Yeni Üyelik
4.
Bölüm

III - MAVİ

@sultanakr

Keyifli okumalar, bölüm sonunda görüşmek üzere.

III

 

13 Eylül 2018 / Başkale, Van


Karanlık, puslu bir geceyi koynunda büyütmeye ant içmişti. Kurak ve sert toprak ellerimi koyduğum yerde dağılıyor ve asla yardımcı olmuyordu. Soğuk rüzgar uğuldayarak bir tokat misali yüzüme çarpıyordu.


“Güvercin 1, durum nedir?”


Telsizin bağlı olduğu kulaklıktan ses yükselirken derin bir nefes aldım ve başımı sağıma doğru eğdim.


“Hâlâ bir hareketlilik yok. Benden komut bekleyin.”


Telsizdeki kuvvetli hışırtı kulağımı dürttüğünde dişlerimi sıktım.


“Kimin telsizi o?” dedi hışırtıların arasında, Osman. Rüzgar sesi devam ederken dilimi dişlerimin arkasında gezdirdim. Birkaç saniye sonra ses yavaşladı ve Kubilay’ın sesi meydana çıktı.


“Yüzüm gerildi komutanım. Burası çok rüzgarlı.”


Sinirle kafamı yeniden sağa eğdim.


“Güvercin 2; bana döndüğümüzde hatırlat, Güvercin 5’in üç numara saçlarından battaniye yapacağım.”


Kubilay’ın telsizinden yine hışırtı geldi. “Ama komutanım.”


Karşımdaki araziye iki araç yaklaştığında hızla kaskımdaki dörtlü dürbünü indirdim.


“Güvercin, geldiler. Kimse başına buyruk iş yapmasın. Bu fırsatı elimizden kaçıramayız.”


Arazideki iki araçtan iri yarı korumalar çıkarken pustuğum yerden yavaşça yükseldim. Gözümdeki dürbünü yukarıya ittirip tüfeğin merceğine baktım. Soldaki araçtan beklediğim kişi çıkarken dudağımın kenarı çarpıkça eğildi. İşaret parmağımı tetiğe bastırdığımda dağda silahın sesi yankılandı. Eş zamanlı olarak adam yere yığıldı.


“Şimdi!”


Telsizdeki seslere kulak aldırmadan önümde, önceden açtığım toprakta kayarak aşağıya doğru inmeye başladım.


“Bizi buldular, lanet olsun!”


Silah sesleri birbirine karışıyor ve arazi daha da kalabalıklaşıyordu.


“Silah sesini duyan geliyor amına koyayım!”


Osman’ın peşinden gülerek önümden geçen Kubilay’ı gördüm.


“Gelsin leşler, ölsün keşler.”


Koşar adım aracın arkasına pustuğumda, Kubilay sertçe arabaya çarptı ve sırtım salladı.


“Komutanım saçlarımı kesmeyeceksiniz, değil mi?” hayretle Kubilay’a bakarken bize doğru yaklaşan kişiyi vurdu.


“Sırası mı be ot kafalı!”


“Güvercin 1, çok fazlalar ne yapacağız?”


Ellerimin arasındaki silahtan çıkan her mermi sürekli olarak bize kurşun sıkan bedenleri indirmekle meşguldü. Dilim dişlerimin arkasında gezinirken bir helikopter sesi duydum.


“Bu ne lan! Adamlar helikopter ile kendilerine destek çağırıyor.”


Osman’ın sesi büyük bir patlamayla kesilirken havada büyük bir alev parlaması oldu. Bir F-16 üzerimizden uçtuğunda kulaklığımda saniyelik bir cızırtı oldu.


“Güvercin 1, ben F-16 pilotu Alev Atsız. Tedy Bir, görevinizde başarılar diler.”


Kulağımdaki ses anlam veremediğim bir şekilde gülümsememe neden olmuştu.


“Zamanlamanıza hayran kaldım doğrusu, Tedy Bir.”


Derin bir gülme sesi geldiğinde önümde bir patlama meydana geldi.


“Bu dediğinizle gururlandırdınız ama Tedy ben değilim.” dedi ve bu sefer arkamızda bir yer patladı. Patlamaların yanından kaçan kişileri indirirken gülümsedim.


“Kim olduğunu sorsam ayıp etmiş olur muyum?”


F-16’dan bir bomba daha atıldı ve üzerimizden uçup gitti. Yavaşça ayağa kalkıp F-16’ya baktım. Güvercinler etrafı kolaçan ederek bize yaklaşırken Kubilay’ın sertçe koluna vurdum.


“Kulağımı siktin gerizekalı, niye rüzgar olmayan yere pusmuyorsun?”


Kubilay, elini açıklama yapmak istemiş gibi kaldırdığında karanlığın içindeki adamı gördüm. Kubilay’ın kolundan tutup sertçe arkama çevirdim. Silah sesi işittiğimde sırtıma derin bir acının saplandığını hissettim.


“Lan!”


“Komutanım.”


Bir güçlü kol beni tutup sırt üstü çevirdiğinde yanağımı soğuk toprağa yasladım. Dişlerimi sıkarken, bacaklarıma yayılmış acının geçmesini bekliyordum ama imkansız gibi bir şeydi. Kan kokusunu alabiliyordum ve sanki aldığım kokulardan farklıydı. Üzerime sinen barut kokusu hayatımda ilk defa yerini bırakmıştı.


‘Memleketinin toprağı.’ dedi bir ses.


Toprağından taşına, her karışında döktüğüm kan bana sıçramıştı. İşte o gün kendime söz vermiştim. Vurulduğum, bedenimde izi kalan her yara bana memleketimden bir nişane olacaktı.


İlk kurşunum, Van’dı.


*


Ruh; yalnızca bedenin içindeki hayat değil, ölene kadar çektiğin acıların hapsolduğu bir zihindir. Tüm anıları belleğine doldurur ve zamanı geldiğinde onunla yüzleşmene yardımcı olur. Tene işlenmiş her bir iz, ruhta kalıcı bir yara bırakır.


“Niye hâlâ uyanmadı?” diye bir ses yükseldi, hemen yakınımdan. Vurulduğumu hatırlıyor, Çağın’ın en son ‘Sakın uyuma.’ demesini işitiyordum.


“Doktor, hayati organlara ve kemiklere zarar vermediğini söyledi. Ayrıca Eyşan Hanım’ın sırtına ne oldu?”


“Bu sizi hiç ilgilendirmez ama bilin diye söylüyorum. Raşit amcasıyla hiç güzel şeyler yaşamadı.”


Alev’in yüzüne okkalı bir yumruk atmak istedim. Henüz iki hatta bir seneyi geçmeyen yaraların izleri vardı. Bu kadın, beni çıldırtacaktı. Derin bir sessizlik olduğunda ruhumda bir soluklana işittim. Koşan adımları hızlandı ve o an silueti belirdi. Ruhumda bir oda oluştu, benliğimi yavaşça oraya bıraktı.


“Üsteğmen Asena Gündüz, ziyaretçin var.”


Nöbetçinin sert sesi ile önümdeki kız kapıya doğru yürüdü. Gözlerindeki ve bedenindeki heyecanı gizlemeye çalıştı ama nafileydi. Asiye yengesi onun için Rize’nin en güzel yemeklerinden yapıp getirmişti. Toprağından bir koku olacağını düşündü ve emin adımlarla bahçeye yürüdü. Bankta oturan kadını gördüğünde içli bir nefes aldı.


“Keşanına kurban olduğum.” dedi içinden. Ne güzelde saklamıştı altındakileri.


“Yengem.” diye söylendiğinde Asiye yenge bedenime doğru döndü.


