I
Bir çiçek, tohumu patladığında kökünden koptu. Tohuma bulaşan kan taneleri, dünyaya gelen canın varlığını kanıtladı. Çiçek öldü ama tohum toprağın altına gizlendi. Bir gün gelecek, o tohum çiçeğin izlerini taşıyarak topraktan patlayacaktı.
05 Ocak 2022 / 21:30
İki sinsi bulut birbirine çarparak gökyüzünü aydınlattı. Gecenin karanlığına düşen ışık süzmesi kısa süreli bile olsa gözlerini kamaştırmıştı. Koyulaşmış mavi gözleri yağmurdan kaçan insanları tararken sırtını yasladığı ağaca biraz daha sindi. Karşısında bir araç durduğunda hareleri küçüldü ve durduğu yerden çıktı. Arka koltuğu kendine mezar edindi ve beklemeden oturdu. Kısılmış gözleri yanındaki adamın kirli bakışlarını süzerken sol elini yaşlı adama uzattı. Yüreği rahat hissederken ruhu, amansız bir şekilde iyi değildi. Birbirlerini bıraksalar öldürecek olan iki mavi gözlü adamlar, kendilerini çok hafife alıyordu.
Şeytan, cebinden çıkardığı siyah renge sahip cinayet silahını genç adamın avuçlarına bıraktı. Genç, kıvrak bir hareketle cinayet silahını parmaklarının arasına sabitledi. Önden uzatılan sarı kapaklı dosyayı ördüğü an sıkıntıyla iç çekti. Artık ruhundaki his, yüreğine sıçramıştı. Uzatılmış dosyayı alacakken yaşlı adam elini araya koydu.
"Geri dönüşü yok." dedi, acımasızca.
Genç adam, gözlerini kıstı. Elinin tersiyle yaşlı parmakları ittirdi ve dosyayı yırtarcasına uzatıldığı yerden aldı. Bakışları beş kağıda işlenmiş yazılarda dolanırken bir ismin geçtiğini fark etti. Yüreğinden akan kan, sanki yerini zehirli bir sıvıya bırakmış gibiydi. Kalemi tutan eli titredi ve dosyanın içine düştü. Boşta kalan eli saniyeler içinde belindeki silaha tutuldu ve arabada üç el silah sesi yankılandı.
Yüzüne sıçramış kan taneciklerini siyah kabanıyla kamufle edip bir hışımla araçtan indi. Üzerine yağan sağanak yağmur onu dövermişçesine hızını daha da arttırmıştı. Parmaklarını kırarcasına avucunda sıkarken adımları yağmura eşlik etti. Bir saat boyunca yürüdü ve kendini eve attı.
Ezbere bildiği odalarda birkaç tur atıp banyoya girdi. Beyaz, geniş küvetin tıpasını takıp musluğu açtı. Soğuk su küveti doldurmaya başlarken üzerindeki ıslak ve kan kokulu kıyafetleri çamaşır makinesine attı. Ayaklarının dibindeki suyu hissettiğinde eğilip musluğu kapattı. Küvetin içine girdiğinde ayak tabanlarından vücudunu saran soğukluk, içindeki yangını söndürmeye yetmemişti. Dizlerini yavaşça kırdı, suyun içine yüzünü gömdü. Sırtındaki kemikler bir yay gibi dışa gerildiğinde dudaklarını açtı. Suyun içinde yankılanan sesi, ruhundaki acının suya yansımasıydı. Birbirine yapışık kirpiklerine rağmen gözyaşları suyla buluştu, sırtının titrediğini hissetti. Kemikli parmakları küvetin kenarlarını sıkıca kavrarken bir kez daha dudakları aralandı ve içindeki pisliği suya akıtmaya devam etti. Genç adamın ciğerleri, oksijensizlikten dolayı diyaframını zorlamaya başlamıştı. Ruhsuz bir şekilde başını küvetin boşluğuna dayadı.
Benliği ve ruhu ölmüş bir kadının siluetine teslim olurken, varlığı yalnızlığa teslim oldu.
24 Kasım 2019 / Şırnak
Sol, sağ. Sol, sağ.
Postallarımın çıkardığı hışırtılı ses, dilimin dişlerimin arkasında gezinmesine neden oluyordu. Gözlerimin hemen odağındaki bembeyaz örtü, dağların üzerine bir gelinlik misali örtülüydü. Arkamdan beni takip eden askerlerin ritmik sözleri, omuzlarımın gururla yükselmesinin sebebiydi. Sağ kolumun altından sarkıttığım sancak, bana vatanımın bir nişanesiydi. Karşıdaki dağlardaki gözlerim, daima varlıklarının yanımda olduğunu hissettiren anne ve babama kaydığında saniyesinde gözlerimi kaçırdım. Yüzümde hiçbir ifade yoktu ama gözlerimdeki mutluluğu fark ettiklerini biliyordum. Onlarla gurur duyduğum anlardan sonra beni izlemeleri şimdi onlara gurur verici olmalıydı.
Silahla çevrili bir masanın önüne yaklaştığımızda derin bir nefes aldım ve kolumun altındaki sancağı düzelttim. Nizami bir şekilde ikili gruba ayrıldık ve masanın ki tarafına karşılıklı olarak geçtik.
"Sağa , sola dön."
Sol ayağımdan destek alarak masanın yanında yan durduğumda sol elimi silaha yasladım. Parmak uçlarımda birikmiş kan, tüm uzuvlarımı titreterek bedenimi uyardığında derin bir nefes aldım. Bakışlarım tam karşıya uzanırken ayağa kalkmış ve heyecanla bizi izleyen insanları fark edebiliyordum.
"Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada."
"BARIŞTA VE SAVAŞTA, KARADA, DENİZDE VE HAVADA."
"Her zaman ve her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle hizmet, kanunlara ve nizamlara ve amirlerime itaat edeceğime ve askerliğin namusunu, Türk sancağının şanını canımdan aziz bilip icabında vatan, cumhuriyet vazife uğrunda seve seve hayatımı feda eyleyeceğime namusum üzerine and içerim."
Dudaklarımızdan dökülen her bir cümle tekrar eden bir şekilde dağlarda yankılanırken ayaklarımın altının titrediğini hissettim. Birçok asker masanın yanından ayrılıp kenarda bekleyen ailelerin yanına doğru koşarken kaşlarım çatılı bir şekilde elimdeki sancağı sıkıca tutmaya devam ettim. Arkamdaki can dostumdan biri omzuma dokunup kenardaki fotoğraf kamerasına uzandı ve geriye doğru hızla ilerledi.
"Gülümseyin, komutanım."
İçimde bir sıkıntı, sanki tohum misali usulca ruhumda köklenmişti. Sıklıkla alıp verdiğim nefes, ayaklarımın altını daha çok titretmiş ve bakışlarımın aileme çevrilmesine neden olmuştu. Annemin kaşlarını çattığını gördüğüm vakit elimdeki sancağı yanımda duran can yoldaşıma verdim.
"Komutanım?"
Karın üzerinde gömülerek ağırlaşan postallarım onlara ulaşmamı istemiyor gibiydi. Ben koşmaya çalıştıkça elinde fotoğraf makinesiyle geriye giden Deniz, gülümseyerek bana bakıyordu. Babam birden annemin üzerine kollarını gererek kapandığında sıcak hava dalgası yüzüme vurdu ve bedenimi bir rüzgar misali geriye savurdu. Sırtım sertçe karların üzerine yığılıp kalırken kulaklarımdaki uğultular, siren sesine ve çığlıklara gebelik yapıyordu.
"Abla!" dedi, bir ses.
"Yiğidim!" dedi, başka bir ses.
Çığlıklar zihnimin her bir köşesindeydi.
"Komu-tanım."
Başım sola doğru çevrilirken gözlerim Deniz'e değdi. Endişe ile bakan hareleri benden çevrilip gökyüzüne döndü. Ağırlaşmaya başlayan bedenimi binbir güçlükle yerden kaldırmaya çalıştım. Sol dizim bedenimin dengesini sağlarken ağırca karşımdaki manzaraya baktım. Gözlerimin yeryüzünde şahit olduğu cehennem, tam karşımda duruyordu. Etrafa dağılmış bedenler, birbirlerine daha biraz önce gülerek bakan kişilere aitti.
"Anne?" dedi, sol kulağım.
"Baba?" dedi, sağ kulağım.
"Neredesiniz?" dedi, sol gözüm.
"Neredesiniz?" dedi sağ gözüm.
Bir çift bedene takıldı gözlerim. Emekleyerek ulaşmak isterken kollarımdan tutuldum ve geriye doğru çekiştirildim. Aralı dudaklarımdan çıkan zorlu kelimeler havada süzülüyordu ama kulaklarıma ulaşmıyordu. Kendimi bile duyamaz bir haldeydim.
"Komutanım, komutanım yapmayın."
Uğuldayan sesler, zihnimdeki tüm çığlıkların önüne geçti ve gözlerimin önüne kırmızı bir perde serdi. Bugün kara bulanan kan, yarın tek bir şey için damarlarımızdan akacaktı.
25 Kasım 2019 / Şırnak
Dün gelinliği olan dağlar bugün bir başkaydı. Kana bulanmış etekleri, hemen altındaki tabutları al bayrakla sarmalamış askeriyenin kucağına bırakmıştı. Şırnak'ın dağlarını matem sarmıştı. Alnımın hemen yanında duran elim bir kez olsun titremezken bakışlarım masaların üzerindeki tabutlara dokundu. Daha dün bu saatlerde o masalarda vatanımız için yemin ederken, bizden daha kahraman olan askerler görevlerinin nasıl icra edildiğini göstermek istiyor gibiydiler. Sol köşede duran kürsüye bölük subayı çıkıp boğazını temizledi.
"24 Kasım 2019 tarihinde yapılan yemin töreni sırasında, hain bir pusu sonrası Yüzbaşı Ethem Boduroğlu ve Yüzbaşı Yağmur Boduroğlu vatanın bölünmez bütünlüğü uğruna şehit olmuştur."
O andan sonrasını açıkçası dinlememiştim. Anne ve babamın gözlerimin önünde birbirlerine kenetlenerek şehit olmaları, ömrüm boyunca unutmayacağım bir travmanın imzasını atmış, damarlarımda gezinen kanın bir zehre dönüşmesini sağlamıştı.
"Şehit al!"
"Şehit al!"
Avuç içlerim delicesine kaşınıyor ve onlara son bir kez sarılmak için yanıp tutuşuyordum ama bu ne yazık ki mümkün değildi. Gözlerimi bir saniye bile olsun kırpmıyor ve onlara son dakikasına kadar bakmak istiyordum.
"Yüzbaşım."
Kulağımı tırmalayan ses ile gözlerimi sağa çevirdim. Alnımın yanındaki el yavaşça yanıma düşerken nöbetçi askere dikkat kesildim.
"Timuçin albayım sizi çağırıyor." dedi ve selam verip görev yerine geri döndü. Bakışlarımı arkama çevirip bana bakan gözlere ruhsuzca baktım.
"Osman, kışlaya dönün. Yarım saate geleceğim."
Osman, kafasını salladığı an onlara sırtımı çevirip sert adımlarla yürümeye başladım. Zihnimde dolaşan binbir türlü senaryo ruhumun bütün odalarını talan ederken kalbim, yalnızca ailemin kaldırılan naaşlarının acısıyla kavruluyordu. Uzun gelen bir avlu, bitmek bilmeyen koridorlar ve kaç tane açtığımı saymadığım kapıların ardından geçip albayın kapısının önünde durdum. Alışkanlıkla elim beremin üzerine gidip yavaşça saçlarımı özgür bıraktığında kapıyı tıklattım ve içeriye girdim. Timuçin albay, yorgun bir şekilde koltuğa oturmuş ve kapıya bakıyordu. Nizami adımlarla ona doğru yaklaştım ve derin bir nefes aldım.
"Asena Gündüz, Rize. Görüş ve emirlerinize hazır komutanım."
Albay, sağ elini kaldırıp karşısındaki koltuğu gösterdi. Tereddüt ile ona bakmaya devam ederken derin bir nefes verdi ve elini indirmedi. İki adımda karşısına geçip koltuğa oturduğumda arkasına yaslandı.
"Başın sağ olsun evlat." dedi birden.
Yüreğimi yaktığını bilmedi ama acımın bilincindeydi.
"Vatan sağ olsun."
Dudaklarımdan dökülen kutsal cümle yine ve yeniden yazdı zihnimin dört bir yanına intikam yeminlerini. Unutma dedi, unutma. Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Albayın yanağı seğirdi ve masasına uzanıp bir dosyaya uzandı. Kalın parmaklarıyla kelepçelediği dosyayı önümdeki sehpanın üzerine bıraktı. Sırtı yeniden koltuğu bulduğunda derin bir nefes daha verdi.
"Aç."
Parmaklarım titrememek üzere yemin etmişçesine dosyaya uzandı ve kapağını ağırca aralamama yardımcı oldu. Görsellerin, tarihlerin kronolojik bir sırayla dizildiğini görünce bakışlarım yalnızca bir isme takıldı. İsim, kırmızı kalemle yazılmıştı.
"Raşit Fas."
Albayın sesiyle bir saniyeliğine gözlerimi dosyadan çektim ve bakış attım. Önümdeki dosyaya baktığını gördüğümde yeniden bakışlarımı indirdim. Sayısız operasyona katılmış bir türk askeriydi. Rütbesi ise benimkinden düşüktü. Parmaklarım farkında olmadan sayfaları çevirdikçe aslında aldığı cezaların, gittiği görevlerden daha fazla olduğunu fark ettim.
"Eğitimde merhamet, vatana ihanettir evlat. Bunu hiçbir zaman unutma. Raşit Fas, bu vatana ve milletine ihanet etti. Raşit Fas; 24 Kasım 2019 günü, Şırnak'ta düzenlenen yeni tim birliklerinin yemin törenini kana bulayan bir vatan hainidir."
Bütün sesler sustu. Yalnızca bir cümle gezindi ruhumdan ta en derininde.
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın,
"Bu vatan haini bir seneden beri ortalarda görünmüyordu."
Siper et gövdeni, dursun bu hayasızca akın.
"Gerekli izinler alındı. Milli İstihbarat ile el ele verip bu vatan hainini bize getirmeni istiyoruz. Kanarya adlı görev için en uygun tercih sensin."
Doğacaktır sana vadettiği günler Hakk'ın.
"Kısa bir süreliğine askerliğe ara verip Raşit Fas'ın yanında duracaksın. Daha önceden yanına yerleştirdiğim insanlar, kendine bir leş ordusu tuttuğunu ihbar etti. Onlarla eğitime girip ajanlığı öğreneceksin. Zamanı geldiğinde Raşit Fas'ı yüce adaletin güçlü kollarına teslim edeceksin."
Kim bilir, belki yarın belki yarından da yakın.
Albay derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı. Hızla oturduğum yerden kalkıp esas duruşa geçtiğimde sağ elini omzumun üzerine koydu.
"Arkadaşlarınla vedalaşma. Vedalar acıtır kızım."
Boğazımda bir yumru oluştu ve ben o yumruyu ne yaptıysam oradan çekemedim. Benliğim albayın odasından silindi yine geçmedi. Adımlarım koğuşa doğru sürüklendi bir düğüm daha eklendi. Üzerimdeki üniformam, tenimden sökülürcesine ruhumu parçalayarak çıktı bir düğüm daha eklendi. Siluetim askeriyeden çıkarken yalpaladı, boğazımdaki düğüm ona rağmen giderek çoğaldı. Bir hıçkırık oldu havaya karıştı dudaklarımın arasından, süzüldü anlamsızca. Gözlerim önümde dolanırken bir gölge karların üzerine örtündü. Tüm şanıyla sola sağa yalpalanırken hala dimdik durmaya devam ediyordu. O andan itibaren boğazımdaki yumru geçti ve bir kuvvet beni arkama çevirdi. Gözlerim gökyüzündeki şanlı Türk bayrağında takılı kaldı.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helal.
Sol ayağımın üzerinde önüme döndüğüm an bir araç durdu ve kapısı yana doğru açıldı. Siyah gözlükleriyle bana bakarak gülümseyen kadın elini uzatıp dudağını büzdü. İçimden gelen yumuşak bir ses ile elini güvenerek tuttum ve bırakmadan araca bindim. Kapıyı bir hışımla kapattığı anda araç öne doğru atıldı.
"Ben Alev, Alev Atsız. Raşit Fas'ı bitirmende yardımcı olacak tek insanım. Yanında daima ben olacağım."
Gözlerimi bilinçsizce kırpıştırdım.
"Peki sen, sen hazır mısın Asena?"
Durdu ve gülümsedi.
"Ya da Eyşan Boduroğlu?"
Ailem ile gömülen ismimin yeniden dudaklarda anılacağı aklımın ucundan bile geçmiyordu ta ki bu ana kadar. Belli olmayan nedenlerden dolayı ailem, ad ve soyadımın Asena Gündüz olmasına karar vermiş ve o şekilde künyem yazdırılmıştı.
"Alınacak ve yerde bırakılmayacak kanların kokusu var üzerimizde Eyşan. Sen ve ben bugünden itibaren, vatanımıza ihanet eden kalleşi ait olduğu deliğe sokmak için birlikte çalışacağız."
Yeminler ve sözler.
Hepsi yalnızca bir şey için verilirdi.
İntikam.
-
BÖLÜM SONU
SOSYAL MEDYA HESAPLARI;
Instagram: _jupiterdebirokur
Tiktok: jr.napolita
X: sultanakr9
Wattpad: sultanakr
Merhabalar efenim, buraya yeni taşındım. Bendeniz Sultan. Umarım güzel bir serüvenle başlayabileceğimi umduğum bu kitabıma destek verirseniz çok mutlu olurum. Güzel gözlerinizden, oy veren ellerinizden öperim efenim.
Sultan Çakır
yirmi bir ağustos iki bin yirmi dört