Yeni Üyelik
25.
Bölüm

22. BÖLÜM: "KARANLIK"

@sultanakr

28 Ağustos 2021

Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.

!UYARI! Bu bölümün sonunda -belirttiğim kısımda- +18 sahneler mevcuttur. !UYARI!

 

Oğuzhan Özgür Hancıoğlu, Ağzından

Dışarıdaki yağmurun sesini duyamıyordum, sadece cama vuran tıkırtılarından yağdığının habercisiydim. Kapalı olan perdelerim odanın içini zifiri bir karanlığa bürümüştü. Düşüncelerim dâhil her şey karanlıktı.

Oturduğum sandalyeden ayağa kalkıp pencereye doğru ilerledim. Perdenin iki ucundan tutup yanlara doğru çekiştirdiğimde kasvetli havayı gördüm. Yağmur taneleri camdan süzülerek aşağıya doğru gidiyordu. Bu, yağmurun gözyaşıydı. Gözlerimi kapatıp derin bir aldım.

Gök, içinde bulunduğum sessizliği bozmak istermişçesine gürlediğinde gözleri araladım. Yüzüme vuran saniyelik bir ışığın ardından arkamı dönerek sandalyeye geri oturdum. Masanın üzerindeki lambaya dokunduğumda odada loş bir ışık yandı. Işığın tam altındaki defter bana gülümserken yüzümdeki hissizlik yerini koruyordu. Defteri önüme çekip kapağını açtığımda ölen bir kadının el yazısıyla yeniden karşılaştım.

Her şeyin başlangıcı ve sonu olduğunu biliyordum ama ortasını kestiremiyordum. Elimin altındaki defterde her şeyin ayrıntısıyla yazıldığını okumuştum. Ne yapacağımı bilemezken derin bir iç çekip arkama yaslandım. Nalan'ın yazdığı günlüğü ikiye bölmüştüm ama o günlük hiçbir gerçeği ortaya çıkaracak kadar hakiki değildi.

Köşedeki sahte olan günlüğü diğer günlüğün yanına koyduğumda aralarındaki tek gerçek şey el yazısı ve Nalan'ın düşünceleriydi. Sahte olan günlüğün sayfalarını karıştırmaya başladığımda aralarındaki farkta göz gezdirdim. Sahte günlükte Aidoneus'un katil olduğunu yazmıştım ama asıl katil o değildi.

Alpay, sadece aracıydı.

Gök, sanki her şeyin habercisi gibi gürlediğinde gözlerimi defterlerden çekip pencereye baktım. Cama vuran taneler hızlanmaya başladığında gözlerimi pencereden çekip defterlere çevirdim. Sırtımı düzleştirerek derin bir nefes aldım. Zihnimin içinde merak yeniden günlüğümü okumamı istiyordu. Okumamı ve kaçırdığım ne var onu bulmamı söylüyordu. Gözlerimi kırpıştırıp Nalan'ın yazdığı defteri okumaya başladım.

18.02.2018

Ölüm, başlangıç ve sondur.

Yaşamın bilincindeydim ama ölümünde habercisiydim. Hiç beklemediğimiz bir anda geleceğini biliyordum. Bir gün ölüm, hepimizi bulacaktı ama bazı ölümler vardı ki hiç beklemediğimiz bir anda gelirdi. O an insanın içinde bir şüphe doğardı. Zihnin bulanıklığı bu şüphe yıkanmaya çalışırdı ama daha çok kirleneceğini hiç kimse fark etmezdi.

Barbaros, ölmüştü.

'Barbaros, ölmüştü.' cümlesinin üzeri tek bir çizgi ile çizilmişti.

Barbaros, öldürülmüştü.

Barbaros'un ölüm haberini aldığım anda bu satırları yazmaya başladım. Çünkü katilin kim olduğunu biliyorum. Alpay, Barbaros'u tehdit ediyordu. Buna bir gecenin karanlığında şahit olmuştum. Odanın içinde uyurken harlanan fısıldaşmalar yüzünden gözlerimi uykudan araladım. Odada yalnızca Alpay ve Barbaros'un sesini duyuyordum. Sırtım onlara dönük olduğu için beni görmüyorlardı.

"Dedemin sana vereceği hisselerden vazgeçeceksin yoksa seni pişman ederim Barbaros."