“Uyy eltimin nuru, göz bebeğim.” diyerek ayaklandı ve kocaman sarıldı. Hasret gidermeye başladıkları andan itibaren akrep ve yelkovan o kadar hızlı ilerledi ki siluetim ayaklandı ve yengeme sarıldı. Burukça kafamı sola doğru eğdim. Bilmiyordu ki bu onu son görüşüydü. Osman’ın annesi, o gün trafik kazasında ölmüştü. Siluetim askeriyeye doğru ilerlerken arkasından koşarak yetiştim. Elindeki keşan bağlı kaba bakarak gülerken, arkasından gelenden habersizdi. Beşli grup önlerindeki askeri ittirdi ve siluetime çarpıp dizlerinin üzerine kapaklandı. Siluetin elindeki kaplar yere düşüp etrafa saçıldığında sakince arkasına döndü. Birbirlerine gülerek bana beşli kişiden yalnızca biri ona baktığında yavaşça siluetimin yanında durdum.


“Tekmil ver asker.”


Karşısındaki acemi titreyerek hazır ola geçti.


“Ersin Yavuz, Kütahya.”


Yerdeki bedenin yanından yürüdü ve onu arkasına sakladı.


“Hepiniz aynı yerden mi geldiniz?”


Hepsi kafasını salladığında çenesini sıktı.


“Aynı yerden mi geldiniz?”


Hepsi bir anda esas duruşa geçti.


“Evet komutanım.”


Gelen cevapla bir adım daha attığında dilini dişlerinin arkasında gezdirdiğini biliyordum. Huy olmuştu, ta bu zamandan beri.


“Nasıl bir yerden geldiniz bilmiyorum ama burası ana kucağı değil, asker ocağı beyler! Nizamı sağlayan kural ve kaideler var.”


Önlerinde elini arkasına bağladı. İçlerinden birisinin bakışları omuzlarındaki pırpıra kaydığında derince yutkunmasını yeniden işittim. “Burada ne olduğunu hiç kimseden duymayacağım. Oldu ki duyarsam, hepinizi Kütahya’ya geri gönderirim. Onunla da kalmaz peşinizden gelir ahlatarak koştururum sizi.”


“Emredersiniz komutanım.”


Çenesiyle gitmeleri gerektiğini belirttikten sonra yerdeki bedene döndü ve sol dizini yere koydu. Sol eli askerin sırtına dokundu ve kalkmasına yardım etti. Dizindeki yarayı gördüğünde yüzünü buruşturdu. “Yaralanmışsın. Ah ulan sizi var ya.” diye gevelendi ağzının içinde.


Asker elini iki yana salladı.


“Komutanım yara bu, geçer elbet. Yemekler bir daha geri gelmez.” Asker söylenirken derin bir nefes alıp ciğerlerimde tuttum. O bile bunun farkıyken ben nasıl olamadım diye düşündüm. Kader desem değildi ama öyleydi.


“Hiçbir şey benim askerimden önce gelemez.” dedi ve sol cebinden bir mendil çıkartıp yaralı dizine yerleştirdi. Doğrulup elini askerin omzuna koydu.


“Ne olursa olsun asker olduğunu unutma, başın her daim yukarıya olsun.” dedi ve arkasına döndü. Nöbetçiye baktığında nöbetçi, kafa selamı vererek onu dinlemeye başladığını gösterdi.


“Biraz önceki subayları çağırın burayı temizlesinler.” dedi ama sonradan elini şıklattı.


“Burayı diş fırçasıyla temizlesinler, soran olursa Asena üsteğmenim arz etti diye söylersin.”

Nöbetçi, “Emredersiniz komutanım.” derken yanından uzaklaşmış olan askeri gördü.


“Sen selam vermeden mi gidersin asker?” diye bağırdı hafifçe. Asker utanarak ona geri döndü ve esas duruşa geçti. Ona doğru yaklaştı, tam karşısında durdu. Sağ kaşı sorgulayıcı bir tavırla yukarıya kıvrıldı. “Tekmil?”


“Mücahit Gezgin, Bursa.”


O benliğim elini alnının yanına koyup karşısındaki askerin selamına selam ile karşılık verdi. Nöbetçi bile şaşırıp kalırken karşısındaki asker bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu. O andan itibaren benliğim çekilmeye başladığında acıyla kıvrandım. Gözlerim tavandaki beyaz ışıkla kamaşırken yüzümü buruşturdum.


“Uyandı.” dedi, Alev.


“Doktoru çağırıyorum.” dedi, Çağın.


Sesler her ne kadar boğuk gelse de kime ait olduğunu seçebilmiş ve uzandığım yerden kalkmaya çalışmıştım.


“Bir dur be karı, bir dur lan. Daha yeni gözünü açtın amına koyayım.” diye küfür ederek söylendi Alev. Onun küfrünü bir tek ben tanırdım. Onun bu haline gülümsemeye çalıştım ama sırtıma batan acıyla bir kez daha kıvrandım.


“Al işte kırdın, kırdın.”


Saçmalamaya başlamıştı, kesinlikle iyi değildi.


“Evet, hastamızın uyandığını duydum. Nasılsınız Eyşan Hanım?”


Doktora ters gözlerle baktığımı ilk fark eden yine Alev olmuştu. Görünmez bir şekilde tenimi çimdiklediğinde gözlerimi belerttim. Derin bir nefes alıp doktora baktım.


“İyiyim doktor bey fakat sırtıma nefes aldıkça bir ağrı giriyor.”


Doktor kafasını salladı ve yanındaki hemşireye bir şeyler söyledi. Hemşire kafasını salladığında doktor yeniden bana döndü.


“Hemşire hanımı tembihledim. Sizi rahatsız edecek bir ağrı olduğunda belirtin ve ağrı kesici yapalım.”


Kaşlarımı çatarak kafamı kaşımaya çalıştım. Saçım dehşet derece kaşınıyordu ama elim bir türlü saçıma ulaşmıyordu. Alev, gözlerini devirdi ve saçımı kaşımaya başladı.


“Şu an yapsanız olmaz mı, doktor bey?”


Doktor kafasını iki yana salladı.


“Üç günden beri uyuyorsunuz Eyşan Hanım. Vücudunuzun gerçek bir dirence ihtiyacı var. Ondan dolayı hemen ağrı kesici yapılmayacak.”


Doktorun dediğine kafa sallayıp konuyu rafa kaldırdım ve başımı Alev’in elinden kurtardım.


“Kaşıdın teşekkür ederim ama derimi yüzdün gerzek.”


Alev, bu dediğimle elini kaldırıp bana vuracaktı ki doktorun öksürük sesini duydum.


Doktor “Geçmiş olsun.” deyip çıkarken bakışlarım Çağın’da takılı kaldı. Gözlerinde bir yakamozun sakinliği gizliydi. Onu ilk gün gördüğümde, günlük tıraş olduğunu sanıyordum fakat şimdi yanağında kirli sakalları belirmişti. Dudağının kenarları hafifçe iki yana çekildiğinde yeniden gözlerine baktım.


“Sana bir can borcum var.”


Omzumu silktim ve kafamı iki yana salladım.


“Önemli değildi.”


Ellerini cebine soktu.
“Benim için önemliydi.”


Verdiği cevapla gülümsememe engel olamadım.


“Bir gün ödersin.”


“Öhö, öhö. Beni unuttunuz alo?” diyen Alev’in sesini duydum. Çağın, bu dediğine gülerek elini alnına koydu. Havaya bakar gibi yapıp yeniden bana baktı.


“Sanırım üzerimizden uçak geçiyor, duyuyor musun?”


Alev’ini kahkahası tüm odayı sardı. Sağ elinin baş parmağını gösterip ciddileşti.


“Uçmayı sevdiğim doğrudur. Üzerine atlamamı ister misin?”


Sol elimi güçlükle karnımdan kaldırıp Alev’in koluna vurdum ama ağrıyan tek şey, zorladığım bedenim olmuştu.


“Ah!”


