derin bir nefes aldı ve kafasını yana doğru eğdi. Dudaklarını araladığında yeniden bir nefes alıp aralı dudaklarını kapattı. Alt dudağını ısırıp bıraktığında dudaklarına kayan bakışlarım yeniden kehribarlarına döndü. Gözlerinin içinde söyleyemediği bir şey vardı. Omuzları yükselip alçaldığında elini yanağıma götürdü. "İkinizde sevdiğiniz insanların ardından intihara kalkıştınız. Seni o suyun içinden çıkarabildik ama Nalan'ı ipten kurtaramadık Eflal." O an kehribar gözlerinde bir kadın gördüm. Tavandan sarkmış bir ip boğazına dolanmıştı, ayakları ise yere değmiyordu. En acı ölümler, en yaralı kayıplarda ortaya çıkardı. Andromeda, ölümün en yaralı haliydi. -
BÖLÜM SONU SOSYAL MEDYA HESAPLARI; Instagram: _jupiterdebirokur Tiktok: jr.napolita X: sultanakr9
|
0% |