Yeni Üyelik
20.
Bölüm

XV - KIRILMA NOKTASI

@sultanakr

Merhabalar, yine ve yine ben. Aşağıda sizi bekliyorum, buluşalım.

Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.

Bölüm Şarkıları;

Agora Meyhanesi, Muazzez Ersoy

Ta Uzak Yollardan, Nilüfer

Haykıracak Nefesim, Ajda Pekkan

 

 

🕊️

XV

16 Aralık 2021 / Şırnak

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

Ev.

Ev nedir?

Ait olduğun yer mi yoksa mutlu olduğun yer midir?

Sıcacık sofraların kurulduğu, sevdiklerimizin bir masanın etrafında toplandığı salon da evdir, dağın başında bir görevdeyken yerde oturup tim ile yemek yediğim yer de benim için bir evdir. Yumuşak yatağımda gözlerimi kapattığım, annemin saçımı okşayıp babamın da yorgun olmamı anlayıp postallarımı çıkarttığım yer de benim evimdir; biraz olsun gözlerimi dinlendirmek için uzandığım toprak da benim evimdir.

Benim evim ait olduğum yer değil, yanımdaki değer verdiklerimdir.

Onların olduğu her yer, zaten benim evimdir.

Gözlerimi açtığımda bir karanlık karşıladı beni. Gözlerimden ziyade ruhumun körlüğü. Zemin yok, gökyüzü yok ne bir ses ne bir yön… sadece içimi delip geçen bir boşluk hissi vardı. Üzerime çöküyor, beni yutuyor ve kendine çekiyordu. Her nefes alışım, ciğerlerime soluk yerine bir ağırlıktı.

Bir ses duyuyorum, kulaklarımın ardında. Yaşsız, zamansız, tarifi olmayan bir ağlayış sesi. İnce, boğuk ve çaresiz. Üzerine bin yıllık bir kederi giymiş gibi. Kalbimdeki tel kopuyor ve o sese doğru sürükleniyordum. Her adımda sanki taşlaşmış anılarla döşenmiş bir koridoru arşınlıyordum.

Adım attıkça yere çakılan, rüyalarımın taşlarından başka bir şey değil. Zaman ilerlemiyor ya da belki ben ilerleyemiyordum. Ses giderek artıyor, hıçkırıklar yankılanıyordu. Bir adım daha atıyorum, ayaklarım karanlığa batıyor ama siluetin şekli netleşiyordu.

Caner?

Omuzları bir fırtınanın ortasında dalgalar gibi titriyordu. Sırtı, bir dağ gibi çökmüştü. Arkası bana dönük ama yine de her şey yüzüme haykırıyordu: Bir pişmanlık, bir kayboluş, bir son… Ve sonra onu görüyordum. Caner’in ardında, yere oturmuş bir figür. Dizlerini kendine çekmiş, elleriyle başını kavramıştı. Tıpkı parçalanan bir heykel gibiydi. Onun adı zihnimde yankılanıyor ama dilime yansımıyordu. Hıçkırıkları, beni bir girdaba doğru çekiyordu.

İki kardeş.

Bir fırtına gibi birbirine dolanmış iki keder ve ben, onların ortasında, hiçbir şey yapmadan sadece izliyordum. Karanlık üzerime çökerken, ruhumun haykırışı rüyamın zindanında yankılandı ama kimse duymadı. Çünkü sesler burada yalnızdı.

Çünkü burada, umut ölüyordu.

“Gördüğün gibi, şu an kendisi uyuyor. Görüşemezsin.”

Zihnimde Alev’in sesini duyduğumda kapalı gözlerimi açtım ve ayakta dikilen Alev’i ve Lara’yı gördüm. Alev, yüzü gerilmiş bir şekilde Lara’dan bakışlarını çektiğinde uyandığımı gördü. Gözlerini devirdi ve yeniden Lara’ya baktı.

“Onu fazla yorma.”

Lara kafasını salladığında Alev, tekli koltuğa oturdu. Lara’da tam çaprazımdaki koltuğa oturduğunda ellerini önünde birleştirdi. Doğrulmaya çalışırken dişlerimi sıktım ve arkama doğru yaslandım. Sırtım arkamdaki yastığa değdiğinde rahat bir nefes verdim ve gözlerimi Lara’ya çevirdim.

“Hoş geldin Lara.” dediğimde Lara, kafasını eğdi ve burukça gülümsedi.

“Hoş buldum komutanım.”

Bakışları yüzümde gezindiğinde Alev’in sesini duydum.

“Lara’nın senden bir isteği varmış Eyşan. Umarım bunu duyduğunda sinir krizi geçirip üzerimize saldırmazsın.”

Alev’in dedikleriyle kaşlarım çatıldı ve Lara’daki bakışlarım sabit kaldı. Lara, gözlerini devirip bakışlarını yere eğdi. Derin bir nefes alıp ayağa kalktı.

“Kusura bakmayın, rahatsız ettim.” dedi ve arkasına döndü. Elimi kaldırıp dudaklarımı araladım.

“Ya, otur şuraya. Alev’in dediklerine bakma sen.”

Alev’in kıkırtısını duyduğumda sertçe ona baktım. Kafasını iki yana salladıktan sonra kollarını göğsünde bağladı ve Lara’yı izlemeye başladı.

“Lara buraya, Caner’i kurtarman için senden yardım istemeye gelmiş.”

Duyduklarımla kaşlarımın yukarıya kıvrılmasına engel olamazken Lara, kalktığı yere geri oturdu ve ellerini, benim ellerimin üzerine bıraktı.

“Eyşan, henüz beni tanımıyorsun ama ben seni çok iyi tanıyorum. Adın neredeyse tüm doğu bölgelerinde namını salmış gidiyor. Yaptıkların ve etrafa sağladığın güven, herkesin dilinde dolanıyor. Güvercin Timi’nin bir komutanı var diyerek lafa başlıyorlar görmen lazım. Kimsenin dilinden düşmeyen yüzbaşı, umarım bize de yardım eder.”

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldığımda Lara sözlerine devam etti.

“Yardımlarınla, güveninle insanları zor durumlardan çekip kurtarıyorsun. Ne olur Caner’i de kurtarmanın bir yolunu bul. O, bu yaptıklarının böyle olacağını bilmiyordu.”

“Neyden bahsediyorsun Allah aşkına. Eyşan’ın halini görmemiş gibi buraya gelmiş Caner’i kurtar diyor. Çıldıracağım!”

Alev’in bağıran sesini işittiğimde gözlerimi açtım ve ona baktım.

“Alev.”

Alev, sinirle bana baktığında kafamı iki yana sallayıp Lara’ya geri döndüm.

“Halimi görüyorsun, sana nasıl yardımcı olmamı bekliyorsun?”

“Kafayı yemişsin Eyşan. Harbiden diyorum bak. Bir de istersen git yardım et?”

Alev, cümlem bittiği andan itibaren ayağa kalkmış ve bana hayretle bakıyordu. Gözlerimi devirip sinirle Alev’e baktım.

“Sen bu işe karışma.”

Alev, bir ayağını sertçe yere vurdu ve açık mutfağa doğru yürüdü. Ellerini tezgâha yaslayıp beklemeye başladığında gözlerimi ondan çekip Lara’ya baktım.

“Ne diyordum, he, sana nasıl bir yardımda bulunmamı istiyorsun?” diye yeniden sorduğumda Lara, omuzlarını düşürdü.

“Yarın Caner ve Mezarcı’yı sorguya çekecekler. Mezarcı umurumda bile değil ama Caner’in hakkında verilecek kararı öğrendim. 1 ay 19 gün silah bıraktırma ve belki o süreç boyunca askeriyeden uzaklaştırma verecekler. Eyşan, o çok değerli bir asker, tıpkı senin gibi, zorluklarla geldiği bir konum var.”

Kaşlarım çatıldığında elini cebine soktu ve bir kağıt parçası çıkarttı. Kağıdı bana uzattığında elinden aldım ve gözlerimi yazılarda gezdirdim.

25 Aralık 1993, Doğum Yeri: İzmir.

Alparslan Oğlu, Caner Cenk Çakır.

Milli Savunma Üniversitesi, Sınıf Birinciliği

Milli Savunma Üniversitesi, Bölüm Birinciliği

Milli Savunma Üniversitesi, Okul Beşinciliği

İlk Görev Yeri: Şırnak - Kazanılan Rütbe: Teğmen

İlk Operasyon: Cudi

Görev Yeri: Mardin - Kazanılan Rütbe: Asteğmen

Görev Yeri: Hakkari - Kazanılan Rütbe: Üsteğmen

“Bu okudukların yalnızca bir başlangıç sayfasıydı. Yüzden fazla görevde rol almış bir askerin neden yok oluşunu izlemek zorunda kalacağız? Annesi şehit olmuş, kendini vatanına adamış bir asker olduğunu da unutmamak gerekir.”

Elimdeki kağıdı, bir anda Lara’ya uzattım.

“Bilmediğin bir şey var yüzbaşı. Bende ailemi kaybettim ama gidip de birisi bana söyledi diye yüzbaşımı vurmak istemedim. Koşullar ne olursa olsun, vurmadım.”

Lara, elindeki kağıtla öylece bana baktığında kafamı iki yana salladım.

“Bu konuda bir şey yapamam.”

Lara’nın başı yere eğildiğinde oturduğu yerden ayağa kalktı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Uyanmadan hemen önce gördüğüm rüya zihnime düştüğünde Mete’nin hıçkırıkları ruhumda yankılanmaya başladı. Onun evi Caner’di. Annesinden kalan, babasından sonra son varlığı. Caner’in hatalarından dolayı bana yapılanlara bile gönlü el vermemişken, yüzüme doya doya bakmayıp bu evden çıktığında zaten içime düşmüş bir kor vardı. Bu kor kalbimin etrafını sarmışken ben nasıl olurda Mete’yi bu durumda yalnız bırakabilirdim ki?

Bir gün her şey bittiğinde; kalbindeki korkunun yerini, yalnızca benim sevgim dolduracak.

Mete’ye söylediğim cümle kulağımda yükseldiğinde derin bir nefes aldım ve Lara’ya baktım. O sevgiyi artık doyasıya yaşamak istiyor ve bu durumların içinden bir nebze onu kurtarmak istiyordum.

“Ama yapabilecek birini tanıyorum.”

Lara, elini koyduğu kapı kulpundan bana baktığında bakışlarım Alev’i buldu. Alev, elini yasladığı tezgâhtan ayrılıp ellerini havaya kaldırdı.

“Aman ne güzel(!)” dedi ve yanımdaki koltuğa ilerleyip oturdu. Kollarını göğsünde bağladığında Lara, yine kalktığı koltuğa geri döndü ve dikkatlice bana baktı. Oturduğum yerde ayaklarımı koltuktan aşağıya sarkıttım ve sırtımı arkama yasladım. Boğazımı temizleyip bende kollarımı göğsümde bağladım.

“Bu işi sen başaracaksın Lara.” dediğimde Lara, kaşlarını çattı ve omuzlarını yukarıya çekti.

“Ben ne yapabilirim ki?” diye sorduğunda kafamı salladım ve kaşlarımla cebine koyduğu kağıdı gösterdim.

“Öncelikle o kağıda herkes erişemez ki o kağıda erişebilmen için ya yüzbaşı olman gerek ya da bir istihbaratçı. Caner’i büyük ihtimalle iki komutanı olduğundan dolayı ve Alparslan albayın izni olmadan sizinle birlikte operasyona gittiği için işlem başlatacaklar.”

Lara, kafasını salladı.

“Alparslan albayın hükmünün olmadığı bir belge lazım.”

Kafamı iki yana salladım.

“Hatırlatırım ki Caner, sizinle birlikte oraya gitti. Yani yüzbaşı olarak bir şeyler yapman gerek.” dediğimde gözleri parıldadı.

“O zaman Caner’i bizim timdeymiş gibi göstereceğiz?”

Kafamı yeniden iki yana salladım.

“Hayır.”

Lara, bana kafası karışmışçasına baktığında gözlerimi devirdim ve derin bir nefes aldım.

“Hakkari sınırında esir aldığınız günü hatırlıyor musun?”

Kafasını salladığında devam ettim.

“İşte o gün Caner ve Mete meyhaneye gitmişler. Aslında sizin yanınıza gelecekken onları da çağırmıştım ama ulaşamadık. O yüzden onların o gün meyhanede olduğuna dair bir belgeli kanıt gerek. Ardından Caner’in sizin timinizde olduğuna dair bir kanıt daha göstermemiz gerekli.”

Lara’nın kaşları çatıldı ama ona rağmen kafası belirsizlikle sallandı.

“Time aldırmak kolay ama meyhane meselesini nasıl halledebileceğiz bilmiyorum?”

Dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu.

“Aldığım her kararın ardında bir iz bırakırım ben. O gün Osman, patlamada yaralanıp hastaneye kaldırıldıktan sonra, Mete ve Caner’in yanında Mezarcı ve Alparslan Çakır vardı. Onları timimde istemediğimi belirttikten sonra askeriyeye gittik ama ben dediklerimin arkasında durdum. Caner’i ve Mete’yi aslında ben o gün timden atılmasını istediğim için iki tane dilekçe hazırladım ama sunmadım.”

Lara’nın dudakları şaşkınlıkla aralanırken çenemi dikleştirdim.

“Bize o günden itibaren Caner’in dilekçesini kabul ettirecek ve sistemde Akça Timi’nde bir teğmen olarak görev yaptığını bildiren evrak lazım.”

“Ama Caner, kıdemli üsteğmen değil mi?” diye sorduğunda Lara, elimi kaldırıp onu durdurdum.

“Bu da onun cezası olsun.”

 

17 Aralık 2021

Sorgudan Yarım Saat Önce

Lara’nın Alev ile beni aldırması için gönderdiği araca bindiğimde dişlerimin arasından bir soluk çektim. Alev’in yaptığım hareketleri kınayan bir şekilde bana baktığını fark ettiğimde kafasını iki yana salladı.

“Ne zaman vazgeçeceksin?” diye sorduğunda omzumu silktim. “Bilmem.” diye cevapladığımda önüne döndü ve bakışlarını pencereye çevirdi. Derin bir nefes almaya çalışıp bende bakışlarımı cama çevirdim. Lara, benimle konuştuktan sonra hemen yanımda alay komutanıyla konuşmuş ve Caner’i kendi bünyesine aldırmayı başarmıştı. Caner, şu andan itibaren hatta 19 Ekim 2021 tarihinden beri Akça Timi’nde görünecekti. Yaptırımlarının olacağını biliyordum ama en azından Mete’nin Caner için üzülmesini biraz hafifletebilirdim.

Ama ayrı kalacaklar?

İç sesime dediğinden dolayı okkalı bir tokat savurasım gelmişti. Onlar ayrı kalacaklardı, bunu bende biliyordum ama en azından hatalarından dolayı dosyasında bir sicil olmayacaktı.

Keşke zamanında Mete içinde aynısı yapılsaydı.

Sıkıntıyla iç çektim. Evet, Mete’nin de hatalarının sonuçlarını gösteren dosyaları vardı ama Caner ile arasındaki bütün fark Mete’nin hatalarının bedelini ödemiş olmasıydı.

Düşüncelerimin arasında araç durduğunda arabadan ağırca indim ve bakışlarımı askeriyeye çevirdim. Cebimde titreyen telefonu çıkartıp ekrana baktığımda Lara’dan bir mesaj geldiğini gördüm.

Dosya, masanın sol çekmecesinde. Herkes toplantı odasında ve Mete yüzbaşı da burada.

Telefonu cebime sokuştururken Alev ile binaya girdik. Hızlı adımlarla odama ilerlediğim sıra Alev, önüme geçti ve kapıyı açtı. Seri hareketler masamın önüne ulaştım ve dosyayı, masanın sol çekmecesinden aldım.

