37. Bölüm

XXIV - RUHU YUTAN BOŞLUK

Sultan Çakır
sultanakr

Helüüü, yeni yılın ilk bölümü hayırlı olsun. E o halde aşağıda görüşürüz.

Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.

Oy ve yorumlarınızı lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar

Bölüm Şarkıları;

Remembrance, Balmorhea

Var Git Ölüm, Aytekin Ataş

The Winter, Balmorhea

Haykırdım Ben, Duman

Haykırdım Ben, Duman

 

 

 

 

🕊️

XXIV

Mete Mert Çakır, Ağzından

Bir insanın ruhu, nasıl paramparça olabilir?

Yavaşça ama çok derinden.

İçinizde bir şeyin sonu geldiğinde kalan tek şey, zamanla birleşen o boşluk olur. O boşluk, önce küçük bir çatlak gibi başlar. Bunu fark etmezsiniz. İçinizdeki kayıp, gözle görülmeyen bir sızı gibidir. Zaman geçtikçe o çatlak büyür. Bir saniye içinde, bir nefeste, o küçük boşluk bir uçuruma dönüşür.

Her şeyin anlamı kaybolur.

Bir adım atmak, her şeyin sanki daha da kaybolmasına neden olur. O an, her şeyin içinde bir eksiklik olduğunu hissedersiniz. Hiçbir şey tamamlanamaz. Gözlerinizdeki ışık sönmeye başlar. Dünyanın yükü bir anda üzerinize çöker. Ellerinizin, ayaklarınızın, tüm bedeninizin nasıl işlediğini anlamazsınız.

Çünkü artık bir parça eksiksinizdir.

Bir kaybın ardından hayata tutunmak, kırık dökük bir yapbozu tamamlamaya çalışmak gibidir; bir araya getirmeye çalışsanız da her parça, başka bir yere kayar, başka bir şekilde sapar.

Sonra, kalbinizdeki acı, her bir atışta derinleşir. Kayıp, acıyı yenmez. Onun yerine, acı her saniye büyür ve kalbinizi, zihninizi, ruhunuzu sarar. Hiçbir şeyin anlamı yoktur. Zaman, içindeki boşlukla birleşir. Bir an geçmişi hatırlarsınız, bir an geleceği ama hiçbirinde gerçekten var olamazsınız.

Hangi adımdan sonra kaybolduğunuzu, hangi kırılmada ruhunuzun yavaşça dağıldığını hatırlamazsınız ve o boşluk, bir kez girdiğinde, tüm varlığınızı kaplar. Artık geri dönemezsiniz. Zaman ilerler ama siz hâlâ o anın içinde sıkışıp kalmışsınızdır. Her şeyin bir sonu olduğu gibi, insanın da bir sonu vardır. Bir insan, sadece bedenen değil, ruhsal olarak da ölür.

O boşluk, ruhu yavaşça yutar.

İçimde bir şey kırıldı. Göğsümde, ciğerlerimde, beynimde. Sanki bir şey beni içten dışa doğru çökertmişti. Ayakta duruyor olmam, sadece bedenimin inatla bu dünyaya tutunmasından ibaretti ama ruhum?

Ruhum, o an çığlıklarla alev aldı.

Gözlerimi Çilingir'e diktim. Hayır. Bu gerçek olamazdı. Bu bir oyun olmalıydı. Yanlış bilgi, bir hata, bir rüya. Beynim hemen kendini korumaya aldı. "Bu olamaz," diye fısıldadım ama sesim ne bana ne başkasına ulaştı.

Barış'ın gözlerini gördüm. Kubilay'ın titreyen ellerini fark ettim. Selçuk gözlerini kapamış, bir dua mı ediyordu yoksa kabulleniyor muydu, bilmiyorum. Çilingir hâlâ donmuş haldeydi. Hepimiz o an, insan olmayı bırakmıştık.

Bir adım attım. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Ayaklarım mı hareket ediyordu yoksa dünya mı altımdan çekiliyordu?

Bora. Tabur. Bora. Eyşan. Bora!

Yutkundum ama nefes alamıyordum. Göğsüme bir taş oturmuştu. Ellerimi saçlarıma götürdüm, sıkıca kavradım, sanki başımı parçalarsam acı da dağılır sanıyordum.

Dağılmadı.

"Hayır," dedim kendi kendime, sesim bir fısıltıya döndü. Gözlerim odanın bir köşesine mıhlandı. Zafir'in cansız bedenine baktım. Onu öldürememenin öfkesi şimdi yerini başka bir suçluluğa bırakıyordu.

