Merhabalar, son noktayı koydum ve kendimi burada buldum. En aşağıda, bölüm sonrasında buluşalım.
Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
Bölüm Şarkısı;
пепел, Ooes
🕊️
XVII
28 Aralık 2021
Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından
Bir varmış, bir yokmuş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, etrafı sık ağaçlarla kaplı bir köy varmış. O köyün sakinleri, ne zaman ormana girse içlerinden biri ağaçların içinde kaybolurmuş. Lanetli saydıkları orman, gün geçtikçe daha fazla insanı kendine hapsetmiş. Bu duruma dayanamayan köylüler, ağaçları kesme kararı almışlar ama kimse buna cesaret edememiş.
Defne adında bir kadının yolu fark etmediği bir şekilde o köye çıkmış. Köylülere gideceği yeri söylemiş ama o yol, Lanetli Orman'dan geçiyormuş. Defne'ye her ne kadar 'Gitme.' deseler de Defne, onları dinlememiş ve günün ilk ışıklarında yola koyulmuş. Ormanda bulunan sık ağaçlardan birinde, ağacı sıkan bir sarmaşık görmüş. Usulca ağaca yaklaşıp dikenli sarmaşığa dokunmak istemiş ama birden durmuş.
'Canım acır.' diye düşünmüş ama içindeki sesi, 'Ağacın canı acımıyor mudur?' diye söylenmiş. Umursamadan önüne döndüğünde bütün yolların sarmaşıklarla kaplandığını fark etmiş. Bir sarmaşığın bütün yolu kapattığını fark ettiğinde ise yeniden o ağaca dönmüş ve ellerine diken batmasını umursamadan ağaçtaki sarmaşıkları sökmeye başlamış.
Ormanın üzerindeki güneş, yerini aya bıraktığında yorgunca ağacın altına çökmüş. Ellerinin içi diken izleriyle ve kan tomurcuklarıyla dolmuş. Karanlığın iyice bastırdığı anlarda kulağına bir ses ulaşmış. Ne olduğunu anlamak için etrafına bakmış ama kimseyi görememiş.
'Ben buradayım.' demiş, o ses. 'Zihninde.'
Defne, ne olduğunu şaşırmış.
'İnsanlar, bu ormana girdiklerinde kayboluyor ama sen kaybolmadın.' demiş, zihnindeki ses. Defne, yavaşça ayağa kalkmış ve önündeki yola bakmış. Geriye dönüp arkasına baktığında ise bütün sarmaşıkların yerde olduğunu görmüş.
'Ne bu orman lanetli ne de insanlar kayboluyor.' demiş, Defne kendi kendine. Köyün dışındaki yerleşim yerini gördüğünde yavaş adımlarla oraya doğru ilerlemiş. Yaşlı bir teyzenin hemen yol kenarında oturduğunu görmüş ve ona yaklaşmış. Yaşlı teyzenin önüne geçtiğinde yaşlı teyze ayağa kalkmış.
'Benim sıram artık senindir.' deyip gittiğinde kendini birden yaşlı teyzenin oturduğu yerde bulmuş. Ayağa kalkmak istemiş ama sanki oturduğu yere çivilenmiş. Bakışları önünde uzanan ormanın derinliklerinde dolaştığında her şeyi anlamış.
İnsan, yaşadığı süre boyunca sürekli yol arar. O yollarda kaybolur, yeni düşünce kapılarını açar ama bir gün aşılması zor bir yola girer. Engellerle dolu yolun yalnızca bir kurtuluş noktası vardır. O kurtuluş yolunu bulduğunda ise yorgundur. Bitap düşen zihin, artık bir şey düşünemez hâle gelir. Ta ki biri çıkıp, ne yaptığını hatırlatana kadar.
Annemin bana küçükken anlattığı bu masalı o zamanlar asla anlamamıştım ama şimdi anlıyordum ki beni yola çıkmaya hazırlamış. Üzerime bir asker üniforması giydirmiş ve vatanımın şefkatli ellerine yollamış. Kendileri yarı yolda kaybolurken bana, önü açık bir yol bırakmışlar. Ben o yolda ilerlemeye devam ederken farkında olmadan, yolumu değiştirip o sarmaşıkların olduğu yerde kalmış ve önümün kapanmasına sebep olmuştum.
Her zihnin bir kayboluşu varmış.
Benim kayboluşum, zihnime inşa ettiğim o duvarın önüydü.
Giydiğim siyah takım elbisenin omuzlarındaki üç yıldıza bakıp derin bir nefes aldım. Bakışlarım ağırca kalbimin üzerindeki Türk Silahlı Kuvvetleri rozetine kaydığında ise ne zamandan beri çattığımı bilmediğim kaşlarımı gevşettim.
Düşe kalka ilerlediğim, 'Belki sonunda öleceğim ama vatanı savunacağım.' diye girdiğim yoldan sapıp kaybolmak istemiyordum. O üniforma için ağlayan küçük kızın hayallerini elinden almak istemiyordum. Rozetten bakışlarımı çekip Mete'ye baktığımda annemin bana anlattığı ağaçtaki sarmaşıkları hatırladım.
'Masalın sonu mutsuz mu bitiyor anne?'
'Her masalın sonu mutlu bitmez kızım.'
Mete.
Yolun sonuna doğru gitmek için çıktığım yolda, nereye gittiğimi unutturan kişiydi.
Ankara İstihbarat Birliği'ne geleli, yaklaşık bir saat olmuştu ve biz yarım saatten beri kapının açılıp davet edilmeyi bekliyorduk. Sanki, iç sesim duyulmuşçasına kapı birden açıldı ve bembeyaz takım elbisesi giymiş gözlüklü bir adam içeriden çıktı.
"Mümtaz Çalkun sizi bekler."
Mete ile birlikte ayağa kalkıp üzerimi düzelttim ve karşımdaki kapıya yürümeye başladım. Mete ve takım elbiseli adam kenara kayıp bana öncelik verdiklerinde kafamı eğip kaldırdım ve içeriye girdim. Odaya girdiğimde elleri iki yanında, pencerenin kenarında arkası bize dönük olan adamı fark ettim. Mete yanımda durduğunda ayağını sertçe ayağının yanına vurdu.
"Yüzbaşı Çakır." dediğinde ayağımı sertçe ayağımın yanına vurdum.
"Yüzbaşı Boduroğlu." dedim.
Bize arkası dönük adamın omuzları yükselip alçaldığında kaşlarım çatılı bir şekilde beklemeye başladım. Ağırca yüzünü bize döndüğünde gördüğüm gözleri neredeyse dudaklarımın şaşkınlıktan aralanmasına neden olacaktı. Bir gözü mavi diğer gözü ise siyahtı. Yaşlıydı, yüzünde geçmişin izleri vardı. Ellerini arkasında bağlayıp bakışlarını yalnızca benim yüzümde tuttu.
"Babana benziyorsun Boduroğlu."
Hiçbir şey demeden hazır ol da beklemeye devam ederken bir adım daha yaklaştı ve Mete ile önümüzde durdu.
"Soyadını almışsın?" diye sorduğunda yine bir şey demedim fakat bakışlarım göğsünün üzerindeki cırt cırta dokundu.
ÇALKUN
Çok beklemeden yeniden karşımdaki Mümtaz Çalkun'un yüzüne baktığımda ifadesizliğini koruyor olduğunu gördüm.
"Asena Gündüz, Melek Kutlu, Yasemin Faroz, Aybüke Çalın, Eda Temyiz. İçlerindeki en güzel isim bence Eda Temyiz'di."
Mümtaz Çalkun'un dudakları arasından çıkan isimler, annem ile babamın bir kâğıda karalayıp 'İsmini seç.' dedikleri isimler ile aynıydı. Kaşlarım yukarıya yükselirken Mümtaz Çalkun'un dudağı yarımca kıvrıldı.
"O kâğıdı yazıp vereli kaç yıl geçmiş ama yüzünden anlıyorum ki unutmamışım." dediğinde o kâğıdın annem ve babam tarafından yazılmadığını anlamıştım. Mümtaz Çalkun'un dudaklarındaki tebessüm bir anda dağıldığında bakışları Mete'ye çevrildi.
"Karşımda sanki Alparslan Çakır var. Öyle bakıyorsun bana evlat, rahat ol." dediğinde elimi arkama götürdüm ve ayaklarımın arasını açtım. Mete'nin de aynısını yaptığını fark ettiğimde Mümtaz Çalkun bize sırtını döndü ve koltuklara ilerledi. Yavaşça çöküp oturduğunda elini kaldırdı.
"Yaklaşın ve oturun, oturmam derseniz beni ayakta dinlersiniz."
Yaklaşıp ayakta durduğumuzda burnundan gülen bir tını soludu ve arkasına yaslandı.
"Vatanımızı, topraklarımızı ve kanını dökerek savaşan şehitlerimizi rahat bırakmıyorlar." diye söylendi ve kaşlarını çattı. Titrek gözleri Mete'nin gözlerini bulduğunda daha da derinleşti.
"Annenin şehit olmasının sebebinin baban olduğunu biliyor muydun evlat?"
Bakışlarım Mete'ye çevrildiğinde yüzünün ifadesiz olduğunu gördüm. Kafasını eğip kaldırdığında Mümtaz Çalkun, tüm ciddiyetiyle kafasını iki yana salladı.
"Ama değildi." dedikten sonra gözlerini kapattı ve derin bir nefes alıp verdi.
"Baban, Hümeyra'yı dinlemiş olsaydı Raşit'i öldüreceklerdi. Babana anneni dinlememesi için ben yol gösterdim ama yolun sonunda annen şehit oldu." deyip gözlerini açtı. "Eğer Raşit o gün ölseydi, biz buraya gelemezdik."
"Bu ne demek?" diye sorduğunda Mete, Mümtaz Çalkun'un bakışları ikimizin üzerinde gezindi.
"İnsanlar hata yapar ama asker hata yapmaz. Herkesin yüreği vardır ama asker olmayan bir başkası asla gidip kendi arkadaşını vuramaz. Bu zamana kadar Eyşan seni hiç vurmadı ama defalarca onun vurulmasına sebep oldun Mete yüzbaşı."
Bakışlarımı Mete'ye çevirmemek için zor tuttum. Mete'den ses çıkmayınca Mümtaz Çalkun sinirle elini kaldırdı ve işaret parmağını bize salladı.
"Çocuklar insanları yoldan çıkartamazsınız ama asker, devleti için her şeyi yapar gerekirse unutur, bunu unutmayın. Ben Alparslan Çakır'ın yolunu değiştirmeseydim senin annen şehit olmazdı." Bakışları bana döndü. "Ama senin ailen yine ve yine şehit olurdu. Çünkü bu onların kaçınılmaz sonu. Bir gün sende onlar gibi şehit olduğunda kaderini anlarsın."
Gözlerini sinirle kısıp sağa baktığında çenesi gerildi ve yeniden bize baktı.
"Sizin babalarınız yanlış insanların peşinde koştular, aralarına aldılar. Raşit'i gidip vatan haini ilan ettirdiğimde tek birisinin maskesi düştü. Siz kolay mı sanıyorsunuz bir vatan haininin askeriyeye; yemin törenine, hem de rütbeli insanların, ailelerin olduğu bir yere girebileceğini?"
Zihnim sarmaşıklarla kaplanmak üzereymişçesine hissediyordum. Bakışları yeniden üzerimizde gezindi ve aramızdaki boşlukta asılı kaldı.
"Ben Eyşan'ı Raşit'ten korudum ama Mezarcı'dan ailesini koruyamadım."
Dudaklarım şaşkınlıktan açılırken kaşlarım aksi gibi çatılmıştı. Sertçe Mümtaz Çalkun'u izlemeye devam ettiğimde bakışları ağırca beni buldu.
"Raşit'in bu zamana kadar yaptığı bütün işlerin altındaki imza Mezarcı'ya aitti. Yemin törenine, ailenin oturduğu yerin hemen altına bombayı yerleştiren oydu. Bu zamana kadar hiç hata yapmadı ama bir yerde elime düştü. Sizi; teknolojik sınıfta seviye atlamış bir üsse, kolunuza taktığı saatle gönderdiğinde her şey çorap söküğü gibi dağılarak geldi."
"Neden onları uyarmadınız?" diye bir soru döküldü dudaklarımın arasından. Bilinçsizce sorduğum soruya karşılık sadece bakışlarını Mete'ye çevirdi.
"Babana, Mezarcı'yı Mücadele İtibar Teşkilatı'nda çalıştırmasını ben söyledim."
Göz kapaklarım titreyerek gözlerimin önüne devrildi.
"Neden, bildiğiniz halde onları uyarmadınız?" deyip gözlerimi açtım. Ruhum, kanayan yerlerinden kabuklarını atarcasına yaraları yeniden açmıştı. Mümtaz Çalkun'un bakışları bana çevrildiğinde kaşlarını çattı.
"Peki sen neden bu zamana kadar, Mezarcı'nın vatan haini olduğunu öğrenemedin yüzbaşı?" dedi ve titreyen ellerini sinirle koltuğun kolçaklarına bastırdı. "Bir numaralı askerdin sen! Kadın bu, bundan bordo bereli olmaz dediklerinde, herkese inat o kütüğe rozetini çakmadın mı? Askeri okulu kazandığından beri kendi soyadınla çağrılmayıp farklı bir soyadı taşırken neler olup bittiğini öğrenmedin mi!"
Odanın içerisinde bıraktığı yankılı sesi, boynundaki ve alnındaki damarların şişip belli olmasına neden olmuştu.
"Efendim, iyi misiniz?"
Odanın içindeki kapı açılmış ve içeriye kapıda bizi davet eden kişi girmişti. Mümtaz Çalkun, hızla içeriye giren adama baktı.
"Gir içeri, bir daha da beni rahatsız etme!" diyerek ona da bağırdığında takım elbiseli adam odaya girip kapıyı kapattı. Bakışlarım yeniden Mümtaz Çalkun'a çekildiğinde titreyen elini bana uzattı.
"Bir kere olsun babanın arkadaşlarının kim olduğunu araştırdın mı yüzbaşı?" Kafasını iki yana salladı. "Araştırmadın çünkü hiçbiri yoktu. Adını soyadını değiştirme sebebim de buydu. Çünkü herkesin yönünü değiştirmem gerekti. Bir numaralı askerim bile bunu fark etmedi. Hepiniz yanlış yollara sürüklendiniz."
Mümtaz Çalkun, derin bir nefes verip boğazını temizledi ve konuşurken öne eğdiği bedenini geriye yasladı.
"Hiçbir zaman hata yaptığımı düşünmeyeceğim."
Ama hata yapan oydu.
Kendine bile itiraf etmekte zorlandığını açıkça belli etmişti. Alparslan Çakır'ın Hümeyra Çakır'a inanmasını sağlamasaydı Raşit şu an vatan haini olarak görünmeyecekti. Mezarcı, hiçbir şey yapamadan ele geçirilecekti.
"Konumuza dönelim; Zara Demirkan ve kayıp olan Aras Demirkan. Son aldığım bilgiye göre ikisi de sınır dışında ve oraya gidebilmemiz için bazı yazışmalar yapılması gerek ki bu da aylarımızı alır."
Mümtaz Çalkun, bakışlarını yere eğdi ve düşünceli bir şekilde bekledi. Aklındaki hiçbir şeyi yüzüne yansıtmıyor ve ne düşündüğünü görmemize izin vermiyordu. Bir süre sonra kafasını iki yana sallayıp bakışlarını üzerimizde gezdirdi.
"Mete yüzbaşı, artık Şırnak'ta kalın ve lütfen, rica ediyorum ki sürekli yerlerinizi değiştirmeyin. Alparslan ile konuştuğumda en son Güvercin Timi'nde yer alıyordunuz. Geçici olduğunu söyledi ama kalıcı olarak yemin törenine katılmışsınız. Orada kalmaya devam edin. Sana gelecek olursak Eyşan yüzbaşı." dedi ve ellerini yeniden kolçağa koyup ayağa kalktı. Yavaş adımlarla yürüyüp tam karşıma geçti.
"Bir daha bana cevabını kendin bulacağın sorularla gelme. Bu zamana kadar sorduğun hiçbir soruda cevap alamadın, bunun farkındayım ama artık işler değişti. Senin yolun, diğerlerinden farklı. Bu saatten sonra herkese kapılar kapalı ama bir tek sana açık."
Kaşlarım çatıldığında gözleri kısıldı. Kafasını iki yana sallayıp ellerini arkasında bağladı ve sırtını bize çevirdi.
"Mete yüzbaşı, bizi Eyşan yüzbaşı ile yalnız bırak."
