@sultanakr
|
Yazılma Tarihi: 12 Ocak 2021 Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
“Zeus’un Zaafı” Eflal Keskin, Ağzından Zaaf. Tutku ve tehlikenin en zayıf halkasıydı. Sahip olduğumuz kişiliğin ve karakterin şeklini bozan bizi savunmasız bırakan bir ataktı. Bu atağa karşılık vermek yine bir zaafın bulunmasıydı fakat ne ben karşımdaki adamı tam olarak tanıyordum ne de onun zaafını tanıyordum. Güç elimde değildi. Tek bir gücüm vardı. O da sahip olduğum karakteri kullanmaktı. Elimi Alpay Hancıoğlu'na uzattığımda yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. "Eflal Keskin." Alpay Hancıoğlu uzattığım eli sıktığında annemin sesini duydum. "Benim ameliyat masrafımı Alpay Bey karşılamış." Annemin sözleri beni koca bir yalanın içine atmıştı. Aslında o yalanın içindeki tek kişi karşımda bana gülerek bakan adamdı. Kehribar gözlerini anneme çevirdiğinde kafasını iki yana salladı. "Lütfen. Bana 'Bey' şeklinde ithaf etmenizi istemem. Alpay diyebilirsiniz." Derin bir nefes alıp elimi Alpay Hancıoğlu'nun elinden kurtarıp kaşlarımı çattım. "En kısa zamanda borcunuzu öderiz, Alpay Bey." 'Bey' sözcüğüne bastırarak cümlemi bitirdiğimde kehribar hareleri bana döndü. Dışarıdan nasıl göründüğü bilmiyordum ama karşımdaki adamın gözlerinin yansımasından kendimi görüyordum. Her an üzerine atlayıp dövebilirdim. Alpay Hancıoğlu, gülerek bir adım geriye çekildiğinde sağ elimi yumruk yaptım. "Biz artık gidelim. Tekrardan geçmiş olsun efendim." Annem gülerek gözlerini kapatıp açtığında yanımdan geçip odadan çıktı. Arkasındaki korumalar da odadan çıktığında onun oturduğu yere doğru ilerleyip koltuğa oturdum. Annemin bakışları üzerimde gezinirken dudaklarımı araladım. "Arkadaşımın annesinin doğum günü vardı, oradan geliyorum." Annem yüzündeki gülümsemeyi silip kafasını salladığında bakışlarımı ellerime indirdim. Nasıl bir boşluğun içine düştüğümü hayal bile edemiyordum. Bakışlarımı anneme çevirdiğimde gözlerinin kapalı olduğunu fark ettim. Düzenli alıp verdiği nefesi uyuduğunun işaretiydi. Derin bir nefes alıp gündelik kıyafet olan poşeti alıp saate baktım. Saat 02:00'ydi. Ayağa kalkıp hastane odasındaki tuvalete girdim. Sade fayanslarla döşenmiş tuvalete göz gezdirip poşeti kapalı klozetin üzerine koydum. Üzerimdeki elbiseyi çıkartıp kenara düzgün bir şekilde bıraktığımda poşetin içindeki kıyafetleri giydim. Aynadaki yansımama baktığımda üzerimde siyah, uzun kollu bir balıkçı yaka vardı. Altımda ise yine aynı renkte bir jean pantolon bacaklarımı sarmıştı. Kenara bıraktığım elbiseyi poşetin içine koyup tuvaletten çıktım. Elimdeki poşeti duvarın kenarındaki koltuğa koyup bakışlarımı anneme çevirdim. Masanın yanında gözüme çarpan telefonumu elime alıp odadan çıktım. Kapıyı sessizce kapatırken yanımda hissettiğim bedenle göz göze geldim. Oğuzhan'ın annesinin doğum gününe giderken annemin yanına bıraktığımız kadındı. Eliyle koltukları gösterdiğinde gülümseyip oraya doğru ilerledim. Koltuğa oturduğumda kadında yanıma oturup dudaklarını araladı. "Alpay Bey'in geldiğini kapıdaki koruma haber verdi. Ben de o yüzden annenizin yanından ayrıldım." Kafamı