Yeni Üyelik
8.
Bölüm

VII - GERÇEK

@sultanakr

Hu,hu... Merhabalar ben geldim. Bol gerilimli bir bölüm oldu. En aşağıda görüşürüz.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, keyifli okumalar...

 

VII

Yazar, Ağzından

Karanlık; aydınlık öncesi var olan, son çıkış noktasıdır. O öyle bir kuvvettir ki içinde sakladıklarını isterse tek bir saniyede isterse de yıllar sonra çıkartır. Karanlık, her sakladığı sır gibi güneşi koynunda saklıyordu. Zamanı geldiğinde aydınlanıp gerçeği çıkartması için…

Çakmak gözlerine sis bastırmıştı, Mete yüzbaşının. Parmak boğumları direksiyonu sıkmaktan beyazlaşmış, çenesi ise hâlâ gergindi. İki saat önce Mete evin önüne arabayı çekmişti fakat inatla inmiyordu. Ne yapacağını ve çıkacak sonuçları düşünüp duruyordu. Ağırca bakışlarını yan koltukta uyuyan Eyşan’a çevirdi.

Ne demişti kadın?

“Zamanı geldiğinde bunu senin yapmana izin vereceğim.”

Mete, burnundan alaylı bir nefes verdi. ‘Onu öpeceğimi düşündü.’ diye söylendi içinden ve sonra da bakışlarını tiksintiyle kapıya çevirdi. ‘Rüyasında bile göremez.’ dedi ama bilmiyordu kaderi, tesadüfleri.

Kapıyı açtı, arabadan indi. Yan koltuğun kapısına ulaştığında açtı ve Eyşan’ı istemeye istemeye kucağına aldı. Eyşan, bir anda kollarını boynuna doladığında dişlerini sertçe birbirine sürttü, ayağıyla kapıyı kapattı. Ezbere bildiği apartmana girdi, kapının önünde durdu. Kadını tek kolunda tutmaya devam ederken elini pantolona soktu ve anahtarı çıkarttı, ‘Lanet.’ dediği eve girdi. Tek odası olan evin yatağına kadını yatırdı ardından doğrulup derin bir nefes aldı.

‘Şimdi.’ dedi içindeki öfke. ‘Öldür gitsin.’

‘Hayır.’ dedi içindeki devlet. ‘Her ne olursa olsun o, şu an bir sivil.’

Kaideler daha baskın geldi ve elini ceketinin cebine soktu. Daha önceden hazırladığı kağıdı Eyşan’ın yanındaki yastığa koydu. Elinde tuttuğu çakıyı açıp yastığa bastırdı. Keskin kenarında parlayan ‘M.M.Ç.’ yazısı ondan kadına bir hediyeydi.

‘Günü geldiğinde bununla kendi boğazını kesecek.’ diye düşündü ve cama doğru yaklaştı. Açık camın pervazına ufak tefek zorlama çizikleri bıraktı, geriye çekildi. Bedenini sürükleyerek evi terk etti.

Karanlık; gün ışığını serbest bıraktığında, sakladığı sırrı ortaya çıkartacaktı.

*

2 Ekim 2021 / Mardin

“Eyşan.”

Annemin sesi.

Gözlerim ağırca açılırken büyük bir çığlık ve patlama oldu. Ne olduğunu bile anlayamazken bir beden gördüm. Babam yine koca cüssesiyle anneme siper olmuştu. Onlara doğru koşmak istiyordum ama bunu başaramıyordum. Birden o bedenler kayboldu ve benliğimi bir ormanda buldum.

Adımlarım benden bağımsız ilerliyorken bir yol kenarında durdu ve adeta çivilendi. Yüksek ses bir korna kulağıma ulaştığında karşılıklı, iki taraftan gelen araçlar birbirine çarptı. Siyah araç, film kaplı camlarını açtığında gördüğüm yüz Raşit Fas’a aitti. Korkuyla diğer araca baktığımda Asiye yengemin kolu dışarıya sarkıyor ve başı da üstündeydi.

Bağırmak istedim. Çığlık çığlığa haykırıp, Raşit’i orada gebertmek istedim ama yapamadım. Bir anlığına ensemden ürperti geçti ve tüm tüylerimin diken diken olmasına sebep oldu.

“Karanlığa geri dönme.” diye fısıldadı bir rüzgar misali. “Raşit’e güvenme, aydınlığını almasına izin verme.”

Kafamı çırpınırcasına iki yana sallamaya başladığımda kulağımda ‘Eyşan!’ diye biri bağırdı. Geriye doğru düştüğümde ne ara kapandığını bilmediğim göz kapaklarımı araladım.

“Lan bu ne?”

Alev’in sesini işittiğimde ürkek gözlerimi ona çevirdim. Korkuyla bir bana, bir de yanımdaki yastığın üzerine bakıyordu. Bakışlarını takip ettiğim sıra yastığın üzerindeki notu ve çakıyı gördüm. Çakının bana bakan yüzünde ‘M.M.Ç.’ yazıyordu.

“Bu buraya nasıl gelmiş, ayrıca sen niye kıyafetlerinle uyudun?” Alev’in sorusunu önemsemeden hışımla yatakta doğruldum ve ayaklarımı aşağıya sarkıttım.

“Alev, lütfen dur. Lütfen, bir kendime gelmeme izin ver.”

