@sultanakr
|
Yazılma Tarihi: 21 Şubat 2021 Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
“Oyun” Eflal Keskin, Ağzından Soğuk rüzgar, saçlarımın yüzüme doğru çarpmasına neden oluyordu. Görüşümü kapatmaya çalışan saç tellerimi kulaklarımın arkasına sıkıştırıp çenemi, kendime çektiğim dizlerimin üzerine yasladım. Kızgın rüzgar nedeniyle bir sağa bir sola şiddetle yatan ağaçları izlemeye başladım. Yere düşen her yaprak, savaşı kazanamayan askerlerden ibaretti. Rüzgarın uğultusu kulaklarımdan girip zihnimdeki sessizliğin artmasına neden oluyordu. Gözlerimi kapatıp başımı balkon duvarına yasladım. Gözlerimi açtığımda gördüğüm şimşek, bulutların arasından bana merhaba demişti. Tanrı, bir şeylere kızmış olmalıydı. Şimşekten sonra gelen yağmur, bardaktan boşalırcasına gökyüzünden akarak yeryüzünü ıslatmaya başladı. Oturduğum yerden kalkarak ayağa kalktığımda üzerime değen taneciklerden içeriye kaçtım. Balkon kapısını kapatıp camın kenarında oturmaya başladım. Evin içerisinde büyük bir şangırtı koptuğunda gökyüzünde çakan şimşek eşlik etmişti. İrkilerek bakışlarımı kapıya doğru çevirdiğimde zihnimdeki sessizlik derin bir çığlığa dönüşmüştü. "Ayakta bile duramıyorsun be adam!" Boğazımda oluşan yumruyu yutkunmaya çalışarak bakışlarımı pencereye doğru çevirdim. Odamın kapısı bir anda açılıp duvara vurduğunda oturduğum yerden kalkarak kapıya baktım. Bedenim zangır zangır titriyordu. Odanın kapısının önünde durmakta zorlanan adam bana doğru yaklaşmaya başladığında odanın ışığı yandı ve bütün gerçeklik gün yüzüne serildi. En büyük korkularım toplanarak karşımdaki insanı gösterdi. "Sen bu saatte neden ayaktasın?" Sarhoş bir dilin teklemesi zihnimi işgal etti. Sarhoş adam, kendisi tutmaya çalışan kadını yere doğru ittirdiğinde tam karşısında durdum. İşte o an zaman durdu. Gökyüzünde çakan şimşek aydınlık odanın içinde gürledi. Elini kaldırıp havada tuttuğunda açık gözlerim kapandı. Bir hareket olmadığında gözlerimi açtım fakat ne ben o odadaydım ne de biz o haldeydik. Gerçeğin gelecekte olduğu yerdeydik. Bir içki dolabının arkasına saklanmış kapının ardında bağlanmış adamı gördüm. O adam, geçmişin halini taşıyordu. Ağzı yüzü kan içinde kalmış yerde boylu boyunca uzanıyordu. Kolumda hissettiğim el ile bakışlarım yanımdaki adama döndü. Kehribar gözlerini kısmış bana bakıyordu. "Eflal, iyi misin?" Bu soruyu bir de kendime sordum. İyi miydim? Geçmişin kanından kurtulmak için çabalarken beni terk etmeyen sanrılarım gün geçtikçe acıya dönüşüyordu. Ne acılarım ne de o sanrılarım bitiyordu. Hayatımı mahveden bütün kareler gözlerimin önünden silinmiyordu. Kafamı iki yana istemsizce salladığımda Özgür, kapıyı kapatıp içki dolabını duvara doğru ittirdi. Geçmiş, bu içki dolabının ardındaki odada kilitli kalmıştı. Derin bir nefes alıp koltuğa doğru ilerlediğimde sehpada viski bardağına baktım. Hayatı boyunca içkiden dolayı şiddet görmüş bir kız alkolü sevebilir miydi? O tatla damağını ıslatıp bir anlığına kafayı bulma pahasına sevdiklerini yaralar mıydı? Gözlerimi kapatıp ellerimi saçlarımın içine daldırdım. Tükenmişliğin içinde kaybolmak üzereyken yanıma oturan Özgür'ün sessizliğine dikkat kesildim. Odada yalnızca nefes alışverişlerimiz ses çıkartıyordu. Ondan başka sesimiz çıkmıyordu. En büyük ses, benim zihnimin içindeki