“Ne yazmış?” diye sorguladı, Alev. Dosyayı aralayıp bakışlarımı gezdirirken Alev’de dosyaya doğru eğildi. Caner’in 18 Ekim 2021’de meyhanede olduğunun kanıtlarını bulmuş, onun için yazdığım dilekçeyi eklemiş ve en sonunda Hakkari’den gelen tayini dosyaya zımbalamıştı. Derin bir nefes vererek Alev’e baktığımda Alev, saatine bakıp dudaklarını araladı.

“Toplantı salonuna gidelim. Lara, birazdan Caner’in kararını açıklayacaklarını yazmış.”

Kafamı salladım ve hızlı adımlarla odadan ayrıldım. Sola doğru yürüyüp elimdeki dosyanın ağırlığıyla yüzleşmeye çalışıyordum. Üzülmek yok, ağlamak yok, korkmak yok, anlayış yok. Sadece ve sadece o var.

Her şey Mete için.

Her şey Mete için.

Her şey Mete için.

Adımlarımı toplantı salonunun kapısı önünde duraklattığımda kapıyı sertçe açtım. Dikkatlerini bozmak için aralı kapıyı ittirdim ve ağır adımlarla içeriye girdim. Herkesin arkasını dönüp bana baktığını görüyordum ama gözlerim sadece tek bir kişiye, İstihbarat Başkanı Hakan Koral’a odaklıydı.

“Komutanım?”

Kubilay ve Deniz’in sesini duysam bile onlara bakmamak için yemin ettim ve İstihbarat Başkanı Hakan Koral’a elimdeki dosyayı verdim. Çatık kaşlarıyla elindeki dosyaları yanındaki masanın üzerine koydu ve benim uzattığımı aldı.

“Bu nedir?” diye sorduğunda sessiz kaldım ama o çoktan dosyayı okumaya başlamıştı. Gözleri büyüyüp bir anda kafasını kaldırıp bana baktığında gülmemek için ifademi korumaya çalıştım.

“Emin misin yüzbaşı? Bu yaptırımlarının sonuçları geçersiz sayılırsa bedeli ağır olur.” dedi.

Hayır demek istedim ama çenem bana inat başımı dikleştirmeme neden olduğunda Hakan Koral’ın kaşları havaya yükseldi. Göz bebeklerinde bunu beklemediği aşikâr bir şekilde şaşkınlık barındırmaya başlamıştı.

“Eminim başkanım.”

Dudaklarını yalayıp Caner’e baktı.

“Özel Birlikler askeri, Güvercin Timi’nden Kıdemli Üsteğmen Caner Cenk Çakır’ın;” dedi ve bakışlarını bana çevirdi.

“18 Ekim 2021 tarihinde, kanıtlanmış bir şekilde alkollü olduğu tespit edilip göreve götürülmemesi, Güvercin Timi komutanı Asena Eyşan Boduroğlu tarafından yine 18 Ekim 2021 tarihinde, kanıtlı bir şekilde Akça Timi’ne kaydının geçirilmesi nedeniyle Şırnak Özel Birlikler Alayı komutanı Alparslan Çakır’ın bir hükmü olmadığı, Akça Timi’nin komutanı olan Yüzbaşı Lara Akman’ın vereceği ifadeler doğrultusunda verilecek cezanın yeniden düşünülmesi kararı verilmiştir.”

Söylediği cümlelere kafamı eğip kaldırdığımda dilimi dişlerimin ardında gezdirdim. İstihbarat Başkanı Hakan Koral, yanımdan geçip ayrıldığında Barkın, Mezarcı’nın koluna girip toplantı salonundan çıkmak için yürümeye başlamıştı. Kubilay, oturduğu yerden hızla koşup yanıma geldiğinde kaşlarımı çattım.

“Komutanım, yani Caner üsteğmenimiz artık ihraç edilmeyecek ya da ceza almayacak mı?” diye sorduğunda bakışlarımı Caner’e çevirdim. Gözleri parıl parıl parlıyordu. Mete ile gülüşmelerimiz kulaklarımda yankılandığında ruhumun derinliklerine inmeye başladım. Onun benim için önüme atladığı yeniden ve yine ruhumda yara açtığında sinirle ona bakmaya başladım. Gözlerindeki parıltı yavaşça solduğunda gözlerimin önünde, Mete’nin dizlerimin yanında ağladığı sahne düştü.

Kabuslarımın koruyucusunu korumak istedim.

Sıra bendeydi.

O beni yeterince korumuş, kollamak istemiş ve derinlemesine sevmişti.

Bakışlarımı Caner’in gözlerinden çekip Güvercin Timi’ne baktım. Hepsinin gözlerinde birer umudun kırıkları dolaşıyordu ama umut, benim rüyamdaki ağlayan ikizin hıçkırıklarında kalmıştı.

“Caner, senin üsteğmenin değil, Kubilay.” dedim ve en sonunda bakışlarım Mete’yi buldu. Yüzündeki ifadesizlikle bana bakıyordu ama gözleri birçok şeyi söylemek istiyor gibiydi. Mavilerindeki suyun berraklığı içime huzur verirken ellerimi arkada bağladım ve bakışlarımı Alparslan albaya çektim. Sert çehresiyle bana bakan albay, yaşlanmış bir çınarın yaprak dökümüydü.

“Akça Timi Askeri Caner Cenk Çakır, şu andan itibaren Akça Timi’nde Teğmen ve hiçbir zaman rütbe yükseltemeyecek.”

Alparslan albayın bakışları yere çevrildiğinde kaşları çatıldı ve ayağa kalktı. Kimseye bakmadan toplantı salonunu terk ettiğinde derin bir nefes aldım ve Lara’ya döndüm. Lara, karşımda elleri yanında durduğunda çenemi dikleştirdim.

“Ekibin bundan sonra senin kontrol altında olsun Lara, burada olduğunuz süre boyunca kimseden söz duymak istemiyorum.”

Sağ ayağını sertçe sol ayağının yanına vurdu.

“Emredersiniz.”

Kafamı ağırca eğip kaldırdım ve nefes almaya çalıştım ama almak istediğim nefes bir bıçak misali ciğerlerime saplanmıştım. Dudaklarımdan dökülmek üzere olan inlemeyi son anda tutup yüzümü yere eğdim ve toplantı odasının kapısına doğru hızla yürümeye başladım. Bir elim kaburgalarımın üzerine yaslanırken onları oradan tutup çıkartmak istedim. Çok canım acıyordu ve dayanılmazdı.

Toplantı odasından çıktığımda arkamdan gelen timin sesini işitiyordum. Sağ elimle duvardan destek alarak yürümeye devam ettiğimde burnumdan akan sıvı dudaklarımın üzerindeki ‘Sus’ çukuruna doldu. Gözlerimin önünde doluşan siyah noktacıkların arasından bir ses kulaklarıma doldu.

“Artık bana bakar mısın!”

Mete’nin bağırışıyla arkamı döndüm ve uzakta beni bekleyen Mete’yi ve Güvercin Timi’ni gördüm.

“Eyşan?”

“Komutanım!”

Gözlerim kapanmadan önce son gördüğüm, bedenim geriye devrilirken beni havada yakalayan Mete ve Caner olmuştu.

 

Mete Mert Çakır, Ağzından

Hatalar, yalnızca yaptırımları olan sonuçlar içindir. Önemli olan hataların ne olduğu değil ne için göze alındığıdır. ‘Hatalar beldeki fıtığa benzer evlat. Doğrulmaya çalışırsın ama sinir hep oradadır.’ derdi babam. Haklıydı ama bu, bile isteye hepimizi birçok hataya sürüklemiş olduğunu değiştirmezdi.

Caner, en büyük hatayı bana yapmıştı ama yine her şeyin bedelini Eyşan sırtlamıştı.

Toplantı salonundan bir anda çıkıp giderken Caner’in kolundan tuttum ve sürüklemeye başladım. Eyşan’a söyleyecek ve bu durumu iptal ettirmesini sağlayacaktım. Caner, ne olursa olsun bedellerinden kaçamayacaktı. Peşimizden gelen Güvercin Timi’ne rağmen onların önünde yerimizi almış ve elini duvara yaslayarak yürüyen kadına yetişmeye çalışıyordum.

“Artık bana bakar mısın!” diye bağırdığımda sesim, askeriyenin duvarlarında yankısını buldu. Eyşan, ağırca bize doğru döndüğünde dudaklarımdan bağımsız bir kelime döküldü.

“Eyşan?”

Elim Caner’in kolundan kayıp düşerken geriye doğru devrilen kadına adımladım. Sırtı yere değmeden havada sarmaladığım kadının bir kolundan da Caner tutmuş, destek olmaya çalışıyordu. Kaşlarımı çattım ve Eyşan’ı kucağıma alıp sıhhiyeye doğru hızla yürüdüm.

“Burnu kanıyor, değil mi?” diye sorduğunda Osman, dişlerimi birbirine bastırdım. Sıhhiye alanına girdiğimde Eyşan ve benimle ilgilenen doktor hızla oturduğu yerden kalktı.

“Ne oldu?”

Tam ağzımı aralamıştım ki Osman, benden hızlı davrandı.

“Burnu kanadı ve bayıldı.”

Eyşan’ı sedyenin üzerine yatırıp doğrulduğumda sıhhiye doktoru, önlüğünün cebindeki kalem feneri alıp Eyşan’ın gözlerine doğrulttu.

“Birol, 120 mg/mL, Emgality getirir misin?”

Birol dediği yanındaki yardımcısı elinde bir iğne ile bize döndüğünde kaşlarımı çattım ve sıhhiye doktorunun kolunu yakaladım.

“Ne iğnesi vuracaksın?” diye sinirle soluğumda kolunu sakince kendine çekti ve Osman’a baktı. Osman, ağırca bana yürüdü ve omzuma dokundu.

“Dışarıda konuşalım, gel.” deyip eliyle çıkışı gösterdi. Bakışlarım Eyşan’a kaydığında burnundan akan sıvının kuruduğunu fark ettim. Doktor, karnını açıp iğneyi vurmaya başladığında gözlerimi kıstım ve arkama onlara dönüp yürüdüm. Eyşan, neden bayılıyordu?

Bu iki olmuştu.

Burnundan kan akarak bayılması iki olmuştu!

Hızımı alamayıp askeriye binasından çıktım ve titreyen ellerimle sigaramı bulmak için ceplerimi yokladım. Sinirle ayağımı yere vurup göz kapaklarımın gözlerimin üzerine devrilmesine izin verdim. Yanımda birinin çakmak çaktığını işittiğimde gözlerimi ağırca araladım ve karşımda, bana sigara uzatan Osman’ı gördüm. Elindeki sigara dalını sertçe çekip dudaklarıma yasladım. Osman, uzanıp sigaramı yaktığında öfkeli bir nefes çektim.

“İşte sana bu yüzden bir şey söylenmedi, Mete.”

Gözlerimi devirip Osman’a baktım.

“Bana edebiyat yapma Osman.”

Osman, dediklerime karşılık olarak kafasını iki yana salladı.

“Edebiyat yapmıyorum. Gerçekleri görmeni sağlıyorum.”

Parmaklarımın arasındaki sigarayla birlikte içeriyi gösterdim.

“Benim gördüğüm tek gerçek şu an içeride yatıyor ve ben ne olduğunu bilmiyorum. Hani; ‘Mete biz senin Eyşan hakkında ne hissettiğini biliyoruz.’ diyorsunuz ya, BOK BİLİYORSUNUZ!”

Son cümlelerimde Osman’ın yüzüne karşı kükrediğimde yanımızdan geçen birkaç asker bize bakmıştı.

“Ne bakıyorsunuz lan!”

İki asker, koşar adım yanımızdan ayrıldıklarında Osman’ın dudaklarında bir tebessüm oluştu. Çatık kaşlarımla ona bakmaya devam ederken kafasını iki yana salladı.

“Hayırdır ne gülüyorsun? Karşında ayı gösteri mi yapıyor?”

Osman, dediğim şeye onaylayarak baktığında gözlerimi devirdim.

“Buradan bakıldığında evet. Sonuç olarak ayı gibi bir cüssen var.”

Bedenimi Osman’ın çaprazına döndürüp sigaradan bir nefes daha çektim. “Sizin bir bok bildiğiniz yok. Ölüyorum amına koyayım, ona bir şey olacak diye ödüm patlıyor, öbür yandan Caner’in ağzını burnunu kırasım var ama yapamıyorum, Eyşan’ın yanına gitmek istiyorum yüzünü gördüğümde kendimden utanıyorum, yerin dibine giriyorum.”

Osman’ın dudaklarındaki tebessüm yavaş bir şekilde solmuştu. Gözlerinde belirsiz bir duygu oluşurken kafası sola doğru eğildi. Elimdeki sigaradan son bir nefes çekip ilk defa yere attım ve ayaklarımın altına alıp çiğnedim. Osman’ın bakışları bir yanımda duran küllüğe bir de bana kaydığında dişlerimi sıktım.

“Eyşan, Caner’in yaptığı şeye rağmen gidip onu kurtarmak için bu kadar çaba sarf ederken benim onun yanında olamam o kadar koyuyor ki Osman, sana bunu anlatamamak çok zor. Şeytan diyor ki ‘Yak rütbeleri, koy silahı Alparslan Çakır’ın önüne de ki; çek vur. Bitsin her şey, sevdam da dahil olmak üzere her şey, kalbimde kalsın.’ ama onu bile yapamayacak kadar korkağım.”

Sesim sonlara doğru titrediğinde gözlerimi Osman’ın gözlerinde tutmaya devam ettim.

“Çok mu sevdin onu Mete?” diye sorduğunda kafamı iki yana salladım.

Sevmek neydi?

Bir fotoğraftan bakılan yüze duyulan merak mı yoksa o fotoğrafın uğruna yenilmiş dayak mı?

Anneme sarılan son kadın oluşu muydu yoksa annemin rüyalarımda bana emanet bıraktığı kadın mıydı?

“Annem, şehit olmadan bir gün önce eve küçük bir kız çocuğu getirdi Osman. Masalar kuruldu, iki kadın ve iki adam o masada yemek yerken o kız çocuğu benimle oynamak için yanıma geldi. Caner’den başka oyun arkadaşım olmamıştı ki zaten ailem de o zamanlar beni kimseyle konuşturmuyordu. İşte o gün o küçük kız oynadığımız oyunda bana bir hediye verdi.”

Elim, boynuma uzanırken oradaki idam urganımı çektim ve dışarıya çıkarttım. Avuçlarımın arasındaki ölüm fermanım Osman’ın gözlerinin önüne serildiğinde kaşları yukarıya doğru kıvrıldı.

“Bu Eyşan’ın değil mi?”

“İşte o gün bunu bana o küçük kız verdi.”

Bakışlarım ağırca avcumun içindeki düğmeye baktım.

Karşımdaki küçük kız, üzerindeki asker kıyafetiyle bana bakıp gülümsüyordu. Dişindeki çürükler ve yanağının bir köşesindeki gamzesi, şaşkın ve büyümüş mavi gözlerimin önüne serilmişti.

“Adın ne?”

Oynadığım tankın önünde durdu ve bana yukarıdan bakmaya devam etti. Elini uzatıp çürük dişlerini daha çok bana göstermek için eğildi.

“Benim ki Eyşan, şenin ne?”

Dudaklarımı öne doğru uzattım ve bakışlarımı oynadığım tanka indirdim.

“Şana emyediyorum, adın ne aşkey?”

Aklıma babamın yüzüne getirip sert olmaya çalıştım ama yüzüm nasıl bir şekle girdiyse karşımdaki kız gülme krizine girmişti. Eliyle karnını tuttu ve yere çöktü.

“Daha kajlarını bile çatamıyosun, salak.”

İyice sinirlenmiştim. Önümdeki tankı kenara savurup ayağa kalktığımda kulağımdan yakaladı ve beni kendine doğru çekti.

“Aa! Kulağımı bırak.”