Bakışlarım Mete'ye çevrildiğinde soru soran gözlerle bana baktığını gördüm. Kafamı hafifçe eğip kaldırdığımda ayağını sertçe ayağının yanına vurdu ve kapıdan çıktı. Önüme döndüğümde Mümtaz Çalkun, pencerenin yanında durdu.
"Ethem, yani baban Alparslan'ı çok severdi. Asla ama asla ondan şüphelenmezdi. Birlikte büyüdüler, aynı yemekten yediler, birlikte savaştılar, birlikte vuruldular. Alparslan ve Ethem, TSK'nin en önemli askerlerindendi. Bir tim kurmaları ve kendileri gibi birer yiğit toparlamalarını emrettim. Ethem ve Alparslan kolları sıvadı ve on iki kişiden oluşan bir tim kurdu."
Bozkır Timi.
"Bozkır Timi." dedi ve büyük bir nefes verdi. "Bozkır Timi; o kadar güçlü bir timdi ki kimi istersek gidip, yerin altında bile olsa getirdi. 2 Ocak 1996 Pazar Sabahı, beş tane şehit haberi ile gözlerimizi açtık. Bozkır Timi'nde yalnızca yedi kişi kalmıştı. Ethem ve Alparslan, kendi elleriyle gömdüler gerçek arkadaşlarını."
Mümtaz Çalkun, bana döndü ama yaklaşmadı. Arkasında bağladığı elin bir tanesi havaya kaldırıp eliyle 'Beş' yaptı.
"Beş gerçek arkadaşın yerine, beş tane vatan haini soktu."
Elini indirip yeniden arkasında bağladığında kafasını iki yana salladı.
"Üç tanesi çabuk pes etti hemen yakalandı ama Mezarcı ve Raşit'in hiçbir zaman hain olabileceğini düşünmediler." diye fısıldadıktan sonra yeniden cama döndü. "26 Haziran 1996'dan itibaren her şey değişmeye başladı. Hümeyra Çakır ile annen Yağmur, iki adamın yapamadıklarını yapmaya başladı. Annen doğurdu doğuracak askeriyeden ayrılmazken, Hümeyra Çakır, ikizlerine bile bakamadan görevden göreve koştu. Hümeyra Çakır, annenden önce bilgi bulup bana gelmeseydi sen belki de hiç doğmamış olacaktın."
Kaşlarım zihnimde parlayan bir cümle ile parıldadığında kaşlarımı çatıp bir adım geriledim.
"Siz. Hümeyra Çakır'ın ölmesine siz sebep oldunuz."
Mümtaz Çalkun kafasını iki yana salladı.
"Sebep olmadım, yaptım. Eylemi gerçekleştiren bendim." dedikten sonra bakışları bana çevrildi. Yüreğim duyduğum cümleler ile bir buz kütlesine dönüşmüştü. Bir insan, nasıl böyle bir şey yapabilirdi?
"Buna, nasıl? Neden böyle?"
Konuşamadım, dilim dönmedi. Kalbi olan kimse böyle bir şeye cesaret edemezdi. Mümtaz Çalkun, pencereye sırtını dönüp bakışlarını bana çevirdi.
"Biraz önce dediğim şeyi hatırlıyor musun? Asker olmayan hiç kimse, kendi arkadaşını vuracak kadar kalpsiz olamaz. Askerlerin kalbi yoktur yüzbaşı."
Kafamı hızla iki yana salladım.
"Vardır. Bizde insanız."
Elini kaldırıp beni susturdu.
"İnsanlar hata yapar yüzbaşı! Senin hata yapma lüksün yok. Senin bir hatan, görebileceğin son gün yüzü olur. Bizi sivillerden ayıran tek fark budur. Onların kalbi vardır ama senin hiçbir şeyin yoktur. Sen, göğsünde onurla taşıdığın Türk Silahlı Kuvvetleri'ne aitsin."
İşte, tam olarak annemin beni hazırladığı yol, buydu.
"İki ay, sana kendini toparlaman için iki ay veriyorum. O iki ay içerisinde timini dize getirip Güvercin Timi'ne olan güvenimi sağlarsan seni rahat bırakırım. Eğer üst üstüne şikâyet almaya devam edersem o timi dağıtırım. Bir daha hiç kimse, birbirinin yüzü dahi göremez."
Ayağımı sertçe sağ ayağımın yanına vurdum ve kafamı eğip kaldırdım. Mümtaz Çalkun bana sırtını döndüğünde kapıya ilerleyip odadan çıktım. Mete'nin oturduğu sandalyeden geldiğimi görünce kalktı ve bana doğru ilerlemeye başladı. Kapıyı kapattığımda çenemle yolu işaret ettim ve çıkışa ilerledim.
"Ben çıktıktan sonra sana ne söyledi?" diye sorduğunda kurumuş dudaklarımı yaladım. Ona yalan söyleyecek değildim ama her şeyi de söyleyemezdim. Özellikle annesini şehit edenin Mümtaz Çalkun olduğunu söylersem sonuçlarının ne olacağını kestiremiyordum.
"İki ay süre verdi." dediğimde çıkışa varmıştık. Mete, ilerideki aracın kilidini elindeki arabanın anahtarıyla açtığında durdu ve bana baktı.
"Ne için?"
Arabanın kapısını açtığımda binmeden ona baktım.
"Güvercin Timi'ni eski gücüne kazandırmam için." dedim ve ön koltuğa oturdum. Mete, şoför koltuğuna oturup arabayı çalıştırdığında yola koyuldu ve bakışlarını sadece önünde bekletti.
"Güvercin Timi, eski gücünde değil miymiş?"
Sorduğu soruyla kafamı iki yana salladım.
"İki seneden beri yoktum ve sürekli olarak komutanları değişti. Siz geldiniz, ben gittim. Bize verilen isimleri bir haftada bulup getiren Güvercin Timi, sanki acemi birliği gibi davranıyor. Üstüne gidip bulduğumuz adamı elimizden kaçırıyoruz."
Mete, dediklerime nazaran sessiz kaldığında bakışlarımı ondan çekip yolu izlemeye başladım. Bu kadar bocalamamızın sebebi Mümtaz Çalkun'du. Bizi yanlış yola yönlendirmiş ve zaman kaybetmemizi sağlamıştı. 'İki ay.' diye tekrar ettim içimden. İki ay içerisinde herkese kapalı ama bir tek bana açılan o kapının ne olduğunu bulacak ve Güvercin Timi'ni yeniden o gücüne kavuşturacaktım.
Yazar, Ağzından
Her insan, karşısına çıkan zorluklarda zihnine kapanır ve orada bir derman arar. Bazıları bir çıkış yolu bulabilirken bazıları ise orada kalır. Elinde imkânı olan bireyler o çıktıkları yolda ilerlemeye devam edebilir ama o avantajların bitebileceğini hiçbir zaman düşünemez. Ta ki avuçlarında hiçbir şey kalmayana kadar.
İşte o zaman, yolun başına dönmeleri gerekir ama çoktan yol silinmiştir.
Eyşan ve Mete, araba ile havaalanına gidip yarım saat içinde aldıkları biletler ile bir buçuk saatte Şırnak'ın havaalanına varmışlardı. Onları almaları için askeriyeye haber saldıklarında bir kirpi ile karşılanmış ve askeriyeye doğru yola koyulmuşlardı. Askeriyeye vardıklarında ise önce Eyşan inmiş ve Mete'ye bakmadan kendini odasına kapatmıştı.
Eyşan, üzerindeki takım elbisesinin yerini kamuflajıyla değiştirdiğinde takım elbisesini düzgünce dolabındaki askısına astı ve geriye çekilip aynaya baktı. Sol eliyle sağında duran 'Boduroğlu' yazısını okşadı. Ne yapacağını düşündü zihninden ama çıkış yolu bulamadı. Yine Yağmur Boduroğlu'nun ona anlattığı masaldaki sarmaşığı hatırladı. Defne'nin önünü açabilmesi için, ilk ağaçtaki sarmaşığı kestiğini zihnine kazıdı.
Yolu açabilmek için buna etken olanı kesmeyi anladı.
Gözleri aynada yüzüyle buluştuğunda omuzlarını yükseltti Eyşan ama aklındaki sorular henüz onu bırakmamıştı. Önünü kesen o etken neydi? 'Sevgi mi, aşk mı, kardeşlik mi?' diye düşündü hatta 'Soyadım ise hemen gidip Gündüz'e geri döneyim' dedi ama değildi. Kalbindeki aşkın sonu hüzne çıkmadığı sürece sorun yoktu, sıkıntı başka yerdeydi. İlk davadaki o an, soruların başladığı noktadaydı.
Eyşan, o andan itibaren aynanın karşısında sırtını döndü ve kapıya doğru ilerledi. Sırayla geri dönecekti, kafaya koydu. Asena Gündüz'e geri dönemezdi ama yürüdüğü yolları yeniden yürüyebilirdi.
Kapıyı açtı ve hızlıca Alparslan Çakır'ın odasına doğru ilerlemeye başladı. Sert adımları ve çehresiyle her askerin dikkatini çekiyor ve ardından konuşulmasına neden oluyordu. Kulağına tek bir cümle ulaştı.
"Eyşan yüzbaşı, eski formuna kavuşmuş."
Bu cümleyle 'Tamam.' dedi.
Alparslan Çakır'ın odasının önüne vardığında kapıyı çaldı ve hızla odaya girdi.
"Asena Eyşan Boduroğlu, Rize." dedi ve üç adımda albayın önünde durdu. Alparslan Çakır, ona baktığında çenesini dikleştirdi ve asla ödün vermediği ateş püskürten bakışlarını ilk günkü gibi albaya dikti. Alparslan Çakır, karşısındaki askerinin bu bakışlarını daha önce hiç görmemişti. Şaşkınlıkla kaşları yukarıya kıvrıldı ve arkasına yaslandı.
"Bir sorun mu var Boduroğlu?" diye sorduğunda Eyşan, kafasını iki yana salladı.
"Hayır albayım, bir sorun yok fakat Güvercin Timi'nin sağlam bir şekilde kendini toparlaması için sizden bir konuda istirhamım olacaktı."
Alparslan albay, üst üstüne yaşadığı şaşkınlıkla ellerini masanın üzerinde bağladı ve Eyşan'ı dinlemeye devam etti.
"Biliyorsunuz ki Güvercin Timi'yle pek vakit geçiremedim ve eski formunu kaybettiğini gördüm. Bundan dolayı onları ilk gün yaptığım gibi bir eğitimden geçirmek istiyorum."
Alparslan Çakır, zekiydi ve karşısında duran kadının ne istediğini hemen anladı. Keyifle sağ elini havaya kaldırdı.
"Tim senin, istediğini yapmakta özgürsün Boduroğlu."
Eyşan, duyduğu cümleyle kafasını eğip kaldırdı.
"Sağ ol."
Sol ayağının üzerinde sola döndü ve dört adımla odadan ayrıldı. Alparslan Çakır'dan artık onay alınmıştı sıra Güvercin Timi'ne hiçbir şey fark ettirmeden eğitim odasına götürmekti. Kapının önünde duran nöbetçiyi çağırıp peşinde sürüklemeye başladı. Adımları kantine yöneldiğinde, uyku ilacı için sıhhiye doktoruna uğramayı unutmadı. Kantine vardığında kişi sayısı kadar çayı ve içlerine uyku ilacını katıp aldı.
"Mete, Osman, Kubilay, Deniz, Yonca, Alev, Barış, Caner, Mücahit ve Alper'e bu çayları içirmeden sakın gözüme gözükme." dediğinde artık sadece bekledi. Kantinin arka kapısına doğru yürüdü ve kendini arka bahçeye attı.
"Yüzbaşı."
Eyşan, ellerini ceplerine sokup ona seslenen Lara'ya baktı. Lara, elindeki sigarasından bir nefes çekerken Eyşan, cebinden sigarasını çıkartıp bir dalı dudaklarının arasına yerleştirip yaktı.
"Bana ayırabileceğin dört günün var mı?" diye sorduğunda Lara, şaşkınca ona baktı.
"Ne olduğuna bağlı yüzbaşı." dediğinde Eyşan, sigarasından bir nefes çekti.
"Bizim ekibi eğitime sokacağım." dedi ve dudaklarına sinsi bir gülümseme var etti. Lara, Eyşan'ın ne yapmak istediğini anlamışçasına tebessüm etti ve bitmiş sigarasını konteynırın yanına söndürüp çöpün içine attı.
"Kimleri eğitime sokacaksın?" diye sordu.
"Herkesi, Caner'de dahil."
Lara'nın bakışları Eyşan'ın gözlerinde kaldı.
"Caner ile ilgilenmeme izin verirsen ajandamda sana dört günümü ayırabilirim." dediğinde iki kadında gülmeye başladı. Eyşan, gülerken kafasını salladığında sigarasını keyifle içmeye devam etti. Dört gün herkes için uzun ve yorucu olacaktı.
"Kartal'ı ve yanına sağlam bir adamını daha al. Nöbetçilerden birisine bizimkilere dağıtması için çay gönderdim. Uyuduklarında onları bizim arkadaki prefabrike koyalım. Gözümüzün önünde olmasını istiyorum." dediğinde Eyşan, Lara kafasını salladı.
"O zaman ben Kartal ile Emir'i alıp sizinkilerin peşinde takılıyorum. Onlar uyuduktan sonra prefabriğin önünde buluşuruz." dedi ve Eyşan'ın yanından hızla ayrıldı. Eyşan'ın bakışları giden kadının sırtında takılı kalırken sağındaki parkta barfiks çeken kişiyi gördü. Gözleri kısıldığında 'Beni omzunda taşıyan kız değil mi bu?' diye düşündü ve ağırca sigarasını söndürüp spor aletlerinin yanına doğru ilerledi. Yaklaştıkça o olduğunu anladı.
"Kolay gelsin, Yağmur." diye söylendiğinde Yağmur, yaptığı harekete devam etti ama selam vermeyi unutmadı.
"Sağ olun komutanım."
Eyşan, ellerini beline yasladığında kızın barfiks çekişini izledi. Yağmur, bacaklarını ittirerek yukarıya çıkıyor ama aşağıda çok fazla oyalanıyordu. Kafasını iki yana salladı ve diğer barfiks çubuğuna yürüdü.
"Aşağıda çok oyalanıyorsun." dedi ve zıplayarak barfiks çubuğuna tutundu. Ellerini sıkıca demir çubuğa konumlandırdı ve ayaklarını birbirine bağladı.
"Ayaklarını bu şekilde birbirine sabitlersen her hareketinde sarsılmaz ve vücudun sık olur."
Eyşan, kollarını gerip kendini iyice aşağıya bıraktı ve hızla yukarıya çıktı.
"Tam barfiks çekmediğin sürece en aşağıya inme."
Yağmur, Eyşan'ın yaptığını yapmaya başladığında biraz öncekileri boşuna yaptığını anladı. Eyşan, güneş batana kadar yanındaki asker ile barfiks çekti ve hiç mola vermeden zihninde Güvercin Timi'ne neler yapabileceğini düşündü. Önce pes eden Yağmur oldu ve barfiks çubuğundan yere atladı. Kollarını ovuşturup hâlâ barfiks çeken kadına baktı.
"Bende sizin gibi olur muyum acaba komutanım?" diye sorduğunda Eyşan'ın dudaklarında buruk bir tebessüm oldu ve kendini yavaşça yere attı. Eyşan, omuzlarını geriye esnetip karşısındaki kadına baktı.
"Neden olmasın? Ne Yağmurlar gördü bu gözler, başta annem olmak üzere."
Yağmur, utanıp sıkıldı ve Eyşan'a baktı.
"Ailenizin şehit olduğu doğru mu?" diye sorduğunda Yağmur, Eyşan, derin bir nefes aldı.
"Kahramanlar can verir yurdu yaşatmak için." demekle yetindi ve ellerini birbirine çarpıp kıza yaklaştı. "Vazgeçmek istediğin her gün omuzlarında beni taşıdığın günü hatırla. O sana doğru yolu gösterecek."
Yağmur, anlamamışçasına Eyşan'a baktığında Eyşan, dişlerini göstererek gülümsedi.
"Sen o gün beni değil, vatanı omuzlarında taşıdın."
Yağmur, kafasını hafifçe eğip kaldırdığında Eyşan, ellerini ceplerine soktu ve küçük adımlarla ön bahçeye doğru yürümeye başladı. Prefabrike taşınan timi gördüğünde dudaklarında yarım bir tebessüm oldu. Peşlerinden yürüdü ve kapının dışında beklemeye başladı. Sırasıyla herkes prefabrike taşındığında kapının ağzından içeriye baktı. Herkes, ellerinden yukarı zincirlenmişti. Kafasını salladı ve doğruldu.