Ellerim titriyordu. Nefes almayı unutmuştum. Yere dizlerimin üzerine çöktüm. Artık hiçbir şeyin bir anlamı yoktu. Zafer kazandığımızı sandığımız bu odada, biz her şeyi kaybetmiştik.

Bora. Tabur. Bora. Eyşan. Bora!

Ruhum?

Onu o patlamaya yolladım.

Şırnak'ın alevleri, içimde kalan her bir parçamı yaktı. Yalnızca kül kaldı geriye ve külleri, rüzgârla savruldu. Burada, bu odanın ortasında, zamansız bir mezar taşına dönüştü.

"Güvercin Timi komutanı Asena Eyşan Boduroğlu'nun; bir sonraki emre kadar vatanı savunma görevinden ihraç edilmesine, bu süre boyunca askeriyenin dışına çıkmamasına..."

Ellerim kulaklarımdaki sesleri susturmak için kulağıma kapandı. Elim sertçe kulaklarımdan çekildiğinde zihnimde bir silah sesi patladı. Avcumun arasından alınan tetiğin soğukluğu parmaklarımın ucunda kaldı. Kolum boşluğa savrulamadan birine yaslandı.

"Öldürün beni."

Dudaklarımdan çıkan fısıltı boşluğa savruldu.

Ölüm neydi?

Şehadet aşkıyla ölüp tutuşan bir asker için ölüm, neydi?

Şehadete karışmış bir aşkın ölümünün adı, peki ona ne denirdi?

"Mete abi!"

Gözlerimin önündeki beden, Kubilay... Neden ağlıyordu?

"Mete abi gidelim! Abi gidelim! Abi!"

Onun gözlerinden akan yaşlar, neden benim yanağıma akıyordu?

"Abi gidelim, abi, abi, YONCA! ABİ GİDELİM!"

Kubilay, niye bana bağırıyordu?

Bileğimde bir şeyin paramparça olduğunu hissettim. Gözlerim yere doğru dökülen boncukların üzerinde kalırken Bozkurt, bileğimdeki ipten toprak zemine kaydı.

"Abi gidelim."

Kubilay'ı duymamazlıktan gelip boncuklarımı toplamaya başladım. Gözümün önüne puslar dağılıyor ve boncukları görmemi engelliyordu. Bir elin bana yardım ettiğini gördüm. Avuçlarımdaki boncukları kendi eline alıp Bozkurt'u elime bıraktığında kim olduğuna baktım.

Eyşan.

Gülümseyen dudaklarıyla, ışıldayan gözleriyle bana bakıyordu. Yanağıma akan soğuk bir yaşla gülümsediğimde, kahkaha atarak elini yanağıma bastırdı. Kollarını açıp bana sarıldığında yüzümü boynuna gömdüm.

Eyşan'ın kollarında, bir kez daha kaybolduğumu hissettim. Yasemin kokusunun kaybolduğu an, ruhumun bir daha hiç bulunamayacağı o boşluğa düştüğü andı. Bir nevi her şey kayboldu ve ben, kaybolan her şeyin gerisindeydim.

Sadece boşluk olarak kaldım.

Boşluğumun içindeki sessizliğe kimseyi çağıramadım.

12 Mart 2022 / 10:30

Yazar, Ağzından

Dağılmışlardı.

Tabiri caizse yaşayan bir ölüye dönmüşlerdi.

Selçuk, arabayı sürüyordu. Kemikli parmakları direksiyonu o kadar sıkıyordu ki bir an için yüzük parmağındaki yüzüğün, acıyla tenine gömüldüğünü hissetti. Sol elini hafifçe gevşetti ama sağ eli hâlâ sıkılığını koruyordu. Yanında duran Çilingir, boş gözlerle yola bakıyordu. Gittiklerinde orada ne yapacağını düşür gibi bir hali vardı.

Arka koltukta dağ gibi dikilen ama içten kırılmış Barış oturuyordu. Sağ omzunda Mete'nin başı, sol omzunda ise Kubilay'ın başı vardı. İkisi de gözleri kapalı ruhlarına gömülmüşlerdi. Barış, isteksiz bir şekilde kalbine odaklanmayı istedi. Hâlâ kalbi atıyordu, bu ona Alev'in hâlâ yaşadığını hissettiriyordu.

Titrekçe bir nefes aldı ve Mete'ye baktı.

Neredeyse kafasına sıkacaktı.

Çilingir eğer yetişmeseydi.

Kubilay'a baktı. Mete'nin yüzü boynundayken ikisi de birbirlerine sarılarak bayılmışlardı. Sanki kalpleri durmuştu.