salladığımda elimi elinin üzerine koydum. "Hiç sıkıntı değil hatta iyi yapmışsınız. Çünkü Alpay Bey'in ne yapacağını bilmiyoruz. Anneme hastane masraflarını onun karşıladığını söyledi." Kadının gözleri sinirle kısılırken arkama yaslandım. "Oğuzhan Bey bunu duyduğunda hiç hoşuna gitmeyecektir." Elinin üzerindeki elimi çektim. "Lütfen, ona bunu ben söylemeliyim." Kadın kafasını salladığında ayağa kalkıp annemin odasına girdi. Derin bir nefes aldığımda elimdeki telefona baktım. Güç tuşuna uzun bir süre bastığımda amblem çıkarak ışıklarını yaktı. Kısa bir süre içinde telefon pin kodunu sorduğunda hızla yazıp telefonu açtım. Parmağımı ahizenin olduğu kısma getirip aşağıya doğru sürüklediğimde bildirim paneli açıldı. Whatsapp'tan bir mesaj gelmişti. Hızla Whatsapp'a girdiğimde hiç bilmediğim bir numaradan geldiğini gördüm. Mesaja tıkladığımda yalnızca bir noktanın atıldığını fark ettim. Mesaj yazmak için kutucuğa basıp parmak uçlarımı harflerde gezdirdim. ‘Kimsiniz?’ mesajı çift tik oldu. Derin bir nefes alıp bakışlarımı koridorda gezdirdim, hiç kimse yoktu. Mesaj sesi koridorda yankılandığında sesi kısıp gelen mesaja baktım. ‘Oğuzhan.’ Gözlerim, gördüğüm cevapla sonuna kadar açılırken zihnimdeki soruyu parmaklarıma aktardım. ‘Numaramı nereden buldun?’ Onun cevap yazmasını beklerken numarasını 'Oğuzhan' diye kaydetmiştim. ‘Okuldan.’ Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp baş parmaklarımı klavyenin üzerinde beklettim. Yukarıdaki simgede ne bir fotoğraf ne de son görülme saati görünüyordu. ‘Ne yapıyorsun?’ Gelen mesajı gördüğümde derin bir nefes aldım. ‘Koridorda oturuyorum. Sen?’ gönderdiğim mesaj tek tik kaldı. Telefonun ekranını kapattığımda bakışlarım istemsizce koridora çarptı. Köşede bana gülerek bakan kişiyi gördüğümde dudaklarım aralandı. "Sen?" diye, şaşkınlıkla söylendim. Oğuzhan, yaslandığı duvardan sırtını ayırarak bana doğru gelmeye başladı. Attığı adımlar sessiz koridorda yankılanıyordu. Koltuğa oturduğunda arkasına yaslanıp bakışlarını bana çevirdi. "Bana ne zaman söyleyecektin?" diye sordu. Derin bir nefes alıp arkama yaslandım. O çoktan her şeyi öğrenmişti ve artık sabahı beklemek zorunda kalmayacaktım. "Sabah beni almaya geldiğinde söyleyecektim." Bakışlarımı ona çevirdiğimde kafasını sallayıp kehribar gözlerini karşımızdaki duvara çevirdi. Dişleriyle sol yanağını talan ederken dudaklarımı araladım. "Peki sen nereden öğrendin?" Hissiz bir şekilde kollarını birbirine bağlayıp oturduğu yerde kaydı. Gözlerini kapatıp başını duvara yasladığında dudakları aralandı. "Kapıdaki korumadan." Kafamı istemsizce salladığımda görmediği aklıma geldi. Derin bir nefes alıp bakışlarımı ondan çektiğimde karşımdaki duvara baktım. Ruhum sessizdi ve bu sessizlik zihnime yansımıştı. "Ağabeyin, annemin hastane masraflarını onun ödediğini söylemiş." Oğuzhan'dan ses gelmeyince bakışlarımı ona çevirdim. Düzenli alıp verdiği nefesi uykuya dalmış olduğunun en büyük kanıtıydı. Derin bir nefes daha alıp bakışlarımı yüzünde gezdirmeye başladım. Siyah saçlarının hırçın tutamı alnına düşmüştü. Kapalı göz kapakları kehribar harelerini karanlığın içine saklamıştı. Uzun kirpikleri hemen gözlerinin altında bir gölge yaratmıştı. Kirli sakallarının içinde saklanmış minik bir ben vardı. "Giderim var mı?" İrkilerek geriye doğru kaçtığımda dudaklarımın arasından minik bir çığlık kaçtı. Tam yere doğru düşecekken koluma mengene misali doladığı elle bedenine doğru yaklaştırdı. Açık saçlarım yüzümüze çarpıp omuzlarıma düşerken kehribar gözlerinin ortasındaki siyah noktalar büyümüştü. Aralı dudaklarının arasından çıkan nefesi yüzümü yalayıp geçerken gözlerini kaçırıp elini kolumdan çekti. Arkama yaslanıp ne zaman tuttuğumu fark etmediğim nefesimi yavaşça bıraktım. Oğuzhan boğazını temizlediğinde ayağa kalkıp omzunun üzerinden bana baktı. "Sigara içmeye dışarı çıkacağım, geliyor musun?" Biraz havanın beynime iyi geleceğini düşünüp ayağa kalktım ve peşinden ilerledim. Birlikte binadan çıktığımızda yüzüme vuran soğuklukla kollarımı birbirine bağladım. Bakışlarımı Oğuzhan'a çevirecekken omzumun üzerinde bir ağırlık hissettim. Oğuzhan, üzerinde sadece boğazlı bir kazakla duruyordu. Dudaklarının arasına sıkıştırdığı sigarayı parmaklarına sıkıştırıp önümden yürümeye başladı. Omuzlarıma bıraktığı ceketi giyip fermuarını kapattım. Büyük cüssesini kaplayan ceket, benim üzerimde çuval olmuştu. Kendi kendime gülerek yürümeye devam ederken ilerideki banklara doğru yöneldik. Banka oturduğum sırada Oğuzhan hiç oturmadan kafeteryaya ilerledi. Geriye döndüğünde elinde iki tane karton bardak vardı. Banka doğru yaklaştığında elindeki bardaklardan birini bana doğru uzattı. Dumanı üzerindeki kahveyi alıp iki elimle sıcaklığına muhtaçmış gibi sardım. "Neden bu kadar soğuğu sevmiyorsun?" Oğuzhan'ın kurduğu cümleyle kahveden bir yudum alıp yutkundum. Gözlerimi hastanenin manzarasında gezdirirken omuz silktim. "İçimi üşütüyor." diye söylendim. Avuçlarımın arasındaki sıcaklık kendini hissettirdiğinde kahveden bir yudum daha aldım. Sigaranın dumanı bana doğru rüzgarla uçuştuğunda gözlerimi kapatıp kahvenin kokusuna odaklandım. "Yarın akşam bir oyun oynanacak. O yüzden ders çıkışı mekana gidip biraz sana oyunu çalıştırmamız gerekiyor." Saplandığım düşüncelerden Oğuzhan'ın sesiyle kafamı salladım. 'Belki.' dedi iç sesim. 'Belki gelecek o oyunun içinde saklıdır.' diye devam etti. Elimdeki kahveden bir yudum daha alıp yanımdaki çöpe bıraktım. "Peki, neden şimdi çalışmıyoruz?" deyip bakışlarımı Oğuzhan'a çevirdim. Ne hissettiği belli olmuyordu ya da duygularını çok iyi saklıyordu. Onaylarcasına kafasını salladığında ayağa kalkıp yanımızdaki yuvarlak masaya doğru geçti. Ayağa kalkıp tam karşısına oturdum. Eliyle ceketini gösterdiğinde dudaklarını araladı. "Ceketin iç cebinde iki tane zar var. Onları çıkartıp masaya koy." Ceketin önündeki fermuarı açıp elimi iç cebe soktum. Parmaklarıma iki tane zar değdiğinde avuçlarımın arasına gizleyip elimi cepten çıkardım. Zarları masanın üzerine koyduktan sonra önümdeki fermuarı yeniden boynuma kadar çekip Oğuzhan'a baktım. Kırmızı ve mavi zarların her birinde bir yuvarlak olacak şekilde getirdi. "Oyunun ilk açılışında zarı garson atar. Eğer içlerinden bir tanesi bile bir gelirse oyun altı el oynanır. Eğer iki gelirse iki el. Dört haricinde bütün sayılarda oyun uzatılır. Dört geldiğinde yalnızca birer el oynarsın, bir nevi hızlı oyun gibi düşünebilirsin." Kafamı salladığımda kırmızı zarı eline aldı. "Kırmızı yani ceza zarı yalnızca bir kere altı gelmek zorundadır. Eğer iki kere altı gelirse yeniden zar atılır. Sonuçta ceza zarı ne kadar düşük rakamlı gelirse iki rakip içinde en kolayı olur." Oğuzhan, zarları eline alıp masaya bıraktığında kırmızı bir, mavi ise iki geldi. Bakışlarımı zarlardan çekip ona çevirdiğimde kaşları hafifçe çatılmıştı. "İki el." diye tahminde bulundum. Kafasını iki yana salladı. Kaşlarımı çattığımda bakışlarını bana çevirdi. "Oyun bitti." Çatık kaşlarım yukarıya tırmandığında derin bir nefes alıp alt dudağımı dişledim. Soru sorarcasına kafamı salladığımda kırmızı zarı eline aldı. "Eğer oyun açılışında kırmızı zar bir gelirse, mavi ne olursa olsun oynayamaz ve oyun biter." Gözlerimi sıkıca yumup açtım. "Çok karışık bir oyun, çözemiyorum." Oğuzhan elindeki kırmızı zarı masaya bırakıp bana doğru eğildiğinde nedensizce nefesimi tuttum. Gözlerini mavi harelerimde gezdirirken sıcak nefesi yüzümü yalayıp geçiyordu. "Oyun karmaşık değil, -parmağını alnıma vurdu- karmaşık olan senin beynin. Toparlanmaya çalış, zarları bu sefer sen atacaksın." Geriye çekildiğinde nefesimi bıraktım. Dişlerim yanağımın içine işkence ederken derin bir nefes alıp masanın üzerindeki zarları elime aldım. Gözlerimi kapatıp elimdeki zarları masaya doğru yuvarladım. Zarların tıkırtıları kesildiğinde gözlerimi açıp gelen rakamlara baktım. Kırmızı zar altı, mavi zar ise bir gelmişti. Bakışlarımı Oğuzhan'a çevirdiğimde gözlerinde saklanmamış bir hayranlık yansıyordu. "Peki bunun anlamı nedir?" Oğuzhan bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerindeki hayranlık hâlâ devam ediyordu. "Bir el oynanacak fakat karşı rakip altı tane ceza ile başlıyor." Masanın üzerindeki zarları alıp attığında zarlar tıkırtıyla dönmeye başladı. Uzun bir süre oyuna çalıştığımızda aslında o kadar karmaşık olmadığını fark etmiştim. Zaman, bir su misali akıp giderken bir eli Oğuzhan, bir eli ben kazanıyordum. Bu durum, Oğuzhan’ın zarları masadan almasıyla sona ermişti. “Artık yatmalısın, yarın hepimiz için zor bir gün olacak.” * "İyi akşamlar arkadaşlar." Başımı yasladığım sıradan bin bir güçlükle kaldırarak giden öğretmene baktım. Yorgun ve mayışmış vücudumu hareket ettirdiğimde yanımda uyuyan Oğuzhan'a göz ucuyla baktım. Sırtımdan kayan bir şey dikkatimi çektiğinde belime baktım. Oğuzhan'ın ceketiyle bakıştığımda, ceketi arkamdan alıp Oğuzhan'ın üzerine örttüm. Oğuzhan'ın kaşları bir anlığına çatılıp eski haline döndüğünde arkadaşları sıranın önünde belirdi. "Özgür, abi kalk artık. Mekana gitmemiz gerek." diye sitem etti içlerindeki siyah gözlü. Bakışlarımı arkadaşlarından Oğuzhan'a çevirdiğimde derin bir nefes alıp doğruldu. Sırtındaki ceketi giydiğinde bakışlarını bana döndü. "Özgür." Henüz adını bile bilmediğim arkadaşı ona seslendiğinde Oğuzhan'ın bakışları benden çekildi. Arkadaşı bana bakarak dudaklarını araladı. "Ona bir oyun lakabı bulmamız gerek." Oğuzhan ayağa kalkıp kapıya doğru ilerlediğinde derslikte bir ses yükseldi. "Hera olsun." Oğuzhan, dersliğin ortasına bir bomba atıp kaçmış gibiydi. Kapıdan çıkan görüntüsü zihnimden silinmezken söylediği cümle kulaklarımda yankılanıyordu. Arkadaşları gülerek kendi aralarında konuşmaya başladıklarında ayağa kalktım ve kapıya doğru ilerledim. Okulun önündeki motorlara doğru yürüyüp Oğuzhan'ın yanında durdum. Motorun aynasına takılı olan kaskı bana uzatıp kendi vizörünü kapattığında kaskı takıp arkasına bindim. Diğer arkadaşları da okul kapısının orada göründüklerinde Oğuzhan motoru çalıştırdı. Arkadaşları kendilerine ait motorlara binip çalıştırdıklarında ellerimi Oğuzhan'ın karnında bağladım. Motor ilerlemeye başladığında bedenime iğne misali batan soğukluk bana eğlenceli gelmeye başlamıştı. Kısa bir süre sonra mekana vardığımızda motordan inip kaskı kafamdan çıkardım. Oğuzhan ve arkadaşlarının önünden mekana girdiğimde salon kalabalıktı. Bir kız garson bana doğru yaklaştığında gülümseyerek sırtımdaki çantamı gösterdi. Kafamı salladığımda çantamı çıkartıp ona doğru uzattım. Kırmızı kapıya doğru ilerleyip içeriye girdi ve çıktı. Kapıyı kapattığında Oğuzhan önüme geçip tam önümüzdeki masaya doğru ilerledi. Masanın etrafında oturan bir adam ayağa kalktığında bakışlarını üzerimizde gezdirdi. "Hayırdır Zeus, oyunda kız oyuncu olmazdı?" Bakışlarımı Oğuzhan'dan ayırmazken Oğuzhan, çenesiyle masayı işaret etti. Yavaş adımlarla adamın oturduğu sandalyenin tam karşısına geçip oturdum. Ellerimi masanın üzerinde birleştirip derin bir nefes aldım. Adam karşıma oturduğunda masaya garson yaklaştı. Oğuzhan garsonun arkasından yürüyerek tam yanımda durduğunda ellerini masaya yasladı. Ondan yayılan parfümün kokusu ciğerlerime dolarken zihnimin aydınlanmasına neden oluyordu. Derin bir nefes daha alıp bakışlarımı ondan çektiğimde garson bana elindeki kağıdı uzattı. "Buraya lakap adı yazar mısınız?" Kafamı sallayıp kağıdı elime aldığımda sınıftaki Oğuzhan'ın söylediği isim geldi. Elimdeki kalemle o ismi kağıda işlediğimde garsona uzattım. Bakışlarını benden hiç ayırmadan korkarak Oğuzhan'a baktı. Oğuzhan kafasını hafifçe eğip kaldırdığında garson boğazını temizleyip elindeki kağıdı okudu. "Aidoneus'un misafirinin lakabı Etro'dur. Zeus'un oyuncusunun lakabı ise Hera'dır." Garsonun kurduğu cümle salonda derin bir sessizlik oluştururken bakışlarımı istemsizce Oğuzhan'a çevirdim. Kehribar gözlerini yalnızca benim üzerimde tutuyordu. Dudağının sağ kenarı çok hafif yukarıya kıvrılıp düzeldiğinde bakışlarımı karşımdaki adama çevirdim. O sırada bir ses, tüm seslerin daha da susmasını sağladı. "Zeus'un kızı ne kadar da cesurmuş." Tanıdık sese bakışlarımı çevirdiğimde kapının yanında Alpay Aras Hancıoğlu'nu gördüm. Bize doğru yavaş adımlarla yaklaşırken dudaklarındaki sinsi gülümseme 'Ben buradayım.' diye bağırıyordu. Masanın yanında durduğunda Oğuzhan'a baktı. "Ya da Zeus'un zaafı mı demeliyim?" Zeus’un zaafı. Artık ismim buydu. -
BÖLÜM SONU SOSYAL MEDYA HESAPLARI; Instagram: _jupiterdebirokur Tiktok: jr.napolita X: sultanakr9 |
0% |