"O hisselerde en çok benim ve Özgür'ün hakkı var. Sen bar köşelerinde sürterken en çok o şirketi kurtarmak için uğraştık."

"Seni öldürürüm Barbaros."

İçimdeki korku kendini göstermişti.

"Beni tehdit mi ediyorsun Aidoneus?"

Barbaros'un sinirlendiğini anlamıştım. Çünkü Alpay'a sadece sinirlendiğinde bu şekilde seslenirdi. Sırtımdaki gözleri hissedebiliyordum. Gözlerimi sıkıca kapattığımda nefeslerimi dizginlemeye çalıştım.

"Geleceğini mahvederim Perseus. Etrafında ne varsa yok ederim. Geçmişin içindeki geleceği senden alırım."

Kurulan cümle beni işaret ediyordu. Barbaros bana hep bu cümleyi söylerdi. 'Benim geçmişimin içindeki tek gelecek sensin.' sözü onun bataklığındaki nilüfer misaliydi. Onca kirliliğe rağmen tek güzel olan şeydi. Belime sarılan ellerle saplandığım o düşüncelerden sıyrıldım ve arkama baktım. Barbaros'un gözleriyle karşılaştığımda yüzündeki ifade hissizlikti.

"Şimdi ne olacak?"

Sorduğum soru belirsizdi. Ne olacağını ikimizde bilmiyorduk. Bildiğimiz tek şey hiçbir şeydi.

"Aklımda bir fikir var. Alpay'ın bize ne yapacağını bilmiyoruz ama bir şekilde öğrenmenin yolunu bulmalıyız."

Kafamı salladığımda Barbaros yatakta doğrulup çekmeceye uzandı. Bedenini bana geri döndürdüğünde sağ avucunun içindeki zarları fark ettim. Biri mavi diğeri ise kırmızıydı. Bakışlarımı zarlardan çekip Barbaros'a baktığımda onunda bana baktığını fark ettim.

"Bu zarlarla herkes her şeyi öğrenebilir. Zarları, doğum gününde Özgür'e vereceğim. Kırmızı olan zar geçmişi, mavi zar ise geleceği temsil edecek. Tıpkı sen gibi Nalan, sen nasıl benim geçmişimin içindeki geleceksen bu zarların yarattığı oyun hepimizin sırlarını ortaya dökecek."

Barbaros, hayatımda tanıdığım en mantıklı düşünen insandı.

"Peki, bu oyunun adı ne olacak?"

Barbaros, kehribar gözlerini benden çektiğinde bakışları odamızdaki portrede takılı kaldı.

"Alpay, sana sadece bir isimle seslenmiyor Nalan. Kurulacak oyunun adı Andromeda olacak."

O günden bir hafta sonra, Özgür'ün doğum gününden önce Alpay babasıyla birlikte evden çıktı ve o günden sonra Barbaros hariç herkes kurtuldu. Alpay, göz göre göre ağabeyini öldürmüş olamazdı. O sadece bir aracıydı.

Barbaros'u öldüren kişi,

Cümle, tıpkı Nalan ve Barbaros'un hayatları gibi yarım kalmıştı. Sayfanın sonunda yazan yazıdan sonra bir başka sayfayı açtığımda o sayfanın yırtılmış olduğunu fark ettim. Bunu ilk okuduğumda fark edememiştim. Biri benden önce bu günlüğü okumuş olmalıydı ve bunu okuyan her kimse hakikati saklayan suçlulardan biriydi.

Eflal Keskin, Ağzından

Zihnim, ruhum gibi sessiz ve karanlıktı. İki aydır nerede olduğunu bilmediğim adam, şimdi buradaydı ve masanın üzerindeki zarlar ile Alpay'a meydan okuyordu. Bakışları bir kez olsun beni görmezken yutkunarak masaya doğru yaklaştım. Yanımda birinin varlığını hissettiğimde bakışlarımı masadaki zarlardan çekip yanımdaki kişiye baktım.

Gözlerindeki anlaşılmayan duygu bulanık zihnimi daha çok karıştırıyordu. Serap'ı en son vurulmadan önce görmüştüm. Uyarmaya çalışmıştı ama biz çok geç anlamıştık. Zihnimin bulanıklığı arasından bir cümle sıyrıldı. Özgür, Serap'ı nasıl bulmuştu? En önemlisi ise bu zamana kadar neden Özgür beni aramamıştı?

