Yeni Üyelik
5.
Bölüm

V - KANLI TÜY

@sultanakr

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, keyifli okumalar.

V


Can acır, ten yarılır, yara kanardı. Mesela en acıtan, yarası zor iyileşen kağıt kesiğiydi. Acısı geçse bile bakıldığında yarayı sızlatırdı. Tüm bedenini titretir, ne olduğunu şaşırırdın. Ders niteliğinde bedene işlenmiş her bir yara, hikayesi anlatıldıkça kabuk bağlardı. Kabuk tutmayan yara ise daima hatırlanırdı.


‘Acı, zihindedir.’ diye bir ses yükseldi, gündüzümün karanlığından.


‘Sizler acı çekmeye mahkumsunuz. Gerekirse bu vatan için canınızı bile vereceksiniz.’ diye devam etti, karanlıkta. Benliğime vurulan her bir darbe vücudumdaki belli noktalarda izlerini bırakırken dudaklarımdan iniltiler koptu.


‘Susacaksınız. Kan kusacaksınız ama yine de susacaksınız!’ derken son fiskesini vurdu ve karanlığın içinden benliğimi çekti. Yüzüme çarpılan su ile derin bir nefes aldım ve karşımdaki adama baktım. Yüzündeki maskesinden yalnızca gözleri görünüyordu. Sol gözünün yanındaki küçük beni adeta koca cüssesine aykırı gibiydi. Onu incelediğimi fark ettiğinde maskesinin altından güldü ve ellerini beline koydu.


“Beni daha inceleyecek misin?”


Kafamı salladığımda elini kaldırdı ve tokat attı. Başım sola doğru çevrilirken bileklerime bağlı olan zincir birbirine çarpmıştı. Dilime gelen metalik tat ile gülerek kafamı çevirdim. “Tek yapabildiğin bu mu?”


Gözlerinin hangi renk olduğu belli olmuyordu ama giderek koyulaştığını fark edebilmiştim. Birden sağ elini cebine soktu, geri çıkarttığında küçük bir anahtar vardı. Hızlı hareketlerle bileklerimdeki zincirleri söktü ve anahtarı köşeye fırlattı. Bedenim bir çuval misali yere yığılırken ensemden bir kedi gibi tuttu ve ayağa kaldırdı. “Vur.”


Dişlerimi sıkarak sağ elimi savurdum ama nafileydi. Beni bırakıp geriye çekilmişti. Tekrardan dizlerimin üzerine düştüğümde ellerim sertçe yere çarpmıştı. Sırtımdaki dikişlerin açıldığını hissedebiliyordum. Dilimi dişlerimin arkasında gezdirdim ve ayağımı soldan gererek ayağını bacaklarımın arasına hapsettim. Bacağımı büküp bedenimi yan çevirdiğimde bedeni sarsıldı gibi oldu ama düşmedi. Elini bacağıma sardığım kolumun altından geçirdi ve beni sırtlayarak duvarın en köşesine fırlattı.


Dudaklarımın arasından bir inilti koptuğunda durmadı ve yine kolumdan tutup sürükledi. Zincirlerin önüne getirdiğinde bileklerimi yukarıya doğru kaldırdı. Sertçe bileklerimi bağladı ve sırtını bana döndü. Başı sola doğru yatarken sağ eli yumruk oldu.


“Üzülme asker. Acı, yalnızca hissettiğindir.” dediğimde dik durdu ve önümüzdeki kapıya dört kere vurdu. Kapı açılırken gözlerimi kıstım ama saniyeler içinde gürültüyle kapandı.


“Of.”


Sırtımdan bacağıma akan kanın varlığı kaşındırıyor ve huylandırıyordu. Bakışlarım etrafımda dolanırken rutubetli dört köşeyle bakıştım. Dilim kurumuş ve çatlamış dudaklarımın üzerinde dolanırken boğazımdan bir inilti koptu.


“Acem kızı, çeçen kızı, sen allar giy, ben kırmızı. Çıkalım şu dağın başından, sen gül topla ben nergisi. Hadi gülüm yandan, yandan, yandan; Biz korkmayız ondan bundan.”


Kapıdan bir gürültü koptu.


“Kapa çeneni!”


Gelen sesle burnumu çektim.


“ACEM KIZI, ÇEÇEN KIZI, SEN ALLAR GİY, BEN KIRMIZI.”


Boğazım acıyla yanarken kapı sertçe duvara çaparak açıldı ve elinde bir kova suyla, biraz önceki asker girdi. Suyu sertçe üzerime fırlattığında öksürerek devam ettim. “Çıkalım şu dağın başına, sen gül topla ben nergisi!”


İki adımda bana yaklaştı ve bir tokat attı. Yanağım tokadın etkisiyle sertçe zincire vurduğunda gözlerim ağırlaştı ama benliğimi ayakta tutmaya çalıştım. Kısık gözlerimle askere baktığımda asker, tam gözlerimin içine bakıyordu.