Elim kulağımı tutan eline gittiğinde yavaşça kıkırdadı ve elini çekti. Elim hâlâ elinden çekilmemişti.

“Özüy dileyim.” dediğinde dolmuş gözlerini gördüm. Gözlerimi kırpıştırıp elimi elinden yavaşça çektim. Kollarımı göğsümde bağlayıp ona suratımı çevirdiğimde ellerini karnıma doğru uzattı.

“Gıdı gıdı gıdım beni affet bakalıııım!” deyip tikim var mı diye ellerini karnımın yanında gezdirdi ama ben öylece durmaya devam ediyordum.

“Aa! Siki yokmuş.”

Şaşkınca ona baktım ve elimi hafifçe ağzına vurdum.

“Terbiyesiz.”

Gözleri dolmaya başladığında yere çöktü ve kollarını dizlerinin etrafına sardı. Dudaklarının arasından birkaç hıçkırık döküldüğünde üzgünce yere çöktüm.

“Ağlama, askerler ağlamaz.”

Dediğim cümle içerisinden bir tek sözcüğü çekti ve büyülenmişçesine bana baktı.

“Ben aşker miyim?” diye sordu.

Kafamı salladığımda ellerini çırptı ve beni ittirerek ayağa kalktı. Kaçıncı kez şaşkınlık yaşıyordum bilmiyordum ama yaptığı şeyi fark ettiğinde gülmesini durdurdu ve elini bana uzattı. Elinden destek aldığımda gözleri kısıldı ve yeniden çürük dişlerini bana gösterdi.

“Aytık adını bana şöyleyecek mişin?” dediğinde gözlerimi kırpıştırdım.

“Mete, adım Mete.”

Gözlerini o da kırpıştırdı ve derin bir nefes aldı.

“Şevdim şeni Mete.” dedi ve üzerindeki düğmeleri gösterdi.

“En üştünde babam, onun altında annem vay.”

Sol kolundaki düğmeyi gösterdi.

“Onu Oşman’a vericem.”

Sağ kolundaki düğmeyi söktü ve bana uzattı.

“Al, şen aytık Eyşan Bojuyoğlu’nun aşkeyişin.”

Zihnime dökülmüş anıdan ayrılırken dudaklarıma, buruk bir tebessüm kırıntıları kazınmıştı. Osman, kafasını sola doğru çevirdi ve kıkırtısını tutamadı.

“Kendisi gıdıklamayı çok severdi. Tiki olmayanlara da.” Elimi kaldırıp onu durdurdum. Gözlerim utançla kapanırken bunları Eyşan’ın hatırlamadığı için seviniyordum.

“Sus, sus biliyorum.”

Osman’ın boğazındaki kıkırtısı dudaklarından kaçtığında gözlerimi devirdim ve avucumdaki düğmeyi kıyafetimin içine bırakıp güldüm ama sonra Eyşan’ın durumu aklıma geldiğinde sakince gülümsememi yitirdim. Osman’da aynı benimle durakladığında yüzünde bir ciddiyet hakimiyet kurdu.

“Eyşan, İdlib’de zor şeyler yaşamış. Bilekleri çatlak ve kaburgasında iki kırık var. Sıhhiye doktoru Ümit, uzun süre kafasına darbe almış olduğunu, bunun da migren hastalığını tetiklemiş olduğunu düşünüyor. Ve.”

Osman’ın dedikleriyle ayakta durmam zorlaşırken elimi koyacak bir yer aradım ama elim boşluğa düştü. Osman, elini dirseğime koydu ve dengede kalmamı sağladı.

“Ve?” dediğimde bakışları gözlerimi buldu. Bir süre bir şey demeden öylece baktı. Gözlerinin önünde küçüldüğümü fark ettim. Her nefes alışverişimde daha çok solduğumu ve beyazlaştığımı gördüm gözlerinde.

“Nefesini.” dedi ve bakışlarını gözlerimden kaçırdı. “Boğmaya çalışmışlar.”

Aralanmış dudaklarımda kalan nefes asla ciğerlerime inmedi, boğazımda takıldı. Kulaklarımda yoğun bir uğultu oluşurken bakışlarım Osman’ın gözlerinden çevreme kaydı. Adımlarım sarsakça geriye gittiğinde dirseğimi Osman’dan kurtardım. Yavaşça elim vurulduğum kalbimin üzerine yaslanırken buradan kaçıp gitmek istedim. Osman’a arkamı dönüp askeriyenin çıkışına yürümek istedim ama niye ve nereye gideceğimi bilmiyordum.

“Sikeyim.”

Ciğerlerim, boğazımdan akıp giden hava ile daha fazlasını isterken Eyşan’ı düşündüm. Kaç saniye debelenmişti nefes almak için? Kaç saniye boğmuşlardı Eyşan’ı?

“Mete, bunları sana bir delilik yapman için değil, Eyşan’ın yanında olman için anlatıyorum. O gün aslında senin askeriyeye geri dönmen bile hataydı. Yanında durup ona yoldaş olman gerekliydi.”

Osman’ın dedikleriyle başımı ağırca salladım. Lanet düşüncelerimin köküne zehir atmak istiyordum. Onu nasıl o hâlde bıraktığımı bile düşünmeyecek kadar aptaldım. Osman, iki elini omzunun yanına koydu ve yüzüne bakmamı sağladı.

“Mete, bundan öncesi değil sonralarda ne yapacağın önemli. O yüzden aklını başını topla, güçlü ol ve Eyşan’a en büyük destekçisisin yanında olduğunu hissettir.” dedi ve parmaklarının ucundaki sigarayı küllüğe bastırıp yere attığım izmariti aldı.

“Ayrıca, yerlere çöp atılmaz yüzbaşı.”

Gözlerimi devirip avucumu açtığımda Osman, izmariti elime bıraktı. Yanımdaki küllüğün içine bıraktığımda binaya yöneldim. Bütün herkesin dışarıda sıhhiye doktoru ile konuştuğunu fark ettiğimde adımlarımı hızlandırıp konuşmalara yetiştim. Doktor beni görünce sustu ama ardından Güvercin Timi’ne dönerek devam etti.

“Kesinlikle ve kesinlikle komutanınızın dinlenmesi gerekiyor. Onu düşüncelerle meşgul etmeyecek, canı sıkılmayacak veya strese girmeyecek yere gitmesi gerekli, aksi takdirde migren ilacının dozajını artırmak zorunda kalabiliriz. Unutmayın ki migren hastalığının bir ilacı olsa dahi bu onun iyileşeceği anlamına gelmez. Artık kronik olarak başı ağrıyacak. O yüzden ne kadar az sinirlenirse onun için daha iyi olacak.”

Bunun için elimden gerekiyorsa yapmaya hazırdım. Doktor yanımızdan gittiğinde kapı açıldı ve Eyşan, odadan çıktı. Kubilay ve Deniz korkulu gözlerle Eyşan’a bakarken derin bir nefes alıp bakışlarımı gözlerinde tuttum. Bakışları beni bulduğunda ağır adımlarla yanıma geldi.

“Beni eve götürür müsün?”

Hızla kafamı salladım ve Osman’a baktım. Eli omzuma konduğunda kafasını eğip kaldırdı.

“Siz gidin komutanım, ben Alparslan albayıma bilgi geçerim. Bir de Alev, benimle gelir misin?” Alev, meraklı gözlerle Osman’ı takip ettiğinde Eyşan’ın koluna girdim. Güvercin Timi’ni gerimizde bırakıp binanın dışına çıktığımızda araçların olduğu yeri işaret ettim.

“Arabam orada.” deyip yürümesine yardımcı olduğumda ilerledi. Aracın önünde durduğumuzda kilidi açıp binmesini bekledim. Ön koltuğa oturduğunda koşar adım şoför koltuğuna geçtim ve aracı çalıştırdım. Tabandaki ayağımı gazın üstüne koydum ve askeriyeden çıktık. Sessiz sedasız yolculuktan sonra arabayı hemen kapının yanına park ettiğimde Eyşan’ın eli kapı kulpuna uzandı ve arabadan indi. Peşinden inip aracı kilitlediğimde şaşkınca bana baktı.

“Geri dönmeyecek misin?” diye sordu.

Kafamı iki yana salladığımda yüzünde belirsiz bir tebessüm oluşmuştu. Kuru toprakların biraz daha kendine geldiğini fark ettim. Sırtını bana dönüp önüme geçti ve ilerlemeye başladı. Peşinden usulca adımlarken yanımda olmasına rağmen düşüncelerimde de yerini koruyordu.

Kapının önüne vardığımızda kapıyı açtı ve içeriye girdi. Ayakkabılarını çıkartıp salona geçtiğinde peşinden ilerledim ve ayakkabılarımı çıkartıp koltuğa oturdum. Eyşan, yavaşça kendini koltuğa bıraktığında yanındaki pufu çekti ve ayaklarını uzattı. Dudaklarının arasından büyük bir nefes verdiğinde burukça gülümsedim.

“Yoruldun, değil mi?”

Bakışlarını bana çevirip yalnızca kafasını salladı. Hiçbir şey söylemeden yalnızca gözlerine baktığımda o topraklara biraz daha gömüldüm. Sol gözündeki renk yoğunluğu sağ gözündeki nazaran daha çoktu. Gözlerim yukarıya yükseldi. Kavisli kaşları kendini her kadına kıskandıracak kadar biçimliydi.

Dokunmaya kıyamadığım kahverengi, ipeği andıran saçları çoktan avuç içlerimi kaşındırmıştı. Küçük ama yüzüne uygun bir boyutta olan burnu biraz kızarmıştı. Gözlerim biraz daha aşağıya indiğinde dudaklarındaki tebessümü gördüm.

Vişne rengini andıran dudakları yutkunmama neden olduğunda ne ara ona bu kadar yaklaştığımı fark etmemiştim. Dudağının kenarındaki yara, her ne kadar sinirimi bozsa da bu kadının her haliyle nasıl beni büyülediğini yine ve yeniden sorgulamaya başladım.

“Mete.” dediğinde dudakları kıpırdamış ve onlara daha çok yaklaşmama neden olmuştu. Gözlerimi her ne kadar oradan çekmek istemesem de güçlükle yukarıya taşımış ve başlangıca döndüm. Büyümüş siyahlıklarıyla topraklarını benden saklarken derin bir nefes aldı.

“Caner için bana kızgın mısın?” diye sorduğunda kafamı iki yana salladım.

“Sana neden kızgın olayım?” diye sordum ama çatallanmış sesim afallamama neden olmuştu. Boğazımı temizledim ve kendimi biraz Eyşan’dan uzaklaştırdım fakat Eyşan, ayaklarını düzeltme bahanesiyle biraz yaklaştı. Yeniden gözlerime baktığında derin bir nefes verdim ve bakışlarımı ondan çektim.

“Caner’i korumak için yapmadığını biliyorum Eyşan.” dediğimde çenemi tuttu ve kendine çevirdi. İfadesiz bakışlarla ona baktım ama içimde kasılan duyguları asla bilmiyordu. Gözlerim benim istediğim dışında dudaklarına kaydığında yarasını izledim. Öpmek istiyordum ama olmazdı. Kendimi ondan biraz daha geri çektiğimde kaşları çatıldı ve dudakları küskünce öne doğru büzüldü.

“Niye öpmüyorsun?”

Gözlerimin şaşkınlıkla büyüdüğünü hissettiğimde hızla oturduğum yerden kalktım. Açık mutfağın tezgâhındaki sürahiye yürüdüm ve raftan bir bardak aldım. Ağzına kadar dolu iki bardak su içtim ve Eyşan’a baktım. Kalçalarım tezgâha yaslanırken kafamı iki yana salladım.

Bu kadın benim algılarımı yok ediyordu.

Bu kadın, beni var olduğum cennetten cehenneme sürüklüyordu.

Eyşan, kollarını göğsünde bağladığında gözlerimi kapattım ve yutkundum. Zaten dayanmam güçken bir de onun bu şekilde davranması iyice sınırlarımı zorluyordu. Göğsümde hissettiğim ellerle gözlerim sonuna kadar açılırken ellerim tezgâha sarıldı.

“Ey…Eyşan ne yapıyorsun ya?” deyip onu biraz ittirdiğimde yüzü düştü ve ellerini belinin iki yanına yasladı.

“Sen benim sevgilim değil misin oğlum?” dediğinde elimi kalbime götürmemek için kendimi zor tutmuştum ama zihnim yine kontrolü kendi eline alıp elimi, kalbimin üzerine yerleştirmişti.

“Senin benim canıma kastın mı var Eyşan?”

Eyşan, hiçbir şey yapmamış(!) gibi omuzlarını silktiğinde içli bir nefes aldım.

“Yoo, hiçte bile.”

Alt dudağımı sinirle dişlerimin arasına alıp sıktığımda ellerimi yumruk yaptım. Eyşan, benim ondan uzak durmamdan sıkılmışçasına ellerini indirdi ve gözlerini kıstı.

“Senin beni sevdiğinden şüpheliyim.” dedi ve bana sırtını çevirip koltuğa doğru yürümeye başladı. Ellerimi açıp ‘Ne?’ dememek için kendimi zor tuttum. Bir adımda yanına yaklaşıp kolundan kavradım ve kendime çevirdim. Yüzümü yüzüne yaklaştırdığımda gözlerinin içine baktım.

“Senin için ölüyorum anlasana be kadın.”

Gözlerinin içi titrediğinde dudaklarımı yavaşça yanağına bastırdım.

“Senin kokunu alabilmek için nefes alır.”

Dudaklarımı sağ yanağından sol yanağına kaydırdım.

“Senin kokunun olmadığı zamanlarda hayaline sığınırım.”

Dudaklarımı yanağından sürükleyerek gözlerinin yanına getirdim. Göz kapakları titreyerek kapandığında içli bir nefes çekti.

“Bu gözler bana baktığında yaşarım.”

Dudaklarımı, burnuna kaydırdım.

“Bu yüzü görmediğim her gün ölürüm.”

“Ama beni öpmedin?” diye sorduğunda hafifçe kıkırdadım ve geri ilerleterek koltuğa oturttum. Ellerimi koltuğun üzerine yaslayıp gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

“İyileştiğin gün.” dedim ve yanağımı yanağına yaslayıp nefesimi kulağına üfledim. “O gün benden kaçamayacaksın Eyşan.”

 

1 Hafta Sonra

Yazar Ağzından

Şırnak’ın semalarında yükselen güneş, Eyşan’ın uyuduğu yatağın üzerine vurduğunda Eyşan, yüzünü buruşturarak gözlerini güne araladı. Gözlerini birkaç kere kırpıştırdı ve yanındaki boşluğa elini savurdu. Kederli bir şekilde soluklandı ve yatakta yana doğru döndü. Dudaklarında hoş bir gülümseme ile yastığı izlemeye başladı.

Mete bir hafta onu hiç yalnız bırakmamış, gündüzleri askeriyeye gitmiş, akşamları Eyşan’a geri dönmüş, birlikte yemek yapmış, oyunlar oynamış, gecenin yarısında film izlemişlerdi. Keyiflice geçirdikleri günlerin ardında hızla iyileşmeye gayret etmiş ve sonuç olarak kaburgasında hafif sızılar kalmıştı. El bileklerinde bir desteğe ihtiyacı olmadığını öğrendiğinden beri mutluydu. Ayaklarına dolanan yorganı hızla savurdu ve yataktan kalktı.

Bugün mutluluğuna mutluluk katacak günlerden birini daha yaşayacaktı.

Askeriyeye, evine dönecekti.

Evi.

Değer verdikleriyle geçirdiği zamanların tümü.

Hızla gardırobunun kapaklarını açtı ve gülümseyerek bakışlarını kıyafetlerinde gezdirdi. Parmak uçları usulca kıyafetlerin üzerinde gezinirken durdu ve hâkî yeşili boğazlı bir kazağı tutup çekti. Altına da siyah bir pantolon giyip aynadaki görüntüsüne baktı. Uzayan saçlarını arkaya atıp düzeltti ve gözlerini kırpıştırdı.

Bu görüntüsünü sevmişti.

Oyalanmadı ve montunu giyip evden çıktı. Apartmandan ayrılıp köşe başını döndüğünde elleri ceplerinde yürümeye başladı. Askeriye, şükürler olsun ki, evine çok yakındı. Formunu kaybetmemiş olmasının yanı sıra kendini güçlendirmek için arada Mete ile antrenman da yapmıştı Eyşan. Aslında Eyşan değil, Mete yapmıştı. Şınav çekecekse sırtına Eyşan oturmuştu. Barfiks çekeceği zamanlarda ağırlık olarak Eyşan’ı kullanmıştı.

Eyşan, hoşuna giden anıların içine saplanmışken adımları askeriyenin avlusuna bastı. Sakin ama hızlı adımları ile yolu takip ederken ona her selam veren askere kafasını sallamadan geçmiyordu. Sayılan ve sevilen Eyşan, geri döndüğü için herkes mutluydu. Askeriyenin komuta merkezinde ise durum, biraz karışıktı.

“Ne demek yok?” Osman, Kubilay’a döndü ve sertçe bağırdı. Kubilay, korkuyla gözlerini Deniz’e çevirdiğinde elini havaya kaldırdı.

“Abiciğim.”

Osman, Deniz’i susturdu.

“Siktirtme abini!”

Deniz, Kubilay’a yalnızca omuzlarını silkti.

“Benden bu kadar badi.”

Osman, ikilinin diyaloğuna karşılık sinirlendi. O sırada açık kapının önünden geçen Eyşan durmuş ve onu hâlâ kimse fark etmemişti. İki dakikadan beri onları dinliyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Osman, birden elini havaya kaldırdığında gür sesi askeriyede yankılandı.

“BU ÇORABIN TEKİ NEREDE OĞLUM!”

Eyşan, gülmeye başladığında bütün gözler ona döndü. Osman, yerinde sakince dururken Kubilay ve Deniz koşup Eyşan’ın arkasına saklandılar.

“Komutanım, seni Allah mı gönderdi?” diye sordu, Kubilay ama Osman yine sinirlendi.

“Onu Allah mı gönderdi bilmiyorum ama seni en sonunda ben Allah’a göndereceğim. Oğlum, bu çorabın teki nerede?” deyip Kubilay’a doğru adımlamaya başladı. Eyşan, dudaklarından dökülen kahkahanın arasında Osman’ı durdurdu ve ellerini havaya kaldırdı.

“Dur be oğlum. Ne yapsın Kubilay senin – havayı kokladı ve yüzünü buruşturup burnunu kapattı- kokmuş çorabını.”

Osman, Eyşan’ın dediğinden sonra çorabı kokladı ve burnunu kapatıp çorabı Kubilay’a fırlattı. Çorap havalanıp Kubilay’ın kafasının üzerine düştüğünde öylece bekledi. Eyşan, çorabın durduğu yeri fark ettiğinde yeniden gülme krizine girdi ve elini karnının üzerine yasladı.

“Ay durun, valla durun ya, bismillah daha yeni geldim.” diye gülümseyerek isyan etti. Kubilay, kafasının üzerinden çorabını alırken Osman, ellerini birbirine sürttü ve Kubilay’a işaret parmağını salladı.

“Yarın bana git ve yeni çorap al. Mümkünse de giyme Kubilay!”

Kubilay kafasını salladığında çorabı Deniz’e uzattı. Deniz, çekinerek havayı kokladı ve öğürürcesine yana eğildi.

“Kusucam öğk.”

“Ne oluyor burada?”

Alparslan Çakır’ın cüssesi koğuşların önünde belirdiğinde Eyşan gözlerini çevirip sesin kaynağına baktı. Alparslan albay, Eyşan’ı gördüğünde hafifçe gülümsedi ve ellerini iki yana açtı. Eyşan, onun bu isteğine karşılık verip sarıldı, Alparslan Çakır’a.

“Hoş geldin kızım.”

Alparslan albay, onu babacan bir sevgiyle sarmaladığında Eyşan, kafasını sallayıp geri çekildi.

“Hoş buldum.”

Gözleri Osman’a çevrilirken burnu havayı kokladı ve burnunu kapattı.

“Oğlum, çok kötü kokmuş burası, açsanıza camı biraz hava alsın.”

Osman, Kubilay’ın ensesine vurup cama ittirdiğinde Kubilay, elindeki çorabı yatağının üzerine koyup pencereyi açtı.

“Belli şimdi neden koktuğu.” dediğinde Alparslan Çakır, yine gülüşmeler oldu koğuşta. Eyşan’ın içi ilk defa huzurla dolmuştu. ‘Bozulmasın.’ dedi içinden. ‘Ne olur bu mutluluğumuz bozulmasın.’

Alparslan Çakır, Eyşan’ın elindeki çantaya ve üzerine bakıp çenesini dikleştirdi.

“Yüzbaşı?”

Eyşan, anında ciddileşti. Bu ismi rütbeyi duymayı özlemişti. Albaya baktı ve dikkatle bekledi.

“Burası eğlence yeri değil, git, üzerini değiştir ve görev yerine dön.”

Eyşan, sol ayağını sertçe sağ ayağının yanına vurdu.

“Emredersiniz komutanım.”

Alparslan albay, bıyık altından güldü ve arkasını dönüp uzaklaştı. Eyşan, ardından gelen mırıldanmalara döndüğünde Osman’ın hâlâ Kubilay ile uğraştığını fark etti. Gözlerini devirdi ama yüzünde Munzur bir tebessüm gizliydi.

“Osman! Yeter artık uğraşma çocukla.”

Osman, Kubilay ile uğraşmaya devam ederken kafasını iki yana salladı ve çaprazdaki odaya ilerledi. Kapıyı açıp içeriye girdiğinde yatağın üzerinde uzanmış, kitap okuyan Alev’i gördü. Alev, Eyşan’ın geldiğini gördüğünde şaşırdı ama yüzüne bir ifadesizlik saklayarak yeniden kitap okumaya döndü. Eyşan, bunun sebebini iyi biliyordu ama önceliği üzerini değiştirmekti.

Dolaptan üniformasını alıp üzerindekilerle değiştirdiğinde bordo beresini, severek taktığı yıldızlarının altındaki boşluğa yerleştirdi ve Alev’in yatağına doğru adımladı. Bakışları okuduğu kitaba kaydığında dudaklarının kenarında buruk bir tebessüm oluştu.

Kız Kardeşler Arasında – Kristin Hannah

“Bazen sevgi, insanların alacakları kararlara güvenmek anlamına gelir. Yani susmak.” dedi. Yazarını ve kitabın ne olduğunu biliyordu. Kendisi birkaç kere okumuştu ama sevdiği için değil, Alev’in en sevdiği kitap bu olduğu içindi. Alev, yine çekmedi bakışlarını okuduğu yazılardan ama Eyşan’ın cümlesi onu bir saniyeliğine durdurmuştu.

“Başka insanlar adına karar veremezsin Claire, özellikle de seni seven insanlar adına?” dedi, Eyşan yeniden, okuduğu sayfaların aklında kalan bir cümlesini. “Ama onlar için fedakarlıkta bulunabilirsin. Aşkın anlamı bu değil mi?”

Alev, kaşlarını çattı ve Eyşan’a baktı.

“Bunun adına fedakârlık mı diyorsun? Ya Bobby bencillik derse? Eğer… daha kötü bir şey olursa onu önemli bir şeyden, zamandan alıkoymuş olacaksın.”

Eyşan, Alev’in ona kitaptan bir alıntıyla karşılık verdiğini gördüğünde yavaşça yatağın kenarına çöktü. Bedeni değil, omuzları da çökmüştü. Alev, Eyşan’ı böyle görünce derin bir nefes aldı. Kitabın arasına ayracı koyup kenara bıraktı.

“Gel buraya, aptal.”

Eyşan, dudaklarını bastırarak güldü ve Alev’e sarıldı. Alev, Eyşan’ın sırtını sıvazlarken aynısını Eyşan’da tekrarladı. Üzüntülerini, kederlerini, kırgınlıklarını, birbirine yaslandırdıkları kalplerine dağıttılar. Bedenleri yavaşça ayrıldığında o can kırıkları da kalplerinde takılı kaldı.

“Artık iyisin, değil mi?” diye sorduğunda Alev, Eyşan yüzünü şakacıktan buruşturup omzunu ovdu. “Biraz masaj yapsan iyi olur aslında.”

Alev sahte bir sinirle Eyşan’ın koluna vurduğunda Eyşan, oturduğu yerden kalktı ve elini dudaklarına götürüp bir öpücük kondurdu ve Alev’e üfledi.

“Öptüm seni.”

Alev, gülmemeye çalıştı ama dayanamayıp kıkırdadı. “Deli.”

Eyşan, kafasını iki yana sallayıp kapıya adımladı.

“Yüzbaşı.” diye seslendiğinde Alev, kapı kulpunu bırakmadan ona baktı. Alev, uzanıp kitabın kaldığı yerini açtı. “Seni yeniden görmek güzel.”

Eyşan, yarım ağız gülümsedi ve odadan ayrıldı. Üzerine çeki düzen verirken yürüdü ve yüzündeki aptal sırıtışı durdurmaya çalıştı. Elleri yanında ritmik bir şekilde adımlamaya devam ederken yüzü sert bir gövdeye çarptı. Burnunu ovalayarak geri çekildiğinde karşısındaki kişiyi fark etti.

“Eyşan yüzbaşı, iyi misiniz?”

Eyşan, burnundan elini çekti ama kaşlarını çatmaya engel olamadı.

“İyiyim Barkın Bey.”

Barkın Koral, kafasını sallayıp gülümsediğinde Eyşan, Barkın’ın hâlâ tuttuğu kola baktı.

“Eyşan?”

Bakışları duyduğu ses ile arkasına dönerken yüreğindeki minik çarpıntıyı hissetti ama karşısındaki adam öyle bakmıyordu. Mavi gözleriyle, adeta Eyşan’ın kolunu tutan Barkın Koral’ın elini yakmaya çalışan bir adet Mete Mert Çakır duruyordu. Barkın Koral, Mete’nin bakışlarından rahatsız olmuşçasına elini Eyşan’ın elinden çekerken Mete, hızlı adımlarla Eyşan’ın ve Barkın’ın yanında durdu.

“Niye aramadın, ben seni alırdım evden.”

Mete, Eyşan’a bakarak başladığı cümleyi ‘evden’ sözcüğüyle Barkın’a bakarak bitirmişti. Barkın, Mete’nin kıskançlığını umursamadı ve Eyşan’a bakıp kafasını eğdi.

“Daha sonra odanıza uğrarım yüzbaşı.”

Mete, ağzını aralayıp bir şey söyleyecekken Barkın Koral, bıyık altından gülümsedi ve hızlıca Mete’nin gazabından kaçtı. Mete, kaçan Barkın’ı yakalayacakken Eyşan, Mete’nin koluna yaslandı. Mete, bir Eyşan’a bir de kolunda dokunan ele baktığında bakışları yumuşadı ama çehresi sert kaldı.

“Odana gelecekmiş bir de haspam.”

Eyşan, kimsenin duymaması için Mete’nin kolunu sıktı ve parmağını kendi dudağının sus çizgisine yasladı.

“Ya bir sakin olur musun? Adam bana bir şey demedi ki.”

Mete, gözlerini belerterek Eyşan’a baktığında kaşları yukarıya doğru kıvrıldı.

“Bu, bir şey dememiş hali mi?” diye sorguladığında Eyşan, gözlerini devirdi ve Mete’nin kolunu bırakıp gözlerini kıstı. İçin için keyifli kahkahalar atıyor, Mete’nin bu halini gördükçe ona sarılıp hasret gidermek istiyordu.

“Kıskandın mı sen beni?” diye sordu, Eyşan ama Mete direkt olarak kafasını iki yana salladı.

“Ne kıskanacağım ya, elin sümüklüsünü.”

Eyşan, omuzlarını silkti ve gülümseyerek odaya doğru adımlamaya başladı. Odasına girdiğinde Mete’de peşinden girdi ama o direkt masasına ilerledi. Eyşan yavaş adımlarla masasına yaklaştı ve döner sandalyesine oturup arkaya yaslandı. Elleri koltuğun kolçağını sarmalarken yüzünde hâlâ atamadığı sırıtış gizliydi. Bakışları ise sadece tek bir kişiye odaklıydı.

Ayağını ritmik bir şekilde sallayıp parkede sesi yankılanan, Mete Mert Çakır’daydı. Bu haline gülemeden edemedi Eyşan. Onun gülme sesini duyan Mete’nin bakışları hemen Eyşan’ı buldu. Oturduğu yerde dikleşti ve ellerini masada kilitleyip kaşlarını yukarıya çekti, zırhını kuşandı. İfadesizlik, yüzünün her tarafına yayıldı.

“Ne oldu, komik bir şey mi var?” diye sorduğunda Eyşan, elini iki yana salladı.

“Hayır yüzbaşım, yalnızca odamı çok özlemişim.”

Mete’nin dudakları bir anlığına kıvrılacak gibi oldu ama son anda kendini tuttu.

“Özlemini, sessiz, gider, yüzbaşı. Ben burada çalışıyorum.” diye her kelimeyi bastırdı ve en sonunda kenardan bir dosya çekip okumaya başladı. Eyşan’ın dudaklarında asılı kalan tebessüm ile kafasını iki yana salladı ve masaya yaklaşıp dosya yığınına baktı. Dudaklarındaki o mutluluk belirtisi bir anda yerle bir oldu.

“Çok dosya birikmiş, bu kadar birikmesi imkânsız.”

Mete, gözleri dosyada gezinirken bıyık altından güldü. Tabii ki de bu işte parmağı vardı. Eyşan’ın odadan çıkmaması için bütün dosyaları onun önüne bırakmıştı. Bu sayede sevdiği kadın bir süreliğine gözlerinin önünde olacak ve doya doya özlemini giderecekti. Sanki bir haftadan beri onunla değilmiş gibi...

Eyşan’ın gözünden bu durum kaçmadı ve gözlerini devirdi. Birkaç yığın(!) aldı ve Mete’nin masasına ilerledi. Sol tarafa geçip dosyaların hepsini Mete’nin masasının üzerine koydu. Mete, şaşkınlıkla Eyşan’a baktığında Eyşan, ellerini havada çırptı.

“Yardım edersin, değil mi yüzbaşım?”

Mete, bir Eyşan’ın bıraktığı dosyalara bir de Eyşan’ın masasına bakmıştı. Birkaç tane kırmızı evraktan başka dosya yoktu. Sahte sinirle Eyşan’a döndü.

“Zaten hepsini getirdin benim önüme koydun? Yardım etmek değil ki bu Eyşan, hepsini ben mi yapacağım?”

Eyşan, ellerini palaskasına koydu ve kafasını salladı.

“Evet, bunların hepsini sen yapacaksın. Bende gidip yeni gelen timlerin eğitimine gireceğim.”

Mete, ısrarla kafasını salladı.

“Hayır, bana ne ya.” dedi ve ayağa kalkıp Eyşan’ın koyduğu dosyaları eline aldı, göğsüne yasladı. “Hepsini tek başına yapacaksın.”

Eyşan, sinirle Mete’nin göğsüne yasladığı dosyaları ittirdi.

“Yapmayacağım.”

Mete, kaşlarını çattı.

“Yapacaksın.”

Eyşan’ın biraz önceki sevecenliği gitmiş, öfkeli hali geri gelmişti.

“Yapmayacağım.” dedi ve sertçe göğsüne yaslanan dosyaları Mete’ye doğru ittirdi. Mete, bu hamleyi beklemediğinden dolayı geriye doğru giderken dosyalar elinden kayıp gitti ve aralarındaki boşluğa dağıldı. Sandalyenin üzerine düşecekken tutanağı tek dal Eyşan oldu. Sağ eli farkında olmadan Eyşan’ın yakasına tutundu ve üzerine çekti.

“Hih!”

Eyşan, dudaklarından dökülen korku belirtisiyle Mete’nin göğsüne yapışırken Mete, bedenini sandalyenin üzerinde Eyşan’ı ise üzerine yaslı bir şekilde izledi. Aralı dudaklarındaki nefes yavaşça Eyşan’ın yüzünü yalayıp geçerken eli ağırca kadının beline uzandı. Eyşan, ellerini Mete’nin göğsüne koyup kalkmak istediğinde belindeki eller buna müsaade etmedi ve yeniden Mete’ye yapıştı. Eyşan, naneli nefesten başı dönmüşçesine soluklanırken yapmacık bir sinirle Mete’ye baktı.

“Askeriyedeyiz.”

Mete, omzunu silkti.

“Ee, ne olmuş yani?”

Eyşan, gözlerini devirdi.

“Ya içeriye birisi girerse? Bak Barkın Koral, geleceğini söyledi.” diye cümlesini bitirdiğinde Eyşan, Mete’nin gözünde çakan şimşekleri gördü. Usulca yutkunurken Mete, kadını bir hamlede ayaklarının üzerinde bıraktı ve kapıya adımladı. Eyşan, karnındaki karıncalanmalarla ayakta durmaya çalışırken Mete, kapıyı kilitledi ve Eyşan’a geri yürümeye başladı. Eyşan, ellerini iki yana açıp “Ne yapıyorsun?” diye soracakken Mete, Eyşan’ın ensesinden tuttu ve yüzüne doğru eğildi. Dudakları, Eyşan’ın dudaklarını bulduğunda Eyşan’ın yarım cümlesi Mete’nin dudaklarında hapsoldu.

Mete’nin hırçın ve dudaklarının arasından sızan diliyle başı döndü, yaslanacak bir yer aradı. Elleri usulca Mete’nin omzunu bulduğunda Mete, sol elini Eyşan’ın beline koydu ve kadının kalçasını masaya yaslayıp üzerine eğildi. Eyşan, nefessiz kalmasına rağmen ısrarcı öpüşlere karşılık verdiği an Mete’nin genzinden bir boğuk tını kulaklarına doldu. Omzundaki elleri ağırca Mete’nin göğsüne inerken Mete, kadının belini sıktı ve masanın üzerine oturtup bacaklarının arasına girdi fakat bir anda ne yaptığını anladı ve dudaklarını kadının ıslak dudaklarından güçlükle ayırıp alnını alnına yasladı.

“Siktir Eyşan, koca bir siktir.”

Eyşan, derin soluklarının içinde buna verebilecek bir cevap bulamadı. Mete’nin gözlerine bakmakla yetindi sadece. Mete, dudaklarını yaladığında kadının tadını bir kez daha aldı, gözleri kısıldı ve kapandı. Sakinleşmeye çalışırcasına bekledi ve ellerini kadının belinden çekip alnını omzuna yasladı.

“Askeriyedeyiz ve sen benim sınırlarımı acayip bir şekilde zorluyorsun.”

Mete’nin cümleleri onun ne kadar zor durumda olduğunu belirtirken Eyşan’da bu konudan mustaripti. Engel olamadığı bir dürtüyle daha fazlasını istemiş ve bundan asla utanmamıştı ama yeri burası değildi, Mete haklıydı. Karnındaki sızı, giderek özel bölgesine uyarı gönderdiğinde bacaklarını kapatmak istedi ama arasındaki Mete’nin bedenini unuttu. Mete, bir elini Eyşan’ın bacağına koydu ve sıktı.

“Dur, gözünü seveyim. Kendime gelmeye çalışıyorum.”

Eyşan’ın dudakları arasından bilinçsizce bir kıkırtı döküldüğünde Mete başını kaldırıp Eyşan’a hayretle baktı.

“El insaf Eyşan, el insaf.” diye sitemlendiğinde Eyşan, kabarmış duygularıyla gözlerini kırpıştırdı. İlk defa korkusuz olduğunu fark etti. İlk defa duygularını bu kadar ağır şekilde hissettiğini anladı. Çok kitap okumuştu ama hiçbirinde böyle duyguları görmemişti. Eli ağırca Mete’nin ensesine gittiğinde oradaki saçları çekiştirdi. Mete’nin sağ gözünün altının titrediğini fark ettiğinde aralı dudaklarından cılız bir nefes döküldü.

“Yanarız, yapma.”

Eyşan, Mete’nin uyarısıyla gözlerini kırpıştırdı. Mete, Eyşan’ın elinin hâlâ ensesinde olduğunu anladığında kafasını tiki varmış gibi oynattı. Nemini kaybetmeye hazır, ıslak görünümlü dudaklara doğru yaklaştı ama dokunmadı.

“Askeriyeyi ateşe vermemi istemiyorsan, elini çek Eyşan. Aksi taktirde yer ve mekân dinlemem.”

Eyşan, dudaklarını ısırdığında Mete, gözlerini devirdi ve büyük bir adım geri çekildi. Mete’nin bakışları aşağıya doğru indiğinde Eyşan, nereye baktığına baktı. Üniformasının önündeki kabaran şeyin ne olduğunu anladığı an, utançla gözlerini kaçırdı.

“Aferin sanaaa. Sayende 16 yaşında ergenlere döndüm, aferin Eyşan.” dedi ve Eyşan’ı belinden tutup masadan indirdi. Eyşan’ı masasına doğru sürükledi ve masasına geri dönüp sandalyesine sertçe kuruldu. Önündeki dosyalardan birini çektiğinde ayaklarının altındaki dosyaları itekledi. Eline kalemi aldı ve dosyaları sinirle okumaya başladı. Eyşan, sandalyesine oturmuş olanları sindirmeye çalışırken dudaklarını hafifçe ısırdı. Biraz önce o masada neler oldu, diye düşünmeden edemedi.

Kapı çalındığında Eyşan, hızla ayağa kalktı ve Mete’nin kilitlediği kapıyı açtı. Nöbetçi askeri gördüğünde kaşları sertçe çatıldı.

“Evet?” diye sorguladığında nöbetçi asker, elindeki dosyayı ona uzattı.

“Yeni gelen timlerin eğitimini siz verecekmişsiniz, Alparslan albay bizzat öyle istedi yüzbaşım.”

Eyşan, kafasını salladı ve kapıyı kapattı. Sert adımlarıyla masasına yerleşti ve dosyanın kapağını açtı. Adını ve ne yapacaklarını gördüğü askerlerin ilk rotası belliydi. Ayağa kalktı ve üzerine çeki düzen verip son bir kez Mete’ye baktı. Mete, elini şakağına yaslamış öylece dosyaları okuyup imzalıyordu. Ağır adımlarla odadan çıktığında Mete, arkasına yaslandı ve üzgün gözlerini kapıya dikti.

“Gerçekten 16 yaşıma geri döndüm. Bu başarı Eyşan’ın eseri.” dedikten sonra masaya eğildi ve dosyaları okumaya geri döndü.

Eyşan, sert adımlarıyla koridorları arşınlayıp arka bahçeye çıktığında onu hazırda bekleyen askerlerin yanına yaklaştı. Sol tarafta, güneşli havanın faydasından yararlanmak için uzanmış bir Güvercin Timi’ni gördü ama umursamadı. Kubilay, Yonca’nın bacağına uzanmış, Deniz, elindeki gözlüğü çeviriyordu. Osman ve Mücahit, hararetli bir şekilde birbirleriyle konuşurken Barış ve Alev yine tartışıyorlardı.

Eyşan, önünde hazır ola geçmiş askerlerin tam önünde durduğunda ellerini palaskasına yasladı.

“10 tur, düz koşu, başla.” dedi ve kolundaki saate baktı. Yarım saate bitirirler deyip bakışlarını yeniden koşan askerlere çevirdi. Hiçbiri ‘Yoruldum Allah.’ demeden parkuru on turda bitirdiklerinde Eyşan, kaşlarını çattı ve saatine baktı. Henüz on beş dakika geçmiş olmasına tek kaşını kaldırdı. Yanlış mı saydım diye düşündü ama doğru saymıştı. Neyse diyerek yavaşça arkalarındaki etabı gösterdi.

“İkili eşlere dağılın.” dediğinde askerler dağıldı fakat biri yalnız kaldı. Bir kadın askerdi fakat tüm kararlılığıyla Eyşan’a bakıyordu. Eyşan adımladı ve önünde durdu.

“Adın ne senin?”

“Yağmur komutanım.”

Annesinin ismini duyduğunda yutkundu ama ona rağmen gardını indirmedi.

“Senin eşin ben olacağım.”

Karşısındaki asker sertçe bağırdı. “Emredersiniz komutanım!”

“Eyşan’ın gençliğini görüyorum.” diye söylendiğinde Osman, artık herkes Eyşan’ı ve onu sırtında omzunda, yan taşıyan askeri izliyordu.

“Ben düşersem, sen annenin kucağına gidersin Yağmur!” diye bağırışı tüm askeriyede yankılandığında askerin, koşuyor olmasına rağmen sesi gür çıktı.

“Düşürmem komutanım!”

Eyşan, kafasını ‘Göreceğiz.’ dercesine salladığında bakışları saatinden hiç ayrılmadı. Onu sırtlayan Yağmur, milim saniyeyle sonuncu olduğunda damağını şıklattı ve Yağmur askerin omzundan indi.

“O kadar ağır mıyım ya?”

Yağmur, kafasını iki yana salladı. Giydiği atletin boğazı ve sırtı sadece terle kaplıydı. Kafasıyla içeriyi işaret ettiğinde bütün askerler nizami bir şekilde içeriye geçtiler. Yanındaki çimenlerde oturan kişilerden gülüşme sesi duyduğunda kaşları çatıldı ve ellerini palaskasına koyup Güvercin Timi’ne baktı.

“Size de eğlence çıktı.”

Kubilay, gülerek Eyşan’a baktı.

“Kaç kilo aldığınızı hesaplamaya çalışıyoruz komutanım. Malum bir haftadan beri evdesiniz.” dediğinde Eyşan’ın gözleri kısıldı.

“Canın koşmak istiyor herhalde Kubilay?”

Kubilay, korkuyla Yonca’nın arkasına sarıldı.

“Hayır komutanım.”

Eyşan, gözlerini devirdi ve derin bir nefes alıp dudaklarını araladı.

“Kubilay Cenk Eşver!” diye bağırdı. Kubilay, hızla ayağa kalktığında Eyşan, çenesini yukarıya kaldırdı.

“5 tur, başla.”

“O koşarsa biz de koşarız.” diyen Güvercin Timi, Kubilay’ın peşinde koşmaya başladığında Eyşan, kafasını iki yana salladı.

“Sonra diyorum ki Allah bana neden bunları gönderdi?” dedi ve Osman’ın yanına geçip koşmaya başladı. Elleri yanında ritmik bir şekilde koşarken Osman, Eyşan’a baktı ve gülümsedi.

“Ne olursa olsun kıyamıyorsun, değil mi?”

Eyşan, sessiz kaldı ama Osman haklıydı. Onlara kıyamıyordu. Beş tur bittikten sonra ellerini dizlerine koydu ve soluklandı. Biraz önceki Mete ile öpüşmelerinden sonra bile bu kadar nefessiz kalmamıştım diye söylendi kendine ve yüzünün sıcaklamasına engel olamadı.

“Niye kızardın lan bu kadar?” diye sordu Alev, Eyşan’ın halini gördüğünde. Sonra gözleri devrildi ve Eyşan’ın sırtına vurdu.

“Hamlanmışsın kızım, bir de sana yüzbaşı diyoruz.”

Eyşan, soluklarının arasında derin bir nefes daha aldı ve doğruldu.

“Konuşmaya mecalim yok, sonra Alev.”

Yere çöküp oturduğunda Güvercin Timi’de sırtlarını birbirine yaslanarak oturdular. Onları habersiz izleyen tim gruplarından habersizce dinlenmeye başladılar. Ne olursa olsun her daim birlikte olan bu tim, bütün koşullar altında hep birbirlerine destek olacak ve örnek bir tim olmaya devam edeceklerdi. Yukarıda, pencerenin arkasında onları izleyen Alparslan albayın dudaklarında nahoş bir tebessüm vardı.

“Aferin size çocuklar, aferin.”

Herkes koğuşlarına kısa bir süreliğine dağıldığında Eyşan, elindeki terli kıyafetleri kenardaki kirli sepetine atıp doğrulduğunda üzerine çeki düzen verdi.

“Kızım, boşu boşuna koşturdun bizi.”

Sitemli bir şekilde söylenen Alev’e baktığında o da üniformasını kirli sepetine bırakıp yatağına oturdu. Eyşan gözlerini devirip kafasını iki yana salladığında bedenini ağırca yatağa bıraktı.

“Bana ne?”

Alev, kafasını iki yana sallayıp boğazını temizledi. Bordo beresini pırpırının altına yerleşirdi ve ellerini arkaya yaslayıp bacak bacak üstüne attı.

“Akşam ne yapacaksın, evde mi kalacaksın?” diye sorduğunda Eyşan, kafasını iki yana salladı.

“Yok, burada kalacağım.” dediğinde doğruldu ama bacak bacak üstünde durmaya devam etti.

“Akşam, Yonca sen ve ben dışarıya mı çıksak? Hem bak kızı istemeye gideceğiz ama hâlâ bir adım atamadık.”

Eyşan ‘Doğru ya bir kız isteme merasimimiz olacaktı. Aklımdan uçup giden konuya yeniden sarılıp o iş bitene kadar bırakmaya niyetim yoktu’ diye kendince düşündü ve ‘Olur.’ dercesine kafasını salladı.

“Nereye gideceğiz?” diye sorduğunda Alev’in dudaklarında sinsi bir gülümseme oluştu.

“Meyhaneye.”

 

24 Aralık 2021

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

“Burası agora meyhanesi

Burada yaşar aşkların en divanesi, en şahanesi”

Adımlarım meyhanenin kapısından içeriye girdiğinde arkamdan gelen Lara, Alev ve Yonca’yı geri çekilip önüme dahil ettim. Alev ve Yonca gülümseyerek etrafa bakarken Lara ile birbirimize bakıp kafamızı iki yana salladık. Alev’in askeriyede söylediği fikri Yonca’ya söylediğimizde ikisi bir olmuş başımın etini yemişlerdi. Bende bu delilerin arasında yalnız kalmamak için Lara’yı da davet etmiştim. Ağır adımlarla dört kişilik bir masaya kurulduğumuzda üzerimdeki ceketi çıkartıp sandalyenin arkasına koydum. Önüme döndüğümde Alev, garsonu yanına çağırmıştı.

“Bak şimdi koçum öncelikle masayı donatıyorsun.” derken iki elini de masanın üzerinde havada gezdirdi. “Ardından da bize 70’liğimizi koyup bir daha gelmiyorsun.”

Garson, gülerek kafasını salladığında siparişlerimizi alıp yerine geri döndü. Bakışlarım etrafta gezinirken masalarda oturan kişilere kaydığında çoğunluğun erkekli kadınlı olduğunu fark ettim.

“Eyşan Hanım?” diyen Alev’e döndüğümde kafamı iki yana salladım. Alev, gözlerini devirdiğinde oturduğu yerde sallandı.

“Bu gece, benim gecem. Bu gece, benim gecem. Cama vuran her damlada seni hatırlıyoruuum.” diye bağırdığında gülerek kafamı yana çevirdim. Yonca ile gülme krizine girerken sol dirseğimi masaya koydum. İki tane garson, tepsilere yerleştirdikleri mezeleri masaya yerleştirmeye başladılar. Alev’in ‘Donat.’ sözcüğü tam olarak anlamını bulmuştu.

Masanın üzerinde beliren 70’lik ile elimi hızlı davrandırdım ve Alev’e gözlerim kısık bir şekilde baktım. O şişenin ortasından, ben ise üstünden tutuyordum. Kendime doğru çektiğimde kaşlarını çattı ve kafasını salladı.

“Bu gece içeceğiz ama düzgünce. Sen ne zaman içsek iki yudum rakı koyup üzerine su çekiyorsun -dilini şıklattı- böyle olmaz.” dedi ve rakıyı sertçe çekti. Gözlerimi devirip elimi salladığımda rakıyı açtı ve bardaklara dağıttı. Benim bardağıma, Lara’nın bardağına ve kendi bardağına duble rakı doldurdu. Yonca’ya da duble doldurduğunu gördüğümde rakı şişesini durdurdum.

“Hop kızım yavaş! Hadi biz neyse de Yonca, emanet bize. Daha çok içeriz, hemen sarhoş olmasın kız. Kubilay’ın çenesini çekemem valla.” dediğimde Yonca, kafasını iki yana salladı.

“Bir şey olmaz Eyşan abla.” diye araya daldı Yonca ve kenardaki su şişesini alıp önce benim bardağıma doldurmaya başladı. Arkama yaslanıp yanımdaki Lara’ya küçük bir bakış attığımda havalanan rakı bardaklarını fark ettim. Lara’dan bakışlarımı ayırmadan rakımı aldım gülümseyip havadaki bardaklara tokuşturdum. Lara’da bardağını alıp bize katıldığında derin bir nefes aldım.

“Eğlenmeye geldik, o zaman eğlenelim ve her şeyi bu kapının dışında bırakalım.”

Herkes rakısından yudumlar alıp masaya geri bıraktığında elime bir çatal aldım ve acılı ezmeye batırdım.

“Bak bak, karıya bak. Hayatında sanki acı çekmiyormuş gibi gidip acılı ezme yiyor.”

Alev’in dediğiyle Lara ve Yonca gülmeye başladığında kafamı iki yana salladım ama yine de o acılı ezmeyi gömdüm. Ne yapayım, çok seviyordum? Rakımdan bir yudum alıp ellerimi çenemin altında birleştirdim.

“Şimdi Yonca, sen gerçekten Kubilay’ı seviyor musun?” diye sorduğumda Yonca elindeki çatalı bırakmadan kafasını salladı.

“Seviyorum Eyşan abla.”

Verdiği cevapla kafamı eğip kaldırdım ve gözlerimi Alev’e çevirdim.

“Bir hafta içinde o zaman her şeyi ayarlayalım. Çocukları iki aydan beri oyaladık, ailesi de bir şey demesin.” deyip Yonca’ya geri döndüm. “Gülüm, sen yarın dinlenirsin sonraki seni izne gönderelim.”

Yonca, gülümseyerek kafasını salladığında derin bir nefes aldım ve rakıma yeniden sarıldım. Alev, gözleri rakıya dalmış bir şekilde durduğunda kaşlarımı çattım ve masaya eğilip omzunu dürttüm.

“Ne oldu havacı, gözlerin yere çakılmış.”

“Ta uzak yollardan
Koştum, geldim senin kollarına
İçimde yanan hasretinle ben
Baktım durdum senin yollarına
Sensizlik bir ölüm sanki”

Alev, gözlerini bana çevirdiğinde masumca bana bakmıştı. Biz koskoca iki seneyi birlikte geçirmiş iki kadındık. Aynı evi paylaşan iki kız kardeştik. Gözlerindeki hislerinin elbette ki ne olduğunu biliyordum ama onunla yaşadığımız olaylardan sonra oturup iki kelam edememiştik. Gülümseyen yüzüm düştüğünde bakışları Lara ve Yonca’ya baktı.

“Ben sanırım timden ayrılmak zorundayım.”

Kaşlarım çatıldığında elimdeki rakıyı masaya sertçe vurdum.

“O ne demek Alev?” diye sorduğumda Alev, bardağını masaya koyup başını sola eğdi.

“Siz yokken, 29 Ekim gösterilerine gittiğimde öğrendim. Ankara’ya göndereceklermiş.”

Biraz önce yediğim acılı ezme ağzımda kocaman acısını bıraktığında yutkunup o hissi geçirmeye çalıştım ama olmadı.

“Haykırsam göklere
Artık yanımda beni benden çok seven
Dünyalar benim olsa da yine de istemem
Yalnız sensin benim yüzümü güldüren”

Kafamı iki yana sallayıp rakıma sarıldım. Bir yudum aldım ve masaya geri bıraktım.

“Hallederim ben, bir şey olmaz. Seni bırakmam Alev.”

Alev’in bakışları beni bulduğunda omzumu silktim.

“Benden öyle kolay kurtulamazsın kızım.”

Gözleri parıldamaya başladığında Yonca, sinsice güldü ve bakışlarını bana çevirdi.

“Eyşan abla, bence Alev abla bizden ayrılacağı için üzülmüyor.” dediği an Alev, Yonca’nın kolunu dürttü. Çatık kaşlarımla olayı kavramaya çalışırken aklıma bir düşünce seli uçuştu. Yoksa, Alev ile Barış? Kaşlarım yukarıya doğru kıvrılırken aralanmış dudaklarımın arasından ‘Hah’ diye bir ses bıraktım.

“Yoksa siz Barış’la.” deyip parmak uçlarımı birbirine yaklaştırdım. Yonca, hızla kafasını salladığında Alev, Yonca’ya sarıldı ve elini Yonca’nın kafasına sürttü. Elimi Alev’in omzuna yaslayıp vurduğumda Alev, Yonca’yı bıraktı ve acımış omzunu ovaladı.

“Nankör, ben aynısını yaptığımda yapmadığınız şeyi bırakmadınız. Şimdi dalga geçme sırası bende.” dedim ama aniden Lara’ya döndüm. “Kız, senin hayatında birisi var mı?”

Lara, sakin bakışlarla rakısına sarıldı ve kafasını iki yana salladı. Alnına bir zeytin çarptığında gözlerini kısıp Alev’e baktı.

“Yalan söyleme Lara. Senin Caner’e bakışlarını gördüm.”

Alev’in söyledikleriyle Lara’ya belermiş gözlerimi çevirdim. Oturduğumuz rakı masası meğerse ilanı aşk masasıymış. Ne kalbimiz varmış bizim, onca şeye rağmen? Usulca önüme dönüp rakıma sarıldığımda Alev, ellerini çırptı ve bakışları üzerinde topladı.

“Çap çap, kendinize gelin lan! Zevzeklik yaptık tamam da içelim ve güzelleşelim.” deyip elindeki rakı bardağını havaya kaldırdı. Burukça gülümseyip rakı bardağımı aldım ve havaya kaldırdım. Dört bardaktan yükselen ‘Çin’ sesi kahkahalarımıza karışmıştı.

“Her güzel şey çabuk biter soldular dünkü çiçekler
Ne dostlar ne de geçen mutlu günler bizimle her an beraberler
Aşk başkadır bunlardan döner gelir uzaklardan
Bir ses bir şarkıyla bazen hemen başlar sıfırdan”

Alev, rakısından aceleci bir şekilde yudumunu alıp ellerine havaya kaldırdı.

“Haykıracak nefesim kalmasa bile.” dedi, Alev.

“Ellerim uzanır olduğun yere.” dedi, Lara.

“Gözlerim görmese ben bulurum yine.” dedi, Yonca.

“Kalbim durmuşsa inan çarpar seninle.” deyip şarkının bitmesine sebep olduğumda önümdeki mezeye uzandım. Yaprak sarmasından alıp herkesin tabağına koyduğumda usulca yemeklerimizi yemeye başladık. Masada iki tane 70’liği devirdiğimizde yorgunca sırtımı arkama yasladım. Bakışlarım Yonca ve Alev’e çevrildiğinde birbirlerine sarılmış şarkıya eşlik ettiklerini gördüm. Dudaklarımda asılı kalmış keyifli gülümseme ile Lara’ya baktım. Lara’nın beni izlediğini fark ettiğimde rakı bardağını aldı ve bana uzattı. Elimdeki bardağı onun bardağına tokuşturduğumda Yonca’nın bakışları arkaya kaydı.

“Aa, aşkım gelmiş.”

Alev’in gözleri bir yerde sabit kaldığında kaşlarım yukarıya çevrildi ve arkama döndüm. Mete ile bakışlarım kesiştiğinde Caner’in de geldiğini fark ettim. Kubilay ve Barış kol kola girmiş Yonca ile Alev’in yanına doğru geçti. Caner, Lara’nın arkasında ayakta kalırken Mete, elini sandalyemin sırtına koydu ve o da ayakta bekledi.

“Saatin kaç olduğunun farkında mısın Yonca?” dediğinde Kubilay, kaşlarımı çatıp sinirle Kubilay’a baktım.

“Sana ne lan lale? Ben buradayken sana söz düşer mi?” diye karşılık verdiğimde Kubilay sustu. Bileğimdeki saati düzelttiğimde saat 00:00’ı gösteriyordu.

“Oha, saat çok hızlı geçmiş. Ben saat 21:00’dur sanıyordum.” dedi, Alev şaşırarak. Şişede kalan son rakıyı da bardaklara doldurduğunda Barış, elini uzattı ve Alev’in bardağının üzerine koydu.

“Bu kadarı yetmez mi? İki şişe bitirmişsiniz zaten.”

Alev, Barış’ın elini ittirdi ve derin bir nefes alıp kadehini bana uzattı. Dudaklarında burukça bir tebessüm olduğunda su karıştırılmamış kadehimi kavradım. Lara ve Yonca’da bizim gibi havaya kaldırdığında Alev, arkamızdaki adamları umursamadı ve bardakları tokuşturdu.

“Ohoo. Uçmuş abicim bunlar.” diye söylendi Barış ama yine onları umursamadan sek rakıyı içtik. Yonca, yüzünü buruştururken Lara, dudaklarını yaladı ve sertçe bardağı masaya bırakıp mezeye saldırdı. Bakışlarım Alev ile buluştuğunda işaret parmağını bana salladı.

“Bana bir söz ver Eyşan. Ben istesem bile sen izin vermeyeceksin.”

Ne demek istediğini anlamıştım.

İşaret parmağımı ona doğru kaldırıp işaret parmağına dokundum. Artık gözlerimin kaydığını hissedebiliyordum ama ona rağmen Alev’in yüzüne bakmayı başarmıştım.

“Sözüm, söz lan. Gitmek istersen de seni askeriyenin ortasına kilitleyeceğim.”

Kubilay, ayakta durmaktan sıkılmışçasına tepemizde dikilen Mete, Caner ve Barış’a sandalye çekti. Yonca’nın yanına Kubilay, Alev’in yanına Barış, Lara’nın yanına Caner kurulurken benim yanıma da Mete oturdu. Kolunu sandalyemin sırt kısmına yasladı ve elini oturduğu sandalyenin altına koyup bana daha da yaklaştı. Baharatlı kokusu ciğerlerimi doldururken daha da sarhoş olduğumu o zaman fark ettim.

“Ne baktın maviş?” diye fısıldadığımda gözlerini devirdi ve rakı bardağıma baktı.

“Alev abla nereye gidecek?” diye sorguladığında Kubilay, Alev alt dudağını sarkıttı. Bakışları bende buluştuğunda gülümsemeye çalıştım ve gözlerimi kıstım. Alev, kafasını iki yana salladığında arkama yaslandım. Mete’nin koluna sırtım değdiğinde ne Mete kolunu çekti ne de ben kendimi.

“Alev, Ankara’ya dönecekmiş beyler.”

Alev, gözlerini devirip masaya bakmaya başladığında gözlerimi yanında oturan Barış’a çevirdim. Gözlerinde bir ateş parladığında rahatça tebessüm ettim. Benimle sürekli dalga geçen Alev, bakalım Barış ile şu an ne yapacaklardı?

“Ne demek gidecek?” diye tısladığında Barış, herkes şaşkınca ona baktı. Sonra faka bastığını anladığında gözlerini kaçırdı ve Alev’e baktı.

“Gitsin.”

Alev, şaşkınlıktan açılmış gözleriyle Barış’a baktı ve ayağa kalktı.

“Ben, askeriyeye dönüyorum Eyşan. Yarın görüşürüz.”

Elimi hızla kaldırıp Alev’i durdurmaya çalıştım fakat Alev, elimin arasından kayıp gitti.

“Aptal mısın oğlum sen!” diye bağıran Yonca’yı umursamadan ayaklandığımda Mete, elini önüme koyup Barış’a baktı.

“Git, bul şunu. Gece gece tat bozmaya gerek yok. Askeriyeye sağ salim bırak, bizde burayı toplayıp geliriz.”

Barış, hızla Alev’in peşinden koşup gittiğinde üst dudağımı ısırdım ve bardakta kalan son sek rakımı yudumladım. Kubilay, Yonca’nın koluna kalkıp ağırca oturduğu yerden kaldırdığında bakışları beni buldu.

“Eyşan abla, bizde yavaştan kaçalım.”

Başımı salladığımda yavaşça ayaklandım ama belimde bir baskı vardı. Elim masaya yaslanırken o el, oradan hiç gitmedi.

“Bizde kalkalım, yarın erken kalkacağız.” dediğimde Mete, Caner’e baktı. Başını eğip kaldırdığında bakışlarım Mete’yi buldu.

“Siz, barıştınız mı?” diye sorduğumda gözleri yalnız gözlerime odaklandı.

“Yarın konuşuruz.” dediğinde umursamadan Lara’ya baktım ve koluna girdim. Yonca, Kubilay’ın kolunu bırakıp sol yanıma sokulduğunda omzunun üzerine sol kolumu attım. Yonca’nın sağa sola yalpalayan adımlarını tutmak çok zordu. Gözlerim kayıyordu ama yine de ayağım sağlam basıyordu.

“Bunlar uçmuş ya.” Diye Kubilay’ın sesini duyduğumda Yonca, sağından Kubilay’a baktı.

“Sana ne? Kırk yılın başında içki içelim dedik. Siz içerken biz bir şey diyor muyuz?”

Kubilay, aldığı laf ile susup kalırken Caner ile Lara, önümüzdeki arabaya ilerledi. Bizim halimizin ne olacağı belli olmadığı için büyük araçla gelmişlerdi. Aracın iç ışıkları yanıyordu. Kapıyı açıp içeriye doluştuğumuzda Alev, kollarını göğsüne yaslamış bir şekilde dışarıyı izliyordu. Geldiğimizi görünce bakışlarını bana çevirdi. Tek gözümü kapatıp kafamı iki yana salladım. Alev, yalnızca omzunu silkmekle yetindi.

“Mete, bunları askeriyeye nasıl sokacağız? Bunları böyle Alparslan albay görürse ağzımıza sıçar.” diye bağırdığında Barış, Mete bakışlarını bana çevirdi. Akıl vermek istemiştim ama beş saat önce beynim, rakıya yatırılıp meze niyetine yenmişti. En alıcı bakışlarımı Mete’ye attığımda etkilenmemiş gibi Barış’a baktı ve derin bir nefes verdi.

“Lojmana geçirelim.”

Barış kafasını salladığında Yonca, meraklı gözlerle bana baktı.

“Kim kimi geçiriyor ya?” diye sorduğunda Kubilay, hızla Yonca’nın ağzını kapatıp kızaran kulaklarıyla Yonca’ya baktı.

“Sus meleğim, sus. Yoksa ben kafamı geçireceğim bu koltuğa.”

Alev, Lara’ya ben ise Yonca’ya bakarak gülmeye başladığımızda gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Gülerken ağlamak bir kenara dört erkek bize ‘Mal bunlar.’ dercesine bakıyordu. Araba ilerlemeye başladığında Alev, boğazını temizledi ve dudaklarına bir mikrofon edasıyla yaklaştırdı.

“Öhöm! Evet sayın yolcular, sıradaki durağımız lojmanlar.” dediğinde elimizi kaldırıp alkışlamaya başladık. Mete, Caner ve Kubilay bizi öylece izlemeye devam ederken Yonca, Alev’in eline uzanıp kendine çekti.