"Başka bir isteğiniz var mıdır yüzbaşım?" diye soran nöbetçiye baktı.
"Evet; bir masa ve sandalye istiyorum. Masanın önüne de küllük koyun."
Nöbetçi asker, Eyşan'ın emriyle kafasını salladı ve yanındaki arkadaşıyla birlikte masayı almaya gittiler.
"Küllüğü ne yapacaksın?" diye sorduğunda Lara, Eyşan ona döndü.
"Bu eğitimi ilk tim kurulduğunda da yapmıştım. Onları burada tuttuğumu hatırladığım süre boyunca içtiğim sigaraları temsil edecek."
Lara, anlayışla tebessüm etti.
"Yani onları her daim hatırladığın içinde ciğerlerim sigara dumanıyla bayram edecek diyorsun."
Eyşan kaşlarını kaldırdı.
"Aynen öyle."
İki kadın yine kapının önünde gülüşürken masa ve sandalye içeriye taşındı. Masanın önüne koyulmuş küllükte yerini aldığında Eyşan, derin bir nefes aldı ve ağrımaya başlayan başını ovaladı.
"Yine ağrın var, değil mi?"
Lara'nın sorusuna cevap veremedi sadece kafasını sallamakla yetindi.
"İstersen ben devralayım?" diye sorduğunda elini alnından çekti ve kafasını iki yana salladı. Bakışları bileğindeki saate kaydı. Tam olarak saat 20:00'di.
"An itibariyle Güvercin Timi'nin eğitimi başlamıştır." dedi ve kapıyı kapattı. Kenarda duran tahta parçasına oturduğunda kollarını göğsünde bağladı ve gözlerini kapattı. Şırnak'ın ayazı, sıcak tenlerin buz kesmesine neden oluyordu. Lara, kardeşinin üzerine getirdiği polarını giydiğinde Eyşan'a baktı. Eyşan, üşümemişçesine öylece duruyordu.
"Alışkınsın bakıyorum, hiç titremiyorsun?" diye sordu merakla Eyşan'a.
Eyşan ise sadece gülümsedi.
"Alıştım valla."
İçeriden gürültü seslerinin geldiğini işittiğinde gözlerini açıp ağırca ayağa kalktı ve yanlarında bekleyen Kartal ve Emir'e baktı.
"Beyler siz ilgileneceksiniz. Alev ile Yonca'ya vurmayın. Onlar yalnızca aç, susuz ve ayakta yorgun kalacaklar."
Eyşan'ın verdiği emre karşılık Kartal ve Emir içeriye girdiler. Aralık bıraktıkları kapıdan her şeyi duyabileceklerdi.
"Neden bizi buraya aldınız? Eyşan yüzbaşı nerede, ona ne yaptınız?" diyen Deniz'in sesini duydu ilk.
"Eyşan'a bir şey mi yaptınız?" diye soran Mete'nin sesini duydu sonra ve en son Osman'ın "Sen bizim kim olduğumuzu biliyor musun?" dediğini duydu. Kaşlarını çattı ve yavaşça içeriye girdi.
"Eyşan!"
Mete'nin sesini umursamadan ellerini arkasında bağlayıp Osman'a doğru yürümeye başladı. Osman'ın tam karşısında durduğunda çenesini dikleştirdi. Yüzünü kaplayan ifadesizlik ile Osman'a bakarken derin bir nefes aldı.
"Sen kimsin Osman?" dediğinde Osman'ın çatık kaşları gevşedi. Dudaklarının iki kenarı yukarıya doğru kıvrıldığında dişleri ortaya çıktı. Genzinden gelen kahkahalarla gülmeye başladığında Eyşan, dilini dişlerinin arkasına bastırıp gülmemek için kendini sıktı. Bir adım kenara çekilip Kartal'a baktı.
Kartal, bir adımda Osman'a yaklaşıp karnına yumruk attığında bu sefer Deniz gülmeye başladı. Eyşan, Emir'e baktığında çoktan Emir, Deniz'e ulaşmıştı. Eyşan, birkaç adım geriye yürüdü ve çenesi yukarıda, elleri arkasında bağlı bir şekilde onları izlemeye başladı. Hâlâ güldüklerini fark ettiğinde hafifçe bir nefes verdi ve ellerini ceplerine soktu. Cebinden bir dal çıkarttığında hızla yaktı ve dumanını üfledi.
"Sıkıyorsa kendini de bağlasana yüzbaşı?" diye bağıran Osman'a bakarak sigarasından büyük bir nefes çekti ama bırakmadı. Osman, kaşlarını çattığında Eyşan üfledi ama ne bir duman çıktı ne de buhar. Eyşan, yüzündeki tüm ifadesizlikle sırtını onlara döndü ve aralık kapıdan dışarıya çıktı.
"Onu nasıl yaptı lan?" diyen Deniz'in sorusuyla gülümsedi dışarıdan.
"Çok basitte onun için ciğer lazım."
Kubilay'ın sesini duyduğunda daha çok keyiflendi Eyşan ve kapıyı yavaşça örttü. Başı zonkladığında dudaklarındaki tebessüm kayboldu ve yerini acılı bir büzüş aldı. Elleriyle başının iki yanını kavradı ve yere çöktü. Daha yeni başlamışlardı ve dört gün dayanılmayacak kadar zorlu geçecekti.
İlk günün sabahıyla masanın üzerine güzel bir kahvaltı getirildi ama Eyşan içeriye girmedi. Kapının önünde, kolları göğsünde bekledi. Lara ve Kartal içeride kahvaltı yaparken Güvercin Timi afiyetle yemek yiyen kardeşlere bakarak iç çekti. Sucuklu yumurtanın kokusuyla çoktan başları dönmüştü.
Boş kahvaltı tepsisi masadan kaldırıldığında nöbetçi asker içeriye girdi ve Eyşan'dan aldığı küllüğü masanın üzerine koydu.
"Oha! O kadar sigarayı kim içti lan?" diye soran Deniz'e karşılık olarak Osman, gözlerini devirdi.
"Hatırlamıyor musun? İlk bizi buraya tıktığı zamanda aynısını yapmıştı."
Kubilay, üzgünce kafasını sola doğru eğdi.
"Komutanımızın ciğerleri sönmese bari?" diye mırıldandığında Alev, onlara baktı.
"Bu ne demek ki?" diye sorduğunda Osman, derin bir nefes alıp küllüğe baktı.
"Bizi burada tuttuğunu hatırladığı an bir sigara yakıyor. Bu da onun bizi ne kadar hatırladığını gösteriyor."
Mete, gözlerini kısarak küllükten taşan izmaritlere baktı. Bu kadın, asla iflah olmazdı. 'Bir şey olmasa bari.' dedi, içinden ama yüreği bu kadar sigara içmiş olmasını hâlâ kaldıramamıştı. Öğle yemeği vakti geldiğinde Eyşan, ağırca oturduğu yerden kalktı ve gelen tepsiye baktı.
"Yemekhanede ne yemek vardı?"
Nöbetçi asker, Eyşan'a baktı.
"Kuru fasulye ve pilav ama biz direkt söylediğiniz gibi pilav ve tavuk getirdik."
Eyşan, biraz olsun geçmiş başını hafifçe salladı ve kapıyı nöbetçi askere açtı. İçerideki Lara ayağa kalktığında eliyle 'Otur.' işareti yaptı ve masaya yemeğin konmasını izledi.
"Komutanım ama bu yaptığınız?"
Kubilay'ın cümlesi Eyşan'ın ona bakışıyla yarıda kalmıştı. Eline bir çatal alıp tavuğu kesti ve Lara'ya ikram etti. Lara, büyük bir keyifle tavuğu yediğinde Eyşan'a baktı.
"Sen yemeyecek misin yüzbaşı?" diye sorduğunda Eyşan, eliyle karnını ovdu.
"Yemekhanede bugün et vardı. Et yemediğini bildiğim için tavuk getirttim. Karıştırmayayım şimdi, bozmasın mideyi." deyip gülümsedi. İlk kurşunu orada yemişti zaten Eyşan. Yemek yemediği yetmemiş gibi onlarla aç kalmayı tercih etmişti. Ne olursa olsun onlara kıyamadığının göstergesiyle bir sigara yaktı ve dışarıya çıktı.
"İçme şunu artık!" diye bağıran Mete'nin sesini duyduğunda sertçe kapıyı kapattı. Keyfinden içmiyordu, zevk almıyordu. Kardeşleri içeride o haldeyken rahat olmadığını anlasınlar diye içiyordu. Göstermeye gerek yoktu ama onlar anlamıştı.
İki gün çabuk geçmişti ama Eyşan'ın dinmek bilmeyen ağrısıyla işler daha da zorlanıyordu. Birkaç kere burnu kanamış olmasına rağmen ısrarla yemek yemiyor ve ilaç takviyesi almıyordu. Son 'İki gün.' dedi ama bir an öncesi geçmesi için dua etti. Ona doğru yaklaşan nöbetçiyi fark ettiğinde nöbetçi kafasını eğip onu selamladı.
"Yeni tim birliğinin eğitime girmesi gerek."
Kafasını salladı ve çöktüğü yerden kalktı. Orta, büyük alana ilerlediğinde onu bekleyen on beş kişi asker vardı. Ellerini palaskasına koyup çenesini dikleştirdi. İçlerinden birinin prefabriğe bakıp güldüğünü gördüğünde kaşları çatıldı.
"Canın orada olmak istiyor herhalde?" diye bağırdığında asker, korkarak Eyşan'a baktı. Dudaklarında gülümseye dair bir şey kalmadığında Eyşan, o askere doğru yürüdü.
"İki günden beri ne yemek yediler ne de su içtiler. Çok komik değil mi?" dedi ve gülmeye başladı. Kahkaha atmaya başladığında karşısındaki asker omuzlarını düşürdü ve gülmeye başladı. Eyşan, bir anda gülmeyi kestiğinde karşısındaki askerin bakışları dondu. Eyşan alev püsküren bakışlarıyla askeri yakıp kül ettiğinde dişlerini sıktı. Ellerini kaldırıp askerin yakasına sarıldı ve kendine çekti.
"O güldüğün adamlar, sen ana kucağında mışıl mışıl uyurken aç dolaştı dağlarda!" diye bağırdığında sarsmayı ihmal etmedi. Sertçe askeri geriye ittirdiğinde ellerini arkasında bağladı ve askerden gözlerini çekmeden geriye adımladı.
"Şınav pozisyonu, al!"
On beş kişi aynı anda şınav pozisyonu aldığında bir adım daha geri gitti.
"Yalnızca iki tane şınav çekeceksiniz."
Askerlerin aralarında mırıldanma olduğunda Eyşan, gözlerini kıstı.
"Susun!" dedi ve sola doğru yürüdü.
"Başla, bir!"
Bütün askerler şınav çektiğinde Eyşan'ın 'İki.' demesini bekleyerek baktılar ama Eyşan, adımlarını durdurdu ve biraz önce canlarına bakarak gülen askere baktı.
"Bir!"
Herkes bir kez daha şınav çektiğinde Eyşan yine 'Bir.' dedi ve "Ben iki diyene kadar, siz şınav çekeceksiniz. Devam et!" diye ekledi. Bir sağa bir sola yürüdü ve bir sigara daha yaktı. Üzerlerinden akıp giden güneşe rağmen Eyşan, o askerlerin istediği sayıyı söylemedi.
"Sizler bir hiçsiniz!" diye bağırdı.
Böğründen kopan haykırışı, prefabrikteki timde duyuyordu.
"Dışarıda ne oluyor?" diye sorarken Osman gözlerini kıstı.
"Şşş! Duymaya çalışıyorum." dedi, kapının hemen yanındaki Alev. Alev, bakışlarını kapıya çevirdiğinde kapı açıldı ve içeriye akşam yemeği kondu. Aralık kalan kapıya baktığında Eyşan'ın sesi içeriye doldu.
"Sen evinde annenin yaptığı yemekleri yerken onlar, dağın başında şehidinin nöbetlerini tuttu!"
Alev, duyduklarıyla bakışlarını yere çevirdiğinde hafifçe yutkundu. Osman ve Mete, çatık kaşlarıyla öylece kapıya bakakalırken Yonca, yukarıdaki elinin serçe parmağını Kubilay'ın sağ elinin parmağına doladı. Kubilay, Yonca'nın yüzüne bakıp başını sol koluna yasladı. Güvercin Timi, pişmişti.
Ne için burada olduklarını, kim olduklarını yeniden hatırladılar. Arkalarında bıraktıkları, şehit düşen arkadaşlarının ne pahasına can verdiklerini anımsadılar. İşte o an hepsi kendine geldi. Bitap düşmüş bedenleri, birer can suyu bulmuş çiçek gibi kendine geldi.
Son günün gecesinde Şırnak'a kar yağmaya başladı. O kadar kuvvetli yağıyordu ki göz gözü görmüyor, her yeri sis basmıştı. Beyaz örtü bütün dağların üzerini hızla kaplamaya başlamış ve askeriye de o karların altında kalmıştı. Eyşan, prefabriğin önünde sandalyeye oturmuş ve kirpiklerine dökülen karlar, her tenine çarptığında titremesine engel olamıyordu.
"Eyşan, hasta olacaksın. Gel içeriye gidelim?" diyen Lara'ya kafasını iki yana salladı ve derin bir nefes aldı.
"Bitirelim mi?" diye fısıldadığında Lara, kafasını salladı. Eyşan, ağırca sandalyesinden kalktığında Lara, Kartal ve Emir içeriye girdi ama o küçük adımlarla askeriye binasına doğru ilerlemeye başladı. Üzerinde ağırlık yapan karlar, attığı her adımın zorlanmasına neden oluyordu. Yere yıkılmamak için kendini zor tutarken yukarıdaki sıcak odasından, aşağıyı izleyen Alparslan Çakır, önde yürüyen Eyşan'ı ve arkasından koşarak gelen Güvercin Timi'ni fark ettiğinde derin bir nefes aldı.
"Kuş yuvaya geri döndü." dedi ve elindeki çaydan bir yudum aldı. Odasının kapısının tıklatıldığını işittiğinde elindeki çay ile kapıya döndü. Kapı aralandı ve içeriye kafasını sokan Barkın Koral, göründü.
"Girebilir miyim albayım?" diye soran Barkın'a Alparslan Çakır, elini salladı.
"Gel Barkın." dedi ve çay tabağını alıp masasına ilerledi. Sandalyesine oturup bardağı çay tabağının içine koydu ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Barkın Koral, Alparslan'ın masasının karşısındaki tekli koltuğa oturdu ve elindeki dosyayı albaya uzattı. Alparslan Çakır, dosyayı alıp gözlerini gezdirdi.
Mezarcı namı değer Erdinç Savaş, sınır dışı edilmişti ve artık Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlı değildi. İhraç işlemleri başlatıldığı an bütün sistemler değiştirilmiş ve başına Barkın Koral getirilmişti. Yeni soluk ve derin hafızasıyla devletin yeni arşivi olacaktı.
Alparslan Çakır, dosyayı masasına bırakıp arkasına yaslandı ve Barkın Koral'a baktı. Uğruna savaştıkları topraklarda meğerse bir vatan haini saklamışlardı. Alparslan Çakır, sinirle gerginleşen çehresiyle kaşlarını çattı.
"Mümtaz Çalkun'un yanına uğradın mı?" diye sorduğunda Barkın Koral, kafasını salladı.
"Bende sizi bundan dolayı rahatsız etmiştim albayım. Mümtaz Bey, Güvercin'in rahat bırakılmasını ve Eyşan Boduroğlu'nun bütün kapılarını açabildiğini iletmemi söyledi." dedi ve elini ceketinin iç cebine sokup çıkarttı. Parmak uçlarındaki kâğıdı yeniden Alparslan Çakır'a uzattı ve arkasına yaslandı.
"Zara Demirkan'ın peşine bir süre düşülmemesini ve kendini rahat olduğunun sanılmasını istedi. Yolların değiştiğini ve Güvercin Timi'nin yeni isimler ile yavaş yavaş Zara'yı bulmasını söyledi. Elinizdeki kâğıtta ilk kimden başlayacaklarının bilgileri yazıyor."
Alparslan Çakır, elindeki kâğıda baktı ve derin bir nefes aldı. Yeni yollara girmek onlara bayağı bir zaman kaybettirecekti ama 'Denemekten zarar gelmez.' dedi içinden. Farklı yollara sahip olmanın, ileride onlara ne kazandıracağını göreceklerdi.
Alparslan Çakır, kolundaki saate baktı ve ayağa kalktı.