Masaya yaklaşan garsonu fark ettiğimde Özgür elini kaldırdı ve garsonun yaklaşmasını engelledi.

"Gelme. Bu oyun sadece bizim aramızda oynanacak."

Garson kafasını sallayıp yanımızdan ayrıldığında Özgür, masanın ortasındaki zarları Alpay'a doğru ittirip arkasına yaslandı.

"Sen başla Aidoneus."

Oyun başlamak üzereydi.

Alpay, masanın üzerindeki zarlara uzanarak ikisini de elinin içine hapsetti. Elini biraz havaya kaldırıp avucunun içindeki zarları bıraktı. Masaya düşen zarlar çok dönmeden durduklarında üstlerindeki sayıları okumaya çalıştım. Gördüğüm rakamlar ikiye ikiydi. Bakışlarım Özgür'e çevrildiğinde bakışlarının zarlarda olduğunu fark ettim. Ağır çekimde öne eğildi ve zarları eline aldı. Hiç bekletmeden zarları havadan bıraktığında zarlar kendi etraflarında döndü ve durdu.

Mavi üç, kırmızı ise birdi. Özgür'ün soru sorma zamanı gelmişti. Yüzündeki ifadeyi hiç bozmadan arkasına yaslandığında derin bir nefes aldım.

"Barbaros'u neden öldürdün?"

Özgür'ün sorduğu soruyla aldığım nefesi geriye verememiştim. Ondan böyle bir soru beklemiyordum. Ruhumdaki kelebek hareket etmeye çalışırken acıyla kıvrandım ve sanki kalbimin üzerindeki yara kendini belli etmek istermişçesine sızladı. Elimi hafifçe kalbime götürdüğümde kolumda bir el hissettim.

"İyi misin?"

Bartu'nun sesiyle ona baktığımda kafamı sallamakla yetindim. Bakışlarımı yeniden Özgür'e çevirdiğimde yine bana bakmadığının farkına vardım. Tuttuğum nefesi derince bırakırken bakışlarımı Aybars'a çevirdim. Yanıma yaklaştığında kulağına doğru yükseldim.

"Beni buradan götürür müsün?"

Aybars, benden biraz uzaklaştığında bakışlarını arkama doğru çevirdi. Gözlerimi baktığı yere çevirdiğimde Timuçin Bey'i gördüm. Sanki o an ruhumdaki kelebeğin kanatlarının kırıldığını hissettim. Bakışlarım elindeki bastona kaydığında Ouroboros’a baktım. Tepeden tırnağa ürperdiğimi hissettiğimde kimseye bakmadan mekânın çıkışına doğru ilerlemeye başladım.

Dar koridordan geçip kendimi dışarıya attığımda soğuğun bedenime sarılmasına izin verdim. Düşüncelerimi kendine getiren soğuk, eskiden kendini sevdirmeyen türdendi ama bu sefer başkaydı. Çünkü artık soğuktan nefret etmiyordum. Soğuk, sanki kırmızı zarın içine mahkûm kalmış bir geçmişti.

Koluma değen el ile arkama döndüğümde karşımdaki Serap'ı fark ettim.

"Nereye gidiyorsun Eflal?"

Yavaşça kolumu elinden kurtardığımda kafamı iki yana salladım. Nereye gideceğimi bile bilmiyordum. Ne gidecek bir evim ne de bir annem vardı.

"İçeride durmak istemedim."

Serap önüme geçtiğinde bakışlarımı gözlerine sabitledim.

"İstersen mekânın önünde durmayalım. Şu köşede duralım, gel."

Kafamı belli belirsiz salladığımda Serap ile gösterdiği köşenin oraya doğru yürüdük. Cızırdayarak ses çıkartan sokak lambasının altında durduğumuzda bakışlarımı yerden çekip mekânın girişine baktım. Zihnim hâlâ sessiz ve karanlıktı. Ne yapacağımı ve bundan sonra nasıl kararlar alacağımı hiç bilmiyordum.

"Eflal."

İçine daldığım düşüncelerden Serap'ın sesiyle ayrılırken bakışlarımı ona doğru çevirdim. Cevap vermeden beklediğimde bakışlarını yüzümde dolaştırdı.

"Nasıl oldu?"

Sorduğu soru belliydi ama benim verebilecek bir cevabım var mıydı? Derin bir nefes aldığımda bedenimi ona doğru döndürdüm.