“Sen allar giy, ben kırmızı.”


Dudaklarım mırıldanırken göz kapaklarım, gözlerimin üzerine örtüldü.

 

Osman Çavdar, Ağzından


E Asiye coxo skani k’urbani,’
Kurban olayım ismine ey Asiye,


‘Si mu dologocans mçxuriş tik’ani.’
Koyun yavrusuna benziyorsun.

 

Bedenim bir aracın içinde sağa ve sola sallanırken bakışlarım kurak araziye çevrildi. Yine bir hafta dağların arasında bitmiş ve geri dönüyorduk. Saymayı bıraktığım günler, ayları devirmiş, bir tokat misali yılları üzerime çarpmıştı. Bir vedayı bile çok gören kız kardeşimin yüzü, yüreğimin en sert rüzgarlı odasında kendini bırakmıştı. O günden sonra yüzüm bir daha gülmemişti. Bakışlarım küçük camdan ekibe çevrildiğinde içli bir nefes çektim.


Güvercin’in kanatları artık kırık değildi, Güvercin ölüyordu. Deniz, eskisi gibi nefes almıyordu. Kubilay asla yüksek sesle konuşmuyor, soğuk şakalardan uzaklaşıyordu. Annemin ‘Ayder Yaylası’na benzettiği gözlerimde dinmeyen bir hüzün vardı.


“Osman üsteğmenim, alaydan bir çağrı var.” Öne doğru uzanıp çantanın üzerindeki ahizeyi kaldırdım.


“Üsteğmen Osman Çavdar.”


“Üsteğmen Osman; ben, Albay Alparslan Çakır. Size bir koordinat haritası gönderdim, bir arkadaşımız hain bir pusuya düştü. Onu bulun ve bana getirin.”


“Emredersiniz komutanım.”


Sesler kesilirken aracın içindeki cihazdan bir cızırtı yükseldi. Direksiyonun hemen yanındaki ekranda koordinat çizelgesi belirirken şoför koltuğundaki Can, bana seslendi.


“Gidiyor muyuz komutanım?”


“Evet.” dediğim anda aracın hızını arttırdı. Yaklaşık yarım saat sonra koordinatların bizi getirdiği yerdeydik. Harabe bir çöplüğün tam ortasında küçük bir karakol vardı. Aracın içine bir bakış attım.


“Kubilay, Deniz, Mehmet ve Hüseyin; siz benimle gelin. Diğerleri araçta bekleyip benden haber bekleyin.”


Tim ile arabadan hızlıca indiğimizde elimi tetiğin üzerine getirdim. Etraf sessizdi ve görünürde kimse yoktu. Hızla karakolun kapısının iki yanına ayrıldık. Mehmet elini birbirine kenetlediğinde Hüseyin, karakolun çatısına çıktı ve baca tarafına doğru yürüdü. Kubilay ve Deniz artık sağda, ben ve Mehmet solda duruyorduk.


“Hüseyin, uzak görüş menzil?”


“Temiz.”


Bakışlarım Deniz’e kaydığında kapıyı açtı ve hızla içeriye sızdı. Peşinden silahımı kaldırarak temkinli bir şekilde yürümeye başladığımda yerdeki yemek atıkları dikkatimi çekti. Yeni bırakıldığı belli olan paketler, etrafta insan olabileceğinin en büyük kanıtıydı. Dört odadan oluşan koridorlara bakındığımda temiz olduğunu gördüm.


“Nerede bu?”


“Komutanım, burada kimse yok.” diye söylendi Deniz.


“Buradayım.”


Elimi kaldırıp Deniz’i susturdum. Kısık bir ses geldiğini duymuştum. Deniz bana anlamız gözlerle baktığında çıktığım odaya geri girdim. Kitaplığın önündeki yere düşmüş kitabı gördüm.


“Kitaplığı çekin.”


Kubilay ve Deniz kitaplığı çektiğinde kapı ortaya çıkmıştı. Birbirine kenetli zincir ve üzerinde kanlı bir kuş tüyü vardı. Kubilay’ın bana baktığını fark ettiğimde gözlerimiz buluştu. Sorgulayan bakışlarla bir bana bir de kapıdaki tüye bakıyordu.


“Yoksa?”


Çenemle kapıyı işaret ettiğimde Kubilay, silahını zincire doğru çevirdi ve tetiği çekti. Zincirler kırılırken kuş tüye yavaşça yere süzüldü. Hepsi kenara çekildiğinde ayağımı kaldırıp sertçe kapının anahtar yerine tekme attım. Silaha yeniden sertçe sarıldığımda içerideki yüzü eğik, bileklerinden bağlı bedeni gördüm. Rutubet kokan odaya girdiğimizde kafasını hafifçe salladı. “Formunuzu kaybetmişsiniz.”


Bu ses.


“Siktir.”


“Lan.”


Karşımdaki beden yüzünü bize kaldırdığında kanlı yüzüne rağmen gülümsüyordu. Çok geçmedi ve yüzündeki gülümseme dondu. Başı sert bir şekilde öne düştüğünde Deniz koştu ve bedeninin arkasına geçti.


“Kubi, çöz.”


Kubilay silahının arkasıyla zincirlere vurup kırarken ben, elimdeki silah ile donakalmıştım. Deniz, gücünü kaybeden kızı yere yatırdığında bakışlarımı suratında gezdirdim. Kana bulanmış yüzüne rağmen, teni ona benziyordu.


“Osman! Osman bu o. Bu, Güvercin.”


Bu kadar zaman sonra nasıl bir anda ortaya çıkmıştı ve ne zamandan beri burada kalıyordu? Kafamı iki yana salladım ve hızla eğildim.


“Yardım edin, araca taşıyalım.”


Ayaklarının ucuna geçtiğimde Deniz, koltuk altlarından ellerini geçirdi. Yerde yoğun bir kan vardı ve nereden geldiği belli değildi. Karakoldan dışarıya çıktığımızda Hüseyin, çatıdan atladı ve hepimizden önce koşarak arka kapıyı açtı. Dikkatli bir şekilde araca yerleştirip kendimizde bindik.


“Sür lan sür!” dedi, Kubilay.


“Komutanım çok kan kaybetmiş.” dedi, Deniz.


Kafamı iki yana sallayıp hemen üstümde bağlı olan sağlık kitini Deniz’e açıp verdim. Deniz, gazlı bezi açıp Asena’nın sırtına bastırdığında Kubilay, Deniz’in elinin üzerine elini koydu. “Bir tane daha ver.”


Çantadan bir tane daha gazlı bez çıkarttım ve Kubilay’ın elini tuttum. Havaya kaldırıp gazlı bezi yerleştirdim ve Kubilay’ın elinin üzerine elimi yasladım. Kubilay’ın gözlerine baktığımda titreyen dudağını ısırdı.


“Ölmez değil mi lan?”


Dolan gözlerime inat kafamı iki yana salladım.


“Ölürse çeker vururum.” diye söylendi Deniz.


Kubilay, Deniz’e baktı. “Hatırlıyor mudur sizce?”


Deniz, burnunu çekti.


“Neyi?”


Kubilay titreyen çenesini bu sefer durdurmadı. “Saçlarımdan battaniye yapacağını.”


Bağırarak ağlamaya başladığımızda Kubilay’ın elini daha sıkı tuttum o da Deniz’in. Herkes bu ana şahitti. Güvercin, sen iyileş dedim içimden. Sen iyi ol gerisi önemli değil.

 

*


Bedenimde saf ama yoğun bir ağrı vardı. Son bir haftanın geçtiğini biliyor ama asla hiçbir şey hatırlayamıyordum. Bilinçli biri olmasaydım, ismimi bile unuturdum.


Yüzüme batan bakışlar, aslında bedenimdeki ağrılar daha keskindi. İnatla hemen çaprazımda oturanlara bakmıyor, gözlerimi albaydan ayırmıyordum. Dediğine sığınacak ve benim yerime konuşmasını bekleyecektim. Başımda kuvvetli bir ağrı kendini belli ederken derin bir nefes aldım. Albay, gözlerini yüzümdeki yaralarda gezdirip kaşlarını yukarıya çekti. Sanırım o kadar kan kaybetmeme rağmen hayatta kaldığıma şaşırmıştı.


Raşit gelip kafama sıksa bu kadar acı çekmezdim yav.


“Bize artık bir açıklama yapılacak mı?”


Osman’ın sert sesiyle albayın bakışları ağırca ona çevrildi. Şimdi sen naneyi yemedin mi dercesine gülümseyecekken dudağımdaki acıyla yerimde hafifçe hareketlendim.


“Asena Gündüz, 25 Kasım 2019’dan beri özel bir görevde. Size veda etmedi çünkü öyle gerekti.” dedi, albay.


Osman’ın sesli bir iç çektiğini işittim.


“Hangi görev bu kadar sürer komutanım?”


Albay’ın çehresi sertleşti.


“Görevde gizlilik esastır asker! Sen beni mi sorguluyorsun?”


Albayın sesi ilk başta yüksek çıkarken sonlara doğru alçarak durdu. Bakışlarımı ilk defa Osman’a çevirdiğimde kafasını iki yana salladı. Kubilay’ın gözleri benimkilerle buluştuğunda sağ gözümü kırptım. Ağzı açık bir şekilde bana baktığında gülümseyerek kafamı iki yana salladım.


“Bakın, Asena gerçekten bu zamana kadar önemli bir görevdeydi ve hâlâ görevini icra etmeye devam ediyor. Belli bir şeyler açıklığa kavuşana kadar sorgulamayın ve kimseye, Mete Çakır’a dahil olmak üzere hiçbir şey anlatmayın. Burada olanlar yalnızca, burada olanların arasında bir sır olarak kalacak.”


Albayın sorgulayıcı bakışları üzerlerinde gezindi.


“Anlaşıldı mı asker?”


Hepsi dikleşti. “Emredersiniz komutanım.”


Albay bakışlarını bana çevirdiğinde derin bir nefes bıraktı ve dilini şıklattı.


“Sende git artık. Dinlenmene bak.”


Albayın komutu ile esas duruşa döndüm ve bizimkilere bakmadan sırtımı onlara döndüm ve yine veda etmeden odadan çıktım. Mücahit, koşarak bana yaklaşırken titreyen çenemi sıktım. Mücahit, şaşkın bir şekilde yüzüme bakarken dolan gözlerimi kırpıştırdım.


“Komutanım, iyi misin?”


Kafamı iki yana salladım. “Götür beni buradan.”


Mücahit, beni askeriyeden çıkartıp Mardin’e getirdiğinde apartmanın önünde Alev’i görmeyi beklemiyordum. Yol boyunca hiçbir şey düşünmemiş ve öylece gözlerimi kapatıp yolun bitmesini beklemiştim. Yalnızca Mardin’e girdiğimizde benimle konuşmuş ve güçlü olmamı söylemişti. Arabadan indiğimde derin bir nefes aldım.


Alev, sinirle bana yaklaşıp kolumdan tutmak istedi ama yüzümü gördüğünde kaşları yukarıya doğru çekildi. “Ne oldu sana böyle?”
Eli yavaşça yüzüme değmeden saçımı okşadı. Ağlayarak omzuna sarıldığımda hıçkırıklarım dudaklarımdan inilti misali dökülüyordu. Elini belime koyup yavaş adımlarla yürütmeye başladığında ona eşlik ettim ve bana yardımcı olmasına izin verdim. Eve girdiğimizde kapıyı kapattı ve yatağıma kadar ilerletti. Yatağa bir bebekmişim gibi narince yatırdı ve yatağın ucuna oturdu.


“Uyu güzel kızım, uyandığında her şey geçmiş olacak.”


Gözlerimi bürüyen karanlığın içinde adım sesleri duyduğum an göz kapaklarım yavaşça arandı. Bedenimin yatakta, benliğimin ise hemen yanında olduğunu gördüm. İçeriden gelen bağırışlarla hızla kapıya koştum. Kapıyı açıp odadan çıktığımda kendimi bambaşka bir yerde bulmuştum. Annem ve babam; evimizin salonunda ayakta durmuş, kavga ediyorlardı.


“Al işte istediğin oldu, o artık resmi olarak bir borda bereli. Şimdi ne olacak?”


Annemin cümlesi suratıma tokat misali çarpmıştı. Yoksa asker olmamı istemiyor muydu?


“Yağmur’um yapma böyle, bunları daha önce de konuşmuştuk. Kızımız vatanına yakışan bir asker olacak.”


Babamın sözlerinden sonra annem yavaşça koltuğa çöktü. “Elbette vatana yakışacağını biliyorum ama korkuyorum, Ethem. Alparslan’ın dediğini duymadın mı? Raşit; kana kan, dişe diş isteyecek.”


Alparslan?


Yoldaşlarından ayrı kalmanın ne demek olduğunu çok iyi öğrendim.


Demek ki eskiye dayanmış bir dostlukları vardı.


“Bir tanem, incim, Yağmur’um lütfen. Bırak bu işi Alparslan halletsin.” dedi babam ama annem inatla kafasını iki yana salladı.


“Birkaç önlem almalıyız. Bu işi ciddileşecek.”


Annemin cümlesiyle babam koltukta oturan annemin önünde diz çöktü.


“Yağmur, Eyşan’ın kızımız olduğunu saklamak için onun kimliğini elinden aldık. Okuduğu bütün askeri okullarda Asena dediler, onu herkes Asena Gündüz olarak tanıdı.”


Annem ellerini yüzüne kapatıp hıçkırdığında babam, ellerini hızlıca annemin yüzündeki ellerine götürdü. Annemin gözünde gördüğüm yaşlar gözlerime etkisini bırakırken sol yanağımda ıslaklık hissettim.


“Ben de onu üniformasında kendi ismiyle görmek isterdim ama yapacak bir şey yok, böyle olması gerekiyordu ve oldu.” dedi babam başparmağıyla annemin gözyaşını silerken.


“Ya ona zarar verirlerse?” diye sordu annem. Babam kafasını salladı. “Verecekler ama biz hep yanında olacağız.”


Dudaklarımdan bir hıçkırık döküldüğünde kafamı iki yana salladım.


“Ya bize zarar verirlerse, o zaman kızımızı nasıl koruyacağız?”


Hıçkırıklarımın şiddeti artarken titreyen dizlerimi serbest bıraktım. Halıya değen dizlerimin üzerine ellerimi yaslayıp yaşlı gözlerle onlara baktım.


“Verdiler anne, size zarar verdiler.”


Dudaklarımdan dökülen cümlelerden sonra babam annemin saçını okşamaya başladı. Sanki eli, benim saçlarımda dolaşıyor gibiydi.


“Olur da şehit olursak kızımız; Önce Allah’a, sonra kendine ve en son Alparslan’a emanet olacak."


Babamın cümlesinden sonra bedenleri kaybolmaya başladı. Elimi kaldırıp gitmelerine engel olmaya çalıştım ama benliğim asla kıpırdayamadı. Önce siluetler sonra evdeki eşyalar silindi. Üzerimdeki lamba kapandığında benliğim, karanlıkta kalmıştı. Gözlerime sinen karanlıktan başka hiçbir şey göremiyordum. Beklemediğim anda bir saatin sesi kulağıma ulaştı. Bedenimi hareket ettirmeye çalıştım ama nafileydi.


Zaman görünmezdi ama geçtiğini biliyordum. Her tik ve takında, biraz daha karanlığa sinmeme neden oluyordu. ‘Artık tamam, bitti.’ dediğim yerde ufuk, aydınlanmaya başladı. Bir koridor oluştu ve duvarlarda ışıklar göründü. Ufukta belirmiş bir ışık bana yaklaşmaya başladığında benliğim birden çözüldü ve bilinçsizce ayağa yükseldi.


Elinde meşale tutan birisi vardı ama yüzü belli olmuyordu. Bana yaklaşmasına çok az kala sert bir rüzgar esti ve bütün aydınlığı karanlığa hapsetti. Rüzgar’ın uğuldayan sesi rahatsız edici bir seviyeye ulaşırken bir kanat sesi duydum. İçinde bulunduğum karanlığa rağmen parlayan bir güvercin, kanat çırparak hemen önümden geçti. Sönen meşale bir anda yeniden yandığında karşımdaki kişinin kim olduğunu gördüm.


“Buldum seni.”


Mavi gözleri kahvelerimde gezindi fakat benim gözlerim tanıdık yüzün her tarafına dokunuyordu. Kaşının bir köşesi patlamış, burnundan sızan kanlar hâlâ tazeydi. Eli yavaşça kalktı parmakları yüzümde gezindi.


“Çok yakında yanına geleceğim.”


“M.M.Ç.” diye bir ses yükseldi yakınımızdan. Gözlerimi gözlerinin tam içine çevirdiğimde yanağımdaki eli düştü.


“Korkma.” dedi ve elindeki meşaleyi elime tutuşturdu. Geri adım yürürken gözleri gözlerimden ayrılmadı. “Seni yeniden bulduğumda asla bırakmayacağım.”


Alev Atsız, Ağzından


‘Yarası çok olanın, acısı büyük olur.’ derdi babam. Eli annemin elinde, bakışları ise hep kırmızı ve büyük yaralarında olurdu. Avcunu bana gösterir ve gülümseyerek ‘Keşke ellerim birden fazla olsaydı da annenin yaralarını saklayabilseydim.’ derdi. Küçük ellerimi ellerinin ucuna ekleyip babama bakardım anlamsızca.


“Ben sana yardım ederim.”


Babamın gözleri dolarken bile malca bakmıştım gözlerine. Çocuk aklıydı işte, ne anlardı ölümden.


Şaka sandım, oyunlarımda büyüttüm küçücük dünyayı. Ailemin olduğu o dünyada bir kız kardeşim eksikti. Onu da annemin ilk ve son kez aldığı Tedy Bear ile tamamladım. Büyüdüm ve liseye geçtim fakat her şeyin gerçek olduğunu gördüğümde iş işten geçmişti: Annemi kaybetmiştim.


Üniversiteye geçeceğim zaman yüksek bir puan tutturdum ve askeri havacılık okumak istedim. Babam ilk başta karara karşı çıktı ama sonradan bana destek olmaya başladı. Derslerim, uçuş eğitimlerim ile geçen günlerim zorlu ama bir o kadarda keyifliydi.
İlk yalnızımı aldığım gün, pistte babamı görmüştüm. Saçlarına ak düşmüş ve iyice çökmüştü. Beni gördüğünde rahat bir nefes almış kocaman sarılmıştı. Geri ayrıldığımızda ona selam verip benim için hazırlanan uçağa binmiştim. Gözleri benden bir an olsun ayrılmamış ve sanki daha da çökmüştü.


Başarılı bir şekilde ilk yalnızımı tamamlayıp tam karşısında durduğumda selam verdim. Büyük eli yanağımı okşadığında gururla gözlerine baktım.


“Askeri havacı olacağım dediğin o gün sana asla izin vermeyecektim ama annen geldi aklıma. Asuman kızını korur, dedim.”


Babam, o dediğinden bir hafta sonra vefat ettiğinde daha çok sarıldım Asuman’a. Her kanatlanışımda babamı, her karaya basışımda da annemi özledim. İki yıl sonra F-16 pilotu oldum. Daha da Asuman’ın derinliklerine ulaştım. Her köşesindeki bulutları, annemin yaralarına kapanmış babamın ellerine benzettim. Bir gün görevde onunla karşılaştım.


Güvercin timinin Güvercin’i, Asena Gündüz.


Yollarımız kesiştiği günden itibaren birlikteydik. Raşit’in yanına gönderdiklerinde ayrılmamıştık. Tedy Bear, oydu.


O, benim artık kız kardeşimdi.


Yaralıydı, hem de çok. Yüzünde bere olmayan bir nokta yok denebilecek kadar azdı. Bedenine giren her kurşunda yanındaydım, o gün vurulduğunda da dahil. Evden çıkıp telefonunu almaya gittiğinde, içimde bir sıkıntı vardı. Peşinden onu gizlice takip ettiğimde uzaktan gördüm vurulduğunu. Nasıl koşmuştum, hatırlamıyordum. Kendime onu koruyacağıma yemin ederken daha da kötüleşmesini izlemiştim. Albayın yanına gidip bir hafta sonra geri döndüğünde onu bu halde görmeyi beklemiyordum.


Eyşan, hıçkırarak ağlamaya başladığında kapalı gözlerinden birer damla yaş düştü.


“Verdiler anne, size zarar verdiler.”


Ne yapacağımı bilemeden yalnızca elimi saçlarına götürdüm ve okşadım. Hıçkırıkları yavaşladı ama iç çekişleri devam etti. Dakikalar saatleri kovaladı ve yüzünde bir tebessüm oluştu. Derin bir nefes alıp saçlarını bir kez daha okşadım.


“Uyandığında her şey geçecek demiştim Güvercin. Daha uyanmadan geçti, gördün mü?” dedikten sonra ayağa kalktım ama Eyşan kıpırdanıp uyandı. Bakışlarım pencereye kayarken aydınlandığını fark etmiştim. Kesintisiz bir şekilde uyuyabilmesine mutlu olmuştum.


“Saat kaç?” diye sordu uyku mahmurluğuyla. Komodinin üzerindeki saate baktım.


“07:56.”


Eyşan, üzerini koklayıp bir nefes çekti ama yüzü buruştu. Tedy bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerimi devirdim ve dolabına doğru ilerledim. Ne yapacağımı anlamışçasına hızla yataktan kalkmaya çalıştı ama acıyla inleyerek geri uzandı.


“Salak işte, boşuna demiyorum ben.”


Ağırca yeniden kalkmayı denedi ve başarılı oldu. Küçük adımlarla bana yaklaşıp elimdeki kıyafetleri aldı ve odasındaki banyoya geçti. Arkasından yürüyüp banyonun kapısını kapattım.


“Çıksana kızım aa.”


Gözlerimi devirip duşa kabinin içine iki tane tabure koydum, musluğa yakın olana oturdum.


“Tercih sıramda bile yoksun, neyden bahsediyorsun?” diye söylendiğimde gülerek kabine girdi ve önüme oturdu.


“Vay be, kalbim çıt.”


Sesini değiştirerek söylediği cümleye gülmeye başladım ve kafamı iki yana salladım. “Otur hayde, işim var yahu!”


Bende sesimi değiştirerek cümlemi kurduğumda hafifçe kıkırdadı ama çok sürmedi. Canı acıyor olmalıydı. Tişörtünün eteklerinden tutup üzerinden çıkarttığımda yaralarla dolu sırtına bakarak donakaldım. Alt dudağım acımasızca titrerken dolan gözlerim görüşümü bulanıklaştırmıştı.


“Yapma Alev.”


Tişörtü kenara bırakıp musluğu açtım. Dudaklarımın arasından bir hıçkırık koptuğunda başı sağa doğru döndü.


“Ağlıyor musun sen?”


O, beni ilk defa ağlarken görmüştü. Burnumu çekip elimin tersiyle yanağıma düşen damlayı sildim.


“Hiçte bile.”


Dişlerini göstererek gülümsedi.


“O zaman gözünden işiyorsun Alev.”


Kafamı sallayıp onun söylediği şeye sığındığımda gülümsemesiyle önüne döndü. Sol elimi suyun altına tutup sıcaklığı ayarladım ama sorunumuz büyüktü. Gözlerim dikiş yerinde gezinirken suyu aldı ve sırtına dökmeye başladı. Hızla ayağa kalkıp duşa kabinden çıktım.


“Delirdin mi kızım sen, ne yapıyorsun?”


Eyşan sıkıntılı bir nefes alıp suyu saçlarına çıkarttı.


“Alışkınım Alev ben. Sen çık hadi, kahve suyu koy geliyorum.” dedi ama orada durmaya devam ettim. Gitmediğimi anladığında duşunu aldı ve suyu kapatıp havlusuna sarıldı. Gözlerimin dolu olduğunu gördüğünde kafasını iki yana salladı. “Üzülme kardeşim. Bu ilk yaram değil, son da olmayacak.”


24 Eylül 2021 /Mardin


Elimde tuttuğum bardaktaki dumanı üstünde kahveden bir yudum alıp sehpanın üzerine bıraktım. Derin bir nefes verip rahatça koltuğa yaslandığımda gözlerim kapının yanındaki tarihe takıldı. Yalnızca bir hafta içerisinde ne çok şey yaşamışım diye düşünürken kafamı hızla iki yana salladım. Yaşamak denilirse tabii.


“Şu koyduğum görevini yapana kadar uslu duracaksın, tamam mı?”


Alev’in cümlesiyle gözlerimi devirdim. Kendisi Raşit Fas’tan aldığı göreve gitmek için bir yandan eşyalarını hazırlıyor bir yandan da bana laf yetiştiriyordu. Ona cevap vermek yerine sehpadaki kahveye uzanmak isterken kulağıma kapının zili ulaştı.


“Eşyaları odaya götür, kapıyı ben açarım.”


“Hay sikeyim ya.”


Alev, eşyaları yüklenip odaya gittiğinde derin bir nefes aldım ve kapıya ilerleyip açtım. Gördüğüm sima, rüyamda gördüğüm yüz ile benzerlik gösterirken aldığım nefesi belli etmede bıraktım. Gülümseyen dudakları, yüzümün halini gördüğünde yavaşça soldu. Mavi gözlerini sis bürüdü.


“Ne bu halin?” diye sordu. Gözlerimi devirerek geriye doğru bir adım attım. “Kapkaça uğradım.”


Mete, kafasını belli belirsiz sallayıp içeriye girerken Alev, elinde iki tane biber gazıyla salona geldi. Mete’yi görünce elindeki biber gazlarını sehpanın üzerine koydu.


“Hoş geldiniz Çağın Bey.”


Mete kafasını iki yana salladı. “Bey’i aradan kaldırabiliriz bence.”


Alev onu onayladığında bana döndü ve işaret parmağını bana salladı.


“Sende bunları al ve bir daha kapkaça uğrama. Bu kaçıncı ayol?”


Mete’nin düşünceli gözleri elindeki çiçeğe indiğinde derin bir nefes aldı ve çiçekleri bana uzattı. Çiçekleri alıp istemsizce burnuma götürdüm.


“Bir haftadan beri yoktum, kusura bakma. Ailem ile şehir dışına gitmemiz gerekti.”


Mete’nin yaptığı açıklamaya küçük bir tebessüm ettim. Mete, kendini tekli koltuğa bırakırken ısıtıcıdaki suyu tekrar kaynatmaya başladım. Elimdeki çiçekleri su dolu bardağın içine koydum.


“Ailen nasıl Çağın?” diye sordum ve yüzüne baktım. Gözlerinde bir özlem kıvılcımı yandığında derin bir nefes aldım. Bilirdim bu duyguyu ama kanlı canlı bir başkasının gözünde görmek beni tuhaf hissettirmişti. Yoldaşlarının özlemi acaba Alparslan albayı da mı mahvediyordu?


“Çok iyiler şükür, sana çok selamları var. Ortak olacağımızı söylediğimde mutlu oldular.”


Gülerek kafamı salladım ve kahveyi yapıp Mete’nin önüne bıraktım. Ne ara kaybolduğunu anlamadığım Alev, yeniden odadan çıktı ama bu sefer elinde çantası vardı.


“Yengeme selam söyle.”


Alev, kurduğum cümleyle öyle bir bakmıştı ki ‘Aha küfür geliyor.’ demiştim ama samimiyetsiz bir gülüş attı. O samimiyetsiz gülüş, gözleri yüzümde gezindiğinde buruklaştı.


“Yengemin amına koyayım, sana bir şey olmasın.”


Önümden bir su püskürtüldüğünde bakışları Mete’ye çevirdim. Eli ağzına kapanmış şaşkınca Alev’e bakıyordu. Gülmemek için alt dudağımı dişledim. Mete, hızlı bir şekilde kendini toparladığında çekinerek bana baktı. Kafamı iki yana salladım.


“O öyle, alış. Ben alıştım artık. Alev, küfürbaz bir insan. Çaresi yok, çok doktora gösterdim ama bir türlü düzelmedi.”


Cümlemi tamamlayıp Alev’e bakmamla yüzüme yastık yemem saniyelerle yarışmıştı. Gözlerim bir yere düşen yastığa, bir Alev’e ve bir de Mete’ye çevrildiğinde gözlerimi devirdim.


“Ee ben yavaştan gitsem iyi olur.” dedi Mete ve ayağa kalktı. Onunla birlikte ayağa kalkıp elimle kahveyi gösterdim. “Ee bitirseydin?”


Kafasını iki yana salladı. “Yok ben gideyim.”


Onaylayıp kapıya kadar eşlik ettim ve derin bir nefes aldım. Kapının önünde ayakkabılarını giyip bakışlarını yüzümde gezdirdi. “Telefonum 7/24 açık. Acil bir şey olursa ara.”


“Teşekkür ederim, çiçekler için.”


Gülümseyerek merdivenleri inmeye başladığında kapıyı kapattım ve Alev’e baktım. Gözlerimi kısıp ellerimi belime yasladım.


“Çok kötüsün Alev.”


Alev, elindeki çantayı sıkıca tutup bana doğru yaklaştı. “Kötü olan ben değilim şekerim, iyi olduğumu düşünen sizlersiniz hep.”
Ceza hayranı bir kadının cümlesi de bu şekil olurdu. Gülerek omzuna vurdum ve derin bir nefes aldım.


“Kendine dikkat et. Aklım sende kalacak, hadi yine iyisin.”


Alev, saçlarını arkasına attı ve elindeki çantayı yere bıraktı. Kollarını açıp bedenimi sıkıca sarmaladı. Bedenimdeki onca ağrıya rağmen ellerimi sırtına koyup sarılışına karşılık verdim.


“Ben yokken uslu dur Eyşan, yoksa geldiğimde kulaklarından seni tavana asarım.”


Alev’in dediğine gülerek geri çekildim. “Tabi efendim.”


Alev, hızlı ama yumuşak bir şekilde omzuma vurup geri çekildi. Çantayı yerden aldı ve kapıya yaklaştı. Peşinden ayaklarımı sürüdüm ve ayakkabılarını giymesini izledim. Ruhumu saran burukluk, dudaklarıma yansımıştı.


“Allah’a emanet ol Güvercin, geri geldiğimde lütfen iyileşmiş ol.”


Kafamı salladım ve gülümsedim. “Tabi efendim.”


Alev, gözlerini devirdi ama ona rağmen gülümsedi ve evden çıktı. Kapıyı kapatıp derin bir nefes aldım. Ağır adımlarla koltuğa çöktüm ve ellerimi birbirine kenetledim. Aklıma ve düşüncelerime uymayan bir durumun içindeydim ve önünü kestiremiyordum. Sehpanın yanındaki sigara paketinden bir dal çıkardım ve dudaklarıma yerleştirdim. Çakmağı alevlendirip sigarayı yaktığımda zehirden bir nefes çektim. Dumanının birazını içime çekerken birazını da burnumdan saldığımda geriye doğru yaslandım.


Timi yeniden görmüş olmam, ruhumda yeniden hırçın duygularımın kabarmasına neden olmuştu ama Raşit’in öğrenmesiyle birlikte üzülebileceğim noktalar oluşabilirdi. Mücahit ve Barış’ın, oluşturdukları Kanarya görevinde olmaları hoşuma gitmişti ama buraya gelmeleri ortalığı karıştırabilirdi. Üstelik Mete’nin bir asker olduğu, önsezilerinin güçlü olduğu kanıtına vardırıyordu.
‘Üstelik Güvercin timinde.’ dedi iç sesim. Dudaklarımdaki sigaranın külü yere düşerken önemsemedim ve sigarayı küllüğe bastırıp sehpanın üzerindeki telefonu elime aldım. En üstteki aramalara kaydettiğim numaraya tıklayıp telefonu kulağıma yasladım.


“Alo?”


Dilimi dişlerimin arkasında gezdirdim.


“Mücahit, Mete’ye ajan olduğumu ve defterin peşinde olduğumu söyle.”


Telefonun ucunda hışırtılar geldi. “Abla, emin misin?” dediğinde dişlerimin arasından bir nefes çektim.


“Sen benim kararımı mı sorguluyorsun?”


Mücahit, sessiz kaldığında bir düşündüm. Her yaranın bir hafızası vardı. O hafızalar benim zihnimin en derinindeydi. Onları oradan çıkartmam için önce etrafımdakileri korumam gerekliydi. Yutkundum ve tekrar ettim. “Tekrar ediyorum; ona ajan olduğumu ve defteri bulmak için görevlendirildiğimi söyle. Birazcık aklı varsa benim gibi düşünür ve Barış’ı yönlendirdiğim gibi yönlendirir.”

-

 

BÖLÜM SONU

BÖLÜM SONU MEDYALARI

Instagram: _jupiterdebirokur

Tiktok: jr.napolita

X: sultanakr9

Wattpad: sultanakr

Merhabalar efenim yine ben, Sultan. Birkaç gün işten dolayı yeni bölüm gelmedi ama elimde taslaklarım var. Düzenli olarak gelmeye devam edecek.

 

Koyduğum son noktada yeniden görüşmek dileğiyle.

 

Sultan Çakır.

 

iki eylül iki bin yirmi dört

Loading...
0%