"Yemekhanede Eyşan yüzbaşı yemek veriyor. Güvercin Timi'ni kutlamak ve yeni yıl geri sayımı için orada toplanacağız. Sende gelmek ister misin?" diye sorduğunda Barkın Koral, kafasını sallayıp ayağa kalktı ve Alparslan Çakır ile birlikte odadan çıktılar.
31 Aralık 2021 / Şırnak
Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından
Elimdeki son tabağı da yemekhane masasına koyduğumda geri çekildim ve doğruldum. Güvercin Timi, zorlu olmayan ama kendilerine gelmesini sağlayan bir eğitimden çıkmışlardı. İşin en güzel yanı ise 2021'in son günüydü. Biz, yeni yılın sonunda önemli kararlar alıp, yeni yılda ise bunları uygulayabilecek kadar güçlüydük.
"Of, of." diye söylenerek içeriye giren Lara'yı fark ettiğimde ellerimi arkamda bağladım.
"Güvercin, sende de ne hamaratlık var be kadın?" dedi ve yanıma yaklaşıp durdu. Bakışları yemeklerin üzerinde gezdi ve beni buldu. "Yılın son yemeği diyorsun?"
Lara'nın dediğiyle kafamı iki yana salladım.
"Bu yemek, Güvercin Timi ile Akça Timi'nin birleşme yemeği. 2022, bizi zorluklarla bekliyor ama biz, güçlü bir şekilde onun üstesinden geleceğiz. Güvercin Timi, artık eski gücüne dönecek."
Bakışlarım ayak sesleriyle çevrildiğinde Osman'ı gördüm. Sağ yanağının üzerindeki kızarık, bir hayli büyümüştü. Hafifçe çenemi dikleştirip derin bir nefes aldım ve ardından gelenlere baktım. Mete'nin gözleriyle bakışlarım kesiştiğinde hafifçe gülümsedim ve kafamı eğip kaldırdım. Gözlerini kısarak çapkın bir tebessüm etti. Herkes sandalyelerinin önünde durduğunda hiçbiri ağzını açıp tek kelime etmiyordu. Eskiden olsaydı hepsi yemeğe hücum ederdi.
Güvercin Timi, eski haline dönmüştü.
Acımasızlığıyla bilinen ama kendinden başka herkese çare olan, gözünü kırpmadan zarar verenleri öldüren ama yanındaki yoldaşın bir sözüne ağlayandık. Bakışlarım kapıdan giren Alparslan albaya çevrildiğinde hazır ola geçtim.
"Dikkat!"
Herkes bir anda dik durduğunda Alparslan Çakır ve yanındaki Barkın Koral bize doğru yaklaştı. Masanın başına gelip sandalyesini çekip önüne geçti ama oturmadı. Elini havaya kaldırıp başını eğdi. Alparslan Çakır'ın yaptığı gibi sandalyelerimizin önüne geçip ayakta beklediğimizde herkes ona bakıyordu. Bendeki bakışlarını masanın etrafına dizilmiş timlerde gezdirdi.
"Bu ülke, tarihin her döneminde bedel ödeyenlerin omuzlarında yükseldi. Sizler, Güvercin Timi olarak o omuzların bir parçası oldunuz. Üç yıl, üç koca yıl boyunca düşmanı takip ettiniz, kaosun içinde düzen aradınız, doğru bildiğiniz yolda asla geri adım atmadınız. Her biriniz, burada olmaktan daha fazlasını hak ediyorsunuz."
Alparslan albayın sesi, masanın her köşesine nüfuz eden bir otoriteyle yükseldi.
"Birbirinizin canı ve kanı pahasına göz yaşı döktüğünüz o yollar değişecek. Düşmanlarınız sizi tanıyacak. Bundan sonra yollarımız daha da engebeli olacak. Bazen gözyaşıyla dolacak bazen de sessizce kenarda kalanı kaldırmak gerekecek ama unutmayın, her birimiz aynı zincirin halkasıyız."
Bakışları Mete'ye ve Caner'e kaydığında Alparslan Çakır'ın kulağımda cümleleri çınladı.
"Onlar buraya ait değiller."
"Sizler buraya, Güvercin Timi'ne aitsiniz. Artık bu tim, sizin içinde gözyaşı dökecek gerekirse şehit düşecek!" diye gürce bağırdığında bakışları Akça Timi'ne çevrildi.
"Sizler, her toprağın karışına ait vatan evlatlarısınız. Her toprak, sizin eviniz."
Akça Timi toparlandı.
"Sağ ol!"
Alparslan Çakır, titreyen bakışlarını bana çevirdiğinde ellerini arkasında bağladı. Kafasını hafifçe eğip kaldırdığında sert çehrem ile bakışlarımı timdekilerde gezdirdim.
"2021 yılının hepimiz için acıyla, öfkeyle ve ayrılıklarla dolu geçtiğini hepimiz biliyoruz ama bu yeni yılda daha çok kenetleneceğiz. Bu vatan için şehit olmuş canlarımızı ve bu dava için toplandığımız masaları unutmayın. Yarının ne getirebileceğini sadece cesaretimiz, aklımız ve birlikteliğimiz belirleyecek." dedim ve Alparslan Çakır'a baktım. Sert gözlerinin altındaki parıldayan maviler benden timlere çevrildi.
"Tanrımıza hamdolsun!"
Bakışlarımı tam karşıma çevirdim.
"Tanrımıza hamdolsun!"
"Milletimiz var olsun!"
"Milletimiz var olsun!"
Herkesin bakışları Alparslan Çakır'a çevrildi.
"Afiyet olsun."
"Sağ ol!"
Hep birlikte sandalyelere oturduğumuzda Alparslan Çakır'ın cümlelerini işittim.
"Güvercin Timi, herkese böyle 'Tim aç kaldı.' diyerek yemek yediren bir yüzbaşı nasip olmaz." dedi ve gülümsedi. Gülerek bakışlarımı bizimkilerde gezdirdiğimde bakışlarım karşımda oturan Mete'de takılı kaldı. Elleri tabağının yanında durmuş öylece mavi gözleriyle bana bakıyordu. Aynı şekilde bakmaya devam ederken kaşlarımla yemek yemesini belirttiğimde gülümsedi ve önündeki tabağa yemek almaya başladı.
Mete'nin elindeki kaşığı fark ettiğimde tabağıma bırakıp arkasına yaslandı ve bana bakmadan yemeğini yemeğe devam etti. Kolumda bir dürtüyle yanıma döndüm ve Alev'i gördüm. Bakışlarından ince bir espri geldiğini anlayabiliyordum.
"Kıskandım doğrusu." dediğinde Barış, tabağına bir kaşık bıraktı. Alev'in kaşları yukarıya doğru kıvrılırken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"E bu kaşık boş?"
Barış, ağzındaki lokmasını bitirip yemekleri gösterdi.
"Benim kaşığımla yemeklerden al işte." dedi.
Alev, derin bir nefes alıp gözlerini kapattı.
"Sakinim, sakinim, sak." Ağzına dolu giren kaşık ile de Barış tarafından susturuldu. Bakışlarım Osman ve Deniz'e kaydığında birlikte sohbet ederek Mücahit hakkında konuşuyorlardı. Mücahit ile Alper onları duymamış gibi yapıp kendi aralarında münazara ediyorlardı. Caner ile Lara, birbirlerine kaçamak bakışlar atarken yemek yiyordu.
2021'de döndüğüm evin büyüdüğünü görmek çok güzel bir duyguydu.
Ve yine şimdi yılın son gününü onlarla birlikte geçirecek olmak, benim için bir mutluluk kaynağıydı. Üzülüp ağladığımız, kayıplar verip çile çektiğimiz bu senenin ardını biliyordum. Başımıza ne gelirse gelsin bu timin yine birlikte ve daim olmasını istiyordum.
Kafamı eğip yemeğimi yerken kimseden başka ses çıkmadı. Herkes yılın son yemeğini huzur içinde ve hep birlikte bitirdi. Yemek sonrası herkes sigara içmek için gruplara dağılmıştı ama Alparslan Çakır ve Mete, yavaş adımlarla köşede durmuş bir şeyler konuşuyorlardı.
Acaba ailemiz burada olsaydı ne olurdu?
Ruhumdaki küçük kızın sesiyle burukça gülümsedim ve derin bir nefes aldım. Onlar hep içimizdeydi, kalbimizde, aklımızda, düşüncelerimizin her sözcüğünde. Attığımız adımları onlar olmasaydı bu kadar sağlam atabilir miydik?
Hiç sanmıyordum.
Yavaş adımlarla yürümeye başladığımda peşime birinin takıldığını hissettim. Gözlerimin önünde uzanan şehitliğin kapısından içeriye girip anne ve babamın mezarı önünde durdum. Yere eğilip annemin üzerini kapatan soğuk betona dokundum. Yanımda bir çıtırtı duyduğumda Mete'nin baharatlı, kendine has o kokusunu aldım.
"Merhaba efendim, ben Alparslan Çakır'ın oğlu Mete Mert Çakır." diyerek kendini tanıttığında küçük bir tebessüme bulandım.
"Siz beni henüz on yaşımdayken gördünüz ama ben sizi hep birbirine olan sevginizle büyüdüm. Fotoğraflarınız, Asiye Çavdar'ın evinin bir köşesine süslerken onun anlattığı masallarda sizi dinledim."
Göz kapaklarım, gözlerimin üzerine devrildiğinde yanıma çöktüğünü hissettim. Mete, elini sırtıma koyduğunda gözlerimi açıp Mete'ye baktım. Gökyüzünün rengine sahip gözleri bakışlarımla buluştuğunda burukça gülümsedi.
"O kadar güçlü bir kadın yetiştirdiniz ki, her haliyle beni büyülüyor ve attığı her adımda düşmana korku salıyor. Dışarıya karşı sert ve yıkılmaz görünse de yüreğinin bir köşesinde hep sevdiklerinin sıcaklığıyla kavruluyor."
Eli yanağıma yaslandığımda elini tuttum ve yanağımı daha çok yasladım.
"Önümüzdeki yeni yılda ve sonraki yılda, ölene kadar sizi hatırlayacak olan bu kadını seviyorum." dediğinde kesik bir soluk aldım. Halimi fark ettiğinde hafifçe kıkırdadı.
"Onun da beni sevdiğini düşünüyorum."
Kurumuş dudaklarımı yaladığımda sol gözümden bir damla yaş yavaşça süzüldü. Baş parmağıyla o yaşı durdurduğunda kafasını iki yana salladı.
"Bizler askeriz, onu her daim kötülüklerden koruyamam ama bir nefes kadar yakınında olurum. Onun için endişelenirim ama onu bir kafese hapis edemem. Güvercin, uçmalı ve gittiği yerlere özgürlüğü getirmelidir."
Gülümseyerek kafamı salladığımda artık benim için yine korkacağını ama işimi engelleyecek bir şey yapmayacağını anlamıştım. Beni ağırca ayağa kaldırıp elini elime kenetlediğinde mezara doğru döndü ve kafasını hafifçe eğdi.
"Kızınız bana emanet."
Kenetli ellerimizle birlikte şehitlikten çıkıp askeriyeye dönerken ellerimi öptü ve yavaşça bıraktı.
"Her şey bittiğinde."
Kafamı salladığımda eliyle yürümem için öncelik verdi. Birlikte askeriyeye döndüğümüzde kalabalığın arasından bizi gören önce Alev olmuştu. Elini havaya kaldırdı ve zıpladı.
"Buradayız, buraya gelin!" diye bağırdığında gülerek timin yanına doğru yürümeye başladık. Mete, yanımdan hiç ayrılmayıp benimle ilerlediğinde Alev soluma geçti.
"Bir dakikadan az bir süre kaldı!"
Etraftaki bağırışlar ve neşeli gürültüler artarken bakışlarımı bizimkilerde gezdirdim. Onlarsın geçirdiğim iki sene sonunda buradaydım ve onların arasındaydım. Osman ile bakışlarım kesiştiğinde çatık kaşlarını düzeltti ve gülümsedi. Yanıma doğru yürümeye başladığında yanındaki Deniz'i aldı. Kubilay ve Yonca'ya bana ilerlediğinde Mete, elini elime kenetledi. Alev, bir kedi gibi Barış'ın yanında durduğunda Barış, iki kolunu kaldırdı ve Alper ile Alev'i omuzlarının altına sakladı.
Caner ve Lara, birbirlerine bakmakla yetinmeyip yan yana durduklarında Lara'nın yanında Kartal ve Akça Timi belirdi.
"10!"
Yeni yıla girmek üzereydik.
"9!"
Bakışlarımı son bir kez daha timde gezdirdim.
"8!"
Mete ile bakışlarımız kesiştiğinde hiç ayırmadım.
"7!"
Dudaklarımı öne büzüp 'Seni seviyorum' diye mırıldandığımda dişlerini gösterircesine gülümsedi.
"6!"
Mete, elimi sıkıca tutarken bakışlarım gökyüzüne tırmandı.
"5!"
"4!"
"3!"
"2!"
"1!"
"Voooooov!"
"Yeni yıl!"
Askeriyenin bahçesinde herkes yeni yıla girmenin coşkusunu yaşarken, havada havai fişeklerin geride bıraktığı renk yansımaları vardı. Elimi kaldırıp Alev'in omzuna attığımda Mete, elini omzuma koydu. Herkes birbirine kenetli bir şekilde gökyüzünü izlemeye devam ederken derin bir nefes alıp verdim.
Bu yıl, lütfen sevdiklerimi benden almasın.
1 Ocak 2022 / Şırnak
Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından
Şırnak'ın yeni yıl sabahı, karların üzerine doğan güneşin parıldamasındaki umut gibiydi. Her yeni günün belli bir sabahının olduğunu tekrar tekrar hatırlamamıza yardımcı oluyordu. Artık önümüzde yeni bir yol ve başlangıçlar vardı. Zaman lehimize işleyecek ve bizi yoracağı günler olacaktı.
Sert adımlarımın arkasından gelen Güvercin ve Akça Timi ile koordinasyon merkezinin önünde durdum ve kapıyı çaldım. Komut beklemeden içeriye girdiğimde Barkın Koral ve Alparslan Çakır bizi bekliyordu. Masaların üzerlerine konulmuş dosyalara odaklanıp sandalyeme oturduğumda bizimkilerde yerlerini aldılar.
"Günaydın."
"Sağ ol."
Barkın Koral, elindeki dosyadan kafasını kaldırıp bize baktığında derin bir nefes verdi ve ellerini masaya yasladı. Bakışlarını üzerimizde gezdirip önündeki dosyaya geri baktı. Birkaç saniye daha oyalandıktan sonra kafasını kaldırdı ve masanın üzerindeki projeksiyon düğmesine bastı.
Hepimizin bakışları projeksiyona çevrildiğinde kaşlarım çatıldı. Perdede bir hiyerarşi tablosu vardı. Tablonun en üstünde soru işaretli birisi, altından ise üçe ayrılmış bloklar vardı. Üçe ayrılmış bloklarda sağdan sola; Raşit Fas, Zara Demirkan ve Erdinç Savaş'ın ismi yazıyordu. Zara Demirkan'ın isminin yazılı olduğu blok beşe ayrılmıştı.
Vera Akel – Kod Adı: Mist
Haluk Ersoy – Kod Adı: Banka
Arina Volkova – Kod Adı: Hemera
Kaan Sezer – Kod Adı: Cerrah
Victor Kalinsky – Kod Adı: Ejder
"Bu isimler, Zara Demirkan için çalışıyor, yanlış mı anlıyorum?" diye sorduğunda Caner, Barkın ona baktı.
"Hayır Caner, gayet doğru anlıyorsun. Zara Demirkan'ın çevresi önemle incelenmesi gereken bir alan. Aslında, karanlık bir güç var ve bu güç şu an tam karşınızdaki bilgilerle örtüşüyor. Yolları değiştireceğimizi söylemiştik ve bundan dolayı önceliğimiz Zara'nın yollarını kapatmak."
Gözlerim kısıldı.
"Peki neden daha önce buradan başlamadık?" diye sorguladı Osman, Barkın ise onun sorusunu cevapsız bırakıp yalnızca yukarıdan baktı. Barkın, derin bir nefes alıp projeksiyon perdesine baktı ve elindeki kumandaya bastı. Perdeye kısa, düz saçlara sahip olan, sert görünümlü bir adam yansıdı.
"Haluk Ersoy, kod adı Banka. Zara Demirkan'ın finansal ağı ve küresel operasyonlarının baş mimarı, para kaynağı. Bizim önceliğimiz bu adamın Zara'ya para akışını kestirmemiz. Eğer Zara'ya para akışını kesmeyi başarabilirsek, diğer yolları tıkamış oluruz."
Barkın Koral, kumandaya bastı ve görüntü değişti. Mavi gözlü, sarı saçlı tipik bir Rus kadını gözüktü.
"Arina Volkova, kod adı Hemera. Eski bir KGB ajanı. İletişim ağlarını çökertmek, sahte belgeler hazırlamak ve lojistik zincirleri yönetmek konusunda uzmanlaşmıştır."
Barkın Koral, elindeki kumandayı masaya bıraktıktan sonra elleri masaya yaslandı ve yukarıdan bize baktı.
"Banka'yı ve Hemera'yı elimize aldığımız zaman, Zara'ya ulaşmak için yalnızca üç yol kalacak. Bu üç yolun tehlike derecesi çok yüksek, işte o yüzden öncelik olarak ajanı ve parayı keseceğiz. İki gruba ayrılacaksınız. Bu grupları bizler belirleyeceğiz."
Kubilay, elini kaldırdı ama Barkın onun ne sormak istediğini anlamıştı. Masanın üzerine koyduğu kumandaya bastığında Haluk Ersoy'un dosyası açıldı.
"Haluk Ersoy; yasa dışı fon transferleri, ekonomik savaş ve Kripto para şebekesi ile para akışını sağlıyor. Bu nedenle Kubilay ve Yonca adamın banka hesaplarını araştırıp ardında bıraktığı izleri takip ederken, Barış ve Caner'de sizin verdiğiniz bilgiler ışığında gidip adamı alacaklar yani, birlikte çalışacaksınız."
Elime bir kalem alıp önümdeki dosyayı baktım.
"Başkanım." dedim ve dosyayı okumaya devam ettim.
"Seni dinliyorum Eyşan?"
Elimdeki kalemi kaldığım yere bastırdım ve Barkın Koral'a baktım.
"Finansal takip ve izleme işlerini Barış ve Caner yapsa, Kubilay'ı ve Yonca'yı Haluk'un yanına yerleştirsek ve ardından elimize gelen bilgilerle de Deniz ve Osman'ı sahaya yönlendirsek, olmaz mı?"
Barkın Koral, düşünceli bir şekilde kafasını sağa eğdi ve kafasını iki yana salladı.
"Deniz'in yanına Osman olmaz. Osman'ı farklı bir görev için düşünüyorum. Deniz'in yanına saha da başarılı olmuş birisini göndereceğim." dedi ve eline bir kalem aldı.
"Mete, Eyşan, Osman ve Mücahit, sizleri Arina'yı yakalamanız için yanına göndereceğim. Şu an için Arina hakkında, elimizde nerede olduğuyla ilgili bir bilgi yok. Barış ve Caner, Haluk için bilgi toplarken bizde ona nasıl ulaşacağımızı bulacağız."
Kafamı sallayıp bu süreci onayladığımda Barış ve Caner, ayağa kalktı.
"O halde biz çalışmaya başlıyoruz." dediğinde Caner, Barkın Koral bir elini cebine soktu ve eliyle Mehmet'i gösterdi.
"Yanınıza Mehmet'i alın ve işlem odasına gidin. Herhangi bir iz ve durum bildirgesi aldığınız takdirde hızlıca bana ulaştırın." dedi ve kafasını salladı. "Çıkabilirsiniz."
Barış ile Caner, kapıya doğru yaklaştığında elimi kaldırıp onları durdurdum.
"Bir dakika bekler misiniz?" dediğimde bakışları beni buldu. Alev'i işaret ettiğimde Alev, ayağa kalktı.
"Alev'e ihtiyaçları olabilir. Haluk Ersoy'un elbette ki savunmasız yerleri olabilir ve sürekli olarak uçuş yapıyordur."
Barkın Koral, boştaki elini şıklattı ve beni gösterdi.
"Harika, tamamdır. Haluk'un en sık gittiği ve güvenliğini azaltan noktaları belirleyin. Eğer içlerinde hava taşımacılığıyla ilgili bir bilgi oluşursa direkt olarak Alev'i uçuş pilotu olarak yönlendireceğiz. Bu da Haluk Ersoy'u alacağımız çemberin çapını daraltacaktır."
Alev, kafasını salladığında Barış ve Caner'e yürüyüp odadan çıktılar. Bakışlarımı yeniden Barkın Koral'a çevirdiğimde kendi önündeki dosyasını aldı ve tam karşımıza oturdu.
"Kısa bir not alıp hemen size döneceğim." dedi ve elindeki kalemiyle dosyaya isimleri yazmaya başladı. Onun yaptığını yapıp kendime de bir not almaya başladım.
Barış, Mehmet ve Caner, arka plan araştırmasında görev alacaklar ve aldıkları bilgiler ışığında Yonca ve Kubilay'ı tehlike arz etmeyecek bir şekilde Haluk'un yanına yerleştirecekler. Deniz'de sahada olup diğer kontrolleri elinde tutacak. Diğer yandan Alev ise, Haluk'un yaptığı uçuşları araştıracak ve özel bir uçak kullanıyorsa onun pilotu olarak görev alacak.
"Evet." Barkın Koral'ın sesini işittiğimde elimdeki kalemi bırakıp arkama yaslandım. Barkın Koral, boğazını temizleyip arkasına yaslandığı sıra koordinasyon merkezinin kapısı aralandı. İçeriye İstihbarat Başkanı Hakan Koral'ın girdiğini fark ettiğimde ayağa kalkmak için ellerimi kolçağa koydum ama Hakan Koral, elini uzatıp 'Oturun.' dedi. Elindeki dosyayı Barkın'a uzattığında Barkın keyifle gülümsedi.
"Arina hakkında bir bilgi elimize ulaştı bile." dedi ve bakışlarını üzerimizde gezdirdi. "Mete, Osman, Eyşan ve Mücahit, kenara doğru sandalyelerinizi çeker misiniz?"
Tekerlekli sandalyeyi sola doğru sürüklediğimde Mete'nin yanına varmış oldum. Mete, derin bir nefes alıp gözlerini kapatıp açtı ve omuzlarını dikleştirdi. Elindeki kalemi çevirmeye başladığında bakışlarını gözlerimden çekip Barkın'a baktı. Masada tek başına kalan Alper olmuştu ama Barkın, eliyle Alper'i gösterdi.
"Alper, bu süreç boyunca benimle kalacaksın ve seni arka planda sağ kolum olarak kullanacağım."
Alper kafasını salladığında Barkın Koral, elinde tuttuğu dosyayı açtı ve göz gezdirdi.
"Tam olarak biz ne yapacağız?" diye sordu Osman ama Barkın Koral eliyle bir işareti yapıp arkasına döndü ve bilgisayara oturdu. Parmakları klavyenin üzerinde gezinirken sertçe bir tuşa bastı ve odanın içinde yazıcı çalışmaya başladı. Çıkan kâğıdı önümüze koydu ama üzerindeki eli yüzünden bir şey görülmüyordu.
"Zamanında herkesin çift yaratıldığını duyduğum bir söz olmuştu ama böylesini görmemiştim." dedi ve elini kaldırdı. Öne eğilip fotoğrafa bakmamla gözlerimin yuvalarından çıkacak gibi olması bir olmuştu. Fotoğrafta Mete'nin yüzünün bir kopyası vardı sanki. Bakışlarım Mete'ye çevrildiğinde Mete kaşları çatık bir şekilde Barkın'a baktı.
"Benden ne yapmamı istiyorsun?" dedi ve arkasına yaslandı. Barkın, ellerini masaya koydu ve Mete'ye gülümsedi.
"Vadim Fedorov olmanı ve Arina'nın bu zamana kadar elde etmek isteyip edemediği o adamı canlandırmanı istiyorum."
"Kabul etmiyorum."
Gülümseyerek Mete'ye baktığımda Barkın ve Mete'nin soğukkanlılıkla bana baktığını fark ettim. Barkın Koral, kafasını iki yana salladı. "Senin kabul etmemen bir şeyi değiştirmiyor Eyşan." dediği an o cümleyi benim söylediğimi anlamıştım. Hafifçe yutkunup gözlerimi kırpıştırdım. Barkın ve Mete, birbirlerine gülümseyip kafalarını iki yana salladıklarında arkama yaslandım ve elimde tuttuğum kalemi sıktım.
Sesimi inceltip bir Rus'muşçasına "Peki, nasıl yapacak bu işi Mete?" diyerek işi dalgaya vurdum. Barkın Koral, kafasını salladı ve doğrulup ellerini ceplerine soktu. Bakışları masanın üzerindeki fotoğrafa çevrildi.
"Arina 5 Ocak'ta veri alışverişi için İstanbul'da bulunan birkaç iş adamıyla toplantı yapacak. O zamana kadar Mete, saçlarını kestirecek ve sakal bırakacak. Sizler iki gün sonra yani 3 Ocak'da İstanbul'da, Arina'dan önce Hilton Otel'de konaklamaya başlayacaksınız. Arina geldiğinde Mete, bir şekilde kendini görmesini sağlayacak ve Arina'nın dikkatini üzerine çekecek."
Ensemden bir ağrının uzanarak gözüme yumruk attığını fark ettiğimde sol göz altım seğirdi.
"Ee, biz ne yapacağız?" diye soran Osman'a baktığımda kafamı sallayıp Barkın Koral'a baktım. Yürü be Osman, kim tutar bizi?
"Sizde Mete'nin korumaları olacaksınız. Daima onun yanında kalıp güvenliğinden sorumlu olacaksınız."
Zihnimin içine yerleşen ağrıyla bakışlarımı masaya çevirdim. Kıskançlığı doruklarıma kadar yaşayabileceğim o günler yakındı. Alt dudağımı nazikçe ısırıp Osman'a baktım. Osman ve Mücahit birbirleriyle dosyaya bakıyor ve istişare yapıyordu.
"Çıkın. Osman, sende Mete'yi hazırlayıp yanıma gelin."
Ağırca ayağa kalktığımda sandalyemi sertçe yerine yerleştirdim ve kimseye bakmadan koordinasyon merkezinden ayrıldım. Osman ve Mete, elleri ceplerinde birlikte yanımdan ayrılırken bakışlarımı Mücahit'e çevirdim.
"Eğer Arina, Mete'ye usulsüzce yaklaşacak olursa ne yapacağız?"
Mücahit, bıyık altından güldü.
"O zaman kadını dövmemen için biz de seni tutacağız." dediğinde ellerimi havaya kaldırdım. Mücahit, ona vuracağımı anladığı an koşmaya başladığında peşinden koştum.
"Kaçma, gel buraya. Mücahit!"
🕊️
3 Ocak 2022 / Koordinasyon Merkezi
Günler hızlı bir şekilde geçiyordu. Elimde tutamadığım zaman, bizi İstanbul'a sürükleyeceği güne getirmişti. Üzerimdeki takım elbiseye çeki düzen verdiğimde at kuyruğu yaptığım saçlarımı düzelttim. Kulağımdaki kulaklığın kablosunu düzgünce yerine oturttuğumda bakışları Barkın Koral ve onun yanındaki Alparslan Çakır'a çevirdim.
"Eyşan, valla yüzün buruşacak."
Yanımda oturan Mücahit'in sesiyle hızla ona baktım. O gün Mücahit'i yakalamış ve yüzüne yanlışlıkla(!) yumruğumu sallamıştım.
"Yüzündeki morluğun daha da mor olmasını istemiyorsan sus Mücahit." diye tısladığımda elini dudaklarına götürdü ve görünmez bir fermuar çekti. Bakışlarımı ondan çektiğim sırada kapı tıklatıldı ve Osman ve Mete içeriye girdi. Kalbimin teklemesine neden olamazken gözlerim Mete'nin üzerinde gezindi.
Koyu lacivert bir takım giydirilmişti. İçindeki beyaz gömleğin üstten üç düğmesi açıktı ve o açıklıktan görünen teni yutkunmama neden olmuştu. Yavaşça yüzüne baktığımda mavi gözleri, hafifçe puslanmış ve neredeyse laciverte dönmek üzereydi. Karnımda tutamadığım bir sızı olurken dilimi dişlerimin ardında gezdirdim.
Yaktınız lan beni! diye bağırmak istemiştim ama iki günden beri askeriyedeki alay konusu olmam, ağzıma kürekle vurup kendimi susturmama sebep olmuştu. Hodri meydan bakalım, sizi fare sürüleri.
Yer mi Anadolu çocuğu bunları?
Mete, ona baktığımı fark ettiğinde dudaklarında çarpık bir tebessüm oldu ve bana göz kırptı. Elimi kalbime götürmemek için kendimi sıkarken bir kez daha vuruldum.
Neymiş?
Anadolu çocuğu bunu yermiş.
Aralı dudaklarımdan titrek bir nefes çektiğimde ayağa kalktım ve sinirle kulağımın arkasını kaşıdım. Barkın, ellerini çırparak Mete'ye doğru yaklaştığında gözlerindeki hayranlık seviyesi gözlerimi yaşartmıştı. Elini Mete'ye uzattı ve gülümsedi.
"Privet?"
Mete, Barkın'ın uzattığı eli tuttu ve sıktı.
"Privet, kak dela?"
Barkın, Mete'nin elini bırakıp boğazını gösterdi. "Biraz daha fazla genizden konuş daha çok çekicilik verir." dedi. Mete, boğazını temizleyip öksürdü ve burnunu çekti.
"Menya zovut Vadim Fedorov."
Barkın, ellerini bir kez daha çırptığında gözlerimi devirdim. Mete, zamanında yediği hurmaları burada kullanacaktı ama kıçı tırmalanan ben olacaktım. Sinirle gözlerimi onlara çevirdim ve kollarımı sakince göğsümde bağlayıp dinlemeye devam ettim.
"Ne olursa olsun, kadını gözden kaçıramayız. Mete, kişiliklerini ve Arina'nın, Vadim Federov'a olan ilgisini kullanarak senden bu görevi tamamlamanı istiyorum. Odasındaki bazı bilgisayar ve teknolojik aletlere sızman için sana bir taşınabilir bellek vereceğim. Onları bir şekilde o belleğin içine alıp oradan ayrılacaksınız."
Mücahit, elleri ceplerinde onlara doğru yaklaştı.
"Kadını almayacak mıyız?"
Barkın kafasını iki yana salladı.
"Arina'nın çevresinde çok güçlü bağlantılar var. Onun ortadan kaybolduğunu anlarlarsa bütün operasyon çöker. O yüzden bize yalnızca arka plan lazım. Eninde sonunda Zara ile görüşecek ve görüşme planlarında ne yapacakları bizim için daha önemli." Barkın Koral, konuşmasını bitirdikten sonra saatine baktı ve bakışlarını bizde gezdirdi.
"Vakit yaklaşıyor. İstanbul'a buradan özel bir uçakla gönderileceksiniz." dedikten sonra kapıya yürüdü ve odadan çıktı. Peşinde onu takip ederken Osman ve Mücahit, arkamızdan valizleri taşıyordu. Hızlı bir şekilde yürürken Mete'nin elimi dokunup bıraktığını fark ettim.
"Kızgın mısın?"
Mete'nin sorduğu soruyla kafamı iki yana salladım.
"Yoo, neden kızgın olayım? Bu sonuçta bir görev, aynısı benimde başıma gelebilirdi."
Mete, anlayışla kafasını salladı.
"Ben deli gibi kıskanırdım valla sen iyi bile dayanıyorsun." dedi ve gülerek uçağa bindi. Dudaklarım aralık bir şekilde kalırken sinirim yine migrene kafa attı. Dişlerimi sıkıp uçağa bindiğimde koltuğa oturdum ve kollarımı göğsümde bağladım. Mete ile bakışlarımız kesiştiğinde burnumdan soluk verdim ve bakışlarımı cama çevirdim.
Bunun yalnızca bir görev olduğunu defalarca kendime hatırlatmama rağmen, kalbimdeki Mete'ye olan sevgim daha ağır basıyordu. Yaklaşacağı kadın bir hayli güzeldi ve Arina Mete'yi, Vadim Federov olarak bilecekti. Ayrıca Mete'nin zaten dikkat çekmesine gerek yoktu. Gözleriyle uzaktan atış yapma gibi bir özelliği vardı.
Direkt kalbe.
Atış, serbest.
Uçakta geçen iki saatlik yolculuğun ardından İstanbul'a, Hilton Otel'in helikopter sahasına inmiştik. Uçaktan indiğimiz sıra bizi karşılamaya gelen adamın yakasına baktım.
Otel Müdürü, Fatih Şimşek
"Dobro pozhalovat' v nash otel', Vadim Fedorov."
Mete, uzatılan eli sıkıp kafasını eğdi.
"Pozhaluysta, no ya ochen' ustal. Ya khochu kak mozhno skoreye obosnovat'sya v svoyey komnate."
Rica ederim ama çok yorgunum. En kısa zamanda odama yerleşmek istiyorum.
Otel müdürü kafasını salladı ve eliyle bize yol gösterdi. En önümüzde Mete ilerlemeye başladığında kulağımdaki kulaklığı düzeltip onu takip etmeye başladım. Bize verilen üç oda vardı. Mete ile bana verilen odalar yan yanaydı. Benim hemen yanımdaki odada Arina kalacaktı. Mücahit ile Osman ise hemen karşımızdaki odada güvenlik çemberi oluşturacaktı.
Öncelik olarak herkes benim odama girdiğinde Osman ve Mücahit bagajları açtılar ve içinden kamera ve sinyal kesicileri ve toplayıcıları çıkartıp yerleştirmeye başladılar. Pencerenin perdesini açıp yan balkona baktım. Arada büyük bir boşluk vardı ama kolaylıkla diğer balkona atlanabilirdi. Yanağımın içindeki deriden bir parça koparıp dişlerimin arasında ezmeye başladım.
"Evet, hazırlıklar tamam." dediğinde Osman, hızla ona doğru ilerledim ve ellerimi belime yasladım.
"Barkın, bizi duyabiliyor musun?" diyerek kulağımdaki mikrofona tıkladım.
"Evet, Eyşan. Sesiniz temiz geliyor." dedi ve bilgisayardaki görüntüsü bize yansıdı.
"Yan odayı duyabilecek sinyal toplayıcıyı yerleştirdiniz mi?"
Osman kafasını salladı. "Evet, yerleştirdik. Arina, teknolojik bir aleti kullanmaya başladığı an sizin bilgisayarınıza verileri akmaya başlayacak."
Bu, çoğunlukla kullandığımız bir yöntemdi. Biz hareket halinde olduğumuz sıralarda arka plan bu konuşmaları dinleyebilir ve bizimle temasa geçip uyarabilirdi.
Barkın Koral, "Tamamdır, artık yarına kadar serbestsiniz." dedi ve bağlantıyı koparttı. Kulağımdaki kulaklığı kulak içimden çıkarttığımda asılı bir şekilde kalmasını umursamadım ve minibara doğru ilerledim. Dolaptan bir şişe suyu alıp içmeye başladığımda Mete'de eğilip bir su aldı ve içmeye başladı. Gözlerimin önüne gelen âdem elmasıyla yutkunmaya çalıştım ama su, boğazımda kaldı.
"Öhöhö!"
İçtiğim su burnumdan gelirken sırtımı sıvazlayan Mete'ye sinirle baktım. Bu adamın benim canıma kastı vardı! Elini ittirip acıyla yutkundum ve su şişesini kenara bıraktım. Mücahit ve Osman, tekli koltuklara otururken ellerimi iki yanıma bıraktım.
"Şimdi ne yapacağız?" diye sorduğumda Osman ve Mücahit oturdukları yere daha çok sindi.
"Biz odadan şimdilik çıkmayacağız ama siz çıkabilirsiniz. Keşif yapın ve nerede, ne varmış araştırın. Bu arada Mete, Arina'nın odasına böceği nasıl yerleştireceğiz?"
Ellerimi yeniden belime yasladım.
"Kolay yolu var. Mete Bey Arina'yı baştan çıkarttığında muhakkak odasına gidecektir. O vakit böceği de yerleştirebilir."
Allah'ım benim bu dudaklarım neler söylüyordu? Umursamazca bir tavır ile çenemi dikleştirdim ve Mete'ye baktım. Mete, gülümseyerek kafasını salladığında gözlerimi devirdim. Kıskanmamaya çalışıyorum ama adam inatla şu açık bağrını gözüme sokuyordu.
Ellerimi havaya kaldırıp 'Kapat lan bağrını.' dememek için ellerimi ceplerime soktum ve kapıya doğru ilerledim.
"Ben keşfe çıkıyorum gelmek isteyen varsa buyursun gelsin." dedim ve odanın kapısını açtım. Odanın kapısı kendiliğinden kapanmak üzereyken Mete, çıktı ve kolumdan kavrayıp beni yanındaki odaya soktu.
"Ne yapıyorsun?" diye fısıldamama rağmen kapıyı kapatıp sırtımı kapıya yasladı. Bakışları gözlerimde dolanırken dudaklarında sıcak bir tebessüm vardı.
"Ne gözlerim senden başkasını görür ne de kalbim bir başkası için atar. Aklımda, kalbimde ve ruhumda yalnızca sen varsın Eyşan. Bu bir görev ve görevi layığıyla yerine getirmemiz için bunu yapmamız şart."
Gözlerim, mavi gözlerine odaklı kalırken elini kaldırıp yanağımı okşadı.
"Ya kışkırtma görevi bana verilseydi sen ne yapardın?"
Mete'nin gözleri kısıldığında sağ göz altı seğirdi. Gerilen çenesiyle yüzüme biraz daha yaklaştı.
"Bahsi bile geçilecek durum değil."
Dudaklarımın arasından bir 'Hah?' sözcüğü dökülürken kaşlarım çatıldı.
"Sen yaparken iyi ben yaparken mi bir şey olacak?"
Mete, gözlerini kapatıp burnundan derin bir nefes aldı.
"Ben duracağım yeri biliyorum Eyşan ama senin yanına yaklaşacak adam, durmayacak." dedi ve gözlerini açtı. Artık tamamen bakışları lacivertin koyusuna bulaşmıştı. "Beni yaşanmayacak olaylar hakkında düşündürüp nabzımı yoklama."
Gözlerimi devirdim.
Sanki hiç kıskanmadın?
"Barkın Koral'dan sanki hiç kıskanmadın, Mete?" dediğinde Mete, gözlerini devirdi ve üzerimden çekildi.
"İlk başlarda kıskanıyordum ama adamın sözlü olduğunu duydum. O yüzden Eyşan, bu görev bitene kadar sakin kalmak istiyorum."
Ay haspam.
Bo gorov botono kodor sokon kolmok ostoyorom.
İstemsizce iç sesime kıkırdadığımda elimi dudaklarımın üzerine yasladım.
"Ne oldu, neye gülüyorsun?" diye sorduğunda Mete'ye kafa salladım.
"Aklıma bir şey geldi de ona gülüyorum."
Mete, üzerinde durmadı ama bakışlarını gözlerimden çekmedi. Derin bir nefes aldığı sırada eliyle kapıyı gösterdi.
"Gel hem bir yemek yiyelim hem de keşfe çıkalım." dediğinde kapının arkasından sırtımı çektim ve odadan çıktım. Birlikte aşağıya inip bakındığımız sırada otele giren Arina Volkova'yı gördüm. Mete'yi hızla kolundan çekip kenara bastırdığımda kulağımdaki kulaklığı içe doğru bastırdım.
"Arina, otele giriş yapıyor."
Cevap gecikmedi.
"Hemen saklanın." dedi, Mücahit.
"Çok erken değil mi?" dedi, Osman ama Mete, dudağını dişleyip ağırca saklandığımız yerden çıktı ve resepsiyona doğru ilerledi. Bozuntuya vermeden peşinde ilerlemeye başladığımda resepsiyonun önünde durduk.
"Moy konditsioner ne rabotayet." dediğinde Arina'nın bakışları hızla Mete'ye döndü. Oymak istediğim maviş gözleri belerdi ve Mete'nin yüzünü inceledi. Arina tam bir Rus kadını gibi giyinmişti. Sarı saçlarını örten motifli bir bere vardı. Üzerinde siyah trençkotu, onun altına giydiği beyaz boğazlı kazağı vardı.
"Vadim?" diye mırıldandığında Mete'nin bakışları ona çevrildi. Yüzündeki ifadesizlikle cevap vermeden yeniden resepsiyona döndü.
"Kogda yego otremontiruyut?" diye yumuşak bir şekilde mırıldandığında resepsiyonist önündeki klavyeyi tuşladı.
"Ya poluchil svoyu zapisku, g-n Vadim. Ona budet ispravlena kak mozhno skoreye."
Mete, aldığı cevapla arkasını dönüp ilerlemeye başladığında ellerim iki yanımda yürümeye başladım.
"Vadim Fedorov!"
Resepsiyonun önündeki Arina, sert bir şekilde Mete'ye bağırdığında Mete'nin adımları durdu ve başını yana çevirdi. Büyüyen göz bebekleriyle Arina'ya baktığında derin bir nefes aldı ve Arina'ya döndü. Arina, gülümseyerek ona yaklaştığında elini Mete'ye uzattı.
"Ty pomnish' menya?"
Beni hatırlıyor musun?
Mete, kadının uzattığı eli sıktı ve kendine çekti.
"Kak ya mog zabyt' zhenshchinu, kotoraya nikogda ne otkhodila ot menya?"
Yanımdan ayrılmayan bir kadını nasıl unutabilirim ki?
Arina'nın gözleri parıldadı ama Mete, tüm ifadesizliğiyle onun yüzüne bakıyordu. Yüzüne yaklaştı ve dudaklarını araladı.
"Ne bespokoy menya." dedi ve kadını geriye ittirdi.
Beni rahatsız etme.
Bakışları bana çevrildiğinde kaşlarını çattı.
"Yürü." Bozuk bir Türkçesi varmışçasına konuştuğunda onu takip etmeye başladım.
"Pes etmeyecek ben, Vadim!"
Arina'da bozuk Türkçesiyle peşimizden bağırırken başımı iki yana salladım ve Mete'yi takip etmeye devam ettim. Benim odaya girdiğimizde Osman ve Mücahit ayakta, Barkın Koral ile konuşuyordu. Bilgisayara yaklaştığımızda Mete, üzerindeki takım ceketi çıkartıp yatağın üzerine bıraktı. Ellerini beline yasladığında açılan bağrını görmemek için bilgisayara baktım.
"Rusya'daki hava şartlarından dolayı bugün gelmek zorunda kalmış ama toplantı yapacakları gün tarihini koruyorlar. Bugün kadını kendine çek Mete, toplantıya girmeden önce bütün bilgiler elimizde olsun."
Barkın Koral, bilgisayardaki görüntüden uzaklaştığında bakışlarımı Osman'a çevirdim. Osman, oturduğu yerden kalkıp elindeki böceği Mete'ye verdi.
"Üzerine bir dinleyici yerleştireceğiz. Kulak içi kulaklığa geçiş yapalım hem sen bizi dinle hem de Arina'nın söylediklerini kayıt altına alalım." dedi ve Mete, elindeki böceği bileğindeki saatin kapağını kaldırıp içine koydu ve sıkıca kapattı. Osman, masadan bir böcek daha alıp Mete'ye uzattı.
"Bunu da cebine koy, şu an için kapalı bir vaziyette. Akşam, saat 21:00'da Lobi Bar'a ineceğiz. Bir köşede biz otururken barın sol çaprazında senin için bir masa rezerve ettim. Oraya geçip Arina'yı bekleyeceksin. Arina büyük ihtimalle seni gördüğünde yanına yaklaşacak ama sen onu öncelerinde başından atmaya çalış. Gideceğini anladığın bir vakit ise masaya davet et. Devamının nasıl geleceği sende Mete."
Mete, kafasını salladı ve Osman'ın verdiği böceği cebine koydu. Derin bir nefes alıp yatağın üzerine oturduğumda kollarımı göğsümde bağladım.
"Güvenli olacak mı?" diye sorguladığımda Mete, bana baktı ve kafasını salladı.
"Eğer namusum gidecek olursa beni kurtarırsın Eyşan." deyip Osman ve Mücahit ile gülmeye başladıklarında gözlerimi devirdim. Harbiden çok sinirlerim bozulmuştu ama bu operasyonun sıkıntısız bir şekilde bitmesi için her şeyimi verebilirdim.
Mete hariç.
3 Ocak 2022 / 21:00
Mete Mert Çakır, Ağzından
Elimdeki viski bardağını sıkarken bakışlarımı Eyşan'a çevirmemek için kendimi tutmaya çalışıyordum. Üç günden beri beni kıskanan kadını, kollarımın arasına alıp sarılmamak için derin bir nefes aldım. Askeriyeyi birbirine katmış, gözlerinden alev sıçrayan kadının gözleri, benim kısa saçlarımı gördüğünde derin bir duyguyla yoğunlaşmıştı.
Gözlerimi kapatıp viski bardağına baktım. Onu üzerindeki mavi elbiseyle görüp hiçbir şey yapamadığım o güne saysın, diyerek viskimden bir yudum aldım. Bardağı yavaşça masanın üzerine bıraktığımda elimi rol gereği şakaklarıma götürüp sıktım.
"Arina, içeride."
Kulağımda yankılanan Osman'ın sesiyle derin bir nefes aldım ve viskimden bir yudum daha aldım.
"Sana doğru yaklaşıyor." Eyşan'ın sesini duyduğumda gülmemek için dudaklarımı yaladım ve alt dudağımı gergince ısırdım.
"İyi akşamlar."
Arina, bozuk Türkçesiyle yanıma yaklaştığında gözlerimi devirdim ve elimi şakaklarıma daha sert bastırdım. Cevap vermediğimi fark ettiğinde biraz bana doğru eğildi.
"Baş mı ağrıyor?"
Masanın üzerindeki elimi yumruk yaptığımda gözlerimi ona çevirdim.
"Ben sana, beni rahat bırak demedim mi?" diye sinirle tısladığımda Arina'nın gözleri doldu ve arkasını döndü. Bu iş sandığımdan daha kolay olmuştu. Oflayarak Arina'nın bileğinden tuttuğumda bakışları hafifçe bana döndü. Kaşlarımı büzüştürüp yüzüne baktığımda gözlerini kırpıştırdı.
"Mne zhal'. Baş çok ağrıyor. Sana istemedim bağırmak." diye mırıldandığımda bileğini hafifçe elimden kurtardı ve elini alnıma koydu. Bana yaklaşmasına izin verdiğimde Eyşan'ın halini çok merak ediyordum. Acaba şu nasıl bir durumdaydı?
Bu kadının kıskanması çok hoşuma gidiyordu.
Arina, bir süre alnıma masaj yaptığında kaşlarım yukarıya doğru kıvrıldı. Bakışlarımı ona çevirdiğimde dudağımı büzdüm.
"Ellerinin şifalı olduğunu bilmiyordum." dediğim sıra güldü ve yanımdaki sandalyeye oturdu. Ellerini ovuşturup masanın üzerinde kenetlediğinde gözlerini benimkilere çevirdi. "Benim ellerim sana hep şifalı geliyordu, unuttun mu?"
Doğru yere parmak bastığımı o an anlamıştım.
"Mete, şu an Barkın bizi dinliyor. Artık komutlar Barkın'da." dediğinde Osman, gülümsedim.
"Mete, ben Barkın. Çok doğru yolda ilerliyorsun, devam et biz sizi izliyoruz."
Çenemi kaldırıp Arina'ya baktım.
"Sana bir içki ısmarlayabilir miyim?" diye sorduğumda kafasını salladı. Elimi yukarıya kaldırıp gülümsediğimde yanıma yaklaşan garsona baktım.
"İki tane porn star martini alabilir miyiz?" dedim ve Arina'ya baktım. Ellerini çırpıp gözlerini bana çevirdiğinde Barkın'ın şu an gülümsediğine yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım. Eyşan, sırf sinir olmasın diye onun yanında hiçbir şey konuşmamıştık ama neleri sevip sevmediğinin bir çetelesini yapıp bana vermişti.
"Bozhe moy."
Sen Allah'ı göreceksin, demek istedim ama garsonun önümüze bıraktığı içkilere baktım. Daha önce içmişliğim olmuştu ama nedense hiç sevmemiştim. Güçlükle kadehi elime alıp Arina'ya karşı havaya kaldırdım. Ulan ben daha sevdiğim kadınla aynı rakı masasına oturamamışım ne martinisi amına koyayım!
Her şeye rağmen Arina'da benim kadehime karşılık vererek bardakları tokuşturmamıza sebep olduğunda bir yudum içkimden aldım. Masanın üzerine bardağı geri koyduğumda Barkın'ın sesi kulağıma yaklaştı.
"Sarhoş olmasına izin ver."
Barkın, şu an karşımda olsaydı ona öyle bir yumruk atardım ama ne yazık ki karşımda değildi.
"Kadın Rus, bunlar sabah yüzünü su diye votka ile yıkıyor, bu kadar çabuk sarhoş olmaz." diyen Eyşan'ın cümlesini duyduğumda derin bir nefes alıp üst dudağımı gergince yaladım. İşte, kalplerimiz ortak diyordum ama kimse beni dinlemiyordu. Çaktırmadan Arina'ya baktığımda bardağına baktığını fark ettim. Hızla arkama Eyşan'a baktığımda elleri göğsünde oturmuş, bizi izlediğini fark ettim.
"Korumaların için zor değil mi?"
Arina'nın sesiyle ona döndüm.
"Ne için?" diye sorguladığımda Arina, köşede arkamda oturan Osman, Mücahit ve Eyşan'a baktı ve ardından bana döndü.
"Her yere peşinde geliyorlar?"
Yüzümü buruşturdum.
"Güvenlik önlemlerini sana anlatmama gerek yok diye düşünüyorum Arina." dediğimde elini çenesinin altına koydu ve kafasını salladı.
"Eğer istersen seni onlardan kaçırabilirim."
"Buna gerek yok, onlar benim canımı koruyor."
"Seni benden daha iyi koruyabilecek kimse göremiyor ama ben?"
Gülümseyip sandalyeme yan bir şekilde oturdum. Biraz sonra göreceklerin için çok özür dilerim Eyşan. Elimi Arina'nın sandalyesine koyup sertçe kendime çektiğimde Arina'nın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Yüzüme sert bir ifade bürünüp gözlerimi kıstım.
"Senden başka iyi büyüleyebilecek kimseyi görmüyor ama ben?" deyip onu taklit ettiğim sırada Arina'nın dudakları çapkınca kıvrıldı ve gözlerini kırpıştırdı. Sandalyesini geriye ittirdiğimde ne olduğuna şaşırdı ve öylece bana bakmaya başladı.
"Adamlarım benim için özeldir." deyip ayağa kalktım ve arkama bile bakmadan yürümeye başladım.
"Kuş, artık yuvada."
Osman'ın sesiyle dudaklarımda çapkın bir tebessüm oluştu. Bu, Arina'nın bana karşı gardını indirdiği anlamına geliyordu. Hızla odanın önüne vardığımda Eyşan'ın odasına girdik. Osman ve Mücahit, bilgisayarı açıp Barkın Koral'ın görüntüsünü bize açtığında Barkın Koral'ın sesini işittim.
"Küçük ama büyük bir iş başardın Mete. Artık işiniz bitti. Yarın için iyi hazırlan. Arina, sabah 10:00'da kapalı havuza inecek. Havuzu kapattırmış ama sen içeriye girmenin bir yolunu bulup içeriye gir. Eyşan ve Osman, sizlerde bir şekilde içeride durmanın yolunu arayın. Mücahit o sırada Arina'nın odasına kat hizmetlileri gibi girip bilgisayardaki verileri bize aktaracak. Yarın otelde son gününüz ve Mete, Arina'nın odasına dinleyiciyi yerleştirdiği an çıkabilirsiniz." dedi ve bağlantıyı sonlandırdı.
Ellerimi kemerimin kenarlarına koyduğumda Osman ve Mücahit, ayağa kalktı ve bakışlarını bana çevirdi.
"Biz artık yatıyoruz. Eyşan, bu gece Arina için nöbet tutacak." deyip kapıya ilerlediklerinde bakışlarım Eyşan'a çevrildi ama o hiç yüzüme bakmadan üzerindeki ceketin düğmelerini açıp üzerinden çıkarttı. Bir adımda yanına yaklaşıp elini belime koyduğumda bir adım geri çekildi ve eli belimden yanıma düştü.
"Ne oldu?"
"Dokunma."
Bakışlarımı eğip yüzünü incelediğimde topraklarında kuru soğuğun gezindiğini fark ettim. Gülerek iki elimi beline koydum ve kendime çektim.
"Bıraksana, bırak diyorum." diye yüzüme karşı söylenmesine rağmen ellerimi belinde kenetleyip bir yere kaçmasına izin vermedim. Sinirle gözlerimin içine bakarken gözlerimi kaşlarında gezdirdim ve elimi sıklaştırıp birini boşa çıkardım. Elim yanağına dokunduğunda gözlerindeki sinirin bir nebze azaldığını fark ettim.
"Ne zaman yüzüne baksam kim olduğumu hatırlatıyorsun. Yolcun olduğumu yüzüme vuruyorsun. İlk durağım, gözlerin oluyor. Topraklarına beni kabul ediyorsun. Arada tökezleyip yere düşüyorum ama kaldırıp güç veriyorsun. Bana vatanımın sen olduğunu anlatıyorsun."
Yanağındaki ellerim usulca at kuyruğu yaptığı saçlarına gitti. Tokayı tutup yavaşça aşağıya çektiğimde itiraz etmeden bekledi.
"Ne zaman görsem okşamak için can attığım saçların, her rüzgârda salınırken bir toka misali sarılasım geliyor sana. Burnumda tüten kokusuyla ölüp bitiyorum."
Tokayı bileğime takıp saçlarını okşadım ve iki elimi de ellerine götürdüm. Yukarıya kaldırıp dudaklarımı ellerine bastırdığımda derin bir nefes aldığını fark ettim.
"Hep, bu ellerle vatanı koruyan kadın sana neler yapmaz diye düşünüp durdum. Attığı tokatla yerle bir olurum, okşadığı tenimle cana kavuşurum dedim." diye söylenirken Eyşan'ın hafifçe kıkırdamasını duydum ve bakışlarımı yeniden gözlerine çevirdim. Topraklarındaki huzur, artık yüreğimi kaplamıştı.
"Topraklarının her karışında can vermeye ant içmiş bu adamı, gülen yüzünden mahrum etme." dediğimde gözlerini kıstı ve ellerimdeki elleriyle tenimi okşadı.
"O zaman sende o kadına fazla yaklaşma."
Evet, Eyşan'ın kıskançlık kapısı yeniden aralandı. Hadi, bismillah. Gel de anlat.
Ellerimi hafifçe ellerinden ne kadar istemesem de ayırdım ve yanağına yaslandım. Bu kadın, onu delicesine sevdiğimi, gözümün ondan başkasını görmeyeceğini ne zaman anlayacaktı?
"Eyşan, yavrum. Gözüm senden başkasına kör, bunu ne zaman anlayacaksın?"
Eyşan, yanağını ellerimden kurtarıp bir adımla benden uzaklaştığında elimi belime koydum. Derin bir nefes verdiğimde kafamı iki yana salladım, yine başlamıştık.
"Ben de bilirdim Ankara'daki gazinoda yakalayacağımız adama ama yaklaşmadım."
Bir sinirin gözüme vurduğunu hissettiğimde gözlerimi kıstım. Zaten alınmamış bir ifadem vardı ama Eyşan ısrarla benden o ifadeyi almam için zorluyordu. Elbiseyi yakmış olmam, üzerini sımsıkı saran o mavi elbiseyi unutmama engel olamıyordu.
"Eğer bıraksalardı o adam bırak senin elini tutmayı, sen bile çıkamazdın o sahneye." diye usulca bir cümle kurduğumda Eyşan, gözlerini devirdi.
"Senin orada olduğunu bildiğim halde o sahneye çıktıysam, senin haberin olsaydı bile bir şey diyemezdin."
Göz kapaklarım usulca gözlerimin üzerine kapanırken bir nefes daha aldım. Bu kadın harbiden benim aklımla dalga geçiyor, sabrımın son damlalarını sömürmeye çalışıyordu. Şeytan diyor, kapat şu kadının dudaklarını, git özlemini gider ama yapamazdım. Görevdeydik ve sonunu tutamayacağımın farkındaydım. İlk yakınlaşmamızdan beri zaten çok zor bir durumdaydık ve artık patlama noktasından asla ama asla geri dönmezdim.
Ayrıca burada yapmak isteyeceğim son şeydi.
"Elbiseyi yaktığını da unutmuş değilim Mete. Sen niye o elbiseyi yakıyorsun ki?"
Gözlerimi açıp Eyşan'a baktım.
Benden bu kadardı.
Elimi beline yaslayıp sertçe kendime yasladım ve büyük bir açlıkla Eyşan'ın dudaklarına gömüldüm. Eyşan'ın elleri göğsüme darbelerini indirirken geri yürüttüm ve yatağa yatırdım. Israrla bana vuran ellerini başının üstünde kenetleyip bacaklarının arasına girdiğimde alt dudağına bir ısırık bıraktım. Boğazından kopan bir mırıltı ile öpüşüme karşılık verdiğinde gözlerimi kapatıp tek elimle kalçalarını sıktım.
Ondan kopamıyordum.
Ona olan sevgim, her şeyin ötesindeydi.
Ama Eyşan'ın her seferinde bir ateş olduğunu ve giderek harlandığını fark edebiliyordum. Gözlerimi açıp dudaklarından ayrıldığımda gözlerinin koyulaştığını gördüm. Boştaki elim ağırca gömleğinin düğmelerine giderken itiraz etmedi ve öylece gözlerime bakmakla yetindi. Onunda beni istediğinin farkındaydım ama hâlâ zamana ihtiyacımız vardı. Gömleğinin düğmelerini açtığımda gözlerimi ağırca göğüslerine indirdim. Sütyeninden taşan göğüsleriyle kesik bir soluk aldığımda kıkırdadı.
Sertçe gözlerine baktığımda dudaklarında çarpık bir tebessüm var oldu. Sinirden soğumuş ellerimi birden açıktaki göğüslerine bastırdığımda dudaklarını araladı ve tiz bir soluk çekti.
"Mavi elbiseyi, bunlar için yaktım. O kadar dolgun gözüküyorlardı ki kaç tane adamın bunları gördüğünü bilmek." diye dişlerimin arasından tıslarken Eyşan'ın eli enseme çıktı. Ensemi hafifçe okşadığında başımı arkaya yaslayıp elini sıkıştırdım.
"Elini çek Eyşan."
Eyşan, beni dinlemeyip parmaklarıyla ensemi oynamaya devam ederken ellerimi beline götürdüm ve bir anda yüz üstü çevirdim. Bütün ağırlığımı sırtına verirken sol elimi boğazına götürüp tuttum. Baş parmağımı şah damarına bastırdığımda nabzının hızlandığını fark ettim. Sağ elimi ağırca kalçalarında dolaştırıp fermuarına uzandım.
"Mavi elbiseyi, bunun için yaktım. Kalçalarını o kadar sıkı sarıyordu ki özellikle cesur yırtmacının on santim yukarısında ne olduğunu tahmin ettiğim şey başımı döndürmüştü." diye söylenirken fermuarı açtım ve elimi iç çamaşırını es geçerek kadınlığına dokundum. İkimizden de boğuk bir inleme dökülürken Eyşan, doğrulmak istedi ama izin vermedim. Ağırlığımı biraz daha üstüne bıraktığımda erekte olmuş erkekliğim kalçasına çarptı. Eyşan'ın bir kez daha inlediğini duyduğumda gözlerimi kapattım ve parmağımın ucundaki teni okşadım. O sıcaklığı isteyen küçük yoldaşım beni bir hayli zorlamaya başlamıştı.
"Ateşinin yakıcılığının farkına var artık Eyşan ve beni ciddi anlamda zorlamana artık dayanamıyorum."
"Dayanma."
Zihnim, bir anda irademin suyunu bir ekmek parçasıyla bandırdığı sıra hızla Eyşan'ı kendime doğru döndürdüm ve parmaklarımı içine sokup diğer elimi ensesine götürdüm. Dudaklarına açlıkla yapıştığım sırada bacaklarını araladı ve parmağımın daha da ilerlemesine neden oldu. Öpüşlerime karşılık verirken eli pantolonumun fermuarına uzandı.
Bu iki olmuştu, şu an durmalıydım yoksa burada, bilgisayarların olduğu odada kötü şeyler olacaktı fakat üçüncünün olmasına izin vermezdim.
Elimi ve bedenimi Eyşan'ın teninden bir çırpıda çektiğimde ayağa kalktım ve yukarıdan ona baktım. Bakışları açlıkla bana bakarken gözlerimi önüme çevrildim. Kalbimin ritmi çok farklı noktalarda atıyor ve bu durum beni çıldırtıyordu.
Çavuş 'Emret komutanım' dercesine meydandaydı.
Alt dudağımı kemirip, yatakta oturur vaziyete geçmiş Eyşan'ın önünde durdum ve derin bir nefes aldım.
"Beni çok zorluyorsun be Eyşan. Sana dokunmak için can atıyorum ama bunun özel olmasını istiyorum. Görevde ya da başka bir yerde değil. Senin evinde, yatağında rahatça, aceleci olmadan bu işi yapmak istiyorum."
Eyşan, yutkunup kafasını salladığında bakışları önüme kaydı.
"Ona ne olacak?" diye sorduğunda gülmemek için yanağımın içini dişledim.
"Yatıp uyuyacak." dediğimde elini kaldırıp omzuma vurdu. Gülerek elimi yanağına koyup okşadım ve ayağa kalktım. Bakışlarım göğüslerine çevrilirken gözlerimi kapatıp arkamı döndüm. Ulan, ulan bu görevde olmasak seni yataktan çıkartmazdım da neyse. Gözlerimi açıp elimle Eyşan'a üzerini gösterdim.
"Ben çıkana kadar üzerini düzeltmiş ol." dedim ve kendimi odadaki banyoya soktum. Üzerimdeki kıyafeti çıkarttığımda derin bir nefes aldım ve duşa girdim.
Hayat bana çok zordu.
Özellikle yanıma gönderdiği Afet-ül dehşet bir kadınla...
Yazar, Ağzından
İstanbul'daki aşk yangınının yanı sıra Şırnak'da yoğun bir çalışma ortamı vardı. Önlerindeki evraklara gömülmüş Caner ve Barış'ın önündeki sayılması güç, buruşturulmuş kahve bardakları gözle görülebilir vaziyetteydi. Alev, başlarını bile kaldırmadan bu adama sinirle bakarken elindeki kahveleri önüne bırakmaktan çekinmedi.
"Alın için. Doya doya için, geberene kadar kahve için, Allah'ın manyakları!"
Caner ve Barış, sinirinden köpüren bu kadını takmadılar ama Caner, kınayıcı bir şekilde Barış'a baktı.
"İşin zor devrem, kolay gelsin." dediğinde Barış elindeki evrakı okumaktan kaçmadı ama lafını direkt söyledi.
"Sağ ol devrem, darısı senin başına." dedi ve kahvesine uzandı. Dumanı üstünde kahveden bir yudum alıp yerine bıraktığında bakışlarını bir saniyeliğine karşısında oturan kadına çevirdi. Sinirli bakan gözleri gördüğünde ise hızla baktığı evraka geri döndü.
"Buldum." dedi Barış ama Caner onu önemsemedi. Çünkü Barış on defa 'Buldum.' demişti ama hepsi fos çıkmıştı. Barış, Caner'in omzunu dürttüğünde gözlerini devirdi ve Barış'ın renkli kalemle çizdiği yeri okudu. Gözleri daha derini okurken sırtını yaslandığı yerden kopardı ve kaşları çatıldı.
"Ee, bu adam o zaman bizimkilerin oraya gidiyor?" diye sorguladığında Alev, kollarını göğsünde bağladı.
"Ne oldu?" diye sorduğunda Caner, Alev'e okuduğu kağıdı uzattı. İstanbul'da yapılacak toplantıya üç önemli isim katılacaktı. O üç önemli isimler; Haluk Ersoy, Victor Kalinsky ve Kaan Sezer idi.
"Elimizde Victor ve Kaan hakkında neler var?" diye sordu Barış. Caner, pembe kapaklı bir dosyanın üzerindeki evrakları kenara kaydırıp dosyaya ulaştı ve kapağını açtı.
"Victor, silah kaçakçısı ve Kaan'da -sayfaları karıştırdı- he, burada. Kaan'da insanların yüzlerini değiştiren cerrah." dedi ve arkasına yaslandı. Caner'in bakışları siyah perdeye takıldığında kafasını iki yana salladı.
"Neden hepsi, aynı noktada toplantı için buluşuyorlar?"
Alev, Caner'in sorusuyla öne eğildi ve dirseklerini masaya yasladı.
"Arina ile dört kişi olacaklar."
Barış, Alev'in söylediği cümle ile kaşlarını çattı.
"Ajan, Cerrah, para ve silah." diye tekrarladığında Caner, düşünceyle ayağa kalktı ve dosyaları toparlamaya başladı. "Barkın'a haber vermemiz gerekli. Bizimkilerin işine yarayabilecek bir şeyler bulmuş olabiliriz."
Hızlı bir şekilde koordinasyon merkezinde oturan Barkın'ın yanına vardılar. Barkın, onları gördüğünde ayağa kalktı ve eliyle masayı gösterdi. Hepsi elindeki dosyaları masanın üzerine bıraktı ama hiç kimse sandalyelere oturmadı. Konu ciddi ve hassastı.
"Haluk Ersoy hakkında edindiğimiz son bilgi İstanbul'a, Arina'nın katılacağı davete gidecek olması." diye cümleye başladı Caner.