"Alpay, beni vurdu."

Serap'ın gözlerinin dolduğunu fark ettiğimde derin bir nefes alıp bakışlarımı kaçırdım.

"Kendini üzmene gerek yok. Sen bizi defalarca uyarmıştın ama biz seni dinlememiştik. Böyle olması gerekiyordu ve oldu."

"Böyle olması gerekmiyordu."

Yere kaçırdığım bakışlarımı yeniden Serap'a çevirdiğimde mekândan bir silah sesi yükseldi. Kalbimin ağzımda attığını hissettiğimde Serap'ın gözlerindeki endişeyi fark ettim. Hızla bileğinden tutarak içeriye sürüklediğimde dar koridorda bileğini bıraktım. Boncukları kenara ittirip içeriye daldığımda iki kişinin bakışları hariç diğerlerinin bana baktığını hissettim.

Özgür'ün elindeki silahın namlusu Alpay'ı gösteriyordu ama o vurulmamıştı.

"Yeter!"

Timuçin Bey'in sesini duyduğumda bakışlarım istemsizce yukarıya doğru tırmandı. Tavandaki kurşun izini fark ettiğimde derin bir nefes aldım. Tavanda açılan delik sanki bizi içine çekecek gibiydi. Bakışlarımı tavandan ayırıp Özgür'e baktığımda elindeki silahı beline doğru götürdüğünü gördüm. Silahı beline yaklaştırıp Alpay'a doğru bir adım attığında işaret parmağını ona doğru uzattı ve kalbinin üzerine koydu.

"Bu burada bitmedi Alpay. Akıttığın her bir gözyaşının bedelini ödeyeceksin. Cevapsız kalmış her sorunun cezasını çekeceksin. Bundan sonra Andromeda'da işin yok. Bu saatten sonra buraya giremeyeceksin."

Alpay, Özgür'ün parmağından kurtulmak için bir adım geriye gittiğinde Timuçin Bey'in baston sesini işittim.

"Yeter dedim."

Alpay, arkasını döndüğünde bakışları bana çevrildi. Kehribar gözlerindeki hissizliği fark ettiğimde kulaklarımda bir kurşun sesi çınladı ama bu sefer kimse ateş etmedi. Bu ses ruhumdan gelmişti. Sızlayan kalbimin üzerine elimi götürmemek için çaba gösterirken yanımdan geçip çıkışa doğru ilerledi. Ardından Timuçin Bey ve Serap gittiğinde bakışlarımı Özgür'e çevirdim. Bakışları bir kez olsun bana değmemişti.

"Siz de eve gidin. Ben bu gece burada kalacağım."

Duyduğum şey ile kalbim yeniden sızladı ama bu sefer daha yoğun bir sızıydı. Elimi kalbime bastırıp gözlerimi kapattığımda koluma sarılan ele gözlerimi açtım. Aybars, endişeli gözlerle bana bakarken benim bakışlarım Özgür'e odaklandı. Sırtını bize dönmüş bir şekilde odaya doğru ilerliyordu. Dişlerimi sıkıp kolumu Aybars'tan yavaşça kurtardım ve onlara baktım.

"Bende burada kalacağım." deyip Özgür'ün arkasından odaya doğru ilerledim. Kapalı olan odanın kapısını açıp içeriye girdiğimde sertçe kapıyı kapattım. Özgür'ü sırt üstü koltukta uzanır bir vaziyette gördüğümde yanına doğru yaklaştım.

"Bana bir açıklama yapmayacak mısın Özgür?"

Özgür, gözleri kapalı bir şekilde cevap vermeden bekledi. Burnumdan soluyarak sehpanın üzerindeki bardağı aldım ve attım.

"Eve git Eflal."

Gözleri kapalı bir şekilde söylediği tek şey buydu. Hızla sehpaya eğildim ve diğer bardağı da yere attım. Özgür'e yeniden baktığımda gözlerinin açık olduğunu fark ettim.

"Artık bir şey söyle, bana bir cevap ver Özgür!"

Özgür, derin bir nefes alarak yattığı yerden doğrulduğunda sırtını arkaya yasladı.

"Hangimiz sorulara cevap aldık ki sen kaldın?"

Kehribarları gözlerime değdiğinde oradaki soğukluk tüylerimi ürpertmişti. Kaçındığım soğukluktan kurtulduğumu zannederken asıl soğukluğun bu olduğunu şimdi anlamıştım. Özgür, yavaşça ayağa kalkıp bana yaklaştığında geri adımlar atmaya başladım.

"Hayatımın orta yerinde, doğum günümde ağabeyimin neden öldürüldüğünü bile bilemezken sen kimsin ki sana cevaplarını vereyim?"

Söylediği sözler ruhumdaki kelebeğin son nefeslerini vermesine sebep oluyordu. Yutkunduğumda sırtımın duvara yaslandığını hissettim. Kehribarlarını hiç kaçırmadan mavilerime odakladığında yüzüme doğru eğildi.

"Sen, ben istediğim sürece yanımda olursun. Şimdi beni rahat bırak ve git."

Adını bilemediğim bir zehir içimdeki kelebeğin son nefeslerini vermesine sebep olurken kırıntıları ellerimde birikti. Özgür’ün göğsüne sertçe vurduğumda Özgür, hiç beklemediğim şekilde geriledi. Gözlerinde şaşkınlık gizliydi.

“O zaman yapmayacaktın.”

Ona doğru bir adım atıp bir kez daha göğsünden ittirdim. Beni durdurmuyor aksine tam gözlerimin içine bakıyordu.

“Beni bu işe bulaştırmayacaktın.”

Sağ elimi yumruk yapıp tam kalbinin yanına vurdum. Göğsüm sızladığında dişlerimi sıktım. Ölmüş bir kelebekten sızan zehir, artık tüm zihnimi kaplamıştı.

“Barbaros’u öldüren ben değildim ama neredeyse ben de ölecektim.” diye söylendim dişlerimin arasından. “Kimin yüzünden?”

Ellerim titriyor, göğüs kafesim hızlı nefeslerim yüzünden yükselip alçalıyordu.

“Senin!”

Sağ elimdeki zehrini bitirmemiş güç ile yanağına bir tokat attım.

“Bana git diyemezsin, Özgür. Çünkü ben olmasam sen bu noktaya gelemezdin.”

Özgür, sola çevrilmiş yüzünü ağırca bana çevirdi. Kehribar harelerinin üzeri yaşla dolmuştu. Uzun kirpikleri kırpıştığında büyük bir damla devrildi ve tokat attığım yanağına döküldü. Kızaran teninin üzerinden sanki bir ateş gibi indi ve çenesinde durakladı.

“Ben böyle olmasını istememiştim.” dedi, Özgür.

Kafamı iki yana salladım.

“Kimse istememişti Özgür ama ne sen bunu değiştirebilirsin ne de bir başkası. Bu senin gel ya da git demenle çözülecek bir olay değil.”

Özgür’e doğru bir adım yaklaştım ve işaret parmağımda çenesinde asılı kalmış yaşı sildim.

“Beni geçmişinin içine bir kere dahil ettin. Bundan sonra istesem de senden gitmem.” dedikten sonra çenesindeki parmağımı yanağına ilerletip parmaklarımın ucuna yükseldim. Dudaklarım, dudaklarının üzerinde durduğunda belimde elini hissettim.

+18 SAHNELER MEVCUTTUR. OKUMAK İSTMEYENLER İÇİN BÖLÜM BURADA NOKTALANMIŞTIR.

Belimdeki eli ile yavaşça beni bedenine yapıştırdığında dudaklarındaki dudaklarımı karşıladı. Göz kapaklarım gözlerimin üzerine devrilirken dudaklarımdaki baskıya meydan okudum. Kazağımdan içeriye sızan eli boğazımdan bir gürültü çıkmasına neden olmuştu. Genzimden yükselen inleme onun dudaklarına çarptığında beni daha çok kendine çekmişti.

Birden Özgür beni geri yürütmeye başladığında ona engel olmadım ve onun beni yönlendirmesine yardımcı oldum. Sırtımdaki eliyle duvara yaslandığımda sağ tarafımdan bir kapı açılma sesi nüksetti. Öpüşlerine devam ederken elleri kalçalarıma ulaştı ve sıktı. İkimizden de yükselen inleme sesiyle ellerimi omuzlarına bıraktım. Özgür, kalçalarımdan tutmaya devam ederken beni yukarıya kaldırdı. Bacaklarımı beline doladığımda sağ elimi ensesine doğru kaydırdım ve küçük saçları okşadım.