“Salak.”


Yüzümü buruşturarak sırtımdaki acının geçmesini beklerken aklımda bir soru oluştu. Gözlerimi Çağın’a çevirip kıstım.


“Bu arada neden seni vurmak istediler?”


Çağın ellerini iki yana açtı.


“Bilmiyorum, karakola gidip şikayetçi oldum.”


‘Hadi lan oradan.’ diyerek bağırmak istedim. Gözlerimde nasıl bir ifade olmuşsa kaşları çatıldı ve ellerini indirdi.


“Bana inanmıyor musun?”


Gülümsedim.


Elbette ki sana inanmıyorum.


“Hayır, onu kastetmedim. Biliyorsun ki ben vurulmadan önce seninle bir ortaklık imzaladık.”


Elini hızla kaldırdı.


“Eğer bozmak istiyorsan.”


“Bir dinler misin? Sözümü bitirmeme izin ver.”


Çağın elini yavaşça indirdi ve yandaki koltuğa oturdu. Derin bir nefes aldığım sırada ellerimi yavaşça yanıma koydum.


“Ben uzun zamandan beri şirketle uğraşıyorum ve gerçekten yoruldum. Birinin tüm yüklerimi benden alması gerek ve sen bence bunun için doğru birisin. O yüzden sözleşmeyi bozmak istemiyorum.”
Çağın’ın gözlerinde büyük bir ferahlama gördüğüme yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım. Derin bir nefes verdiğinde gülümsedi ve kafasını iki yana salladı.


“Asla pişman olmayacaksın.”


Yav he.


“Her neyse haydi, git sen artık da Eyşan biraz daha dinlensin. Hastane odası mı kerhane mi belli değil.”


“Alev.”


“He öhöm.”


Çağın’a utangaç bir bakış attığımda yavaşça kalktı ve Alev’e bakmadan gözleri bana çevrildi.


“Tekrardan özür dilerim. Benim yüzümden buradasın ve hak etmiyordun.”


Gülümseyerek kafamı salladığımda yavaş adımlarla odadan çıktı. Dudaklarımdaki gülümseme tuzla buz olurken Alev’e kaşlarımı çattım.


“Raşit amcasıyla hiç iyi şeyler yaşamadı?”


Alev, gözlerini devirip büyük koltuğa oturdu ve ayakkabılarını çıkartıp dizlerini kendine çekti.


“Ne diyecektim salak? Bu kız.” Cümlesini bitirmesine izin vermedim ve elimi kaldırdım.


“Sus, sus Alev.”


Alev, omzunu kaldırıp indirdiğinde gözlerini kapattı ve kafasını koltuğun sırtına yasladı.


“Hep Alev sussun, Alev bir şeylerin peşinden koşsun. Yoruldum valla yoruldum. Sikko olaylar da hep beni buluyor. Keşke Tedy burada olsaydı.”


Alev’in cümleleri asla sona ulaşmazken gözlerimi kapattım ve başımı sağa çevirdim. Karanlık yorgun bedenimi kucaklarken Alev’in sesi boğuklaştı. Zaman kavramını kaybettiğim anlardan birinde kapının açılma sesini duydum. Göz kapaklarım ağırca açılırken içeriye giren doktoru fark ettim. Gözlerimi kırpıştırıp etrafıma baktığımda Çağın, Alev vardı. Tek soyut odanın içine sızan güneş ışığıydı.


“Eyşan Hanım kendinizi nasıl hissediyorsunuz?”


Derin bir nefes alıp ellerimi yanıma koydum ve yatakta doğrulmaya çalıştım. Kolaylıkla sırtımı arkama yasladığımda doktor kafasını iki yana salladı ve elindeki deftere bir şeyler karaladı.


“Normal şartlarda sizi üç gün sonra taburcu etmeyi düşünüyorduk.”


Kaşlarım yukarıya doğru kıvrıldığında Alev’e baktım.