Alev, elini sertçe alnına vurdu ve odanın içinde volta atmaya başladı. Sağ elimi yüzüme götürüp burun kemiğimi sıktım. Gördüğüm gerçekçi rüya, neredeyse aklımı kaybetmeme neden olacaktı. Asiye yengemin trafik kazasında öldüğü doğruydu ama bunu Raşit’in sebep olabilme ihtimalini düşünmek istemiyordum. Parmaklarımı burnumdan çekip arkamdaki yastığa baktım.

M.M.Ç. bunu bana yapmakla büyük bir hata yapmıştı. Aklınca kendini bir şeylere ispatlama gereksinimi duymuş ve böylesine saçma bir tehdit bırakmıştı. Gözlerimi devirip ayağa kalktım.

“Mücahit’i ara, gelmesi için yalnızca on dakikası olduğunu söyle.”

Alev, kafasını sallayıp telefonu çıkarttığı sırada kapı alacaklı misali çalmaya başladı. Beş adımda kapıya ulaşıp sertçe açtım. Mücahit, endişeli gözlerle üzerimi taradı ve hızla yanımdaki boşluktan içeriye sızdı. Kapıyı kapatıp kaşlarımı çattığımda Alev, odadan çıkıp Mücahit’e baktı.

“Sıçtık.” dedi, Mücahit. Elleriyle saçma hareketler yaptı. “Bu sefer harbi sıçtık!” diye bağırdı.

Kaşlarım çatılırken Alev’in sessizce sandalyeye çöktüğünü gördüm.

“Dün gece Raşit, ben ve Barış teftiş yaptığımız sıra Mete yüzbaşını askeriyeye girerken gördü.”

Mücahit’in cümlesiyle derin bir nefes aldım ve tekli koltuğun kolçağına kalçamı yasladım. Tam dudaklarımı aralayacaktım ki Alev, benden önce davrandı.

“Ee, ne var bunda? Adam zaten Mete’nin asker olduğunu biliyor.” diyerek lafı ağzımdan aldı. Mücahit, bu soruya ‘Dalga mı geçiyorsun?’ dercesine baktığında tek kaşım yukarıya doğru havalandı.

“Mete’nin asker olduğunu zaten biliyordu ama onun lügatında askeriyeye girmek, Asena’yı bulduğu anlamına geliyor.”

Mücahit’in cevabıyla kafamı iki yana salladım. “Mete yüzbaşı dün gece hata üstüne hata yaptı. Bunun bedelini biz ödeyeceğiz.”

Alev’in bakışları bir bana, bir de Mücahit’e çevrilirken sinirle işaret parmağını bana doğru uzattı.

“Sen, bana artık bir açıklama yapacak mısın? Sadece bir hafta, kodumun bir haftası yoktum. Bu süre boyunca ne olmuş olabilir ki?”

Sinirle gülüp Alev’e baktım. Ne olmadı ki gülüm demek geldi ama Mücahit’in cümlesiyle kesildi.

“Zamanımız yok. Raşit yolda ve buraya geliyor.”

Alev, aniden ayağa kalktı. “Ne için?”

Mücahit’in gözleri bana çevrildi.

“Eyşan’dan da şüpheleniyor.”

Aralanmış dudaklarımdan derin bir nefes çekip burnumdan usulca bıraktım. Alev’in gözleri bana çevrildiğinde kafasını iki yana salladı ve dudaklarını yaladı.

“F planı.”

Oturduğum kolçaktan kalkıp kafamı iki yana salladım.

“F planı ne?” diye sordu, Mücahit ama ikimizde onu takmıyor birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk. F planı, benim canımın karşılığında onun canının yanması demekti. Saçma bir olayın bu zamanda kullanılmasına asla izin veremezdim.

“İstemiyorum, konu kapanmıştır.” deyip ayağa kalktım ve sehpanın çekmecesindeki silahımı çıkartıp güvenlik kilidini açtım. “Raşit’te gelirse, bugüne kadar ertelediğim şeyi gerçekleştiririm.”

“F planı dedim, Eyşan!”

Alev yüksek bir sesle bağırdığında silahın kabzasını alnına geçiresim gelmişti.

“Duygularınızı başlattırmayın! Size ‘Raşit yolda, geliyor.’ diyorum. Yüzbaşım kusura bakmayın ama sizin canınınız teminatı bizim görevimizdir.”

Mücahit cümlesini bitirdiği an telefonu çaldı ve siyah paltosundan çıkartıp aramayı cevaplandırdı. Sadece karşı tarafı dinledi ve en son ‘Tamam.’ diyerek telefonu kapattı.

“Geliyormuş.” derken kapıya ilerliyor ve üzerindeki paltoyu çıkartıyordu. Bakışları bir saniyeliğine bana çevrildi ve çenesiyle silahımı işaret etti. “Silahı yerine koy. Bugün kimse ölmeyecek.” dedi ve kapıyı açıp çıktı. Bakışlarımı Alev’e çevirdiğimde yavaş adımlarla bana yaklaştı ve elini kaldırıp saçlarımı okşadı.

“Ablanın sözünü dinlemelisin, Tedy.”

Gözlerimi abartılı bir şekilde devirip derin bir nefes aldım. Sehpanın üzerindeki demir, kare plaka ile göz göze geldiğimde uzandım ve Alev’in tişörtünün altına yerleştirdim. Kapı zili salonda yankılandığında Alev, derin bir nefes aldı ve çenesiyle kapıyı gösterdi. İki adımda kapıya ulaşıp açtığım sırada alnımda soğuk metali hissetmiştim.

