@sultanakr
|
21 Ağustos 2021 Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
Oğuzhan Özgür Hancıoğlu, Ağzından Bir insanın kim olduğunu nasıl anlardınız? Size olan tavırlarından mı yoksa size verdiği cevaplardan mı? Bana kalırsa hiçbiri. "İnsan kapalı bir kutu gibidir." demişti Barbaros. Ona hayatım boyunca ilk defa bir konuda katılmadım. Çünkü insanın kapalı bir kutu olacağını hiçbir zaman düşünmedim. Barbaros'un yıllar öncesinde söylediği bir sözün bizi nereye getireceğini de düşünmemiştim. Haklı çıkmıştı ama öldükten sonra. Gözlerimi saplandığım boşluktan kurtarıp önümdeki defteri kapattım ve arkama yaslandım. Hiç kimseyi yeterince tanımıyorduk ve bu hayatımızın sonuna kadar gidecekti. 'Sahi bir insanı o zaman nasıl tanımalıyız?' diye sordum kendi kendime. Sonra gözlerimi kapattım ve o karanlıkta gezinmeye başladım. Karanlığın en derinliklerine indiğimde orada bir kız tanıdım. Gözlerinin mavisi, karanlıkta bile belirgindi. Ürpererek gözlerimi açtığımda sağ avucumun altında hissettiğim defteri sıktım. Bakışlarımın koyulaştığını hissettiğimde onları defterin üzerinde sabitledim. Defterin hemen ucundaki açık deftere baktığımda nefesimi tuttum. Geçmişin en büyük kanlı sırrı, avcumun altındaki deri kapaklı defterde saklıydı. Gözlerimi kırpıştırdığımda bir saniyeliğine karanlıktaki kızı yine gördüm. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi sıkıca kapattım. Biraz önce bana bakan kız şimdi yoktu. Arkamdan gelen kapı sesiyle gözlerimi araladığımda hızla ayağa kalkıp arkama baktım. Hiç kimse yoktu ama birinin beni izlediğinin farkına varmıştım. Kaşlarımı çatarak hızla masanın üzerindeki açık defteri alıp masaya ait olan çekmeceye yerleştirdim. Diğer defteri ise ceketimin içine koyarak güvenceye aldım. Hızla odadan çıkıp aşağıya indiğimde kahvaltı masasındaki babama gülümsedim. Gözlerini kırpıştırdığında hızla yerime oturdum ve kahvaltımı yapmaya başladım. Merdivenden gelen ayak sesleriyle kafamı kaldırıp gelen kişiye baktığımda Alpay'ın olduğunu fark ettim. O an sanki zihnimde bir şimşek çakmıştı. Damarlarımdaki kan akışı hızlanmış ve ısınmıştı. "Bir sorun mu var Özgür, sabah sabah niye bana öyle bakıyorsun?" diye sordu. Şu an karşımda bir aynanın olmasını istedim. Ben Alpay'a nasıl bakıyordum? Bunu hiçbir zaman öğrenemeyecektim ama hep o kini ve nefreti hissedecektim. Bana bulaştırdığı bu duygunun içinde boğulmayı bıraktığımda ise aynadaki hüsranımla karşılaşacaktım. Kafamı istemsizce iki yana salladığımda bakışlarımı kaçırıp kahvaltımı yapmaya devam ettim. Bugün tüm sıkıntılara rağmen bir tanesi daha patlak vermişti. Abim öldükten sonra üniversiteye yeni bir sayfadan başlayacaktım. Derin bir nefes alıp çatalımı biten tabağın içine bırakıp ayağa kalktım. "Afiyet olsun, ben okula gidiyorum." Babam ve annem kafasını sallarken göz ucuyla Alpay'a baktım. Yüzünde hiçbir mimik oynamıyordu. Onu önemsemeden salondan ayrılarak kapıya doğru ilerledim. Evden bahçeye çıkarak bahçeden de demir kapıya ulaştım ve demir kapıdan çıktım. İsmimi artık tam anlamıyla hissedebiliyordum ama bir yanımın boşluk olduğunun da bilincindeydim. Onun yokluğu bana hiç bu kadar koymamıştı. Ceketimin içine sıkıştırdığım defteri yavaşça alarak hızla motorun altına koydum ve motora bindim. Yanımda duyduğum motor sesleriyle kafamı yana doğru çevirdiğimde arkadaşlarımı gördüm. Can dostlarım, beni hiçbir zaman bırakmayan kardeşlerim. "Günaydın Öz." Hep bir ağızdan söyledikleri şeye tebessüm ettim. "Günaydın çocuklar." "Sonunda istediğimiz bölüme başlıyoruz. Bakalım bizi ne bekliyor?" Belli belirsiz kafa salladığımda elimde tuttuğum kaskı kafama taktım ve motoru çalıştırdım. Aynı anda arkadaşlarım ile yola çıktığımızda çok geçmeden okul yolunun oraya varmıştık. O sırada yolun ortasında yürüyen sarı saçlı bir kızı fark ettim. Başparmağım kornaya basılıp geri çekildiğinde kız hızla kenara çekilerek yüzünü bana döndü. Bu, bambaşka bir durumdu. Gözlerinin rengi, tıpkı gözlerimin