Düşüncelerini yutkunmak istedi ama bir kor, boğazında asılı kaldı. Titrek bakışları tam iki koltuğun arasından yola odaklandı. 'Bu yol biter mi?' diye sordu içinden kendine. Neredeyse gözlerini kırpmadan yolu izledi. Çilingir, başını sağa doğru çevirdi. Yüreğini sıkan kardeşleri için dudaklarını araladı.

"Ölüm ardıma düşüp de yorulma
Var git ölüm bir zaman da yine gel
Akibet alırsın komazsın beni
Var git ölüm bir zaman da yine gel

Akibet alırsın komazsın beni
Var git ölüm bir zaman da yine gel

Çıkıp boz kırlara ulaşamadım
Yalan dünya sana çıkışamadım
Eşimle dostumla buluşamadım
Var git ölüm bir zaman da yine gel

Eşimle dostumla buluşamadım
Var git ölüm bir zaman da yine gel

Yine buldum beni senden kaçarken
Var git ölüm bir zaman da yine gel"

Dudaklarından dua misali fısıldanan cümleler, sanki arşa yükseldi ve bir toz bulutuna karıştı. Yol akıp geçerken Şırnak tabelası acı bir şekilde gözlerinin önünden geçip gitti. Yüreğinin sıkıştığını hissetti ve sol omzunun üzerinden arka koltuğa baktı. Barış'ın yolu izleyen gözlerini gördü ve Mete ile Kubilay'a baktı. Nefes alışverişlerini görmese öldüklerini düşünecekti.

Yaşayan bir ölülerdi aslında.

Selçuk, önünde biriken araçların yanından hızla direksiyonu kırdı ve korna basarak öndeki duran Jandarma'ya kodlu bir selektör çaktı. Jandarmalar hızla koşarak uzaktan gelen araç için bariyerleri açtı ve Selçuk, arabayı jet hızıyla bariyerlerin arasından geçirdi. Arkalarından kapanan bariyerlerin gürültüsü Şırnak'tan yükselen itfaiye seslerini bastıramıyordu.

Şırnak'ın Özel Tim Taburu yanıyordu. Yukarıya doğru yükselen dumanlar havaya karışıyor ve gündüzü büyük bir turuncu bulutla bürüyordu.

Selçuk, gökyüzünü saran turuncu alevlere baktı. "Çilingir, arayıp kışlanın önünü sor." dedi, buz gibi bir ses tonuyla. Sanki, ateşleri söndürmek istermişçesine.

Çilingir, ruhuna akan dumanlara rağmen telefonunu çıkarttı ve kulağına yasladı. Aramanın cevaplandığını fark ettiğinde "Yollar açık mı? Kışlanın önüne nasıl geçeceğiz?" diye sorguladı.

Karşı taraf, "Bizi içeriye almıyorlar ama sizin için yolları açtırırım. Plakanız ne?" diye söylendi. Çilingir hızla Selçuk'a baktı.

"Plaka ne?"

"73 MMÇ 35"

Çilingir yutkunamadı. "Kodluyorum; 73 Mete Mert Çakır 35"

Karşı taraf, "Tamam plakayı anons ettiriyorum." dedikten sonra arama sonlandı. Çilingir, telefonun ekranını kapatıp cebine koyduğunda turuncu alevlerin daha da yükseldiğini gördü. Arabanın biraz daha oraya yaklaşması nefes alamamasına sebep olmuştu. Bakışları yeniden arkaya çevrildiğinde Barış'ın dolu gözlerini gördü. Sanki bir yaş gördükleri ateşi söndürmek istermişçesine yanaklarına süzüldü.

Çilingir, Barış'ın hiç ağladığını görmemişti, bu zamana kadar.

Boğazındaki düğümle önüne döndü ve alevlere baktı.

'Allah'ım sen büyüksün.' diye içinden geçirdi. 'Kardeşlerimi gözümün önünde öldürme.'

Selçuk, uzakta beliren Jandarma ve askerlere korna basmaya başladığında uzaklardaki bariyerler birer birer kaldırılmaya başlandı. Selçuk, direksiyonu ustalıkla çevirdi, paralel dizilmiş bariyerlerden arabayı geçirirken dişlerini sıktı. Alevlere bakmamaya gayret ediyordu aksi taktirde direksiyonu çeviremeyecek hâle gelecekti.

Kardeşleri o askeriyede kalmıştı.

Onun verdiği akıl yüzünden kız kardeşi, askeriyeye kapatılmıştı.

Araba kışlanın uzak bir noktasında ani frenle durduğunda Barış, istemsizce omuzlarındaki adamlarla öne yalpaladı. Çilingir, bunun olacağını bileceği için önceden Selçuk'un oturduğu koltuğa kolunu yaslamıştı. Barış, öne uçmaktan kurtulurken alnı Çilingir'in koluna yaslandı. Ağırca doğrulduğu sıra Mete'nin birden omuzlarından kalkıp arabadan fırladığını gördü.

"METE!"

Selçuk ve Çilingir, hızla arabadan inip kışlaya doğru koşan Mete'nin arkasından depar attılar. Mete, onu engellemeye çalışan itfaiye görevlilerini ittirerek geçmeye çalışırken Çilingir ve Selçuk, hızla kollarına asıldı ve geri çekti.

"EYŞAN!"

Mete'nin dudaklarından dökülen haykırış, sanki alevleri daha da yükseltti göğün semalarına. Mete, gözlerinden akan yaşla Çilingir ve Selçuk'tan kurtulmak için çırpındı.

"EYŞAN! EYŞAN! BIRAK! EYŞAN!"

Boğazı yırtılırcasına bağırmaya başladığında Kubilay, arabanın içinde sıçrayarak uyandı ve hızla arabadan fırlayıp kışlaya doğru koşmaya başladı. Barış, peşinden koşarak onu da yakaladı ve geri çekmeye çalıştı.

"YONCA!"

Barış, ağlayarak Kubilay'ı tutmaya çalışırken kollarını Kubilay'ın bedenine sardı ve kendini yere doğru attı. Bacaklarını Kubilay'ın çırpınan bedenine sarmaladığında hıçkırarak yanan kışlaya bakıyordu.

"EYŞAN!"

"BARIŞ BIRAK!"

Mete ile Kubilay'ın çığlıkları bir adımın atılmasına neden oldu. O adım koştu, koştu ve Mete'yi tutan bedenlerin önünde dikildi. O bedenin arkasında dikilen bedenler ile birlikte Mete'nin çırpınışları kesildi. Dili tutuldu, bir şey diyemedi. Çilingir'in ve Selçuk'un elleri Mete'nin kollarından düşerken Mete, dizlerinin üzerine yıkıldı.

"Allah'ım." diye üfleme misali fısıldadı, Mete.

"Allah'ım." dedi ardından.

"ALLAH'IM!" diye haykırdı. Havada kalmış kolları karşısında duran bedenin bacaklarına sarıldı. Mete'nin koca bedeni o ayakların üzerinde küçüldü. Dudaklarından dökülen her hıçkırık bir haykırış ile şehre yayıldı. Ayakta duran beden ne olduğunu şaşırdı. Bakışları ayaklarına sarılarak haykıran adamın kambur sırtında kaldı.

Selçuk, sırtını yasladığı ağaçta, gözlerinden akan yaşla Mete'ye bakıyordu. Selçuk, 'Keşke.' dedi. 'Keşke eşim yaşasaydı, bende böyle sarılsaydım.' diyerek kafasını ağaca yasladı.

Eyşan, ayaklarına sarılmış Mete'ye rağmen yere çömeldi ve Mete'nin yüzünü ellerinin arasına almaya çalıştı.

"Allah'ım."

Eyşan, titreyen adamın yanaklarını ellerini arasına aldığında Mete, başını Eyşan'ın ayaklarına yasladı. Eyşan, yüzünü Mete'nin yüzüne yaklaştırıp gözyaşlarına dudaklarını bastırdığında Mete'nin gözleri bir an olsun kapanmadı. Sanki kapatsa ellerinin arasından kayıp gidecekti.

"Yaşıyorum Mete, bak, buradayım."

Mete, kenetlenmiş kollarını güçlükle Eyşan'ın ayak bileklerinden çekti ve Eyşan'ın yüzünü ellerinin arasına aldı. Gözleri yüzünün her bir milini dolaşırken kendi yanaklarına akan yaşları hissetti. Yaşadığını hissetti, nefes aldığını hissetti, Eyşan'ın dokunuşlarını hissetti.

"E...Eyşan." sesi titreyerek fısıldadığında titrek bir nefes çekti. Alnını Eyşan'ın alnına yasladığında gözleri kapandı. Eli Eyşan'ın kalbine yaslandı. Kalbinin attığını fark ettiğinde alınlarını ayırdı ve yeniden ellerini Eyşan'ın yüzüne bıraktı. Aralı dudaklarından dökülen titrek nefeslerle dudakları, kadının yüzünde sürüklenerek dolaştı. Eyşan, gözlerini sıkıca yumduğunda Mete'nin gözyaşları yanağını ıslatmaya başlamıştı.

