Ay ay ayyy... Ben geldim. Dil altı hapınız hazır mı? Beni aşağıda yalnız bırakmayın, görüşürüz.
Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
Bölüm Şarkıları;
Haykırdım Ben, Duman (Tamamen Mete'yi anlatıyor bence...)
E Asiye, Ayşenur Kolivar
Bide Seviyom Dedi, Ankaralı Yasin
Cezayir, Hasan Yılmaz
Bahçe Duvarından Aştım, Ankaralı İbocan
Azad Et, Pis'ton
🕊️
XXIV
11 Şubat 2022 / Şırnak
Mete Mert Çakır, Ağzından
Zamanın sesini dolu zihnimde hissedebiliyordum. Akrep ve yelkovanın sürtünme sesleri ruhumun duvarlarına çarparken, saniyenin her bir atış ritmi zihnimde farklı bir anıya ev sahipliği yapıyordu. Akrep ve yelkovan üst üste durduklarında saniye bir kez daha aşağıya doğru indi. Aşağıya inerken çıkardığı ses zihnimden başka bir sözcüğü buldu ve saniye durdu.
Ölüm.
Dört harf iki heceden oluşan sözcük, insan bedeninde nerede saklıydı?
Ruhunda? Hayır.
Zihninde? Hayır.
Saatin saniyesi atmaya başladığında yelkovan, akrebin üzerinden aşağıya indi. 'Gözlerin.' dedi, bir ses. 'Gözlerinde bir kadının ölümü saklı.' dedi, başka bir ses. Gözlerimi kapattım ve o anıyı bir daha görmek istemedim. Çünkü o anıyı görmek aynı duygulara kapılmak demekti. Gözlerimin arkasındaki karanlığa sığındım.
Sığındığım yerin, benim en büyük korkum olduğunu unuttum.
Kendi zihnimin içinde hapsolmuş, Eyşan'ın her nefesini kontrol etmeye çalışırken geçen zamanı fark edemiyordum ama dışarıdan gelen bir ses, bu sessizliği kesip beni aniden o karanlıktan çekip çıkardı.
"Eyşan'ın telefonuna baktık ama numaradan bir şey çıkartamadık."
Başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Kapıda Caner duruyordu. Sesi her zamanki gibi güçlüydü ama gözlerinde bir kararsızlık vardı. Bana yaklaşmaya çekinir gibiydi.
"Ne demek bir şey çıkartamadık?" diye sordum, sesimin soğukluğunu fark etmeden. Öfke mi? Hayır, öyle hissetmiyordum. Daha çok çaresiz bir inattı. Caner bir an duraksadı, ardından içeriye bir adım attı. "Numara yurtdışına kayıtlı. Sahte bir operatör üzerinden geçmiş gibi görünüyor. İzini sürmek neredeyse imkânsız."
Olanları anlamaya çalıştım. Eyşan, telefon üzerinden tehdit edilmişti ve bunu biz de dâhil olmak üzere bütün askeriye duymuştu. O sesin ağırlığı hâlâ aklımdaydı. Sözlerin her bir harfi, Eyşan'ın canını yakmak için seçilmişti. Bir bulsam, bir elime geçirsem görecek o zaman gaddar neymiş.
Ah ulan! Olmayacak yerlerde, olmaması gereken zamanlarda Eyşan'a kurulmuş oyunda yer aldın.
Kafanı sikeyim senin Mete!
Bir an sessizlik oldu. Caner'in gözleri benimkilere takıldı ama bakışları hemen kaçtı.
"Başka bir şey var mı?" diye sordum, sesimdeki keskinliği yumuşatmaya çalışarak.
Caner başını hafifçe iki yana salladı. "Şimdilik yok ama araştırmaya devam ediyoruz."
Tekrar Eyşan'a döndüm. Telefon, sahte bir numara, başarısız bir iz sürme. Bunların hiçbiri şu an burada, onun yanında olmaktan daha önemli değildi ama içeride bir yerlerde, beynimin arka planında, bir şeylerin eksik olduğunu biliyordum.
"Teşekkürler," dedim sonunda, sesimin daha sakin bir tonla çıkmasını sağlayarak. Caner, bir süre daha bekledi, sanki bir şey daha söylemek istiyormuş gibi ama sonra vazgeçti ve kapıyı sessizce kapatarak odadan çıktı.
Eyşan'ın solgun yüzüne baktım. Numaradan bir şey çıkartamamıştık ama bu savaşı bırakmak, Eyşan'ın gözlerini yeniden açmasını beklerken asla kabul edemeyeceğim bir seçenekti. Saatin saniyesi yine tıklamaya başladı. Ruhumun derinliklerinde, bu tıklamalarla aynı ritimde bir fısıltı yankılanıyordu.
Eyşan, dudaklarını güçlükle araladığında yüzü buruştu. Her hareketi sanki bedenini zorla tekrar yaşatmaya çalışıyor gibiydi. Kaşlarımı çatıp ayağa kalktığımda, dişlerini sıkıp kafasını sağa eğdi.
"Iııığ. Lütfen!" diye ağlamaklı bir ses çıkarttığında, nefesim bir an kesildi. Aralı dudaklarının arasından gelen o ses, kalbime doğru saplanan bir bıçak gibiydi.
Hızla kendimi dışarıya attığımda, dişlerimi sıktım, her şeyin üzerime çökmesine engel olabilmek için kaslarım gerildi.
Selçuk, gözlerimdeki acıyı fark edip kafasını içeriye soktu.
"Iıııağ, yapma!"
"Kâbus görüyor, uyandırıyorum." dedi. Cümlesi, içimdeki boşluğu daha da derinleştirdi. Kafamı salladım ama hiçbir şey doğru gelmiyordu. Elimi sıktım ama o an bir şeyin beni içeriden paramparça edeceğini hissettim.
Büyük adımlarla koordinasyon merkezine ilerledim. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde kimse yoktu. Kapıyı çarpıp dışarı çıktığımda babamın bana doğru yaklaştığını fark ettim. Karşımda durmadan yanımdan geçti.
"Odama gel, Mete."
Arkamı dönüp onun peşinden takip ettim. Odasının önünde durmadan kapıyı açıp içeriye girdiğinde odaya girip kapıyı kapattım. Masasının arkasına geçip sandalyesini kenara ittirdi ve ellerini masaya yasladı. Bakışları düşünceli bir şekilde yüzümde dolaşırken bir anlığına kafasını sola eğdi.
"Eyşan'ı yakın korumaya alıyoruz. Evinin çevresinde, sevdiklerinde, nefes aldığı her noktada bizden biri olacak." dediğinde kısa bir iç çektim.
"Kabul edecek mi?"
Babam sandalyesini çekip oturdu ve dirseklerini masaya yaslayıp ellerini çenesinin altına yasladı. "Kabul etmek zorunda. Aksi takdirde herkes zarar görecek." dedi. Gözleri kısıldığında çenesi kasıldı. Dudakları bir şey söyleyecekmişçesine açıldı ama ağır çekimde kapanıp arkasına yaslandı.
"Çıkabilirsin."
Bir şey saklıyorlardı.
Caner ile babam, benden bir şey saklıyordu ama neydi?
Kaşlarımı çatıp aklımdaki soruyu sordum.
"Benden bir şey mi saklıyorsunuz?"
Gülerek kafasını salladı. O gülümseme, bana hiçbir şeyin düzgün gitmeyeceğini hatırlatıyordu. Ellerimi yumruk yaptım, parmaklarımın ucunda biriken öfke beni zorluyordu. Sorarcasına tek kaşımı kaldırdım ama o an yüzü sertleşti, dişlerini yeniden sıktı.
"Çık."
İki adımda kapıyı açıp odadan çıktım. Bana söylemedikleri her neyse onu bulmak istiyordum ama altından da çok kötü kokuların geldiğini hissedebiliyordum. Odama doğru adımlamaya başladığımda ellerimi ceplerime sokup sıkıntıyla iç çektim. Geçmiyordu, geçeceğini de düşünmüyordum.
İçimi sıkan sıkıntı, eninde sonunda sonum olacaktı.
"Benim sonum, senin elinden olacak."
Zihnime düşen cümle ile ürpermeme neden olamadım. Eyşan'ın ağzı ne söylüyordu, bunu kendisi duyabilmiş miydi? Dün gece her şeyi anlatmıştım ama beni affetmesini sağlayamamıştım. Üstüne bugün yaşanılan olaydan sonra sanırım beni asla affetmeyecekti. Odamın önüne vardığımda ellerimi ceplerimden çıkartıp kapıyı araladım ve içeriye girdim. Yerdeki bakışlarımı masaya çevirdiğimde Eyşan, masamın arkasındaki sandalyede oturuyordu.
Başladık yine.
Bakalım bu sefer nasıl bir dayak yiyecektim?
Adım atmadan olduğum yerde durduğumda bakışları bana çevrildi. Topraklarının yanı kıpkırmızıydı. Ona fark ettirmeden küçük bir iç çektiğimde sandalyede sağa ve sola doğru döndü. Parmakları kolçağın üzerinde ritim tutarken nedenini bilmediğim bir şekilde yutkundum.
Korktun mu Bozkurt?
Yalan yok, bu kadın beni ürkütüyordu.
Ritim tutan parmakları kolçakta sabit kaldı ve sandalyeden kalkıp bana doğru yürümeye başladı. Attığı her adımda postalından çıkan ses, parkede şiddetli bir yankı bırakıyordu. Sakin yürümesine rağmen bu sesi sağlayabiliyorsa güzel bir dayak yiyeceğimi hissettim.
Hadi bakalım hayırlısı.
Yanağımın içini dişlediğimde tam önümde durdu ve dudaklarını büzerek o da yanağının içini dişledi. Başını sağa eğip bir adım daha attı. Burnuma nükseden sigara ve bergamot kokusunun derinliklerinde barut kokusu karşıladı. Kaşlarım çatıldığında dudağı dudağıma doğru yaklaştı.
Ne yapıyorsun kadın?
"Ben şimdi sana ne yapayım Mete?" dedikten sonra damağını şıklattı ve gülerek alt dudağını dişlerinin arasına aldı. Gözleri gözlerimde kalarak ısırdığında kafasını iki yana salladı. Kaşlarını muzipçe çatıp dudaklarını araladı.
"Ya da Mert mi demeliyim?"
Lan ne oluyor amına ko-
Yavaş kurt.
Dişlerimi sıkıp sorgularcasına kaşlarımı çattığımda Eyşan, derin bir nefes çekti ve gözlerini kıstı. Gözlerinde saf bir sinir vardı ve ben lanet olsun ki neler olduğunu çözemiyordum.
"Ne oluyor Eyşan?" diye sorguladığımda bakışları boğazıma indi. Sağ eli ağırca havaya yükseldiğinde kalbimin üzerine işaret parmağı yaslandı. İşaret ve orta parmağıyla yukarıya doğru adım atar gibi yaptığında bakışlarımı gözlerine çevirdim. Ne olduğunu gerçekten anlamıyordum. Gözlerime baktığında dişlerini sıkıp dudağını büzdü. Ne olduğumu anlayamadan dirseğini boynuma yaslayıp sağ eliyle kolumu tuttu ve sırtımı kapıya çarptı.
"Neden bana mermi gönderildiğini söylemedin!"
Gözlerimi devirip dudaklarımı yaladım.
Şu mesele.
"Dirvana'ya gelen mermiyi neden bana söylemedin!" diye yüzüme kükrediğinde çenemi kastım.
"Dirvana istemedi."
Burnunu buruşturdu. "75 yaşına gelmiş bir adamın kararlarını mı dinliyorsun?" dedi ve sağ elini kaldırıp omzuma vurdu. Yaralandığım yere denk geldiğinde inleyerek onu üzerimden ittirdim. Dişlerimi sıkıp odadan çıkmak için hareketlendiğimde yine o omzumdan tutup beni kendine çevirdi.
"Nereye gidi-"
Dişlerimin arasından sığ bir nefes aldığımda bakışları omzuma kaydı. Suratındaki sinir kırıntıları tuzla buz olduğunda gözlerimi devirip ona doğru bir adım attım. Elini kaldırıp yaralı omzuma koydum.
"Hadi bir daha vursana." dediğimde elini çekmeye çalıştı, izin vermedim. Ona açtığım yaraların niyetine, benim yaramı deşsin istedim. Öfkesi soğusun, geriye külleri kalsın ve yandığımı görsün istedim. İki elimle elini tutup işaret parmağını çıkarttım. Yaramın üzerine bastırdığımda dişlerimi sıktım. "Deşsene yaramı." diye tısladım.
"Mete, kanıyor bırak." diye sitemli bir şekilde fısıldadığında gözleri doldu.
Cık, cık, cık. Kızı sürekli ağlatıyorsun Bozkurt.
Elini yavaşça bıraktığımda eli titreyerek üzerimdeki üniformaya gitti. Engel olmadan ellerimi arkamda birleştirip gözlerini izledim. Topraklarının içindeki siyah çukur beni ona doğru sürekli çekiyordu. Dudaklarımın aralandığını fark ettiğimde geri kapatıp yutkundum.
"Seni gördüm derdine düştüm
Edepsiz bir aşk
Usandım tükendim
Nolur yaklaş"
Algılarımı değiştiriyordu.
"Neden vurulduğunu söylemedin? Telsizde haber vermedi-"
Kaşlarım yukarıya kıvrıldığında dudağımın sağ kenarı minik kenara çekildi. Demek operasyonu dinledin, küçük hanım? Kurumuş dudaklarımı ıslattım ve bakışlarımı alnını kapatan kaküllerinde dolaştırdım. Her bir teli, sır perdesi gibiydi. Düşüncelerini kapatan, beni sinir eden ve kontrolümü kaybettiren bir yıkımı vardı.
"Seni alsam koynuma koysam
Hayali bile hoş
Delirdim daraldım
Artık her şey bomboş"
Önümü açtığı üniformayı çok yavaş bir şekilde yukarıya kaldırıp arkamda bağladığım ellerime ittirdiğinde parmaklarımla formayı sıktım. Bu kadın, sınırını bilmiyordu. Bir ateşti ve beni yakmaya çalışıyordu. Toprakları, bandajda dolaşırken elini kaldırdı ve bandajı hafifçe sıyırdı. Yüzü buruştuğunda kenara çekik dudağımın sağ üst köşesi titreyerek ifadesizce durdu. Gözleri bana çevrildi.
Korkuyordu.
Bu kadın, bana bir şey olacak diye ölüyordu.
Gözlerimi bürüyen sis ile gözlerimi kırpıştırdım. Eyşan'ın ellerinin titrediğini, dokunuşlarındaki narinliğe rağmen içindeki korkunun gücünü hissedebiliyordum. Parmakları, sanki dokunduğu yerden daha fazla kan çıkacakmış gibi çekingen ama bir o kadar da kararlıydı. O an, tehlikeye karşı korunmaya çalışan bir insan gibi hissettim kendimi. Sanki o bakışları beni iyileştirebilirdi.
"Ne kadar ciddi olduğunu söylemeliydin," diye mırıldandı, sesi bir fısıltı gibi. Gözlerimi benden kaçırıp bandaja sabitlediğinde, dudakları kıpır kıpır oynuyordu ama hiçbir kelime çıkmıyordu. Kendi kendine bir şeyler söylüyor gibiydi ya da beni suçluyordu.
"Haykırdım ben
Sesleri duymayan bir sen
İmkansız çok
Dağları delmişiz derken"
Kafamı eğip ona biraz daha yaklaştım. "Eyşan," dedim, sesiyle arasına koyduğu o mesafeyi yok etmek ister gibi. Başını hızla kaldırıp gözlerini bana dikti. Büyüleyici bir derinlik vardı o kahverengi gözlerde. Müptela olduğum o gözler balçıklaşmaya başladı.
"Beni böyle korkutmaya hakkın yok, Mete," dedi, sesi çatlak ve ince. Dudakları, söylediklerinin ağırlığını taşıyamıyormuş gibi titriyordu.
"Seninle ilgili her şeyi bilmek zorunda değilim, tamam ama yaralandığını söylemek bu kadar mı zor?" dediğinde ellerimi hala arkamda bağlı tutuyordum. Bu durumun beni savunmasız kıldığını fark etmiştim ama ona bu haliyle bile karşı koyamayacağımı biliyordum.
"Ben iyiyim, Eyşan," dedim, sesim kararlı ama yumuşaktı. Kaşlarını çattığında, bu cevabın onu tatmin etmediğini anlamıştım. "Daha iyi de olabilirim."
Gözlerini kırpıştırdığında yutkundum. Ben balçığa saplanmıştım ve o beni kurtarmak için beni gözlerinden uzak tutmaya çalışıyordu. Küçük bir nefes verdi, neredeyse fark edilmeyecek kadar sessizdi. "Eyşan," dedim, isminde boğulan bir fısıltıyla. Başını hafifçe kaldırdı ve gözlerimiz kesişti. Gözlerinde gördüğüm her şey beni içine çekiyordu. Onu itmek istesem bile, kendimi durduramayacağımı biliyordum.
Beni çok ama çok zorluyordu. Gözlerim bir an olsun gözlerinden kaymazken dudaklarının arasındaki nefes, benim dudağıma çarpıyordu. Beni alt etmek istermişçesine orada durmaya devam ediyordu. İçimdeki yırtıcı gücün farkında bile değildi.
Bakışlarım dudaklarına indiğinde nefesim hızlandı. Aralı dudaklarımdan çıkan her nefes dudaklarının üzerine uzun bir yolculuk yaptı.
Öp artık, Bozkurt.
Bismillah.
Dudaklarımızın arasındaki mesafeyi kapattığımda göz kapakları gözlerinin üzerine kapandı. Dudaklarım, onun dolgun dudaklarına değdiğinde ellerimi arkamda, yana doğru açtım. Bileklerimdeki üniformayı havaya kaldırıp yükselttim ve onun beline götürdüm. Ellerimin arasındaki üniformayı beline yaslayıp bedenini bedenime yapıştırdığımda avuçları çıplak göğsüme yaslandı.
Kalbimizin hızını duyuyor.
Sus lan!
Dudakları titrekçe açıldığında boğazımdan yükselen inlemeyi durduramadım. Dilim, aralanmış cennet kapılarından içeriye girdiğinde dilini okşadım. Bileklerimde kalan üniformayı çekiştirip kurtulduğumda bir elimi saçlarının arasına, bir elimi de beline yasladım. Dilimi, diliyle ittirdiğinde kafamı sağa eğdim. Yasak elma, beni cehenneme gönderecekti.
Cehenneme gideceksem daha fazlasını da yiyebilirdim.
"Kayboldum ben
Benimle kaybolan bir sen
İmkansız çok
Dağları delmişiz derken"
(+18) BU ALAN RİSKLİ ALAN!!!! OKUMAK İSTEMEYEN, ARGO, CİNSELLİK VB. CÜMLELERDEN HOŞLANMAYANLAR BİR SONRAKİ İŞARETE KADAR AŞAĞIYA!!!