suskunluktu. Suskun bir zihnin içindeki cümleler ruhumda büyük bir yankıya neden oluyordu. Bilinmeyen bir boşluğun içine hapsolmuştum. Cevabını bilmediğim sorular ise o boşluğun içindeki bilinmezliği oluşturuyordu. "Andromeda'yı kurmamın tek sebebi özgürlük ve cesaretlilikti." Gömüldüğüm sessizliğin içinde Özgür'ün sesini duydum. Ellerimi saçlarımın arasından çekip bakışlarımı ona çevirdiğimde, bakışları yalnızca kırmızı yazıda odaklanmıştı. "Geçmişinde takılı kalan bir tek sen değilsin Eflal." Bakışlarımı hiç kaçırmadan Özgür'e bakmaya devam ettiğimde gözlerini bana çevirdi. Kehribar gözleri mavi gözlerime değdiğinde o siyah noktalarda bir şey fark ettim. Aslında bütün her şey orada gizliydi. Tutsaklık bir adamın gözlerinin içine saklanmıştı ve onu tutsak eden şey karakterini oluşturmuştu. "Her şey soğuk, fırtınalı bir gecede olmuştu." 15.02.2018 Gece şehri esir almış ve gökyüzünü karanlığa boyamıştı. Şehri aydınlatan sokak lambaları bir nebze olsun o karanlığa meydan okurcasına yanmaya devam ediyordu. Yeryüzüne düşmek için hazırda bekleyen yağmur habercisi bulutlar gökyüzündeki yerini almıştı. Bir evin penceresinden dışarıya bakan genç, gökyüzündeki gri ve siyah bulutların kaderini şekillendireceğini tahmin edememişti. "Oğlum haydi çıkalım yoksa geç kalacağız." Pencerenin yansımasından ona bakan annesini izledi. İçindeki nedensiz sıkıntıya anlam veremiyordu. Yine de kafasını sallayıp bedenini ona doğru döndürdü. Gencin annesi çocuğundaki bu durumu fark edip ona doğru yaklaştı. Ellerini oğlunun yanaklarına koyup kokusunu ciğerlerine depoladı. "Oğlum, bugün senin en mutlu günün. Kafanı hiçbir şeye takma, her şey çok güzel olacak." Genç, annesinin cümlesiyle dudaklarına sahte bir gülümseme yerleştirdi. Kehribar gözlerini kırpıp annesine sarıldı. Burnunu annesinin saçlarında gezdirip geriye çekildi. "Haydi çıkalım o zaman." Annesi önünden yürümeye başladığında bakışlarını son bir kez pencereye çevirdi. Gri bulutlar gökyüzündeki yerine alışmış ve gittikçe artmaya başlamıştı. Kafasını iki yana sallayarak annesinin peşinden gitti. Evden çıktıklarında arka koltuğa geçip yanında oturan ağabeyine baktı. Ağabeyinin kehribar gözleri onun gözlerine değdiğinde bakışlarını cama çevirdi. "Babam nerede anne?" Genç, ağabeyi ile annesine bakmadan yalnızca konuşmalarına odaklandı. "Alpay, babanı alıp lokantaya getirecek." Genç bakışlarını annesine çevirdiğinde annesi, emniyet kemerini takıp arabayı çalıştırdı. Gökyüzünde biriken gri ve siyah bulutların artık görev zamanı gelmişti. Araba camlarının üzerine düşmeye başlayan yağmurlar giderek şiddetlenirken genç derin bir nefes alarak bakışlarını yanında oturan ağabeyine çevirdi. Genç, ağabeyinin de ona baktığını fark ettiğinde dudağının kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. Ağabeyinin elindeki poşeti fark ettiğinde kaşları istemsizce çatıldı. Ağabeyi elinde tuttuğu poşeti ona verip önüne döndü. Genç, elinde tuttuğu poşeti açtığında içinden iki farklı renkte zar çıktı. Poşetin en derininde minik bir kağıt duruyordu. Kağıdı eline alıp kanatlarını açtığında bakışlarını yazıda gezdirdi. "Kırmızı olan zar geçmişi, mavi olan zar ise geleceği temsil eder. Anlamı ise Andromeda'dır." Gencin çatık kaşları biraz daha çatıldığında bakışlarını kağıttan çekip ağabeyine baktı. Yüzüne vuran ışık hüzmesiyle bir anda ağabeyini kendine doğru çekecekken bağlı olduğunu bildiği emniyet kemeri aklı geldi. Bulundukları araç şiddetle havalanırken elinde tuttuğu zarlar avucunun arasından kaydı. Kocaman olmuş gözleriyle zarları izlerken başını cama doğru vurdu. Gözleri kapanırken kulaklarında işittiği korna sesi zihnine kazındı. Zihnine kazınan şey kaderine de yazılmıştı. Zaman, bir boşluğun içinde sürüklenmeye başladı. O, zamanın içinde boşluğun varlığını hissetti. Yana yatmış bedenine batan acıları bir anlığına ruhuna gömdü. Göz kapaklarının üzerinde sanki bir şey vardı. Dişlerini sıkarak gözlerini açtığında kırmızı zarı gördü. Kendini yüz üstü çevirerek yanağını soğuk asfalta yasladı. Kırmızı zar artık odağındaydı. Kırmızı zarın arkasında büyük bir kütle vardı. Kehribar gözlerini o kırmızı zarın arkasındaki kütleye odakladığında kader çoktan en büyük yazgıyı yazmıştı. Geçmişi temsil eden zar kana bulanmış ve tüm kaderi değiştirmişti. Kulaklarında bir siren sesi yankılanmaya başladığında ellerini asfalta yaslayıp yattığı yerden kalkmaya başladı. En fazla dizlerinin üzerine kalktığında yerde emekleyerek kaderinin yanına doğru gitti. Yerde yatan kişiye yaklaştığında aslında o kişinin ağabeyi olduğunu fark etti. Bakışları yüzünde dona kaldığında birinin kollarından tutarak yatırmak istediğini anladı. Direnmek istedi fakat tenine değen kollar güçlendiğinde bu mümkün olmadı. Gözlerinin dolmasını sağlayarak görüşünü bulanıklaştıran yaşlar birer birer yanaklarına düşmeye başladığında başını geriye atarak dişlerini sıktı. Acı, bir kaderin içine gizlenmişti ve o kaderin geçmişi yok edeceğini bilememişti. Gözlerimin önünde serili olan anıdan bakışlarımı çektim. O anı Özgür'ün gözlerinde yansımalı bir şekilde takılı kalmıştı. "Andromeda benim doğum günüm Eflal. Özgürlüğümü ve cesaretliliğimi veren tek oyun." Elini çenemde hissettiğimde bakışlarımı ona doğru çevirdim. Gözlerindeki hissizlik bir an bile dağılmamıştı. "Ben doğum günümde ağabeyimi kaybettim. Bana o zarları veren de o oyunla tanıştıran da ağabeyimdi. Sen geçmişi unutmak isterken ben her gün o geçmişi oynuyorum. Şimdi söyle bana, geçmiş mi önemli yoksa kaderinde ne yazıldığı mı?" Bakışlarımı hissiz gözlerinden çektiğimde derin bir nefes alıp elini çenemden çekti. Odanın kapısı tıklatıldığında ikimizin de bakışları kapıya doğru çevrildi. Özgür boğazını temizleyip ayağa kalktı. "Gel." Adımlarını masaya doğru yönlendirirken kapı açıldı ve içeriye bir adam girdi. Özgür sandalyeye oturup ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Bakışlarını içeriye giren kişinin üzerinde tuttuğunda gözlerimi adama çevirdim. Gergin yüzüyle bakışlarını Özgür'den çekmeden dudaklarını araladı. "Ağabeyiniz geldi." İçimde saf kan bir öfke oluştu. Bakışlarımı Özgür'e çevirdiğimde hissiz gözlerinin arkasındaki öfkeyi hissedebiliyordum. Masadaki bağlı ellerini çözdü ve ayağa kalktı. Bakışları bana çevrildiğinde çenesiyle kapıyı gösterdi. Oturduğum yerden kalkıp kapıya doğru ilerledim. Sırtımı iğneleyen bakışları hissederken odadan çıktım. Kırmızı, yuvarlak masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturmuştu. "Neden geldin?" Arkamda yükselen sesin kaynağının kim olduğunu biliyordum. Özgür önüme geçerek beni koca bedeniyle arkasına sakladığında sessizce sırtını izlemeye başladım. Gerilmeye başlayan sırtının kasları belirginleşmeye başlamıştı. Önündeki adamın ne yaptığını bilmiyordum fakat Özgür, bir anda öne doğru ilerleyince ne yapacağını izlemeye başladım. Alpay'ı oturduğu sandalyeden kaldırıp kırmızı masanın üzerine doğru yatırdı. Gözlerimin sonuna kadar açılırken tüm kan hücrelerimde korkuyu hissetmiştim. Özgür, ağabeyinin yakalarını hiç bırakmadan sanki gözleriyle onu dövüyor gibiydi. "Sen hangi cüretle başka bir insanın hayatına karışırsın Hancıoğlu?" diye dudaklarından döküldü, soru. Bağırarak ve bastırarak söylediği her bir kelime bir kan tanesi gibi süzülerek zihnime kazınmıştı. Kulaklarıma koşan birkaç adım ulaşırken bakışlarım otomatik olarak kapıya çevrildi. Özgür'ün arkadaşları korkulu gözlerle onlara bakıyordu. Ateş ve Bartu onlardan ayrılarak Özgür'e doğru yürümeye başladı. "Bir adım daha atanın hayatını sikerim." Ateş ve Bartu olduğu yerde dona kalırken Alpay ellerini Özgür'ün yakasını koyup ittirdi. Özgür, sanki bu anı bekliyormuş gibi Alpay'a yumruk attığında gözlerimin sonuna kadar açılmasına engel olamadım. Alpay, burnundan akan kanı gömleğinin koluna silerken kehribar gözlerini Özgür'e çevirdi. İkisinin de gözlerinden sanki ateş çıkıyordu. Kehribar gözlerinin içinde birikmiş olan öfke dışarıya çıkacağı zamanı kolluyordu. "Aklını mı kaçırdın sen? Değmeyecek bir kız için ağabeyine nasıl vurursun!" Ruhumun içindeki soğukluk yavaşça bedenimi kaplamaya başladığında Özgür, Alpay'a doğru bir adım attı. Kafasını sağa doğru eğdiğinde dudaklarını araladı. Kehribar gözlerinin içindeki öfkenin artık çıkma zamanı gelmişti. "Peki sen kendi öz ağabeyini öldürecek kadar yüce miydin?" Zihnimde Özgür'ün cümlesi dolaşmaya başladığında kulaklarım bir yumruk sesi daha işitti. Ne zaman yere çevrildiğini fark etmediğim bakışlarımı onlara çevirdiğimde Özgür, Alpay'ı yakalarından tutmuş sarsıyordu. "Söylesene! O yağmurlu günde, neden o kadar sarhoştun?" "Yeter!" Bir ses, mekanın içine bomba gibi düşmüş ve herkesi sessizleştirmişti. Arkamdan geldiğini fark ettiğim adım sesleri bana doğru yaklaşıyordu. Bakışlarımı arkama çevirdiğimde kaşları çatık bir adam duruyordu. Soluk kehribar gözleri bana doğru çevrildiğinde tek kaşı hafifçe yukarıya doğru yükseldi. Gözlerinin içinde gördüğüm öfke onda da yer edinmişti. Bakışlarını benden çekip Özgür ve Alpay'a baktığında elindeki bastonu yere bir kere vurdu. Bastonunun ucundaki yılan motifi ondan ürkmeme neden oluyordu. "Ayrılın." dediğinde Özgür; Alpay'ın yakalarını bıraktı, Alpay ise adımlarını kapıya doğru ilerletti. Yanımda duran adam hiçbir şekilde gitmesine karışmamıştı. Bakışları bana çevrildiğinde soluk kehribar gözlerinin içinde adını koyamadığım bir tuhaflık vardı. Gözlerini benden çekip Özgür'e baktığında elini uzatıp omzuna bıraktı. Özgür, önce omzundaki ele sonra da soluk kehribar gözlere baktı. Derin bir nefes alıp dudaklarını yaladı. "Dede." Özgür'ün dediği cümleyle bakışlarımı adama çevirdim. Soluk kehribar gözlere sahip olan adam, bakışlarını Özgür'den çekmeden konuşmaya başladı. "Neden kavga ettiniz?" Özgür, dudaklarını yaladı. "Burnunu sokmaması gereken bir yere soktu." Özgür'ün dudaklarından çıkan her bir sözcük bir nota misali zihnime kazındı. Bakışlarımı istemsizce yere eğdiğimde kolumda hissettiğim elin sahibine baktım. Soluk kehribar gözlere sahip olan Özgür'ün dedesi, yüzündeki hissizlikle gözlerime bakıyordu. Gözlerinin ardında saklanmış olan bir ifade beni zihnimdeki görüntüye götürdü. Karşımda gözleri masmavi olan bir adam vardı. Bakışları, Özgür'ün dedesinin bakışları gibiydi. Anlamını bildiğim bir hissin kalıntılarını ruhumda hissedebiliyordum. Aralarındaki tek ortak nokta gözlerinin içindeki küçük siyah noktalardı. Ruhlarında sakladıkları her ey o siyah noktalardan zihnime kazınıyordu. Bunun adı belliydi. Acımasızlık. Hayatımı mahveden bir adamın gözlerine saklanmış olan duygunun adı buydu. O duygunun ruhumda bıraktığı izler beni geleceğe taşıyan en büyük dayanaktı. Bir insan geleceğe olan dayanağını mutluluğa bağlarken ben hüzne ve üzüntüye boğularak gelecek hayallerimi inşa etmiştim. Kolumda hissettiğim el bedenimden ayrıldığında gerçek hayata geri döndüm. Zihnimin içinde bir melodi çalmaya başladığında kulaklarımdaki çınlama beni rahatsız etmeye başlamıştı. İstemsizce bedenimin geriye doğru düştüğünü hissettiğimde bedenime sarılan ellere sarıldım. Gözlerim kapanmaya devam ederken kulaklarımdaki çınlama artmış ve geriye sadece zihnimde çalan melodi kalmıştı. Siyah duvarlara sahip ruhumun koridorlarında benliğim dolaşırken, zihnimin içinde çalan o melodiyi duydum. Kapalı kapıların ardından çıkan sesin kaynağına doğru yürümeye başladım. Attığım her adım melodiye sarmalanmış koridorda ses çıkartırken bir kapının önünde durdum. Kapıyı açtığımda dört duvar arasında siyah bir piyanonun önünde oturmuş küçük kız çocuğunu fark ettim. Kapıyı kapatıp ona doğru ilerlediğimde küçük parmaklarının piyanonun üzerinde gezindiğini gördüm. Onu rahatsız etmeden yanındaki boşluğa oturduğumda çalmaya devam etti. Parmaklarını siyah ve beyaz tuşların üzerinden ayırmadan bakışlarını bana çevirdi. Mavi gözlere sahip olan kız çocuğu kafasıyla piyanoyu işaret ettiğinde istemsizce parmaklarımı piyanonun tuşlarına bıraktım. Parmaklarımın altındaki tuşlara baskı yapmaya başladığımda çıkan seslerle melodiyi yakalamaya çalıştım. Bastığım her tuş bir notaya sarılıp melodiyi oluşturuyordu. Tıpkı acının hüznü oluşturduğu gibiydi. Bir mutluluğun sevinçle harmanlandığı gibiydi. Bu en büyük aşkın, birbirini seven iki kalple bağlandığı gibiydi. Melodi hızlandıkça tuşların üzerindeki parmaklarımı hareket ettirdim. Gözlerimi kapatıp o melodinin hayatıma karışmasına izin verdim. Tüm hüznümü, acımı, duygularımı notalara bıraktım. Notalara bezenmiş geçmişim melodiye dönüşürken acının sesi ortaya çıkmıştı. Çaresizlik ve geçmişin en büyük kaybıydı. Kapalı gözlerimin ardında bir çift kehribar gözler meydana çıktığında bedenimdeki yorgunluğu tüm hücremde hissetmeye başladım. Gözlerimi yavaşça açtığımda ne yanımda kız çocuğu ne de çaldığım piyano vardı. Zihnimdeki bütün melodi susmuş ve ruhum derin bir sessizliğe gömülmüştü. Bakışlarımı, merakla bana bakan kehribar gözlere çevirdim. Özgür'ün gözlerinde gördüğüm merak zihnime kazınan hissiz gözlerle uyuşmuyordu. Bana verdiği ve sağladığı her imkan Andromeda'nın içine sıkıştırılmıştı. Andromeda. Beni geçmişimle yüzleştiren oyunun adı buydu. -
BÖLÜM SONU SOSYAL MEDYA HESAPLARI; Instagram: _jupiterdebirokur Tiktok: jr.napolita X: sultanakr9
|
0% |