“İstek parça alabiliyor muyuz?”

Alev, kafasını salladığında Yonca, Alev’in elini daha sıkı tuttu ve hafifçe salınmaya başladı. Kollarımı göğsümde bağlayıp gülerek sallanmaya başladım.

“Birisine, birisine, aşık oldum birisine.” deyip Kubilay’a baktı. Kubilay’ın dudaklarında buruk bir tebessüm var olurken derin bir nefes aldım ve onları izlemeye başladım.

“Rastlamak çok zor şeydir böylesine.”

Bakışlarım Mete’yi bulduğunda dudaklarındaki minik bit gülümsemeyle beni izlediğini fark ettim. Elim hafifçe elini bulduğunda bakışları etrafında gezindi ama kimsenin bizi izlemediğini fark edip yeniden bana baktı. Hiçbir şey demeden mavilerini bana sunduğunda gözlerimi kıstım. Kalbim maraton koşusundan çıkmışçasına çarparken derin bir nefes aldım.

Sevginin en değerli kelebeği artık kozasından çıkmıştı ve kanatlarını büyük bir heyecanla kanatlarını kalbime sürtüyordu.

 

Mete Mert Çakır, Ağzından

Askeriye binasında, elimde çayımla usulca ve tüm sakinliğimle öylece dururken Kubilay, koşarak gelmiş ve ‘Eyşan abla bizim kızları alıp meyhaneye gitmiş.’ demesiyle tüm gece kabusuma çevrilmişti. Caner ile konuşmama vesile olan Eyşan’a ne yapsam diye düşünürken onu o rakı masasında keyifli görmek elimi kolumu çaresizce bağlamıştı. Şimdi ise arabanın içinde gözlerimin önünde sapasağlam bir şekilde yalnızca bana bakıyordu.

Baygınca bakan gözlerine rağmen yüzündeki rahatlama, benim içimdeki tüm sıkıntıları alıp götürmek istemiş ve bunu başarmıştı. Yanımdan ayrıldığı her saniye beliren özlemim artık beni de şaşırtmaktan öte yana devrilmişti.

‘Alışma bu duruma Mete.’ dedim kendime. ‘Hiç onsuzluğa alışma, hep özlem ateşin yaksın kavursun seni.’

Barış, sürdüğü aracı askeri lojmanların önünde durdurduğunda bakışlarımı istemeyerek Caner’e çevirdim ve başımla kapıyı işaret ettim. Kapıyı açtığımda soğuk hava suratıma bir tokatmışçasına çarptı.

“Aradın değil mi?” diye sorduğumda bize doğru koşarak gelen nöbetçiyi fark etti. Elini ona doğru uzattığında avucuna konan anahtarlara baktı.

“Sabah çıkarken teslim ederiz.”

Nöbetçi kafasını sallayıp bizden uzaklaştığında araca geri döndü ve kapının ağzından içeriye baktı.

“Haydi gelin ama sessiz olun.” dediğinde Lara, ona elini uzattı. Caner, hızla elini uzatıp onun elini tuttu ve bakışlarını kaçırdı. Ah be ikizim demek istedim, kalbim kavruldu ama kapının berisindeki Eyşan’ı gördüm. Bir süre daha bu şekilde ilerleyecek ve Caner’i affetmek için biraz daha bekleyecektim.

“Tutsana kızım elimi!” diyen Barış’ı fark ettiğimde Alev’in elini almaya çalışıyordu. Alev, Barış’ın elini itmek isterken yere düşecekken Barış, Alev’e eğildi ve omzuna alıp yürümeye başladı.

“Lan bırak beni, Eyşan!”

Caner ile Lara, Kubilay ile de Yonca peşlerinden yürürken arabadan inen Eyşan, küçük adımlarla yanıma yaklaşıp beklediğinde derin bir nefes aldım ve arabanın kapısını kapatıp anahtarı çıkarttım. Aracı kilitleyip elimi Eyşan’ın beline koyup içeriye geçtik. Bizimkilere yetiştiğimizde Caner, elindeki anahtarı bana fırlattı.

“Koridor sonunda sağdaki oda.”

Onlar merdivenden çıkmaya başladıklarında Eyşan ile birlikte koridorun sonuna ilerlemeye başladık. Eyşan, sarsak adımlamaya başladığında elini belime yasladı ve düz yürümeye çalıştı. Kapının önüne durduğumuzda sırtını duvara yaslayıp bana baktı.

“Biraz önce iyiydim, niye böyle oldum şimdi?”

Gözleri kapalı bir şekilde fısıldadığında hızla kapıyı açtım ve belinden tutup kendime yaklaştırdım. Eyşan, elini göğsümün üzerine yaslayıp benimle birlikte içeriye girdiğinde kapıyı kapattım ve kilidi çevirdim. Sadece yatak ve yanındaki komidinin yanında su sürahisi vardı. Yatağa doğru ilerletip onu yatırdığımda gözlerini bana çevirmişti. Doğrulup ayakkabılarını ayaklarından çıkarttığımda yatağa uzattım. Komodine doğru ilerleyecekken elimi tuttu ve ona bakmamı sağladı.

“Gitme.”

Elimle sürahiyi gösterdim.

“Su içip geleceğim.” dedim ama kafasını iki yana sallayıp yatakta hafifçe doğruldu. Elimi bırakıp yakalarımdan tuttu ve sertçe üzerine çekti. Şaşkınlıkla açılan gözlerim onun gözleri üzerine kilitlenirken bedenim, onun üzerinde yerini almıştı.

“Eyşan, rahat dur. Su içeceğim diyorum ya.”

Ellerimi iki yana koyup kalkmaya çalıştığımda bırakmadı ve bacaklarını belime dolayıp daha çok kendine çekti. Ağırlığımı vermeden ayakta kalmaya çalışırken derin bir iç çektim.

Bu kadın gerçekten beni yakmak istiyordu.

Onu gerçekten seviyordum, ateşinde yanmaya hazırdım ama o değildi. Bu şekilde, o sarhoşken yapmak istediğim bir şey asla değildi. Gönül rızasının yanı sıra akıl rızası da önemliydi.

Biz ona dokunmadan yıllarca sevdik.

Biz ona dokunmadan yıllarca özledik.

Biz ona kalbimizi vererek yıllarca bekledik.

Eyşan’ın gözleri masumca gözlerimde dolanırken kırpıştırdı ve hafifçe kapandı. Birkaç saniye sonra dudakları ağırca açıldı ve ağzından nefesler vererek uykuya daldı. Dudaklarımdan şuh bir kahkaha dökülürken aralı dudaklarını yalayıp kapattı. Bu kadar çabuk uykuya dalmasına mı şaşırsam yoksa beni böylesine büyülemesine mi şaşırsam bilemiyordum.

Ayaklarımdaki ayakkabıyı yere bırakıp yanına uzandığımda bir kedi misali yatakta kıvrıldı ve yüzünü göğsüme yasladı. Yavaşça başını kaldırıp omzuma yasladığımda daha çok sokuldu. Elimi yavaşça kaldırıp yanağına koydum ve okşadım. Kalbim, her zamanki sert ve disiplinli ritminden saparak onun yanında tamamen faklı bir melodiye geçiyordu. Bu anın büyüsünden kopmak istemiyordum ama içimden geçen düşünceler beni, karmaşık bir girdaba sürüklüyordu.

“Uyurken kırılgan görünebilirken nasıl olur da güçlü olabilirsin?” diye düşündüm kendimce. Yüzüne yansıyan masumiyetin altında sakladığı cesaret ve kararlık, en hayran olduğum yanıydı. Bu kadın yalnızca bir savaşçı değil, aynı zamanda yaralarımı sarıp sarmalayan biriydi. Parmak uçlarım Eyşan’ın saçlarını geriye tararken burnumu saçlarına yaklaştırıp derin bir nefes aldım.

“Sana bakma bile beni korkutuyor, Eyşan. Çünkü sana bakarken hayatın tüm tehlikeleri bir an için anlamını yitiriyor.” dedikten sonra alnına dudaklarımı yasladım. Küçük bir buse kondurup geriye çekildiğimde derin bir iç çektim.

“Zara, delil yetersizliğinden dolayı salındı. Yarın yanına vereceğim ekip ile yola çıkacaksınız.”

Kulağımda dolanan babamın sesiyle gözlerimi kapatıp Eyşan’a biraz daha sokuldum. Çenem saçlarına yaslı bir şekilde kalırken gözlerimi açtım. Zara’nın salınması demek, Eyşan’ın peşini bırakmayacak olması demekti. Onun kolları arasından ayrılıp ve ona hiçbir şey söylenmeyecek olması beni derinden mahvetmeye başlamıştı.

“Eyşan’da görevlere dahil olacak mı?” diye sorduğumda babam yavaşça kafasını iki yana salladı ve elindeki dosyayı bana uzattı. Dosyayı alıp baktığımda ise Mücahit, Alper, Caner ile Zara’nın kilit noktalarını aramaya gidecektik. Bakışlarımı yeniden babama çevirdiğimde kaşlarım hafifçe çatıldı.

“Caner, Akça Timi’nin teğmeni değil mi? Bizimle nasıl operasyona gelecek?”

Babam kafasını iki yana salladı.

“Sırf ceza almaması için Eyşan’ın planladığı bir oyunmuş. Hakkari’deki albay aradı ve böyle bir duruma izin vermeyeceğini söyledi. Bende İstihbarat Başkanı Hakan Koral ile konuştuğumda cezasının geri çekilmesi karşılığında Zara hakkında bilgi toplamamızı istedi.”

Gözlerim sertçe babamın gözlerinde asılı kaldığında babam oturduğu yerde arkasına yaslandı.

“Kimseye, özellikle de Eyşan’a bu konu hakkında bilgi verilmeyecek. Hatırlarsan Hakan Koral Eyşan’a; ‘Bu yaptırımlarının sonuçları geçersiz sayılırsa bedeli ağır olur.’ tarzında bir cümle söylemişti. Ondan yola çıkarak sanki timi bırakmış gibi yapmanızı sağlayacağım.”

Kafamı iki yana salladığımda elimi yumruk yaptım.

“Bunu yapmayacağım.”

Babam, gözlerini devirdi ve önündeki dosyayı kenara çekti.

“Sana fikrini soran olmadı yüzbaşı, artık çıkabilirsin.”

İki adımda babamın masasına yaklaştığımda gözleri ağırca gözlerimi buldu.

“Ona daha yeni kavuştum. Bu kadar çabuk bizi ayıramazsın.”

Babamın gözlerindeki soğuk, kasvetli hava tüylerimi ürpertecek kadar keskinleşti.

“Aşkın ne olduğunu senden öğrenecek değilim evlat ama biz askeriz, bunu unutma. Benim neler yaşadığımın canlı şahidiyken seninle bu konuyu bir daha konuşmayacağım.” dedi ve gözlerini benden kopardı. Kenara çekilen dosyanın yanındaki dosyayı aldı ve omuzlarını dikleştirerek dosyayı okumaya başladı.

Babamın cümleleri zihnimin bir köşesinden ayrılıp giderken bedenimi geri çekip Eyşan’ın yüzüne baktım. Yanağına dökülmüş saçlarını hafifçe kenara ittiğimde yavaşça yataktan kalktım ve ciğerlerime nefes göndermeye çalıştım. Bu odadan çıktığım andan itibaren ne ben onu ne o beni göremeyecekti. Doya doya baktım yüzüne. Fotoğraflarındaki yüzü nasıl zihnime işlediysem bu halini de yazdım zihnimin bir kenarına. Adımlarım, usulca kapıya yürürken bile gözlerim hep onun kapalı gözlerindeydi.

 

25 Aralık 2021 / Şırnak

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

Her yeni günün farklı bir heyecanı vardı. Günler yeniydi ve güneş daima üzerimizde kalmaya devam ediyordu. Yerini bir süreliğine bıraktığı ayın ışığı bile güneşe aitken güneş, ışığından hiç ödün vermiyordu. Geri kazandığı güç hep, onun kudretinin ve gücünün ne kadar heybetli olduğunu gösteriyordu.

Gözlerim, başımın zonklamasıyla aralanırken yüzümü buruşturarak yatakta doğruldum. En son neler yaşadığımı hatırlamaya çalışırken elimi sürahiye uzattım ve kendime bir bardak doldurup içtim. Ağzımın içindeki kuruluk bir türlü gitmezken bir bardak daha doldurdum ve onu da bitirdim. Taş zemine değen ayaklarımın yanındaki ayakkabılarım dün neler olduğunu bana küçük bir kesit misali hatırlatırken kaşlarımı çattım ve bakışlarımı odada gezdirdim.

Dün Mete ile en son bu odaya girmiştik ama o neredeydi?

“Eyşan, aç şu kapıyı!”

Kapıyı alacaklı gibi çalan Lara’nın aksine yavaşça yerimden kalktım ve elimi, migren vuran gözümün üzerine yasladım. Başım o kadar ağrıyordu ki gözümü çıkartıp atasım vardı. Kapıyı açıp Lara’yı gördüğümde o da bana kaşları çatık bir şekilde bakıyordu.

“Mete, senin yanında mı?” diye sorduğunda gözümden elimi çekmeden ona baktım.

“Hayır, ne oldu ki?”

Lara, kafasını sağa çevirdiğinde dudakları aralandı.

“Sikeyim ya.”

Bakışlarım durumu anlamaya çalışırcasına Lara’da takılı kalırken elimi gözümün üzerinden çektim. Yüzüm buruşmuş bir şekilde Alev’i gördüğümde Alev, Barış ile merdivenlerden iniyordu.

“Günaydın, ne oldu?”

Lara, Alev’e döndü ama yanındaki Barış’a bakıyordu.

“Mete ile Caner’i gördün mü?” diye sorduğunda Barış kafasını iki yana salladı.

“Size aymamış herhalde, gördüğünüz gibi daha yeni odadan çıkıyoruz.” diye cevapladı. Lara, gözlerini devirip bakışlarını bana çevirdiğinde kafasını iki yana salladı.

“Kızım, ne oldu? Çatlatmasana insanları.”

Alev, yanımıza geldi ve Lara’nın koluna dokundu. Lara, sinirden dolan gözlerini bana çevirdiğinde çaresizce baktı.

“Yaptığımız şeyi anlamışlar. Biraz önce Kartal aradı. Timin evraklarında Caner’in adı geçmiyor.”

Başımdaki ağrı o kadar güçlüydü ki burnumun tekrar kanayacağını hissedip burnumu çektim ama şükür ki kanamamıştı. Gözlerimden yanağıma kadar uzayan ağrı ile başımın döndüğünü hissettim.

“Bunu öğrenmenin en iyi yolu askeriyeye gidip araştırmak. Burada durarak hiçbir şey yapamayız.” dedi Barış ve ardından çıkışa doğru ilerlemeye başladı. Kafamı sallayıp odaya bir bakış attım ve kapıyı kapattım. Hızlı adımlarla lojmandan ayrılıp aracın olduğu yere geçtiğimizde elimi alnıma vurdum.

“Arabanın anahtarı Mete’deydi.” diye söylendiğimde Barış, kenardaki nöbetçiye baktı.

“Devrem, bize bir araç temin edebilir misin? Birkaç saate askeriyeden bıraktırırız.” Nöbetçi Barış’ın dediğine kafa sallayıp arabayı gösterdi.

“Siyah Vito’yu alabilirsiniz devrem.”

Barış kafasını sallayıp “Eyvallah.” dedikten sonra eliyle arabayı işaret etti. Koşar adımlarla araca doluşup yola koyulduğumuzda dişlerimi sıkarak ellerimi kafamın iki yanına sardım. Dirseğimde birkaç el hissederken kafamı iki yana salladım.

“Migrenim tuttu.”

Eller, ağırca dirseğimden kaybolur giderken sıktığım dişleri bırakmadan doğruldum. Gözlerimi sıkıca yumup arkama yaslandığımda bileğimi gözlerimin üzerine örttüm.

Emin misin yüzbaşı?

Zihnimin gerisinden işittiğim sesle başım daha da çok zonklamaya başladı.

“Acaba, Eyşan ile yaptığımız şeyi öğrenmiş olabilirler mi?” diye sordu, Lara.

Bu yaptırımlarının sonuçları geçersiz sayılırsa bedeli ağır olur.

“Umarım sandığımız şey olmaz?”

“Olur mu ki?”

“Susun.”

Onların seslerinin yanında benim cümlem pasifti, sessizdi.

“Hepsi senin yüzünden olmadı mı?” diye bağıran Alev’e “Ne demek benim yüzümden oldu?” diye cevap verdi Lara. Bileğimi gözümden çektiğimde dişlerimi sıktım.

“Size susun dedim!”

Araba ani frenle durduğunda öne savrulmaktan son dakikada kurtulmuştum.

“İnin, Caner ile Mete dışarıda!”

Yanımdaki kapıyı açıp hızla askeriyeye adım attığımda Alparslan Çakır ve Hakan Koral, bana doğru yaklaşıyordu. Mete, Caner, Mücahit ve Alper ise onları bekleyen helikoptere binmek üzerelerdi.

“Albayım onlar nereye gidiyor?”

Alparslan Çakır, hiçbir şey demeden bana baktığında kaşlarımı iyice çattım. Yanağıma yayılan ağrının yeni durağı ensemdi. Bir adım daha yaklaşıp Alparslan albaya başımı kaldırdım.

“Size, nereye gidiyor, dedim?”

Alparslan albay, dişlerimin arasından söylediğim soruyu önemsemedi ve ellerini palaskasına koyup Mete ile Caner’e baktı.

“Onlar zaten buraya ait değillerdi yüzbaşı. Kendi bölüklerine, ait oldukları yere gidiyorlar.”

Zaman durdu.

Yalnızca başımdaki ağrının kulağımda bıraktığı acının yankısı kaldı. Bakışlarım ağırca havalanan helikoptere çevrildiğinde geriye sarsak bir adım attım. Sanki tüm dünya üzerime doğru çöküyordu. Kalbim, göğsümün tam ortasında bir savaş çığlığı gibi atıyordu.

“Mete Mert Çakır. Güvercin Timi’ne getirilmiş geçici bir yüzbaşı.”

Mücahit’in cümleleri kafamın içinde yankılanırken enseme yayılan ağrıyı bıçak gibi kesip yerini bir yanma hissine bıraktı. Ellerim istemsizce yumruk halini alırken, boğazıma bir yumru oturdu.

“Hayır.” diye fısıldadım, kendime. Saçlarım helikopterin ardında bıraktığı rüzgârdan geriye doğru savruldu. Bir adım daha geri adımlarken dizlerim bir anlığına beni taşımakta zorlandı. Alparslan albay, tek kelime daha etmeden arkasını dönüp yürümeye başladığında artık sinirden nefes alamaz hâle gelmiştim.

“Albayım, bu kadar kolay mı?” diye bağırdım, sesim rüzgârın arasında boğulsa da durmasını sağladı. Başını yarım bir dönüşle bana çevirdi ama yüzü ifadesizdi.

“Duyguların seni zayıflatmasın, yüzbaşı. Herkes bir yere aittir ve bu düzen içinde hareket eder. Bugün bunu anlamış olmanı isterim.”

Duygular mı?

Mete’yi sevmeme neden olan duygular mı?

Gözlerimin bir an karardığına o kadar emindim ki Alev’in koluma girdiğini hissettim. Kalbim, sinir ve çaresizlik arasında sıkışıp daha hızlı atmaya başladı. Bakışlarımı Alparslan Çakır’dan çevirip helikoptere baktığımda artık tek noktaya dönüştüğünü gördüm.

İçimde bir şey sanki o helikopterle birlikte parçalanıyordu. Sadece ekip arkadaşlarımı değil, bir yanımı da götürdüklerini hissediyordum ama bu his…Bu, sadece bir yoldaşın kaybı değildi daha fazlasıydı.

Mete.

Adını bile düşünmek, göğsümde bir ağrının kıvılcımlarını hissetmeme yetiyordu. Mete’nin sesi, yüzü, bana bakan o keskin mavileri… Her biri beynimin içinde yankılanırken, bir şeyleri geride bırakmışlığım yakamı bırakmıyordu. Bunca yıl kendime hep aynı şeyi söyledim.

“Eyşan, sen askerlikten başka bir şey bilmezsin. Kalbinle değil, mantığınla yaşa.” derdim.

Ailemin acısını yaşamadan devletim için koşturdum.

Biri beni küçüklüğümden beri seviyor, bana bir şey olacak diye üzülüyor deyip, kendim olduğum karakterin ardındaki küçük kızı çıkarttım.

Ama şimdi görüyordum ki kalbim, mantığımın önüne geçeli çok uzun zaman olmuş.

Beni tutan kollardan hafifçe sıyrılıp yavaş adımlarla askeriyeye girdiğimde bazı askerler bana dönüp bakıyordu. Beni ikinci defa dışarıdan sivil bir şekilde gelirken görüyorlardı, alışılmış bir durum değildi. Asker üniformasıyla yatıp kalkan ben, kalbime yenilmenin acısını yaşıyordum. Koğuşların koridoruna saptığımda ayaklarım benliğimden habersiz Mete’nin odasının önünde durdu. Elim ağırca kapı kulpuna yükseldi ve aşağıya indirdi.

İçeriye girdiğim gibi burnuma doluşan baharatlı kokuyu son bir kez daha ciğerlerime çektim. Onun varlığı sığınak gibiydi. Bu yaşıma kadar arayamadığım sıcaklığı kendisi bana vermişti. Titreyen alt dudağımı dişlerimin arasına aldığımda gözlerimi kırpıştırdım ve yatağa doğru ilerledim.

“Seni bulursam bir daha bırakmam demiştim.”

Başımdaki ağrı zihnime sıçradı.

“Yalancı.”

“Çünkü tek güldüğün fotoğraf buydu. Hepsinde ya somurtuyordun ya da ağlıyordun Eyşan.”

Ellerim yaptığı yatağın üzerine düştüğünde acıyla soluklandım. Yüzü kaplayan ağrıyı çekip çıkartmak istedim ama olmazdı. Ağrı giderek büyüyordu.

“Güveneceksin Eyşan. Koşulların ne olduğunu önemsemeden seni koruyorsam bana güvenmeyi öğreneceksin.”

Ağrı dudaklarımın üzerinden uzanıp kalbime dokunduğunda, büyük bir öfkeyle ellerimin altındaki yorganı çektim.

“YALANCI!”

Mavi renkteki yorgan yere düşerken yastığını alıp yere fırlattım. Dolap kapağına ayağımı vurduğumda dolap kapağı kırılarak içine göçtü. Bir kez daha vurduğumda menteşelerinden çıktı ve yere devrildi. Yanındaki aynaya baktığımda gözlerimin dolu olması beni daha da ağlattı. Elimi yumruk yapıp sertçe aynaya vurduğumda büyük bir gürültü koptu. Şangırtıları duyan birkaç bedenin varlığını hissederken burnumu çektim ve derin bir nefes verdim. Kırık ayna parçalarına yansıyan yüzüm, artık eskisi kadar canımı acımıyordu.

“Hih!”

“Eyşan!”

Alev’in ve Osman’ın sesini duyduğumda önüme gelmelerini izledim. Donmuş bakışlarım onların bana bakan gözlerinde dolanırken Osman doğruldu ve yakalarımı sertçe kendine çekti.

“Sen bu musun lan! Sen bu musun!”

Beni sertçe sarsıp ittirdi ama bırakmadı. Yakalarımdaki elleri beyazlamıştı.

“Benim tanıdığım yüzbaşıya ne yaptın!” dedi ve bir anda yakalarımı sertçe ittirdi. Bedenim nasıl olduysa ayakta kalmayı başardığında Osman, Alev’in kolundan tuttu ve dışarıya doğru sürükledi.

“Ne yapıyorsun manyak herif?” dedi ama Osman, onu dışarıya atıp kapıyı kapattı. Dışarıdan bağrışmalar yükselirken adımları bana yaklaştı ve yeniden yakalarımı buldu.

“Şu haline bak ya, şu haline bak bir bak!”

Bir eliyle yakamı tutarken diğer eline ayna parçası aldı ve bana çevirdi.

“Şu yüzünün hali ne? Senin gücün nerede? Askeriyeyi sarsan adımların nerede?” aynayı yüzümden çekti ve yeniden diğer elini yakama sardı.

“Senin herkesten önce kendine saygın vardı Eyşan. O saygın nerede?”

Dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçtığında gözlerimi kapattım ve ellerimi yakasını tutan ellerinin üzerine koydum.

“Babasının annesinin şehit töreninde ağlamayan, bizi yarı yolda bir sik gibi bırakan o kadın nerede?” diyen Osman’ın ağlayan sesini işittiğimde gözlerim aralandı. Sinirden kızarmış gözlerinden yanaklarına yaşlar süzülüyordu.

“Bulduğumuzda bile bize sırtını çevirecek kadar güçlü ama içi içini yiyen ama kimseye göstermeyen o kadına ne yaptın sen Eyşan?” diye devam ettiğinde dizlerinin üzerine çöktü. Onunla birlikte bende çöktüğümde kafasını iki yana salladı.

“Vatanı için şehit olmuş arkadaşlarının arkasından, yas tutmadan intikam peşinde koşan o kadına ne yaptın?”

Sustum.

“Altı şehidin intikamı alındıktan sonra ağlayan o kadına, sen, ne yaptın Eyşan!”

Osman’ın kelimelerinin her biri bir kurşun gibi zihnime saplanıyordu. Cümlelerin yankısı, göğsümde bir buz dağı gibi kırılıyordu. Nefes almak istedim ama sanki ciğerlerim buna izin vermiyordu. Gözlerim yaşla dolarken avuçlarımı Osman’ın bileklerinden çekmedim.

“Onlar, gittiler.” dedim, sesim çatallanarak. Kendi sesimi bile tanıyamıyordum. Osman’ın bakışları bana kilitlendi. Sanki beni yerle bir etmeye hazırdı ama bu kez kelimeler ondan değil, benden çıkacaktı.

“O kadını senin tanıdığın yerden aldılar, Osman. Savaş meydanından, arkadaşlarının arasından söküp aldılar. Beni parçaladılar, içimi oyarak dışarı attılar. Sonra yeniden birleştirdiler ama eskisi gibi olmadı.”

Ellerim, yakamdaki ellerini sıktı. Şimdi her şeyden çok kendimi anlatmaya, içimdeki o fırtınayı bir şekilde ortaya çıkarmaya ihtiyacım vardı.

“Nefes aldığım her saniye herkesi yeniden kaybediyorum. Her gün bir kez daha ölüyorum Osman.”

Osman, başını kaldırdı, gözlerindeki sinirin yerini bir anlayış almıştı ama bu anlayışın da bir ağırlığı vardı.

“Ben annemi kaybettiğimde yanımda olan tek varlık sendin Eyşan. Güçsüz olduğum oradan belliydi ama sen aileni kaybetmene rağmen arkanda onları bırakıp gidebildin.” Derin bir nefes aldı. “Bazen en zor savaş, insanın kendine karşı verdiği savaştır. Sen bu savaşı kazanamazsan ne biz kazanırız ne de vatan.”

Kelimeleri kırılmış bir aynadan yansıyan ışık gibi zihnimi aydınlattı. İçimdeki korkuyu, sevgiyi, öfkeyi ve hayal kırıklığını kabul etmek zorundaydım. Osman, haklıydı.

“Şimdi kalk ve kendine gel. Güvercin Timi’ne o eski yüzbaşıyı geri ver.” deyip ayağa kalktı. Kapıya doğru ilerleyip açtığında Alev onu sertçe ittirdi.

“Aptal herif!”

Osman, onu umursamadan çekip gittiğinde Alev, bana yaklaştı ve yavaşça yere eğildi. Endişeli gözlerle bana baktığında bakışları ağırca elime kaydı. İçli bir nefes dudaklarından koptuğunda alt dudağını ısırdı. Ağırca ayağa kalkmak istediğimde kollarımdan tuttu ve bana yardımcı oldu. Gözlerim hiçbir yere temas etmeden karşımdaki odanın kapısına değdi. Bilinçsizce üzerimi değiştirdim ve elimdeki kurumuş kanları komodinin üzerindeki mendille sildim. Kenardan bir bandaj alıp sardım ve odadan çıktım.

Mutluluk, buraya kadardı.

Sert adımlarım askeriyede yankılanırken yüzümdeki ifadeden korkan birkaç asker yanımdan hızla kaçıp gitmişti. Adımlarım beni bir noktaya getirdiğinde derin bir nefes aldım ve kapıyı çalıp içeriye girdim. Alparslan albay, geldiğimi gördüğünde kafasını kaldırdığı dosyaya geri indirdi. Önünde durup sağ ayağımın yanına sol ayağı sertçe vurdum.

“Asena Eyşan Boduroğlu, Rize. Bir malumatım olacaktı albayım.”

Alparslan albay, kaşlarını yukarıya kaldırıp yüzüme baktığında duruşumu hiç bozmadım.

“Son yaşanılan olaylardan dolayı yeterince Güvercin Timi’nin başında olamadım. Biliyorsunuz ki Kubilay Cenk Eşver ve Yonca Tombik arasında bir bağ var. O bağın gerçekleşmesi için sizden birkaç gün izin istiyorum. Kızımızı isteyip gelelim.”

Alparslan albay, dediklerimle kendisini yavaşça arkaya bıraktı. Bir eli kolçağa yaslanırken diğer eli masanın üzerinde ritim tutuyordu.

“Kabuldür. Gidin ve çabuk dönün. Size bir hafta veriyorum.”

Başımı eğip kaldırdım.

“Sağ ol!”

Solumdan kapıya döndüm ve odadan çıktım. Bileğimdeki saatin kaç olduğuna baktım. Tam öğlendi ve yemek saatiydi. Hızlı adımlarla yemekhaneye girdiğimde yemek sırasında olan Güvercin Timi’ni fark ettim. Osman, elindeki tabldotu yavaşça masaya bırakıp ayakta bana baktığında kafamı hafifçe eğip kaldırdım.

Onun istediği gibi olacaktım.

Güvercin Timi'nin sert, kırılmayan yüzbaşısı; Asena Eyşan Boduroğlu olacaktım.

Osman'ın sabit bakışlarla bana bakmaya devam ettiğini fark ettiğimde gözlerimi kaçırdım ve Kubilay’a baktım. elindeki tabldotu masanın üzerine bırakıp doğruldu.

 

“Kubilay, kendini hazırla. Yarın Yonca’yı istemeye gidiyoruz.”

-

 

 

BÖLÜM SONU

BÖLÜM SONU MEDYALARI

Instagram: _jupiterdebirokur

Tiktok: jr.napolita

X: sultanakr9

Wattpad: sultanakr

Yine uzun soluklu bölümün ardından buradayız ama nasılız?

Bu bölüm güzel şeyler yaşadık ama tabii ki her güzel şeyin bir bitişi vardır. Eyşan'ın Mete gitmesinden sonraki çöküşü ve Osman'ın onunla konuşması elbette ki Eyşan için bir şeyleri değiştirecek ve bunu hepimiz elimiz yüreğimizde okuyacağız.

Önümüzde kız isteme merasimi var ve bu yazar çok heyecanlı. Bakalım Yonca'yı istememiz nasıl geçecek?

Sorularınızı ve düşüncelerinizi buraya alabilirim.

 

 

Koyduğum son noktada görüşmek dileğiyle

 

 

Sultan çakır

 

 

yirmi bir kasım iki bin yirmi dört

 

Loading...
0%