Yeni Üyelik
4.
Bölüm

IV - SORGU

@sultanakr

Merhaba yeni bölümle geldim, desteklerinizi bekliyorum. Keyifli okumalar...

IV


Hayatında hiç bir olayı, nesneyi veya benliğini sorguladın mı? Kim olduğunu, nereden geldiğini, hangi amaca hizmet edeceğini ve bu yolun sonunda başına nelerin gelebileceğini düşündün mü?


Ben düşündüm.


Kimliğime 6 Ekim 1993 yazıldı, neden bu tarihte doğdum diye sorguladım. Babamın ve annemin dolabında iki tane ay yıldızlı bayrağı gördüm, gözlerinin içine bakarak sorguladım. Kızların bordo bereli olamayacağını öğrendim, çok çalışarak araştırdım ve cevaplarını aradım. Aldığım cevaplar beni bugüne getiren sorgularım sayesinde sayesindeydi.


Hayatın her anı cevaplarla saklıydı. Önemli olan hangi soruyu sorduğundu.


Gözlerimin bağlı olduğu bakışlar benden ayrılırken üzerimdeki pikeyi kaldırdım ve sırtımdaki acıyı önemsemeden ayaklarımı aşağıya sallandırdım.


“Dursana kızım, siz de geçin içeriye.” diye söylendi Alev ve Mücahit ile arkasında bekleyen iri yarı adamı içeriye aldı. Mücahit tekli koltuğa oturduğunda ayakta bekleyen kişi bana elini uzattı.


“Barış Gömlekçi, sahadan.”


Uzattığı elini sıktım.


“Eyşan Boduroğlu.”


Adının Barış olduğunu öğrendiğim kişi elini benden çekip Alev’e uzattı. Alev’in dudaklarında alaycı bir gülümseme vardı.


“Alev Atsız, havadan.”


Barış, elini geriye çekildiğinde kafasıyla yeniden bir selam verdi.


“Tedy Bir nasıl?” diye sorduğunda Alev’in yüzünde şaşkınlık gizliydi.


“Sen nasıl?” diye söylendi fakat Barış duymamış gibi yaptı ve arkasındaki sandalyeyi çekip oturdu. Sağımdaki yastığı belime koyup arkama yaslandım ve bakışlarımı Mücahit’e çevirdim. Değişmişti, onu ilk gördüğüm kişi ile arasında dağlar kadar fark vardı. Bakışları beni bulduğunda burukça gülümsedi.


“Aklımda o kadar soru var ki hangisinden başlayacağımı bilmiyorum?”


Omzumu silktim. “İstediğin sorudan başlayabilirsin.”


Mücahit, kafasını salladı ve cebinden küçük, eski bir telefon çıkardı. Sehpanın üzerine bıraktığında Alev’in damak şıklatma sesini duydum.


“Ses kaydı almak yasak.” dedi ve telefona uzanmak için elini uzattı. Barış, Alev’in elinin üzerine elini koyduğunda Alev, bir hışımla elini geri çekti.


“O bir sinyal kesici, havacı. Gerçi sen nereden bileceksin?”


Barış’ın cümlesiyle Alev’in gözlerinde bir ateş parlamıştı. Onların çekişmesini önlemek isteyip dudaklarımı araladım ama Mücahit benden önce davranmıştı.


“Barış, zamanımız kısıtlı düzgün dur.”


Barış, elini dudağının üzerine götürüp görünmez bir fermuar çektiğinde derin bir nefes aldım ve Mücahit’e geri döndüm.


“O olayın olduğu zamanı hatırlıyor musun?” diyerek ilk sorusunu sordu, Mücahit. Kafamı salladığımda derin bir nefes çekti.


“Asena üsteğmen ve Eyşan Boduroğlu, aynı kişi mi?”


Dudaklarım burukça kıvrıldığında sırtımdaki yastığı düzelttim.


“Asena yüzbaşı oldu ve evet, aynı kişi.”


Mücahit kafasını salladığında birkaç saniye durdu ve ardından damağını şıklattı.


“Raşit’in bu zamana kadar bir şey öğrenememesinin sebebi buydu. Peki, Çağın Avaz diye birini tanıyor musun?”


Kafamı hızla salladım.


“Asker olduğunu biliyor muydun?”


