Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4. BÖLÜM: "AİDONEUS"

@sultanakr

Yazılma Tarihi: 10 Ocak 2021

Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.

 

“Aidoneus”

Eflal Keskin, Ağzından

Şeytan, Tanrı tarafından hep kovulan ve sevilmeyen taraf olurdu. Onun görmediği sevgi içinde bir ateşin yanmasına neden olmuştu ve Şeytan, bu ateşte herkesi yakıp kavuracağına yemin etmişti.

Karşımdaki adamın kehribar gözlerinde bambaşka bir ateş yanıyordu. O ateş, içindeki acının yalnızca küçük bir yansıması olarak gözlerinden okunuyordu. Dudağının bir kenarındaki sinsi tebessüm kırıntısı, Oğuzhan'ın iyice sinirlenmesine neden olmuştu. Zaman, bir anlığına durmuş ve bizi izlemeye başlamıştı.

"Aidoneus."

Aidoneus?

Oğuzhan'ın dudaklarından dökülen bu sözcük kulağıma ulaşırken zihnimin derinliklerinde bir anı bulutu oluştu. O bulut zihnimin tamamını kapladığında kendimi dolu bir sınıfın içinde, en arka sırada otururken buldum. Açık camdan esen rüzgâr donmuş tenimin hâlâ ürpermesine sebep oluyordu. Bakışlarımı yanıma çevirdiğimde bir kızı gördüm. Gözlerinin mavisi tam karşıya odaklanmıştı.

"Yunan Tanrıları'nın isimleri Hades, Poseidon ve Zeus'tur. Kronos, yani Zeus göklerin tanrısı; Poseidon denizler ve depremler tanrısı olarak bilinir fakat kardeşleri olan Hades yer altı tanrısıdır. Bir diğer adı ise Aidoneus'tur."

Zihnime kazınmış cümlelerin içinde bir kelime eşini buldu ve beni, olduğum geleceğe geri gönderdi. Oğuzhan'ın ağabeysine neden Aidoneus dediğini bilmiyordum ama anlamını taşıdığının farkındaydım. Bakışlarımı Oğuzhan'a çevirdiğimde derin bir nefes alıp elini belime götürdü ve masaya doğru ilerletti. Sandalyeyi çekip oturmamı sağladığında ellerini sandalyenin sırt kısmına koydu ve bekledi. İstemsizce arkama yaslandığımda parmakları açık sırtıma değiyordu.

Karşımızda ayakta bekleyen Alpay Hancıoğlu, bakışlarını kardeşinden ayırmadı ve tam karşımdaki sandalyeye oturdu. Harelerim kapıya doğru kaydığında Oğuzhan'ın yanında gördüğüm arkadaşları arkama geçtiler ve bizimle durmaya başladılar. Bir garson masaya yaklaştığında gözlerim Alpay'ın üzerinde sabit kaldı.

"Давайте играть!" (Haydi oynayalım!)

Masanın yanına gelen garson elindeki iki büyük zarı havaya kaldırıp masanın tam ortasına doğru yuvarladı. Kırmızı ve mavi zarlar kendi hallerinde dönerken birinin nefesini ensemde hissettim.

"Şansın varsa dört gelir."

Oğuzhan'ın sesiyle irkilirken gözlerim hâlâ masada dönen zarların üzerindeydi. Şans ilk defa benden yana oldu ve dört rakamı iki zarda da göründü. Bakışlarım Oğuzhan'a çevrildiğinde dudağındaki sinsi bir gülüş ile ağabeysine bakıyordu.

"Dört rakamının anlamını biliyorsundur Aidoneus. Kızın verdiği cezaları uygulamak zorundasın."

Harelerimi Alpay'a çevirdiğimde gözlerindeki ateş sanki biraz daha belirginleşmişti ve ateşin içinde beni yakmaya hazır duruyordu. Arkasına yaslanıp kollarını birbirine bağladığında aklımdaki düşünceler yoğunlaşmaya başladı. Hiç bilmediğim bir oyunun içine dahil olmuş ve kazanmıştım fakat nasıl bir ceza vereceğimi bilmiyordum. Önüme koyulan bir kâğıt ile garsona baktım.

"Bu kâğıda vermek istediğiniz cezaları yazın ve ikiye katlayın. Oyun sonunda herkesle beraber okunacaktır."

Kafamı salladığımda Oğuzhan, kalemi aldı ve yazmaya başladı.

"Zeus! Bu kurallara aykırı, cezaları kızın yazması gerekli."

Alpay'ın gürleyen sesi mekânın içinde yankılandığında irkildim. Oğuzhan'a baktığımda ağabeysine bakıyordu ve gözleri kısılmıştı.

"Kız daha oyunu ilk defa oynayacak. Korkma Aidoneus, vereceğim cezalar canını acıtmayacak."

Oğuzhan'ı ilk defa bu kadar ciddi görüyordum. Evet, onu kısa bir zaman diliminden tanıyordum fakat bu sefer ki başkaydı. İki kardeşin aralarında bir mesele vardı. Birbirleriyle düşman gibiydiler. İçimden bir ses aralarında kalacağımı söylüyordu. Oğuzhan'ın kâğıda yazdığı şeylere bakarken kaşlarımı çattım. Ne yapmak istediğini bilmiyordum ama kurnaz olduğunu fark etmiştim.

"Sıra bende."

Alpay'ın yeniden çıkan gür sesi gözlerimi kâğıttan kaçırmama neden olurken garson zarları eline aldı ve yeniden ortaya doğru salladı. Dönen kırmızı ve mavi zarlar kendinden bağımsız bir şekilde durduğunda biri üç diğeri ise bir rakamıydı.

"Aidoneus; mavi zar rakamının, kırmızı zar rakamından düşük gelme sebebiyle bu turda oyundan atılmıştır."

Garson elindeki kâğıdı açıp Alpay'a baktı.

"Önceki turlarda verilmiş olan cezalar ve görevler iptal edilmiştir. Andromeda oyunu bitti, kazanan Zeus'un takımıdır."

Garson elindeki kâğıdı masaya bıraktı ve arkasını dönüp masadan uzaklaştı. Harelerim Alpay'a kaydığında artık bir sinir küpü olduğunun bilincindeydim. Hızla masanın üzerindeki kâğıdımı alıp gözlerini gezdirdiğinde sinirli bakışlarını arkama çevirdi. Derin çatılmış kaşları ile gözleri kısıldı. Birden ayağa kalkıp çıkışa doğru ilerlediğinde gözlerimi Oğuzhan'a çevirdim. Ciddi ve duygu barındırmayan harelerini bana çevirdiğinde çenesiyle odayı işaret etti.

Ayağa kalkıp odaya doğru ilerlerken arkadaşlarıyla birlikte peşimden geliyordu. Odaya girdiğimde siyah deri koltuğa yürüdüm ve oturdum. Oğuzhan, sert adımlarıyla sandalyeye oturdu ve parmaklarını masaya vurarak ritim tutturmaya başladı. Odanın içindeki dört tane arkadaşı karşımdaki koltuklara yerleşirken bakışları benim üzerimdeydi.

"Eflal."

Gözlerimi kırpıştırıp Oğuzhan'a baktığımda parmaklarını birbirine kenetledi ve dirseklerini masaya dayadı.

"Önce aklındaki soruları sor, sonra bende sana sorularımı sorayım."

Kafamı sallayarak aklımdaki ilk soruyu dile getirdim.

"Oyun normalde bu kadar kısa mı sürüyor?"

Kafasını iki yana salladı.

"Alpay'ın zarları aynı rakam olsaydı ve yahut kırmızı zar yüksek bir sayı gelseydi oyun devam ederdi. Andromeda oyununun basit ama zorunlu kuralıdır."

"Özgür."

Oğuzhan'ın arkadaşı ona seslendiğinde kehribarları ona döndü.

"O kâğıtlarda ne yazıyordu da bu kadar sinir oldu?"

Oğuzhan'ın dudaklarında bir gülümseme olurken gözleri kısıldı. Başını yere eğdiğinde kafasını iki yana salladı ve arkasına yaslandı.

"Dört satırda da 'İddia; Eğer Aidoneus'un oynadığı elde herhangi zarlardan biri üçe bir gelir ise önceki turda verilen tüm ceza ve görevler iptal edilecektir.' yazıyordu.

Oğuzhan'ın arkadaşları gülmeye başladığında gözlerimi üzerinde tutmaya devam ettim. Ondaki akıl bir zehirdi. Sonuçta o bir oyun kurucuydu ve şeytana tahtını paylaşıyordu. Oğuzhan arkadaşlarına çenesiyle kapıyı gösterdiğinde arkadaşları ayağa kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Hepsi teker teker odadan çıktıklarında Oğuzhan, oturduğu yerden kalktı ve karşımdaki tekli koltuğa oturdu.

Kollarını koltuk kolçağına koyup bacak bacak üstüne attı. Gözlerinin içine baktığımda orada durgun birini gördüm. Oğuzhan, Alpay'a kıyasla daha sakin birine benziyordu ya da ben henüz hiçbir şey görmemiştim.

"Zaafın var mı?"

Sorduğu soruyla zihnimde büyük bir çalkalanma oldu. Cümleler birbirine karıştı ve büyük bir karmaşa çıktı. Kaşlarımı çattım ve geriye doğru yaslandım.

"Neden bu soruyu sordun?"

Oğuzhan, derin bir nefes alıp bacaklarını birbirinden ayırdı ve öne doğru eğildi. Kehribar gözlerinde sanki bir şey saklanmıştı. O saklanmış olan her neyse dudaklarından dökülmek üzere yuvarlandı.

"Zaaf, oyunların en vazgeçilmez tutkusudur. Karşındaki rakibin libidosunu yükseltir fakat zaafı olan kişi için en tehlikeli durumdur. Bu oyunu oynayacağın için zaafının da olmaması gerekir."

Kafamı iki yana salladım.

"Bu oyunu bir daha oynamayacağım."

Oğuzhan kehribar gözlerini mavi gözlerimden ayırmadı.

"Senin bugün oynadığın oyunun açılışı bir milyon dolar ve biz o oyunu kazandık."

Tek kaşım yukarıya tırmanırken kafamı soru sorarcasına iki yana salladım. Oğuzhan derin bir nefes alıp arkasına yaslandı.

"Ben hariç sen dahil beş kişi Alpay Hancıoğlu'nun karşısında oyun oynadı. Kazanan taraf biz olduğumuz için yarın sabah banka hesaplarınıza o para bölüştürülecek."

Zihnimde derin bir sessizlik vardı ve bu sessizlik yüzünden hiçbir şey düşünemiyordum.

"Anneni; hayatı boyunca rahat ettirmek istemez miydin, Eflal?"

Ne zaman yere indiğini fark etmediğim bakışlarımı Oğuzhan'a çevirdim. Kafamı hafifçe salladığımda öne doğru eğildi.

"Eflal, annen senin hayattaki tek zaafın."

Zihnimde sinsi bir yılanın tıslayan sesini duyduğumda ruhumda bir ses yankılandı.

Geçmişin kanı, yılanın dilindeki zehrin panzehri

Sahip olduğum geçmiş koca bir boşluktan ibaretti. Bin bir güçlükle sıyrılıp geleceğe adım attığımda bu oyun hayatıma dahil olmuştu. Bir bilinmezliğin içinde savrulacakmış gibi hissediyordum.

"Eflal."

Saplandığım düşüncelerden Oğuzhan'ın sesiyle kurtulurken gözlerimi kırpıp oturuşumu dikleştirdim.

"Peki, senin zaafın nedir Oğuzhan Özgür Hancıoğlu?"

Kehribar gözlerinde bir saniyeliğine yanan ateşi görmüştüm. O ateş öyle bir güçtü ki karşısındaki insanı yakıp kavuracak cinstendi. Saniyelik bile olsa alevin gücü ruhumda uyuyan yılanı uyandırmaya yetmişti. Oğuzhan'ın cevabını beklerken elini cebine sokup sigara paketini çıkardı. İçinden bir dal sigara çıkartıp dudaklarına sıkıştırdığında benim verdiğim çakmakla ucunu yaktı. Sigarayı parmaklarının ucuna sıkıştırıp dumanı üflediğinde kehribar gözlerini mavi gözlerime dokundurdu.

"Aidoneus'un anlamını bilir misin?"

Kafamı salladığımda dudaklarımı araladım.

"Hades'in lakabı."

Oğuzhan kafasını ağır çekimde salladığında sigaradan bir derin nefes çekip küllüğe külünü döktü.

"Hades, yer altında yaşayan bir tanrıdır. Sahip olduğu tek zaaf karısı yani Persephone'dur. Alpay evli değil ama bir kız arkadaşı var. Oyunlara getirmez, getirirse de kesinlikle oynatmaz. Bana Alpay burayı kurduğumuzda bir lakap taktı. Andromeda oynayan herkes lakabımla seslenir. Lakabım Kronos yani Zeus'tur. Şu ana kadar hiçbir zaafım olmamıştı ta ki bugün abimin karşısına bir oyuncu çıkartana kadar."

Kehribar gözleri sadece benim mavi gözlerimde takılı kalmıştı. Karnımda tatlı sancılar oluşurken gözleri saniyelik dudaklarıma inip gözlerime tırmandı.

"Zeus'un zaafı Hera."

Ellerimi şakaklarımın kenarına koyup ovalamaya başladığımda Oğuzhan elindeki sigarayı söndürüp öne doğru eğildi.

"Eflal, herkes senin benim yanımda olduğunu biliyor ve seni benim zaafım sanacaklar. Oyun kurucuların eğer bir zaafları var ise yanlarında tutmaları gerekir. Eğer yanımda durursan kimse sana zarar veremez fakat yanımda durmazsan seni, bana karşı kullanırlar."

Derin bir nefes aldığımda ellerimi şakaklarımdan çekip kucağımda birleştirdim.

"Peki ya annem, ona ben ne diyeceğim?"

Oğuzhan yanağının içini dişleyip bakışlarını benden ayırdı.

"Bir yol bulacağım."

Kafam salladığımda ayağa kalkıp üzerimi düzelttim. Bakışlarını yeniden bana çevrildiğinde dudaklarımı araladım.

"Annemin yanına gitmem gerek."

Oğuzhan oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açıp geçmemi beklediğinde hızla odadan çıktım. Elini belime koyup beni hızla mekandan çıkarttıktan sonra buz gibi hava tüm bedenime diken ucu gibi batmaya başladı. Oğuzhan, kapının yanındaki görevliden arabanın anahtarlarını alıp kumandasına bastı. Arabanın farları yanarken ön kapıyı açıp bindim. Oğuzhan yanımdaki koltuğa oturup ısıtıcıyı açtığında arabaya ısınmaya başladı. Arabayı çalıştırıp sürmeye başladığında bakışlarımı ondan çekip yola baktım.

"Yarın sabah derse gidecek misin?"

Kafamı salladım.

"Evet. Hastaneden direkt olarak geçeceğim."

Oğuzhan kafasını sallayıp direksiyonu sağa kırdı. Trafik ışıklarında durduğunda bakışlarını bana çevirdi.

"Hastaneye gelirim, beraber geçeriz."

Kafamı ağır çekimde salladığımda yanan ışıkla gaza bastı. Hastanenin otoparkına girdiğinde uygun bir yerde durup emniyet kemerini çözdü ve arkaya doğru uzandı. Üzerinden yayılan bir koku tüm ciğerlerime dolarken önüne döndüğünde iki poşet vardı. Poşetleri kucağıma bıraktığında kaşlarım yukarıya tırmandı.

"Biri gece giymen için, diğeri de yarın giyebileceğin kıyafetler."

Bakışlarım mahcup olduğum için poşetlere inerken eliyle çenemi tutup yukarıya kaldırdı.

"Sıkıntı yok. Sonuçta oyun kazanmamıza sebep oldun. Teşekkür niyetine sayarsın. Yarın ayrıntıları ve ne yapacağımızı konuşuruz. Annenin yanında bekleyen bir görevli var. Onunla beraber bu gece kalırsın. Bir şey olduğunda ona söylersin beni arar."

Dudaklarıma buruk bir gülümseme yerleştirdiğimde elini çenemden çekti.

"Teşekkür ederim."

Elimi kapı kulpuna koyduğumda zihnimde bir soru oluştu. Omzumun üzerinden ona baktığımda dudaklarımı araladım.

"Oğuzhan mı yoksa Özgür mü diyeyim?"

Dudaklarından şuh bir kahkaha döküldü. Alt dudağımı dişleyerek önüme döndüm. Kapıyı açacakken elimin üzerinde elini hissettim. Başımı arkama çevirecekken nefesini kulağıma verdi. Gözlerimin sonuna kadar açılırken aracın cam filmlerine dua ettim.

"Özgür kelimesini kullanacak kadar güçlüysen diyebilirsin ama sadece özgür olanlar o kelimeyi kullanabilir. Vakti geldiğinde adımın anlamını öğreneceksin." deyip kapıyı açtığında hızla arabadan kaçarcasına inip binaya doğru koştum. Ruhumdaki yılan çoktan uyanmıştı ve geçtiği her yerde izlerini bırakıyordu. Yılanın sesi kulaklarımda dolaşıyordu. Annemin odasının önüne geldiğimde kapının açık olduğunu fark ettim. Odanın içindeki insanların yüzü bana tanıdık geliyordu.

"Zaafın var mı?"

Zihnimde tek bir soru yankılanırken annemin yanında oturan adam ayağa kalkıp bana gülümsedi. Annem bakışlarını bana çevirdiğinde dudaklarında bir gülümseme takılıydı. Bakışlarım yeniden bana gülen adama kaydığında zihnimde ikinci bir söz duydum.

"Eflal, annen senin hayattaki tek zaafın."

Ayakta duran adam bana doğru yaklaştığında dudaklarındaki gülümsemeyi silmeden elini bana doğru uzattı.

"Ben Alpay Aras Hancıoğlu. Peki, siz kimsiniz?"

Aidoneus tarihin en acımasızıydı. O acımasızlığın içinde beni yakmaya hazırdı. Ruhumun içinde bir söz yankılandı.

Geçmişin kanı, yılanın içindeki zehrin panzehri

Kim olduğumu karşımdaki adam tarafından bulmuştum.

Ben, o zehirde ölen kızın ta kendisiydim.

-

 

BÖLÜM SONU

SOSYAL MEDYA HESAPLARI;

Instagram: _jupiterdebirokur

Tiktok: jr.napolita

X: sultanakr9

 

Loading...
0%