Gözlerimi kapatıp belimdeki elini kalçasına indirdim. Eşlik etmesi için saçlarındaki elimi de elimin üzerine koyup kucağıma aldım. Kollarını boynuma dolayıp dirseklerini omzuma yasladığımda alt dudağını ısırdım. Arkamı döndüğüm sırada inlediğinde gözlerimi açtım. Kapıya sırtını sertçe çarptığımda bir kez daha inledi. Bir elimle destek verirken diğer elimle kilidi çevirdim.
Elimi yeniden kalçasına koyup sırtını kapıdan ayırdım. Kendimi koltuğa bırakmadan belime bağlı bacaklarını araladım. Kalçam deri koltuğa gömüldüğünde uzak kaldı. Kafamı iki yana sallayıp kalçamı koltukta kaydırdım ve bacaklarını belime dolayıp kasıklarımı ona bastırdım.
Eyşan, "Ah." diyerek dudakları benden bağımsız kopup gözlerini açtığında gözlerindeki balçık daha da koyulaşmıştı. Sıcak ve derin, bir yandan insanı huzura çağırırken diğer yandan içine çekip boğacak kadar güçlüydüler.
Güneşin dokunduğu bir toprağın parıltısı vardı onlarda ama o toprağa sadece bakamazdın; hissetmek, dokunmak, onda kaybolmak isterdin. Her bakışı bir davet gibiydi hem sıcak hem yakıcı... Sanki bir sırra ortak oluyormuş gibi. O kahverengi gözlerdeki şehvet, insanın aklını çeler, doğruyla yanlış arasındaki çizgiyi bulanıklaştırırdı. Ne kadar bakarsan bak, o gözlerde kaybolmak yetmezdi; daha fazlasını isterdin. Daha derinine, daha içine.
Elimi yanağına koyup baş parmağımı alt dudağında gezdirdim.
"Gözlerindeki şehveti görebilseydin, kendimi nasıl zor tuttuğuma şaşırırdın." diye fısıldadığımda şişmiş dudaklarını yaladı ve kafasını iki yana salladı. Ellerini yanaklarıma sertçe vurup dudaklarımın öne doğru büzüşmesine neden oldu ve birden dudaklarımı ısırarak öpmeye başladı.
Geldiğimiz yer cehennemmiş Bozkurt, cennet sanmışız.
İç sesime ilk defa hak vererek hızla karşılık verdim ve ellerim farkında olmadan onun beline sarıldı. Ateşinin farkında olmayan bir kadındı Eyşan. Cehennemi bana yaşarken tatmama sebep olan tek varlığımdı. Nefeslerimiz birbirine karışırken hissettiğim o derin çekim, tüm kontrolümü elimden aldı. Dudakları her temasında beni biraz daha kendine çekiyor, aramızdaki mesafeyi tamamen yok ediyordu.
Göğsünü döven kalbinin ritmini, göğsümden gelen kalbimin ritmi karşılıyordu. İlk defa biz değil, onlar dövüşüyordu.
Elleriyle ensemdeki saçları çekiştirmeye başladığında dudaklarımı dudaklarından ayırıp boynuna gömdüm. Boynunu benim için daha fazla açarken belimdeki ellerimi yeniden kalçasına götürüp gövdemi geriye bıraktım. Üzerime eğildiğinde kalçalarını sıkıp kasığıma bastırdım. Sızlayan kasıklarım kadının ateşiyle yanmaya hazırdı.
"Dokun bana."
Ne?
"Eyşan ne-"
Saçlarımdaki ellerini çekip kasıklarımın üzerinde doğrulduğunda ellerini koltuğa yaslı kafamın yanlarına koydu ve bu sefer kendisi sürtündü. Kafam geri düştü, cümlelerim zihnimden bir kuş gibi uçtu.
"Dokun, bana." diye fısıldadığında sağ elimi kalçasından çekip pantolonun fermuarına götürdüm. Lanet ellerim, neden titremek zorundasınız? Fermuarı indirip düğmeyi açtım ve iç çamaşırını es geçerek parmaklarımı hızla kadınlığının içine ittirdim.
Hrr.
Boğazımdan çıkan sesle bakışlarımız buluştuğunda ellerini yanaklarıma bastırdı ve dudaklarıma yapıştı. Parmaklarımın ucundaki ten, o kadar ıslak ve sıcaktı ki daha çok zorlanmama neden oluyordu. Bedenimin içindeki bütün algılarım sadece onu istiyordu. Her zerrem, tenime değen sıcaklığın içine gömülmek istiyordu.
Korkutma, seni henüz tanımıyor Bozkurt.
Dudaklarımı çekip kulağına yaklaştırdım.
"Sana bir şey demiştim, hatırlıyor musun?" dedim ve gözlerine baktım. Arzuyla bana bakan kadının şu an içine gömülmek için nelerimi vermezdim. Gözlerim kayacak gibi olduğunda parmaklarımı saran tene bir parmağımı daha davet ettim. Baş parmağı dudağımın kenarında kaldığında parmağının ucunu öptüm ve içindeki parmaklarımı hızlandırdım. Baş parmağımı vajinasının tepe noktasına yasladım. Vücuduna titreme geldiğinde parmaklarımı durdurdum, kadınlığının girişinde beklettim. Parmaklarım üşüdüğünde gözleri irileşti.
İstediğini vermem için, istediğimi almam gerekti.
"Adımı söyle." dediğimde gözleri kayacak gibi oldu ama ona rağmen parmakları göğsümde dolaşmaya devam etti. Parmak uçlarındaki teri hissedebiliyordum. Geçip gittiği yerlerde soğukluk beklemiştim ama olmamıştı. Sikeyim, neden bu kadının dokunduğu her yer ateşe dönüyordu?
"Mete."
Dişlerimi sıkıp bir parmağımı içine soktuğumda kulağıma eğildi. "Mete." İkincini soktuğumda kalçasını erkekliğimin üzerinde kaydırdı. "Mete." Üçüncüsünü soktuğumda geri gidip bir kez daha sürtündü. "Mete."
Ne ara yükseldiğini bilmediğim başım sertçe geriye yaslandığında gözlerim geriye kaydı.
"Siktir, çok dar. Of!" deyip inlediğimde parmaklarımı sıcaklığın içinde bıraktım ve Eyşan'ın gözlerine baktım. Tehlikeli sınırlarımda dolanıyordu. Ona ne yapabileceğimden haberi yoktu. Parmaklarımın ucundaki kasılıp gevşeyen teni, dar ve oldukça ıslaktı. Bu kadar dar bir yere, benim girebileceğimi nasıl düşünebiliyordu?
Eyşan, dudaklarını ısırarak âdem elmasıma baktı ve yutkundu. Nefesini verip boynuma gömüldüğünde parmaklarımı daha da hızlandırdım. Önce dilini, sonra da dudaklarını âdem elmasıma bastırdığında parmaklarımı içinden çıkardım. Bedenime bıraktığı hasarı görmüyor muydu? Korkuyla bana baktığında kızarmış dudaklarını yaladı.
"Devam et." diye fısıldadı.
"Ne yapmamı istiyorsun?" deyip gözlerine odaklandım. Ellerini adonislerime sürtüp aramızda büyümüş olan, pantolonumdan belirginleşen kabarıklığa baktı. Alt dudağını yaladığında kalçasını bir kez daha sürttü. "Bana kendimi güzel hissettir." Gözlerimi devirip parmaklarımın üçünü de birden içine soktum. İnleyeceğini anladığımda hızla dudaklarına yapıştım.
Bu kadın ne kadar güzel olduğunu bilmiyor muydu? Parlayan bir göz bebeği için canımı bile feda edebilirken, bu kadın gerçekten benimle oynuyor ve sınırlarını zorlamam için beni günaha davet ediyordu. Dudaklarımın arasındaki dudakların sahibi, deli gibi dilini ağzımın içinde dolaştırırken, ben nasıl bu kadar sakindim?
"Mete."
Huh.
Dudaklarımızı ayırıp yanağıma bastırdı. "Mete." Parmaklarımı olabildiğince hızlandırdığımda bacaklarını biraz kendine doğru çekti. "Mete." Sırtı bir yay misali gerildiğinde gövdemi ona doğru yasladım. Belimdeki eli düşmemesi için destek olurken ellerini çıplak sırtımda gezdirip kalçasını ritmik olarak sürtmeye başladı. Başını geriye attığında sızlayan dudaklarımı şah damarına bastırdım.
Damarın her atışı, bir anlığına hafif bir titreşimle dudağımı harekete geçiriyor, altında saklı duran gücün hem kırılganlığını hem de dayanıklılığını hissettiriyordu. Her seferinde, damarın bir an yükselip sonra geri çekilmesiyle, varlığının sarsıcı bir gerçeklik olduğu hissine kapıldım. Nabız, dudağımın altında bir yaşam melodisi gibi, yavaşça ama belirgin bir kararlılıkla akıyordu; sanki her atış, içimdeki derin bir notayı tetikliyordu.
Yaşıyordu, kalbi benim için hızlı atıyordu. Onun için ölecek kalbim, onun sayesinde atmaya devam ediyordu.
"Mete." diye kulağıma inlediğinde boğazımı kastım.
Ah, adım bir kadının dudaklarına bu kadar yakışabilirdi.
Boğazımdan bir mırıltı koptuğunda gözlerimi kırpıştırdım.
Bitmek üzereydim.
Siktiğim kalçasını biraz daha sürtmeye devam ederse donuma boşalacaktım. Tırnaklarımı sırtıma bastırdığında bacağını sıkıp elimi sıkıştırdı. Daha da hızlı bir şekilde sürtünmeye devam ettiğinde dudağına yapıştım. Elini omuzlarıma bastırıp hem kadınlığımı parmaklarıma hem de kendini erkekliğime ittiriyordu. Dudaklarımı dudaklarından güçlükle ayırdığımda vücudumun titrediğini hissettim. Kasıklarımdaki sızı, parmaklarımın yerinde olmak istiyordu.
Eyşan, ne kadar ateşli, yakıcı olduğunu bilmiyordu. Sahip olduğu güçten haberi yoktu. Beni ne kadar mahvettiğini görmüyordu. Onun için öleceğimi gördüğü halde beni darmadağın bırakmaktan utanmıyordu. Bu hayattaki cehennemim onun varlığıydı.
Başım gözüm üstüne.
Başımı geri atıp "Ruhumu Tarumar ediyorsun." diye fısıldadığımda parmaklarımı sokup çıkartmaya başladım. Avcuma çarpan sıcak vajinasının her yerine dilimi gezdirmek istiyordum. Dudaklarımı birbirine bastırıp alnımı omzuna yasladığımda kendini erkekliğime sürttü. Erkekliğimde sarsıntı olurken titreyerek kendimi Eyşan'a bastırdım. Parmaklarıma akan sıcak sıvı ile yutkundum.
Bu zehirli kadın, benim elime mi boşaldı?
Gözlerim karardığında hızla gözlerimi kırpıştırdım. Parmaklarım onun içinden çıkıp sağa doğru, pantolonun kemer çizgisine kaydı. Belini kavrayıp bastırdığımda son kez kendini bana sürttü. Başım geriye yaslanırken gürültülü bir inleme bıraktığımda boşaldım.
(!) BİTTİ OKUMAYA DEVAMKE (!)
Eyşan, yorgunca başını sağlam omzuma gömdüğünde elimi belinin kenarından çekip arkama doğru devrildim. Nefesimi düzenlemeye çalışırken ellerimi Eyşan'ın üzerini kirletmeden sırtına yasladım. Vücudum arada titriyor ve onun titreyen bacaklarının arasına saklanıyordu.
"Sen benim ağır cezamsın." diye fısıldadığımda dudaklarımın arasından bir nefes verdim. Başını kaldırıp bana baktığında gözlerimi gözlerine çevirdim.
"Bitirdin, yaktın, kül ettin. Her dokunuşunda sınırlarımı yıktın. Kapının önünde kölen oldum, öldüğümü sandım. Bir baktım yaşam olup aktın yine kalbime. Evlensene benle." dediğimde gözleri büyüyerek irileşti, arzunun kırıntılarını izledim. Şişkin dudakları titreyerek aralı kaldığında hemen kurumuş dudaklarımı yaladım. Günaha daveti hoştu, başım gözüm üstüneydi ama ona bir soru sormuştum. Gözlerim bir sağ gözünde bir de sol gözünde durakladı.
"Evlen." diye tekrarladım.
Bu kadın, benim yaşamamın tek nedeniydi. Onsuz bir hayat benim için hiçbir şey ifade etmezdi.
"Bırak, soyadıma alayım seni." deyip yutkundum.
Kaşlarımı yukarıya kaldırdım. "Asena Eyşan Çakır desinler."
Gözleri gözlerimde dolandığında ellerini omuzlarıma koydu ve kucağımdan kalktı. Hiçbir şey söylemeden fermuarını çekti ve kapıya ilerledi. Göz kapaklarımı gözlerimin üzerine devirdiğimde kilit sesi kulağımda bir kurşun gibi yankılandı. Yüzümü buruşturduğumda dişlerimi sıktım.
İnatçı.
Kapı sertçe kapandığında elimi yumruk yapıp sertçe kolçağa vurdum. Dizimin dibindeki sehpayı öne doğru ittirip gözlerimi açtım. Göğsüm alıp verdiğim nefesler yüzünden kasılırken yutkunup öne doğru eğildim.
"Aptal."
Ağla.
Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından
Nefes.
'Bir insan yaşamak için nefese ihtiyaç duyuyorsa, etrafındaki her cismin de işleve geçebilmesi için bir nedene ihtiyacı vardır.' dedi, ruhumda soluklanan bir ses. Kim olduğunu bilmiyordum.
Birbirine kenetlediğim kollarımın, dizlerimin etrafını sarmalamış ve uzun zamandan beri aynı pozisyonu koruyordu. Gözlerimin odağı karşımdaki pencereden görülen gökyüzüne takılı kalmıştı. İki dudağımın arasından ciğerlerimi yakarak bıraktığım nefes, hâlâ yaşadığımın belirtisiydi.
Ruhumda bıraktığı izleri hâlâ sıcaktı. Bir yabancı gibi gelip hayatımın en önemli noktasında tercihim olmuş ve altını üstüne getirmişti. Altının üstünden daha iyi olduğunu ama farklı sonuçlar bıraktığını çok acı bir şekilde öğrenmiştim.
"Yalnızsın."
Lâl, iç sesim.
Her bir nedenin bir sonuca bağlandığı gibi, benimde söyleyemediğim cümleleri aktaran iç sesim, ruhumun sükunetini sonlandırmıştı.
"Yapma."
Göz kapaklarım titrek bir şekilde gözlerimin önündeki mavi gökyüzünü benden sakladığında gördüğüm kâbusu ve ardından geleni hatırladım.
"Öldüreyim mi onu?"
Gözlerimin önündeki Miran, elindeki silahı Mete'nin şakağına yaslamıştı. Kafam delicesine iki yana sallanıyor ve bağlı ellerimden kurtulmaya çalışıyordum. Mete'nin gözleri benden hiç ayrılmıyor ve dudaklarında sıcak bir gülümsemeyle bendeydi.
Olduğum yerde debelenirken dişlerimi sıktım. "Lütfen."
Şakağa yaslı silah biraz daha baskı yaparken korkuyla daha da fazla debelendim. Mete'nin göz kapakları benden, yeniden mavileri sakladığında arkamdaki bağlı ellerimde bir silah tutmaya başladım. Mete'nin arkasına saklamış olduğu bedenine namluyu kaldırdığımda işaret parmağımın altındaki tetiğe bastım.
Mete'nin omzu kanlar içinde kalırken, arkasındaki beden yere düştü.
"Eyşan, uyan." diyen Selçuk ile gözlerim açıldı.
Gövdem havalanırken hızla etrafıma baktım. Gözlerim dehşetle Selçuk'a çevrilirken çenesini kasıp kafasını sağa eğdi. Bakışlarını üzerinden çekip etrafta gezdirdim.
"Mete, nerede?"
Ellerini omuzlarıma koyup bastırdığında, oturduğum yerden kalkmak istediğimi anlamıştım. Revirin içinde gezinen bakışlarım onu bulduğunda dişlerini gıcırdattı.
"Eyşan, sana bir şey açıklamam lazım. Dirvana'ya bir mermi gelmiş, geldiği gün Mete'yi aramış." dediğinde göz kapaklarım kapandı. "Kimseye söylememiş, kendi çapında halletmeye çalışmış."
Vücudumdan bir sinir dalgası geçtiğinde omzumdaki ellerini ittirip ayağa kalktım. Beni tutmadığında hızla odasına doğru ilerledim. Zihnimde çözülmesi kolay ama toplamlarının yüzüme vurulduğu bir denklem kuruldu.
Hata artı Mete, eşittir Mert.
Zihnimin gerisinde bir resim vardı. O resimde Mert ismi tamamen silikleşmeye başlamıştı. Bir insan, nasıl bu kadar bir isme hatalarını yükleyebilirdi?
Mete'nin odasına bodoslama daldığımda boş koltuğu gördüm. Dişlerimi sıkıp kapıyı ittirdim. Bedenimi koltuğa bırakıp onu beklemeye başladım. Eninde sonunda geleceği yer, benim yanım olacaktı. Gözlerim kapandığında Mete, odaya girdi.
Göz kapaklarım bir kapı misali açıldığında gürültülü bir nefes verdim.
Gelmişti ama ardından hiç yaşanmaması gereken şeyler yaşanmıştı.
Sus, sus anlatma. Nefes alamı-
Boğazımdaki yumruyu yutkunmak istedim ama öksürdüm. Ben onu oraya dövmeye gitmiştim ama omzunu görünce tüm beynim durmuştu. Omuzlarındaki yaranın ne kadar canımı acıttığını asla bilemeyecekti. Gördüğüm kâbusla birlikte iyice algılarım kapanmıştı ve bir an için onu yeniden kaybedeceğimi sandım.
Mavi gözleri, benim topraklarıma mıhlandığında gözlerinin her saniye ne kadar da değiştiğini izledim. Önce masmavi, parlak bir gündüzdü. Güneşin sıcaklığı tenime işlerken, her şey öfkeyle doluydu ama sonra gece geldi; sessiz, lacivert bir örtü gibi gözlerine indi. Lacivert gökyüzünde, parlayan bir yıldız oldum. Ondan sonra öptü beni.
Her şey sustu, zaman durdu, dünyam ters yüz oldu.
Karşılık verdin.
Evet.
Çılgınlar gibi seviş-
Evet!
Bir daha yapalım.
"Hayır!" diye bağırdığımda kaşlarımı çattım.
"Ne diyon kızım?"
Alev'in bağırışıyla irkilerek bacaklarıma bağladığım kollarımı çözüp arkama döndüm. Sağ elindeki bandajı sorgularcasına havaya kaldırmış, kaşları çatılmış ve dudakları şaşkınca aralanmıştı. Kafası yana yattı.
"Eyşan, sen iyi misin yavrum?" diye sordu ve havadaki elini indirip hemen yatağın ucuna oturdu. Yaşadığım her şey çok ağır geliyordu. Kafamı iki yana salladığımda çenemin titremesine engel olamadım. Alev, yüzünü buruşturup kollarının açtı ve bana sarıldı. Başımı omuzlarına yaslayıp hıçkırdığımda bandajsız eliyle sırtımı okşadı.
"Ah, Eyşan, ah."
Ben, böyle biri değildim. Vücudumdaki her acı, daha da sarsılarak ağlattığında Alev'in iç çekişine şahit oldum. Sabırla kendime gelmemi beklediğinde, kendimi toparlamaya çalıştım. Burnumu çekip yutkunduğumda yüzümü buruşturdum.
Alev, "Sümüğünü haşmetli üniformama silmiyorsun, değil mi?" diye sorduğunda ağlarken gülmeye başladım. Beni omuzlarımdan tutup yüzüme bakarak gözleri dolu bir şekilde güldü.
"Hep gül."
Dudaklarımı büzüp içimi deşen yarayı ona söyleme kararı aldım.
"Alev, Mete bana 'Evlensene benle.' dedi."
Alev bana sanki 'Ben bir lezbiyenim.' demişim gibi baktığında eli aralanmış dudaklarının üzerine kondu. Elini çekip bağıracağını anladığımda hızla elini tutup geri kendi ağzına koydum.
"Sus, kimseye söyleme."
Elini dudaklarının üzerinden çekip şefkatle bana baktı.
"Sen ne dedin?"
Utandığı için bir şey söyleyemedi ki salak!
Kafamı iki yana salladım.
"Hiçbir şey söylemedim."
Alev, gözlerini devirip yeniden bana baktı.
"Yavrum, sen niye böyle yapıyorsun? Affet, artık şunları."
Ayağa kalkıp hızla kafamı iki yana salladım.
"Hayır Alev." dedim ve ellerimi ceplerime soktum. Bakışlarım pencerede dolanırken derin bir nefes bıraktım.
"Eyşan, sen bana bir baksana." dediğinde sinirle ona döndüm ama o, ellerini bacak bacak üstüne attığı dizinin üzerine yaslamış beni süzüyordu.
"Bunlar yeni üniforma değil mi?" dedi ve gözlerini kıstı. Sonra aklına bir şey gelmişçesine gözlerini irileştirip bana baktı. Dizinin üzerindeki elini kaldırıp dirseğimi çimdirdi.
"Doğru söyle seviştiniz değil mi?"
Elimi cebimden çıkartıp hızla ona savurduğumda ayağa kalkıp elimden kaçtı. Aklıma düşen anıyla yandığımı hissettim. Alev'in gözleri büyürken bir kez daha yaklaşıp bu sefer omzumu çimdirdi.
"Kızım, affetmeyeceksin o zaman neden karşılık veriyorsun?" diye söylendiğinde yüzümü düşürdüm ve yere baktım. Tamamen sorusuna hak verdim. Bir anlık beynimi saran korku, gördüğüm kâbus ile birleştiğinde ne olduğunu bile anlamadan kendimi kucağında bulmuştum.
Alev'in sesiyle kendime geldim. "Her neyse." dedi ve dudaklarında sinsi bir tebessüm var oldu. "Akşam işin var mı?"
Kafamı iki yana salladığımda sinsiliği büyüdü. Sağ omzunu öne eğip çenesini yaklaştırıp yukarıya çekti. Koray Sargın gibi bir gülüş sergilediğinde korkuyla bir adım geriye gittim.
"Vurur yüze ifadesi, içelim bugün bitanesi."
Yeniden 'hıhıhıhı' diye güldüğünde ona öcüymüş gibi baktım. Alev, eski ifadesiz haline bürünüp sol elini cebine soktu.
"Lara, Cemile, Yonca, sen ve ben." dedi ve baş parmağını bana gösterdi. Kapıya doğru ilerlediğinde gözlerimi devirdim. "Ne içeceğiz?"
Bir şey demeden kapıyı açtı. Kapının karşısında Caner'i gördüğünde bir adım geri çekildi. Caner'in bakışları Alev'in üzerinden bana çevrildi.
"Barkın, hepimizi koordinasyona çağırıyor." dedi ve kafasını sağa doğru çevirip yürümeye başladı. Alev'in bakışları bana çevrildiğinde "Bugün yapacağımız şeyi kimseye söylemeyeceğiz." dediğinde ona doğru yürüdüm ve geçmesi için bekledim. Birlikte koordinasyon merkezine geçtiğimizde bakışlarım Mete'yi aradı. Normalde kapıya doğru oturuyorduk ama bu sefer, en sona oturmuş ve Caner'in bedeninin arkasına saklanmıştı. İfadesizce yerime geçtiğimde Alev, kapıyı kapattı ve Barış'ın yanına oturdu.
Barkın, "Evet, askeriyeye bağlanan sızıntıyı bulduk." dediğinde bakışlarımı onlardan çekip Barkın'a baktım. Barkın, elleri ceplerinde bir şekilde bana baktı.
"Gülhatun ve Dirvana güvenli yere geçirildiler. Şu anda Hümeyra Çakır ile birlikteler." dediğinde dişlerimi sıkmaya mâni olamadım.
"Daha önceden haberim olsaydı emin olun böyle bir şey yaşamazdık." diye tısladığımda Barkın tek kaşını yukarıya kaldırdı.
"Olacakla ölmüşe çare yok Eyşan." dedi ve arkasındaki ekrana döndü. Kendimi sinirle koltuğa yaslayıp kollarımı göğsümde bağladım. Ayağım ritmik bir şekilde sallanırken bacağımda tekme hissettim. Küçük bir inlemeyle kaşlarımı çattığımda Barkın, bana baktı.
"Bir sorun mu var?" diye sorduğunda kafamı iki yana salladım. Gözlerini devirip önüne döndüğünde Alperen'in arkaya doğru baktığını gördüm. Sandalyede geriye yaslandığımda bana baktığını gördüm.
"Niye vuruyorsun oğlum?" diye fısıldadığımda işaret parmağını sus çizgisine yasladı ve yerinde doğruldu. Önüme dönüp ekrana baktım.
"Miran, Eyşan için bir tetikçi gönderdi. O tetikçinin şu an için kim olduğunu bilmiyoruz ve Eyşan." dedi ve bana doğru döndü. "Şu andan itibaren koruma altındasın."
Kaşlarımı çatıp ayağa kalktım.
"Böyle bir şey istemiyorum."
Barkın, sakince ellerini cebinden çıkarttı ve arkasında bağladı.
"Sana soran olmadı."
Tam itiraz edecektim ki arkasında bağladığı bir elini havaya kaldırıp beni susturdu.
"Evet, sen bir askersin ama vatanın için şu an ölemezsin. Git, dağda şehit ol ama bir tetikçi yüzünden ölmene buradaki hiç kimse izin vermez." diye devam etti. Dişlerimi gıcırdatıp kapıya doğru ilerledim.
"Kal orada!"
İlk defa Barkın'ın bağırdığına şahit olmuştum. Birbirine sürttüğüm her an tüylerim biraz daha ürperiyordu. Sağ gözümün titrediğini hissettiğimde omzumun üzerinden ona baktım. Ona doğru sinirle yürümeye başladığımda belindeki silahı çıkartacağını fark ettim. Kabzayı kavrayıp ona yükselttiğimde eş zamanlı olarak horozu indirdik. Masadaki herkesin gürültüyle ayaklandığını duyduğumda Barkın'ın kaşları çatıldı.
"Barkın başkanım." diyen Selçuk'un sesini duyduğumda Barkın, silahını indirip beline geri koydu. Hâlâ ona silah tuttuğumu gördüğünde çenesini dikleştirdi.
"Bahsi bir tık arttırıyorum." dediğinde elini hızla iki bileklerime vurdu. Silah beklemediğim bir anda onun elinde geçtiğinde sol dirseğiyle boynuma baskı yapıp herkesin oturduğu masaya belimi yasladı, namluyu alnıma bastırdı.
Selçuk, "Yeter." diye bağırıp Barkın'ı üstümden aldığına şahit olduğumda Alev, beni uzandığım yerden kaldırdı. Selçuk, "Alev, götür onu buradan." dedikten sonra Barkın'a baktı. Alev, beni dışarıya doğru sürüklediğinde dişlerimi sıkıp geri döndüm. Silahım kaldı lan!
Masanın üzerindeki silahı almak üzereyken silahımın üzerine büyük bir el yaslandı. Bakışlarım elin sahibine kaydığında Mete'yi gördüm. Gözlerindeki bakış asla aynı değildi. Bana o odadaki gibi bakmıyordu, ifadesizdi. Silahımı almak için elimi uzattığımda silahımı aldı ve bana bir adım yaklaştı. Bir eliyle kılıfın üzerindeki noktayı tuttu.
"Bir asker, asla başka bir askere silah çekmez." dedi ve silahımı kılıfa sertçe sokup bakışlarını bana çevirdi. Kafamı sinirle salladım ve kafamı sola eğdim.
"O yüzden öldürmesi için eline kendi silahını verir." deyip bir adım geriye attım ve arkamı dönüp büyük adımlarla odadan çıktım. Alev ile yatakhaneye giderken ellerimi yumruk yaptım ve Alev'e baktım.
"Ben eve, Cemile'nin yanına geçiyorum. Sende kızları alıp gelirsin."
Alev, kafasını salladığında hızla odaya girip üzerimi değiştirdim. Gerizekalı mahlukat. Neymiş, 'Bir asker, asla başka bir askere silah çekmezmiş'. Babababah.
Aptal.
Yazar, Ağzından
Her duygu, içinde barındırdığı bir tohumla patlardı.
Eyşan ve Alev'in çıkmasıyla Mete'nin elleri Barkın'ın yakalarına gitmiş ve gözlerinde öfke tohumu patlamıştı. Mete, kollarına yaslanmış elleri umursamadan avuçlarının arasındaki gömleği biraz daha sıkıştırdı.
"Bir daha sakın böyle bir şey yapma." diye fısıldadığında Barkın'ın bakışları kapıya kaydı. Mete, Barkın'ın gözlerinde babasının siluetini gördüğünde Barkın'ın yakalarını sertçe düzeltti ve ellerini arkasında bağlayıp Alparslan Çakır'a baktı. Caner, Mete'nin koluna girip hızla odanın kapısına sürüklediğinde Mete'nin içindeki tohum babasına doğru filizlendi.
Alparslan Çakır ile karşı karşıya geldiklerinde Mete, çenesini dikleştirdi. Alparslan Çakır, kaşlarını havaya kaldırıp derin bir nefes aldı ve gözlerini devirip Barkın'a doğru yürümeye başladı. Caner, Mete'yi odanın dışına sürükledi ve konuşmasına izin vermeden Mete'yi kendi odasına çekti. Mete, Caner'in elini kolundan kurtardı.
"Ne yapıyorsun Mete sen?" diye bağırdığında Mete, masasına ilerleyip sandalyesine kuruldu. Hiçbir şey demeden kenardaki dosyayı önüne çekti.
Caner, "Artık kendine bir çeki düzen ver. Babamızla kavga ediyorsun, Barkın'a rest çekiyorsun. Eyşan ile kavga ediyorsun." dediğinde Mete, yasaklı kelimeyi söylemişçesine Caner'e baktı. Caner, ikizinin bakışlarının sertleştiğini fark ettiğinde kaşlarını çattı.
"Öfkeni bana yansıtma Mete, ben senin kadar sabırlı bir insan değilim."
Caner, doğru söylüyordu. Yukarıda Allah var, Mete'deki peygamber sabrı kimse de yoktu. Gözlerinden ateş de püskürse, bedeni alevler altında bile kalsa asla ama asla, etrafını koruma altına almadan kendini riske atacak bir şey yapmazdı. Evet, bu zamana kadar çok hata yapmıştı ama öfkeli bir haldeyken, kimseyi incitmezdi. Caner, öyle değildi. Öfkeli olduğu an, gözü kör olur, babasını bile tanımazdı.
Mete, ağırca ellerini kolçağa yasladı ve yorgun bir şekilde sandalyeden kalkıp pencerenin önünde durdu. Ellerini ceplerine soktuğunda omuzları düştü.
"Eyşan'a 'Evlensene benle.' dedim, cevap vermedi."
Caner, ikizinin söylediği cümleyle şaşırmasına engel olamazken kaşları yukarıya yükseldi. Aralı dudaklarının arasından bir şey söylemek istedi ama hızla kapattı. Mete'nin aklını başına getirmek için sabırsızlığını kullandı.
"Ona yaşattıklarından sonra boynuna atlamasını beklemiyordun, değil mi?" diye söylendiğinde Mete, gözlerini kapatıp başını sola eğdi. Daha da çöktü omuzları. Bedeni, kalbi, düşünceleri ve ruhu yorgundu. Mete, hep yorgundu. Kimse onu görmedi, duymadı, işitmedi. Öfkesini, etrafına verdiği zarar olarak gördüler ama onun öfkesi hep kendineydi. İçindeki duyguları saklama isteğiydi.
Çünkü saklamadığında neler olduğuna bizzat şahit olmuştu.
Önce, Mert'i kaybetmişti.
Sonra da canım dediği Eyşan'ı.
Artık çaresizdi ve ne yapacağını hiç bilmiyordu.
Caner, ikizinin kalbini hissettiği an sıkıntılı bir nefes verdi. Üç sakin adımda yanına yaklaşıp ellerini ceplerine soktu. Sırtını pervaza yaslayıp Mete'nin kapalı gözlerine baktı. İfadesizliğinin altında bile yatan duyguyu gördü. Dudağı burukça kıvrıldı.
Mete, aşıktı.
Ne çektiğini bir o bir de Allah biliyordu. On yaşındaki ağlayan halini gördü bir anda yüzünde ama Mete ağlamıyordu. Caner'in gözlerinin önüne sadece yansımıştı.
"Toprak gözlü kız nerede? Nereye götürdüler, artık bizimle olmayacak mı?"
Kulaklarına yansıyan cümle ile kafasını iki yana salladı. Geçmişten bu yana uzanan bir bağın hâlâ içlerinde olduğunu bilmek Caner'e aşkı öğretiyordu. Caner, bunu fark ettiğinde elini cebinden çıkartıp Mete'nin sırtına koydu. Mete, kapalı gözlerini açıp ona baktığında gözlerindeki yorgunluğu Caner ile paylaştı.
Caner, "Nasıl teklif ettin anlat bakayım?" diye sorup güldüğünde Mete bir anlığına gözlerini kaçırdı. İkizi bunu sormak zorunda mıydı? Boğazının yandığını ve yüzüne basan sıcaklığı hissetti. Caner, Mete'nin kızaran kulaklarını gördüğünde gözlerini kıstı. Caner'in aklına bir 'Yoksa.' kelimesi düştü. Gözleri irileşti ve sırtına vurdu.
"Lan!" diye söylendiğinde Mete, boğazını temizleyip yüzünü daha çok sağa kaçırdı. Caner, Mete'nin daha da kızaran kulaklarını görünce, bir kez daha elini kaldırıp sırtına vurdu, kahkahasına engel olamadı. Mete, hızla arkasını dönüp sandalyesine oturduğunda Caner'de peşinden geldi. Mete, ellerini nereye koyacağını bilemeden "Senin işin yok mu oğlum, gitsene!" diye kükrediğinde Caner, yeniden küçük çaplı bir kahkaha bıraktı.
Mete, sandalyesinde yana dönerek ayağını ona savurduğunda Caner koşarak kapıya yaklaştı. Mete, kafasını sağa çevirerek sabır çekti. Caner, ıslık çalarak elini kapı kulpuna koydu ve Mete'ye baktı. Mete, Caner'in yüzüne bakıp sorarcasına kafasını hızla iki yana salladı.
Caner, otuz diş sırıttı. Karadeniz ağzıyla "Hayurlu başarular." dediği an Mete ayaklandı. "Lan git!"
Caner, kapıyı açıp hızla kaçarken Mete, göğsünü şişirip bir nefes bıraktı ve yerine oturdu. Oflayarak elini yanağına yasladığında gözleri solundaki koltuğa kaydı. Yanağındaki eli düşünceyle ensesine sürüklendiğinde kafasını iki yana salladı. Kadını ne yapmıştı öyle?
Arzulu bakışlarını hatırladığında dudaklarını birbirine bastırdı ve kafasını bir kere daha iyi yana sallayıp elini ensesinden çekti. Biraz önce yaptıklarını düşünmesi bile günahtı. İstemsizce gülümsedi ve gözlerini dosyaya indirdi. Günaha davet ettiği yetmiyormuş gibi bu adamı doyumsuz bir günahkâr yapmıştı.
"Başım gözüm üstüne." dedi dosyaya bakarak. Sonra kalbine birden sızı girdi. Kadına söylediği anı hatırladı. Gülümsemesi tuzla buz oldu, yaktı içini. Üfleyerek önünden bir kalem çekti ve dosyaları imzalamaya başladı. Bir iki sayfaya imza attıktan sonra yeniden üfledi ve kalemi dosyaya fırlattı. Yok odaklanamıyordu.
Parmakları dosyanın üzerinde ritim tuttu. "Resmen kaçtı. Cevap vermeden kaçtı." dedi mırıldanarak. Yüzü sitemle buruştu ve kendini geriye yasladı. "Of!"
Eyşan, evinin kapısını açtığında Cemile, bakışlarını okuduğu kitaptan kaldırıp gelene baktı. Ayracı kaldığı yere bırakıp kitabı kapattı ve sehpanın üzerine koyup Eyşan'ı izledi.
"Hoş geldin." diye söylendiğinde Eyşan'ın bakışları Cemile'ye çevrildi. Cemile, Eyşan'ın gözlerindeki bir hüznü sezdi ve buruk bir tebessüm ile ayaklandı. "Sen duşa gir, rahatla. Bende o sırada ikimize de kahve yapayım, ne dersin?" diye şakıdığında Eyşan, dudaklarını kıvırdı. Muhtaçlıkla kafasını sağa eğdi.
"Buna o kadar çok ihtiyacım var ki. Hemen geliyorum." dedi ve eşyalarını alıp banyoya geçti. Cemile, ocağa çaydanlığı koyduğunda derin bir nefes bıraktı ve kollarını göğsünde bağladı. Cemile, hayatı boyunca sevginin ne demek olduğunu bilmediği için öğretmen olmuştu. Çünkü öğretmen olmak, her gün yeni bir bilginin kapısını aralamaktı.
Ta ki Osman'ı görene kadar.
İlk görüşte aşk dedikleri zehir, kalbine sızdı.
Dudaklarının büzüşüp ağzının içinin kuruduğunu hissettiği o anın adını bilemedi. Çünkü daha önce hiç böyle bir şey ile karşı karşıya kalmamıştı. Zihninde, gözlerinin odağına giren adamın yeşil gözleri, benliğini ormanın en derinliklerine kaçırmıştı. Kalbinin vuruşunu kaburgalarında hissettiğinde ismini koydu.
Ander sevdaluk.
Kalbinin, göğsünü delip geçecekmişçesine hissettiren hissin adı, buydu.
Eyşan, üzerini değiştirmiş bir şekilde salona geçtiğinde suyun kaynadığını ama Cemile'nin gözlerinin boşlukta olduğunu gördü. Kaşlarını çatıp ilerlediğinde Cemile'nin yanağına damlayan gözyaşını fark etti. Kaşları yukarıya çekilirken "Cemile, neden ağlıyorsun?" diye söylendi.
Cemile, transtan çıkmışçasına irkilerek Eyşan'a baktığında Eyşan, Cemile'nin gözlerine tutundu. Orayı anladı ve başı acıyla sağa doğru eğildi. Cemile, gözlerini kaçırıp rafa uzandı ve bardaklara kahve koyup su çekti. Kahve bardaklarıyla sehpaya ilerlerken Eyşan, köşedeki küllüğü eline alıp koltuğa oturdu. İki dal sigara dudaklara yerleşti ve çakmak sigaranın uçlarını bir kora dönüştürdü.
Dudaklarının arasından sızan zehir tanecikleri kelimelere eğrildi.
"Aklımı darmadağın eden bir adam var, Eyşan."
Kalbini açan, ilk Cemile oldu.
Eyşan, Cemile'nin dediği şey ile sağ ayağını sol dizinin altına aldı. "Bu konuda yalnız değilsin. Benim de yaşadıklarımı görüyorsun." demekle yetindi. Cemile, kafasını iki yana salladı.
"Sen yaşadığın aşkın acısını çekiyorsun ama ben, daha hiç akla düşmemiş bir sevdanın çilesini çekiyorum." dediğinde Eyşan yutkundu ve Cemile'ye baktı.
"Mete, bugün bana evlenme teklifi etti ama aşkımın önüne acım geçti. Bana yaşattıkları onca şeyden sonra kalbime yerleşen o sızı, tüm benliğimi yıkıma sürüklüyor. Bunun ne kadar yakıcı bir şey olduğunu sana açıklayamam ama canının bu kadar yanmasına izin verme."
Cemile, dudaklarına götürmek üzere olduğu sigarasını durdurup Eyşan'a baktı. Önce bir şey demedi ama ardından kafasını iki yana sallayıp bir duman çekti.
"Karşımda bir ateş var ve ben kendimi tutamadan oraya doğru sürükleniyorum." dediğinde Eyşan, parmaklarının arasındaki sigarayı küllüğe söndürdü ve Cemile'nin elinden tuttu.
"Rüzgâr olma." dedi ve dolan gözleriyle kafasını iki yana salladı. "Her ne olursan ol, ateşe düşsen dahi rüzgâr olma. Çünkü bazı rüzgârlar, en harlı ateşi bile söndürecek güçtedir."
Cemile, Eyşan'a gözlerini kırpıştırdığında yeniden bir gözyaşı yanağına döküldü.
"Canım acıyor Eyşan." diye söylendiğinde Eyşan, anlayışla kafasını salladı. "Biliyorum. Nefesinin kesildiğini, kalbinin bütün damarlarının sıkıştığını ve en kötüsü büküldüğünü hissediyorsun. Bunun adı aşk Cemile."
Cemile, burnunu çekip gözlerini kaçırdığında Eyşan, yanağına akan damlayı boş eliyle hızla ittirdi.
"Osman, bu zamana kadar hiç aşık olmadı. Kalbi, annesinin öldüğünden beri belki de hiç atmadı. Cemile, birbirinizi sevin. O adımı belki ilk Osman atamayacak ama sen ona bir adım atarsan gerisi gelir." dediğinde Cemile Eyşan'a döndü.
"Ya kızarsa?" diye sordu. Eyşan, burukça gülümsedi.
"Aşkta kızgınlık olmaz. Utangaçlık olur, kaçar. Sen onu kızgınlık sanırsın." deyip Cemile'nin yanağını okşadı. "Osman'ın sana bakışını gördüm. Sen gittikten sonra neye dönüştüğüne de... O yüzden karşılıksız olduğunu asla düşünme."
Eyşan, aklına gelen cümleyle damağını şıklattı. Zihni o kadar kalabalıktı ki kızların geleceğini unutmuştu.
"Akşama kızlar gelecek, Alev içelim diye tutturdu. Bende kabul etmek zorunda kaldım. Hazırlık yapmamız gerek."
Cemile, kabul ederek kafasını salladı. Eyşan, Cemile'nin de kabul ettiğini gördüğünde elindeki kahvesiyle mutfak tezgâhına ilerledi. Bardağı bırakıp dolabı açtı.
"Meze yapalım, kesin Alev rakı alıp gelir." dedi ve dolaptan uygun malzemeleri çıkartmaya başladı. Cemile, ayaklanarak Eyşan'a yardım etmeye başladığında bir an için durdu ve ona baktı.
"Onları ne zaman affedeceksin?" diye sorduğunda Eyşan'ın elindeki nohut güçlükle tezgâha kondu. Eyşan, bilmiyordu ama çok yakın olduğunu hissediyordu. Peşinde bir tetikçi vardı ve sonunun yaklaştığını fark edebiliyordu.
"Yarın ne olacağını bilmiyorsunuz."
Eşini kaybetmiş Selçuk'u düşündü ve hızla kafasını iki yana salladı. Cemile'ye döndü ve "Bakacağım." dedi. Cemile, kafasını sallayıp Eyşan'ın çıkarttığı malzemeleri açmaya başladı. O sırada aklına bir fikir geldi ve telefonunu alıp bir şarkı açtı.
"Damardan mı yoksa zihinden mi vurayım?" diye söylendiğinde Eyşan, kahkahasını tutamadı. "E Asiye."
Cemile, şaşkınlığına engel olamadı ama ardından hayranlıkla gözlerini kırpıştırdı. Hızla telefonundan şarkıyı açtı. Sanki biraz önce hiç ağlamamışçasına, telefonu rafa koyup kollarını iki yana açtı.
Cemile, "E Asiye coxo skani kurbani, si mu dologocans mcxuis tikani" diye şarkı sözüne eşlik etti. Eyşan ise kalçasını tezgâha yaslayıp bakışlarını koltuğa çevirdi. Orada uzanan o çifti izledi.
"Beronasen beri na vorti skani
Sin domcvi do domxali gyuli ckimi." diye o da söylendi.
"Çocukluktan beri senindim
Yaktın beni, kül ettin gülüm"
Eyşan, yutkunarak kafasını iki yana salladı ve önüne dönüp nohutları leğene döktü. Cemile ile birlikte orta sehpaya rakı masasını kabataslak hazırlamaya başladılar.
Askeriyenin içinde, kantinde oturan Güvercin timi, dalgın bakışlarla masaya bakıyorlardı. Mete, elindeki çay ile yanlarına oturduğunda Caner'in alaylı bakışlarını gördü. Gözlerini kıstığında Caner, hızla Deniz'e baktı. "Deniz be, bir türkü patlat da kulaklarımızın pası silinsin." diye söylendiği sıra Osman, bilinçsizce dudaklarını araladı.
"Aǯi skule goulu dagi dagi
Dido migun guis derdi meragi."
Masadaki herkesin bakışları Osman'a çevrildiğinde Osman, boşluğa dolmuş gözlerini kapattı.
"Okomdgulat sin sekeri ma yagi
Sin domcvi do domxali gyuli ckimi."
Yonca elini, masanın altındaki Kubilay'ın elinin üzerine koydu ve Osman'a eşlik etti.
"Okomdgulat sin sekeri ma yagi
Sin domcvi do domxali gyuli ckimi."
Bakışları birleştiğinde Kubilay'ın eli, elinin üzerine kapandı. Başka bir şey söylemeden öyle kaldıklarında Osman, aklındaki son nakaratı hafifçe dirseğini masaya yaslayıp öne eğilerek söyledi. Sağ eli, dizini sıkıyordu.
"Bazi bazi gelaiti nogasa
Vixosarti baba skanis tkobasa."
Kapalı gözlerinden bir damla yaş yanağına aktığında yüreği titredi.
"Gyuli ckimi sin var ida baskasa
Ckimire do gickitas gyuli ckimi."
Yüzü masaya eğik kaldığında Deniz, yavaşça Osman'ın omzuna vurdu.
"Ağzına sağlık be oğlum."
Osman, boğazını temizleyip elini yüzünde gezdirdi ve arkasına yaslandı. Kubilay'ın bir şey diyeceğini anladığında hızla elini kaldırdı.
"Evet, onlar için söyledim." dedi ama Kubilay, muzip bir şekilde sırıttı.
"Ben, anlamları ne diye soracaktım." dedi ve Yonca'nın elini çekip dirseklerini masanın üzerine yasladı. "Sen ne sandın?" deyip gülümsedi. Osman, şoke olmuş şekilde kaldığında dudaklarını bastırdı, sinirle ayaklandı. Deniz, Osman'ın kolunu tuttu ve Kubilay'a vurmasını engelledi. Osman, yerine otururken gözleri kısık bir şekilde Kubilay'a bakmaya devam etti. Yonca, gülümseyerek bakışlarını masaya çekti.
"Aǯi skule goulu dagi dagi. Dido migun guis derdi meragi. Bundan sonra dağ dağ gezeceğim, yüreğim çok yaralı, gülüm."
Kubilay'ın bakışları, Yonca'nın üzerine çevrildi. Sağ eli masaya yaslandı ve göğsünü Yonca'ya döndürdü.
"Okomdgulat sin sekeri ma yagi, sin domcvi do domxali gyuli ckimi. Sen şeker ol ben yağ karışalım, yaktın beni, kül ettin gülüm."
"Bazi bazi gelaiti nogasa, vixosarti baba skanis tkobasa. Bazı bazı çarşıya inerdiniz, babandan habersiz seni gözetlerdim."
Yonca'nın masadaki bakışları Kubilay'ın gözlerine çevrildi. Kubilay'ın sağ dudağı aşkla kıvrılırken Yonca elini, masanın üzerindeki ele yasladı.
"Gyuli ckimi sin var ida baskasa, ckimire do gickitas gyuli ckimi. Gülüm, başkasına seni vermeyeceğim, bil ki benimsin sen, gülüm"
Kubilay, damağını şıklatarak sol elini Yonca'nın saçlarına koyup yüzünü göğsüne yasladı ve gözlerini kapattı. Yonca, Kubilay'ın göğsünü döven kalbini hissederken masadaki herkes onları gıptayla izliyordu. Mete yutkundu ve bakışlarını kaçırdı. Adını koyamadığı bir duygu bütün kalbini sıkıştırdı fark etmeden.
Hasret ve özlem olduğunu bilemeden.
Caner'in bakışları, köşede, ayakta duran Lara'nın üzerine çevrilmişti. Lara, elleri cebinde, dudağındaki buruk bir tebessümle onu izliyordu. Lara, gözlerini etrafta gezdirip dudaklarını öne büzüp geri çekti. Caner, kalbinde hissettiği sıcaklıkla öpüldüğünü anladı. Kulaklarının kızardığını hissetti.
Mete, bir saniyeliğine Caner'e baktığında kulaklarının kızardığını gördü. Göz ucuyla baktığı yeri fark ettiğinde dudaklarını yalayıp Caner'in bakışını kesti. Dudaklarında çarpık bir tebessüm olurken tek kaşı imalı bir şekilde yukarıya yükseldi. Caner, boğazını temizleyip elini yakasına götürüp hafifçe çekiştirdi.
Mete, kafasını iki yana sallayıp gülümseyerek çayına uzandı. Büyük bir yudum alıp yangını söndürmeye çalıştı.
Şırnak, gündüzden sıkılıp üzerine uzun gece yorganını çektiğinde Alev, Yonca ve Lara Eyşan'ın evinin önünde belirdi. Eyşan, sabırsız bir şekilde çalan kapıyı açtığında Alev, elindeki poşeti kaldırdı. Eyşan, beş şişe 70'lik rakıyı gördüğünde gözlerini belertti.
"Yuh!"
Alev, gülerek Eyşan'ı yana ittirip içeriye girerken Lara, omuzlarını indirip kaldırdı ve Yonca ile içeriye girdi.
Yonca, "Vay anam, babam. Kızlar ellerinize sağlık." diye söylendi ve hızla koltuğa oturup ellerini birbirine sürttü. Eyşan, kapıyı kapatıp Alev'in elindeki poşeti aldığında Alev, üzerindeki kabanı çıkartıp koltuğun üzerine attı.
"Yonca, öğlen yemekhanede dünyaları yedin hâlâ mı açsın?" diye sorduğunda Eyşan, gözlerini Yonca'ya çevirdi. Yonca, bakışlarını Eyşan'a çevirdiğinde gülümsedi.
"Hamileyim."
Eyşan'ın kaşları yukarıya kalkarken Alev, açık ağzıyla Yonca'ya bakıyordu.
"Kız sen anne mi olacaksın!" diye bağırıp Yonca'ya sarıldığında Yonca, hâlâ Eyşan'a bakıyordu. Eyşan'ın kalbini kaplayan buzların bir köşesi eridi. Oradan bir duygu seli aktı. Tüm uzvunu titreten sıcak bir duyguydu.
Merhamet.
Eyşan'ın kafası yana doğru eğilirken Yonca, Alev'i kendinden uzaklaştırdı ve ayağa kalktı. Eyşan iki koca adımda ona sarılıp çenesini saçlarına yasladığında gözlerini titreyerek kapattı.
"Lan ağlamayın lan! Beni de ağlatacaksınız amına koyayım!"
Alev'in sesiyle Lara, Alev'in koluna vurdu. Alev, Lara'ya sorarcasına bakarken Lara, çenesiyle Eyşan'ı gösterdi ve kulağına eğildi.
"Bu gidişle affedecek."
Alev, geri çekilip onaylarcasına kafasını salladı ve ellerini çırptı.
"Hayde, hayde açız yav." dedi ve küçük şalgamı Yonca'nın önüne koydu.
"Başka bir isteğiniz olursa söyleyin anne adayı."
Yonca kafasını salladığında Eyşan, titrek bir nefes aldı ve gülümseyerek yerine oturdu. Alev ve Cemile, rakıları paylaştırıp Yonca haricinde herkesin önüne bıraktı. Eyşan, yüreğindeki duyguyla elindeki rakı bardağını kavradı ve havaya yükseltti.
"Kalbimi yumuşatan miniğe." dediğinde Yonca, elindeki şalgam bardağını kaldırdı. Herkesin bardağı ortada buluşurken dudaklarından rakılar aktı. Yemekler yendi. Alev, biten bilmem kaçıncı bardakları hızla doldururken Lara'nın bakışları masanın üzerinde gezindi.
"Ee, neyi deviriyoruz?"
Herkes anlamsızca Lara'ya baktığında Lara, gözlerini devirdi.
"Yahu, masa rakı masası değil mi? Ne konuşacağız yani, onu soruyorum."
Alev 'Hee.' deyip doğruldu ve Eyşan'a baktı.
"Bence Eyşan'ı yatıralım." dedi ve elindeki rakı bardağını iddia ile Eyşan'a uzattı. Eyşan, imalı bir şekilde tek kaşını kaldırıp eline bardağı aldı ve Lara'ya çevirdi.
"Bence bugün sıra sende Lara." dediğinde Lara, gözlerini devirdi ve kaderine mahkûm oldu. Eline bardağı alıp fondip yaptığında Yonca ve Cemile onu alkışladı. Lara, elindeki rakı bardağını sertçe masaya vurdu ve ellerini dizlerinin üzerine koydu.
"Caner'i öptüm."
Alev, gülerek elini çırptığında Eyşan'ın bakışları Lara'ya çevrildi. Başı dizlerindeyken ağlayan kadın, gücünü bulmuştu. Eyşan gülümsedi ve rakısını fondip yapıp masaya vurdu. Elleri dizlerine yaslanırken dudaklarını büzdü ve dişlerini sıktı.
"Mete bana 'Evlensene benle.' dedi."
"NE!"
Eyşan, masadan yükselen çığlıkla korkuyla onlara baktı. Yonca ve Lara, heyecanlı bir şekilde Eyşan'a bakarken Alev, rakısını yudumladı.
"Heyecanlanmayın, bizim salak kabul etmemiş."
Lara'nın yüzü düşerken Yonca, gözlerini kaçırdı. Eyşan, Yonca'nın üzüldüğünü gördüğünde yüreğinde çarpan merhameti hissetti. Kafasını hızla iki yana salladı ve ayağa kalkıp hoparlör sistemini açtı.
"Yemeği yedik, şimdi eritme zamanı." dedi ve son ses müziği açtı. Baslı sistemler duvara vurduğunda hepsi çığlık atarak alkış tutmaya başladılar. Eyşan, bacağındaki silah kılıfının bağını iyice sıktı ve ellerini havaya kaldırdı. Müziğin ritmine göre sallandı.
"Akıl yok ki başta ne işin var aşkta, aşkın kabahati yok sevmeseydim keşke! Bir de seviyom dedi sana yanıyom dedi, inan ölüyom dedi vah, vah, vah!" diye bağırdığında oynamaya başladı. Hepsinin gülen dudaklarından kahkahalar dökülürken askeriyede biraz sinirler gergindi.
"Açsana kızım şu telefonu." diye, koridorun ortasında bağıran bir adet Kubilay vardı. Yüreğine oturmuş öküz korkmasına neden oluyordu. Sinirle elindeki telefonu kaldırıp duvara fırlattığında yatakhaneye giren Mete, Osman, Caner ve Deniz, Kubilay'ı gördü.
"AH!"
Kubilay, sinirle elini duvara vurduğunda Deniz, hepsinden önce koştu ve elini duvara vuran Kubilay'ı durdurdu. Kubilay, gözleri dolu bir şekilde Deniz'e baktı ve kafasını salladı.
"Ne oldu lan?" diye sordu Deniz, Kubilay'ın gözünün içine bakarken. Kubilay, ellerini Deniz'in omuzlarına koydu.
"Yonca, yok." dedi, soluklanarak. Koşan adım seslerini duyduklarında hepsinin bakışları arkaya kaydı. Elindeki telefonla onlara koşan Barış'ın gözlerinde korkunç bir merak vardı. "Alev yok."
Kubilay, içinde büyüyen endişeyle, "Hayda!" diye bağırdı ve bedenini Deniz'den kurtarıp yumruğunu sert bir şekilde duvara vurdu. Deniz, bir kere daha Kubilay'ı tuttuğunda Mete, kaşlarını çattı. Zihnini saran boşlukla elini cebine attı ve telefonunu çıkarttı.
"Lara'da açmıyor." diyen ikizinin sesiyle parmakları hızla Eyşan'ın numarasını buldu. Açmayacağını bildiği halde arayıp kulağına yasladı. 'Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor.' sesiyle son ümidi olan Osman'a çevrildi bakışlar. Osman, dişlerini sıkıp Cemile'nin numarasını tuşladı ve kulağına yasladı. Telefon çaldı, çaldı ama açan olmadı.
Kubilay, "Kesin başlarına bir şey geldi!" diye bağırdı ve karşısındaki odaya daldı. Siyah kamuflajını yatağın üzerine attığında Mete, yanında kalan Barış, Osman ve Caner'e baktı.
"Siz de gidin hazırlanın." dedi ve bakışlarını Deniz'e çevirdi. "Bizi idare et. Ortalığı ayağa kaldırmayalım."
Deniz, kafasını sallayıp hızlı adımlarla yatakhaneden ayrılırken Mete, ilerledi ve odasına girip içindeki şüpheyle üzerini değiştirmeye başladı.
"Cezayir'iiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiin, harmanları savrulur."
Alev ve Eyşan göbeklerini hoplatarak birbirlerine yaklaştılar. Bir o yana bir bu yana sallanırken kolları iki yana açılmıştı. Eyşan, elindeki rakı bardağını başının üzerinde döndürüp dudaklarına yaklaştırdı ve bir dikişte bitirdi. Gözleri baygın bir şekilde bakarken, kafaları uçmuştu.
"Sokakları mermer taşlı, güzelleri hilâl kaşlı Cezayir!" diye bağırırken sehpaya tutunarak elindeki rakı bardağını bırakıp dolusunu aldı. Doldurmaya uğraşmamak için bütün bardakları doldurmuşlardı. Bacağındaki silahı yoklayıp yutkundu ve kıvırtmaya devam etti.
Mete, Caner, Barış, Osman ve Kubilay, siyah kamuflajlarıyla arabaya doluşup yola koyulduklarında Barış, bir kez daha Alev'i aradı ama açan yoktu. Barış sinirle gözlerini yola dikip elindeki telefonu sıktı. Bunu kadına çok kötü ödetecekti.
Kubilay, elleriyle dizlerini sıvazlıyor ve bakışlarını yoldan hiç çekmiyordu. Sanki bir yerde bulabilirmişçesine dikkatlice izliyordu. Osman, yanında oturan Kubilay'ın bu halini gördüğünde elini sırtına koyup sıvazladı.
"Oğlum, sakin ol." dediğinde Kubilay, sinirle kafasını iki yana salladı.
"Olamıyorum. Ya başına, başlarına bir iş geldiyse? Yonca'm hiç böyle yapmazdı. Bana haber vermeden bir yere gitmezdi." Elini sertçe dizine vurdu. "Kesin başlarına bir şey geldi."
Barış, Alev'e olan sinirini Kubilay'a yansıttı.
"Kötüyü çağırıp durma artık sikeceğim yoksa seni." dediğinde Kubilay, hafifçe öne eğilip Barış'a baktı. "Sen git benim çağırdığım kötü sik."
Kubilay'ın soğuk esprisiyle arabanın içi bir anda soğurken Osman, dişlerini sıktı.
"Adam bu haldeyken bile espri yapıyor. Çıkarıp ağzına vereceğim şimdi, sus lan!"
Kubilay, bakışlarını Barış'tan çekip Osman'a baktı. "Deniz duymasın, siker belanı."
Osman, gözlerini devirip başını geriye attı.
"Lâ havle!"
Kubilay, gülümsedi.
"Lo hovlo!"
Mete'nin yanındaki koltukta oturan Caner, kahkahasını durduramadığında arabadaki herkes Caner'e baktı. Barış, elini kaldırıp ensesine vurduğunda Caner, kızgın bakışlarını omzunun üzerinden Barış'a çevirdi.
"Ne vuruyorsun it?"
Barış, alayla gülümsedi.
"Hoşuna gittiyse sende de deneyelim." dediğinde araba ani frenle durdu. Eyşan'ın evinin önünde durduklarında mahallede bir müzik sesi yankılanıyordu.
Mete, sinirle arkasına döndü.
"Hepinizin eline ben vereceğim o olacak. Sinir etmeyin beni, inin lan arabadan!"
Arabadan inip apartmanın önünde dikildiklerinde Kubilay, Osman'a baktı. Dışarıya çok yüksek müzik sesi geliyordu. Kubilay, "İşkence görüyor olabilirler mi?" diye sorguladı ve kafasını iki yana sallayıp adımladı. Hepsi apartmana girdiklerinde beklemeye başladılar.
O sırada Eyşan, eline saymayı unuttuğu bardağı alıp Lara'nın karşısına geçmiş omuzlarını çapraz olarak birbirlerine vuruyorlardı. Eyşan, omuzlarını kıvırtarak kalçalarını salladı. Alev, Eyşan'ın kalçasına vurduğunda Eyşan, gözlerini devirdi.
"Bahçe duvarından aştım." diye bağırdı Eyşan. Ortada tek başına kaldığında Lara onu yalnız bırakmadı ve hızla kıvırtarak yanına ulaştı.
"Öptüm sevdim, helalleştim." dedi, Lara.
Eyşan, "Mayil oldum gonca güle." dedi.
Lara, "Acem şalı ince bele." dedi. Ardından aynı anda 'Acem şalı ince bele!' diye bağırdılar. Omuzlarını iki kere birbirlerine çapraz şekilde vurdular. Ellerindeki rakı bardaklarıyla kollarını birbirlerine doladılar. Kafalarını sallayarak dudaklarına bardakları yaklaştırdılar. Gaza gelen Alev, çığlık attı.
Alev'in çığlığını çalan şarkıya rağmen duyan Barış, herkesi ittirip kapıya tekme attı. Hepsi bir anda içeriye doluştuklarında Eyşan ve Lara, rakı bardağını bitirip kafalarını sallamaya başladılar. Birlikte yere yığıldıklarında Mete, hızla öne atıldı.
Lara, dizlerinin üzerinde Eyşan'a baktı. "Ay, Eyşan, düştün."
Eyşan, yerdeyken kahkaha attı. "Kurtarığn beniiiiğ kıkıkıkıkı!"
Mete'nin siniri alnında atarken Eyşan'ın belinden tutup Osman'a baktı.
"KAPAT ŞU MÜZİĞİ!"
Caner, Lara'yı tutup koltuğa bıraktığında Eyşan, Mete'nin kolları arasında kalmıştı. Osman, müzik sistemini kapatmaya çalışıyordu. "Nereden kapanıyor bu amına koyacam!" diye bağırdı.
Eyşan, Mete'nin gözüne baktığında gökyüzüne baktığını hissetti ve ellerini Mete'nin yakasına koyup onu kaldırmasına izin verdi.
"Bir bakışta yaktın beni. Bir bakışta yaktın beni. Dert ile bıraktın beni. Dert ile bıraktın beni." diye mırıldandığında Eyşan, Mete'nin gözlerini izledi. Laciverte döndüğünü gördüğünde 32 diş sırıttı. Mete, gözlerini kapatıp burnundan büyük bir soluk verdi ve Eyşan'ı geri yürütüp koltuğa bıraktı. Gözlerini açıp hâlâ oynayan kadını gördü. Sinirle müzik sistemine yürüyüp Osman'ı ittirdi ve sistemin fişini çekti.
"Aaaaa!"
Mete, Eyşan'ın sesini duyduğu an omzunun üzerinden ona baktı.
"Olmadı bu ama." Eyşan, kalkmaya çalıştığında Mete, sabır çekerek ona doğru döndü. Kubilay, Yonca'nın yanağına elini koyup derin bir nefes aldı.
"Yonca'm, niye telefonun kapalı be gülüm. Öldüm am-" dedi ve sinirle Eyşan'a baktı. "Sen bize küs değil misin, niye Yonca'yı çağırıyorsun?" diye sitem ettiğinde Mete, hızla Kubilay'ın kolunu sıktı. Kubilay, ne dediğinin farkına vardığında yüzü düştü ve yeniden Eyşan'a baktı. Allah'tan kadın zil zurna sarhoştu.
Barış, gergince dudaklarını dişleyen Alev'in dudaklarından gözlerini çekip etrafa baktı. Ardından Mete'ye döndü. "Abi, uçmuş bunlar. Baksana biri Hanya'ya biri Konya'ya bakıyor."
Barış'ın cümlesiyle Caner, önündeki Lara'ya baktı. Neden sadece Eyşan ile ikisi sarhoş olmuşlardı? Bakışları ayağa dikilen Cemile'ye ve Alev'e takıldı.
"Biz o kadar çok içmedik de Eyşan ile Lara biraz coşturdular."
"Belli belli." diye tısladı Mete ve bakışlarını Alev'e çevirdi. "Kimin başının altından çıktığı da belli." Alev, gözlerini kaçırdığında Kubilay, öfkeyle kendine kızdı. Özrü kabahatinden büyüktü. Gitmiş suçu olmamasına rağmen Eyşan'a kızmıştı. Ablam dediği, canının çiçeğine...
Elini, Yonca'ya uzattı Kubilay. Yonca, bu teklifi reddedemezken Kubilay, Mete'ye baktı.
"Arabaya nasıl sığacağız?"
Mete, sakin kalmaya çalışarak derin bir soluk aldı. "Barış, Alev, Yonca ve Kubilay. Siz askeriyeye gidin. Caner, sende Lara'yı askeri lojmanına götür. Askeriyeye girmesin bu şekilde." dediğinde Caner, hızla Lara'nın kolunu kendi omzunun üzerine aldı ve yürümeye başladı. Mete, kapıyı açıp çıkmaları için destek olduğunda hızla Barış, Alev, Yonca ve Kubilay'da peşlerinden ilerledi.
Cemile, ayağa kalkıp Osman'a baktığında kaşlarıyla kapıyı işaret etti ve Osman'a yaklaştı. "Yalnız bırakalım." dediğinde Osman, kafasını ağırca salladı ve üzerindeki siyah kamuflajın ceplerine ellerini sokup Cemile ile kapıya ilerledi. Mete, dağınık sehpaya bakıp kapıyı sertçe kapattı.
Yerlerde, rakı şişeleri, bardaklar vardı ve her yer anason kokuyordu. Mete, gözlerini devirip Eyşan'a baktı. Eyşan'ın baygın bir şekilde baktığını gördüğünde yutkundu. Bu kadın sürekli onu şaşırtıp duruyordu. Yanına ilerlediğinde bakışları bacağına taktığı silah kılıfına değdi.
"Bu ne?" diye Eyşan'a sorduğunda Eyşan, gözlerini kırpıştırarak kılıfa baktı ve gülerek başını arkaya yasladı.
Eyşan, dönen diliyle "Korumam." dedi ve sol elinin işaret parmağını kendi kalbinin üzerine yasladı. "Beni koruyacak aha." deyip gülerek sağ eliyle kılıfı okşadı. Mete, sinirden titreyen dudaklarını birbirine bastırdığında ellerini yumruk yaptı. Kafayı yemesine az kalmıştı. Eyşan, ellerini koltuğa bastırarak Mete'nin önünde dikildi ama bedeni geriye gidecekti ki Mete, elinde olmadan kadının belinden tutup kendine çekti. Öfkeli bakışlarıyla kadının gözlerine bakarken Eyşan, işaret parmağını Mete'nin göğsüne bastırdı. "Senin aksine."
Mete, kafasını geriye atıp öfkesine hâkim olmaya çalıştı.
Eyşan, bir kez daha işaret parmağını, Mete'nin kalbine bastırdı. "Senin aksine o beni koruyacak. Şimdi beni korumamla yalnız bırak." dedi ve belindeki ellere sarıldı. Mete'nin ellerini büyük bir kuvvetle ittirip odasına adımladı ama orası odası değil, evin kapısıydı.
Mete, sinirli parmak uçlarını Eyşan'ın koluna bastırarak kendine doğru döndürdü.
"Nereye gidiyorsun he?" diye söylendiğinde Eyşan, kaşlarını çattı.
"Sana ne?"
Mete, Eyşan'ın cümlesiyle dişlerini kırarcasına sıktı. Boştaki eliyle Eyşan'ın yanağını sıkıp dudaklarının 'o' şeklinde gelmesini sağladı. Böylece konuşmayacak ve onu sinirlendirecek bir şey daha söyleyemeyecekti. Mete, Eyşan'ın dudaklarını öpemediği için "Ne demek sana ne lan!" diye yüzüne kükredi. Eyşan, elini kaldırıp Mete'nin yanağına bir tokat attı. Eli sızlamaya başladığında Mete'nin suratı yana düştü.
Mete, kapalı gözleriyle arka dişlerini birkaç kez sıkıp bıraktı. Kadının artık attığı tokatlar canını sıkmaya başlamıştı. Vurduğu yerde güller açardı fakat her kavgalarında tokat atması artık kalbine dokunuyordu. Bir cezayı hak etmesi gerektiğini düşündü ve geldiğinden beri yapmak istediği şeyi yaptı. Yüzünü Eyşan'ın yüzüne çevirip kadının dudaklarını kendi dudaklarına mühürledi.
Eyşan, bu hareketle kasıklarındaki sızlamayı hissetti. Eli farkında olmadan ağırca Mete'nin göğsüne yaslandığında Mete, Eyşan'ın yanağından parmaklarını çekti. Eyşan, Mete'nin geri çekileceğini anladığında hızla ellerini Mete'nin yanaklarına yasladı ve dudaklarını araladı. Boğazından gelen bir inlemeyi Mete'nin dudaklarının arasına bıraktığında Mete'nin eli Eyşan'ın bacağındaki kabzaya uzandı, diğer eliyle de kendi silahını tuttu. Kavrayıp rastgele köşelere attığında elleri Eyşan'ın kalçalarını buldu.
Eyşan, bir anda zıplayıp bacaklarını Mete'nin beline doladığında Mete, ne olduğunu bilemeden gerilemek durumunda kaldı. Geri doğru bir adım attığında bedeni sarsılarak koltuğa düştü. Eyşan, kadınlığının altındaki varlığa sürtünüp uyanmasını istedi. Mete, istemsizce inlediğinde Eyşan'ın dili Mete'nin diline değdi. Mete, Eyşan'ı geriye çekip dişlerini sıktı ve istemeden kadını kucakladığı gibi odanın kapısını açtı. Eyşan, Mete'nin boynunu öpmekle meşgulken Mete, banyoya girip duşa kabine sokuldu.
O sırada arabanın kapılarını açan Barış, kaşlarını çatarak Alev'e baktı. Alev, hafif çakırkeyifti sadece ama Barış'ın kömür gözlerine bakınca sarhoş olmuşçasına gülümsedi. Barış'ın gözleri Alev'in gülen dudaklarına indiğinde kısıldı.
"Bin." deyip kadının kafasının üstüne bastırdı ve ön koltuğa oturttu. Kapısını kırarcasına kapattığında Kubilay ile Yonca da arka koltuğa bindi. Barış, aracı çalıştırıp sürmeye başladığında taksiye binmiş Caner'in gözleri Lara'ya takıldı. Lara, gözleri hafifçe kısılmıştı ve yola bakıyordu. Caner'in baktığını hissetmişçesine gözlerini kapattı ve başını Caner'in omzuna koydu.
Caner'in kalbi kaburgalarını kıracakmış gibi çarptığında yukarıya havalanan kaşlarını tutamadı. Sol eli farkında olmadan Lara'nın saçlarına gittiğinde dizinin üstündeki sağ elini yumruk yaptı. Caner, bu kadının algısına dayanamıyordu. Büyük, kemikli parmakları Lara'nın saçlarına değdiğinde Lara'nın titrediğine şahit oldu. İşte o an Caner, kalbinde daha önce hiç tatmadığı bir duyguyu tattı.
'Onu korkuttum mu?' diye düşündü.
Korku, kalbine sızdı ve Mete'nin neden bu şekilde olduğunu daha iyi anladı. Gözlerini kırpıştırıp bunun geçmesini bekledi. Bilmiyordu ki bu duygu hiç geçmeyecekti.
Osman ve Cemile, giden araçları izlerken Cemile, soğuk havayla titredi ve kollarını göğsünde bağladı. Osman, göz ucuyla Cemile'ye baktığında küçük burnunun kızardığını gördü. Derin bir nefes bırakıp ellerini ceplerinden çıkarttı ve üzerindeki siyah kamuflajın montunu çıkartıp bacaklarının arasına sıkıştırdı. İçindeki kalın poları ensesinden çıkartıp yeşil, kısa kollu tişörtüyle kalırken Cemile'ye döndü.
Cemile, şaşkınca donakalırken Osman, poları kadının üzerine giydirdi ve eteklerini düzeltti. Cemile, ciğerlerine dolan yayla kokusuyla gözlerini bilinçsizce kırpıştırdı. Osman, bacaklarında duran montunu giyip önünü kapattı ve ellerini ceplerine sokup bakışlarını Cemile'nin gözlerine çevirdi.
"Şırnak'ın gecesi ayazdır." dediğinde Cemile, güçlükle yutkundu.
"Artık üşümüyorum." dedi.
Osman, hiçbir şey demeden Cemile'nin zebercet taşını andıran gözlerine bakmaya devam etti.
Mete, kadının boynunda bıraktığı öpücüklere dayanmaya çalışırken, elini soğuk musluğa bırakıp sona kadar çevirdiği. Eyşan'ın dudakları titreyerek Mete'nin boğazından ayrıldı.
"Soğuk!" diye bağırdığında Mete, elini musluktan çekip fayansa dayadı. Eyşan'ın düşmemesi için sol eliyle kalçasından desteklemeye devam etti. Yukarıdan dökülen sular kirpiklerine dökülürken kırpıştırarak kadına bakmaya kendini zorladı. Eyşan'ın içindeki yangın giderek sönmeye başlamış ve titremeye evrilmişti.
Eyşan, yutkunarak ellerini Mete'nin omzuna koydu ve ne yaptığını anlayıp bacaklarını adamın belinden indirdi. Ayakları kabine bastığında Mete, derin bir nefes alıp verdi. Musluğu kapatıp kenardaki havluyu aldı ve Eyşan'a sardı.
"Kendim yaparım."
Mete, dişlerini sıkıp kadını duymamazlıktan geldi ve yutkunup kadını sardığı havluyu sıkıştırdı. Aşağıya eğilip ellerini kadının baldırlarına koyup kucağına aldı ve içeriye taşıdı. Eyşan'ı yatağının önünde bıraktığında Eyşan, elini kaldırdı ve Mete'ye bir tokat daha attı.
"Üşüdüm aptal!"
Mete'nin kalbine bir ateş düştüğünde gözlerini yumdu. Mete, yanağının sızısına aldırmadan elini kadının vücudundan çekti ve gardırobuna ilerledi. Birkaç kuru kıyafet ve iç çamaşırı çıkartıp yanına döndüğünde bir kez daha tokat yedi. Gözleri her an dolmak üzereydi ve bunu o görmemeliydi. Bakışlarını yere sabitleyip kadının üzerindeki havluyu çektiğinde Eyşan, ellerini Mete'nin göğsüne koyup ittirdi.
"Siktir git!"
Mete, birkaç adım gerilediğinde yanağına akan yaşı saklayamadı. Zelzele misali titreyen alt dudağını dişlerinin arasına alıp önce Eyşan'ın odasından sonra da evin kapısını açıp çıktı.
"Cemile!" diye kükrediğinde Cemile ve Osman, ıpıslak gelen Mete'yi izledi.
"İçeriye geç, giyindir." dedi ve kimseye bakmadan yürümeye devam etti. Cemile, içeriye koşarak geçtiğinde Osman derin bir nefes aldı ve merdivenlerin başına oturup öylece kapıda nöbet tutmaya başladı.
Mete, taksiye atlayıp askeriyeye vardığında karşısında nöbetçi çavuş dikildi.
"Komutanım, Alparslan albayım sizi bekliyor."
Mete, ıslak üzerini önemsemeden Alparslan Çakır'ın odasına girdiğinde babasını ayakta gördü. Alparslan Çakır, elini yasladığı masadan çekip Mete'ye yürüdü. Bakışları o kadar sertti ki o sertliğiyle eli havaya kalktı ve Mete'nin yanağına tokat attı. Eyşan'dan yediği tokatların olduğu yere bir de Alparslan Çakır vurduğu için, artık mordu.
"İt herif! Niye bize haber vermiyorsunuz? Başçavuşun eşeği mi var burada?" diye kükrediğinde Mete, gözlerini kapatıp yüzünü buruşturdu. Hıçkırarak dizlerinin üzerine devrildiğinde elleri dizlerini sıktı. Omuzları sarsıldı ve haykırarak ağlamaya başladı. Alparslan Çakır, sızlayan elini sıktı ve yutkundu.
Bilinçsizce çöktü ve elini Mete'nin omzuna yasladı. "Mete?"
Mete, kafasını iki yana sallayarak boğazından dökülen hıçkırıklarla ağlamaya devam etti. "Beni azad et." dedi ve titreyen ellerini yere bastırarak ayağa kalktı. Babası yerde kalırken Mete, iki adım atıp bir daha düştü. Toparlanarak ayaklandığında kapıyı açtı ve odadan çıktı.
"Büyük yeminler ettim
Bir daha asla sevmeyecektim
İnsanlar yalnızdı nasıl olsa
Kendimden yüzde bir milyon emindim"
Mete, kendini yatakhaneye atıp ıslak üzerini değiştirdi ve beyaz bir gömlek ve siyah pantolon ile değiştirip kabanını giydi.
Dolabındaki her an hazırda tuttuğu ikinci silahını beline taktı ve yanındaki kâğıdı alıp odasından çıktı. Adımları dalgınca kendi çalışma odasına çekildi. Kapıyı açıp içeriye girdi ve masasına kağıdını bırakıp yanına bordo beresini yaklaştırdı. Belindeki silahı kâğıdın üzerine bıraktı ve aralık kapıdan çıktı.
"Bir çift göz yaktı küllerimi
Sildi attı bunca yıllık ezberimi
Her şeyi
Çöz zincirlerimi artık
Çöz, azad et beni ne olur"
Ona doğru gelen Barış'ın elindeki anahtarı hızla aldı ve büyük adımlarla binanın çıkışına doğru ilerledi. Barış, Mete'nin arkasından bağırdı.
Mete, Barış'ın "Nereye gidiyon lan?" diye sorusuna cevap vermeden hızla arabasına atladı ve arabasını çalıştırıp yola koyuldu. Sağ eli direksiyonu sıkarken hızını arttırdı ve kafasını yavaşça arkaya yasladı. Kalbi kırık bir şekilde evine sürmeye başladı. Dağ evine vardığında arabasından inip eve girdi. Adımları yukarıya tırmandığında dolabının kapaklarını açtı ve valizini hazırlamaya başladı.
"Çöz zincirlerimi artık
Çöz, azad et beni ne olur
Bırak dizginlerimi artık
Bak, dört nala içimde atlar"
12 Şubat 2022 / Şırnak
Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından
"Kız kalk!"
Tepemde bağıran Cemile'nin sesi ile yüzümü buruşturup gözlerimi açmaya çalıştım. Kafamın içinde zonklayan bir fırtına kopuyordu; sanki başım bir mengeneyle sıkılıyor ve o mengeneyi sıkan eller her saniye daha da güçleniyordu. Ağrı, başımın bir tarafından başlayıp göz çukuruma saplanan bir hançer gibi derinleşiyor, oradan şakağıma yayılan ince ama keskin bir sızıyla nabız atışlarıyla uyumlu bir şekilde zonkluyordu.
"Ne bağırıyon be?" diye çemkirdiğimde hafifçe doğrulup dirseklerimi yatağa bastırdım. Ağrıyan başımı geriye yaslayıp bu durumdan kurtulmayı diledim ama yok anam, geçmiyordu.
"Dün götü başı dağıttınız Eyşan, haydi gel kahve yaptım. Kendine gelirsin, hadi."
Tüm ısrarlarıyla ellerimden tutup yataktan kaldırmayı başardığında salona geçtik. Güçlükle kendimi koltuğa bıraktığımda ellerimi başıma koydum. Cemile, elindeki kahveyi sehpaya koyduğunda bakışlarımı kahveye indirdim. Ellerimi çekip küçük bir yudum aldım ve yeniden başımı tutmaya devam ettim.
"Düne dair bir şey hatırlıyor musun?" diye sorduğunda kafamı iki yana salladım. En son Yonca'nın hamile olduğunu öğrendiğimde kalmıştım. Başka da bir şey hatırlamıyordum. Ellerimi başımdan çekip Cemile'ye baktım. Düşünceli bir şekilde kahveme bakarken kaşlarımı çattım.
"Dün ne oldu?" diye sorduğumda korkuyla silahımı aradım. Silahım baş köşede, duruyordu ama yanında başka bir silah daha vardı. Ayağa kalkıp silahı elime aldığımda köşesindeki M.M.Ç. yazısını gördüm.
"Meteler mi geldi?" diye sorup ona baktım. Kafasını salladı ve arkasına yaslandı.
"Telefonları açmayınca merak etmişler."
Kaşlarımı çatıp elimdeki silahı silahımın yanına koydum ve koltuğa geçtim. "Sonra?"
Cemile gözlerini bana çevirdiğinde kollarını göğsünde bağladı. "Yonca, Alev ve Lara'yı götürdüler. Osman ile dışarıya çıktığımızda Mete, seninle kaldı. Sonra ne olduğunu bilmiyorum ama Mete çok sinirli bir şekilde, üzeri ıslak dışarı fırladı. Bana da 'İçeriye geç, giyindir.' dedi."
Kaşlarım normal hâle gelirken neler olduğunu hatırlamaya çalışıyordum. Zihnimi zorlamaya çalışırken başım daha da çok ağrımıştı. Sol gözüme vuran migren ile gözlerimi kapatıp alnımı sıvazladım. Telefonumun zil sesiyle elimi alnımdan çektim ve telefonuma uzandım.
Kdm. Üst. C.C.Ç
Ekranı kaydırıp baygınca kulağıma yasladım.
"KIŞLAYA GEL!"
Kükreme sesiyle arama sonlanırken gözlerim irileşti. Telefon kulağımda kalırken korkuyla Cemile'ye baktım.
"Allah sonunu hayır eylesin." dedi ve önümdeki kahveyi alıp tezgâha ilerledi. Hiçbir şey hatırlamıyorum ki niye birden herkes bana yüklendi, anlamadım? Üzerimi giyinip onun silahına bakarken kendi silahımı kılıfıma yerleştirdim. Onunkini alıp belime koyduktan sonra kapıyı açtım. Merdivende oturan Osman, ayağa kalkıp bakışlarını bana çevirdiğinde derin bir nefes verdi.
"Nereye?"
Sıkıntıyla nefes aldım.
"Caner çağırdı, kışlaya." dediğimde eliyle çıkışı gösterdi. "Yürüyerek gidelim, açılırsın."
Hızla yürümeye başladığımda peşimden takip etti. Dışarıya çıkıp devam ettiğimizde ellerimi ceplerime soktum.
"Dün gece ne oldu?" deyip Osman'a baktım ama o bana bakmadan etrafı izliyordu.
"Ne olduğunu bilmiyorum ama Mete, evden çıkarken çok sinirliydi. Yanağı kızarmış ve." deyip durakladı. Onunla birlikte durduğumda bakışları bana çevrildi. "Gözleri dolmuştu."
Hasbin Allah.
Ya arkadaş ben ne yaptım bu adama?
"Bu ne?"
"Korumam."
"Beni koruyacak aha."
Kulağımda çınlayan sesimle gözlerimi kapattım ve yüzümü buruşturup biraz daha zihnimi yokladım.
"Senin aksine o beni koruyacak. Şimdi beni korumamla yalnız bırak."
"Soğuk!"
Tokat. "Kendim yaparım."
Tokat. "Üşüdüm aptal!"
Bakışlarını yere sabitleyip üzerimdeki havluyu çektiğinde Mete göğsünden koyup ittirdim.
"Siktir git!"
Gözyaşı, yanaktan süzüldü.
Gözlerim hızla açıldı.
"Ben aptalım."
Aralı dudaklarımdan bir haykırış koptuğunda gözlerimin büyümesine engel olamadım. Kafamı iki yana salladım. "Ben koca bir aptalım." deyip Osman'a baktım. Hüzünlü gözleri benim topraklarımda geziyordu. "Evet." dediği an onu umursamadan koşmaya başladım.
Beş dakika boyunca aralıksız Osman ile koştuğumuzda sonunda kışlaya varmıştık. Kapının yanından hızla yürüyüp binaya girdiğimde karşıdan yeri titreterek yürüyen bir adet Caner'i gördüm. Lara, peşinden koştururken Barış'ta önüne geçmeye çalışıyordu. Korkmadan iki adım ileriye attığımda Caner, Barış'ı yana savurup önümüzdeki engeli kaldırdı. Eli boğazıma yaslanırken sırtımı sertçe duvara yasladı.
"Ne yaptın ona!" diye haykırdı Caner, sesi koridoru inletiyordu. Elinin boğazıma kenetlenmesiyle arkamdaki duvarın soğuk betonu sırtıma saplandı. Nefesim kesilmişti. Gözlerim kararmaya başladı.
"Lan ne yapıyorsun!"
"Caner!"
Lara ve Barış, Caner'in boğazımdaki elini almaya çalışırken elimi, boğazımı sıkan eline götürmek için kaldırdım.
"LAN!"
Selçuk'un sesiyle bir anda Caner, üzerimden alındı. Elimi boğazıma koyup deli gibi öksürmeye başladığımda sırtım duvara sürtünerek yere düştüm. Bağrışma sesleri yankılanıyordu ama hiçbirini algılayamıyordum. Bir çift el, koltuk altlarıma sarılıp beni ayağa kaldırdığında yutkunup dişlerimi sıktım.
"Kendine gel Caner, karşında yüzbaşı var."
"Sikerim yüzbaşılığını. Sor bakalım, dün gece içip içip Mete'ye ne yapmış?" dediğinde ona baktım. Baktığımı fark ettiğinde Selçuk'un kolları arasından bana gelmeye çalıştı.
"NE YAPMIŞ DA MASASINDA İSTİFASI VAR!" diye kükrediğinde kaşlarımı çattım.
Ne?
"Siktir git!"
Gözyaşı, yanaktan süzüldü.
Gözlerimi kırpıştırıp beni tutan elleri çektim ve arkamı dönüp odasına yürümeye başladım.
"Bıraksana oğlum beni!" diyen Caner'in hâlâ sesleri kulağıma ulaşıyordu. Köşeyi döndüğümde ses, silik bir şekilde boğuklaşmaya başladı. Mete'nin odasına vardığımda hiç beklemeden kapısını açıp içeriye girdim. Masaya yaklaşıp kâğıdı gördüğümde kafamı iki yana salladım.
"Yapma ama yapma."
Hızla masaya eğilip kâğıda baktım. Açık tarihli olduğu için ne zaman bırakılırsa o zaman işlerdi. Kâğıdı alıp katladım ve cebime yerleştirdim. Çıkışa doğru yürüdüğümde hâlâ Selçuk ve Barış, Caner'i sakinleştirmeye çalışıyordu. Caner, beni gördüğünde hızla öne atıldı ama Barış, Caner'in yakalarından tuttu ve duvara yapıştırdı.
"Yeter lan yeter!"
Hızla Selçuk'a bir bakış attım. "Selçuk yürü."
Binadan çıktıktan sonra Selçuk'un adımlarını peşimde hissettim. Arabasına ilerlediğimde uzaktan açtı. Ön kapıyı açıp içeriye bindiğimde o da kendi koltuğuna oturdu ve arabayı hızla yola koydu.
"Nereye gidiyoruz?" diye sorduğunda bir saniyeliğine bana baktı ve yeniden yola döndü. "Tabii ki de dağ evine." deyip hızını arttırdı. Bacağımdaki silahı ve belimdekini çıkartıp torpido gözüne bıraktım ve arkama yaslandım.
"Mete'nin silahı da sana emanet. Oraya vardığımızda da kimliğini alıp sana vereceğim. En azından benimle gelmese bile hiçbir yere gidemez." dedim ve sağıma baktım.
"Boynunda iz kalmış."
Gözlerimi devirip sessiz kaldım. Ön camın üstündeki güneşliği aşağıya indirip boynuma baktım. Bir parmak sağımda, dört parmak ise solumda izini işlemişti. Derim, baskının şiddetini ele verircesine hassaslaşmış, izlerin çevresinde hafif bir yanma hissi bırakmıştı. Sağımdaki iz daha belirgindi; o tek dokunuş, sanki diğerlerinden daha kararlı, daha derine nüfuz etmiş gibiydi.
İzlerin bıraktığı kırmızı tonlar, derimle kontrast oluşturuyor, nabzımın her atışında hafifçe titreşiyordu. Orada, bir anlık temasın bıraktığı o sıcaklık, sanki hala tenimin altında yankılanıyordu. Parmakların bıraktığı şekiller, bir güç ve sahipleniş ifadesiyle boynuma mühürlenmişti.
Yutkunup içime giydiğim fermuarlı kazağı boğazıma kadar çektim. Üzerimi düzelttiğimde sıkıntıyla ofladım. İçimi şüpheden korkuya yuvarlayan cümleyi istemsizce dilimden bıraktım.
"Umarım geç kalmamışızdır." dediğimde sola döndü ve patika yola saptı. Arabasını gördüğümde rahatça nefesimi bıraktım. Selçuk, kontağı kapatmadan arabadan indiğinde arabadan indim. Evin kapısı aralandı ve Mete, elindeki bavulu ile çıktı. Elimle Mete'yi gösterdim.
"Selçuk, tut."
Selçuk, hızla adımlarla Mete'yi tuttuğunda Mete, çırpınarak Selçuk'u ittirmeye çalıştı.
"Belana sövdürtme bana, bırak!" Mete'ye nazaran Selçuk, daha güçlü konumdaydı. Elindeki bavulu hızla aldığımda yere koydum ve ön göze baktım. Kimliğini fark ettiğimde hızla aldım ve Selçuk'a uzattım. Selçuk, Mete'yi evin içine ittirip kimliği aldı ve hızla koşmaya başladı. Bedenimi eve sokup kapıyı kapattım. Kilitleyip sırtımı yasladığımda Mete, sertleşmiş çehresiyle bana adımladı.
"Çekil!" diye kükredi, gözleri ateş saçıyordu. Kafamı iki yana salladım ve kollarımı açıp kendimi iyice kapıya bastırdım. Mete, kolumdan tutup sola doğru çekiştirdiğinde bedenimi kastım.
"Eyşan, çekil!" diye kükreyip iki elini de koluma koyup sola doğru savurdu. Elim ayakkabılığa çarparken hızımı alamayıp yere kapaklandım. Demir ayakkabılık sırtıma düştüğünde inledim. Ağrı, kürek kemiklerimden aşağı yayıldı. Sırtıma batan sızıyla dişlerimi sıktım.
"Amına koyayım böyle işin!"
Sırtımdaki demir yığını kalktığında bakışlarım Mete'ye çevrildi. Dudakları pişmanlık duygusuyla bükülmüş ve kaşları alnında büzülmüştü. Sırtımı sıyırdığında çenesini kastı ve gözlerini kapatıp açtı, oflayıp ayağa doğruldu. Elleri koltuk altıma yaslandı ve beni ayağa kaldırdı.
"Koltuğa geç."
Dediğini hiç ikiletmeden yapıp arkam dönük beklemeye başladım. Ne yaptığını merak ediyordum. Çünkü sürekli olarak patır kütür sesler geliyordu. Bir kırılma sesiyle titrediğimde adım sesleri bana doğru yaklaştı. Oturduğum yer arkaya doğru çöktüğünde oturduğunu anlamıştım.
"Montunu çıkart."
Sabırsız bir ses tonu vardı. Montumu çıkartıp önüme aldım. Kayıp yere düştüğünde umursamadım. Üzerimdeki kazağın eteği yukarıya doğru kaldırılırken belimi kastım ve dudaklarımı büzdüm.
Sinirle, "Kaçma." dediğinde dişlerimi sıkıp doğruldum. Yaramın nasıl ve ne şekil olduğunu bilmiyordum ama değdirdiği şey ile inleyerek sağ elimi koltuğun üstüne bastırdım. Vücudum titreyerek bir kez daha belimi kastım.
Mete, "Aptal, sana çekil dedim." diye bağırdığında dişlerimi sıktım. "Sensin aptal, ah!"
İnleyerek öne eğildiğimde gözlerimi kapattım. Sol elini çıplak tenimde hissettiğimde ayağa kalktı ve ayak bileklerimden çekti, yüz üstü uzanmamı sağladı. Yüzüm ona doğru döndüğünde yüzünü yüzüme eşitledi. Bakışlarım mor yanağına kaydığında yutkundum.
"Acı çekeceksin." dedi ve yüzünü benden çekip yarama ilaç sürmeye devam etti. Yüzümü koltuğa doğru çevirdiğimde bir kez daha inledim. Sessizce iç çekerken omuzlarım sarsılıyordu. Gözlerimden durmaksızın yaşlar akmaya başladığında acıyla hıçkırdım. Yaramdaki baskı durakladığında Mete'nin titrek bir nefes aldığını işittim, burnumu çektim. Yaramda titrek bir nefesi fark ettiğimde dişlerimi sıktım.
"Şu haline, halimize bak. Neden söz dinlemiyorsun?" dedi Mete, zor duyabileceğim sakin bir ses tonuyla. Bandaj yapıştırdığını hissettiğimde hapşırdım.
"Ah!"
Yaram sızladığında hafifçe öksürdüm. Her nefes alışımda sırtıma batıyordu. Ellerimi koltuğa yaslayıp yavaşça ayağa kalktım. Mete de önümde eğildiği yerden kalkıp yanındaki malzemeleri toplamaya başladı. Yavaş adımlarla mutfağa ilerleyip çaydanlığa su doldurmaya başladım.
"Kahve koyuyorum, konuşacağız." deyip musluğu kapattım. Ocağa döndüğümde dişlerimi sıktım. Ocağı yakıp üzerine çaydanlığı bıraktım ve rafa uzandım. Parmaklarım bardaklara uzandığı an sırtıma keskin bir acı girdi, nefes alamadım. Parmaklarımın ucundaki bardaklar gürültüyle tezgâha çarpıp bin bir parçaya ayrıldığında sırtım sıcak bir göğse yaslandı. Beni havaya kaldırıp geriye doğru çekti.
Mete, sitemle "Dur artık, yapma." dediğinde gözlerimi kapattım ve başımı arkaya yasladım. Kolları karnımın üzerinde biraz daha sıkılaştığında derince yutkundu. Vücudumuz gerginlikten dolayı titriyordu. Benim gözyaşım yanağıma akarken onun gözyaşı şakağıma süzülüyordu. Ne o yaraydı ne de ben.
İkimizde, yaralıydık.
Aynı yerden.
Ocağın altını kapattı ve beni sıcak göğsünden hiç ayırmadan koltuğa yürümeye başladı. Beni, sanki kırılacak, önemli bir vazo gibi kollarımın yanından narince sıktı. Sol kolunu omzuma atıp bedenimi yavaşça koltuğa itti. Sırtım koltukla buluştuğunda üzerimden kendini koltukla arama sıkıştırdı. Bakışlarımı gözlerinden hiç çekmezken o, bana bakmıyordu.
"Özür dilerim." diye fısıldadığımda gözlerini kapatıp kafasını iki yana salladı.
"Dileme." dedi ve gözlerini açıp bana baktı. Mavilerinin etrafı kızarmıştı. Elimi kaldırıp hafifçe yanağına götürmek istediğimde gözlerini kapattı.
"Acıyor mu?"
Kafasını onaylarcasına salladığında dişlerimi sıktım. Elimi yumruk yapıp indirdiğimde göğsüme yasladım. Bakışlarım kapattığı gözlerinden çekildiğinde yutkundum. Ona bile isteğe zarar vermiştim. Titrek bir nefes aldım. Büyük eli, göğsümün üzerine sakladığım eli aldığında yumruğumu çözdüm. Kendisi yavaşça yanağına yasladığında vücudumdan bir titreme döküldü.
"Mete, yapma." diye sitemle söylendiğimde bakışları bana çevrildi. Gözleri, gözlerimde gezindiğinde dudakları aralandı.
"Beni affettin mi Eyşan?" diye sorduğunda kafamı iki yana salladım. Bakışları düştüğünde "Ben sana hiç küsmedim ki?" dedim, hızla. Yutkunarak kalkmaya çalıştığında kafamı kaldırıp gözlerini yakaladım. Gözlerimde ne gördüyse yeniden kafasını geriye yasladı. Başımı omzuna yaslayıp ona aşağıdan bakmaya başladım.
"Ben sana hiç küsmedim, Mete. Benim küskünlüğüm kendimeydi." deyip yanağını okşadım ve elimi çekip bir öpücük kondurdum. Kendi içimde boğulmuştum. Ona duyduğum öfke, aslında kendi korkaklığıma duyduğum bir cezaydı. O her zaman oradaydı ama ben görememiştim. Vücudundan bir titreme geçtiğinde bir öpücük daha kondurdum.
"Seni kaybettiğim içindi kızgınlığım. Sana daha önceden sevdiğimi söylemediğim içindi yangınım. Evet, sana ilk başta gerçekten çok kızdım ama bana bir işaret bırakmanı isterdim." dediğimde bakışları beni buldu.
"Bıraktım." dediğinde sesi çatlamıştı. Gözlerindeki o hüzün, o günün yükünü taşıyordu.
Kaşlarımı istemsizce çattığımda Mete'nin gözleri kısıldı ve "Künyem." dedi.
Ne dediğini anlamamıştım. Hafifçe gülümseyerek elini yanağıma götürdü.
"Şehit olunduğunda künyenin biri tabuta çakılır, diğeri de aileye verilir. Evli olmadığımız için künyemin babama ya da Caner'e verilmesi gerekirdi ama ben yaşadığımı anla diye sana künyeyi Caner ile gönderdim."
Dudaklarım aralandığında baş parmağıyla çenemi ittirip dudaklarımın kapanmasına neden oldu. Titrekçe bıraktığı nefesi yüzümü yalayıp geçtiğinde gözlerimi kırpıştırdım. Doğruydu, hatta anne ve babamın künyesini ben, soyadım farklı diye alamamıştım. O zaman bunca şeyi boşuna çekmiştim. Dehşet bir şey söylemiş gibi ona bakmaya devam ettiğimde genizden gelen bir sesle kıkırdadı.
"Yani küçük hanım beni sürekli olarak yersizce dövdüğün için özrünü kabul ediyorum."
Onu dövmüştüm. Şakasız her gün ona zarar vermiştim. Dudaklarım titrediğinde bakışları dudaklarıma indi. Baş parmağıyla dudaklarıma bastırdı.
"Sakın, sakın ağlama. Yeterince ağladın, artık yeter." deyip parmağını çekip dudaklarıma bastırdı. Hızla öpücüğünü karşılayıp dudaklarımı araladığımda gözümden bir yaş süzüldü. Yanağımdaki elinde durakladığında dudaklarını ayırdı. Gözleri elindeki yaşta kaldığında kafasını iki yana salladı.
"Bu zamana kadar akıttığım gözyaşların için özür dilerim Eyşan. Sana yemin ediyorum ki bu saatten sonra bütün gözyaşların mutluluk için akacak." dedi, sesi hafifçe çatlamıştı. Bakışları kararlıydı ama içinde bir sızı gizleniyordu. Parmak uçlarını yanağımdan çekip avucuyla hafifçe dokundu.
Sözlerinin ağırlığı omuzlarıma çöküyordu. Göğsümde bir şeyler kırıldı, belki de o anda içimde yıllardır taşıdığım bir duvar yıkılıyordu. Gözlerimi sıkıca kapattım ama engel olamadım. Yanaklarım yeniden ıslandı. Bu sefer ağlayışım hüzünden değil, bir şeylerin nihayet yerine oturmasındandı.
Mete'nin elleri yeniden yüzüme döndü, bu defa daha sakin. "Ağlama... Kalbimi eziyorsun. Beni duyuyor musun, Eyşan?" diye sordu. Gözlerimin altını sildiğinde başımı yavaşça salladım. Onun bu sözleri, sadece bir vaat değildi. Yaralarımızı birlikte iyileştireceğimizin bir işaretiydi. Gözlerimi açıp ona baktığımda dudaklarımı bastırarak gülümsemeye çalıştım.
Gözleri gözlerimde dolandığında aralı dudaklarına bir nefes çekti ve bıraktı. Bırakırken 'ah' sözcüğünü yakalayabilmiştim. Kafasını iki yana sallarken gülümsedi. Gözleri yüzümün her bir noktasına dokunduğunda dudağımda ve çenemde oyalandı. Bir anlığına boynuma kaydığında gülümsemesi bir anda yok oldu. Elini sertçe boynumun altından çekti. Eli fermuara uzandı. Fermuarı sonuna kadar açtığında gözleri boynumdaki parmak izlerine sabitlendi. Nefesi aniden kesilmiş gibiydi.
Kaşları bir an yukarı kalktı, ardından hızla çatıldı. Dudakları aralandı ama hiçbir kelime çıkmadı. Ellerini geriye çekmek yerine, iz boyunca parmak uçlarını gezdirdi. Bu kadar hafif bir dokunuş bile bedenimi ürpertiyordu.
"Mete..." dedim ama sesim o kadar kısık ve ürkekti ki kendi kulağıma bile ulaşmadı.
Bir anda gözleri karardı. Dudakları sıkıca kapandı, çenesi kasıldı. Alnında damarlar belirginleşti, yüzündeki ifade bir gölge gibi değişti. Gözleri, adeta fırtına öncesi bir deniz gibi dalgalanıyordu. "Bu ne?" diye sordu, sesi derin ve soğuk bir hırıltıydı.
Gözlerim kaçamak bir şekilde yere kaydı. Sustum. Gözlerimin önünde geçmişin keskin bir filmi dönüyordu; Caner'in öfkesi, boğazımda bıraktığı acı ve nefes alamamanın verdiği korku... Her şey yeniden canlanmış gibiydi ama onun bilmediği bir şeyi anlatabilir miydim?
Mete'nin yumrukları istemsizce sıkıldı. Gözlerinde bir kıvılcım gibi beliren öfke yavaşça yayıldı, sanki tüm yüzüne yerleşiyordu. Biraz geriledi ama gözlerini benden ayırmadı. "Kim yaptı bunu, Eyşan?" dedi, sesi bu kez keskin bir emir gibiydi.
Derin bir nefes aldım. Yutkunurken boğazımdaki sızı yeniden hissedilir oldu. Dudaklarım titredi. "Mete, sakin ol. Lütfen..." dedim ama sözlerim onu yatıştırmak yerine daha da tetikledi. Yüzü kızarmıştı, kaşları o kadar şiddetle çatılmıştı ki alnında derin bir çizgi belirmişti. Dudaklarını öfkeyle sıktı.
"KİM YAPTI BUNU!"
Odada bir anda yankılanan sesiyle irkildim. Gözlerinin kızıl bir ateşle yandığını hissediyordum. Parmaklarını saçlarının arasına geçirdi, ardından sert bir hareketle geriye savurdu. Mete'nin öfkesi odayı boğacak kadar yoğunlaşmıştı. Parmakları titriyordu, gözlerindeki hiddet yalnızca kendisini değil, o an tüm dünyayı yakmaya hazır bir alev gibiydi.
Üzerimden kalkıp diğer koltuktaki ceketine eğildi. Belimi tutarak koltuktan kalkıp karşısına geçtim.
"Mete."
Mete, ağırca kafasını salladı ve gözlerini kısıp bana döndü. Sağ elini havaya kaldırdı ve tam boynuma gidecekken havada yumruk yaptı. Alt dudağını dişlemeye başladığında sol elini saçımın arkasına koydu ve sağ elini izlerin üzerine koydu. Parmaklarının o izlerle birleştiğini anladığımda gözlerini kıstı. Eli ağır çekimde uzaklaştığında gözleri sağa doğru kaydı. Göz kapakları titrekçe gözlerinin üzerine düştüğünde dudağından bir kan sızdı. Hızla elimi dudağına bıraktım.
"Mete, dudağın kanıyor!" diye bağırdığımda dişini çekip alt dudağını yalayıp ağzının içine yuvarladı. Çekiştirip bıraktığında dudağını sıktı. Arkasına eğilip ceketi üzerine giydi. Elimi göğsüne koyup korkuyla önüne geçtim.
"Nereye gidiyorsun?" diye sorduğumda elleri kollarımın yanını buldu.
"Kışlaya geçeceğim, Eyşan."
Kafamı hızla iki yana salladım. Çok sinirliydi ve onu halde asla bırakmazdım. Sinirliyken sonun ne olduğunu görmüştük ve bunun bir kez daha olmasına izin vermeyecektim. Beni, hafifçe kenara ittirdiğinde yeniden önüne geçtim ve yanaklarımı ellerinin arasına aldım.
"Mete."
Ellerini yanaklarıma koydu ve yüzüme eğildi.
"Yine ittireceğim, bırak." dedi, sinirle ve hafifçe kenara itekledi. Bütün her şeyin bir ağır çekime geçtiğini hissettim. Sanki o kapıdan çıktığı an her şey benim için sona erecekti. Kazandığımı sandığım her şey yeniden ellerimin arasından kaçıp gidecekti.
Bir kuşun kanadını yaktığımı hatırladım. O sinirle kendimi ateşe atışımı izledim. O ateşin ne kadar canımı kavurduğunu yeniden hissettim. Kendi ellerimle yaktığım kanatlarımın külleri, etrafa savrulmaya başladığında derin bir nefes aldım.
Ben, bunu istemiyordum.
Hızla arkamı dönüp Mete'nin önüne geçtim ve bu sefer beni ittirmesine izin vermeden parmak uçlarımda yükselip kollarımı boynuna sardım. Dudaklarımı dudaklarına bastırıp hızla zıpladım ve bacaklarımı belime doladım. Gözlerim açık bir şekilde Mete'ye bakarken gözlerini devirip ceketini çıkarttı ve ellerini kalçama yaslayıp kapıya yasladı. İnlediğimde geri çekilip koltuğa doğru ilerledi.
Mete, koltuğa devrildiğinde ellerimi kazağımın eteklerine götürüp çıkarttım. Kısa saçlarım elektriklenirken Mete, irileşmiş gözlerle gözlerime bakıyordu. Hafifçe dizlerine kayıp üzerindeki tişörtün eteklerini yukarıya doğru çekiştirdim. Mete, yanağının içini dişleyip elini ensesine attı ve bir çırpıda üzerinden çıkarttı. Bakışlarımı çıplak gövdesinde gezdirip parmaklarımı kaslarında gezdirdim.
Her bir kasın kıvrımını, her detayını sanki bir heykeltıraşın şaheserini keşfeder gibi sabırla hissediyordum. Teni, parmaklarımın gezdiği her yerde ürperiyor, dokunuşun bıraktığı izler sanki görünmez bir haritaya dönüşüyordu. Kasların sertliği ile tenin yumuşaklığı arasında bir tezat ama aynı zamanda mükemmel bir uyum vardı; her hareket, derinlerde saklı bir ateşi uyandırırken, parmaklarım bu ateşi körükleyen bir meltem gibi süzülüyordu. Zaman durmuştu, her an, her dokunuşum ebediyete yazılıyormuş gibi hissettiriyordu.
Parmaklarım altındaki pantolonun sınırlarında durakladığında gözlerimi Mete'nin gözlerine çevirdim. Bir okyanus gibi derin ve çekici, şehvetin izlerini taşıyordu. Gözlerinde bir fırtına vardı. Bir dalga gibi içimi sarıyordu, ardından hızla geri çekilip beni bir boşluğa bırakıyordu.
Her göz kırpışı, içimdeki tüm duyguları ateşle yoğuruyor, bir bakışıyla başkalaşıyorum, kalbim bir anlığına duruyor ve sonra yeniden çırpınmaya başlıyordu. Sanki yalnızca onun gözlerinde kaybolmak için yaratıldığımı hissediyordum.
"Yanlış sulardasın." diye boğukça söylendiğinde boğazımdaki koru yutkundum. Parmaklarımın altında kasılan tene tırnaklarımı hafifçe sürttüğümde gözlerini kıstı. "Boğulursun."
Aklıma düşen düşünceyle alt dudağımı dişledim. İçimdeki ateşle onu kavurabilirdim. O da bunun farkındaydı. Geri çekilmeye hiç niyetim yoktu. Dudaklarımı güçlükle büktüm. "O zaman bende bütün suyu ateşimle buharlaştırırım."
Gözlerimin bağlı olduğu gözlerdeki tüm sular çekildiğinde aslında boğulduğumu fark etmiştim. Yüzümün giderek ona yaklaştığını hissederken yutkunma sesini işittim. Sanki tüm algısı kaybolmuştu.
"Ateş olsan... Cürmün kadar yer yakarsın, Tarumar." dediğinde kasıklarımdaki sızı giderek güçlendi. Tırnaklarımı biraz daha bastırdığımda aralı dudaklarından yüzüme çarpan ılık nefesi hissettim. Sanki, yanmış ve küllerini dudaklarıma üflemişti. Bir savaş başlattım. Pantolonun sınırlarının altındaki dokuya avcumu bastırdım ve dudaklarımı bir kez daha büktüm. "Cürmüm ne kadar büyükmüş."
Bu onu açtığım savaşa iten son cümlem olmuştu. Kurumuş dudakları, dudaklarıma yaslandığında genzimden gelen cümle bir boğuklukla ağzının içinde kayboldu.
(+21) ARGO, CİNSEL VB. CÜMLELERDEN HOŞLANMIYORSANIZ KAÇIN GİDİN BURALARDAN!!!! İŞARET SONU GÖRÜŞÜRÜZ. (+21)
Mete'nin sol elini sırtımda hissederken ürpererek başımı sağa eğdim. Tenimdeki dokunuşlarının aksine sağ elinin parmakları, çeneme sürtülerek aşağıya doğru inmeye başladı. Göğüs boşluğumda durakladığında sol eliyle iki deneme ile sütyenimi açtı. Sağ eliyle sütyenimin önünden kavrayarak çekiştirdiğinde parmaklarımı teninden çektim. Sağa doğru fırlattığında sol eli göğsümün üzerine kondu. İnleyerek onun kasıklarına çekildiğimde mavileri artık laciverte dönmüştü.
Beni, yine gözlerinde parlayan bir yıldız yaptı.
Dudakları sağ göğsüme yapıştığında dişleriyle tepeciği dişledi ve bir anda beni koltuğa yatırdı. Sağ diziyle bacak arama baskı yaparken elimi ensesine götürüp daha çok göğsüme bastırdım. Bıraktığı nemli izler, her defasında onu daha çok çekmeme neden oluyordu.
Göğsümde bir soğukluk olduğunda dudaklarını dudaklarımda hissettim. Ensesindeki parmaklarımı sıkıp başımı sağa yatırdım. Dillerimiz birbiriyle savaş içindeydi ve bu savaşın galibiyeti yoktu. İkimizde mağlup olacaktık.
"Gözlerini aç." dediği an gözlerimi açıp ona baktım. Gözleri, gözlerimde dolaştıkça siyahlıkları daha da büyüyor ve beni etrafındaki hareden saklıyordu. Parmağı ağzımın içine girdiğinde dilimi üzerinde gezdirdim. Gözleri geriye kayacak gibi olduğunda dudaklarımın üzerine hızlı nefeslerini bıraktı.
"Buradan dönüş yok." diye zorla fısıldadığında ensesini okşayıp dudaklarımı kulaklarına yaklaştırdım. "Elinden geleni, ardına koyma." deyip ona baktığımda her an kayacak gözlerini kırpıştırdı. Dudaklarımdan öpüp, kaydırarak boğazıma indi. Bütün parmak izlerini silermişçesine yaladı ve göğsüme indi. Elleri boş durmuyor ve göğsümün altını sertçe sıkıyordu.
Dudaklarının dokunduğu her zerrem, soğuklukla başa çıkmak için bir yangın yerine döndü.
Dudakları karnımda gezindiğinde ellerini göğsüme yaslayıp bir kere sıktı ve bıraktı. Pantolonumun fermuarını açtı ve iç çamaşırımla birlikte çıkarıp yeniden üzerime geldi. Göğüslerimde oyalandığında gözlerim kaydı ve kapandı.
"Taptığım o gözleri aç." dediğinde bulanıklaşan gözlerimi ona sundum. Eli kadınlığımın üzerine konduğunda gözleri baygınlaştı. Aralı dudaklarından bir nefes bıraktığında elimi saçlarına geçirdim. Dudaklarını karnımdan kaydırıp kadınlığımın tepe noktasına değdi.
"Ah!"
Klitorisimi işleyip dudaklarının arasına sıkıştırdığında belimi yükselttim ve kalçalarımı ona ittim. Karnımda hissettiğim sızı artık kasıklarımın damarlarında dolaşıyordu. Sağ bacağımın altına kolunu yaslayıp omzuna aldı ve ellerini kalçama koyup sertçe beni dudaklarına çekti. Dudaklarımı kadınlığımı talan ederken gözleri, benim gözlerimde takıldı.
"Ben sana ne demiştim?"
Bana dedikleri zihnimin içinde dolanıyor ama dilim onları söyleyemeyecek kadar tutukluydu.
Nefesini kadınlığımın girişinde hissettiğimde bacaklarım titredi. Saçlarındaki elimle daha çok bacak arama bastırdım. Yüreğime kazınmış ismini dilimin ucuna gönderdim. İnleyerek "Mete." dediğimde kadınlığımdaki dudakları gülümsedi ve dilini vajinamdaki dudaklarının kenarlarında gezdirdi. Gözlerim geriye kayarken başımı geriye doğru yaslayıp kalçamı kaldırdım. Kalçama bir şaplak yediğimde başımı kaldırıp Mete'ye baktım. Baygınca gülümsediğimde parmaklarını kadınlığımda gezdirdi. Dudakları ve dili üst noktamla ilgilenirken parmakları içime girip çıkıyordu.
Kasıklarımdaki gerilim, derin bir arzuya dönüşüyor, her hareketinde bir kıvılcım gibi parlıyordu. Sanki içimdeki gizli yangının başlangıç noktasıydı; her adımda, her dokunuşta daha da büyüyen, kendini gizlemeyen bir şehvetin izleri vardı. Çıldırtıcı bir şekilde nefesini oraya bıraktığında çığlığıma engel olamadım. Zamanın durduğunu ve sadece bu anın gerçek olduğunu fark ettim.
"Mete, Mete, Mete..." diye ardı ardına inlediğimde bir anda dudaklarının ayrılması için kendimi geri çektim ama o buna izin vermeyerek parmaklarını daha hızlı bir şekilde sokup çıkartmaya başladı. Her kas grubum daha da fazlasını istiyordu. Parmaklarını değil, onu istiyordum.
Dili vajinamdan akan zevk suyunun tadına bakarken dudakları, kadınlığımın her bir noktasını kendine ait kılıyordu. Öpüyor, çekiştiriyor ve beni çıldırtıyordu. Boylu boyunca yaladığında baygın gözlerimi ona çevirdim. Gözleri, asla gözlerimden ayrılmıyor ve diliyle beni talan ediyordu. Sızlayan kasıklarımdan bir yaramaz sıvının ona doğru gittiğini hissettiğimde, gözleri titreyerek kapandı.
"Meteee." diye uzatarak söylediğimde gözleri beni buldu. Baygınca bakan gözlerde sihirli bir parlama olduğunda parmaklarını durdurdu. Başımı yukarıya kaldırdığımda birden içime soktu. İkimizde aynı anda inlediğimizde Mete, ellerini ve dudaklarını benden kurtardı ve pantolonunu açtı. Pantolonu, ayaklarının dibine düştüğünde hızla ayağa kalktım ve onu koltuğa çekip üzerine oturdum.
Islak kadınlığımın onun boxerından yükselmiş erkekliğinin üzerine yaslanırken Mete'nin boğazından güçlü bir inleme döküldü. Bozkurt, gerçekten kurttu. Gülümseyerek sızlayan dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Hızla beni kabul ettiğinde elimi göğsünden aşağıya doğru indirdim. Parmaklarım iç çamaşırının altından erkekliğine değdiğinde Mete, dudaklarımızı ayırıp gözlerime baktı.
"Dokunduğun her şeyi yaktığını..." deyip yutkundu ve boğuk sesi genzine kaçtı "Söylemiş miydim?"
Cevap olarak bakışlarımı gözlerinden bir yılan misali gövdesine çevirdim, parmaklarımın sızdığı alana baktım. Parmaklarım daha da ileriye giderken damarlı yapısı kasıklarıma birer bomba misali darbe yapmıştı. Büyüktü, bir nabız misali arada seğiriyor ve daha fazla dokunmamı istermişçesine kendini itiyordu. Avuçlarım parmaklarımın arasındaki teni kavradığında Mete'ye baktım.
Mete'nin gözleri geriye doğru kaydı ve bir kez daha boğazından bana bir inleme hediye etti. Ne kadar kıymetli biri olduğumu gösterdi. Benim için nasıl bu hâle geldiğini gösterdi. Avcumun içindeki tene parmaklarımı sardığımda yutkundum.
Parmaklarım, birleşmiyordu.
En tepesine baş parmağımı yasladığımda Mete'nin karnı içe doğru göçtü ve kasları daha da belirginleşti. "Ne yaptığını bilmiyorsan dokunma." diye üfleyerek söylendiğinde parmaklarımı en üstten altına doğru kavrayarak indirdim. Ortasında ayrılan uçlarım hem dudaklarımın aralanmasına hem de karnıma yumruk inmesine sebep olmuştu. Mete, inleyerek başını omzuma koyup dudaklarını bastırdı, dişledi, öptü.
"Bunu ne kadar hayal ettiğimi bir bilsen." dedi ve parmaklarımı kadınlığımın içine soktu. Başım geriye düştü. "Parmaklarımla seni talan etmek isterken senin beni Tarumar ediyor oluşun bana, en, büyük, ceza."
İnledim.
Nabzım karnımın hemen altımdaki noktada atmaya başladığında avcumdaki erkekliği sıktım. Mete, genzinden hırlayarak sol eliyle göğsümü sıktığında belimi kıvırdım. Acı yoktu, sadece zevk vardı. Yanağı yanağıma yaslandığında kulağıma sığ bir nefes verdi.
"Parmaklarımın içinde bulunduğu bu delik... elinin altındakiyle birleşecek ve sende bundan zevk alacaksın. Bedeninle benim için... Tarumar olacaksın. Öyle bir inleyeceksin ki... sen bile şaşıracaksın." dedi soluklarla ve parmaklarını içimden çıkartıp beni gövdesine yapıştırdı. Sol eli sırtıma yaslandı. Sağ eliyle göğsümü avuçlayıp öpmeye başladı. Avuçlarının arasındaki göğsümü sertçe çekiştiriyor, ucunu parmaklarının arasında sıkıp bırakıyordu.
Hiç farkında bulunmadığım bir anda kalçasını hafifçe yukarıya kaldırıp boxerını çıkarttı. Bakışlarım aramızda, karnına yükselen erkekliğine çevrildiğinde dudağımı yalayıp avuçlarımı erkekliğinin her bir noktasına sürttüm. Normalde utanan bir kadındım ama bu adam, benim algılarımı yıkmıştı.
Bakışlarımı Mete'ye çevirdiğimde ona en şehvetli bakışı attım. Baş parmağı kadınlığıma ulaştı ve sürttü. Dudaklarımdan bir inleme bıraktığımda dişlerinin arasından bir nefes çekti.
"Mete." diye inlediğimde parmağını kadınlığımdan çekmeden parmaklarını hızlandırdı. Diğer eliyle ensemdeki saçlarımı kavradı, sırtıma doğru çekiştirdi.
"Gözlerini aç amına koyayım." diye boğukça tısladı.
Ne ara kapandığını bilmediğim gözlerimi ona çevirdiğimde parmaklarını hızlandırdı. Gözlerim yeniden kapanmak üzereyken kalçalarımdan kavrayıp beni erkekliğine çekti. Benim ıslaklığım onun yangınına düştü. İkimizin de gözleri geriye doğru kaydı.
"Mete!"
Sesimdeki boğukluk benim ona bir kere daha sürtünmemi sağladığında yeniden adını söyledim. Zihnimi kaybetmiş gibiydim. İnleyerek yeniden sürtündüğümde kalçalarımı sıkıp yoğurdu ve kendini bana daha da bastırdı. Beklemediğim bir anda dudaklarıma yapışıp delicesine öpmeye başladı. Dillerimiz birbirine değiyor ve hırsla öpüşüyorduk.
Kalçalarımdan tutup beni koltuğa sırt üstü yatırdığında elleri tenimin her noktasında gözlerime bakarak dolaştı. Ellerimi göğüslerimin üzerine koyup okşadığımda elleri bileklerime dolanıp koltuğa bastırdı ve bacaklarımın içine bastırarak iyice aralamamı sağladı. Ellerimiz birbirine kenetlendiğinde karnımı sıktım. Erkekliğinin ucu kadınlığıma değdiğinde inleyerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
Kaşları yukarıya doğru kıvrıldığında dudaklarını birbirine bastırdı.
"Mete." diye inlediğimde erkekliğini biraz daha ittirdi. Gözlerimiz bir an olsun ayrılmazken gözümün önündeki uçuşan siyah noktaları görebiliyordum.
"Mete." Biraz daha kadınlığıma girdiğinde başı hafifçe geriye yaslandı. Zihnimde dolanan küfürleriyle sağ elini elimden kurtardı. Sol bacağımı omzunun üzerine çekti. Gözlerini gözlerimden ayırmadan erkekliğimi kadınlığımın her noktasında gezdirdi.
"Yavaş, ol... kurt." Bunu kendine söylüyor gibiydi.
Mete, alnında çıkmış damarla kendini sıkıyor gibi duruyordu. Erkekliğini yeniden kadınlığımın girişine yaslayıp biraz itti. Bakışları gözlerimde gezinirken alaycılığı gözlerimin kaymasına neden olmuştu.
"Tarumar, alamayacağın şeyin altına yatıyorsun." Cümlesiyle kasıklarımdaki sızı büyürken alt dudağımı dişledim.
Biraz daha kendini bana yasladığında kalçalarımı kaldırdım ve kendimi ona doğru ittirdim. Dudaklarımın arasından bir çığlık koptuğunda erkekliğinin hepsi olmasa da birazı girmişti. Mete'nin gözlerimdeki gözleri kaydığında inleyerek kalçalarımı tuttu.
"Offf! Delisin sen! Kasma kendini." dedi ve içimden çıkıp bir kez daha kendini bastırdı. Biraz daha onu aldığımda yeniden çığlık attım. Tamı tamına üç kere aynı işlemi yaptığında başını omuzlarıma koyup daha çok kendini bastırdı. Sağ bacağımı kalçasına bastırıp iyice çektim. Ellerimi ensesine bırakıp sırtını tırnakladım. Her girip çıkışında biraz daha içime alabildim. Kadınlığımın kaslarını sıktığımda Mete, omuzlarımdan yükselip bana baktı.
"Sıkma." dediğinde bir daha yaptım. Bayılacak gibi olduğunda bir kez daha aynısını yaptım. İçimden çıkıp sertçe yeniden gömüldü. Sağ elini kalçamdan çekip saçlarımın arkasına götürdü ve kucağına çekti. Deli gibi öpüşmeye başladığımızda nefeslerimiz bile birbirine karışıyordu. Kucağında yukarı aşağıya yaparken ellerini kalçalarıma koyup kasıklarını bana bastırdı. Dudaklarımı çekip kafamı geri attığımda kalçamdaki bir elini çekti ve yanağıma koyup kulağıma eğildi.
"Sana hiçbir zaman doyamayacağı-ah!"
Kasıklarımı sıktım ama bırakmadım. Mete, kalçalarımı yine kavrayarak içimde gelip giderken hızlanmaya başladı. Tenlerimizden çıkan utandırıcı sesler, her seferinde biraz daha gözlerimin kapanmasına neden oluyordu. Mete, beni yeniden koltuğa yatırdığında bacaklarımı omzuna yaslayıp ellerine kalçama attı.
"Gözlerini bir kez daha kapatırsan sana istediğini vermem!"
Gözlerimi açıp ona baktığımda gözleri kaydı ve bacaklarımı beline dolayıp üzerime eğildi. Dudakları zonklayan dudaklarımı talan ettiğinde parmakları kadınlığımın üst noktasını hızla okşamaya başladı. Bütün damarlarımdaki kan akışı hızlanmıştı. Dudaklarımdan bir inleme Mete'nin dudaklarına döküldü. Mete, dudaklarımdan ayrılıp kulak mememi dudaklarının arasına alıp emdi ve nefesini kulaklarıma verdi.
"Eyşan." diye boğukça inlediğinde dudaklarımın önündeki kulağına 'Mete.' diye fısıldadım. Kalçalarımı kavrayıp daha da hızlandığında çığlıklarımı artık kontrol edemiyordum. Onunda boğuk inlemeleri kulağıma dökülürken kadınlığımı kastım. Boğazından titrek inleme çıktığında daha sert gidip gelmeye başladı.
"Yandığım bedenle seni yeniden yakarım, demiştim." diye boğukça fısıldadığında kasıklarımdaki büyük bir damarım patladı. "O gün, bugün. Benimle yan!" Bir ateş tüm bedenimi sardığında tüm vücudum titremeye başladı. Mete, son kez çıkıp girdiğinde elleri kalçamı sıktı ve derinlerime bastırdı. Sarsılarak boşaldığında vücudu kasıldı. İçimde atan bir kalbin ritimleri tüm kadınlığımın içinde sürüklendi. Omuzları titredi ve içimden çıkmadan koltuktan kalktı.
Gözleri gözlerimde gezinirken yürümeye başladı. Merdivenlerin hemen solundaki kapıyı açıp içeriye girdi ve kapıyı kapattı. Sırtım soğuk bir fayansa yaslandığında sırtım yay misali gerildi. Mete'nin koyulaşmış gözleri, zonklayan dudaklarımda gezindi ve parmağı vajinamın üstüne kondu.
"Hâlâ içindeyim ve hâlâ beni istemeye devam ediyorsun." deyip ellerimi yukarıya fayansa yasladı. "Ellerin orada duracak." dedi ve dudaklarıma yapışıp ellerini ellerimden çekti. Kollarım havada kaldığında ellerime yaslanacak bir şey aradım. Kabinin çubuğuna tutunduğumda Mete, ellerini kalçama götürdü ve sert şekilde içimde gelip gitmeye başladı. Dudakları dudaklarımdan ayrıldı ve sağ göğsüme eğildi.
"Siktir."
İçimden akan sıvılar ona bulanırken içime dolan sıcaklığını yeniden hissettim. Duvarlarımda seğiren erkekliği hâlâ sımsıkıydı. Başını omuzlarıma yasladı ve dudaklarından verdiği nefesi göğüslerime bahşetti.
"Sikeyim, sana doyamıyorum. Yorulduğunu görebildiğim hâlde... arsız bir adam gibi daha fazlasını istiyorum." diye söylendi ve kollarımı omzuna yaslayıp bizi banyodan çıkarttı. Dizleri titreyerek yukarıya çıktığında gözlerimi kapattım ve karnımdaki sızının daha da şehvete dönüştüğünü hissettim. Tek doyumsuz olan o değildi.
Sırtım yumuşak bir yere yasladığında gözlerimi açıp Mete'ye baktım. Aralı kalmış dudaklarının arasından verdiği nefesler yüzüme bir lav misali akıyordu. Şişkin dudağının titrediğini hissettiğimde içimden çıktı ve beni yüz üstü yatırdı. Yanağım yatağa yaslanırken bir eli sırtıma diğer ise karnımın üzerine yaslanıp kalçamı havaya kaldırdı.
Parmakları yeniden vajinama kavuştuğunda kalçamdaki erkekliğini hissettim. Elimi uzatıp vajinamın girişine yasladığımda kulağımda dudaklarını hissettim.
"Demek ki doyumsuz olan... bir ben.. değilmişim." diye zorla fısıldadığında sırtımdaki eli boğazıma gitti. Yaşadığım tüm olumsuz şeylerin üzerini örttü. Göğsünü sırtıma yasladı ve ittirerek, sertçe içime girdi. Dudaklarımızdan gürültülü inlemeye dökülürken eli boğazımdan çekildi ve saçlarıma dolandı.
"Bu saçları neden kestin?"
Ruhum acı çeken bir adamın resmini bana gösterdiğinde yutkundum ve dudaklarımı güçlükle araladım.
"Senin için."
Boğazından çıkan hırlamayla daha çok üzerime bindi. Onun yokluğuna dayanamazdım ve onu artık bırakamazdım. Kasıklarımdaki sızıyla "Senin yokluğun ağırdı sevgilim. Ah!" diye çığlık attığımda elini saçlarımdan çekti ve ellerini kalçama koyup dudaklarını belimdeki gamzeye yasladı.
"Elimden gelse hiç bırakmazdım ama bundan sonra andım olsun ki, seni hiç bırakmayacağım."
Gözlerim karardı. Mete, sertçe çıkıp girmeye başladığında bir kez daha üzerimde eğildi.
"Varlığım üzerine yemin ederim, bu cehennemden... ikimize de çıkış yolu yok!" diye kükreyerek haykırdı ve bir kez daha boşaldığında, çığlık atarak kasıklarımdaki sıvının patladığına şahit oldum. İçimden akmaya başlayan bir sıvı erkekliğini kovarcasına içimden çıkarttığında titreyen bedenlerimiz birbirine sarıldı. Her uzvumuz bir zelzele misali titriyor ve sarsılmamıza engel olamıyorduk.
(+21 BİTTİ.)
DİVAMKE
Bedenim zelzele misali titrerken arada Mete'nin titremesini de hissedebiliyordum. Mete, üzerimde yükselip beni kollarının arasına aldı. Yüzünü yüzüme odakladı ve gözlerini gezdirdi. Evlenmek istediğini askeriyede, tam bu anda söylemişti. Onu kaybetme korkum, her şeyin üzerine gerildi. Sırtımdaki elleri sanki söktüğüm bir kanadın izini okşarmışçasına sürüklendiğinde yutkundum.
Bana söylediği şeyi hatırladım ve aynı şekilde ona baktım.
"Evlenirim seninle."
Bedenimin titremesi yavaş yavaş dinerken Mete'nin sıcak nefesi yüzümde dolandı. Bakışları, yüzümde gezindiği her yerde bir iz bırakıyormuş gibi ağır ve yoğundu. Gözleri benimkileri bulduğunda, içinde bir huzur ve aynı zamanda bir fırtına vardı.
"Ne dedin?" diye fısıldadı, sesi sanki sadece benim duyabileceğim bir tondaydı.
Nefesimi toparlamaya çalıştım ama dudaklarım hala o anın etkisiyle titriyordu. Ellerimi yüzüne uzattım, başparmaklarımı kaşlarının üzerinden geçirip yanaklarına indirdim.
"Evlenirim seninle," diye tekrarladım, bu kez daha kararlı bir sesle. Evlenirim seninle sevgilim. Senin için küle döndürdüğüm o bedeni yeniden yaratırım. Bu kez sen bile buna engel olamazsın. Gözlerimdeki bakışlarla bunu gerçekten istediğimi anlatmaya çalıştım.
Mete bir an olduğu yerde durdu, sanki söylediğim şeyi anlamlandırmaya çalışıyormuş gibiydi. Ardından yüzünde küçük ama giderek büyüyen bir gülümseme belirdi. Bu gülümseme, bir adamın savaş alanından galip çıkmış gibi hissettiği türden bir gülümsemeydi.
"Evlenirsin, öyle mi?" dedi, sesi yavaş ve tehlikeli bir tonda. Yüzünü biraz daha yaklaştırıp alnını alnıma yasladı. "Söz mü bu, Yüzbaşı Asena Eyşan Boduroğlu?"
"Evet," dedim, nefesim onun nefesiyle karışırken. "Söz."
Bir kahkaha attı ama bu kahkaha sanki içinde biriken tüm duyguların dışa vurumuydu. Ellerini yüzümün iki yanına koyup beni nazikçe öptü. Bu öpücük, öncekilerden farklıydı; içinde güven, bağlılık ve sevgi vardı.
-
BÖLÜM SONU
Ne bölümdü yav? Ağzımız bozuldudjhsdjh
Her neyse; bu bölümün analizini yapacak olur- istemiyorumdslkjdhl.
Şaka bir yana bu bölümden sonra artık yavaş yavaş diğer karakterlerimize de odaklanacağız bilginiz olsun. Yonca'mız hamile. Ana olacak, diyar olacak. Alırız bir hayırlı olsunuzu, oylarınızı. Eyşan, bu bölüm kendini açtı ama bakalım daha neler göreceğiz?
Koyduğum son noktada görüşmek dileğiyle.
Sultan Çakır
yirmi bir aralık iki bin yirmi dört
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.04k Okunma |
286 Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |