Yeni Üyelik
1.
Bölüm

ANDROMEDA

@sultanakr

 

 

 

tanıtımandromeda

 

Geçmişin en ağır izleri, rüyama girmiş sinsi bir yılandan ibaretti. O yılan, her seferinde beyaz bir duvarın köşesinden sürünerek bir evin içine giriyordu. Soğuk bir gecede, ayaklarımın dondurucu betonla birleştiği o anda bakışlarım duvarla buluştu. Duvara vurarak yanıp sönen mavi ve kırmızı ışıklar büyük bir işaretin simgesiydi.

 

Ölüm.

 

O soğuk gecede bizi hayatta tutan tek şeydi.

 

Geçmiş bir girdap ördü ve boş bir evin orta yerinde bir masa belirdi. O masanın üzerinde bir kitap bulunuyordu. Kitap ıslak ve yırtıktı. Boş sayfaya yazılı olan 'Acı, geçmişin kuklasıdır.' cümlesi, yazgıma işlenen ilk satırlardı. Evin içerisi eşyalarla dolmaya başladığında benliğim geriye doğru çekildi. Beyaz koltuk takımları salondaki yerini aldı. Büyük bir televizyon, baş köşede bir konsol ve birtakım eşyalar var oldu. Benliğimin adımları yavaşça konsola doğru ilerledi. Bir kadının portresi, siyah işlemeli bir çerçevenin içine sıkışmıştı. Elimi kaldırıp o çerçeveye dokunmak istediğimde yere gürültüyle düştü. Hızla geriye çekildim, ben yapmamıştım.

 

Konsolun önünde küçük bir kız çocuğu belirdi. Mavi gözlerindeki korku ifadesi zihnime kazındı. Titreyen elleriyle yerdeki kırılmış çerçeveye dokundu. Parmaklarının uçlarını kesen cam parçaları gözlerinden düşen yaşlar kadar acıtmıyordu belki de canını. Ayakları, dizlerini taşıyamayıp kırıkların içine düşmesine sebep olduğunda gözlerimi yumdum. Zihnime kazılan bu sahne ruhumda bir iz bırakmıştı.

 

Gözlerimi açtığımda bir adam, dizlerinin üzerinde duran kızın kolundan tutmuş ona bağırıyordu. Küçük kızın gözlerinden ısrarla dökülen yaşlar yanaklarını ıslatıyor ve içimdeki alevi harlıyordu. Karşısındaki adamın parmak boğumları kızın kolunu sıkmaktan beyazlamıştı. Bakışlarım küçük kızın üzerinde gezindiğinde yaralı dizlerinde takılı kaldı. Noktalar halinde kan toplamış yaraları canını acıtmıyor muydu? Parmaklarının ucuna saplanan camlar yüreğine dokunmuyor muydu? En önemlisi ise gözünden akan her damla yaş gözünü yormuyor muydu?

 

Adam küçük kızın kolunu bırakıp gittiğinde kız, bana arkasını döndü. Bedenimi sağa doğru kaydırdığımda kızın yerdeki fotoğrafa baktığını fark ettim. Titreyen alt dudağını dişlerinin arasına almış gözlerindeki acıyla resme bakıyordu. Başım istemsizce sağa doğru hafifçe eğildiğinde gözlerini tavana kaldırdı. Baktığı yere baktığımda tavanda kocaman bir delik vardı. Bakışlarımı kıza çevirdiğimde kız gitmişti. Harelerimi salonda gezdirdiğimde koca bir boşluk vardı. Tavandaki delik beni bir girdaba doğru çekiyordu.

 

Bedenim girdabın içinde sürüklenirken bir şeye çarptı ve düştü. Acıyan dizlerim gözlerimin yanmasına sebep oldu. Yerden güç alıp yavaşça ayağa kalktığımda tam karşımda bir adam vardı. Adamın kehribar gözleri mavi harelerimde dolanırken bana doğru yaklaştı. Hızla kenara doğru çekildiğimde arkamdaki kişiyi fark ettim. Kaşlarım gördüğüm kişiyle çatılırken girdap silüetlerimizi bir odanın içine bıraktı. Odada yatan biri vardı. Kehribar gözlü adam, gözleri kısık bir şekilde kızı izliyordu.

 

"Ne yapacaksın Oğuzhan?"

 

Kehribar gözlü adam dişleriyle yanağının içini kemirmeye başladı. Elleri cebinde bir şekilde yatağa doğru yaklaştığında kaşlarım düzeldi. Adam, sağ elini cebinden çıkartıp kızın yanağını okşadığında gözlerimi kapattım. Kızın yanağına dokunan eli sanki benim yanağıma dokunuyordu.

 

"Acı çekecek."

 

Gözlerim duyduğum cümle ile açıldığında adama baktım. Eli kızın yanağından ayrıldığında kendi yanağımda bir soğukluk olmuştu.

 

"O kızı bir mevtaya çevirme evlat."

 

Yanındaki soluk kehribar gözlü adamın söyledikleri zihnime işlendi. Yanındaki genç adamın ise kehribar hareleri bana döndü. Bana doğru geldiğinde hızla kenara doğru çekildim. Bedenini pencerenin kenarında durdurduğunda camın yansımasından yatağa baktı.

 

"Biz bir masalın içinde değiliz. Eğer bir masalın içinde olsaydık, sonumuzu görürdük."

 

Haklıydı.

 

Biz bir masalın içinde değildik. Sonumuzun ne olacağını bile bilmiyorduk. Arkasındaki adam odadan çıktığında gözlerini kapatıp içine derin bir soluk çekti. Aldığı nefesi burnundan verip kafasını yere eğdi. Dikleştirdiği omuzları düştüğünde sol eli pencerenin pervazına yaslandı.

 

Birden ayaklarımın altı ıslanmaya başladı. Bakışlarım banyoya kaydığında kehribar gözlü adam omzuma çarparak banyoya girdi. Hızla peşinden ilerlediğimde küvetin içinde bir kadının cesedi vardı. Genç adamın kehribar gözlerindeki endişe zihnime kazındı. Hızla küvete doğru ilerleyip kadını sudan çıkardığında omuzlarından sarsmaya başladı. Her sarstığında bedenime bir darbe iniyordu. Ruhumdan bir şeyler eksiliyordu. Sanki suyun içinde ölen kadın benden bir parçaydı.

 

Genç adam kadının yüzünü göğsüne yaslayıp başını geriye doğru attı. Gözlerindeki acı ruhumdaki boşluğa işleniyordu. Dudakları aralandığında genzinden bir boğuk ses döküldü. O ses banyonun duvarlarında yankılanıp kulağıma nüksettiğinde sesler gelmeye başladı. Sesler, banyonun duvarlarından geliyordu. Derin çatlaklar daha da belirginleşip üzerimize düşmeye başladı. Biz bir enkazın altında kalırken girdap, bedenlerimizi başka bir yere gönderdi.

 

Ellerim, dizlerim, bedenim artık şimdi moloz kırıntılarıyla doluydu. Geçmişin yükü üzerimize düşmüştü. O yük bizim en büyük enkazımızdı. Girdap durduğunda bir sahne canlandı. Kehribar gözlü adam ve mavi gözlü bir kadın vardı. Kadının adama olan bakışları bana yabancı gelmişti. Karşısındaki adamın gözlerindeki soğukluk benim bile içimi ürpertmişti. Karşısındaki kadın geriye doğru düşmeye başladığında hızla öne doğru atıldım. Kadının bedeni yere düştüğünde boynuma sarılan ellerle geriye doğru çekildim. Ellerimi boynuma götürdüğümde bunun el değil, ip olduğunu anladım.

 

Boğazımı sıkan ip bedenimi geriye doğru sürüklüyordu. Ayaklarım yerde çırpınıyor ve bedenimi durdurmaya çalışıyordu. Önüme baktığımda birinin gölgesi üzerime düşmüştü. Acı çeken bir kızın ölümünü gölgesiyle örtüyordu. Gölge üzerimden çekildiğinde yerde bir silüet oluştu. Hızla boynumu tutarak yerden kalktığımda o silüetin bana ait olmadığını fark ettim. Adamın kim olduğunu öğrenmek için baktığımda kehribar gözlü adam olduğunu fark ettim. Sarsak adımlarımla yerdeki silüete doğru ilerlediğimde yok oldu. Etrafıma baktığımda gölgemin olmadığını fark ettim.

 

Derin bir sarsıntıyla yeniden üzerimize geçmiş düşmeye başladı. Üzerimize düşen geçmiş bu sefer öncekilerden daha ağırdı. Yerde kalmış bedenimi zorlukla ayağa kaldırdığımda uzaktaki bir aynayı fark ettim. Ona doğru yaklaştıkça aynada bana doğru yaklaşıyordu. Ayaklarımın altına batan irili ufaklı taşlar canımı acıtıyordu. Acı bedenime saplanıyordu. Acı olmayan geleceğime yazılıyordu ve acı beni benden alıyordu. Acı, geçmişin kuklasıydı. Geçmiş yaşanan acıları elinde tutuyordu ve zamanı geldikçe onunla oynuyordu. O kukla bizdik. Biz, acıya dönüşmüş birer bedendik.

 

Andromeda.

 

Bedenlerimizi acıya dönüştüren oyunun adı buydu.

 

🎲

 

 

Sultan ÇAKIR.

 

 

Merhabalar. Yeni bir hikâyeye hoş geldiniz.

 

 

Sizce bizi neler bekliyor?

 

 

Keyifli okumalar.

 

 

dokuz kasım pazartesi / 2020

 

 

Loading...
0%