ardındaki karanlıktaki kıza benziyordu. Kaza yapmamak için önüme döndüğümde okulun bahçesine girmeden durduk. Motorun kaskını çıkardığımda ise kızın hızlı adımlarla okula girdiğini fark ettim. "Özgür, bir durum mu var?" Kafamı belli belirsiz sallayıp kendime gelmeye çalıştım. "Bir durum yok haydi, şu siktiğimin okuluna girelim artık." Kimse konuyu uzatmadan ilerledi. Dersliğin önüne vardığımızda hoca çoktan sınıfa girmiş gibiydi. Kapıyı açıp içeriye girdiğimizde gözlerimin radarına dışarıda gördüğüm kız takıldı. “İyi dersler.” Bakışlarımı hiç çekmeden baktığım kızın sonunda dikkatini çekebilmiştim. Üzerimi süzmesi hoşuma giderken dudağımın kenarında çarpık bir gülümseme oluştuğundan haberim olmamıştı. Gözlerini devirip kafasını sıraya yaslayınca gülümsememi yüzümden sildim. "Geçin yerlerinize." Bakışlarımı kızdan çekip bizimkilere baktım. Kafam ile sıraları gösterdiğimde adımlarımı oynattım ve yine istemsizce kızın oturduğu sıraya doğru ilerledim. Kafasını koyduğu sırayı kendime çektiğimde kızın çatık kaşları radarıma girdi. Yerime geçip sırayı eski haline getirdiğimde gözlerini devirip önüne döndü. Ellerimi masanın üzerine kenetlediğimde zihnimdeki düşüncelere yoğunlaştım. Abimin katilini bulmuştum ama onunla yüzleşebileceğim zamanı düşünmem gerekti. Gözlerimi kapattığım sırada o karanlığın içindeki mavi gözlü çocuğu fark ettim. Hocanın derse ara verdiğiyle ilgili sesini duyduğumda gözlerimi yavaşça araladım ve kıza baktım. Gözlerini kapatmış ve derin bir nefes almıştı. İstemsizce ona doğru çekildiğimde kulağına eğildim. "Sen kimsin?" Sorduğum soruyla gözleri sonuna kadar açılırken yüzünü bana doğru döndürdü. Burnu burnuma çarptığında nefesimi tutmamak için kendimle yarışmıştım. Tam ona sorumu tekrarlayacakken omzumda bir el hissettim. "Dışarıya çıkalım." Bartu, ulan Bartu! Bir kere de bölme kardeşim... Bakışlarımı kıza çevirdiğimde bana bakmadan bakışlarını kaçırdı. Ayağa kalkıp sınıftan çıktığımda elimi ensesine sertçe vurdum. Bartu, ensesini tutarak bana baktığında kaşlarımı çattım. "Oğlum, niye dışarıya çıkıyoruz?" diye sorguladım. Bakışlarımı gözlerinde gezdirdiğimde sakladıkları bir şey olduğunun farkına varmıştım. Çatık kaşlarım daha da çatılmaya başladığında derin bir nefes alıp verdim. O sırada Aybars ile gözlerimiz kesişti. "Dedeni hastaneye götürmüşler." Dişlerimin birbirine sürttüğünü fark ettiğimde çatık kaşlarımı düzelttim ve okulun dışına doğru yürümeye başladım. Arkamdan geldiklerini fark ettiğimde elimle onları durdurup dudaklarımı yaladım. "Siz burada kalıp beni idare edin. Birde devamsızlık işiyle uğraşmayayım." Kafalarını salladıklarında hızla motorun yanına ulaştım ve bindim. Motoru çalıştırıp gazladığımda çok geçmeden bir yarım saat içinde hastaneye vardım. Hastanenin koridorunda annemi gördüğümde büyük adımlarla yanına ilerledim. Omzuna dokunduğumda bana dönmesini bekledim, bana döndüğünde ise ellerimi havaya kaldırdım. "Durumu ne?" Annemin bakışları elimde gezindiğinde ellerini kaldırdı. Narin parmakları olayı anlatırken zihnime o gecedeki kanlı anı düştü. O kaza annemin sesini, benim hayallerimi ve abimi almıştı. Aslında bunun bir kaza olmadığının farkındaydım ama katilinin de içimde olduğunu bilecek kadar kurnazdım. Bir saat içinde kalp krizi geçiren dedemi taburcu etmişlerdi. Bakışlarımı babama çevirdiğimde gözlerimi kırptım. "Siz artık eve gidin, ben çıkış işlemlerini halledip mekâna geçeceğim." Babam kafasını salladığında annemi ve dedemi alıp hastaneden ayrıldılar. Danışmaya doğru ilerlemeye başladığımda kulağıma ulaşan sese dikkat kesildim. "Durum çok ciddi Eflal." İçimden bir ses önemsemem gereken bir konu olduğunu hissettirdiğinde başımı duvarın arkasından öne doğru uzattım. Bu, o kızdı. "Peki, ne kadar para lazım?" Doktorun omuzlarından derin bir nefes aldığını fark ettim. "Hastane ve ameliyat masrafları tam olarak 100.000 Türk Lirası tutuyor." "Ne! Pardon ama ben o parayı nasıl bulabilirim?" Adının Eflal olduğunu öğrendiğim kızın sesi hastane koridorunda yankılandığında sindiğim yerden çıktım ve doktora baktım. "Ben karşılarım." Eflal'in karşısındaki doktor arkasındaki odaya girdi ve o sırada Eflal bana doğru döndü. Mavi gözlerinin etrafı kırmızı çizgilerle doluydu. Bedenimi ona doğru yaklaştırıp ellerimi ceplerime soktum ve yüzümüzü eşitledim. "Annenin bütün masraflarını karşılarım ama sende benim bir isteğimi gerçekleştireceksin." dedim. Zihnimde büyük bir boşluk oluştuğunda bütün cümleler etrafa yayıldı ve ruhumdan bir ses yükseldi. Sakın onu bu işe bulaştırma. İleride çok pişman olacaksın. Ben o gün, o sesi dinlemedim ve karşımdaki kızın cevabını bekledim. Benim bu kıza yaptığım ilk seçimdi ama son seçim değildi. Dudaklarının arasından dökülen 'Kabul.' sözcüğü aslında ayaklarına prangaladığım geleceğiydi. İntikamımın en büyük yardımcısı olacak bu kız, aslında o gün benim ruhuma sızan ilk seçimdi. Kazanacaktım biliyordum. Bunu tüm hücrelerimde hissedebiliyordum, zafer yakındı.
Yazar, Ağzından Gelecek, üzerindeki kan izlerini yok etmek içi sayfayı değiştirdi. Bu temiz bir sayfa değildi ama yeniydi. Üzerinde geçmişten kalan lekeler vardı. Yeni yazılacak her bir sayfanın üzerine işlenmiş gibiydi. Bir ameliyathanenin önünde bir sürü insan topluluğu vardı. Aralarından biri en uzakta oturuyordu. Gözlerinin kehribarı göz kapakları nedeniyle kapalıydı. Başını, yasladığı duvardan ayırmadan sağa doğru çevirdi ve ağır çekimde göz kapaklarını araladı. Adamın kehribar gözlerinin etrafı kıpkırmızı olmuştu. Arada yükselip alçalan omuzlarından nefes alıp verdiği anlaşılıyordu. Nefes almayı unuttuğu zamanlar oluyor ve hızla omuzları yükseliyordu. Sanki ciğerleri yeterince oksijen üretemiyor gibiydi. Gözlerini yavaşça kapattığında derin bir nefes daha aldı. Düşündü, ruhundan geçeni ve içinden geçeni. Onun ruhu kapalı bir kutu gibiydi ama yalnızca onun istediği kişilerin girebileceği bir anahtarı vardı. Sevgi ve güven adında oluşturulmuş bir anahtar onun hayatındaki sadece iki kişiye verilmişti. Biri ağabeyine diğer ise ameliyathanede can çekişen kıza... Yüzünü buruşturup kafasını sola doğru çevirdiğinde sol gözünün kirpikleri titredi ve yanağına bir damla yaş düştü. Aynı acıyı sanki bir daha tadıyordu. Kaybetme korkusu onu çok ürkütüyordu. Oğuzhan Özgür Hancıoğlu, ağabeyinden sonra Eflal'i kaybetmekten korkuyordu. O, o kızı yanına alarak intikamını alabileceğini düşünmüştü ama beklediği gibi olmamıştı. Kapalı gözlerinin ardındaki karanlıkta sanki bir şeyler görmüş gibi yüzünü yeniden buruşturdu ve o anının içine girdi. "Ne düşünüyorsun?" Özgür, arkasına yaslanıp kafasını iki yana salladı. "Çocuk doğruyu söylüyor ama neden Alpay'ın Serap'ı göndermek istediğini anlamadım." "Aslında biraz önce Alpay'ın Serap'ı neden gönderdiğinin cevabını verdin. Alpay, kurduğu tuzakta zarar görmemesi için Serap'ı gönderdi." Oğuzhan Özgür, içine girdiği anıdan çıktığında göz kapaklarını aralayıp ameliyat kapısına baktı. Kafasını iki yana salladığında nefes almadığının farkına vardı ve derin bir nefes aldı. Eflal, yanılmıştı. Oğuzhan Özgür, yanılmıştı. Alpay, kurduğu tuzağı bozmaması için Serap'ı göndermişti. Gözlerini yeniden kapatıp anının içine girdi. "Eflal Hanım'ı eve götür, ayrıca korumaların sayısını arttırın. Evin içinde ve etrafında kuş uçmayacak." Oğuzhan Özgür, Eflal'i arabaya bindirdiğinde araba çalıştı ve arkasından baktı. Kalbindeki sızıyı hissettiğinde cebindeki telefon çalmaya başladı. Telefonu cebinden çıkarttığında babasının aradığını fark etti. Aramayı cevaplandırıp telefonu kulağına yasladığında babasının sözlerine kulak astı. "Oğlum." Derin bir nefes alıp dudaklarını yaladı. "Baba, Alpay bir şeyler karıştırıyor." Babasının derin bir iç çekişini yakaladı. "Oğlum, deden ve Alpay bir şeyler karıştırıyor." Oğuzhan Özgür, derince kaşlarını çattı. "Ben eve gidiyorum. Sizde Alpay'ın nerede olduğunu öğrenin." Oğuzhan Özgür, kulağına yaslı telefonu indirip hızla motoruna bindi ve rotasını eve çevirdi. Eve vardığında motorundan inip koşmaya başladı. Cebindeki anahtarı çıkartmaya çalışırken kulağını dolduran silah sesiyle elindeki anahtarları düşürdü. Vücudunda büyük bir korku titremesi oluştuğunda aralı dudaklarını hızla kapattı ve yerdeki anahtarları boş vererek kapıya güçlü bir tekme attı. Kilidi kırılan kapı sertçe açılarak duvara gömüldüğünde koşarak merdivenleri tırmandı. Aralı olan kapının önüne vardığında yerde yatan kadını gördü. "Eflal!" Hızla, gözü hiçbir yeri görmeden yerdeki kadının yanına ulaştı. Kehribar hareleri kadının kanında ve bedeninde dolaşırken kadını sırt üstü çevirdi. Kalbinin üzerini boyamış kırmızı rengi gördüğünde dudaklarının arasından küfürler döküldü ve hızla üzerindeki gömleği çıkartıp kadının yarasına baskı yaptı. "Oğuzhan Bey!" "Biri hemen ambulansı arasın!" Kulağı hiçbir şey duymuyor, gözleri kadından başka bir yüze çevrilmiyordu. "Eflal, beni duyabiliyor musun? Aradınız mı ambulansı?" Oğuzhan Özgür, çaresizdi. Gözlerinin önünden hiç silinmeyen bir anıya ikincisi eklenmişti. "Lütfen ağabey, ağabey, lütfen ölme." Kadının kanına boyanmış elini daha çok yaraya bastırdı. "Lütfen Eflal, Eflal, lütfen ölme." Oğuzhan Özgür'ün gözlerinden akan yaş sol yanağına düştü ve süzülerek boynuna doğru ilerledi. "Açılın." Gelen sağlık ekiplerine yardımcı olmak amacıyla ayağa kalktığında kapının yanındaki silahı fark etti. Dişlerini sıkarak kenarda duran havluyu aldı ve silahı tuttu. Banyoya girip gizli bölmeyi açtı ve içine gelişi güzel atıp kapattı. Hızla banyodan çıkıp götürülen kadının ardından koşmaya başladı. Oğuzhan Özgür gözlerini açtığında ameliyat kapısı aralandı. Hızla ayağa kalktığında dönen başını umursamadı ve doktorun karşısına dikildi. "Durumu nasıl?" Doktorun yüzünde hiçbir ifade yoktu. "Kurşun, kalbin beş santimetre altından girip çıkmış. Ameliyat iyi geçti fakat bundan sonrası Eflal'de. O ne kadar dayanırsa biz de ona göre elimizden geleni yaparız." Oğuzhan Özgür, gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında yerine gitmek için hareketlendi fakat gözlerinin önünde uçuşan siyah tanecikler giderek çoğaldı. Bedeni geriye doğru sallandığında biri bedenini sıkıca tuttu. "Özgür!" "Hop! Hop!" Bu, bir devrin yıkılışıydı.
Oğuzhan Özgür Hancıoğlu, Ağzından İnsanların fotoğrafları, ölümden sonraki kalıntıları olacaktı. Onların hayatlarında olan insanlar mutluluk fotoğraflarına bakarak daha çok üzüleceklerdi. Karşımdaki tablodaki gördüğüm resim Nalan ve ağabeyime aitti. Nalan'ın bu portre karşısında nasıl intihar ettiğini hâlâ aklım almıyordu. Nalan, gülerek ağabeyime bakıyordu ama ağabeyim gülümseyerek kameraya doğru bakıyordu. Dudağımda buruk bir tebessüm oluştuğunda bedenimi geriye doğru ilerlettim. Bacaklarımın arkası yatağa değdiğinde yatağa oturup portreye bakmaya devam ettim. Nalan'ın abime bu kadar sevdalı olduğunu biliyordum ama bu kadarını tahmin edememiştim. Derin bir nefes alıp başımı yere eğdiğimde yatağın altındaki siyah karartıyı fark ettim. Eğilip yatağın altına elimi soktum ve çıkardım. Elimi geri çıkardığımda bunun bir defter olduğunu anlamıştım. Kaşlarım çatık bir vaziyette defterin kapağını açtığımda çatık kaşlarım düzeldi. Düzgün bir el yazısı beni karşılarken kehribar harelerim yazıda tutuklu kalmıştı. Bakışlarımı defterin sayfalarında gezdirirken bunun aslında bir günlük olduğunu anlamıştım. Günlük, Nalan'a aitti. Bir anda her şey silindi ve zihnimi sarsan bir baş ağrısı ile baş başa kaldım. Yüzümü buruşturduğum sırada kulaklarıma ulaşan sesler daha çok ağrımı şiddetlendiriyordu. "Oğlum." "Uyanıyor galiba." Ağır çekimde gözlerimi araladığımda babam ve bizimkilerin burada olduğunu fark ettim. Aklıma bir anda düşen kadın ile doğrulmak istediğimde Ateş omuzlarıma dokundu ve bunu engelledi. "Kardeşim nereye gidiyorsun, daha dur yeni uyandın?" Babam gülerek Ateş'in eline dokunduğunda bakışlarımız kesişti. "Eflal normal odaya alındı evlat. Biraz dinlen, ondan sonra görmeye gidersin." Dudaklarımın kenarlarının yukarıya doğru kıvrıldığını hissettiğimde kendimi yavaşça geriye doğru bıraktım. Kalbimde bir rahatlık oluşmuştu ama ruhumdaki huzursuzluk kadının gözlerini görene dek geçmeyecek gibiydi. Bakışlarımı yeniden babama çevirdiğimde dudaklarımı yaladım. "Baba, lütfen ben iyiyim ama onu görürsem daha iyi olabilirim." Babamın gözlerinde gördüğüm şefkat benim aradığım duyguydu. Babam kafasını ağır çekimde salladığında yavaşça doğrulup yataktan kalktım. Kapıya doğru ilerleyip odadan çıktığımda omzumda bir el hissettim. "405. odada kalıyor." Kafamı salladığımda babamın söylediği odaya doğru ilerledim. Ağır adımlarımla ilerlerken sanki saniyeler dakikalara, dakikalar ise saatlere devriliyordu. Sonunda odaya vardığımda kapıyı yavaşça açıp içeriye girdim. Kapıyı kapattığımda tenimi saran soğukluk neredeyse kanımı donduracak türdendi. Yüzüm buruşturup ilerledim, Eflal soğuğu sevmezdi. Yatağın yanına vardığımda onu kapatan perdeyi kenara doğru çektim ve yüzünü gördüm. Kansız ve halsiz görünüyordu. Göğsünün tam ortası beyaz sargı beziyle sarmalanmıştı. Ellerimin istemsizce yumruk olduğunu fark ettiğimde dişlerimi gıcırdattım. Bunu her kim yaptıysa ona ödetecektim. Sessiz adımlarla yanındaki sandalyeye çöktüğümde elinin üzerine elimi koydum. Soğuk teni, sıcak elimle buluşmuştu. Elini yavaşça kaldırıp dudaklarıma yaklaştırdım ve minik bir buse kondurdum. Elini geriye bıraktığımda bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Kapalı gözlerinin ardındaki mavi, hırçın kızı görmeyi çok özlemiştim. Güldüğünde mavilerinin koyulaştığını, ağladığında ise göz renginin gökyüzü rengine dönmesini, kızdığında da hırçın dalgalara dönüşmesini görmek istiyordum. Ben, Eflal'i görmek istiyordum. "Ona daha fazla zarar verebilirler evlat." Arkamdan gelen kısık sesle arkama döndüğümde babam bana doğru yaklaştı ve duvara yaslandı. Elini omzuma koyduğunda ona doğru döndüm. Babam duvar dibinde yere çöküp bana bakmaya devam etti. "Oğlum, o kızı yanından ayırmalısın. Senin yanında olduğu her an daha fazla acı çekecek." Kafamı iki yana salladığımda dişlerimin gıcırdamasına engel olamadım. "Hayır. Eğer ben onu bırakırsam ona daha fazla zarar verirler." Babamın gözlerinin içine baktığımda içlerindeki çaresizliği gördüm ve ruhumda hissettim. "O halde onu uzak bir yere gönderelim evlat. Ne sen ne de Alpay, onun nerede olduğunu bilmesin. Sadece annen veya ben bileyim, ne dersin?" Ondan uzak kalma düşüncesi beni korkutmuştu. Kafamı hızla iki yana salladığımda babam gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında içimdeki düşüncelere daldım ve kehribar gözlerimi Eflal'e doğru çevirdim. Ondan ayrı kalamazdım ama onun da zarar görmesine dayanamazdım. Bakışlarımı ondan güçlükle çekip yeniden babama baktım. "O halde geriye tek bir şey kalıyor baba. Eflal'i sen koruyacaksın ama ben uzaklara gideceğim." Babamın gözlerinde gördüğüm kırıklık ruhuma kazınan üçüncü acı olmuştu. Babam ağır çekimde kafasını salladığında ayağa kalkıp yüzünü ovaladı. "O halde ben gidip hazırlıklara başlamalarını söyleyeyim. Sende onunla vedalaş. Uyanmadan gitmen lazım, eğer uyanırsa hiç gidemezsin evlat." Hiçbir şey söylemeden kafamı salladığımda sırtını bana döndü ve odadan çıktı. Ağır çekimde bakışlarımı ve bedenimi Eflal'e döndürdüğümde yüzünü zihnime kazımaya başladım. Ellerimi, soğuk ellerine kenetledim. Onu üzecektim bunun farkındaydım ama onun için her şeyi yapmaya hazırdım. Ayağa kalkıp yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Burnumu saçlarına doğru yaklaştırdım ve gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Dolan gözlerimi akmaması için kırpıştırıp dudaklarına doğru eğildim ve minik bir buse kondurdum. Yetmediğinde bir buse daha kondurdum. Ondan uzaklaştığımda sol yanağımdaki ıslaklığı hissettim. İntikam uğruna yanıma aldığım bu kadın ile kazanacağımı biliyordum. Bunu tüm hücrelerimde hissetmiştim, kazanacaktım. Zafer, çok ama çok yakındı. Ama kaybettim.
Eflal Keskin, Ağzından Bir acı, sahip olduğu yeri yakar ve kavururdu. Ardında hiç bırakmadan silip süpürdüğü izleri küllere dönüştürürdü. O küller geçmişin izleri, geleceğin ise kâbusu olurdu. Peki, ben bu acının neresindeydim? Ruhumda, yaralı bir kelebeğin kanat çırpışını duyabiliyordum. Kanatlarını her açıp kapattığında kanatlarındaki kanlar duvarda izlerini bırakıyordu. Duvardan yere doğru, çizgi şeklinde süzülen kan tanecikleri yerde birleştiğinde bir kan topluluğu oluşturuyordu. Kelebek acı çekiyordu, tıpkı benim gibi... Zihnime baktığımda ise oradaki cümlelerin ve düşüncelerin her biri yarım kalmış sorulardan ibaretti. Kanlı ve sır dolu sorular sanki cevaplarını hiç bulamayacaktı. Bedenimde hissedebildiğim tek şey sonsuz bir acı kütlesiydi. Sanki tüm acılar toplanıp kalbimin üzerinde bir katman oluşturmuştu. Her nefes alışımda ve her nefes verişimde bir şey batıyor gibiydi. Göz kapaklarımı açmak için zorladığımda bulanık görüşüm saniyeler içinde düzelmeye başladı. Ondan sonra gözlerime tutulan bir ışık sanki görmemi engellemek istermişçesine gözlerimin kadrajına yaklaştırıldı. "Işık refleksinde bir problem yok. Hasta yavaş yavaş kendine gelecektir." Bana ne olmuştu, neredeydim? Zihnimde bu sorunun cevabını aradığımda bütün cümleler bir anı bulutuna dönüştürdü. Kulaklarımda bir kurşun sesi çınladı ve nedensiz bir şekilde kalbimdeki sızı artmaya başladı. Zihnimdeki bir profilin elindeki silahı fark ettiğimde bunun Alpay olduğunu fark ettim. Sonra her şey yerine oturmaya başladı. Alpay, beni vurmuştu. "Eflal, iyi misin?" Tavandaki bakışlarımı güçlükle çektiğimde bana seslenen kişiye baktım. Kadrajıma giren Cesur Bey ile bakışlarımı diğerlerinde gezdirdim. Herkes buradaydı; Cesur Bey, Asuman Hanım, Aybars, Bartu, Ateş ve Tuna vardı. Yalnızca o yoktu. "Özgür, o nerede?" Bin bir güçlükle dudaklarımın arasından dökülen sözcükler bakıştığım insanların kafasını karıştırmış gibiydi. Çünkü her biri yanlarındaki kişiye bakmışlardı. Cesur Bey, bakışlarını gözlerimden hiç ayırmadan bana doğru yaklaştı. "Özgür, işi dolayısıyla şehir dışına çıkmak zorunda kaldı ama merak etme çok yakında gelecek." Zaman belirtisi yoktu. Ne zaman geleceğini bilmiyordum. Kafamı belli belirsiz salladığımda başımı sağa doğru çevirdim ve derin bir nefes aldım. Nereye gitmişti ve ne yapacaktı? Aklımı karıştıran bu düşünceler arasında uykuya daldığımda zamanın bir su gibi akıp geçtiğini fark ettim. Bir hafta sonra artık hastaneden taburcu olma zamanım gelmişti ama bir tek o gelmemişti. Koluma girmiş olan Tuna'ya baktığımda baktığımı hissetmiş gibi bakışlarını bana çevirdi. "O ne zaman gelecek?" Tuna, gözlerini benden kaçırıp yere baktığında omzunu silkti. "Bilmiyorum Eflal. Hem merak etme sen, o geldiğinde döveriz." Gülmek istemiştim ama gülememiştim. Ruhumdaki kelebek hâlâ yaralıydı. Ne yaparsam yapayım bir türlü yaralarını iyileştirememiştim. Tuna'nın yardımıyla arabaya bindiğimde kapıyı kapatıp hızla yanımdaki koltuğa oturdu. Arabayı çalıştırıp sürmeye başladığında bakışlarımı cama çevirip dışarıyı izlemeye başladım. Kısa bir süre sonra eve vardığımızda Tuna, yine aynı şekilde bana yardım ederek arabadan inmemi sağladı. Bakışlarımı evin bahçesinde gezdirdiğimde kulağımda çınlayan silah sesine kulak asmamaya çalıştım ama başaramadım. İçeri, salona geçtiğimizde yavaş adımlarla beni merdivenden yukarıya doğru çıkarmaya başladı. Vurulduğum odanın karşısında durduğumuzda bakışlarımı Tuna'ya çevirdim. "Ben bu odada kalmak istemiyorum Tuna. Beni Özgür'ün odasına götürür müsün?" diye sordum. Tuna kafasını salladığında hemen yanındaki odaya doğru ilerledik. Tuna odanın kapısını açıp içeriye girdiğinde peşinden içeriye girdim. Burnuma sızan Özgür'ün kokusu tüm anılarımızı zihnime doluşturduğunda gözlerimi kapattım ve derin bir nefes daha aldım. Neredeydi, Özgür? "Bundan sonrasını ben halledebilirim. Teşekkür ederim Tuna." Tuna, minik bir tebessüm edip odadan çıktığında bakışlarımı odada gezdirdim. Masanın üzerindeki kutuyu fark ettiğimde ağır adımlarla masaya doğru ilerledim. Masanın yanına vardığımda kapalı olan kutuyu açtım. Yüzüme vuran ışık, tıpkı zihnime dolan anıların aydınlığına benziyordu. Elimi mavi zarın üzerinde gezdirdiğimde ruhumdaki anıya gözlerimi kapattım. "Böyle bir hediye almak nereden aklına geldi?" Omzumu silktim. Aslında ben sadece zarları almıştım, odanın içinde bulduğum ışıklı kutuya koyup hediye paketine sarmıştım. Bakışlarımı zarlı kutudan çekip Özgür'e baktım. "Herkesin senin için hediye alacağını düşündüğüm için aklıma böyle bir hediye almak geldi." Özgür'ün hafif koyulaşmış kehribarlarını göz kapakları örttüğünde derin bir nefes aldım. Özgür, gözlerini açıp yeniden bana bakmaya başladığında bir adım bana yaklaştı. "Dışarıdaki herkes çok eğleniyor değil mi?" Kafamı salladığımda kafasını salladı. "Peki, sen neden bugün bana bu hediyeyi verdin?" Derin bir nefes alıp ona bir adım yaklaştım. Yüzümü biraz daha yukarıya kaldırırken o da yüzünü bana doğru eğdi. Kehribarları mavilerimde dolanırken omzumu silktim. "Sevdiğin herkes burada ama bir tek ağabeyin yok Özgür. Onun anısına sana bu hediyeyi vermek istedim. Andromeda'yı oluşturan, senin ve ağabeyin arasındaki bağın en kuvvetli hediyesi kırmızı ve mavi zar." Özgür, ağır çekimde kafasını salladı ve bakışlarını kutuya çevirdi. Kutuda gözlerini gezdirip yeniden bana baktı. Elini kaldırıp yanağıma dokunduğunda gözlerimi istemsizce kapattım. "Gözlerini aç ve bana bak Eflal." Onun komutuyla gözlerimi açtığımda alnını alnıma yasladı. "Ağabeyimi bana yanımda gibi hissettirdin. Onu koruyamadım ama seni koruyacağıma yemin ederim Eflal Yılmaz." Alnını alnımdan çekip burnunu burnuma sürttü. "Seni öyle bir koruyacağım ki geçmişin bile bir daha seni rahatsız edemeyecek." Nemlenmiş gözlerimi araladığımda o gün ki kelebekleri hatırladım. O gece karnımda uçuşan kelebeklerin biri büyümüş ve ruhuma konmuştu ama yaralıydı. Onun tek ilacı Özgür'dü ama o da yoktu. Derin bir nefes alıp ellerimin tersiyle gözlerimi ve altını kurulayıp yatağa doğru ilerledim. Bedenimi yatağa yavaşça bıraktığımda boştaki yastığı kendime doğru çektim. Sarıldığım yastığın kokusu boldu ve onu sanki yanımdaymış gibi hissettiriyordu. Yeniden dolmaya başlayan gözlerimi kapattığımda derin bir iç çektim. "Lütfen, bu yastıktaki kokun gitmeden gel Özgür." Karanlık bedenimi ele geçirdiğinde uykuya dalmıştım. Zaman, gerçekten de çok acımasızdı. Saniyeler dakikaları kovalarken, ben sanki ayların yılları kovaladığını düşünmüştüm ama yanlış düşünmemiştim. Aynanın önüne geçip kâküllerimi düzelttim ve derin bir nefes aldım. Özgür, iki aydır yoktu. "Eflal, haydi Bartu'yu döveceğiz birazdan." Aynadaki yüzüme baktığımda aslında burada gülmem gerektiğini fark ettim ama bir türlü gülememiştim. Sanki duygularım gitmiş gibiydi. Derin bir nefes alıp Özgür'ün odasından çıktım ve merdivenleri inip aşağıya vardım. Bizimkilerin bağırışları salonda yankılanırken Bartu koşarak arkama saklandı. "Eflal, valla tam zamanında geldin. Yoksa bunlar beni çiğ çiğ yiyecekti." Aybars ve Tuna bana doğru yaklaştıklarında elimi kaldırıp onları durdurdum. "Haydi, geç kalacağız. Son bütünlemelere girdik hocalar yakamızı bırakmazlar." Tuna ve Aybars, küfür ederek evden çıkarlarken Bartu koluma girip beni sürüklemeye başladı. Dudağımda minik bir tebessüm oluşurken motorun yanına doğru ilerledik. Tuna'nın süreceği motora bindiğimde bakışlarım motorlarda gezindi. Giderken kendi motorunu da götürmüştü. Kafamı iki yana sallayarak düşüncelerimi def ettiğimde arkadaki demirlere tutunarak beklemeye başladım. Tuna, motoru çalıştırıp sürmeye başladığında uçuşan saçlarımı umursamadan gözlerimi kapattım. Neden bu kadar soğuğu sevmiyorsun? Özgür'ün sesi zihnimde yankılandığında gözlerimi açtım. Soğuk, artık eskisi gibi bedenimi üşütmüyordu. Sadece onun yokluğu artık beni üşütüyordu. Tuna, okulun önüne vardığımızda motoru durdurduğunda motordan inip onları beklemeye başladım. Bizimkiler motorlarını uygun bir şekilde park ettikten sonra hep birlikte okula ardından da dersliğe girdik. Sırama geçip oturduğumda yanımdaki boşluk içimi acıtmaya yetmişti. "Eflal, iyisin değil mi?" Tuna'nın sorusuyla kafamı salladığımda ona doğru baktım. "İyiyim." Tuna kafasını salladığında gözlerini kırpıştırdı. Sanki söylemek istediği bir şey var gibiydi. "Akşam mekânda bir oyun var. Ona gideceğiz, sen de gelmek ister misin?" Tuna'nın bu kez sorduğu soruya cevap bulamamıştım. Uzun zamandan beri gitmiyordum. Hoş, onun tanıştırdığı yere onsuz gitmek ne kadar doğruydu bilemiyordum fakat içimden bir ses dudaklarımın ucuna kadar geldi. "Olur." Tuna kafasını salladığı anda içeriye gelen hoca ile önüme döndüm. Sıkıcı bir günün ve sınavların ardından okuldan çıkıp motorlara bindik. Mekânın önüne vardığımızda kapıdaki yazıyla göz göze geldim. Kan kırmızı ile yazılmış Andromeda yazısı, ilk gün ki gibiydi. Hâlâ büyüleyiciliğini ve ihtirasını kaybetmemişti. "Eflal, haydi." Ateş'in sesiyle yürümeye başladım ve mekânın dar koridorundan geçtim. Gözlerim kapının önünde duran Alpay'ı gördüğünde kalbimin oradaki yara sızlamaya başlamıştı. Hızlanan nefes alışverişlerimi kontrol edemezken kapıdan dökülen boncukları kenara doğru ittirdim. "Senin burada ne işin var?" Alpay'ın bakışları bana döndüğünde çatık kaşlarının düzeldiğini fark ettim. Şaşkınca benden başka bir yere baktığında kaşlarımı çatarak baktığı yöne baktım. Kadrajıma bir çift kehribar göz takıldığında düzenleyemediğim nefesin artık tamamen kesildiğini anladım. "Özgür." Ne zaman aralandığını fark etmediğim dudaklarımın arasından onun adı döküldüğünde kehribarları bana doğru çevrildi. İfadesiz yüzü hissizliğini korurken bakışlarım yanındaki kadına takıldı. Gözlerindeki öfke ile Alpay'a bakarken bakışları bana çevrildi. Göz bebeklerinin büyüdüğünü hissettiğimde gözlerini açıp kapattı. Bana baktığı andan itibaren gözlerindeki öfke yerini merhamete bırakmıştı. Bakışlarımı yeniden Özgür'e çevirdiğimde bize doğru bir adım yaklaştı. Burnuma hücum eden kokusu derin bir nefes almamı sağlarken ciğerlerimdeki oksijen yetersizliği onun kokusuyla son buldu. Gelmişti, Özgür dönmüştü. Dişlerimi istemsizce sıktığımda kalbimdeki yaranın varlığını yeniden hatırladım. Uyandığım zaman yanımda olmayan adam şimdi buradaydı. "Sen ne zaman döndün?" Alpay'ın sözleri benim zihnimdeki cümleyle ilk defa aynıydı. Bakışlarımı hiç gözlerinden çevirmeden Özgür'e bakmaya devam ettiğimde Özgür, derin bir nefes aldı ve arkasına döndü. Adımlarını ağır çekimde ilerleterek masaya doğru yürüdü. Masanın yanına geldiğinde cebindeki elini çıkardı ve masanın üzerine koydu. Elini masanın üzerinden çektiğinde masadaki kırmızı ve mavi zarları gördüm. “Senin sorunun cevabını vermeden, senin benim sorularıma verecek çok cevabın olmalı Alpay.” dedi ve iki elini de masanın üzerine koydu. “Otur, başlıyoruz.” -
BÖLÜM SONU SOSYAL MEDYA HESAPLARI; Instagram: _jupiterdebirokur Tiktok: jr.napolita X: sultanakr9
|
0% |