Kapalı gözlerim nedeniyle nereye gittiğimizi asla bilmiyordum. Kendimi yalnızca Özgür’ün ellerine bırakmıştım. Sırtım; yatak olduğunu düşündüğüm yumuşak bir yüzeye yaslandığında Özgür, dudaklarımızı ayırdı. Aralı dudaklarımın arasından alıp verdiğim her nefes, Özgür’ün yüzüne çapıp bana geri dönüyordu. Kehribar gözleri benim mavilerimde dolanıyor ve tüm vücudumun titremesine neden oluyordu. Bacaklarımın arasındaki bedenini bana sürttüğünde inledim ve başımı geriye doğru yasladım.

Özgür’ün dudakları açılan boynuma gömüldüğünde aralı dudaklarımdan kaçan inlemeye engel olamadım. Nemli dudakları boynumda içimi nahoş edecek izler bırakıyordu ve bu da benim tüm algımın kaybolmasına neden oluyordu. Bedenim yanıyor ve hiç sönmeyecek gibi hissediyordum. Karnımın içinde hareketlenen sancı giderek yükseliyor ve nefesimi kesiyordu.

Ellerimi pantolonun kemerine götürüp gömleğini dışarıya çıkarttım. Parmaklarım tenine dokunduğunda Özgür’ün boynuma inlemesine şahit oldum. Özgür’de aynı şekilde elini kazağıma götürüp göğsüme kadar sıyırdı ama sonradan beni doğrultup üzerimden kazağı çekti, çıkarttı. Kurumuş dudaklarımı ıslatıp ellerimi gömleğinin düğmelerine götürdüm ama titreyen ellerim onları açamayacak kadar acizdi. Sertçe bağlantı noktalarından tutup iki yana çektiğimde düğmeler kopmuş ve Özgür’ün vücudunu gözlerimin önüne sunmuştu.

Özgür’ün dudakları arasından birkaç kıkırtı dökülürken ellerimi göğsüne yasladım. Omuzlarına doğru sürükleyip gömleği kollarına kadar indirdim ve çıkarttım. Özgür, yavaşça sırtımı yeniden yatakla buluşturduğunda dudaklarını alnıma yasladı. Alnımdaki dudakları göz kapaklarımın üzerine konduğunda orada oyalanmadan burnuma indi. Burnumdan yanağıma, yanağımdan kulağıma kulağımdan ise boynumdaki şah damarının üzerinde durdu.

“Buradan sonrası bize cehennemin kapılarını açacak.” dedi, Özgür.

Devrilmiş göz kapaklarımı araladığımda derin bir nefes aldım ve bir kez daha kurumuş ve ona ihtiyacım olduğunu belirten dudaklarımı yaladım. Omzundaki sağ elimi ensesine götürüp saçlarını çekiştirdim ve yüzünü yüzüme eşitledim.

“Öyleyse cennetin kapıları sonsuza kadar kapandı.” dediğim an Özgür’ün dudaklarını yeniden dudaklarımda hissettim. Büyük bir açılıkla birbirimizin öpüşlerine karşılık verirken asıl cehennemin burada, içimde olduğunu anladım. Dudakları bir ateş misali tüm bedenimi kasıp kavururken cennetin ise o olduğunu gördüm.

Dudaklarını dudaklarımdan çektiğinde sesli bir şekilde inledim ve ensesindeki saçları çekiştirdim. Özgür, dudaklarını boynuma indirip yavaşça göğsüme doğru indi. Kurşun izinin üzerinde öylece durduğunda gözlerimi kırpıştırdım ve derin bir nefes aldım. Dudaklarını hafifçe kurşun izine dokundurdu ve bakışları bana çevrildi.

“Ağrın var mı?” diye sordu.

Kafamı iki yana salladım.

“Senin yokluğun en büyük ağrımdı.”

Özgür’ün gözleri gözlerimde oyalandı. Harelerindeki siyah noktalar büyümeye başladığında gözlerini kırpıştırdı ve bir kez daha yara izini öptü. Göz kapaklarımı kapatıp başımı geriye yasladığımda derin bir nefes aldım. Dudaklarındaki panzehir, yara izimdeki zehrin dağılmasına neden oluyordu.

“Eflâl.”

Adımı kulaklarımda işittiğimde boğazımdan kaçan inlemeyi tutmadım. Elini, ne ara açtığını bilemediğim pantolonumun içinde hissettiğimde bir kez daha inledim ve kalçamı eline doğru yükselttim.