"Ayrıca yalnız başına gitmeyecek. Cerrah ve Ejder'de yanında olacak." diye cümleyi bitirdi Barış. Barkın Koral, bu bilgileri duyduğu andan sonra hızla kendi notlarına geri döndü ve gözlerini gezdirdi. Zihnini darmaduman etmiş birkaç düşünce ile hızla bilgisayara sarıldı. Çok beklemeden açılan ekranda Eyşan ve saçları ıslak Mete göründü. Umursamadan, ellerini birbirine kenetledi ve Mete'ye baktı.
"Mete, büyük bir sorunumuz var. Yarın ne yapıp edip Arina'nın odasına girmelisin. Banka, Cerrah ve Ejder o toplantıya davetliler. Ve büyük ihtimalle bir eylem yapılacak. Onların ne yapacağını öğrenmemiz şart." dedikten sonra Mete, kafasını salladı.
"Caner, Barış ve Alev'i sizin yanınıza destek için gönderiyorum." dedi ve bağlantıyı sonlandırdı. Ellerini kemerinin iki yanına koydu ve arkasına dönüp ekibine baktı.
"Duydunuz, gidin ve hazırlanın. Alev Atsız, dört numaralı özel uçak sizin için serbesttir."
Alev, sol ayağını sağ ayağının yanına sertçe vurdu ve odadan çıkmak için arkasına döndü. Caner ve Barış, Barkın Koral'ın yanında kaldığında Barkın, bakışlarını üzerlerinde gezdirdi.
"Bizi nelerin beklediğini bilmiyoruz. Ondan dolayı siz oraya yerleştiğinizde silahlarınız ve mühimmatlarınız arkanızdan gönderilecek. 215 numaralı odada kalacaksınız. Ekipmanlarınız o odaya yerleştirilecek."
Barış ve Caner, kafalarıyla onayladılar ve hızla odadan çıktılar. Adımları odalarına sürüklenirken yalnızca kamuflajlarını çıkartmışlardı. Üzerlerine giydikleri siyah takım elbiselerine rağmen bel boşluklarına tabancalarını ve ayak bileklerine küçük cep boy kasaturalarını saklamayı ihmal etmediler. Odalarından çıktıklarında askeriye dışına çıkıp dört numaralı uçağın önünde Alev'i beklemeye başladılar.
Bir süre sonra Alev, askeriyeden çıktı. Barış, uzaktan onlara küçük bir bavulla yaklaşan Alev'i fark ettiğinde kaşlarının çatılmasına engel olamadı. Alev'in üzerinde bir pilot takımı vardı. Lacivert takım, sıkıca toplanmış saçlarına çok eğreti durmasına rağmen kadına çok yakışmıştı. Klasik bir pilot takımıydı ama Alev, yine onun kalbini çalan bir hırsızdı.
Alev, dudaklarındaki çapkın gülüşle onu bekleyen adamlara baktı ve boştaki eliyle uçağı gösterdi.
"Yükseklik korkunuz varsa hemen şimdi vazgeçebilirsiniz beyler?" diye şakacıktan sorguladı ama gülmeyen iki adamı fark ettiğinde gözlerini devirdi ve bavulunun tutamacını sert bir şekilde yerine soktu.
"Aman be üf, size de şaka yapılmıyor." dedi ve bavulunun sapını kavrayıp uçağa bindi. Bavulunu ilk köşeye bırakıp kokpite ilerledi. Hemen arkasına yerleşen adamları görmezden gelip boğazını temizledi ve kafa kulaklığını başına yerleştirdi.
"Bu kadar tuşu nasıl ezberliyorlar hâlâ aklım almıyor?" diye soran Caner'i duymamazlıktan geldi ve dudaklarının üzerine gerilen mikrofona dokundu.
"Kule 1, ben Alev Atsız. Kalkış için izin istiyorum." derken Caner ve Barış yanlarında asılı olan kulaklıkları taktı. Onlar ne konuşursa konuşsun Alev'in kulağına gitmiyordu ama Alev'in bütün söylediklerini duyabiliyorlardı.
"Alev Atsız burası Kule 1. Rüzgâr doğu yönünde, kalkış serbest. İyi uçuşlar."
Barış ve Caner, duydukları şey ile kafalarını sağa eğdiler ve kadını izlemeye başladılar. Alev, sakince önündeki tuşlara bastı ve ellerini joystickin üzerine koydu. Hafifçe aşağıya doğru çektiğinde uçak hızlı bir şekilde yürümeye başladı.
"La gidiyoruz oğlum. Düşürmesin yenge bizi?" diye soran Caner'e bile bakamadı Barış. Gözleri hayranlıkla Alev'i izledi.
"Silah tutan ellerine rağmen, nasıl da kaldırdı kocaman uçağı?" diye söylendi kendine. Bu eller tutulup öpülür diye düşündü içinden. Kalbi pırpır oldu ve uçtu amansızca. Engel olamadı ve bıraktı. İlk defa keyifle dudakları iki yana kıvrıldı ve bakışlarını inene kadar kadından çekmedi.
4 Ocak 2022 / İstanbul
Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından
Her yolun bir çıkmazı vardır. Farklı yolların devamında ise sonunu kestiremediğin enkazlar seni bekler ama sen onlara ulaşamadan ya ölürsün ya da kaybolursun. Benim ilerlediğim yol, engebeli tuzaklardan oluşuyordu ama her birinden sağlamca geçmeyi başarırken önüme uzatılan yolda iki ayrım oluştu. İki farklı düşünce ayrılığından hangisi seçersem seçeyim hiçbir zaman aynı yola çıkacağını bilemeyecektim.
Ellerim arkamda bağlı bir şekilde havuzdaki Mete ve Arina'ya bakarken kulağım hep Mücahit'ten gelecek bir cümleyi bekliyordu. İki saatten beri Arina, havuzdan çıkıp odasına gitmek istiyordu ama Mete, buna izin vermiyordu. Artık kıskançlığı da bir kenara fırlatmış yalnızca bir haber bekliyordum.
Arina, Mete'nin kolları arasından kaçıp havlusuna sarıldığında gözlerimi yere çevirdim. Her ne olursa olsun buna dayanamıyordum.
"Lütfen, biraz bir şeyler içelim." diyen Mete'nin sesiyle Osman, elindeki tepsiyle Mete ve Arina'ya yaklaşmaya başladığında soluma eğildim.
"Mücahit, elini çabuk tut. Arina'yı tutamıyoruz." dediğimde herhangi bir ses gelmemişti. Derin bir nefes alıp doğruldum ve ellerimi ceplerime sokup telefonumu çıkarttım. Arkama hafifçe döndüğümde Alev'in numarasını tuşlayıp mesaj kısmına girdim.
"Mücahit'e ulaşamıyorum?" diye yazıp gönderdim. Alev, Barış ve Caner, sabaha karşı buraya yerleşmişlerdi ve ne zaman geleceği belli olmayan Haluk, Kaan ve Victor'u araştırmaya devam ediyorlardı. Elimdeki telefon sessizce titrediğinde bakışlarım Osman'a kaydı. Hep birlikte sohbet ettiklerini fark ettiğimde telefona eğildim ve Alev'in mesajına tıkladım.
"Caner'i gönderiyorum."
Telefonu kapatıp telefonumu cebime attığımda gerilmeye başlayan sinirimle kulağımın arkasını kaşıdım ve ellerimi arkamda bağladım. Bir operasyonumda keşke düzgün geçse, yemin ediyorum tüm askeriyenin önünde halay çekeceğim.
Bakışlarım Mete'nin ve Osman'ın üzerine çekildiğinde derin bir nefes aldım ve başımı sağa çevirdim.
"Mete, kadını Osman ile oyalamaya devam edin. Mücahit'ten ses yok ben odaya çıkıyorum." dedikten sonra gözlerimi onlara çevirdiğimde hiçbir şey yokmuş gibi Arina ile konuşmaya devam ettiler. Yavaş ama seri adımlarla kapalı havuzdan çıkıp belimdeki silahı çıkarttım. Güvenlik kilidini açıp geri belime taktığımda merdivenleri hızla çıkmaya başladım.
"Mücahit, Mücahit ses ver!" diye mikrofona hafifçe bağırdığımda kulağıma tiz bir ses ulaştı. Aklımda iki düşünce vardı ya kulaklığı bozuldu ya da sinyal kesici yüzünden biz hiçbir şey duyamıyorduk. Koşar adımlarla yukarıya çıktığımda bakışlarım lobide gezindi. Dün iğne atsan yere düşmeyecek lobi, bugün ölüm sessizliğine gömülmüştü. Seri adımlarla resepsiyonun önünde durup zile bastığımda kulağımdaki kulaklıktan bir tiz ses daha yükseldi ve tüm otelde bir melodi yankılanmaya başladı.
"Я не вижу дороги, крылья промокли"
Yolu göremiyorum, kanatlarım ıslak
"Внутри немой крик"
İçimde sessiz bir çığlık var
"Я дышу, но нет воздуха"
Nefes alıyorum ama hava yok
"Покажи рассвет, пока не поздно"
Çok geç olmadan bana şafağı göster
Kulağımı tırmalayan tiz ses ile kulaklığı kulağımdan çıkarttım ve omzumdan salınmasına izin verdim. Otelin içinde yankılanan Rusça şarkıya rağmen cebimdeki telefonu çıkarttım ve Alev'e mesaj yazmaya başladım.
"Neredesiniz?"
Mesaj, tek tikte kaldı.
Dişlerimi sıkıp telefonumu cebime soktum ve belimdeki silahı çıkartıp sürgüyü çektim. Bir elim silahın tetiğinde kalırken diğer elimle kulaklığa baktım ama o tiz ses hâlâ devam ediyordu. Omzumun üstüne bırakıp silahı kavradım ve emin adımlarla Mücahit'in olduğu yere doğru ilerledim. Odanın köşesinde beklerken aklıma gelen fikirle hızla yukarı kata çıktım. Elimdeki silahı karşıma doğru yöneltmiş ve kim çıkarsa vurmaya ant içmiştim.
"В глазах заплаканных столько вопросов"
Gözyaşlarım içinde o kadar fazla soru var ki
"Я не давлю, просто нет больше способов"
Ben zorlamıyorum, sadece başka bir yolu yok
Hâlâ otelin içinde yankılanan şarkıyı önemsemeden yukarı kata çıktım ve Arina'nın odasını görebilecek odanın kapısına sertçe tekmemi savurdum. İlk tekmede açılmayan kapıya ikinci tekmemi savurduğumda kilit yeri oynadı ama yine açılmadı. Silahı göğsüme yaklaştırdım kollarımı sıkıp kapıya omuz attığımda yalpalayarak içeriye girdim.
"Ihıhhh!"
Alev ve Barış'ı yerde bağlı bir şekilde gördüğümde hızla bir adım geri çekildim ve soldan bana ateş açan adamı fark ettim. Eğilip duvar köşesine sindiğimde adamın olduğu yeri yeniden gözümde canlandırdım ve çıkıp adama ateş ettim. Adam, alnından vurulup yere düştüğünde odanın karşısından Alev'e baktım. Kafasını salladığında içeriye girdim ve elimi ağzındaki koli bandına götürüp sertçe çektim.
"Ah! Aşağıda, tuzak, Arina ve Victor." diye sıraladığında silahımı yeniden kavradım ve hızla odadan çıkıp aşağıya inmeye başladım. Karşıma çıkan iki adamı etkisiz hâle getirdiğimde kulaklığa bir kez daha baktım ama tiz ses devam ediyordu. Yakama bağlı ucunu çekip kopardığımda yere fırlattım ve üzerine basarak parmağımın ucundaki tetiği kavradım. Merdivenleri seri bir şekilde inip kapalı havuza ulaştığımda Osman ve Mete yine arkası dönük bir şekilde oturuyorlardı ama aklımı çelen bir şey oldu.
Müzik, hiç durmamıştı.
İçeriye girmeden köşeye pustuğumda bir silah sesi duydum. Hızla silahımı kaldırıp içeriye daldığımda Mete ve Osman'ı Arina'nın karşısında otururken buldum. Arina'nın kahkahası kulaklarımda yankılanırken ayağa kalktı ve bana doğru yürümeye başladı. Elim silahın tetiğine baskı yaparken bir adım geriledim.
"Yaklaşma sıkarım."
Elini kulağına koyup bağırdı.
"Ne dedi sen, ben duyamadı!"
Müzik sesi biraz daha yükseldi.
"Ananı sikeceğim dedim!" diye bağırdığımda birden müzik sesi kesildi ve arka köşelerden iki adam yaklaşmaya başladı. Sol köşeden gelenlerin önünde Alev ve Barış vardı. Sağ köşeden gelenin önünde ise Caner ve Mücahit, elleri bağlı bir şekilde yürüyordu. İçlerinden bir adam Mete ve Osman'ı ayağa kaldırıp bana çevirdiğinde ikisinin de ellerinin ve ağızlarının bağlı olduğunu gördüm. Elim titreyecek gibi olduğunda silaha daha çok sarıldım ve Arina'ya hedefledim.
Bir adım sesi duyduğumda ensemdeki soğuk metali hissettim. O an önümdeki herkesin kafasına bir silah dayandığında burnumdan bir soluk verdim. Benim hareket etmem demek onların ölmesi demekti. Dilimi dişlerimin arkasında gezdirdiğimde arkamdaki silahın namlusu daha da bastırıldı.
"Çök."
Bir erkek sesiydi.
Dilimi dişlerimin arasında ezerken dizlerimin üzerine çöktüğümde elimdeki silah alındı. Arkamdaki adam, silahını benden çekmeden yanımda durduğunda bakışlarımı yüzüne çevirdim. Silahın namlusu burnuma çarpıp durduğunda karşımdaki adam yarım ağız gülümsedi.
"Beni tanıdığını sanmıyorum ama ben seni tanıyorum." dediğinde bakışlarını sağa çevirdi ve kafasını eğip kaldırdı. Bakışlarım hiç karşımdaki adamdan ayrılmazken bakışlarındaki soğukluk içimi üşüttü.
Zihnim, ruhumda bulunan bir kütüphanenin içine sızdığında oradaki bütün kitapları dağıttı ve bir anının üzerinde durakladı. O anıyı gözlerimin önüne getirdiğinde hızla yüzüme doğrulmuş silaha uzandım ama boynumda keskin bir acı oluştu. Gözlerimi çevirip soluma baktığımda bana iğne yapan kişiyi fark ettim.
Kaan Sezer – Kod Adı: Cerrah
Projeksiyonda gördüğüm kişi tam anlamıyla karşımdaydı. Bedenim bir anda kilitlenip sırt üstü yere devrildiğinde ayakta bana bakan kişi yüzüme doğru eğildi ve gülümsedi.
"Güzel kızdın yazık olacak." dedi ve elindeki silah ile boynumu örten saçlarımı kenara ittirdi. Biraz daha yüzüme eğildiğinde tepki vermek istedim ama veremedim. Sanki tüm vücudum bir demire çevrilmiş gibiydi ve hiçbir şekilde elimi oynatamıyordum.
"Annem seni bekliyor Güvercin."
"Я не вижу дороги, крылья промокли"
Yolu göremiyorum, kanatlarım ıslak
"Внутри немой крик"
İçimde sessiz bir çığlık var
Göz kapaklarım ağırca gözlerimin üzerine örtüldüğünde zihnimdeki o anıda bir fotoğraf oluştu ve bu anın fotoğrafını gördüğüm yüz ile eşleştirdi. Karşımdaki adamın artık kim olduğunu daha iyi anlamıştım.
Zara Demirkan'ın oğlu, Aras Demirkan'dı.
-
BÖLÜM SONU
BÖLÜM SONU MEDYALARI
Instagram: _jupiterdebirokur
Tiktok: jr.napolita
X: sultanakr9
Wattpad: sultanakr
Aman da aman bir bölüm sonuna koca bir huh çekiyorum. Merhabalar efendim nasılsınız, umarım iyisinizdir? Bilhakis ben biraz iyi değilim. Bu sıralar kendimi eve kapattım, havalarda soğuk bölüm yazıyorum sürekli. Halim yaman a dostlar.
Bölüm hakkında bir yorumlama yapamayacağım ama önümüzde kocaman bir dağ var ve biz o dağı tırmanacağız. Diğer bölümde açıklanması gereken birtakım konular var ondan dolayı gerekirse iki parta böleceğim. Buranın kelime sayısının ne kadarını kabul ettiğini bilmiyorum. Duruma göre birleşik ya da ayrı olarak atacağım, bilginize.
O zaman ne diyoruz;
Koyduğum son noktada görüşmek dileğiyle
Sultan Çakır
yirmi yedi kasım iki bin yirmi dört
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.04k Okunma |
285 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |