42. Bölüm
Sultan Çakır / GÜVERCİN / II PART - XXXIII - DÖNENCE DÖNGÜSÜ

II PART - XXXIII - DÖNENCE DÖNGÜSÜ

Sultan Çakır
sultanakr

 

Merhaba, hiç hız kesmeden 33. Bölüme devam ediyoruz. Bu bölüm biraz uzun geçecek sindirerek okursanız iyi olur.

 

Bu arada, bir durum beni çok mutsuz ve moralimi yerle bir ediyor. Emek verdiğim bölümlerin okunması ama oylanmaması ilhamlarımı kaçırıyor. Çok fazla takipçim yok ya da ne bileyim sabit okurlarım var, onlar bana yeter ama insan ister istemez bir noktadan sonra üzülüp içine kapanıyor.

 

Her neyse;

 

-Keyifli okumalar-

Bölüm Şarkıları;

Bölüm Şarkıları;

İmerafera, İmera

Yaranamadım, Cankan

Şahlanış Marşı, Grup Volkan

Ben Bir Tek Kadın (Adam), Selami Şahin & Burcu Güneş

Erik Dalı, Ömer Faruk Bostan

Para Bizde, Ork Nazmiler

Olmaz Olsun, Göksel

Kurtlar Vadisi Operasyon Müziği

Seni Yazdım, Müslüm Gürses

Seni Yazdım, Müslüm Gürses

 

🕊️

 

XXXIII

7 Nisan 2022 / Lapazan Yaylası, Trabzon

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

Usul usul yağan yağmur, yüzüme ince bir örtü gibi düşüyordu. Sigaramın dumanı, yaylanın serin havasına karışarak sisin arasında kayboluyordu. Sonsuzmuş gibi uzanan, başlarını bulutlara dayamış heybetli dağlar, her seferinde derin bir nefes çekmeme neden oluyordu. Her nefesimde içime çektiğim bu ağır hava, beni kendimle baş başa bırakıyordu.

Lapazan Yaylası'nda yağmur hiç hızlanmazdı. Tıpkı hayat gibi, ince ince yağıp geçerdi ama arkada bıraktığı iz, ne kadar hafif görünse de toprakta derin bir iz bırakırdı. Sisin ardında saklanan zirvelere bakarken, kendi ruhumda da benzer izler olduğunu fark ediyordum. Bazıları daha tazeydi, bazıları ise çoktan kuruyup çatlamıştı.

Soğuk hava, parmaklarımın ucunu uyuşturuyordu. Yağmurun ritmi, uzaklarda bir melodiyi andırıyordu. Her şey sakin görünüyordu ama içimde kopan fırtınayı bastırmaya yetmiyordu. Sessizliğim, en büyük düşmanımdı.

Beni, annesizliğin ve babasızlığın bebeğine çeviriyordu.

Usulca arkamdan yaklaşan adımların sesini duydum. Yağmurun şarkısına karışan bu adımlar, beni her seferinde bir şekilde kendime getirirdi. Mete'nin varlığı, farkında olmadan sığındığım bir limandı belki de. Arkamda durdu, bir süre konuşmadan, benimle birlikte yaylanın sisine baktı. Sessizliğin içindeki huzuru bozmak istemiyordu.

Göğsünün sıcaklığı sırtımdaydı.

İşaret ve orta parmağımın arasındaki sigarayı dudaklarıma doğru yaklaştırdığımda kollarını yavaşça omuzlarıma doladı. Yüzünü parmaklarımın arasındaki sigaraya eğip dudaklarıyla süngeri kavradı. Hem parmaklarımın ucunu öptü hem de sigaradan derin bir nefes çekti.

Mete sigaradan çektiği nefesi usulca geri verdi, duman yağmurun ince örtüsüne karışırken, "Senin kadar güzel olmasa da bu manzara karşısında zehir içmek yerine, biraz da temiz havayı solusan fena olmaz, çocuklarımın anası." dedi. Sesinde alayla karışık bir sıcaklık vardı.

Kollarının ağırlığı omuzlarımdayken, biraz olsun gevşediğimi fark ettim. "Temiz hava bazen yetmiyor," dedim sessizce.

"Belki de seni asıl boğan, havanın kendisi değil." diye mırıldandı. Gözlerimi sisle kaplı dağlardan ayırmadan, bu sözlerin bende uyandırdığı yankıyı bastırmaya çalıştım.

Sessizlik bir kez daha aramıza oturdu. Yağmurun ince sesi, yaylanın genişliğinde kaybolurken, Mete'nin elleri beni daha sıkı sardı. O an, sıcaklığının yalnızca soğuğa değil, içimdeki boşluğa da iyi geldiğini hissettim. Parmaklarımın arasındaki sigarayı kendi parmaklarına sıkıştırıp son nefesini çekti ve yandaki küllüğe bastırdı.

"Bu sessizliği seviyor musun?" diye sordu bir süre sonra.

Kafamı hafifçe ona doğru eğdim, dudaklarımın ucuna küçük bir gülümseme yerleşti. "Bazen ama çoğu zaman, yalnızca daha çok düşündürüyor."

"Beni bu kadar düşündüğün oluyor mu?" dedi alaycı bir şekilde ama gözlerinde gördüğüm şey tamamen farklı bir duyguydu. O maviliklerin içinde bir soru, bir merak vardı. Tabii ki de düşünüyordum. Onu düşünmediğim bir an bile yoktu ki. Bakışlarım mavilerinde gezinirken dudaklarımdaki tebessümün genişlediğini fark ettim.

"Düşünmek mi?" dedim, başımı hafifçe yana eğerek. "Alıp verdiğim nefes olmuşsun, düşünsem ne yazar düşünmesem?"

Tek kaşımı kaldırıp hafif bir meydan okumayla yüzüne baktığımda, Mete'nin yüzüne yayılan gülümseme, yağmurun arasında beliren güneş gibiydi. Mavileri aktı içimin en derinliklerine, yaralarımın üzerini kapladı. Bir an için o yaraların sızısı bile sustu. Onun varlığı, eksik kalan parçalarımı tamamlıyor gibiydi.

"Kınalı kuzum," dediğinde gözlerimi gülerek devirdim, ardından kafamı iki yana salladım.

"Yaa! Kınalı kuzum ne ya?" diye çemkirdim ama sesimdeki alaycı ton gülüşümün ardına saklanmıştı.

Mete, gülerek sol eliyle sağ elimi havaya kaldırdı ve avuçlarımı kendi ellerinin yanına getirdi. Yuvarlak halindeki belirgin kınalarımız, aniden zihnimin derinliklerindeki bir anıya dokundu. Gözlerim istemsizce kınalı ellerimize kayarken, dudaklarımda büyük bir tebessümün inşası başlamıştı.

"Öğk kusacağım şimdi, çekilin şuradan!"

Caner'in sesiyle Mete, gülerek sıcak gövdesini benden ayırdı. Bakışlarım Caner'e çevrildiğinde sağ gözündeki morluk, dün Barış'ın onda bıraktığı hasarın şiddetini gösteriyordu. Sigarasını çıkarıp yaktı ve bakışları sırayla bende ve Mete'de gezindi. Sigaranın dumanı, yaylanın serin havasına karışarak kayboldu. O anki sessizliği bozmak istemiyordum ama, istemeden de olsa Caner'in bakışlarında bir şeyler vardı, bir mesafe, bir sakladığı şey.

Mete'nin sorusu, havada biraz daha ağırlık bıraktı.

"Gözün ağrıyor mu?"

Caner, gözlerini devirdi ve bir an için duraksadı. Parmaklarına sıkıştırdığı sigarasıyla iki derin nefes aldı. Birisi burnundan havaya karıştı, diğeriyse düşüncelerinin içine kayboldu.

"Hayır," dedi ama sesindeki donukluk, aslında bunun doğru olmadığını söylüyordu.

Mete, Caner'in cevabını duyduktan sonra bir an sessiz kaldı. Gözleri, canını sıkan o morluğu bir kez daha süzdü ama Caner'in yüzünde, bir şeyleri saklamak isteyen bir ifade vardı ve Mete, bu ifade ile barışçıl bir şekilde yüzleşmeye karar vermişti.

"Gerçekten mi?" diye sordu, sesinde hafif bir şüphe vardı.

Caner, sigarasından bir nefes daha çekti, sonra dumanı yavaşça havaya bırakarak gözlerini uzaklara dikip, "Gerçekten," dedi. Cevabındaki soğukluk, daha fazla sorgulamayı gereksiz kılıyordu ama yine de bir şeyler eksikti. Mete, bir an için yalnızca gülümsedi ama o gülümseme, Caner'in gözlerinde ne olduğunu fark etmesine engel olmamıştı.

Gözlerim Caner'in, sonra Mete'nin arasında gidip geldi. İkisi de birbirlerini tanıyordu, ikisi de her şeyin farkındaydı ama bazen bazı şeyler yüzeye çıkmazdı. Caner'in saklamayı başardığı şey ise, o morluğun ötesinde bir yara olmalıydı.

"İyi misin?" diye sormaktan başka bir şey gelmedi dudaklarımdan.

Caner, sigarasını son bir kez derin bir şekilde çekip söndürdü. Ardından bana bakarken, "Her şey yolunda," dedi ama sesindeki tek bir titreşim, bunun hiç de doğru olmadığını söylüyordu.

Mete, Caner'in yanında durarak başını hafifçe eğdi. "Buna inanmıyorum."

Caner, hiç düşünmeden gülümsedi ama bu gülümseme de sonradan ne kadar yapmacık olduğu bir anda anlaşılacak kadar belirgindi.

"Bana merhametli olmana gerek yok," dedi ve sonra dönüp yavaşça ilerlemeye başladı.
Mete, bir süre daha arkasından bakarak sigarasını yaktı, sonra bana döndü. Gözleri hafifçe kısıldı ve gözlerini devirip elindeki sigarayı söndürdü.

"Dünkü olaydan sonra tadım kaçtı." dedi ve ellerini pantolonun ceplerine sokup merdivenin tırabzanına kalçasını yasladı. Bakışları gözlerimde dolanırken küçük adımlarla önünde durup başımı biraz geriye attım. Başı hafifçe eğildiğinde bir an için gözlerim onun gözlerinde kayboldu. Birkaç saniye boyunca, her şey sessizliğe büründü.

"Barış ile Caner." Sesim ilk başta çatallı çıktı. Hızla boğazımı temizleyip yeniden cümleme devam ettim.

"Barış ile Caner badi, kolay kolay birbirlerine küsmezler. Caner'in, Barış için üzüldüğünü ikimizde biliyoruz hayatım." dediğimde bir an için göz bebekleri genişleyip küçüldü ve bir kez daha büyümüş bir şekilde kaldı. Ellerini ceplerinden çıkartıp belime yasladı ve bedenimi bedenine çekerken dudaklarını öne doğru büzdü. Kaşları yukarıya doğru kıvrıldı.

Mete'nin yüzündeki ifadeyi görünce, kafamda birdenbire birkaç komik düşünce belirdi. Onun soru işaretiyle dolu bakışları, içimdeki gülme isteğini iyice körüklemişti. Bir an önce şaka yapmalıydım.

"Hayatım mı?" dediğinde, gözlerimdeki pırıltıyı fark ettiğini tahmin ettim. Hemen, komik bir şekilde kafamı eğip, gözlerimi kocaman açarak ona baktım.

"Evet, hayatım. Bunu kabul et, çünkü bundan kaçış yok," dedim, sesimde alaycı bir tonla ama yine de gülümseyerek. "Bu arada Çilingir ile ne zaman aynı yerde olsanız, sanki efsane bir çift oluyorsunuz. Ben de 'Kapanan kapılar arkasında takılacak tek kişi' moduna geçiyorum!" diye sitem ettiğimde Mete'nin kaşları iyice yukarıya kalktı, gözlerinde bir şaşkınlık ve ardından gülümseme belirdi. Hemen, ellerini belimden biraz daha sıkı sararken, "Buna inanamıyorum," dedi, ama sesinde hoş bir alay vardı. "Yani, gerçekten Çilingir ile efsane bir çift mi olduk? Şu an inanılmaz gururlandım!"

Gözlerimi kocaman açarak, "Evet hayatım, efsane bir çift oldunuz!" dedim, iyice abartılı bir şekilde.

Mete, gülerek belimi sıktı ve alayla "O zaman seninle her zaman 'Kapanan kapılar arkasında takılacak tek kişi' olmaya devam edeceğim." dedi.

Gözlerimi aldığım cevapla abartılı bir şekilde devirip arkamı dönmek için hareketlendim fakat belimdeki ellerini gerip beni daha çok kendine yapıştırdı. Dudaklarını muziple kıvırdı ve burnunu burnuma sürttü.

"Kaçma, öperim bak seni."

Mete'nin yeniden burnunu burnuma sürtmesiyle içimden bir gülümseme yükseldi ama hemen kendimi toparlamaya çalıştım. Gözlerimdeki pırıltıyı fark etmesini istemedim.

"Ooo, gerçekten mi?" dedim, sesimde alaycı bir ton olsa da gözlerim ondan kaçmayı reddediyordu. "Beni tehdit mi ediyorsun?"

Mete, gülerek omuzlarını kaldırıp başını hafifçe eğdi, "Evet, tehdit." dedi. "Çünkü seni öpmek istiyorum. Hem de öyle böyle değil."

"Böyle tehditlere dayanamam," dedim, gözlerimdeki gülümsemeyi saklamadan. "Ama önce biraz daha düşünmen gerek, hayatım. Yoksa bu işin sonu 'Kapanan kapılar arkasında takılacak tek kişi' moduna dönüşebilir, ne dersin?"

Mete, gözlerinde bir şüpheyle bakarken, "Kapanan kapılar her zaman güvenlidir hayatım ama yine de bu kadar şüpheli olmamalısın." diyerek beni kendine çekti ve sonrasında dudaklarını hızla benimkilerle buluşturdu. Mete'nin hareketi o kadar hızlıydı ki, ne olduğunu anlamadan kendimi tırabzanın soğuk yüzeyine yaslanmış buldum.

Yüzümü kapatan ellerinin sıcaklığı, her şeyin daha da yakınlaştığını hissettirdi. Hızla açtığım dudaklarım, onun ısrarcı dokunuşuna karşılık verdiğinde, aramızdaki gerilim giderek arttı. Gözlerim, kısa bir süre için kaybolan her şeyin ardında onu aradı. O an, zaman durmuş gibi hissediyordum. Duygularım karma karışık ama bir o kadar da netti. Bu anın hem gülüşle hem de tutkunun birleşimiyle hatırlanacağını düşündüm.

Mete, dudaklarını bir saniye için çektiğinde, gözlerine bakarak "İçimde bir fırtına var ama öpücük fırtınası." dedim, sesim hafif titreyerek. Mete, gözlerimdeki pırıltıyı fark edip gülümsemeden duramadı. "Öpücük fırtınası mı?" diye mırıldandı, dudaklarının köşesinde eğlenceli bir tebessümle. "O halde kasırgayı birlikte kucaklayalım hatun."

Sözlerinin ardından, dudaklarıma yeniden yaklaştı, bu kez daha yavaş ve sabırlı bir şekilde. Her dokunuş, içimdeki heyecanı arttırıyor, her saniye biraz daha derinleşiyordu. Ellerinin sıklığı, tenimin her santimetresini hissettiriyordu ve o an, bir an önce kaybolmak, bu yakınlığın tadını çıkarmak istedim.

Ona karşılık verirken, ellerimi omuzlarına yerleştirip biraz daha ona yaklaştım. "Evet, fırtına... Seninle her şey fırtına gibi," diye fısıldadım, her kelimenin sıcaklığını hissederek. Dudaklarımız birbirine kilitlenirken, gülüşlerimiz karıştı. O an, dünya sadece bizdik.

Mete, bir süre sonra "Hadi, üşütme daha fazla. Gel içeriye geçelim." diyerek ellerini yüzümden çekti ve yürümem için kenara çekildi. Önde ben arkamda o salona girdiğimizde bakışlarım salonda oturan kişilerde gezindi. Alparslan babam ile Hümeyra annem, Ferdi amca ve Suna teyzeyle koltukta oturuyordu.

Alev, Lara, Yonca, Cemile ve Ayda diğer koltukta otururken Kubilay, Selçuk, Çilingir, Deniz ve Osman sessiz bir şekilde masanın yanındaki sandalyelerde oturuyorlardı. Barış, evin bir köşesinde yerde otururken, Caner'de evin diğer köşesinde sessizce oturuyordu. Barış, kollarını bağlamış bir şekilde başı eğik duruyordu. Alev'in bakışları ise yalnızca Barış'a çevriliydi.

Barış, kafasını bir kaldırıp baksa görecekti.

Mete, beni koltuğa çektiğinde bakışlarım Hümeyra anneye çevrildi. Dudaklarına bürüdüğü muazzam bir tebessüm ile bizi izliyordu.

Alparslan babam, "Çocuklar, Şırnak'a bugün geri dönüyoruz. Araba ile değil uçakla gideceğiz. Arabaları sonradan getirteceğim." dediğinde bakışlarımı Hümeyra annemden çekip ona çevirdim. Bakışları Çilingir'e ve Selçuk'a çevrildi.

"Uçak biletlerini biz ayarladık, yönlendirmeler sizde." dediğinde Selçuk ve Çilingir hızla kafalarını eğip kaldırdı.

"Moto."

Eyüp'ün Mete'ye Moto diyerek salona girmesiyle hafifçe gülümsedim. Mete, gözlerini kısarak Eyüp'e baktı ama dudaklarında ufak bir tebessüm olmuştu. Dizlerinin önünde durduğunda kollarını havaya kaldırdı. Elinde tuttuğu sımsıkı bir çikolatası vardı, Damak. Mete, hafifçe Eyüp'e doğru eğildi ve nazikçe, yan bir şekilde dizlerinin üzerine oturttu. Mete'nin kucağına yerleştiğinde dudaklarını hafifçe büzdü ve elindeki çikolatayı Mete'ye uzattı.

"Açamadım," dedi, sesi neredeyse bir fısıltı kadar masumdu.

Mete, çikolatayı elinden alıp paketine dikkatlice baktı. "Zor bir şeymiş bu," dedi, onun heyecanını daha da körüklemek için hafif bir ciddiyetle. "Bunu açmak için özel bir yöntem gerekir."

Eyüp'ün gözleri kocaman oldu, yüzüne şaşkınlık ve merak karışımı bir ifade yerleşti. "Nasıl bir yöntem?" diye sordu, sesindeki masumiyet kalbime dokunuyordu.

"Eyşan abla, Moto bunu açmak için özel bir yöntem biliyormuş," dedi, başını bana çevirerek. Sesi o kadar ciddiydi ki dudaklarımda büyük bir gülümseme oluştu.

Kaşlarımı kaldırarak Mete'nin oyununa ortak oldum.

"Özel bir yöntem mi?"

Mete, bana bakarak "Tabii ki," dedi ve Eyüp'e döndü. "Ama bu sadece çok sabırlı olanların başarabileceği bir yöntem. Hazır mısın, küçük bey?"

Eyüp başını hızla salladı, çikolatasını hala Mete'ye doğru uzatıyordu. Büyük elleriyle onun küçük parmaklarını nazikçe yönlendirerek çikolatanın paketini açmaya başladı. Her hareketiyle Eyüp'ün nefesi hızlanıyor, sanki sihirli bir şey olacakmış gibi heyecanla bakıyordu. Bakışlarım Mete'nin yüzüne çevrildi. Dudaklarında narin bir tebessüm vardı.

Paketi açtıklarında Eyüp, Mete'ye döndü. Mete'nin gözleri, Eyüp'ün şaşkın bakışlarıyla karşılaştığında dudakları daha da genişledi. Bu kadar saf bir sorgulama, onun gamzesini daha da belirgin hale getiriyordu. Mavi gözleri hafifçe kısılmış, neşesi yüzüne yansımıştı. Eyüp'ün küçük parmakları o gamzeye doğru uzandığında hem ona hem de Mete'ye bakarak içimden derin bir nefes aldım.

"Bu ne?" diye sordu şaşkınlıkla.

Eyüp'ün minik parmakları, gamzeye dokunduğunda, Mete'nin gülümsemesi iyice yayıldı. "Gamze," dedi, arkasındaki kahkahalarla karışan bir sesle. Eyüp'ün neşesi ise kelimelerle anlatılamaz bir saf ve samimiyetle doluydu.

"Ama onun adı Eyşan," dedi Eyüp, parmağıyla beni işaret ederken, bu anın saflığı içinde karşımızdaki tüm gürültüye aldırmadan.

Eyüp'ün söylemleri, kısa sürede ortamda kahkahaların yükselmesine sebep oldu. Selçuk ve Osman'ın anırarak gülmesi, tam da o anda duyduğum ilk gülüşlerdi. Aniden dikkatimi dağıtan bu sesleri duyduğumda gözlerimi kısıp onlara döndüm. Onların gülüşleri biraz daha alaycıydı. Duyduğum sesler öylesine samimi, içten olsa da bir yandan da sinirlendiren türdendi.

Sadece saniyeler içinde toparlanıp sustuklarında kaşlarımı çattım, kendimi her zamankinden daha fazla gerilmiş hissediyordum.

Alparslan babama dua edin yoksa uçardım üzerinize.

Gerzek herifler.

Kaşlarımı kaldırarak Mete'ye döndüm.

Hadi bakalım kocamız bu durumdan kendini nasıl kurtaracak?

Mete, gülümseyerek önce bana baktı. Bakışlarını yüzümde öylesine bir gezdirdi ve ardından Eyüp'e döndü. Bu durumda ne yapacağını görmek için heyecanla bekledim. Parmağıyla biraz önce var olan ama şimdi görülmeyen yeri işaret etti.

"Biraz önceki çukur oradaki kasların gerilip çekilmesiyle oluşur." dediğinde Eyüp bir bana bir de Mete'ye baktı.

"Ama gamze dedin?" diye sorguladığında Mete, yeniden güldü ve kafasını iki yana salladı.

"O çukura gamze denir. Hadi ye bakalım çikolatanı." dedikten sonra Eyüp, hızla çikolatasından küçük bir parça kopartıp doğruca dudaklarıma yasladı. Gözlerindeki pırıltılar, bir çocuğun saf ve bulaşıcı neşesini taşıyor, o kadar masum ve içtendi ki, bir an her şeyin sadece o küçük anın içinde olduğunu düşündüm. Dudaklarını arasındaki gülümseme bir çiçek gibi açarken, ağzındaki çürük dişleri bile ona ayrı bir tatlılık katıyordu.

Mete'nin mavi gözleri, biraz önceki şaşkınlıkla karışan bu gülümsemeyi izlerken derinleşmişti. O an, zaman sanki durdu; sadece Eyüp'ün hareketlerine odaklandım. O küçük parmakları, çikolatayı dudaklarıma doğru nazikçe yaslarken, kahkahalar etrafımı sararken ben sadece o minik anın içinde kalmıştım. Eyüp'ün parmakları, sanki bir şeyleri hatırlatıyordu bana.

O saf, içten çocuk sevgisini...

Bir gün belki de bizim çocuklarımız, bu minik anları paylaşacak, dünyayı birbirlerine gösterecek kadar saf olacaklardı. Tıpkı Eyüp gibi. İçimdeki sıcaklık, o küçük anın değerini fark ettiğimde daha da derinleşti.

Hafifçe dudaklarımı aralayıp çikolatayı aldım.

Paylaşımcı çocuk vesselam. İleride çocuklarımız da böyle olacak.

İç sesime hak verdiğim sıralarda dudaklarımın üzerindeki çikolatayı yalayıp gülümsedim. Eyüp, dudaklarındaki büyük gülümsemeyle bana bakarken bir anlığına Mete'ye baktım. O an, gözlerimizde kelimelerden çok daha fazla şey vardı. Birbirimize bakarak, hiç konuşmadan her şeyi paylaşıyor gibiydik.

O sırada Eyüp, Mete'nin tebessüm eden dudaklarına parmaklarının ucunda erimeye yüz tutmuş çikolatayı yasladığında ağzımdaki çikolatayı yutkunup gülümsedim. Mete, kıkırdayarak çikolatayı aldığında Eyüp, kucağından indi ve Selçuk'un önüne gitti. Selçuk'un dudaklarındaki tebessüm yavaşça eridiğinde Mete'nin eli, elimin üzerine kondu.

Eyüp, elindeki çikolatayı Selçuk'a uzattığında Selçuk'un yutkunduğunu işittim ama ona rağmen elini Eyüp'ün saçlarına uzattı ve okşarken gülümsemeye çalıştı. Dudaklarına bir idam sehpası kurdu.

"Benim alerjim var, sen ye." dedi, titreyen ses tonuyla. Eyüp, kafasını salladı ama Selçuk'un önünden çekilmedi. Selçuk'un bakışları bana çevrildi.

Kurtar beni dercesine baktı.

Selçuk'un gözlerinin içine bakarak "Kubilay, Eyüp'ü al." diye söylendim ve yutkundum. Kubilay, hafifçe Eyüp'ü önünden çektiğinde Selçuk'un bakışları gözlerimden çekilip Alparslan babama baktı.

"Uçak saat kaçta?" diye sorduğunda bakışlarımı ondan çekip Alparslan babama baktım.

"15:00'de, şu an saat 13:00. Yavaştan yola çıkalım anca yetişiriz."

Hep birlikte ayaklandığımızda derin bir nefes alıp verdim.

7 Nisan 2022 - 15:05 / Gökyüzü

Yazar, Ağzından

Kırılmış bir kalbin sanki her atışı bir yük haline gelir.

İlk başta sadece acıtır ama zamanla her vuruşu bir yara açar, derinleşen bir iz bırakır. İçinde bir boşluk hissi oluşur, her şey donmuş gibidir; dünya dönüyormuş gibi görünüp, bir anda her şey durmuş gibidir. Kalbin her çırpınışı, bir kez daha kaybedilen bir şeyin hatırlatması gibi gelir.

Barış'ın bakışları sol çaprazında oturan Alev'in yüzüne çevrildi. Alev'in dudaklarında keyifli bir tebessüm vardı. Barış, gerçekten Alev'e kırılmıştı ama Barış'ta Alev'i üzmüştü. Alev her ne kadar dışarıya yansıtmasa bile Barış, onun içinde bir acıyı bırakmıştı ve Barış, bunun farkındaydı. Bakışlarını yanında oturan Caner'e çevirdiğinde Caner, çoktan beri onu izliyordu.

Barış, gözlerini kıstı. İçinden; 'Dün söylediği cümlenin, sırf beni odadan çıkartmak için kurulduğunu biliyordum ama o an Alev'in zarar görme düşüncesi gözümü kör etmişti.' diye geçirdi.

Caner, tek kaşını kaldırdığında derin bir nefes aldı. Yanağının içini dişleyip ifadesiz bir surata büründü.

Caner, bir anda Barış'a "Kalk ve benimle gel." dediğinde Barış, yavaşça karnındaki bağlı kemeri çözüp ayağa kalktı. Geçmesi için kenara kaydı. Caner, seri bir şekilde koltuktan kalkıp Barış'ı önüne aldı ve tuvalet kabinine doğru ilerletmeye başladı. Tuvalet kabinin önüne geldiklerinde Caner, kabini açtı ve hızlıca Barış'ı içeriye soktu. Barış'ın hiçbir şey demesine izin vermeden kapıyı kilitleyip gülümsedi.

Barış, "Lan oğlum aç şunu." diye içeriden bağırdı.

Caner, gözlerindeki alaycı bir parıltıyla "Bekle, çilingiri göndereceğim." dedi ve kahkaha atarak gitti.

Barış, sertçe kapıya vurup "Gerizekalı." dedi ve derin bir nefes alıp kalçasını lavaboya yasladı.

Caner, Lara'nın Alev'i getirdiğini gördüğünde hızla yüzündeki gülümsemeyi sildi. Korkulu gözlerle baktı. Alev, endişeyle Caner'e baktığında Caner, yutkundu hızla dudaklarını araladı.

"Kapıyı açamıyoruz. Aklıma kötü şeyler geliyor." diye fısıldadığında Alev, hızla Caner'in önünden tuvalet kabinine doğru ilerlemeye başladı. Caner'in dudaklarında büyük bir gülümseme olurken sakince Alev'in peşinden ilerledi. Alev, hiç zorlanmadan kapıyı açtığında Caner, hızla Alev'i Barış'ın üzerine ittirip kapıyı kapattı.

"Lan, Caner!"

Caner, tuvalet kabininin kapısına bakıp kaşlarını kaldırdı.

"Shakespeare, ne güzel söylemiş; 'Ölümleri olur zaferleri, öpüşürken yok olan ateşle barut gibi." diye mırıldandı ve arkasında duran Lara'ya baktı. Lara'nın yanaklarına ellerini koyup alnından kocaman bir öpücük çaldı ve kolunun altına yaslayıp yerlerine doğru yürütmeye başladı.

Caner'in yarattığı atmosfer, dar bir alanın verdiği yoğun bir gerilimle birleşiyordu. Tuvaletin soluk ışıkları, duvarlara vurdukça soğuk bir yansıma yaratıyordu. Küçük alan, bir yanda metalik bir parıltıyla, diğer yanda kararmış köşeleriyle neredeyse boğulacak gibiydi. Alev ve Barış arasında ince bir mesafe var; belki de her ikisi de ne kadar yakın olduklarını, bir o kadar da birbirlerinden uzaklaştıklarını hissediyorlardı. Her bir nefes, odadaki hava kadar ağır ve bunaltıcıydı.

Alev, tuvalet kabininin dar duvarlarına yaslanmış, boynu geriye doğru eğilmiş bir şekilde duruyor. Yüzünde biraz şaşkınlık, biraz da endişe var. O anın baskısı, sıcağında terleyen teni ve dar alanın içinde hissedilen sığ nefesler, onu daha da kırılgan kılıyor. Sesini çıkaramadan, gözleriyle bir cevap arıyor. Belki de Barış'ın içindeki kırıklığı görmek istiyor. Ancak, her bakışındaki boşluk, duygusal bir mesafe yaratıyor.

Barış, kapıya yaslanmış, sert bir şekilde dişlerini sıkarak bir şeyler söylemeye çalışıyor ama sesini duyamıyormuş gibi hissettiği bir an var. Gözlerinde yoğun bir öfke ve kararsızlık var. Alev'e bakarken hissettiği suçluluk, içinde büyüyen kırılma hissini daha da kuvvetlendiriyor. Fakat, karışık düşünceleri ve duyguları bir kenara bırakıp, Alev'in ona ne hissettiğini anlamaya çalışıyor. İçsel bir çatışma, ona baskı yapıyor, ama her geçen saniye, ikisi arasında bu küçük odada yankılanan suskunluk, her birinden daha fazla şey alıyor gibi.

Alev, bir süre sonra yutkundu ve derin bir iç çekip Barış'ın gözlerine baktı.

"Özür dilerim, sana öyle dememem gerekliydi."

Barış, ilk başta ne diyeceğini bilemedi ve gözlerini kaçırmak durumunda kaldı. Bir süre kendi içinde duraksadı ardından Alev'e döndü. Alev'in gözlerine bakarken ne kadar kırılgan ve ne kadar yalnız olduğunu fark etti. Alev'in her kelimesinde, kendi suçluluğunun yankılarını duyabiliyordu. Dudakları büzüldü ve dişleriyle dudaklarının arkasındaki etlere işkence etti.

Barış, içindeki karışıklığı bir kenara bırakmak için derin bir nefes aldı ama Alev'in özrü, kalbinde bir duygusal patlama yarattı. Kendisiyle yüzleşmeye cesaret edemediği bir anın içindeydi. Alev'in özrü, onu daha fazla zorlamıştı. O kadar yakın, o kadar zayıf bir noktada hissetti ki, artık dayanamayacağını fark etti.

Bir saniyelik sessizlikten sonra, hislerini durdurmanın imkânsız olduğuna karar verdi. Barış, tüm iradesini bir araya toplayarak bir adımla Alev'in karşısına geçti ve ellerini yanaklarına yaslayıp sertçe Alev'in dudaklarına yapıştı. Ne düşündüğünü ne hissettiğini önemsemeden, sadece duygularının peşinden gitmek için adım attı.

Alev, önce şaşkınlıkla geri çekilmek istedi ama Barış'ın tutkulu hareketi karşısında ne yapacağını bilemedi. Derin bir arzu ve yoğun bir özlem vardı; o an her şey kaybolmuştu.

Barış, Alev'in geri çekilmesine fırsat vermedi. Ellerini Alev'in yüzünde hissettikçe, bu anın sonsuza kadar sürmesini istiyordu. İçindeki karışıklık, bir anda yoğun bir tutkuya dönüştü. Alev'in şaşkın bakışları, onu daha da hırslandırıyordu. Ne hissettiği ne düşündüğü artık bir önemi yoktu; tek hissettiği şey, Alev'in varlığıydı.

Alev, bir an için ne yapacağını bilemedi. Barış'ın bu kadar yakınında olmak, onu hem zorlayan hem de içindeki duygusal fırtınayı daha da kabartan bir şeydi. Dudakları, Barış'ın ısrarcı hareketiyle kendiliğinden yanıt verdi, gözleri kapandı. İçindeki kıvılcım, bir alev gibi büyüdü, sadece onun ve Barış'ın bulunduğu küçük odada yankılandı.

Barış, Alev'in kendisine karşılık verdiğini fark ettiğinde sol elini Alev'in saçlarına, sağ elini de Alev'in beline koyup iyice kendine yapıştırdı. Başını sağa doğru eğerek öpüşlerini hızlandırdı.

Vücutları arasındaki mesafe tamamen kaybolmuştu. Alev'in bedenini daha yakından hissetmek, onun sıcaklığını ve varlığını her hücresinde hissetmek, Barış'ın içinde büyüyen her bir anıyı, her bir düşünceyi silip süpürüyordu. Saçlarına dokunduğu elinin sıcaklığı, Alev'in beline koyduğu elinin verdiği hissiyat, ona başka bir dünyaya ait olduklarını hissettiriyordu.

Alev, dudaklarındaki ateşli temasla, içindeki tüm kararsızlığı bir anda yok etti. Her şey, bir anda daha derin, daha yoğun bir hâl almıştı. Barış'ın hızlanan öpüşleri, kalp atışlarını birbirine karıştırıyordu. Zihni, sadece Barış'ın varlığını ve dokunuşlarını düşünüyordu.

Bir an için her şey durdu. Sadece ikisi vardı, birbirlerine yakın, birbirlerinin varlığını içine çekerek kayboluyor gibiydiler. Barış'ın her hareketi, Alev'in bedeninde yankı buluyor, aralarındaki bağ her geçen saniye daha da kuvvetleniyordu.

Barış'ın dokunuşları, her bir saniyede Alev'i daha fazla içine çekiyordu. Alev, kendini Barış'a teslim etmiş gibi hissediyordu. Kalbi, hızla çarparken, her nefesi daha derin, daha hırslı oldu. Barış'ın elleri, onun vücudunda gezinirken, Alev de her bir hareketine karşılık vermek için tüm dikkatini ona odaklamıştı. Varlıklarının birleşmesi, aralarındaki tüm duvarları bir anda yıkıyor, her ikisi de geçmişin kaygılarından uzaklaşıyordu.

Barış, Alev'in verdiği her tepkiyi, her küçük hareketi hissettikçe daha da hırslanıyordu. Gözlerinde kararsızlık yoktu artık, sadece bir tutku ve arzu vardı. Dudakları, Alev'in teninden ayrılmadan, hafifçe boynuna kaydı. Her bir öpücük, içindeki baskıyı biraz daha salıyor, fakat bu rahatlama, aynı zamanda onları daha da yakınlaştırıyordu.

Alev'in zihninde karışan düşünceler yerini sadece anın yoğunluğuna bırakmıştı. Sanki dünyadaki her şey bir anlığına durmuş, sadece ikisi arasında geçen bu an varmış gibi hissediyordu. Bedenleri birbirine iyice yakınlaştı, aralarındaki sıcaklık bir yangına dönüştü. Her şeyin ötesinde, hissettikleri ve paylaştıkları bu an, şimdi her şeyden daha önemliydi.

"Bir daha ne kendi canını ne de benim canımı acıt." diye soluklandı Barış. Derin nefeslerin arasında ellerini yeniden Alev'in yanaklarına yasladı. Siyah gözleri, yeşilleri hapsetmiş siyah göz bebeklerde gezindi.

"Benim evim eskiden soğuktu Alev. Beni sıcağa alıştırıp gitme."

Alev, nefesini toparlamaya çalışırken kafasını salladı.

"Gitmem."

8 Nisan 2022 / Şırnak

Mete Mert Çakır, Ağzından

"X gon' give it to ya (What?)Fuck waitin' for you to get it on your own, X gon' deliver to ya"

"X sana verecek (Ne?) Senin kendi başına almanı bekleyecek değilim, X sana teslim edecek"

"Allah aşkına sus artık ya!"

"Caner sus artık!"

Barış'ın ve Çilingir'in aynı anda şarkı söyleyen Caner'i susturmalarıyla derin bir nefes verdim. Uçaktan indiğimiz andan beri aynı şarkıyı milyon kez söylemişti. Alayla Barış'ın dudaklarına bir de gözlerine bakan yüzüne bir tane yapıştırasım geldi ama gözlerimi devirip kafamı iki yana sallamakla yetindim. Dördümüzün de telefonuna bildirim geldiğinde hızla telefonumu çıkartıp ekrana dokundum.

Çatlaklar grubundan 17 yeni mesaj

Ekranı kaydırıp WhatsApp'a girdiğim sıra Barış'ın ve Caner'in kıkırdamalarını duydum.

Karım <3: Allah aşkına beni Alev ve Lara'nın elinden kurtarın!!!

Yenge: Pühhh seni nankör

Barış'ınki: Yazıklar olsun Eyşaaaan

Selçuk: Kızdırmayın lan kardeşimi

Osman: Selçuk kızların arasına girme

Deniz: Eyşan abla bunu hak etti ama

Karım <3: Deniz seni döverim çocuk

Osman, Karım <3 kişisinin mesajını alıntıladı: Kubilay duymasın

Yenge: Seni düğününe kamuflaj ile göndeririz bak

Barış'ınki: Yok yok kamuflaj onun için ödül olur

Yonca: Yahu rahat bırakın hamile kadını ya

Osman: Yonca haklı dağılın

Deniz: +1

Selçuk: +1

Karım <3: Hamileyim ama bilin bakalım ne eksik?

Karım <3: KOCAM YOK

Karım <3: BENİM KOCAM NEREDE!

Dudaklarımda büyük bir gülümseme var olurken parmaklarımı klavyeye yaklaştırdım.

Siz: Kocan burada karıcım

Karım <3: @Bora @Barış @Caner

Karım <3: Çıkın damatlığını alın şunun

Karım <3: Yarın düğünümüz var ve hala damatlığı yok

Deli kadın ya.

Gülerek Çilingir'e baktığımda kafasını iki yana salladı ve yavaşça ayağa kalktı.

"Yenge haklı, Alparslan amca bizimle gelecek mi?" diye sorduğunda kafamı iki yana salladım.

"Adam albay Çilingir, kışlayı bırakıp nasıl gelsin? Trabzon'a bile zar zor geldi. Annem zaten Eyşan'ın yanında duracak. Biz kendimiz bakarız işte." deyip telefonu kapattım. Telefona bildirimler akarken tebessüm ederek cebime koydum ve ayağa kalktım. Caner ve Barış'ta ayaklandığında koltuğun üzerindeki kabanımı giyip kapıya doğru ilerledim.

Dağ evinden çıktığımızdaki adımlarımı arkaya doğru yönelttim. Arkamdan gelen bedenlerle pikaba kurulduğumda Çilingir, yanıma oturup kapısını kapattı. Caner ve Barış arka koltuğa kurulduklarında arabayı çalıştırıp el frenini indirdim. Vitesi bire takıp kalktığımda debriyajı biraz bırakıp gaza yüklendim. Hızlı bir manevrayla çıktığımda bağıran motor sesi ile hızla ikiye taktım.

"Yeminle senden daha iyi araba kaldıran yoktur Mete."

Barış'ın cümlesiyle dikiz aynasından bir bakış atıp yola geri baktım ama dudaklarımda bir tebessüm oluşmuştu. Cevap vermeden hafifçe elimi teybe götürüp radyoyu açtım.

"Biraktum işi güci
Düştum yârun peşine
Düştum yârun peşine
Düştum yârun peşine"

Duyduğum şarkıyla dudaklarımdaki tebessüm büyüdü. Sağ elimi vitesin üzerine geri koyup hafifçe ritim tuttum.

"Köyümun en güzeli, yüreğumun ateşi, dağlarumun güneşi, imera fera." diyerek eşlik ettiğimde kadının sesini Eyşan söylüyormuş gibi hayal ettim.

"Kaldi mi böyle adam?
Gece ışıktır odam
Bu adam benum sevdam
İmera fera, oy
İmera fera"

Caner, "Yahu adamın sevgisi dağa, taşa, dünyaya yayılmış anasını satayım. Dokunduğu her şey romantikliğe evriliyor!"

Kurduğu cümleyle kahkaha atıp dikiz aynasından küçük bir bakış attım. Alayla söylese de bakışlarında hayranlığa bürülü bir ışıltı vardı. Arabanın vitesini üçe takıp hızlandığımda bir bakış daha attım.

"Kıskanmayın oğlum."

Bir an için Caner ve Barış'ın kahkahasını duyduğumda yeniden bir anlığına dikiz aynasına bakış attım. Kafalarını iki yana salladıklarında aralarındaki buzları erittiğine sevindim.

Çilingir'e bakıp "Çilingir be sigara versene, ben paket almadım." deyip yola döndüm. Çilingir sigarayı uzattığında koçağı kaldırıp çakmak aldım ve sigaramı yakıp çakmağı içine attım. Kolumu biraz havaya kaldırıp kolçağı indirdim. Solumdaki camı açıp dudağımdaki sigarayı sağ elimin parmaklarına sıkıştırdım.

"Bu arada Çilingir, şu düğün işini hallettikten sonra Bünyamin'in işini de halledeceğim." deyip bir nefes daha çektim. Bir şey demediğinde hafifçe kaşlarımı çattım ve göz ucuyla ona bakıp yola geri döndüm.

"Hayırdır sessizsin?"

"Abimin dosyası varmış, ondan dolayı timden ayrılmak zorunda kalmış." dediğinde şaşırdım. Ne dosyası diye soracakken Caner benden önce davrandı.

"Ne dosyası?"

Çilingir, hafifçe Caner'e dönüp damağını şıklattı.

"Vurmaması gereken birini vurmuş."

Gözlerimi devirdim. Bundan hiçbir şey olmazdı. Eyşan, zaten onu bizim time almayı kabul etmişti sadece babamla konuşması kalmıştı. Çilingir'e göz atıp önüme geri döndüm.

"O işi ben halledeceğim sen sıkma canını. Eyşan zaten izin verdi. Güvercin Timi onun yönetiminde olduğu için onun kararlarına bakıyor her durum. Dosya işini de onunla konuşur hallederim ben." dedim ve son bir kez daha ona bakıp gülümsedim. Kaşlarını yukarıya kıvırdığında önüme döndüm. Şaşırmıştı, böyle bir cümle kurmamı beklemiyordu.

Hâlâ şaşkınlıkla baktığını hissettiğimde gülümsememi genişlettim.

"Hey yavrum hey, eski timimizde olmasak bile ben hâlâ sizin komutanınızım. Ayrıca Güvercin Timinin de ikinci komutanıyım, hatırlatırım. Eyşan'dan sonra ben geliyorum."

Çilingir, gülerek omzuma hafifçe vurduğunda kafamı iki yana salladım.

"Yapma şöyle şeyler sonra karım kıskanıyor." deyip ona baktım. Kafasını geriye atarak güldüğünde gülerek önüme döndüm. Şehir merkezine indiğimizde elimi vitese atıp hızımı düşürdüm. Damatlığımı alacağımız moda evinin önüne park ettiğimde el frenini çekip bakışlarımı Caner, Barış ve Çilingir'de gezdirdim.

"Bana damatlık seçmeye hazır mısınız?" deyip otuz iki diş sırıttığımda Caner ve Barış gözlerini devirerek arabanın kapısına yöneldi. Çilingir, kusarcasına kapının kulpuna eğildiğinde kahkaha atarak anahtarları alıp arabadan indim. Kilitleyip moda evine doğru yürüdüğümde içimde yine bir heyecan olmuştu.

Hayatımın en güzel anlarını yaşamaya devam ediyordum.

Caner, Çilingir ve Barış ile tek sıra halinde moda evine girdiğimizde kapıda bizi nazik bir adam karşıladı. Gülümseyerek adımlarını bize doğru hızlandırdı.

"Merhabalar, hoş geldiniz. Size nasıl yardımcı olabilirim?" dedi. Ellerimi ceplerime soktum, başımı hafifçe salladım.

Karımızın yanına yakışmak için damatlık bakıyoruz.

İçimden geçen bu düşünceyi bastırmaya çalıştım ve kısa bir nefes alarak, "Damatlık almaya geldim, düğünüm var," dedim. Sesim her zamankinden bir tık daha sert çıkmıştı ama yüzümdeki belli belirsiz gülümsemenin farkındaydım. Adam kibarca eliyle arkasındaki askıları işaret etti.

"Buyurun, yardımcı olayım."

Arkamda duran Caner, Çilingir ve Barış'a göz ucuyla baktım. Özellikle Caner'in alaycı bir şey söylemek için sabırsızlandığını hissedebiliyordum. Onları geride bırakıp adamın gösterdiği yöne doğru ilerledim. Askılardaki takım elbiselere göz gezdirirken, düşüncelerim beni ele geçirdi.

Eyşan gelinlik giyecek. Beyazlar içinde nasıl görünür acaba?

Bir an için nefesim kesildi. Gözlerimde onu hayal ettim. Saçlarına dokunan ince bir duvak olacak mıydı? Kalbim hızlandı. Sanki dünya üzerime doğru küçülüyordu, adımlarımı bile attığım yerde hissetmiyordum.

"Beyefendi?"

Adamın sesiyle irkildim, düşüncelerimin arasında kaybolmuşken onun yüzüne döndüm. Hafif mahcup bir gülümsemeyle ellerimi havaya kaldırıp iki yana salladım.

"Aklıma bir şey geldi, pardon."

Yan tarafta bir kıkırtı duydum. Kaşlarımı çatarak dönüp baktığımda Caner'in yüzünde kocaman bir sırıtış vardı. Onun bu rahat tavrı sinirimi daha da bozdu. Gözlerimi kısarak tehditkâr bir bakış attım. Caner omuz silkip aldırışsız bir şekilde bana göz kırptı. Bakışlarımda 'döverim çocuk seni' bakışı vardı ama Caner'in alaycı gülüşüne daha fazla direnemedim. Hafifçe kafamı iki yana salladım ve derin bir nefes alarak önüme döndüm.

Çilingir'in, "Hadi, hadi. Damatlık bakmaya geldik, düğün değil tiyatro çevireceğiz herhalde," diyerek omzuma dokunduğunu hissettim. Gözlerimi devirdim. Sonra boğazımı temizleyip takım elbiselere odaklanmaya çalıştım ama aklım hâlâ Eyşan'daydı. Bu sahneyi ne kadar planlarsam planlayayım, gelinlik içinde ona ilk baktığımda bütün planlarımın boşa çıkacağını biliyordum.

Ellerimi birbirine sürtüp adama döndüm.

"Bana önerebileceğiniz seçenekler var mı?" diye sorduğumda adam hızla üzerimi süzdü ve kafasını sallayıp arkasına döndü. İkinci askılıktaki dördüncü takım elbiseyi aldı ve bana uzattı. Şeffaf poşetle sarılmış takım elbiseyi askısından tutarak aldığımda hafifçe elimi havaya kaldırdım.

Siyah bir renkti. Ceketin yakaları kadife detaylı, tam bir smokin havasındaydı. Hem klasik hem moderndi. Askıya takılı siyah bir papyon vardı.

Tam istediğim tarzdı.

Bakışlarımı takım elbiseden çekip kenardaki ayakkabılara göz attım.

"45 numara, parlak siyah ve bağcıklı bir ayakkabı istiyorum." diyerek sıraladığımda adam, hızla en sağdaki ayakkabının altındaki dolabı açtı. Ayakkabı numaramı bulup dolabı kapattı ve kutuyla birlikte bana uzattı. Onu da aldığımda tek kaşım hafifçe yukarıya kıvrıldı.

"Kabinleriniz ne tarafta?"

Adam, eliyle sol köşeyi gösterdiğinde dört adımda içeriye girip kapıyı kapattım. Caner'in içeriye dalma gibi bir şerefsizliğini öngörebildiğim için kapıyı kilitledim.

Ehe.

Dudaklarımdaki gülümseme ile üzerimi çıkarttım ve takım elbisenin üzerindeki poşeti alıp fırlattım. Şu an içimde gerçekten bayramlık almaya gelmiş bir çocuk heyecanı vardı. Beyaz gömleği üzerime giyip düğmelerini ilikledim. Pantolonu da giyip yeleği üzerime geçirdim. Ceketi de üzerime geçirdim. Kenara bıraktığım pantolonumun içindeki zinciri alıp gülümsedim.

Onun için özel yaptırmıştım.

Ceketin cebinin sol köşesine bozkurt broşunu takıp hafifçe aynaya yaklaştım. Zincirin ucuna bağlı güvercin broşunu ceketin kadife yakasına taktım. Askıda sallanan papyonu alıp dişlerime sıkıştırdım. Gömleğin yakalarını birleştiren düğmeleri bağlayıp dişlerimde tuttuğum papyonu taktım.

Bir an için geriye doğru bir adım atıp kendimi süzdüm. Gömleğin beyazı, ceketin siyah kadife detaylarıyla zarif bir kontrast oluşturmuştu. Elim farkında olmadan ceketin sol yakasına kaydı; zincir ve broş detayını hissettim. Onunla tam olmuş gibi hissediyordum. Yere eğilip ayakkabıyı da hızlıca kutusundan çıkarttım. Parlak siyah yüzeyi, odadaki ışığı yansıtıyordu. Ayakkabıyı bağlarken içimden Eyşan'ın yüzünü düşünmeden edemedim. Onun karşısına böyle çıkacak olmanın verdiği bir heyecan dalgası geçti içimden.

Son bir kez aynada kendime baktım. Gözlerim hafifçe kısıldı. Çene hattımı düzelttim ve bir adım geri çekildim. Gördüğüm manzara hoşuma gitmişti. Hafif bir gülümsemeyle kapıyı açmadan önce derin bir nefes aldım.

Caner'le dalga geçer gibi bir giriş yapacağım, hazır olsalar iyi olur.

Kapıyı açtığımda dramatik bir hava yaratmak için bir an durup dışarı baktım. Caner, Çilingir ve Barış oturma alanında dikilmiş beni bekliyordu. Gözlerini üzerime çevirdiklerinde sahne tam hayal ettiğim gibiydi. Bir elimle ceketin önünü düzeltip kaşımı kaldırarak "Nasıl olmuşum?" dedim.

Caner'in ağzı bir anda açıldı ama ardından kaşlarını çatıp dramatik bir şekilde başını iki yana salladı.

"Sanki düğüne değil de Hollywood galasına gidiyorsun. Oscar törenine davetiye mi aldın yoksa?"

Gerizekalı.

İki adımda kabinden çıkıp önlerinde durduğumda Barış, araya girip sırıtmasını gizlemeye çalışarak, "Mete, fazla iyi olmuşsun ya. Eyşan seni gördüğünde bayılabilir. Yani, tabii ki sevinçten!" dedi.

Çilingir ise gülmemek için dudaklarını sıkarak, "Barış'ım tam tersi olmasın? Mete, Eyşan'ı görünce bayılabilir."

Gözlerimi devirip elimi Çilingir'e doğru kaldıracakken yine Barış, elindeki telefonu çıkarıp "Dur, bu anı ölümsüzleştirelim!" dediğinde bir adım geri çekilip ellerimi uzattım.

"Hayır. Eyşan bu fotoğrafı düğüne kadar görürse büyüsü bozulur!"

Ama Barış çoktan fotoğrafı çekmişti bile. Göz kırparak "Gizli kalır, merak etme. Sadece erkeklere yollarım." dedi.

Tam o sırada mağazanın başka bir müşterisi, orta yaşlı bir adam, yanımızdan geçerken mırıldandı.

"Gençler bu kadar gürültü yapmasa düğün hazırlığı olduğunu anlamazdık."

Caner derhal ona dönüp teatral bir şekilde eğildi. "Ah, beyefendi, gıcık bir dostumuz dünya evine giriyor, biraz mutluyuz!"

Herkes kahkahalara boğulurken ben ciddiyetimi koruyarak, "Siz bu kadar laf yapacağınıza kalkın da kendinize de bir şeyler bakın, düğünde rezil olmayın," dedim. Sonra gülmemek için zor tutarak ekledim, "Çünkü her kadının gözü damadın arkadaşlarında olurmuş!"

Bu sefer kahkaha sırası bendeydi.

9 Nisan 2022 / Şırnak

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

Evleniyorum!

Şaka gibi.

Rüya gibi.

Ama gerçek.

Üzerimdeki yorganı keyifle üzerimden atıp yatakta doğruldum ve ellerimi karnıma yasladım.

"Çocuklarım, evleniyoruz."

Dudaklarımdaki büyük bir gülümsemeyle yataktan kalkıp kapıya doğru ilerledim. Salona adım atarken, herkesin olduğu yere doğru ilerledim. Lara kahvaltı hazırlıyordu, Alev omletle ilgileniyordu, Hümeyra anne ise kahve içiyordu. Selçuk ve Osman da masada vardı, kahvaltı hazırlıklarına yardım ediyorlardı.

Gülümseyerek "Günaydın" dediğimde, hepsi birden gülümseyerek karşılık verdiler. Sessizce sabahın huzurunu paylaşıyor gibiydik. Yavaşça koltuğa oturduğumda, gözlerim heyecanla Hümeyra anneye kaydı. Onun huzurlu varlığı bana güven veriyordu. İçimdeki, ruhumda gezenleri onlarla paylaşmak istedim.

"Ben çok heyecanlıyım, ne yapacağız? Nasıl işleyecek her şey?" diye sordum, bir çocuğun bilmek istediği o derin soruyla. Beklediğimden fazla bir gülüşle karşılandım. Hümeyra anne, elindeki kahve fincanını bırakıp, ellerimi tutarak sakin bir şekilde ama bir yandan da sıcak bir gülümseme ile, "Biz senin yanında olacağız, güzelim. Kahvaltımızı yapalım, sonra otele geçeceğiz," dedi.

Kafamı sallarken bakışlarım, Yonca'yı aradı. "Yonca nerede?"

Osman, bana döndü ve sesindeki o tanıdık tonla, "Yonca ile Kubilay, nişanda ve kınada seninle takıldığı için bugün erkek tarafı olmaya karar verdiler," dedi. Kafamı sallayıp onu anladığıma dair bir işaret bıraktığımda Alev, elindeki omlet tabaklarını önümüze dağıtmaya başladı.

"Hadi bakalım afiyet olsun gelin hanım."

Gülerek çatala uzandığımda masada küçük çaplı bir kahkaha krizi olmuştu. On beş dakika içinde sessiz bir şekilde kahvaltılarımızı bitirdiğimizde Selçuk ve Osman, bana ait olan küçük valiz ile birlikte evden çıktılar. Yavaşça yerimden kalktım ve banyoya girdim. Küçük bir duş alıp üzerimi giyindim ve saçlarımı kurutup dışarıya çıktım. Zihnimde tek bir düşünce vardı.

Hayatım değişiyor, her şey başlamak üzere.

Göz açıp kapatıncaya kadar kendimi düğünün yapılacağı otelin gelin odasında bulduğumda bakışlarım dolabın üzerine astığımız gelinliğe çevrildi. Beyaz ve ince dantel detayları, vücudumu zarif bir şekilde saracaktı ama aynı zamanda rahat hareket etmemi sağlayacaktı. Omuzlarımdan ise ince bir şeffaf tül ile kaplanarak hafif bir zarafet katacaktı. Aşağı doğru inen etek kısmı, vücudumu takip ederek genişleyecek ve yere doğru akıcı bir şekilde uzanacaktı. Her hareketimde hafifçe dalgalanacak, sanki rüyada yürüyormuş gibi hissedecektim. Gelinliğin her bir detayı, bana sadece bu anı değil, hayatımda yeni bir başlangıcı hatırlatıyordu.

Telefonuma gelen bildirim ile bakışlarım telefona kaydı. Elime alıp ekranı kaydırdığımda gülmeme engel olamadım.

Kubilay: şey

Kubilay: biz sanırım erken hazırlandık

Bu mesaj silindi

Caner: SİL LAN ŞUNU

Caner: aptal ya

Caner: içeriden bilgi sızdırıyor köpek herif

Siz: Bir ucundan görseydik

Siz: HSDJFHJKSDHFJKSHDFJKHFJKSHDF

Kocam: büyüsü bozulur ;)

Siz: :D

Telefonu gülerek kilitlediğimde derin bir nefes verdim. Alev ve Lara gülümseyerek ayağa kalktıklarında bende ayağa kalkıp gülümsedim.

"Gel bakalım seni hazırlayalım."

Bütün o anın heyecanı içinde, Alev ve Lara beni nazikçe yönlendirerek hazırlıklarını yapmaya başladılar. Alev, saçımı toplamak için beni yavaşça önüne aldığında, saçımın her bir telini dikkatle taradı. Lara ise gelinliğimi giydirmek için kenarda sırasını bekliyordu. İçimde bir sıcaklık yayıldı, adeta başım dönerken, içimdeki huzur da yavaşça büyüdü.

Alev, saçlarımın tutamlarıyla nazik ama ensemde dağınık bir topuz misali topladığında uzamış kaküllerimi tacımın altına özenle sıkıştırdı. Alev, saçımla işini bitirdiğinde gülümsedi ve bir adım geriye gidip eliyle kalk yaptı. Yavaşça ayağa kalktığımda Lara, elindeki iç çamaşırı kutusunu bana uzattı. Gözlerimi devirip aldım ve banyoya doğru yürüdüm. Üzerimdeki saten bornozu çıkartıp üzerime geçirdiğimde kapıyı hafifçe aralayıp kafamı uzattım.

"Lara, gelinliği getirebilir misin?" diye seslendiğimde gülümsedi ve gelinliği askısından alıp bana doğru yaklaştı. Kapının arkasından çekilip iddialı bir şekilde kıkırdadı ve gelinliği giymem de yardımcı oldu.

"Seksi şeker seni."

Gözlerimi devirdim.

"Salak eltim."

Lara, gülerek gelinliğin arkasındaki düğmeleri ve ipleri bağlamaya devam ederken, o anın gerçekliğini bir kez daha içimde hissettim. Her şey çok hızlı, bir o kadar da neşeliydi. Alev ve Lara'nın elleri ellerimle birleştiğinde, biraz olsun derin bir nefes alarak, "Bugün hayatımda yeni bir döneme başlıyorum," diye düşündüm.

Alev, elindeki küçük düğmeleri dikkatle yerleştirirken bir yandan da bana dönüp, "Senin için en mükemmelini yapıyoruz," dedi.

Lara gülerek, "Bunun ötesi zaten mümkün mü?" dedi.

Biraz gergin ama heyecanlı bir şekilde arkamda çalışırken ben de biraz eğlenceli bir şekilde, "Evet, gerçekten de seksi şekerim, değil mi eltim?" dedim. Lara ise bu sözü duyduğunda başını geriye doğru sallayarak, "Kes artık," diyerek daha fazla gülmeye başladı.

Kendimi gerçekten hazırlamış, yeni bir benle tanışmaya başlamıştım. İçimdeki bu mutluluk ve heyecan, hiç bitmeyecek bir anı gibi hissediliyordu. Odanın her köşesinde sevdiklerimle birlikte bu anı daha anlamlı kılmak için bir arada olmanın gücüyle, bir şeylerin değiştiğini net bir şekilde hissediyordum.

Kapı hafifçe tıklatıldığında Alev, koşarak kapıya gitti. Hafifçe araladığında Hümeyra anne hızlıca girip kapıyı kapattı. Bakışları benimle buluştuğunda hayranlıkla bakıp kafasını iki yana salladı.

"Çok güzel olmuşsun kızım, maşallah."

Gülümseyerek etrafımda döndüğümde kahkaha atarak bana doğru yaklaştı. Hümeyra anne, elindeki lacivert kutuyu Alev'e verirken, "Biraz daha renk katmalı, değil mi?" dedi. Alev kutuyu açarken, içinden zarif bir kolye ve bir çift küpe çıktı. Hümeyra anne, gözleri parlayarak, "Bu, senin için özel. Düğün için hem şıklık hem de anlam taşıyacak," dedi.

Alev, gülerek kolyeyi ve küpeleri bana takarken, "Şimdi gerçekten çok güzel oldun. Hümeyra annen haklı, bu takılar seni bir prenses gibi gösteriyor," diye ekledi.

Hümeyra anne başını sallayarak, "Bir kadın kendi içinde ne kadar güçlü olduğunu fark ettiğinde en güzel olur." Gözlerimdeki şaşkınlıkla birlikte, içimde beliren duyguyu hissettim; bu sadece dışsal bir güzellik değil, aynı zamanda duygusal bir büyümeydi.

Lara, "Evet, ne kadar güçlü olduğunu hemen gösterdi bile," diyerek bana gülümsedi ve ben de tüm hazırlıkların, bu anın içine ne kadar uyum sağladığını düşündüm.

9 Nisan 2022 / Şırnak

Mete Mert Çakır, Ağzından

Sağ gözüm seğiriyordu.

Sinir krizi geçirmek üzereydim.

"Şap, öpeyim mi?
İçime de çekeyim mi?
Bal akıyor her yerinden, "Uf uf!" diyeyim mi?"

Caner ile Barış; ellerindeki puro ve viskiyle benimle dalga geçiyor, yarım saatten beri aynı şarkıyı dinleyip duruyorlardı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ama bu seğiren sağ gözümün peşinden giden baş dönmesi, rahatlama fırsatımı ellerinden alıyordu. Kalbim hızla çarparken, bir yudum viski aldım. Alkol yavaşça vücuduma yayılırken, dilimde buruk bir tat kaldı.

Caner'in her şarkıyı tekrar tekrar çalmaya devam etmesi, kafamı bir bulmaca gibi karıştırıyordu. Bunu hissedebiliyordum ama yine de oradaydım, aralarındaydım, onlara seslenmeden, bir şekilde yalnızca onların söylediklerini duyuyordum.

Barış'ın kahkahası kulaklarımda yankılanırken, ben de gülümsedim. Bir şekilde bana dokunmadan eğlenmeye devam etmelerini istemiştim. Bütün kaslarım gergindi ve kalbim hızlı atıyordu. İçime sığdıramadığım bir heyecan vardı. Karımın nasıl olduğunu merak ediyordum. Bir de bu aptallarla uğraşamayacaktım.

"Caner, harbiden kapat artık şu müziği."

Allah razı olsun Çilingir!

Caner, gözlerini devirerek müziği kapattığında derin bir nefes verdim. Selçuk gülerek bana baktığında elindeki viskiyi havaya kaldırdı.

"Seni çok iyi anlıyorum."

Burukça gülümsedim ve elimdeki viski bardağını havaya kaldırıp tokuşturdum. Büyük bir yudum alıp önümdeki sehpaya bıraktım. Viski bardağımın yanına bir kutu bırakıldığında kaşlarımı kaldırıp Selçuk'a baktım. Gülümseyerek kaşlarıyla kutuyu işaret etti.

"Aç bakalım."

Elimi yavaşça kutuya uzatıp avuçlarıma aldım. Kutunun kapağını kaldırdığımda gördüğüm yüzük, dudaklarımda büyük bir tebessümün oluşmasına neden olmuştu. Mavi kehribar taşına oyma sanatıyla hazırlanmış, üzerinde "bozkurt" ve "Türk balası kurt olur" ibaresi yazıyordu.

"Türk balası kurt olur bastığı yer yurt olur. Yani; Türk'ün yavrusu büyüyünce kurt olur, bastığı yerleri bir şekilde alır ve kendi yurdu yapar." dediğinde bakışlarımı yüzükten çekip ona baktım. Kutuyu sehpanın üzerine bırakıp ayağa kalktım, adımlarım belki de hafif bir şaşkınlıkla olsa da kararlıydı. Selçuk elindeki bardağını bırakarak bana doğru adımladı. Kollarımı açıp ona sarıldığımda, vücudumda bir rahatlama, bir bağlılık hissi doğdu. Sarılmamız, sadece bir teşekkür değil, aynı zamanda aramızdaki güçlü bağı simgeliyordu.

"Çok teşekkür ederim Selçuk." dedim, sesim titredi ama bu, minnettarlığımı daha da derinleştiriyordu. Ayrıldığımızda gülümseyerek kafasını iki yana salladı.

"İçinde mikrofon var. Sonra sana nasıl kullanacağını gösteririm." dediğinde kahkaha atarak kafamı iki yana salladım.

"Siz istihbaratçılar yok musunuz?" diye alayla mırıldandığımda eliyle kolumun yanına hafifçe iki kere vurdu ve yerine gitti. Koltuğa geri dönüp yüzüğü sağ yüzük parmağıma taktım. Aklıma Eyşan geldiğinde sol parmağımdaki yüzüğü okşadım.

Çiçeğim acaba ne yapıyordu?

Barış, yüzünde sinsi bir gülümsemeyle konuşmaya başladı.

"Vay be, Mete evleniyor ha?" dedi, gözlerini büyükçe açarak. "Yani, sıra bize gelmedikçe, biz sana hazırlık yapmaya devam ederiz."

Caner hemen atladı. "Evet, evlilik çok büyük bir iş. Düğün öncesi birkaç deneme yapmamız gerek. Hangi tür çorap giyilecek, hangi yemekleri eşinizin sevdiği şekilde yapmalısınız gibisinden. İşte biz buna evlilik eğitim programı diyoruz." diyerek kafasında hayali bir karnaval şapkası taktı.

Kubilay, herkesin gülüşmelerini izlerken, masanın üzerindeki çikolata tabağını alıp, ciddi bir şekilde ama komik bir tonla konuştu. "Mete abi dikkat et. Evlilikte doğru tabağı seçmek bile çok önemli."

Barış yeniden lafa atladı. Çok daha dramatik bir şekilde, "Mete, senin evlenmen olayını izlemek, Super Mario'nun yeni bir level'a geçmesi gibi. Şimdi seni bir yola koyuyoruz, bakalım bu yol seni nereye götürecek!"

Harbiden aptal herif ya.

Super Mario ne amına koyayım?

Ellerimi havaya kaldırıp gülerek burnumu kırıştırdım.

"Super Mario ile beni mi kıyaslıyorsun?" diye sorup kahkahaya boğulduğumda Çilingir ve Caner yana devrilerek gülmeye başladı.

9 Nisan 2022 / Şırnak

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

Bazı anlar vardır.

Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlamazsınız. Sanki dünya yavaşlar, her şey bir anda donmuş gibi olur. O an ne geçmişi ne de geleceği hissedersiniz. Sadece o anın içinde kaybolursunuz. İşte o anlardan biri, bugün.

Gelinlik içinde kendimi gördüğümde, gözlerim doldu. Her şeyin öylesine doğal akışına teslim oldum ki, sanki hayatımda daha önce hiç bu kadar huzurlu ve güvenli hissetmemiştim. Alev'in gülüşü, Lara'nın gözlerindeki ışıltı, bana sadece mutlu olmanın ne demek olduğunu hatırlatıyordu. İçimdeki tüm karmaşa bir anda yok oldu.

Düğün, belki de hayatımın en önemli anıydı. O kadar büyük bir değişimin arifesinde, en küçük şeyin bile ne kadar kıymetli olduğunu fark ediyorum. Hümeyra anne, bana bakarken gözlerinde bir gurur vardı, sanki yıllardır beklenen bir şey sonunda gerçekleşiyordu. O anı izlerken, gözlerim yeniden doldu.

"Her şey yolunda," diye düşündüm. Bakışlarımı kaçırıp Alev'in üzerini süzdüm.

Alev'in elbisesi, tam da onun gibi cesur ve dikkat çekici bir parçaydı. Siyah kumaşı, ışıkla dans eden ince parıltılarla süslenmiş, her hareket ettiğinde zarifçe ışıltılar saçarak etrafını aydınlatıyordu. Elbise, vücut hatlarını mükemmel şekilde sararak, zarif bir duruş sergiliyordu. Omuzlardan başlayıp beline kadar inen ince detaylarla vücudu şekillendiren bu tasarım, Alev'in özgüvenini ve stilini adeta yansıtıyordu.

Barış ile aralarını düzeltmelerine şahsen sevinmiştim.

Lara'nın giydiği elbisenin derin kırmızı rengi, adeta tutkulu bir yangını simgeliyor ve odadaki herkesin dikkatini üzerine çekiyordu. Elbise, vücuda oturan zarif kesimiyle her adımda adeta dans ediyormuş gibi hareket ediyordu. Üst kısmı, omuzlarını açıkta bırakacak şekilde tasarlanmış ve dekoltesi ince bir zarafetle vurgulanmıştı. Alt kısmı ise yavaşça genişleyerek yere doğru akıyor, etek uçları ise zarif bir şekilde dalgalanarak hareketli bir görünüm sağlıyordu.

Kayınbiraderimiz bayılmasa bari.

Yonca'nın elbisesi, zarif ve sade bir şıklığa sahipti. Bedenini saran ince, saten kumaşı hafif bir ışıltı yayıyor, adeta ışığı üzerinde toplayarak yumuşak bir parlaklık yaratıyordu. Elbisenin üst kısmı, ince dantel detaylarla işlenmiş ve omuzlardan aşağıya doğru hafif bir drapeyle akıyordu. Vücudunu nazikçe sararken, bel kısmında küçük bir dikişle zarif bir hat beliriyordu. Etek kısmı, topuklarına kadar inen düz bir çizgiyle sonlanıyordu. Yonca, bu elbiseyle hem sade hem de şık bir zarafet sergiliyordu.

Kubilay'ımın Yoncası.

Cemile'nin elbisesi, romantik ve hafif bir hava taşıyordu. Açık pembe tonlarında, ince bir tül kumaştan yapılmıştı. Elbise, üst kısmı ince bir sütyen gibi tasarlanmış ve hafifçe omuzlardan aşağıya doğru dökülen zarif bir dantel katmanla süslenmişti. Bel kısmı sıkı bir şekilde sarılmış ve eteği, yere kadar uzanıp etrafında hafifçe dalgalanarak dökülüyordu. Elbiseye eklenen küçük kristal detaylar, ışığı yakalayarak ona büyülü bir hava katıyordu. Cemile, bu elbiseyle hem naif hem de zarif bir görünüm sergiliyor, adeta bir peri gibiydi.

Osman'ımızın göz bebeği olacak gibi bir hal sezdim Eyşo.

İçimde bir mutluluk dalgası vardı. Her birinin ne kadar özel olduğunu düşündüm. Alev'in cesur ve dikkat çekici tarzı, Lara'nın ateşli kırmızısı, Yonca'nın zarafeti ve Cemile'nin masumiyeti... Her biri farklı bir dünyadan gelmiş gibi ama bir arada mükemmel bir uyum içinde. Gözlerimdeki ışık, bu özel anı daha da anlamlı kılıyordu.

Olduğumuz odanın kapısı tıklatıldığında Alev, hızlı bir hamle ile yasemin çiçeklerinden oluşturulmuş gelin çiçeğini elime tutuşturdu. Kalbim ağzımda atıyordu. Beni, sırtım aynaya gelecek şekilde döndürüp tam kapıya dönmemi sağladıklarında hepsi kenara doğru kaçtı.

Alev ise koşarak kapıya gitti.

"Kapı açılmıyor!"

İstemsizce kahkaha attım.

Salak bu kız ya yemin ederim.

"YA ARTIK AÇIN ŞU KAPIYI! BEN KARIMI GÖRMEK İSTİYORUM!"

Mete'nin sesiyle içimi bir heyecan kaplarken soluklarım hızlandı. İlk defa beni kamuflaj olmadan, görevde giydiğim elbiselerden daha farklı bir halde, gelinliğim ile görecekti. Alev, hafifçe kapıyı açtığında elini dışarıya uzattı.

"Para mı ver lan!"

Kıkırdayarak derin bir nefes daha aldığımda Alev, eline para tutuşturulmuş olacaktı ki bir adım geriledi. Dudaklarıma ahenkli bir tebessüm yerleştirip kapıya odaklandım. Kapı yavaşça açıldığında Mete'nin gözleriyle göz göze geldim. Hafifçe yutkunduğumda bakışlarım üzerindeki takım elbiseye kaydı.

Papyon mu takmış o?

Evet.

Dişlerimizle çıkartır mıyız?

Sus lan!

Mete'nin yüzüne geri döndüğümde dudaklarında kocaman bir gülümseme vardı. Küçük adımlarla üzerimi süzerek yürümeye başladığında gözlerini bile kırpmıyordu. Her adımında daha da heyecanlanırken bir kez daha yutkunmaya çalıştım. Mete, kafasını iki yana sallayarak ellerini havaya kaldırdığında dudakları aralandı ama bir şey söylemedi.

Ellerini bir anlık duraksama ile bir araya getirdi, parmakları titrerken işaret parmağını ağzının hizasına getirdi. Konuşmanın ne kadar zorlaştığını hissedebiliyordu; her şey, bir anlamda tıkanmıştı. Ellerini yavaşça çekip, ellerinin parmaklarını başına doğru götürerek, unuttuğu kelimeleri ve cümleleri simüle etti. Bu hareket, düşüncelerinin karışıklığını, kelimelerin dilinin dışına çıkma mücadelesini vurguluyordu.

Dili tutuldu lan adamın!

Elimdeki çiçeği kenara koyup ellerimi Mete'nin yüzüne yasladım. Bakışları titrekçe gözlerimde gezindiğinde "Hayatım, konuşsana." deyip Selçuk'a baktım.

"Dili tutuldu! Nasıl çözeceğiz biz bunu?"

Selçuk, kahkaha atarak yanımıza yaklaştı ve ellerimi indirip Mete'nin kollarının yanlarından tutup güçlüce sarstı. Mete, gözlerini irice açarak bana baktı.

"Ha!"

Selçuk, bir kahkaha patlattığında kollarını bırakıp içeride gülme krizine girmiş ahaliye baktı.

Kahkahalarının arasından "Çıkın lan dışarı, yalnız kalsınlar. Çık, çık, çık!" diye bağırdı. Çok geçmeden herkes çıktığında bakışlarımız yeniden birleşti. Mete, elini kalbine yaslayıp derin bir nefes verdi ve alt dudağını dişleyip kafasını iki yana salladı. Elleri belime sarılırken beni kendine doğru çekti.

Mete, gözlerime odaklanarak derin bir nefes aldı. Ardından, sesindeki titremeyle birlikte, yavaşça ama bir o kadar içten bir şekilde, "Eyşan... Seninle her şey daha parlak, her şey daha gerçek," dedi.

Ellerim, belimdeki parmaklarını sıkıca kavradı. Sanki bu dokunuşla tüm hislerini daha da derinleştiriyordu. Gözlerinde, bir zamanlar sakladığı o duygular şimdi tüm açıklığıyla belirginleşti. "Beni... seninle görmek, seninle yaşamak... her şeyinden bahsediyorum. Senin güzelliğinden, gücünden, bana gösterdiğin o sonsuz sabırdan... Bunlar beni sarsıyor, Eyşan."

Gözleri, her bir kelimesiyle büyülenmiş gibi parlıyordu. "Senin her halin bana bir dünyayı anımsatıyor. Seninle her şey tamam, her şey doğru. Ne kadar zorlu olursa olsun, senin yanında olmak istiyorum... Çünkü seni gördüğümde, ben, kimseyi başka şekilde görmek istemiyorum. Senin yüzün... gözlerin... bunlar bir tek bana aitmiş gibi hissediyorum Eyşan. Yalnızca seninle var olabilirim."

Sözleri, kalbimde yankılandı. Bir an, Mete'nin her cümlesinde gözlerinin içine bakarak, onun da kalbinde yer ettiğimi hissettim. O kadar derindi ki, ruhumun her köşesine işliyordu.

"Hep yanımda olmanı istiyorum. Çünkü seni sevmek, benim varoluş sebebim."

Mete'nin gözlerinden dökülen o içtenlikli sözler, bir anda içimi ısıttı. Bütün duvarlar, bütün engeller yok olmuş gibiydi. O an, sadece birbirimize aitmişiz gibi hissediyorduk, her şeyin üstünde.

"Ben de seni seviyorum," dedim, bu defa sesim, kalbimde biriken duygularla titriyor ama aynı zamanda güçlüydü. "Ve seninle her şey daha güzel. Her şey."

Mete'nin dudakları alnıma yaslandığında, vücudum bir an için dondu, zaman sanki durdu. Derin bir nefes alırken, kalbimin atışlarını hissettim, her bir atışı sanki bir adım daha yakınlaştırıyordu bizi. Gözlerimi kapattığımda, tüm dünyadan sadece ikimiz kaldık gibi hissettim. Birlikte olduğumuzda, hiçbir şeyin önemi yoktu ne geçmiş ne de gelecek. Sadece bu an vardı, bu özel an...

Mete'nin elleri, belimden hafifçe sıkarak beni kendine daha da yaklaştırdı. Ellerim, istemsizce onun sırtına yerleşti. Sanki birbirimize olan bağlılık, bu küçük hareketle daha da derinleşiyordu. Onun sıcaklığını, kokusunu her zerremde hissediyordum.

"Biliyorum," dedi Mete, sesi yumuşacık ve bir o kadar da içten. "Biliyorum ki... seninle her şey mümkün. Her şey daha güzel olacak, Eyşan. Bunu biliyorum."

Birlikte, birbirimize ait olmak, tüm bu zorlukların, belirsizliklerin ötesine geçiyordu.

9 Nisan 2022 / Şırnak

Yazar, Ağzından

Gecenin karanlığını kesen sıcak ışıklar, otelin düğün salonunun kapılarını aralayarak içeri süzüldü. Çevreyi saran huzurlu bir hava, askerî bir disiplinle harmanlanmış, her adımda tarihten gelen bir öykü gibiydi. Eyşan ve Mete, birbirlerine adadıkları hayatlarını resmiyete dökerek, büyük bir törenle bir araya gelecekti. Yalnızca aileleri ve yakın dostları değil, aynı zamanda askerî camianın da gözleri bu özel anı izlemek için salona yönelmişti.

Alparslan Çakır ve Hümeyra Çakır, gelen misafirlerle gülümseyerek ilgileniyordu. Alev, Lara ve Yonca birbirlerine merakla bakıp etrafı izleyen Selçuk'a baktılar.

"Erkekler nerede?" diye sorduğunda Selçuk'un sağ dudağının kenarı hafifçe yukarıya kıvrılacak gibi oldu sonra kendini tuttu.

"Onları işi var ama merak etmeyin. Birazdan gelecekler." dedi ve yanındaki Çilingir'e baktı.

"Nikah memuru geldi mi?" diye sorduğunda Çilingir, kafasını salladı. "Geldi." dedi.

Selçuk, aldığı cevapla bileğindeki saate baktı. Eyşan ve Mete'nin inmesine az kalmıştı. Üzerindeki siyah ceketin düğmelerini ilikleyip boğazını temizledi. Kız kardeşinin en mutlu anıydı. Eşlik edecek olması onun için bir onur kaynağı olmuştu. Çilingir, cebindeki telefonun titrediğini fark ettiğinde hızla telefonu çıkarttı ve gülümsedi.

"Bizimkiler hazırmış, yavaştan düğüne başlayalım." dedi ve hızlı bir şekilde arkasına döndü. Her şey planlı ve programlı olarak abisi Bünyamin'in kontrolündeydi. Abisine onay işareti verdiğinde abisi yavaşça kafasını eğip kaldırdı ve salondaki ağır ve yavaş müziği bir anda değiştirdi. Tüyleri diken diken edecek bir Şahlanış Marşı çalmaya başladığında kızlar şaşkınlıkla Çilingir'e baktı ama Çilingir ve Selçuk, gelen kişilere bakıyordu.

Düğün alanında yerlerini almak için, Caner ile Barış, Osman ile Alperen, Deniz ile Kubilay, üzerlerinde parlayan askeri siyah takım üniformaları ve rütbelerinin ışıldayan armalarıyla sırasıyla yürüdüler. Birer kahraman gibi ilerlediler; her adımları, onların tarihî görevleriyle ve sorumluluklarıyla doluydu. Bu an, sadece iki insanın düğününden ibaret değildi; bu, bir camianın, birliğin, bir millete olan bağlılığın kutlamasıydı.

Arkalarındaki yirmiye yakın hava, kara ve deniz askerleri ile yan yana dizildiler. Salonda büyük bir alkış tufanı ve ıslıklar koptuğunda Alparslan Çakır, gururla çenesini dikleştirdi.

"Koç yiğidim bahadırım ozanım
Alp dadaşım yağız efem ozanım
Koç yiğidim bahadırım ozanım
Alp dadaşım yağız efem ozanım"

Alev, Lara, Cemile, Ayda ve Yonca ağzı açık bir şekilde onlara bakakaldığında askerler bellerindeki askılardan kılıçlarını çıkardılar. Caner ile Barış, Osman ile Alperen, Deniz ile Kubilay ve yirmiye yakın askerler, rütbelerinin verdiği kudretle karşılıklı durdu. Kılıçları, ışığın altında parladı ve güçlerini simgeliyor gibi birbirlerine yöneldi.

Birbirlerine baktılar ve kılıçlarının uçlarını yukarıda birleştirdiler. Bu an, yalnızca bir düğün değil, aynı zamanda bir yemin, bir sadakat ve bir geleceğin başlangıcıydı. Kılıçların birleşmesi, güç ve sadakatin simgesi olarak havada yankılandı, bir anlamın derinliğini herkese hissettirdi.

Çilingir "Heyt yavrum be. Bozkurt ile Güvercin'e de bu yakışırdı." diye söylendiğinde Selçuk kafasını sallamakla yetindi. İçten içe aynısını o da düşünmüştü.

"Bir narada dokuz tümen bozanın
Bir narada dokuz tümen bozanın"

Kapının kenarında bekleyen Mete, hızla Eyşan'a kolunu uzattığında Eyşan, nazikçe koluna girdi.

"Tuğ kaldırıp yürüyecek Bozkurtum
Tanrı Türk'ü koruyacak Bozkurtum"

Birlikte yürümeye başladıklarında dudaklarında çok büyük bir tebessüm vardı. Heyecanları bir nebze azaldığında salona doğru adım atmaya başladılar. Herkes gürültülü bir şekilde ayağa kalktığında Eyşan ve Mete, kılıçların altından yürümeye başladı. Mete'nin bakışları bir an için Caner'e çevrildiğinde sol gözünü kırptı ve yürümeye devam etti.

Mete ve Eyşan, nikahlarının kıyılacağı masaya ilerlediklerinde Eyşan, hafifçe Mete'nin kolundan çıktı ve masaya doğru ilerledi. Mete, seri hareketlerle Eyşan'ı rahatça sandalyesine oturtup yanındaki sandalyeye oturdu. Dudaklarında hiç geçmeyen küçük bir tebessüm vardı.

Kulakları kızardı.

Selçuk ve Çilingir, şahit koltuğuna oturduklarında Eyşan'ın solunda Osman, Mete'nin sağında ise Caner belirdi. Caner'in bakışları Mete'nin gözlerinde gezinirken ilk defa alaycı olmayan bir şekilde gülümseyerek baktı ve hafifçe eğildi.

Ama cümleleri yine alaylıydı: "Seni gidi seni. Aldın kızı sonunda salak şey." diye dişlerinin arasından mırıldanıp doğruldu. Mete, bu sözlere hafifçe başını sallayıp gülümserken, nikah memuru kırmızı kapaklı defterini açtı ve mikrofonu eline aldı. Bakışlarını yeni bir hayatın eşiğinde olan Eyşan ve Mete çiftine çevirdi. Gözlerinde anlam dolu bir ifade vardı. Salonda sessizlik hâkim olurken, o an herkesin kalbinde bir iz bırakacak olan tören başlamıştı.

Nikah memuru, salondaki sessizliği bozarak mikrofona doğru eğildi. Sesi, herkesin kalbine bir notanın titremesi gibi dokundu.

"Sayın misafirler," diye başladı. "Bu gece, Asena Eyşan Boduroğlu ve Mete Mert Çakır'ın hayatlarını birleştirdiği bu kutsal bağın şahitleri olarak buradayız. Hep birlikte bu mutluluğa ortak olmaktan büyük onur duyuyoruz."

Eyşan'ın bakışları masanın üzerine düşerken, parmak uçlarıyla masanın kenarını hafifçe tuttu. Gözlerinin derinliklerinde bir duygusal yoğunluk vardı. Mete, yanına hafifçe eğilerek dudaklarının kenarındaki tebessümle ona doğru fısıldadı.

"Heyecanlı mısın?"

Eyşan, başını ona çevirdiğinde kahverengi gözleri, o an için sadece Mete'nin dünyasında parlıyordu. Hafif bir tebessümle, "Biraz," dedi kısık bir sesle. "Çünkü herkes bizi izliyor."

Mete, onun bu sözlerine hafif bir kahkaha attı. Nikah memuru ise törene devam ediyordu.

"Bu iki kahraman, sadece mesleklerinde değil, hayatın her alanında birbirlerini tamamlayan iki insan olarak bugün burada. Şimdi, çiftimize en önemli soruyu sormanın zamanı geldi."

Nikah memuru, gözlerini önce Mete'ye çevirdi.

"Mete Mert Çakır, burada bulunan herkesin huzurunda, Asena Eyşan Boduroğlu'nu eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

Mete'nin gözleri, Eyşan'ın gözlerinde kilitlenmişti. Çok pis şaka yapası gelmişti.

"Hayır demek ne mümkün, tabii ki de evet."

Salondaki herkes kahkahaya boğulduğunda bir an için Eyşan sanırım kalp krizi yaşamıştı. Caner, Çilingir, Selçuk ve Osman gülmemek için kendilerini zor tutarken Mete, gülerek Eyşan'a bakıyordu. Eyşan, gülerek kafasını iki yana salladı. Salonda alkışlar patladı, gülümsemeler ve tebessümler havada uçuşuyordu. Ardından memurun bakışları Eyşan'a döndü.

"Asena Eyşan Boduroğlu, burada bulunan herkesin huzurunda, Mete Mert Çakır'ı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

Eyşan, derin bir nefes aldı. Başını Mete'ye doğru çevirerek gözlerinin içine baktı. Sesi duru ve netti.

"Son nefesime kadar evet."

Salondaki alkışlar, bu kez daha coşkulu bir şekilde yükseldi. Arkada duran Caner, sessizce Osman'a eğilerek, "Seni bilmem ama ben Eyşan'ın, Mete'nin şakasından sonra bu kadar sakin kalmasına şaşırdım," diye mırıldandı. Osman, dudaklarının kenarında beliren hafif bir gülümsemeyle, "Sakin mi? Baksana parmaklarıyla oyacak masayı neredeyse," dedi.

Nikah memuru, defterini imzalamaları için çifti yönlendirdiğinde Eyşan ve Mete, masaya birlikte eğilerek imzalarını attılar. Nikah memuru, yüzünde geniş bir tebessümle, "Sizi artık karı-koca ilan ediyorum," dediğinde salondaki alkışlar adeta bir fırtına gibi yükseldi.

Selçuk ve Çilingir, ayağa kalkarak yeni evli çifte sarılmak için hazırlandı. Caner ise gülerek, "İşte şimdi resmi olarak birbirlerini mahvetme yetkisini aldılar," dedi ve kahkahalar içinde Osman'ın dirseğinden hafifçe yedi.

Mete, derin bir nefes alarak ellerini Eyşan'ın kollarının iki yanına yasladı ve dudaklarındaki büyük tebessümle birkaç saniye gözlerine baktı.

"Canım, kanım, kadınım." dedi ve alnına doğru yaklaştı. "Karım."

İkisi de gözlerini kapatarak birbirlerinin kalplerine dokundular. Eş zamanlı açıp birbirlerinden ayrıldıklarında Eyşan, hızla solundaki kuzenine sarıldı.

"Hayırlı olsun kuzen, kaptın gül gibi çocuğu."

Eyşan, hiçbir şey demeden ayrıldığında Caner ile göz göze geldiler. Eyşan alaylı bir şekilde kollarını açtı.

"Kayınbiraderim?" diye söylendiğinde Caner, kusar gibi yapmak istedi ama ortam ciddi ve babası kızar diye hafifçe Eyşan'a sarıldı.

"Öğk." diye kulağına fısıldadığında gülerek ayrıldılar. Selçuk ile bakışları kesiştiğinde kollarını kocaman açtı ve Selçuk'a sarıldı. Ayrılıp Çilingir'le de sarıldıktan sonra Mete'nin elini kavradı ve ilk dansları için sahnenin ortasına doğru yürüdüler. Ortaya geldiklerinde Mete, sol elini Eyşan'ın beline yaslayıp, sağ eliyle de Eyşan'ın sol elini kavradı. Eyşan'ın sağ eli ise Mete'nin hemen omzunun yanına yaslandı.

"Sen uyurken
Hasretin dökülür gecelerden sokaklara
Gelir yüreğime çöker
Gelir yüreğime çöker"

Sallanmaya başladıklarında Eyşan'ın bakışları yalnızca Mete'de kalmıştı.

"Her gün başka bir pencerede
Sensizliğim yollarına bakar
Ve boynunu büker"

Mete'nin gözleri Eyşan'ın kaşlarına, gözlerine, burnuna ve dudaklarına dolanıp geri gözlerine çıktı.

"Her gün başka bir pencerede
Sensizliğim yollarına bakar
Ve boynunu büker"

Mete, bir anlığına Eyşan'ın belinden sol elini çekti ve elini havaya kaldırıp iki kez döndürdü.

"Ben bir tek kadın sevdim
O da sensin, o da sensin
Ben bir tek sende yandım
Alevlendim, delilendim"

Mete, yeniden Eyşan'ın beline elini yaslayıp sallanmaya devam etti.

"Ben bir tek adam sevdim
O da sensin, o da sensin
Ben bir tek sende yandım
Alevlendim, delilendim"

Mete, sağ elini Eyşan'ın elinden çekip sol elinin yanına götürdü. Alnını alnına yasladığında Eyşan'da ellerini Mete'nin gövdesine yasladı.

"Ben bu sevdayı yemin bildim, söz bildim
Ben bu sevdayı kutsal bildim"

"Kocaman bir alkış! Evet, dans etmek isteyen bütün çiftlerimizi sahneye davet ediyoruz!" diye bağıran Bünyamin ile Caner hızla Lara'nın elini yakaladı ve Alparslan Çakır'ın önünde döndürerek sahneye çekiştirdi. Bunu gören Tuğgeneral Fikret Yıldırım, Alparslan Çakır'a döndü.

"Alparslan sıra Caner'e gelmiş gibi görünüyor."

Alparslan Çakır, istemsizce gülümsedi.

"Öyle görünüyor." dedi ve sağa doğru döndü. "Keşke çift düğünü yapsaydık." diye fısıldadı ama kimse duymadı.

Sahnede yerini alan Caner ve Lara, dans etmeye başladıklarında Barış ve Osman aynı anda boğazlarını temizleyerek Alev'i ve Cemile'yi dansa kaldırdılar. Yonca ile Kubilay'da sahnede yerlerini aldıklarında Deniz, bir anda yerinden kalktı ve Ayda'ya doğru uzattı.

Ayda, kızaran yanaklarıyla yavaşça Deniz'in uzattığı eli tuttu ve birlikte sahneye ilerledi. Mete ve Eyşan'ın etraflarında toparlanan çiftleri gören Eyşan, gülerek Mete'ye baktı. Mete, dudağını bükerek ikizini izledi. Sahnede çiftler, müziğin ritmine uyumlu bir şekilde hareket ederken atmosfer, sevgi dolu bir sıcaklıkla dolmuştu.

Caner, Lara'yla dans ederken dönüp kardeşi ve Eyşan'a bir bakış attı. Ardından başını eğerek Lara'ya bir şeyler söyledi ve ikisi de aynı anda kahkaha attılar.

Barış, Alev'in adımlarına uyum sağlamaya çalışırken, yanlarına yaklaşan Osman ve Cemile'ye göz kırptı. "Hey, Alev beni burada rezil etmek üzere," dedi şakayla karışık bir tonda. Alev, buna cevap olarak Barış'ın ayağına hafifçe bastı ve gülerek, "Kendi çaban yeter de artar," dedi.

Deniz, Ayda'nın elini sıkıca tutarken göz ucuyla Mete ve Eyşan'a baktı. "Biliyor musun," dedi Ayda'ya, "Onların bu kadar mutlu olacağını hiç düşünmemiştim."

Ayda, hafifçe gülümseyerek cevap verdi: "Belki de mutluluk, tahmin edilemez olandır."

Deniz, Ayda'nın bu söylediğiyle gülümsedi ve sallanmaya devam etti.

Şarkının melodisi yavaşça Erik Dalı'na kaydı.

"Erik dalı gevrektir
Erik dalı gevrektir
Amanın basmaya gelmez
Haydi basmaya gelmez"

Mete'nin aniden ellerini Eyşan'ın belinden çekip kollarını havaya kaldırmasıyla salonda kahkahalar yükseldi. Şarkının ritmi hızlandıkça, Mete'nin gözleri parladı ve adımları daha da enerjikleşti. Karşısında duran Eyşan, ona meydan okurcasına hafifçe kaşlarını kaldırdı. Birkaç adım geriye çekilerek eteğinin eteklerini tuttu ve kıvrak bir hareketle dansa ayak uydurdu.

"Elin gızı naziktir
El gızı naziktir
Amanın küsmeye gelmez
Haydi küsmeye gelmez"

Mete, ellerini şıklatarak adımlarını daha belirgin bir hale getirdi ve Eyşan'a bakarak gülümsedi. Eyşan da ona inat, bir tur atarak eteğini savurdu ve kalabalıktan alkış aldı.

Barış ve Osman, dans eden çifti görünce yerlerinde duramadılar. "Meydanı onlara boş mu bırakacağız?" dedi Barış ve Osman'ı kolundan çekerek sahneye çıktı. Kubilay ve Yonca da onların peşinden piste dahil oldu.

"Eller oynasın eller
Diller oynasın diller
Eller ne derse desinler
O dillerini yesinler"

Şarkı hızlandıkça pistteki enerji zirveye ulaştı. Eyşan, Mete'nin yanına birkaç adım atarak yaklaştı. Gözleri ışıl ışıl parlıyor, yüzündeki gülümseme coşkusunu gizleyemiyordu. Hafifçe başını kaldırıp ona baktı. "Bütün sahneyi paylaşmaya hazır mısın, kocacığım?" dedi, sesi hem meydan okuyucu hem de neşeliydi.

Mete, karşısındaki bu kararlı ifadeye karşılık kendinden emin bir gülümsemeyle karşılık verdi. Ellerini Eyşan'ın beline koyarken, "Bu kadar izleyiciyi hayal kırıklığına uğratamam, karıcığım," diye fısıldadı.

Eyşan kahkaha atarak, "O zaman bana ayak uydurabileceğinden emin ol," dedi ve aniden geriye doğru bir adım atarak kendi etrafında zarif bir dönüş yaptı.

Mete, onun hareketini izlerken hafifçe başını salladı. "Beni sınamak istiyorsun, öyle mi?" dedi ve hemen ardından adımlarını hızlandırarak Eyşan'a uyum sağladı.

"Amanın oynasın eller
Diller gaynasın diller
Eller ne derse desinler
O dillerini yesinler"

Şarkının temposu iyice yükselirken, çiftin uyumu büyüleyiciydi. Mete'nin adımları net ve kararlıydı, Eyşan ise kıvrak hareketleriyle etrafında dönerken salondaki herkesin dikkatini çekiyordu. Aralarındaki enerji ve esprili diyalog, izleyenlere hem eğlenceli hem de duygusal bir tablo sunuyordu.

Tam o sırada Caner, sahnenin kenarından seslendi. "Mete, sana söylemiştim, Eyşan'la başa çıkamazsın!" diye bağırarak kahkahalarla gülüyordu. Mete, göz ucuyla kardeşine bakıp, "Caner, sahnede yer var, gel de göster kendini!" dedi.

Bu meydan okuma Caner için yeterliydi. Sahneye hızla adım atıp Mete'ye yaklaştı. "Eyşan'ın hakkından sen gelemiyorsan, yanında ben varım!" dedi ve aniden Eyşan ile Mete'nin arasına girerek dans etmeye başladı.

Eyşan, gülerek iki adım geriledi ve Caner ile Mete'nin birbirine meydan okurcasına dans edişini izlemeye başladı. Pistteki kahkahalar ve alkışlar tüm salona yayıldı. Bu küçük ama neşeli rekabet, gecenin unutulmaz bir anı olarak hafızalara kazındı.

Şarkının ritmi değiştiğinde, Lara ve Eyşan aynı anda kollarını havaya kaldırarak enerjik bir şekilde kıvırtmaya başladılar. Şarkının sözleri salona yayılırken, ikisinin gözlerindeki parıltı ve yüzlerindeki neşeli ifadeler izleyenleri büyüledi.

"Para bizde
Şöhret bizde..."

Lara, adımlarını uyumlu bir şekilde Eyşan'a doğru yaklaştırırken, Eyşan hafifçe dönerek arkadaşına baktı.

"Düşmanlarla yarışırız para çok para çok
Mankenlerle yarışırız güzeliz çok çok
Bütün gözler üstümüzde çekemeyen çok çok
Fiyakalı arabamız var havamız çok..."

İkisi de müziğin ritmine kapılmıştı ve her hareketleri, pistin enerjisini daha da yükseltiyordu.

"Para bizde, şöhret bizde
Sizde ne var haydi söyle
Hayat bizde, herşey bizde
Sizde ne var haydi söyle"

Şarkının nakaratına gelindiğinde Lara ve Eyşan, ritme uygun şekilde karşılıklı kıvırarak dans etmeye devam ettiler. Ellerini tekrar havaya kaldırarak zarif ama bir o kadar da etkileyici bir dönüşle hareketlerini tamamladılar. Salondaki kahkahalar ve alkışlar giderek yükselirken, Lara ve Eyşan bu anın tadını çıkarıyordu.

Ama ikisinin fark etmediği bir şey vardı: Pist kenarında durup onları izleyen Caner ve Mete, bu sahneyi kaçırmak istemeyen birer seyirci gibiydi.

Caner, kollarını göğsünde birleştirip başını hafifçe eğdi. Yanındaki Mete'ye doğru eğilerek alçak bir sesle konuştu: "Baksana şu sahneye, ikisi de yıldız gibi parlıyor. Ama bence bu dansa bir müdahale şart."

"Çakallarla yarışırız para çok para çok
Sosyeteye karışırız kaliteyiz çok çok"

Mete gülerek kızlara yaklaştığında Caner, kenardaki gül kutusunu alıp geldi.

"Ailemiz zirvede markayız çok çok
Bomba gibi geliyoruz gezeriz çok"

Mete, cebindeki parayı çıkartıp savurduğunda aynı anda Caner'de avcuna doldurduğu gülleri Eyşan'ın ve Lara'nın üzerine savurdu.

"Para bizde, şöhret bizde
Sizde ne var haydi söyle
Hayat bizde, herşey bizde
Sizde ne var haydi söyle"

Hümeyra Çakır kahkahalara boğulduğunda Alparslan Çakır, bütün askerlerin önünde bunları yapmalarını beklememişçesine oğullarını izlemeye başladı. Sahnede oynayan Güvercin Timi bir an için yere çöktüklerinde sahnenin ortasındaki yıldızlar artık Mete ile Eyşan, Caner ile de Lara'ydı.

Sahnedeki enerji, şarkının bitişiyle bir an için kesildi ama sonra hızla tekrar yükseldi. Güller, paralar ve göz alıcı askeri üniformalar arasında, dans eden çiftler kendilerini tamamen müziğe bırakmışlardı. Eyşan, Mete'nin kollarında dönerken, bakışları birleşti. Birbirlerine gülümseyerek, zamanın nasıl geçtiğini unuttular. O an, sadece onlar vardı; etraflarındaki dünya kaybolmuş gibiydi.

Bir süre sonra Eyşan, yorulduğunu anlayarak kenara doğru ilerledi ve dudaklarındaki gülümseme ile sandalyesine çöktü. Ayaklarına kara sular inmişti. Delirmişçesine oynayan Güvercin Timine birkaç kere daha kıkırdayıp kafasını iki yana salladı.

Her şeye rağmen mutlulardı.

Bir süre sonra Eyşan, bir kez daha oynamaya çıktı fakat yalnızca ortada Mete, Caner, Çilingir, Selçuk, Alperen, Deniz, Kubilay, Barış ve Osman kalmıştı. Çilingir'in bakışları abisine çevrildi. Kafasını eğip kaldırdığında Mete'nin üstündeki takım ceketini çıkarttılar. Mete, ciddi bir şekilde Eyşan'a bakarken dudaklarını büzdü ve havadan ona bir öpücük gönderdi.

Zeybek havasının ilk notaları çalmaya başladığında, salondaki tüm hareketler durdu. Gözler sadece Mete'nin ve diğer askerlerin üzerindeydi. Onlar için bu an, yalnızca bir dans değil, geçmişin, zaferin ve sadakatin simgesiydi. Birbirlerine bakarak, hiç konuşmadan, adımlarına başladılar.

Mete'nin gözleri Eyşan'a kilitlenmişti. Her adımda, her vuruşta, sanki sadece ona dans ediyormuş gibi bir derinlik vardı. Diğer askerler, her biri adımlarını tam bir uyum içinde atarak sırayla sahneye yayıldılar. Her biri, zeybeğin ritmiyle topuklarını yere vurdukça, salonda yankılanan sesler artıyordu.

İlk adımlar ağır ama kesin bir kararlılıkla atılmaya başlandı. Caner, sağ bacağını öne doğru uzatarak, belini hafifçe büktü. Arkasında Selçuk aynı hareketi yaparak onu takip etti. Her iki adam da adımlarını topuklarına vurarak yavaşça döndüler, adeta bu dansın gücünü hissederek ilerliyorlardı. Arkalarındaki Kubilay ve Alperen, bu uyumu bozmadan, vücutlarını döndürerek bir adım geriye gittiler, aynı anda ellerini havaya kaldırdılar.

Zeybek, adımlarına bir hızı katmıştı şimdi. Topuklar, her yere vurdukça, adımların temposu hızlanıyor ve herkes birbirinin hareketine uyum sağlıyordu. Deniz ve Kubilay, tam vücut uyumu içinde sağa sola savrulurken, topukları yere bastıkça salondaki hava daha da ısındı. Her bir hareketin ardından gelen çığlıklar, alkışlar daha da artıyordu.

Zeybek ilerledikçe, tüm grup birbirinin içine girdi. Caner ve Mete, aralarındaki boşluğu kapatarak birbirine daha da yaklaştılar. Selçuk ve Alperen, onların hemen arkasında, her adımda birbiriyle uyum içinde hareket ediyorlardı. Aralarındaki mesafe daraldıkça, dans daha da derinleşti. Kubilay, topuklarıyla adeta zamanı durduruyordu.

Sonra, tam zirveye ulaşıldığında, herkes aynı anda sol dizlerinin üzerine çöktü. O an, salondaki hava yoğunlaştı, dansın gücü adeta yerden yükseldi. En önde Eyşan'ın önünde Mete, arkasında Çilingir ve Selçuk, onların arkasında Osman, Kubilay ve Deniz, en arkada da Alperen, Caner ve Barış kaldı.

Mete, Eyşan'ın gözlerinin içine bakarak elini önce yere sürttü, ardından kalbine yasladı, sonra dudaklarına götürdü ve en son başının üzerine yaslayıp Eyşan'a doğru uzattı.

Mete, "Bu sevda, toprağından kalbime; dudaklarımdan bir duaya, başımdan bir kutsamaya ve ellerimden sana uzanan bir hayata dönüşüyor." diye söylendi.

Eyşan dudaklarındaki gülümsemeyle Mete'nin elini tuttuğunda hepsi bir ayağa kalktı.

Caner, Çilingir, Selçuk, Alperen, Deniz, Kubilay, Barış ve Osman; Mete ve Eyşan'ı ortalarına aldılar ve sırtlarını onlara döndüler. Kollarını açıp dört adım "Hey, hey, hey, hey!" diye bağırarak öne atıldılar ve hızla onlara dönüp bacaklarını omuz hizasında açıp ellerini sertçe dizlerine vurup yeniden kollarını havaya kaldırdılar. Yavaşça yana doğru dönüp diz çöktüler ardından ayağa kalktılar. Zeybeğin notaları yavaşlarken her biri doğruldu ve sağ ellerini ceplerine soktu.

Aynı anda çıkartıp avuçlarındaki mermileri üzerlerine attıklarında ilk defa Alparslan Çakır, ayağa kalktı ve onları salondaki herkesle birlikte alkışlamaya başladı.

Bunun bir anlamı vardı.

Sizin için kurşun atar, kurşun yeriz.

9 Nisan 2022 / Şırnak

Asena Eyşan Çakır, Ağzından

Yaşam benim için başladığında soyadım, Boduroğlu'ydu. O ismin altında bir güven vardı. Çocukken annemle babamın elleri hep sımsıkı kavrardı. Her şey yerli yerindeydi, güvenliydi. Bir kimliğimin olduğunu, bir yerim olduğunu ve dünyaya adım attığımda insanların kim olduğumu bildiğini bilirdim. Bunu hep bir kalkan gibi hissetmiştim.

Hayat zamanımın en önemli noktasında bükülünce soyadım, Gündüz oldu. O soyadının altında, bir başka kimliğe bürünmek zorunda kalmıştım. Adım, gölgede kalmıştı. Gerçek kimliğimden, tüm o sıcak güven duygusundan uzaklaşıp, bir başka benliğe dönüşmüştüm. O soyadı, bir kaçıştı; bir koruma, bir gizlilikti. Herkes beni bir başka şekilde tanıdı ve ben de yeni adımlarla, yeni bir hayat kurdum ama hep bir eksiklik vardı içimde. Gündüz olmak, bir nevi kaybolmuş olmaktı.

Şimdi âşık olduğum, Mete'nin dünyasından bir parçasını taşıyacağım soyadım, Çakır'dı. Bu soyadıyla yalnızca bir adamın eşi olmak değil, onunla bir bütün olmak anlamına geliyor. Bunu aldığımda hem kendi kimliğimi koruyorum hem de ona ait oluyorum.

Ellerimdeki sıcak temasla bakışlarımı Mete'ye çevirdim. Mavi gözlerindeki parıltı sanki yüreğim en sıcak noktalarını bile harlı bir ateşe dönüştürüyordu. Bakışlarımız aynı anda önümüzde beliren pastaya döndüğünde bir süreliğini ellerimizi ayırdı. Elini sağ cebine sokup biraz para çıkarttı ve arabaya bırakıp kenardaki bıçağı sol eliyle kavradı. Sağ elimi hızla elinin üzerine koyduğunda gülerek havaya kaldırmasını izledim.

On katlı pastanın en tepesine yavaşça bıçağın ucunu yaslayıp kat kat aşağıya indirmeye başladık. En son katında bıçağı yavaşça arabanın içine geri bıraktı. Yanındaki görevli tabağa iki küçük dilim bıraktığında çatalları alıp birini bana doğru uzattı. Çatalı alıp elimi altına yasladığımda aynı şekilde Mete'de yaptı. Gözlerimizin içine bakarak tatlılarımızı alıp geriye çekildik.

Ağzımdaki lokmayı çiğnerken elimdeki çatalı bırakıp etrafıma baktım. Alev, işi gücü yokmuş gibi bizi çekip duruyordu.

"Evet, takı törenimiz olacaktır!" diyen Bünyamin'e gözlerimi devirmemek için kendimi zor tutuyordum. Mete, elini elime kenetleyip kenara doğru çekiştirdiğinde arka planda kısık bir müzik çalıyordu.

"Olmaz olsun cüzdanımda milyonlar
Kalbimde sevgin oldukça
Zenginlik mal mülk para neye yarar
Yanımda sen olmayınca"

Mete'ye gülerek baktığımda dudağında küçük bir tebessüm ile bana bakıyordu.

"Bazen neşe bazen keder
Hayat böyle geçip gider
Tatlı günler acı günler
Bir yastıkta hep beraber"

"Evet, damadın a-" diye başlayan ama anında susturulan Bünyamin ile kahkaha atmaya başladığımda Mete'nin elini sıktım. Mete; boğazını temizleyip gülmemek için çenesini sıktı ama dudaklarında, kahkahası kaçmasın diye büyük bir gülümseme vardı.

Çok kötü yerde kestiler. Aklıma değişik şeyler geliyor.

Ahahahaha!

Hümeyra anne ve Alparslan babam, bize yaklaştıklarında Hümeyra anne, kesenin içindeki altınları çıkartmaya başladı. Sağıma yedi soluma yedi bilezik takıldı.

Zenginiz.

Elimi hızla Hümeyra anneye uzattığımda önce dudağımı sonra alnımı yaslayıp gülümsedim. Alparslan babam, âdet yerini bulsun diye Mete'ye bir saat taktığında Mete'ye elini öptürmeden sadece sarıldı. Yaklaşık bir saat boyunca takı merasimi sürdü.

Şaka yapmıyorum.

Bakışlarım Selçuk'a kayarken dudaklarında bir gülümseme oldu ve o an bir müzik çaldı.

Kurtlar Vadisi Operasyon Müziği...

"Şovcu pislik."

Mete'nin isyanı kulaklarımda yankılandı. Bakışlarım kapı tarafına çevrildiğinde Caner, sağ elinde tuttuğu çanta ile bize doğru yaklaşırken gözlerinde gözlük vardı.

Dudaklarındaki piç gülüşüyle bize yaklaşıp Bünyamin'e baktı. Selçuk, yaklaşıp Caner'in elindeki çantayı aldı.

"Damadın ikizinden, geline 1 Milyon TL!"

Ne?

Caner, gözündeki gözlüğü çıkartıp gözlerime taktığında çantaya eğildi. Kapağını açtığında cımbızla eski 1 Milyon TL banknotu çıkarttı. Caner, gülerek parayı aldı ve kenardan iğne alıp üzerimdeki kırmızı kuşağa tutturdu. Bakışlarımı Mete'ye çevirdiğimde gülmekten kızarmıştı.

Tam o sırada sırasıyla Alev, Barış, Yonca, Kubilay, Osman, Cemile, Deniz, Ayda, Alperen girdiğinde ellerinde, kafalarının üzerinde bir pankarta benzer uzunca bir kağıt taşıyorlardı.

Önümüze geldiklerinde birden çalan müzik durdu. Kafalarının üzerinde taşıdıkları pankartı indirdikleri an müzik başladı.

"BÖYLE BİR AŞK GÖRÜLMEMİŞ DÜNYADA!" diye aynı anda bağırdıklarında bakışlarım pankartın üzerinde dolaştı. Pankartın üzerinde sadece benim resimlerim vardı.

"NE GEÇMİŞTE NE DE BUNDAN SONRA DA!"

Hepsi küçüklüğüme ait fotoğraflardı.

"ARASALAR BULAMAZLAR RÜYADA!"

Bakışlarım Mete'ye çevrildiğinde eliyle kalbini işaret etti.

"GÖREMEZLER SENİ YAZDIM KALBİME!" diye onlarla birlikte bağırdı.

Gülümsemelerim dudaklarımdan kahkaha misali akıp geçtiğinde Mete'ye doğru dönüp farkında olmadan yanaklarını avuçladım. Mete, yanaklarımdan kavrayıp dudaklarıma doğru eğildi.

"Lan!"

Alev'in cırtlak sesiyle pankartı üzerimize bıraktıklarında sertçe dudaklarıma yapıştı.

9 Nisan 2022 - 23:59 / Şırnak

Mete Mert Çakır, Ağzından

Asena Eyşan Çakır.

Bu isim, zihnimde yankılanıyor. Duyduğum her harf, bir ömre yayılan hatıraların iplerini çekiyor gibi. Sadece yanımda duran bir kadın değil; kalbimin içinde büyüyen, zihnimin en karanlık köşelerinde bile ışık yakan bir sevda. Adı dudaklarımda bir dua, ruhumda bir fırtına.

Eyşan'ı ilk gördüğüm günü hatırlıyorum. Küçücüktük, dünyadan bihaber iki çocuk. Ama o gün bile Eyşan'ın bakışlarında bir şey vardı. Beni içine çeken, kendimi kaybettiren ama bir yandan da kök salmamı sağlayan bir şey. O çocukluk aşkı, zamanla basit bir hayranlıktan çok daha öteye geçti. Yıllar geçtikçe Eyşan bir isimden fazlası oldu benim için. O, gözümde bir yıldız gibi, bir umut gibi parladı.

Onunla her karşılaşmamızda, o çocukluğumdaki sevdanın nasıl daha derinleştiğini, nasıl yerini bir aşka bıraktığını fark ettim. Eyşan sadece güzel değildi; o, rüzgâra karşı yürüyen, dizlerinin üzerine düşüp yeniden ayağa kalkan bir kadındı. İçinde taşıdığı o güce ve kararlılığa hayran kaldım. Ama yine de onun en çok beni etkileyen yanı, o gücün ardındaki kırılganlığıydı. Eyşan, kimsenin göremediği, sadece bana gösterdiği o yanıyla beni büyüledi.

O benim ilk aşkım, hayalim, şimdi ise gerçeğim.

Eyşan, artık benim karım. Onu her şeyden koruma sözü verdiğim, hayatımı onunla paylaşacağım kadın. Bu hayatın zorluklarını birlikte göğüsleyeceğim yoldaşım.

Otelin düğün salonunda artık yalnızca bizimkiler kalmıştı. Gecenin büyüsü yavaş yavaş yerini sessizliğe bırakırken, birkaç sandalye ve masa dışında her şey bitmiş gibi görünüyordu. Annemle babam göz göze gelip, anlam dolu bir gülümseme paylaştılar. Sonra bize döndüler.

"Çocuklar, burayı toplayıp dağılırsınız," dedi babam, sesindeki yorgunlukla karışık memnuniyet fark ediliyordu. Annem başıyla onayladı, ikisi de üzerlerine düşeni yapmış, gerisini bize bırakmış gibiydiler.

Sandalyenin arkasına astığım ceketimi aldım. Kumaşın dokusu, o anın gerçekliğini hissettirdi bana. Artık bir eş, bir koca olmanın sorumluluğu üzerimdeydi. Başımı sallayıp kısa bir cevap verdim.

"Tamam, biz hallederiz. Dikkatli gidin."

Annem elini omzuma koydu, gözlerinde hem bir veda hem de bir tebrik vardı. "Güzel bir düğün oldu oğlum," dedi sessizce. Babam, Eyşan'a doğru dönüp hafifçe başını eğdi.

"Eyşan kızım, artık birbirinize emanetsiniz," dedi. O sözler, babamın bana her zamankinden daha fazla güvendiğini hissettirdi.

Onlar kapıdan çıkarken, Eyşan'la göz göze geldik. Gecenin tüm yorgunluğu yüzümüzdeydi, ama o bakış bir an için her şeyi unutturdu. Gülümsemesi, bir hayat boyu paylaşılacak bir mutluluğun ilk adımı gibiydi. Artık yalnızca birbirimize ait olduğumuzu hissediyordum.

Salonda kalan herkes, düğünün ardından gevşek bir rahatlık içinde kendi köşelerine çekilmişti. Yer yer masaların üzerine bırakılmış boş bardaklar, yan yana sıralanmış tabaklar ve havada asılı kalmış hafif bir kahkaha tınısı, gecenin ne kadar dolu geçtiğinin kanıtı gibiydi. Ama şimdi, herkesin üzerinde tatlı bir yorgunluk vardı; mutluluğun yorgunluğu.

Kubilay, salonun bir köşesinde Osman'la oturmuştu. İkisi de sandalyelerini ters çevirip arkalarına yaslanmış, dizlerine dayadıkları kollarıyla küçük şakalar yapıyordu. Osman, Kubilay'ın omzuna bir şeyler fısıldadığında ikisi birden kahkahalarını tutamadı. Kubilay, Osman'a hafifçe bir yumruk savurur gibi yaptı ama sonra gülümseyerek elini omzuna koydu. Onların ne konuştuğunu kimse bilmiyordu ama samimiyetleri, birbirlerine olan bağlılıklarını açıkça gösteriyordu.

Barış, salonda bir köşede, sandalyesine yaslanmış bir halde, elleriyle hayali bir davul çalıyordu. Parmaklarıyla ritim tutarken başını hafifçe sallıyor, dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme taşıyordu. Adeta hala zeybeğin büyüsündeymiş gibiydi. Zihninde duyduğu melodiyi salondaki sessizlikte çalıyor, kendi küçük dünyasında kaybolmuş görünüyordu. Ara sıra sandalyesinin bacaklarını yere vurup çıkardığı ritmik ses, diğerlerinin dikkatini çekmese de onun için bu, eğlencenin devam ettiğini gösteriyordu.

Caner ve Selçuk ise biraz daha hareketliydi. Birkaç sandalyeyi bir kenara çekmiş, sanki yeni bir oyun ya da plan üzerinde tartışıyorlardı. Selçuk, Caner'e bir şeyler anlatırken elini havada sallayıp göstermeye çalışıyor, Caner ise kaşlarını çatıp onu dikkatle dinliyordu. Ama bir süre sonra ikisi de gülmeye başladı. Selçuk'un, Caner'in omzuna sertçe vurması ve ardından ikisinin de sandalye bacaklarını iterek geriye yaslanmaları, her zamanki enerjilerinin bir yansımasıydı.

Bu sahne, düğünün resmi kısmının bitişi ve ailenin kendi haline kalışının bir özetiydi. Hiçbir şey planlanmamış, hiçbir hareket zorunlu hissettirilmemişti. Hepimizin bir arada olduğu bu an, bir düğünden fazlasını ifade ediyordu. Bu, birbirini koşulsuz kabul eden insanların, sevdikleriyle vakit geçirmenin huzurunu bulduğu bir aile buluşmasıydı. Her bir hareket, kahkaha, sessizlik ya da bakış, yılların dostluğunu ve bağlılığını yansıtıyordu.

Caner, bir süre sonra Lara'nın omuzlarına ceketini bırakıp bize doğru yürümeye başladı. Karşımıza geçtiklerinde Eyşan ile Lara hafifçe sarılırken Caner, elini omzuma koydu.

"Yavaştan dağılalım artık, herkes yoruldu."

Kafamı salladığımda belki de ilk defa alaycı olmayan bir şekilde gülümsedi.

"Şimdi artık ben sensiz mi uyuyacağım?"

Ama şerefsiz olduğunu unutmuştum.

Kahkaha atarak kafamı salladım ve sağ kolumu havaya kaldırıp Eyşan'ın omzuna yasladım. Caner'e alaylı bir şekilde tek kaşımı kaldırdım.

"Eve gittiğinde, yastığa gözyaşlarını fazla dökme, tamam mı?" dediğimde gözlerini devirip Lara'yı yeniden kolunun altına alıp Eyşan'a baktı.

"Sana emanet."

Eyşan, gülümseyerek kafasını salladığında Alev ile Barış, Yonca ile Kubilay, Alperen, Deniz ve Ayda, Selçuk, Çilingir, Osman ile de Cemile bize doğru yaklaşıp ellerini salladı.

"Veda etmiyoruz. Çünkü yarın askeriyedeyiz." deyip Caner ile Lara'nın peşlerine takıldıklarında kafamı çevirip Eyşan'a baktım.

"Kaldık mı biz bize?" diye sorup sırıttığımda gözlerini devirdi ve gülerek kafasını iki yana salladı.

"Biz nereye gideceğiz?" diye sorduğunda dudaklarımdaki sırıtışı büyüttüm. Hiçbir şey demeden yürütmeye başladığımda Eyşan'da bir şey söylemeden bana eşlik etmeye başladı. Gündüzden yorgun oluruz diye bir tane ayrı, kimsenin haberi olmadan bir oda ayırtmıştım.

Umarım süslemişlerdir.

İç sesime hayali bir kafa sallayıp asansöre doğru yürüdük. Bindiğimizde Eyşan'ın bakışları gözlerimde dolandı.

"Eve gitmiyor muyuz?"

Kafamı iki yana sallayarak, "Yorgun oluruz diye oda ayırttım," dedim. Gözlerinde bir minnettarlık beliriverdi, bu duyguyu görmek, beni bir şekilde mutlu etti. O an dudaklarındaki sinsi sırıtışı fark ettim, aynı sırıtışı dudaklarımda da bıraktım. Bunu fark ettiğinde kasıklarımdaki sızı, kaslarımın hafifçe gerilmesine neden oldu.

Asansör beşinci katta durduğunda cebimdeki oda kartını çıkarttım. Eyşan'a uzattığımda hiç itiraz etmeden tuttu.

Asansörden dışarıya adım attığı an eğilip sağ kolumu hızla dizlerinin arkasına koyup kucağına aldım.

"Ya!"

Dudaklarından, şaşkın ve tatlı bir bağırış kaçtı. Onu kucaklarken adımlarım hızlandı, odaya doğru ilerledik. O an, ikimiz arasında hiçbir şeyin, hiçbir engelin olmaması, sadece birbirimize ait olmanın verdiği rahatlık vardı. Bu gece, başka hiçbir şeye ihtiyaç duymadığım bir anı yaratmıştı.

Kapının önünde durduğumda bakışlarımı yüzüne çevirdim.

"Aç bakalım karıcığım," diye fısıldadım, sesim yumuşak ve derindi, her kelime aramızda artan yakınlığı daha da pekiştiriyordu.

Eyşan, dudağının köşesindeki küçük tebessümle, oda kartını kapının üzerindeki ekrana değdirdi. Işıklar yeşile döndü ve kapı hafifçe aralandı. Gözlerimdeki anlamı fark ettiğinde, sanki her şey hızlandı. Hafifçe sola dönüp omzumla kapıyı iterek açtım ve içeriye adım atarken, kucağımda onu tutarak odaya girdim.

Adımlarım hafifti ama içimde bir yoğunluk vardı; geceyi sadece ikimiz için özel kılmak istiyordum. O odada, sadece birbirimize ait olacağımız bir dünya vardı.

Odanın her köşesi, sakin bir romantizmle süslenmişti; loş ışıkların altında parlayan ince dantel perdeler, yumuşak bir şekilde ışığı emiyor, odaya huzurlu bir atmosfer katıyordu. Yatak, bembeyaz çarşaflarla kaplanmıştı ve üzerine serilmiş olan gül yaprakları öylece duruyordu.

Eyşan'ı yavaşça yere bıraktığımda derin bir iç çekip giydiğim ceketi çıkarttım. Eyşan, saçlarındaki tokaları çıkartmaya başladığında bileğimdeki saati ve sağ elimdeki yüzüğü çıkarttım. Sağ elimi saçlarımın içine daldırıp hafifçe karıştırdım ve Eyşan'ın arkasına geçtim. Ellerimi karnının üzerinde bağlayıp boynuna derin bir öpücük bıraktım.

Bu kadın benim her şeyimdi.

"Gelinliğimin sırtını açabilir misin?" diye sorduğunda sırıtarak omzuna bir öpücük bırakıp çenemi yasladım. Bakışlarımız aynada buluştuğunda dudaklarımı büzüp kaşlarımı kaldırdım.

"Bilmem, açabilir miyim?" diye sordum, bu kelimelerle karşımda bir ateşin parladığını gördüm. O an, kasıklarımdaki sızıyı hissederken, her şeyin yoğunluğunun bana doğru çekildiğini fark ettim. Gözlerindeki bakış, bana doğru bir çağrıydı. O kadar derin, o kadar kuvvetliydi ki, sanki dünya durdu. Gözlerimdeki bakış, ona olan her şeyin bir yansımasıydı.

Tek kaşı cüretkâr bir şekilde kıvrıldığında kasıklarımdaki sızı arttı. Hamile olduğu için, Ümit'e üstü kapalı bir şekilde sormuştum ve bana bir şey olmayacağını söylemişti.

Ee o halde-

Sen bu gece sus.

Eyşan'ın gözlerindeki ateşten hiç kaçmadan karnındaki ellerimi beline getirdim. Düğmelerini açmaya başladığımda omzuna küçük bir öpücük bırakmaya başladım. Omzuna bıraktığım her öpücük, ona duyduğum sevgiyi ve tutkuyu dile getiren sessiz bir ifade gibiydi.

Dudaklarımın altında hissettiğim ten, daha da gerilmişti, solukları ise hızlanıyordu. Her solukta, vücudunun verdiği tepkiyi hissetmek, ona olan bağlılığımı, aramızdaki etkileşimi derinleştiriyordu. O an, zaman durmuş gibiydi; yalnızca ikimiz ve bu anın gücü vardı.

"Mete..." diye fısıldadı. Sesinde duyduğum muhtaçlık tınısı dizlerimi neredeyse titretecek kıvama getirtmişti. Göz kapakları ahenkle kapanıp açıldığında kirpikleri olmak istedim. Parmaklarım açtığım düğmelerin üzerinden çıplak sırtına yaslandığında gözlerindeki ateşin artık tüm bedenini sardığını biliyordum.

O an, onun tenine dokunmak, onu hissetmek, her bir hareketinde daha da yakın olmak bir arzu değil, bir ihtiyaç gibiydi.

Omzundaki dudaklarım, aynadaki bakışlarımızdan bir an olsun kopmadan, dikkatle boynuna doğru ilerledi. Boynunun zarif eğrisi, bir cehennem köprüsü gibi beni kendine çekiyordu, naif bir çekişle. Gergin tenine dokunduğumda, bir an için tüm dünya sustu. Küçük bir öpücük bıraktım, sonra kulağına doğru yükseldim.

Kulak memesine geldiğimde dudaklarımı aralayıp dilimi usulca çıkarttım ve kulak memesine yaslayarak dudaklarımı kapattım. Hafifçe emip bıraktığımda aralı dudaklarından içli bir nefes bıraktı. O nefes, içimdeki tutkunun bir yankısı gibiydi. Parmaklarımın altındaki sırtının gerginliği, bir yay gibi öne doğru gerildi.

"Söyle, benden ne yapmamı istiyorsun karıcığım?" diye sorduğumda yutkundu. Sesim, ona doğru bir çağrı gibiydi; ne kadar yakın olsam da aramızdaki mesafe her an daha fazla hissediliyordu. Bunu fark etmek, vücudumdaki her bir siniri uyandırıyordu. Tek kaşımı sorarcasına kaldırdığımda dudaklarını hafifçe büzdü ve dilini çıkartıp dudaklarını yaladı.

O dilin, kendi üzerimde olduğunu düşündüğüm an iplerim kopmaya hazırdı. Sırtındaki parmaklarımı omuzlarına çıkartıp gelinliğin tül ve dantelden oluşan kollarını biraz sıyırdım. O andan sonra bana yardımcı olmaya başladığında artık içimde harlanan soluklarım kalmıştı.

 

BÖLÜM, DEVAMINI OKUMAK İSTEMEYENLER İÇİN BU ANDAN İTİBAREN SONLANMIŞTIR. KOYDUĞUM SON NOKTADA GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE...

 

(+24) 'METE' ANLATIYOR, DİLİ BUGÜN BİRAZ SERT OLACAK. (+24)

Gelinliği üzerinden kayıp yeri boyladığında gözlerindeki bakışlarım göğüslerine indi.

"Şaka mısın sen?"

Beyaz, tül bir sütyenden belli olan göğüs uçları dudaklarımı sertçe ısırmama neden olmuştu. Kasıklarımdaki sızı, hayalarımın içinde bir ağrının saplanmasına neden olduğunda sikimin zonklamasını hissettim.

Vücudumdaki tüm kan, sikimin başına toplanmıştı.

Eyşan, topuklu ayakkabılarının üzerinde bana doğru dönüp ellerini omuzlarıma koyduğunda ittirerek yatağa doğru yönlendirdi. Tek bir dokunuşu onun için kahrolmama sebep oluyordu. Ellerini omuzlarımdan çekip sağ elini hızlanan kalbimin üzerine yasladığında gülümsedim.

Beni hafifçe ittirip yatağa oturmamı sağladığında bakışlarımı ağırca göğüslerine indirdim. Sağ göğsünün ucunu gözlerimle daire altına aldım. Sol göğsüne baktığımda ise kurumuş dudaklarımı yaladım. Tomurcuk misali açılmış o ucu emmek, ısırmak ve yalamak istiyordum. Bakışlarım hafifçe karnına indiğinde ellerimi basenlerine yasladım.

Avuçlarımın içi yandı, kavruldum.

Ellerimi hafifçe uzaklaştırdığında kaşlarımı çatmama engel olamadım. Dokunmak istiyordum, ona muhtaçtım. Ellerini omuzlarıma yükseltip boynumun arkasına götürdü ve papyonumu çıkarttı. Dişlerinin arasına aldığında hırıltılı bir soluk verdim. Gözlerimi altındaki jartiyerde gezdirirken üzerimdeki gömleğin düğme kısımlarından tuttum ve sertçe iki yana açtım, üzerimden söküp attım.

Onun için ne kadar azdığımı anlaması gerekti. Altımdaki pantolonun kemerini çıkartıp yatağın üzerine koydum ve bende onun gibi çıplak kalmak istedim. Gözlerine bakarak ayağa kalktığımda ona üstten bir bakış attım. İstese önünde diz çökerdim ama içine gömülmek şu an daha makul geliyordu. Sikimi en derinlerine çarparak boşalmak istiyordum.

"Beni gaza getirme, karıcığım. Sikim öyle bir sızlıyor ki eğer beni biraz daha kışkırtırsan, hiç beklemem, pantolonumu çıkarttığım gibi köklerim içine." diye fısıldadığımda yeniden seslice yutkundu. Kollarının iki yanından hafifçe tutup biraz önce oturduğum yere oturttum. Burada komutan oydu, ben ise onun emir eriydim. Altımdaki pantolonu çıkarttığımda sikimin de serbest kaldığını fark ettim. Eyşan, dudaklarındaki sinsi bir sırıtışla bana bakmaya devam ederken gözlerimi hafifçe kıstım ve tebessüm ettim. Önünde sol dizimi yere yaslayıp diz çöktüm.

Ayaklarındaki, onu rahatsız eden ayakkabıları çıkarttığımda dudaklarımı bileğine sürterek diz kapağına sürükledim.

"Mete..."

Durdum ve bakışlarımı gözlerine çıkarttım.

"Yanlış kelime."

İçimi dağlayacak şekilde kıkırdayıp "Kocam." diye fısıldadı. Gözlerimi devirerek dudaklarımı yeniden diz kapağına sürükledim. Uyluklarına bağlı kopçanın sınırına geldiğimde dudaklarımı aralayıp kopçayı dişledim ve başımı hafifçe yukarıya çektim. Gerildiğine emin olduğum an bıraktım.

"Ah!"

Tenine çarpan lastik sesine karışmış inlemesi biraz daha işlerimi hızlandırmam gerektiğinin sinyalini çakmıştı. Sağ dizimi de soldaki dizimin yanına koyup bacaklarını omzumun üzerine aldım. Gözlerimin önünde beliren ıslanmış, tül tangası dudaklarımdan bir ıslığın çıkmasına neden olmuştu.

"Bu ıslaklık nedir hatun?" diye fısıldayıp burnumu ıslak tüle sürttüm. Burnumun üzerinde kalan ıslaklık, sikimin tüm damarlarını bir bıçak misali kestiğinde sikimin seğirdiğini fark ettim. "Şu görüntüyle bile her an boşalacak hale geldim." diye sinirle soludum. Bacaklarının üzerindeki sağ elimi yavaşça vajinasının önünü kapatan lastiğine takıp kenara kaydırdım.

"Lütfen..."

Bakışlarım gözlerine kaydığında yüzündeki muhtaçlık neredeyse kalkıp hızla ona gömülmeme neden olacaktı ama bunun sürmesini istiyordum, oyunuma devam etmek istiyordum. Onu iyice sulandırıp içine girdiğimde o sıcaklığın benim için daha da kalıcı olmasını istiyordum.

"Lütfen, ne? Ne yapmamı istiyorsun, söyle bana? Yoksa burayı yalamamı mı istiyorsun?" diye sorduğumda bir şey söylemeden kafasını salladı.

Bende çok istiyorum be hayatım. Seni kurutana yalayıp yutmak, dilimi yakan o sıcaklığında kavrulmak, ardından arsız sikimi içine gömüp, köklerimi çarpa çarpa sikmek istiyorum. Sikimi saran o uslanmaz deliğinden hiç çıkmak istemiyorum. Sıcacık içine akmak istiyorum. Bana bulanmanı istiyorum, sanki hiç bulanmamış gibi...

"Konuş, ne istiyorsun?"

Dudaklarını aralayıp derin bir nefes aldı.

"Yala."

Başım gözüm üstüne.

Dilimi klitorisine sürttüğümde sağ eli hızla saçımı buldu. Dudaklarımı klitorisine bastırdığında gülerek inledim. Dudaklarımın hemen önündeki, şişmiş tomurcuğa dilimi yaslayıp bir daire çizdim. Kıvranarak kalçalarını yükselttiğinde dilimi yukarıya ve aşağıya sürtüp ıslaklığını yaydım. Sol elimi hızla yukarıya kaydırıp tangasının ince ipini sertçe çektim. Bir anlığına sağ elim kenara kaydırdığım tülden ayrıldı. Yanağıma yaslı tülün ıslaklığı başımın dönmesine neden olduğunda tangasının iplerini koparttım. Özgür kalan vajinasına boydan boya yaladığımda saçlarıma biraz daha asıldı.

Emdim, öptüm, yaladım, tükettim, tükendim. Sonsuz bir döngüde, dönence olduk, döndük. Titredi, titredim, dilimin altında, nefeslerimin arasında inledi, inledim. Kasıldı, sikimi içine sokmamak için direndim. Aldığım her tat, bütün varlığımı alaşağı etti.

"Siktir!" diyerek titremeye başladığında parmaklarımı kalçasına batırdım. Dudaklarıma çarpan sularının bir damlasını bile ziyan etmemek için deliğinin önünde pusu kurdum. İçime aktı, ruhuma sızdığı gibi. Kölesi oldum, köpeği oldum, benim önüme sunduğu kaptan içtim o suyu.

Saçlarımdan sertçe beni yukarıya çekiştirdiğinde sağ elimi göğsüne yaslayıp dudaklarına yapıştım. Onu sömürdüğüm için onun beni sömürmesine izin verdim. Dilimi dudaklarının içine bir yılan misali sızdırıp damağına sürttüm. Bacaklarının içine çarpan sikim, seğirdi, tüm muhtaçlığıyla ona yalvardı.

Dudaklarımın içine "Gir artık içime." diye fısıldadığında aslında ikimizin de birbirine muhtaç olduğunu fark ettim. Onu kırmadım, kıramadım. Elimi sikime attığımda elleri sırtımın üzerinde yerini aldı. Bacaklarını iyice açarak evini bana sunmak istedi. Sikimin başını deliğinin kenarında bıraktığımda gözlerinin içine baktım.

"Al sikimi içine."

Hiç beklemeden kalçasını kaydırıp sikimin başını deliğine yasladı ve ayaklarının topuklarını kalçama bastırdı. Sikimi saran vajinasının sıkılığı boğazımda sıkışan bir nefesi var etti.

"AH!"

Dudaklarımın içine bıraktığı inlemeyle ona yapıştığımda sağ elimin altındaki memesini sertçe sıktım. Sikimin dışına saran damarlara sürten duvarlar gözlerimin önünü kapladığında gözlerimi kırpıştırıp kalçamı hareket ettirmeye başladım. İçinde sürüklenen damarlarım başımın dönmesine neden oluyordu. O bir balçıktı ve ben her seferinde, beni daha çok içine çekebileceğini bildiğim halde, ona girmekten hiç usanmıyordum.

İniltileri kulaklarımın kenarındaki dudaklarından dökülürken içli nefeslerim ve inlemelerim omuzlarına devriliyordu. Kalçalarından kavrayıp ritimlerimi hızlandırdığımda çığlıkları kulaklarımda yankılandı. O beni sardı, ben onu. Zaman bir tüy gibi üzerime aktı. Kasıldı, kasıldım. Sonsuz döngüde tekrar etti. Tükenişe birlikte yükseldik. Derinliklerine bir bıçak misali saplanan sikimin kasılması ile hayalarımı sertçe vajinasına vurdum. Sularında boğulan damarlarım bir ip misali koptuğunda fışkırarak içine karıştım.

Dönence döngüsü, içimizde bir kasırga misali döndü.

-

Koyduğum son noktada görüşmek dileğiyle

 

Koyduğum son noktada görüşmek dileğiyle...

 

Sultan Çakır

 

on beş ocak iki bin yirmi beş

 

Bölüm : 15.01.2025 13:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...