Kaşlarım hafifçe çatılmaya başladığında Alev, aklımdaki cevabı söyledi.


“Siz gelmeden yalnızca beş dakika önce öğrendik. Telefonunda Askercell’in numarası vardı.”


Mücahit’in gözleri Alev’e değdi ve anında bana çevrildi. “Raşit bilmiyor, sen bilmiyorsun ama ben biliyorum.”


Aklıma dün sinsi bir cevap aslında tüm soruların önüne geçmişti. Olayın ne olduğu önemli değildi, bazen bir soru bile cevabı içinde barındırırdı. Parmağımı şıklattım ve işaret parmağımı ona çevirdim.


“Bizim bölükte ve bordo bereli?”


Mücahit’in dudaklarından şuh bir kahkaha koptu ve “Evet.” dedi. Bakışlarına hayranlık büründü ama çok sürmedi. Elleri birbirine kenetlenirken dudaklarındaki gülümseme yavaşça soldu.


“Adı Mete, Mete Çakır. Güvercin’in yeni tim komutanı.”

Güvercin'in yeni tim komutanı.

Ruhumda bir ipin koptuğunu hissettiğimde derin bir nefes almaya çalıştım. Sırtımdaki yara sızlarken yüzüm buruştu.


“Geçici olarak getirmişler. Hatta Osman üsteğmenim ile konuşmalarına şahit olmuştum.” Boğazını temizleyip devam etti.


“Kimsenin hiçbir şeyden haberi yok ama aklımı tek bir soru kalıbı karıştırıyor. Neden siz askerliğe devam edemezken o devam edebiliyor?”


Mücahit’in sorduğu soru benimde aklımı karıştırırken ayaklarımı hafifçe kendime doğru çekip yana doğru kıvırdım. Alev, oturduğu sandalyeden kalktı ve iki adımda yanıma gelip yanımda kalan yastığı sırtıma koymama yardımcı oldu.


“Sizin gittiğiniz günün arkası bütün film koptu. Sizi bu göreve gönderen Albay, üç gün sonra Silopi’ye sürüldü. Trajik bir trafik kazasında ise öldü. Yerine Mete Çakır’ın babası Alparslan Çakır atandı. Sonra Mete Çakır, Güvercin Timi’ne komutan olarak getirildi. Ardından beş kişilik bir ekip kuruldu ve bize ‘Kanarya’ görevini verdiler.”


Elimi kaldırıp Mücahit’in sözünü kestim. “Kanarya?”


Mücahit, beni önemsemedi ve devam etti. “Size verilen Kanarya operasyonundan sonra teşkilatlar arasında bir toplantı yapıldı. Albay’ın Raşit ile işbirliği içinde olduğunu düşündüler ama değildi. Albay, sadece Raşit’i devlete teslim etmek istemişti. Raşit, bunun üzerine gitti. Albay’dan senin ismini almaya çalıştı ama Albay direndi. Onun direnişi; trafik kazası adı altında, Raşit tarafından öldürülerek son buldu.”


“Bu çok canice.” dedi, Barış.


“Boşuna hain demiyorlar.” dedi, Alev.


Mücahit, hiçbirini takmadan derin bir nefes aldı. Alev ayağa kalkıp mutfağa yürüdü. Cezveye kahve doldurmaya başladığında Mücahit’e döndüm.


“Bu olayların gidişatını öğrenmek ve Asena Gündüz’ü korumak için ekip kuruldu; Ben, Barış, Alper, Caner ve Mete. Gece gündüz, Asena Gündüz’ü aradık ama ne gören ne de duyan vardı.”


“Çünkü yanlış yere bakıyorduk.” diye konuştu Barış. Alev, önümüze kahve bardağını bırakırken gülümsedi.


“Hayır, çünkü kendi ismimi kullanmıyordum.” diyerek Barış’ın tezini çürüttüm.


“Siz aslında olmam gereken yerlere baktınız ama ben hiç orada olmadım. Subaylık sınavını kazandıktan sonra annem ve babam, bana gerçek ismimi kullanmamam gerektiğini ve bunu ölene kadar saklamamı söylediler.”


Kurduğum cümleden sonra Barış alaycı bir ifadeyle yüzüme baktı.


“Hangi anne ve baba bunu isteyebilir ki?”


Ruhumdaki duvarlardan biri çatladı ve üstü kabuk bağlamış yara kanadı.


“Yüzbaşı Ethem ve Yüzbaşı Yağmur Boduroğlu.”


Barış’ın dudakları aldığı cevapla aralanırken başını mahcup bir şekilde eğdi.


“Başınız sağ olsun yüzbaşım.”


Hiç düşünmeden “Vatan sağ olsun.” dedim. Ruhum çatlamış duvarındaki kanamayı durdurmaya çalışırken bakışlarımı Mücahit’e çevirdim.


“Sen beni nasıl buldun?”


Mücahit, arkasına yaslandı. “Asena Gündüz olduğunuzu ve sizi korumamız gerektiğini öğrendikten sonra kapsamlı bir araştırma yaptım. Öncelerde hiçbir şey bulamadım ta ki Alev Atsız diye birini öğrenene kadar. Onun da kağıdı sizinki gibiydi, yalnızca atandığı yerin bilgisini içeriyordu. Dört gün önce teşkilata bir faks geldi. Mardin Merkez Hastanesi’nde görevli bir doktor, asker birinin getirildiğini ifşa etti. Fakstaki bilgileri yok edip Mardin’e geldik. Doktor, sizin henüz bir saat önce taburcu olduğunuzu söylediğinde kameralara baktık ve gördüğümüz yüz, benim eskiden aşina olduğum bir yüzdü.”
Bir yanım hem buruk hem de gururluydu. Yıllar önce koruduğum asker şimdi tam karşımda, beni korumak için elinden geleni yapıyordu. Minnettarlığımın göstergesi gözlerime yansıdı ve parıldadı. Mücahit, ona duygulu gözlerle baktığımı fark ettiğinde omuzlarını yükseltti ve gülümsedi. Dudaklarımda ufak bir tebessüm oluşurken derin bir nefes aldım ve gözlerimi Alev’e çevirdim.


“Durum kafama yatmaya başladı ama şöyle okkalı birkaç sorum var.” Alev’in cümlesiyle ellerimi kucağımda kenetledim. “Seni dinliyorum.”


“Soru 1: Neden Mücahit faksta gelen bilgileri yok etti?” dedi Mücahit’e baktı.


“Çünkü Raşit’in bizi öğreneceğini biliyordu.” diye cevapladım. Alev, gözlerini çevirip bana baktı. Parmaklarıyla iki işareti yaptı.


“Soru 2: Çağın’a yani Mete’ye asker olduğumuzu söyleyecek miyiz?”


Kafamı hızla iki yana salladım.


“Hayır, söylemeyeceğiz. Çünkü Mete; Asena Gündüz’ü arıyor, Eyşan’ı değil. Eğer biz bugün gidip her şeyi Mete’ye anlatırsak koruma görevine başlayacak ve Raşit eninde sonunda her şeyi öğrenecek.”
Alev, tereddütle kafasını salladı.


“Soru 3: Mete’yi kim vurmak istedi?”


Kaşlarımı çatarak Mücahit’e baktım. Aynı şekilde Mücahit’te bana bakıyordu. “Ne alaka?” diye sorguladı. Derin bir nefes aldım ve yerimde dikleştim.


“Raşit bana Çağın Avaz diye birinin olduğunu ve elindeki uyuşturucu kaçakçılığı yapan kişilerin ismini yazdığı defteri almamı istedi. Ben, Çağın ile tanıştığım ilk gün telefonumu toplantı yaptığımız yerde unuttum. Raşit, Alev’in telefonundan beni aradı ve buraya yarım saatlik bir yolu olan konumu gönderdi. Ardından oraya gittiğimde onu vuracaklardı ama ben vuruldum.”


Mücahit, elini sertçe alnına vurdu ve ayağa kalktı. Salonda bir sağa bir sola yaparken diğer eliyle saçlarını karıştırdı.


“Biliyor.”


Kaşlarım çatıldı. “Nasıl?”


Mücahit, ellerini iki yana bıraktığında sertçe koltuğa oturdu. Sol eli dizinin üzerine konarken sağ avcunu bize doğru açtı.


“Mete hiçbir zaman böyle bir iş yapmadı. Bir sene önce yerimiz ve kim olduğumuz belli olmasın diye bir şarap dükkanı açtık.” Mücahit bir anda durdu ve gözleri yere indi. Saniyeler sonra yukarı, bana çevrildi.


“Raşit’in istediği defterde senin hakkında bilgiler var.”


“Hassiktir! Biliyordum lanet olsun, biliyordum.” Alev bir hışımla ayağa yükseldi. Ayakta volta atarken elleri beline tutunmuştu. Birden bana döndü ve işaret parmağıyla işaret etti.


“Sana güvenmiyor demiştim. Seni bok görevlerin içine attığı ilk gün demiştim! Anlamalıydım. Seni o gün ipe astıklarında anlamalıydım.” dedi ve masaya bir tekme attı. Mücahit’e dönüp yeniden işaret parmağıyla beni gösterdi.


“Astırdı, biliyor musun? Yetişemeseydik ölecekti, duyuyor musun? Ölecekti! Beş saniye, yalnızca beş saniye geç açılsaydı bu kapı ölecekti.”


Alev’in kulaklarımda çınlayan sesiyle gözlerimi kapattım.


“Ama anlamadım. Anlamalıydım. Raşit, Çağın’ın aslında kim olduğunu biliyordu ve hiç güvenmedi. O defteri alma görevini bilerek sana verdi, çünkü sana da güvenmiyordu. O defterin gerçek olmadığı gibi, senin ona defteri götürmeden içine bakacağını adı kadar biliyordu, emindi. Lanet olsun.” diye söylendiğinde gözlerimi açtım. Alev yavaşça sandalyeye çöktü.


“Hepsi benim suçum. Elimize o kadar fırsat geldi ama hiçbirinde biletini kesmedik. Lanet olsun.”


Alev, gözlerini yere indirdiğinde derin bir nefes aldım. Hayatım boyunca hiç bu kadar kendimi köşeye sıkışmış gibi hissetmemiştim. Eli kolu bağlı, çaresiz, boynu bükük kalmıştım. Acımı önemsemeden ayaklarımı koltuktan aşağıya sarkıttım ve boynumu sola çevirdim. Ardından sağa çevirdiğimde ellerimi öne doğru uzattım. Boynumdan ve omuzlarımdan çatırdayan sesler duyduğumda derin bir nefes aldım. Çenemi dikleştirip ellerimi dizlerimin üzerine bıraktım.


“O Eyşan’ın nasıl biri olduğunu biliyor ama Asena’nın kim olduğunu bilmiyor. Ona, kendi anladığı dilden yaklaşacağız. Günün sonunda Asena’yı öğrendiğine pişman olacak.”
Bakışlarımı Mücahit’e çevirdim. “Burada konuşulanlar burada kalacak. Mete’nin ya da bir başkasının benden haberi olmayacak. Yalnızca sen ve Barış, benim gerçek kimliğimi bilecek. Güvercin Tim’i, Mete ile ne zaman göreve çıkar?”


Mücahit, düşünürcesine gözlerini sola kaydırdı. “Büyük ihtimalle yarın olması gerek, evet yarın. Hatta birkaç timden destek istediler. Ne oldu ki?”


İçli bir nefes bıraktım.


“Beni askeriyeye sokacaksın ama kimse görmeyecek. On dakika, sadece on dakika Albay’a durumu anlatıp çıkacağım.”


“Bunu yapmana izin vermem.” Alev’in sesiyle sertçe ona döndüm.


“Özür dilerim Alev ama artık ipleri elime alma zamanı geldi, hatta geçti. Albay’a durumu anlatıp Kanarya dosyasına gizlilik koydurmam lazım yoksa herkes, Raşit’te dahil olmak üzere deftere ulaşamadan her şeyi öğrenir. Daha biraz önce konuştuk. Asker olduğumu söylediğin doktor bile bizi ifşa etmiş.”


Alev, sakince kafasını salladığında bu sefer Barış’a döndüm.


“Sahadan olduğunu söylemiştin, değil mi?”


Barış, onayladı. “Senden uyuşturucu kaçakçılığı yapanları bulup defter tutmanı istiyorum. Çok değil yirmi, yirmi beş tane isim olsa yeter. Onu hallettikten sonra bir şekilde bana ulaştırın. Raşit’e fark ettirmeden bu olayı onun istediği gibi bitirmemiz ve sonunda biletini kesmemiz gerekiyor.”


Birden bir telefon sesi yükseldiğinde Mücahit elini cebine soktu. Telefonu çıkarttığında bakışları beni buldu.


“Mete yüzbaşım.”


Kafamı salladığımda parmaklarımı dudaklarıma götürdüm. Hafifçe çeneme doğru inerken düşünceli gözlerle yere baktım.


“Neredesin Mücahit?”


Salonun içinde birden Mete’nin sesi yükselirken çenemdeki parmaklar dondu. Bakışlarım Mücahit’e çevrilirken Mücahit, Barış’a kafasını salladı. Barış’a baktığımda elleriyle yemek işareti yapıyordu.


“Barış ile yemek yiyoruz. Bir şey mi oldu?”


Telefondan bir hışırtı geldi. Bu hışırtı, onun kendi telefonunu aradığındaki ses ile aynıydı.


“Güvercin, pencereye konmuş. Ekmek verin.”


Gözlerim telefona inip durduğunda dilimi dişlerimin arkasında gezdirdim. Bu, zamanında benim dilimden düşmeyen bir cümleydi ama şimdi onun ağzından duymak garip gelmişti. Aklıma gelen düşünceyle kaşlarımı çattım. Bu cümle, görev alametiydi.


“Şimdi sana bir adres atacağım. Bu adrese yarın git ve ‘Beni Çağın Bey gönderdi, kendisinin acil işi çıktığı için birkaç hafta buralarda olmayacak.’ de. Nereye gitti diye sorarsa da uydur bir şeyler.”


“Tamam, ben halledeceğim.”


Arama sonlandı. Mücahit’in bakışları bana çevrildiğinde dudağımın sağ kenarı ağırca yana doğru çekildi. “Hazırlan, yarın Albay’a iade-i ziyaret yapacağız.”


17 Eylül 2021 / Şırnak


Her kapının ardında bir yol, her yolun sonunda ise bir bitiş vardır. Zorluklarla tanıştığını sandığın zamanlarda, aslında hiçbir şey görmediğini öğrenirsin. Fark ettiğin her durum, bir öncekinden daha ağırdır. Yürümeyi bırakıp koştuğunda anlarsın ta ki tökezleyene kadar. Dizlerinin üzerine sertçe düştüğünde yavaş olman gerektiğini kafana vura, vura işler.


Yolum önümdeydi ama ben, ben değildim.


Üzerimdeki siyah takım, Şırnak’ın sıcağını tüm tenime çekiyor ve iyice yakıp kavuruyordu. Kafamdaki şapka bir nebze olsun yüzüme gölge düşürürken gözlerimdeki gözlük, etrafa kolayca bakmama yardımcı oluyordu. Al bayrağa düşen karartı, yine de onun ihtişamını gizleyemiyordu.


Ezbere bildiğim yol ilk defa bana yabancı gelmişti.


Kafamı iki yana salladım bir anda. Yabancı o değildi, bendim. Başımı hafifçe eğdiğimde bana doğru yaklaşan silueti fark ettim. Mücahit, üzerine geçirdiği üniformasıyla tam karşımda durdu. Oturduğum banktan kalkıp üzerime çeki düzen verdim ve hızlı adımlarla yürümeye başladım. Mücahit, iki adımda bana yetişip eşlik etmeye başladığında alt dudağımı gergince ısırdım. Stresliydim, evet. Askeriyeye girip sola döndüğümüzde kulağımda bir ses dolaştı.


"Asena?"


Osman’ın sesiyle hızla arkamı döndüğümde orada kimsenin olmadığını gördüm.


“Zaman kaybetmeyelim.”


Mücahit’in sesiyle kendime gelirken kafamı iki yana salladım. Dilim dişlerimin arkasında sürtünürken Albay’ın odası görünmüştü.


“Ben kapının önünde olacağım.” dedi ve kapının önünde durdu. Kafa işareti verdiği anda kapıyı açıp içeriye girdim. Albay masasındaydı ve kafasını hiç kaldırmadan dosyayı okumaya devam etti. Kapıyı kapatıp üç adımda karşısına geçtim. Siyah şapkam hâlâ başımdaki yerini koruyordu. Sağ elimi şapkanın yanına koyup derin bir nefes aldım.


“Asena Gündüz, Rize. Acil bir durum için ziyaretinize geldim komutanım.”


Albay, durdu. Ağırca gözlerini okuduğu dosyadan çekti ve bana baktı. Mavi gözlerinde keskin bir şaşkınlık gizlenmişti. Duruşumu hiç bozmadan çenemi dikleştirdiğimde gözleri bir süre daha gözlerimde takılı kaldı. Mete, gözlerinin rengini babasından almıştı. Hatta, direkt olarak babasına benziyordu. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.


“Rahat.”


Albay’ın komutuyla mi alnımın yanından indirdim ama duruşumu bozmadım. Gözleri üzerimdeki kıyafetlerde gezinirken ayağa kalktı ve masanın önündeki koltukları gösterdi. Emin olmak için beklediğimde kafasını salladı ve masanın yanından koltuğa doğru ilerledi.


“Otur, Asena.”


Bir adımda koltuğun önüne geçip sakince oturdum. Ellerim dizlerimin üzerinde konumlandığında gözlerimiz hâlâ birbirinden ayrılmamıştı.


“Seni dinliyorum.”


Derin bir nefes bırakıp omuzlarımı dikleştirdim.


“Kanarya’ya gizlilik getirin. Raşit, etrafındaki insanların kim olduğunu öğrenmeye başladı. Hiç kimseye güvenmiyor, özellikle de bana.”


Albay, arkasına yaslandığında derin bir nefes bıraktı ve biraz önce okuduğu dosyayı önüme bıraktı.


“Benim her şeyden haberim var Yüzbaşı.”


Önümdeki dosyaya gözümü çevirdiğimde bütün gerçeklik, soru işaretleriyle önümdeydi. Sayfaların her noktasındaki küçük kare resimler, her anın fotoğrafını belgeliyordu.


“Senin kim olduğundan tut; neler yaptığını, çektiğini, gördüğünü, işittiğini senden önce ben yaptım; çektim, gördüm ve işittim.”


Şaşkın bakışlarım dosyadan çekilip gözlerine odaklandı. “Kanarya, benim meselem.”


Artık, aralanmış dudaklarımda şaşkınlıktan nasibini almıştı.


“Seni bu göreve ait gören, Alev’i senin için yollayan, benden önceki albayın ölmesine maalesef ki sebep olan, kendi öz oğlumu seni koruması için gönderen de bendim.”
Aklım karmakarışık olmuştu ki dudaklarındaki buruk bir gülümseme oluştu.


“Ben, Mit komutanıyım. Buradaki görevli albayın elindeki bilgiler nasıl olduysa Raşit’e sızdı ve Silopi’ye sürgün yedi. Orada da rahat olamadı çünkü üç gün sonra infaz edildi. Raşit ondan senin adını istedi ama vermedi. Tek başarılı olduğu nokta orasıydı. Senin bugüne kadar yaşaman bir mucize değil, aslında ölen albay sayesindeydi. Şüphelendi ve seni sürekli sorguladı ama sana sorarak değil. Sürekli seni göreve gönderdi, denedi. Her seferinde başarılı olarak geri döndüğünde bir nebze sadece, bir nebze güvendi. Ta ki ben Çağın’ı yaratana kadar. Hedefini değiştirdi ve asıl konusuna geri döndü: Asena Gündüz.”


Tabi ya.


Her şey artık aydınlanmış bir şekilde kafamda oturmaya başlamıştı. Kafasını iki yana salladığında damağını şıklattı.


“Benimde tahmin edemediğim olaylar gerçekleşti, vurulman gibi. Asla hesabımda olan bir şey değildi. Defter konusuna gelecek olursak, aklında nasıl bir plan yaptın?” diye bana soru yönelttiğinde sakince yutkundum.


“Kurduğunuz ekibin içindeki Barış, sahaya inip bizim için isimler bulacak. İsimler tamamlandığında defteri bana ulaştıracak.”


Albay’ın ilk defa gözlerinde bir hayranlık gelip geçti. Dudağının bir kenarı gururla kıvrılırken omuzları yükseldi.


“Aradığım kudretin karşımda oturuyor olması beni çok onurlandırdı.”
Gülümsedim.


“Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur demiş, Mustafa Kemal.”


Albayın dudaklarındaki gülümseme daha da büyüdü, şuh bir kahkahaya büründü fakat fazla sürmedi. Ağırca tuzla buz oldu. Onunda gözlerinin mavisine karanlık çöktü.


“Mete’nin bundan haberi yok ve asla olmayacak, ta ki göreviniz bitene kadar. Tahmin ettiğim gibiyse Mücahit ve Barış, bu olayı ona çaktırmadan halledecektir. Kanarya’ya gizlilik emrini doktorun sizi ifşalamasından hemen sonra getirdim.”


Kafamı hafifçe salladığımda dudakları aralandı ama durdu. Omuzları yükselip alçaldığında yutkundu.


“Senden, Mete’nin haberi olmadan Güvercin Timi’ne varlığını göstermeni istiyorum. Hiçbir şey açıklamak zorunda değilsin, burada benim yanımda duracaksın. Onlara her şeyi ben izah edeceğim ama sadece bilmeleri gereken şeyi.”


Kalbimin üzerine kocaman bir ağırlığın çöktüğünü hissettim. Farkında olmadan elim göğüs kafesime konmuştu. Albay bana burukça gülümsediğinde kafası sola doğru eğildi.


“Bu duyguyu en iyi ben bilirim evlat. Yoldaşlarından ayrı kalmanın ne demek olduğunu çok iyi öğrendim.” dedikten sonra gözlerinin dolduğuna yemin edebilirdim ama ispatlayamazdım.


“Gözlerin babana çekmiş Boduroğlu.”


Bütün bedenimdeki algılar bir anda ürperdiğinde çenemin titremesine engel oldum. Albay, derin bir nefes alıp ayağa kalktığında hızla ayağa kalkıp esas duruşa geçtim ama elimi alnıma koymadım.


“Babanın ve annenin intikamı elbet bir gün alınacak. O gün geldiğinde bizzat ben kendim karşısına çıkacağım. Senden istediğim tek şey; kendini time göster ve yarattığım karakter Çağın’a sahip çık.”


Elimi alnımın yanına yasladım.


“Emredersiniz komutanım.”


Albay, selamıma selam verdiğinde önünden çekildim ve elimi indirip arkamı döndüm. Kalbim ağzımda atıyor ve zihnimdeki bütün sorular cevaplarıyla eşleşiyordu. Birden karanlığın içinde bir fırtına koptu ve sorular cevaplara karıştı. Her bir sözcük, yeni bir cümleyi oluşturduğunda durdum ve albaya döndüm.


“Komutanım bir planım var.”


Albay, soru soran gözlerle bana baktığında dudağımın sağ kenarı kurnazca yana doğru kıvrıldı. “Raşit’in güvenini tazelemek için bana adam lazım. Beni hiç tanımamış ve acıması olmayan olursa daha iyi olur.” dedikten sonra Albay’ın gözleri parladı ve planımı anında anladı. Kafası sorgulayıcı bir şekilde eğilirken masaya yürüdü ve ahizeyi kaldırdı. Bakışları bende dolanırken bir anda ciddileşti.


“Bana Kurt’u ve yavrularını getirin.”


Ahizeyi kapatıp doğruldu ve sağ elini palaskasına koydu. Ağır adımlarla bana yürüdü, tam karşımda durdu. Sol eli yavaşça havaya kalktığında boynumun hizasında durdu. Sertçe vurduğunda kulağımdaki son cümlesi yankılanmıştı. “Raşit’ten önce Tim, Asena. Önce can, sonra canan.”

-

 

BÖLÜM SONU

BÖLÜM SONU MEDYALARI

Instagram: _jupiterdebirokur

Tiktok: jr.napolita

X: sultanakr9

Wattpad: sultanakr

Merhabalar efenim yine ben, Sultan. Karmaşık bir o kadar da olayların üzerinden geçildiği bir bölüm ile sizlerleyim. Bölüm hakkındaki düşünceleriniz lütfen benimle paylaşmayı unutmayın. Okuyan gözlerinize sağlık.

 

Sultan Çakır.

 

yirmi dokuz ağustos iki bin yirmi dört

 

Loading...
0%