“İçeriye geç.” dedi, Raşit. Sakince gözlerimi kırpıştırıp geri adımlarla yürümeye başladım.

“Raşit Bey, buldum.”

Raşit’in arkasında Mücahit belirdiğinde bakışlarımı değiştirmiş olduğu kıyafetlerinde gezdirdim. Biraz öncekine nazaran şimdi takım bir elbise vardı. Hâlâ alnımdaki varlığını yitirmeyen silaha endişeli gözlerle bakan Mücahit, Raşit’in arkasından kapıyı kapattı ve her an hazırlıklı bir şekilde gergin durdu. Salonun ortasında durduğumda Raşit, sıkıntıyla ofladı.

“Aslı askermiş, dört sene önce yanınıza yerleşip sadakatinizi kullanmış. Eyşan Hanım, temiz. Bir haftadan beri onu ve bu evi takip ediyorum. Mirço’yu hatırlıyor musunuz? O sizin kadim dostunuzdu, işte o geçen gün yaralandı ve Eyşan onu iyileştirdi.”

Mücahit’in cümleleriyle Raşit’in gözlerinde şaşkınlık kırıntıları oluştu ve dehşetle Alev’e baktı. Alev, sakin yüz hatlarıyla Raşit’e bakarken dişlerimi sıktım ve Alev’in ensesinden tutup öne doğru eğdim. Alev’in çene kaslarını sıktığını fark ettiğimde karnına yerleştirdiğim metal plakanın yanına vurdum. İnleyerek ayaklarıma yığıldığında saçından hafifçe tuttum.

“Hain köpek.”

Kolumda bir el hissettiğimde Raşit’in yüzüyle karşılaştım. Bir hışımla kendimi geriye çektim.

“Sen bana o yüzden güvenmiyordun! Beni astın, dövdürdün. Hepsi bu yüzden miydi Raşit?” diye sorgularken Raşit’in gözlerinde haylice belli olan bir pişmanlık vardı. Silahını Alev’e çevirdiğinde hızla elini yukarıya doğru çevirdim. Tetiğe baskı yapan parmağı, silahın tavanda patlamasına sebep olurken dişlerimi sıktım.

“Bugün değil Raşit. Zamanı geldiğinde onu ben öldürmeliyim. Şimdi bana söyle, kimi istiyorsun?”

Raşit’in kolunu indireceğini anladığımda elimi çektim.

“Davut ile hazırlanın.” dedi ve Mücahit’e baktı. “Davut, bu haini alıp Eyşan ile depoya gidin. Ardından Güvercin Tim’ini ve Alparslan Çakır’ı bana getirin.”

Mücahit, Alev’in koluna girdi ve yerde sürükleyip ayaklanmasına yardımcı oldu. Dilim dişlerimin arkasında gezinirken bir sinirim tam tepemden indiğini hissettim ve hızla arkamı döndüm. Hâlâ odamdaki yastıkta sabit duran notu ve çakıyı alıp salona geçtim.

“Bu arada Raşit.”

Ruhumda yanıp kül olan her anı varlığıma bakarak utandı ve bir cümle doğurdu. Dilimde büyüdü, büyüdü ve pimi çekilmiş bir bomba misali zihnimde patlattı. Her hatanın bir bedeli olmalıydı.

“Dün gece bunu yatağıma bırakmışlar.”

Raşit’in gözlerinde bir parıldama oluştu ama çok sürmedi. Alev ve Mücahit’in yanından geçti ve evden ayrıldı. Sıkıntıyla iç çekerek Alev’e doğru ilerledim. Alev’in saçını okşayıp boynunun sağ tarafına sertçe vurdum. Mücahit, Alev’i omzuna aldığı sırada yürümeye başladı. Apartman kapısının önünde durup bana baktı ve dudaklarını araladı.

“Arabada dinleme cihazı var.”

Kafamı salladığımda arabaya ilerledi ve kilidi açtı. Alev’i yerleştirmesine yardımcı olup ön koltuğa geçtim. Mücahit’te bindiğinde gazı kökledi ve yola koyuldu. Sol eliyle direksiyonu tutmaya devam ederken torpidoyu açtı. Bir kalem ve kağıdı kucağıma bıraktığında hızla kalemi alıp kağıda sürttüm. Birkaç saniye sonra yazdığım notu ona çevirdim.

Askercell’i ver.

Mücahit, yine sağ eliyle botunun içine elini soktu. Geri çıkarttığında tuşlu telefonu kucağıma bıraktı. Hızla ezberimde olan telefon numarasını tuşlayıp mesaj kutusuna bastım.

Güvercin yuvaya uçtu, yem var mı?

Çok geçmeden telefon sakince titredi.

•••_ • – • – •

Bu, var demekti.

Aldığım cevaptan sonra nasıl bir cevap vereceğimi düşünürken telefon, bir kez daha titredi.

Kuş hasta mı?

Sıkıntıyla önümdeki yola bakıp dudağımı birbirine bastırdım. Aklıma gelen ilk fikir ile açık alfabe rakamlarını yazmaya başladım.

21/1/23/11/24 - 19/9/21/6/17/5/11 – 8/26/27/6/21/3/11/17 – 27/6 – 22/11/29/11 – 11/22/24/11/28/18/21.

Raşit öğrendi Güvercin ve sizi istiyor.

Attığım mesajdan sonra uzun bir süre boyunca ses gelmedi. Araba yavaşlamaya başladığında Mücahit’in eli önüme gelmişti. Telefona umutsuzca bakarken aldı ve botuna geri koydu. Aracı tamamen durdurduğunda bana baktı ve çenesiyle kapıyı işaret etti. Araçtan inip Alev’i aldığında bakışlarımı etrafta gezdirdim.

Boş, büyük bir araziye kurulmuş fabrika terkedilmişti. Kırık camlarında içerisi az çok görünüyor, yerdeki çeşitli kan izleri buradan çok kişinin geçtiğini kanıtlıyordu. Dişlerimi sıktığım sırada Mücahit, benden önce içeriye girdi. Peşinden ilerlemeye başlarken Alev’i yukarıdan inen ikili zincirin yanına getirdi.

“Sandalyeye oturt bari.”

Mücahit, beni dinlemedi ve Alev’i zincire bağladı. Ardından arkasına dönüp tam arkama el salladı. Bu yaptığı hareketle gözlerimi sıkıca kapattım ve yumruğumu sıktım. Raşit, gerçekten de hafife alınmayacak biri değildi ama ben ondan daha da deliydim ve o bugün bu halimi görecekti. Tek ihtiyacım olan şey Alparslan albayıma haber uçurmaktı.

Mücahit, elini ileriye doğru uzattı ve yürümem için koluma girdi. Dışarıya çıktığımızda arabanın anahtarlarını bana verdi.

“Askeriyeye ulaş ve bir şekilde bu işi hallet.”

Anahtarı aldığım gibi koşar adımda araca bindim ve tekerlerin acıyla bağırmasını umursamadan arabayı döndürdüm. Toprak zeminden toz dumanları yükselirken sıkıca direksiyonu tuttum. Düşünceli bir zihnin bu kadar çabuk etki edeceğini asla fark etmemiş ve Mete’nin bunu yapmış olmasını henüz atlatamamıştım. Elbette ki hata yapacağını biliyordum ama bu kadar istisnasız yapacağını beklememiştim.

Askeriyenin önüne geldiğimde önümde formasız biri durdu ve arabadan inmemi bekledi. Araçtan inip karşısına dikildiğimde benimle hiç konuşmadı ve yürümeye başladı. İçimdeki bir ses onu takip etmemi söylerken hislerime güvendim ve ilerlemeye başladım. Arka kapı girişine vardığımızda demir kapıyı açtı ve beni kolumdan tutup sertçe içeriye ittirdi. Hızla dengemi kurup karanlık yerde gözlerimi gezdirirken nefesimi tuttum.

“Seni dinliyorum Güvercin.”

Albayın sesi, karanlığın derinliğinden yükseldi. Yanağımın içini sıkıntıyla dişledim ve zihnimdekileri açıkça yansıtmaya başladım.

“Raşit, Mete’nin buraya girdiğini görmüş. Benden şüphelendiği için F planını devreye soktuk. Raşit, Alev’i bir depoya kapatmamızı ve ardından tim ile sizi getirmemizi istedi.”

Karanlığın içinden sanki bana doğru yaklaşan bir siluet olduğunu hissedebiliyordum. Ellerimi refleks gereği gardıma saklamıştım ama karanlık, yalnızca yanılgıyı doğurmuştu.

“İstediğini vereceğiz Eyşan.” dediği an tepemizde bir floresan cızırdayarak açıldı. Gözlerim ışığa alışmaya çalışırken karşımdaki görüntüyle bir adım geriledim. Güvercin timi; yüzlerindeki maskelerle, elleri bağlı duruyorlardı. “Bugün bu iş bitecek.”

 

Mete Mert Çakır, Ağzından

Küçük bir çocuğun ağlamasını işitiyordum. Güçlü hıçkırıkları kulaklarımda yankılanıyor ve ruhumun sanki sıkılmasına neden oluyordu.

“Anne! Neredesin, çok korkuyorum.”

Küçük çocuğun haykırışı, kalbimi bin bir parçaya bölündüğünü hissettirmişti. Çocuğun ağlamaklı sesi giderek azalırken ufukta bir ışık yandı. Arkası dönük iki kadın belirdi. İkisinde de saç rengi ve boyutları aynıydı. Lakin biri asker üniformasıyla diğeri ise sivil kıyafetiyleydi.

“Öleceksin Asena!”

Bu, Eyşan Boduroğlu’nun sesiydi.

Eyşan’ın elinde bir silah var olduğunda arkası dönük kadını vurdu.

“Asena!” diye bir ses yükseldiğinde gözlerim irice açılmıştı. Bedenim geriye doğru düşmeden önce gördüğüm son şey, Eyşan’ın bana gülerek bakan simasıydı. İrkilerek yatakta doğrulduğumda beni, pervazın kenarında izleyen Caner’i gördüm. Kafasını iki yana sallayıp salona geçerken ayaklarımı yataktan sarkıttım. Bakışlarım üzerimde gezinirken dünkü halimle uyuduğumu fark etmiştim. Bıkkınca gözlerimi devirdim ve dolaba ilerledim. Üzerimdeki kıyafetleri, tamamen simsiyah bir takımla değiştirip salona geçtim. Sehpanın üzerindeki silahımı belime koyduğum sırada Alper, kahvaltı masasında bana baktı.

“Komutanım, kahvaltı etmeyecek misiniz?” diye sorduğunda kafamı iki yana salladım ve hali hazırda bekleyen çay bardağını alıp koltuğa çöktüm. Sigara paketimden bir dal çıkartıp dudaklarımın arasına yerleştirip beni zehirlemesine izin verdim. Öbür yandan çaydan bir yudum aldım ve yavaşça sehpanın üzerine bıraktım. Caner’in telefon sesini işittiğim vakit sigaradan bir nefes çektim. Kaşları çatılırken ağzındaki lokmayı bitirip aramayı cevaplandırdı.

“Efendim?” diye söylendiğinde yarım sigarayı küllüğe bastırdım.

“Ne!” dedi Caner ve hiddetle sandalyeden kalktı. Bakışları beni bulduğunda gözlerinde bir ateş var oldu. Kafasını ağırca iki yana salladığında artık benim de kaşlarım çatılmıştı. Telefonun ekranı kulağında parlamaya başladığında indirdi ve masaya koydu. İki adımda karşıma geçip sehpayı sola doğru ittirdi. Ellerini yakama koyup sertçe ayağa kaldırdı.

“Sana ‘Hata yapacaksın.’ dedim, değil mi?” dedi ve sarstı. Alper, yanımıza gelip elini Caner’in koluna koydu.

“Yapma Caner komutanım.”

Caner, Alper’i dinlemedi ve bana bakarken çenesini gerdi. “Çek elini, kalbini kırarım.”

Alper yavaşça elini Caner’in kolundan çektiğinde Caner, yakalarımda tuttuğu ellerini bırakmadan önce koltuğa doğru beni ittirdi. Dengemi koruyup ayakta dikilmeye devam ettiğimde dişlerimi sıktım.

“Ne oldu?”

Caner, sinirle güldü.

“Elinin körü oldu. Babamızı ve Güvercin timini kaçırmışlar. Hem de kim tarafından biliyor musun Mete yüzbaşı? Sana ısrarla ‘Yapma, bu işin peşini bırak. Sana, bana, bize zarar verecek o kadın.’ dediğim kişi, Eyşan Boduroğlu!”

Duyduğum isimle koltuğa geri yıkılırken bakışlarımı yıkılmış sehpaya çevirdim. Ruhumun en dip köşesinde yarattığım kelebeğin kanatları artık kırılmıştı. Caner, ısrarla ellerini oynatarak bir şeyler anlatıyordu ama hiçbir şey duymuyordum. Zihnimde büyük bir uğultu ev sahibiydi ve bu, kulaklarımı kapatmama neden olmuştu. Tam sinir uçlarımı esir alan öfkem ayağa kalkmama sebep olduğunda kendimi odaya attım.

Yatağın üstündeki yorganı çekiştirip yere fırlatırken masaya geçtim. Tek bir hamlede hepsini savururken bile öfkem dinmiyordu. Dolabın kapaklarına vurup sertçe açtım ve kıyafetleri hunharca dökmeye başladım.

“Mete, yapma!”

Gözüm hiçbir şeyi görmüyor, yalnızca onu arıyordu. Bir kere görsem duracağım fotoğraf tam ellerimin arasında var olduğunda, dudaklarımın arasından heybetli bir hıçkırık koptu. Omuzlarım sarsılarak yere çöktüğümde fotoğrafı göğsüme yaslayıp göz kapaklarımı sıkıca kapattım.

Kördüm, yeniden görmeye başladım.

Sanki ölmüştüm, onun varlığıyla hayata dönmüştüm.

“Mete, lütfen. Başlarına bir şey gelmeden gidip onları bulmamız gerek.”

Caner’in cümlesiyle dişlerimi sertçe sıktım ve göğsüme yasladığım fotoğrafı cüzdanıma yerleştirdim. Yerdeki eşyaların üzerinden geçtiğimde Caner, derin bir nefes aldı ve elini omzuma koydu.

“Onu bu şekilde bulamazsın. Öncelikle asker olduğunu hatırla. Herkesten önce senin sakin olman gerekiyor.”

Kafamı belli belirsiz salladıktan sonra Caner, Alper’e döndü.

“Buraları topladıktan sonra askeriyeye geç. İrtibat halinde kalalım.” dedi ve kapıyı açtı. Peşinden yürüdüğüm sıra yüzümü yalayıp geçen hafif rüzgar, derin bir nefes almama yardımcı olmuştu. Caner, sola doğru yürüyeceği an sağ tarafımızda bir korna sesi yükseldi. Filmli cam aşağıya doğru inerken Caner, bir anda duruşunu düzeltti. Kaşlarım çatılı bir şekilde şoför mahallindeki adama bakarken adam, güneş gözlüklerini burun kemerine indirip bize baktı. “Atlayın, babanızın selamı var.”

 

2 Ekim 2021 / Mardin

Her düşüncenin bir sonucu, alınmış bir kararın ise bedeli vardır. Yaptığımız tercihler bizi iyi ya da kötüye yönlendirirken buna sebebiyet vermek, yine bizim elimizdedir.

Oturduğum sandalyeden kalkıp hâlâ baygın vaziyette, sandalyelere bağlı olan time baktım. Osman, Deniz ve Kubilay harici iki kişi, daha önce görmediğim yeni yüzlerdi. Büyük ihtimalle Mete yüzbaşı geldikten sonra özel time yerleştirilmişlerdi.

“Eyşan.”

Mücahit’in sesiyle ona döndüm ve elindeki su kovasıyla yürüdüğünü fark ettim. Kovanın birini aldığımda dudağımın kenarı acıyla burkuldu. Time zamanında çektirdiğim işkencelerin yanında bir kova su, hiçbir şeydi.

“Dök.”

Mücahit komutumla dökmeye hazırlanırken elimdeki kovayı sertçe üzerlerine çarparak döktüm.

“Ha!” dedi, bir ağız.

“Ne oluyor aga?” dedi, başka bir ağız. Hepsi gözleri bağlı şekilde etrafı taradı.

“Dereye düştük herhalde.” dedi Kubilay. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdığım sıra Mücahit, timin gözlerindeki bantları çıkartıyor ama yüzlerinin yarısını bilerek kapalı bırakıyordu. Bakışlarım Osman’ın gözlerinde sabit kaldığında Osman; gözlerini kırpıştırdı, etrafı taradı ve en son beni buldu.

“Güvercin?”

“Anaa! Kom-.” Mücahit, Kubilay’ın kafasına hafifçe vurdu. “Konuşmak yasak!”

Bütün tim bir anda Alparslan albaya baktığında albay, sakince kafasını salladı. Adımlarımı Alev’in yanına sürüklediğimde yavaşça kafasını kaldırdım.

“Alev?”

Dudaklarından belli belirsiz mırıltılar dökülürken çenesini yavaşça bıraktım ve sandalyeye ilerledim. Herkesin gözü benim üzerimde dolanırken yanağımın içini sertçe dişledim.

“Barış’ı aradın mı?”

Mücahit kafasını salladı. “Raşit ile Şırnak’taki evdeler. İki saate burada olurlar.” dedi. Kafamı sallayıp derin bir nefes aldım.

“Bizi neden buraya getirdiniz?”

Osman’ın sorusuna kulak asmadığımda sertçe sandalyesini oynatmaya çalıştı.

“Sana bir soru sordum!”

Dilimi dişlerimin arkasında gezdirirken Deniz’in omzuyla Osman’ın omzuna dokunduğunu gördüm. Osman, sinirli bir şekilde bakışlarını Deniz’e çevirdiğinde birkaç saniye baktı ve ardından gözlerini devirip yeşillerini bana odakladı. Ağırca göz kapaklarımı kapatıp açtığımda sanki siniri, bir nebze olsun dinmişti. Elimi cebime soktuğum sıra bakışlarımı Osman’dan çekip albaya baktım. Gözleri kapalı bir şekilde öylece duruyordu. Elimi cebimden çıkartıp göğsümde bağladım.

Evet, Raşit’in istediği olmuş ve herkesi depoya getirtmişti. Bundan sonrası tamamen spontane ve karmaşık gerçekleşecekti. Sıkıntıyla bir iç çektim ve kenarda duran sandalyeyi önüme çektim. Kemerime sıkıştırdığım silahı çıkartıp parçalarını sökmeye başladım. Mücahit, yapmak üzere olduğum şeyi anlamış olmalıydı ki sandalyenin üzerine bir mendil ve peçete bıraktı. Ardından yanıma çöküp izlemeye başladı.

“Süre tutmamı ister misin?” Mücahit’in gülerek sorduğu soruya ciddiyetle cevap verdim. “Tut.”

Silahımı düzenli olarak zaten temizliyordum ama can sıkıntısıyla söktüğüm parçaların tozunu almaya başladım. Sandalyenin kenarında beliren yağ şişesiyle temizlemeye devam ettim. Birleşim yerlerine bir damla sıkıp yayıyor ve ardından kenara bırakıyordum. Bütün parçalar gözümün önünde, tertemiz bir şekilde sıralandığında öne doğru eğildim ve ellerimi havaya kaldırdım.

“Başlıyorum.”

Mücahit elindeki telefonu gösterdi ve ‘Başla.’ dediği an süreye bastı. Çevik hareketlerle silahın bütün parçalarını takıp tabancayı sandalyenin üzerine bıraktığım zaman süreyi durdurup alt dudağını sarkıttı. “On beş saniye, helal olsun.” diye söylendi. Bakışlarım Osman’ı bulduğunda maskesinin altından gülümsediğini fark ettim. Gözleri ise ‘Hâlâ beni geçemiyorsun.’ dercesine bakıyordu. Silahımı belime koyup arkama yaslandım ve gözlerimi bileğimdeki saate çevirdim. Zaman, sanki akmıyor ve olduğu yerde durmuştu.

 

Mete Mert Çakır, Ağzından

Zihnimde bir yorgunluk, göz kapaklarımın üzerinde de sanki bir ağırlık vardı. Bir elin yüzüme dokunduğunu anladığım an irkilirken gözlerimdeki ağırlık kalktı, bir ışık hüzmesi gözlerimi kırpıştırmama neden oldu. Şaşkınlıkla ve merakla etrafıma bakınırken Caner’in gayet rahat bir şekilde önümde durduğunu fark ettim.

“Ayağa kalk.” dediğinde sırtını bana çevirdi. Sözüne güvenerek ayağa kalktığımda artık her şey daha netti. Sayamayacağım kadar masanın üzerine donatılmış bilgisayarlar vardı. Her birinde farklı görüntü ve işlem yapan insanlar bulunuyordu. İki tarafa ayrılmış masaların arasından babam yaşında olduğunu tahmin ettiğim biri, bize doğru yaklaşmaya başladı. Asla kalıplı biri değil, aksine zayıf ve çelimsiz birine benziyordu. Kemerinin kenarında asılı olan silahı ve onun hemen çaprazında bir arma vardı. Tam karşımızda durduğunda yüzünü daha net görebilmiştim.

“Merhaba. Ben Erdinç Savaş, namı diğer Mezarcı. Sizi buraya çağırma sebebim babanızın ve Güvercin Tim’inin kaçırılmış olmasıdır.”

Sinir uçlarıma yükselen öfkeyi hissettim ama dişlerimi sıkarak bunu önlemeye çalıştım.

“Mezarcı Bey, bunu zaten biliyoruz. Bizi neden yolumuzdan aldığınızı merak ediyoruz?” diye aklımdaki cümleleri dilime yansıtırken Caner’in kolumu dürttüğünü fark ettim. Karşımdaki adamın dudaklarında birçok kişinin bakışları bize dönmüştü ama çok sürmemişti.

“Bana dostunu söyle.” dedi ve bir adım daha yaklaştı. “Sana kim olduğunu söyleyeyim.”

Bakışları Caner’e çevrildi. “Caner Cenk Çakır. 5 Ağustos 1993, Ankara doğumlu. Kan grubu 0 RH (+). Son görevi ise Mardin.”

Elimi hızla kaldırıp konuşmasını böldüm.

“Mezarcı Bey, siz beni dinlemiyor musunuz? Kendi kardeşimi elbet tanıyorum.”

Mezarcı, başını sola doğru eğdi ve dilini şıklattı.

“O zaman ikizinizin Eyşan Boduroğlu ile görüştüğünü de biliyor olmalısın, Mete yüzbaşı?”

Şaşkın ve kızgın bakışlarla Caner’e çevirirken hâlâ esas duruşta durması sinirlerimi geriyordu. Dişlerimi sıkıp Mezarcı’ya döndüm.

“Siz tam olarak kimsiniz?”

Mezarcı, gülümsedi.

“Ben Kanarya görevi oluşturulduktan sonra kurulan Mit, yani Mücadele İtibar Teşkilatı’nın ikinci komutanıyım. Albay Alparslan Çakır’ın sağ koluyum. Yanında duran ikiz kardeşin ise benim sol kolum.”

Şaşkınlığım artık utangaçlığa dönüşmüştü. Öfkemin kurbanı olan benliğim, dudaklarımın buruklaşmasına neden olmuştu. Kırgın bakışlarla Caner’e bakarken Erdinç Bey’in sesini işittim.

“Kırgınlığa veya utangaçlığa önem yok. Asıl görevimiz onları bulup, güvenliklerinden emin olmak.” dedi ve arkasına döndü. “Yerlerini bulabildiniz mi?” diye sordu. Bilgisayar başındaki bir adamın önündeki harita yanıp sönmeye başladığında hızla kafasını salladı.

“Askercell açıldı.”

Erdinç Bey, hızla masaya eğildi ve koordinatları bir kağıda karaladı. Elindeki kağıdı bize uzattığında gülümsedi ve kafasını salladı. “İşte buradalar. Gidin ve emanetlerinizi alın. Bu arada Raşit Fas’ın oraya varacağından eminiz, dikkatli olun.”

 

2 Ekim 2021 / Mardin

Akrep yavaş ama emin dakikalarda duraklayıp dururken yelkovan, akrebin yerine daha hızlı davranıyordu. Kırık camların ardında bir araba sesi işittiğimde ayağa kalktım ve albaya baktım. Göz kapaklarını yavaşça kapatıp açmıştı. Mücahit’in yaklaşık on dakika önce verdiği güneş gözlüğünü taktım, derin bir nefes alıp yutkundum ve sakince üfledim.

Başlıyorduk.

Raşit, sırıtarak içeriye girdiğinde ellerini iki yana kaldırmıştı.

“Aa! Ama çocuklar, ben size misafirlerimize iyi davranın dedim. Hepsinin üzeri ıslak yazık, hasta olacaklar.”

Sakince bir nefes aldığım sırada Alev’in hafifçe başını kaldırdığını fark ettim. Baygın bakışlarıyla bana baktığında kaşlarımı hafifçe yukarıya çektim. Mücahit ve Barış ona doğru ilerleyip önünde durdular. O sırada Raşit, olanı fark etmemiş olacaktı ki Alparslan albaya doğru ilerledi ve iki metre uzakta bekledi. Alparslan albay ise gülerek Raşit’e bakmaya devam etti.

“Yanıma yaklaşmaya cesaretin yok mu, vatan haini?” dediği an Raşit silahına davrandı. Sürgüyü çekip albaya nişan aldığında bir el silah sesi yükseldi. Dehşetle elim cebime giderken kulaklarıma Mete’nin sesi tırmandı.

“İndir lan silahını!”

Albayın uzağında, sol köşeden Caner ve Mete çıktığında dişlerimi sıktım ve arkasında dilimi gezdirdim. Bunların burada ne işi vardı?

“Zamanlamana hayran kaldım komutan ama şu an senden daha önemli bir misafirim var.” dediği an Mete, silahını Raşit’e çevirdi ve mermiyi öne sürdü. Bir hışımla çıkartıp yere attım. Belimdeki silahı kavrayıp sertçe kemerime yasladım ve sürgüyü çekip albaya çevirdim.

“İndir silahını, Mete yüzbaşı.” Yüksek bir sesle konuştuğumda Raşit’in kahkahasını işittim.

“Eyşan, tam kalbinin üzerinden vurmanı istiyorum.”

Mete’deki bakışlarım albaya dönerken Alparslan albay, kafasını iki yana salladı.

“Bu hayatta en kötü şey nedir, biliyor musun albay ya da Osman üsteğmen?”

Osman ile konumuzun ne alakası var diye düşünürken bakışlarını time çevirdi ve Osman’da duraksadı.

“Oy Asiye’nin yavrusu da buradaymış.”

Raşit, cümlesini bitirdiğinde Osman anlamsızca Raşit’e baktı. Bunu yapmış olamazdı. Rüyam Asiye yengemin bana, o şekilde öldürüldüğünü göstermiş olmamalıydı. Sinir damarlarımda kol gezinmeye başladığında derince yutkundum.

“Ethem ve Yağmur nasıl? Onların kızı vardı, adı neydi?”

Bu, bardaktan taşan son damlaydı.

“En kötüsü de nedir biliyor musun albay?” diye haykırdığımda dişlerimi sıktım ve gözlerimi kıstım. Albay kafasını olumlu olarak salladığında silahı daha sıkı tuttum. “Hain olmak.”

Silahı tam Raşit’e çevireceğim sırada silah patladı ve göğsümün tam ortasında bir ateş yandı. Üzerimdeki kazağı kıpkırmızı bir kan topluğu bürürken dizlerimin üzerine yığıldım. Bedenim geriye doğru yatarken gözlerim kapanmış ve nabzımda yavaşlamaya başlamıştı.

“Hayır!”

“Çözün lan beni!”

Birden kulaklarımda Mücahit’in ve Alev’in haykırışını işittiğimde koşan adımlar ve uğultuları fark ettim.

“Bırakın gitsin.”

“Güvercin!”

“Çözsenize oğlum bizi?”

“Çöz, önce Deniz’i çöz.”

Seslerin artık kime ait olduğunu çözemiyordum. Yüzümde ve göğsümde karıncalanma hissederken birden göğsümde bir acı hissettim. “Çekilin.” dedi, bir ses yakınımdan. Göğsümde baskı yapan bir iğne hissettiğim an ciğerlerime yeniden hava girmeye başlamıştı. Göz kapaklarım sonuna kadar açılırken ciğerlerime öksürerek daha fazla havayı sıkıştırmaya çalıştım ve kendimi sola doğru yatırdım. Alev, hızla eğilip kazağımı yukarıya sıyırdı.

“Sikerim lan böyle işi!”

Alev’in sesi kulaklarımı tırmalarken Deniz, beni yerden kaldırmaya çalışıyordu. Öksürük krizlerimin arasından dik durmaya çalıştım. Albay tam karşımda durup gözüyle analiz etti ve derin bir nefes alıp etrafı taradı. Sol elini palaskasına koydu ve Mete’ye bakarken burnundan bir soluk verdi. Çenesinin gerildiğini fark ettiğimde bakışları bana çevrildi.

“Boduroğlu, timi topla ve kışlaya dön. Askeriyede hazır ol da bekleyip benden haber bekleyin.”

Esas duruşa geçip çenemi dikleştirdim. “Emredersiniz komutanım.”

Alparslan albay, Caner’in koluna girip uzaklaşmaya başladığında bana şaşkınca bakan bir çift gözün radarına girdim. Mete’ye elimi uzattığım sırada biraz önce vurduğu yere ve gözlerime bakıp duruyordu. Dudaklarıma kurnaz bir gülümseme yerleştirip dudaklarımı araladım.

“Ben, Asena Gündüz.” Bakışları değişti ve dudakları aralandı ama hiçbir şey söyleyemeden kapandı. Dudaklarımdaki kurnaz gülümseme yavaşça kaybolduğunda elimi indirdim. Zihnimde bir oda kurdum ve onu oraya yerleştirdim. “Her hatanın bir bedeli vardır ve sen bugün bütün bedellerin altında kalacaksın M.M.Ç.”

-

 

BÖLÜM SONU

BÖLÜM SONU MEDYALARI

Instagram: _jupiterdebirokur

Tiktok: jr.napolita

X: sultanakr9

Wattpad: sultanakr

Huh... Uzun bir bölüm sonundan merhabalar efenim. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Evet, bu bölümümüzde artık taşlar yerine oturdu ve herkes Güvercin'inin kim olduğunu öğrendi. Özellikle de Mete'nin şaşkınlığını bir sonraki bölümde okurken aslında her şeyin 8. Bölümde anlaşılacağını şimdiden bir spoi vereyim. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı belirtmeyi unutmayın, yorumlarınızı severek ve bütün kalbimle okuyorum.

 

Koyduğum son noktada görüşmek üzere.

 

Sultan Çakır

 

on beş eylül iki bin yirmi dört.

 

Loading...
0%