“Bugün mü dedi, doktor bey?” diye alay ettim doktorla. Doktor şaşkın bakışlarla bir bana bir de Alev’e bakarken gülümseyerek arkama yaslandım.


“Çok ısrar ettiniz, bir gün daha kalayım madem.”


Çağın, sağ elini yumruk yapmıştı ve gülmemek için dudaklarının üzerine bastırıyordu. Alev, hastaneden sıkılmış olacaktı ki hızla doktora döndü.


“Kendisi hastaneleri pek sevmez doktor bey.”


Püü, yalancı. Asıl sen sevmezsin hastaneleri be. Doğrusu ben severdim. Sınırsız hizmet, helal olsun.


Doktor daha ne kadar şaşırabilir diye düşünürken bıkkınlıkla elindeki defteri yana indirdi.


“Tamam, dediğiniz gibi olsun. Çıkış işlemlerini halledip çıkabilirsiniz ama bir süre yürürken veya adım atarken dikkatli olun. Ayrıca haftaya dikişleriniz alınacak. Tekrardan gelmeniz gerekli, geçmiş olsun.” dedi ve odadan kaçarcasına çıktı. Alev doktorun peşinden jet hızıyla uçarken Çağın, yanıma doğru yaklaştı. Sağ elini uzattığında önce eline sonra bir kez daha yüzüne baktım.


“Kalkmak için yardım istersin diye düşünmüştüm.”


Derin bir nefes alıp gülümsedim.


“Can borcu böyle ödenmiyor yalnız onu baştan belirteyim.”


Çağın’ın artık gülümsemesi büyümüştü. Yüzüne daha detaylı bakmaya başladığımda sol gözünün altındaki minik gamzeyi fark ettim. O kadar küçüktü ki yalnızca büyük bir gülümseme olduğunda çıkmıştı. Elini tutup ayaklarımı yere basmayı denedim. Ayaklandığımda sırtıma yakıcı bir acı girmiş ve birden Çağın’a iki elle tutunmuştum.


“Bu böyle olmaz, zorlamayalım.” dedi ve elini bacaklarımın arkasından geçirip kucağına aldı. Ellerim korkarak boğazına sarılırken gözlerim büyümüştü. Karşıya bakan gözleri benimkileri bulduğunda gözlerini artık daha da yakından görebildiğimi fark ettim. Yine sol gözündeki mavi renge küçük, belli belirsiz bir yeşil karışmıştı. Mavinin içinde barındırdığı yeşillik bana kırmızı ile beyazın birbirinde ne kadar kusursuz durduğunu hatırlatmıştı.


“Gözlerimden korkmuyor musun?” diye söylendi adım atarken. Kaşlarım çatıldığında durdu ve gözlerimin içine bakmaya başladı.


“Genelde insanlar, mavi gözlü insanların gözlerine pek fazla bakmazlar.”


Kafamı gülerek salladım ve alt dudağımı ıslattım. “Peki sen, sen benim gözlerimden korkmuyor musun?”


Çağın, gözlerini kısıp kahvelerime diktiğinde kafasını iki yana salladı. Sağ elimi boynundan çekip havada salladım.


“Benim bu gözlerim düşmana korku, dosta güven sağlar.” dediğim anda beni daha çok sarmaladı ve yürümeye devam etti. Karşıdan bize doğru yaklaşan Alev’i gördüğümde Alev, dudaklarına kinayeli bir gülümseme yerleştirdi. Gözleriyle bizi yerken karşımızda durdu ve eliyle beni gösterdi.


“Orada havalar nasıl?”


Kafası, Çağın’ın boyundan ötürü biraz geriye yatmıştı. Gülümseyerek ellerimi Çağın’ın boynundan çektim ve iki yana açtım.


“Uçmak güzel bir şeymiş.”


Alev, yalnızca gülümsedi ve sırtını bize dönüp yürümeye başladı. Dudağımı buruşturarak ellerimi rahat bıraktım. Alev, Raşit’in arabasının arka kapısını açtı ve bize döndü.


“Sende arkaya otur, yanımda yolcu sevmem.”


Çağın bir şey diyecek oldu ki elindeki anahtarı ona doğru salladı.


“Burada benim sözüm geçer.”


Çağın, derin bir nefes verdi ve beni yavaşça arkaya oturttu. Kapıyı kapatıp beş adımda solumdan bindi. Alev aracı çalıştırıp sürmeye başladığında derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Zamanı yine bana oyun oynarken suç üstü yakaladığımda sırtım sert ama yumuşak görünümlü zemine gömüldü. Ellerim, kapalı gözlerime rağmen iş üstünde iz sürdüğünde parmaklarıma sıkıştırdığım telefonu üstüme örtülen pikenin altına gizledim.


“Eyşan Hanım’ın telefonuna numaramı kaydettim. Bir şey olursa bana ulaşabilirsiniz.”


Kapının kapanma sesini duyduğumda gözlerimi açtım ve Alev’e baktım.


“Amma gerzekleştiniz ha. Kucakta bırakmalar, yok atışmalar. Ağır patlayacakmışız gibi hissediyorum Eyşan.”


Boğazımı temizleyerek yavaşça doğruldum ve pikenin altındaki telefonu çıkarttım.


“Bende bordo bereliyim.” Ona doğru telefonu fırlattığımda pikeyi üzerime çektim. Alev, ona attığım telefonu iki eliyle havada kapıp tekli koltuğa çöktüğünde kurnaz bakışları üzerimde gezindi.


“Bana cebinden aldığını söyleme.”


Gözlerimi devirdim. “Tabii ki evet.”


Alev, telefonu elinde sallayarak arkasına yaslandı.


“Cebinden aldı ve hissetmedi. Çüş.”


Üzerimdeki pikeyi hafifçe kaldırdım ve ayaklarımı düzelttim.


“Kucağına aldığı zaman üzerindeki montta olduğunu fark ettim zaten Alev. Uzatma da bak artık şu telefona.”


Alev, kafasını iki yana salladı ve telefonu kurcalamaya başladı. Bakışlarım yanındaki tablete uzanırken derince iç çektim.


“Tableti uzatsana.”


Bana bakmadan tableti uzattığında hızla, yalnızca bizim kullandığımız arama motorunu açtım. Klavyeye dokunan parmaklarım aklımdaki ismi yazdığında ekranda ‘Kayıt yoktur.’ yazısı çıkmıştı. Üfleyerek elimi saçlarıma daldırdım ve bir anda geri çektim. Bir saç tutamım alnıma düşerken elimin tersiyle geri ittirdim.


“Duşa girmem lazım.”


Alev, dudağına ne ara yerleştirdiği sigarasını yakıp sol gözünü kapattı. Dumanı gözüne kaçmış olacaktı ki gözlerini bana çevirdiğinde sol gözü yaşlanmıştı.


“Bende Tedy’imi istiyorum.”


Kafamı geriye attığımda öne doğru eğildi.


“Adres var, not alıyorum.” dedi ve iki dakika sonra bir telefon sesi salonda yükseldi.


“Lan!”


Bir anda çeneme bir şey çarpmış ve tablete vurmuştu. Geriye yasladığım başım düzelirken hemen önümde çalan telefon sesi hayrete düşürmüştü.


“Lan telefonu niye suratıma fırlatıyorsun aptal!”


Alev, panikle koştu ve telefonu kucağımdan alıp salladı.


“Öğrenecek, çabuk düşün. Bordo berelisin sen, benim kafa karada çalışmıyor.”


Elimi sertçe havada savurdum.


“Ver şu telefonu. Allah’ım ya rabbim bana sabır ver. Bordo bereli olmam, çeneme telefon fırlatman anlamına mı geliyor?”


Alev, sinirle telefonu gösterdi.


“Aç artık şunu.”


Gözlerimi devirip telefondaki aramayı cevapladım.
“Eyşan?”


Boğazımı temizledim.


“Telefonun bende kalmış.” Aklımda geçmiş canlandı. Üşüdüğümü belirttiğim sıralarda montunu üzerime örtmüş ve eve bırakıp ayrılırken üzerimden almıştı.


“Montunu üzerine örtmüş o zaman düşmüş olmalı.” Çağın’ın cümlesiyle sessiz bir nefes verdim.


Hay ağzını...
Seveyim.


“Evet.”


Telefonun ucundan hışırtılar geldiğinde derin bir nefes aldım.


“Eyşan, telefonu senden yarın alırım. Hem bir yemek yeriz, ne dersin?”


Kafam bir o kadar karışırken dilimden yalnızca ‘Olur.’ sözcüğü kaybolmuştu. Telefon kapandığında bakışlarımı ekrana çevirdim ve son aramalara baktım. Birbirinden farklı telefon numaralarından yalnızca biri dikkatimi çekmişti. Oturduğum yerde doğrulurken kurumuş dudaklarımı birbirinden ayırdım.


“Alev, bir şey buldum.”


Alev, iki adımda yanıma gelirken bakışları telefona çevrildi.


“Hassiktir.”


Bakışları birbirine çevrildiğinde kapının sesi irkilmeme neden oldu. Telefondaki sayıya yeniden göz gezdirirken telefonu kapattım ve sehpanın üzerine bıraktım.


“Hoş geldin Çağın.”


Gülümseyen gözlerle bana bakarken gülümsemeye çalıştım ve gözlerimi üzerinde gezdirdim. O gün vücuduna dikkatli bakmamıştım ama şu an anlayabiliyordum. Kaslı bedeni aslında gizlediği bir şey değildi, benim dikkatsizliğimdi. Onu ilk gördüğümde koyduğum sakal teşhisi doğruydu. Her gün sakallarını kesmesi onun gerçekten bir asker olduğunu kanıtlayacak türdendi. Çünkü yine bir saat içinde kirli sakalları kaybolmuştu.


“Telefonumu almaya geldim. Yarın yemek için sana konum atacağım.” dedi ve Alev’e selam verip kapıdan çıktı gitti. Alev, aralı kapıyı kapatıp koltuğa çöktü.


“Ona bir şey söyleyecek misin?”


Kafamı iki yana salladım.


“Önce bundan emin olmamız gerekiyor.”


Alev, düşünceyle kafasını iki yana salladı.


“Askercell’in telefonu *199# değil mi?”


Kafamı belli belirsiz sallarken kapı yine aynı melodiyle çalındı. Aklım sayısız sorularla dolup taşarken üzerimdeki pikeyi sertçe sıktım. Bunun böyle bir tesadüf ile karşılaşması çok kötü olmuştu ve ne yapacağım hakkımda tek bir fikrim bile yoktu. Gözlerim kapıya çevrilirken derin bir nefes aldım. Alev, kapıyı açtığında gördüğüm siluet gözlerime dokundu.


“Kimsiniz?”


Hayatta tesadüflere inanır, kadere asla karşı gelmezdim. Bu durum farklıydı. Geçmişten gelen iz, belki de bana yardım için gönderilen tek isimdi. O isim dilimde büyüdü ve merakla aktı. “Mücahit?”

 

-

 

 

 

BÖLÜM SONU

BÖLÜM SONU MEDYALARI

Instagram: _jupiterdebirokur

Tiktok: jr.napolita

X: sultanakr9

Wattpad: sultanakr

Merhabalar efenim. Yine ben, Sultan. Koyduğum her son noktadan sonra bölümü yayınlayacağıma kendime söz verdim ve burada kendimi buldum. Bölümler ilerledikçe işler çığırından çıkacak benden demesi. Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Oy vermeyi ve destek olmayı unutmayın.

 

 

 

Koyduğum son noktada görüşmek üzere.

 

 

Sultan Çakır.

 

 

yirmi beş ağustos iki bin yirmi dört


 

Loading...
0%