“Özgür.” dedim, soluk soluğa. Dudaklarımın üzerinde hissettiğim parmağını öptüğümde homurdanmasını işittim. Parmakları kadınlığımı keşfederken dudaklarımdaki parmağını emiyor ve nemli dokunuşlarımı bırakıyordum. Karnımdaki sızı giderek artıyor ve beni daha da yükseklere uçuruyordu.

Özgür, bir anda parmaklarını tenimden çektiğinde gözlerimi açıp ona baktım. Pantolonumu çekiştirip tüm çıplaklığımla önünde yatmamı izlediğinde istemsizce bacaklarımı kapatmaya çalıştım. Özgür kafasını sallayarak sağ elini göğsümün üzerine bıraktı.

“Utanmanı istemiyorum.”

Kafamı iki yana salladım.

“Utanan kim?”

Özgür’ün dudaklarından küçük çaplı bir kahkaha döküldüğünde genzimdeki inlemeyi tuttum ve ensesinden tutup göğsüme yaklaştırdım. Özgür, bunu bekliyormuşçasına dudaklarını sütyenimin üzerinden göğüslerime gezdirdi. Bir eli belime belirirken sırtımı yükselttim ve kopçalarımı çözmesini bekledim. Biraz zorlansa da sonunda göğüslerim bütün her şeyiyle gözlerinin önündeydi. Özgür, birkaç saniye göğüslerime bakarken kafasını iki yana salladı.

“Bunlar, sen, Eflâl.”

Gözlerimi devirip bedenimi ona sürttüğümde dudaklarının arasından göğüslerime inlemesini bıraktı. Dudaklarını sağ göğsümün tomurcuğunda hissettiğimde inledim ve ensesinden bastırdım. Sol elimi geniş sırtına doğru sürükleyip tırnaklarımı geçirdiğimde biraz geri çekildi ve üzerinde son kalan şeyi, pantolonunu çıkarttı. Boxerdan bile belli olan erkekliğinin büyüklüğü nefesimin boğazımda takılmasına neden olmuştu.

Boxerını çıkartıp yeniden üzerimde yerini aldığında elimi korkusuzca ona götürdüm.

“Hayır, Eflâl.”

Özgür’ün kesik sesi kulağıma nüksederken duymamazlıktan geldim ve elimde tuttuğum şeyi kadınlığıma sürttüm. İkimizin de aynı anda dudaklarından dökülen inleme birbirine karışırken Özgür’ün dudakları dudaklarımı buldu.

Hırçın öpüşlerimizin arasında eli ondaki elimi buldu ve kadınlığıma sürtmeye devam etti. Karnımda biriken sancı çok ağırdı ve giderek daha da artıyordu. Hızlandıkça kalçamı ona kaldırıyor ve artık bu şeyin geçmesini istiyordum.

“Hazır mısın?” diye sordu, dudakları dudaklarımın üzerindeyken. Gözlerine baktığımda siyahlığın beni çekmesine şahit oldum. Başım dönüyor, nefesim hızlanıyor ve yükselip alçalan göğsüm sürekli göğsüne çarpıp geri iniyordu. Özgür, yavaş hareketlerle içime girdiğinde nefesimi tuttum ve kalçamı sıktım.

“Siktir.”

Cehennemin sıcaklığı, cennetin kapıları arasında son buldu. İçimdeki her hareketi karnımın içinde biriken ateşi daha da harlarken göz kapaklarımı gözlerimin üzerine devirip başımı geriye yasladım. Zihnim büyük bir karanlığın esiri olurken, bedenim yükseldiğim yerden hızlıca yere düşmeye başladı. Tüm uzvum zelzele misali titrerken Özgür’ün nefesini boynumda hissettim.

“Cennetim.”

Özgür, üzerimize bir örtü çektiğinde kapalı gözlerimin arkasındaki karanlıkta kaybolmaya başladım. O karanlıkta beliren siluet beni orada bulduğunda eli elime kenetlendi.

“Seni hiç bırakmayacağım.”

Ruhumun uykuya dalmadan önce duyduğu son cümle, buydu.

 

-

 

BÖLÜM SONU

SOSYAL MEDYA HESAPLARI;

Instagram: _jupiterdebirokur

Tiktok: jr.napolita

X: sultanakr9

Loading...
0%