Mete, sessiz bir şekilde ağlamaya devam derken burnunu Eyşan'ın boynuna yasladı. Derin bir nefes aldığında Eyşan'ın yanaklarındaki elleri düştü ve kollarının yanından geçerek sırtına yaslandı. Kollarının arasındaki kadını kemiklerinin içine sokacakmışçasına sardı. Eyşan'ın boynuna yaslı Mete, her nefes alışında daha da sarmaladı Eyşan'ı.

"Eyşan, öldüm ben Eyşan. Öldüm ben, ben öldüm Eyşan. Ben senin aşkından öldüm kızım! Ben öldüm Eyşan." deyip hıçkırdığında Eyşan, gözlerinden akan yaşlarla gözlerini kapattı ve sıkışmış kollarını Mete'nin kolları arasından çekmeye çalıştı. Mete, titreyerek kollarının baskısını azalttığında Eyşan, kollarını Mete'nin boynuna sızdırıp sarılışına karşılık verdi.

Mete, nefes alırcasına Eyşan'ın boynundaki kokuyu çekti.

"Yalvarırım benden önce ölme. Yalvarırım sana Eyşan. Ne olur benden önce ölme! Kulun, köpeğin olayım benden önce ölme!"

Mete, bir saniyeliğine burnunu Eyşan'ın boynundan çektiğinde ayak uçlarında duran ayakkabıyı gördü. Bakışları ağırca yukarıya çevrilirken acıyla yüzünü buruşturarak dudaklarını araladı.

"Gel gör beni aşk neyledi." diye fısıldadığında Hümeyra Çakır, gözündeki yaşlarla oğlunu izledi. Hümeyra Çakır'ın arkasında beliren Alparslan Çakır, kolunu karısının omzuna yaslayıp yüzünü göğsüne yasladı. Mete, gözlerini kapatıp hıçkırarak Eyşan'a daha çok sarıldı ve yeniden dirilmek için burnunu, Eyşan'ın boynuna sakladı.

10 Mart 2022 / 00:30 - Cehennem Çukuru

Yazar, Ağzından

Cehennem çukurun tam ortasında büyük bir masa vardı.

Hümeyra Çakır, masanın başında oturuyor, gözleri masanın üzerindeki haritalara ve belgelere kayıyordu. Alparslan Çakır, kararlı bir şekilde yanında duran Askeri Harita üzerine odaklanmıştı.

Sağ tarafta, Eyşan, Osman, Deniz, Alperen, Mücahit, Caner, Lara, Kartal ve Alev dikkatlice haritaları inceliyor; solda ise Tuğgeneral Fikret Yıldırım, Hava Kuvvetleri Albay Kerem Yüceer, İstihbarat Başkanı Hakan Koral ve İstihbarat Başkanı Yardımcısı Barkın Koral birbiriyle sessizce konuşuyor, olayların gidişatını değerlendirmeye çalışıyordu.

Masada büyük bir Türkiye haritası vardı, üzerinde dikkatle çizilmiş çeşitli bölgelerin ve yerleşimlerin işaretleriyle doluydu. Haritada en çok dikkat çeken ise Miran Zafir'in kaçış güzergahlarıydı. Zafir'in, son birkaç hafta içinde önemli birkaç noktayı geçerek güvenli bölgelere yöneldiği biliniyordu, ancak bunun ardında büyük bir gizem yatıyordu. Herkes Zafir'in bir adım önde olduğundan emindi.

Hümeyra ve Alparslan Çakır'ın gözleri, harita üzerinde nokta nokta işaretlenmiş şehirlerde gezinirken, bir süre kimse konuşmadı. Alparslan nihayet sessizliği bozarak, odanın dikkatini çekti.

"Bugün Yüzbaşı Mete Mert Çakır; Bora, Selçuk, Barış ve Kubilay'ı alarak, kendi aralarında bir strateji planı yapmak için toplandı.

Barkın, masaya dirseklerini yaslayıp Alpaslan Çakır'a baktı.

"Bora?"

Alparslan Çakır, sağ kolunun dirseğini kolçağa yaslayıp Barkın Koral'a baktı.

"Kıdemli Üsteğmen Bora Yalaz Arınlı, namı değer Çilingir. Bora, Mete ve Caner'in üniversite arkadaşıydı. Tıpkı Selçuk Turalı gibi bir suikast birimine atandı. Bir zaman sonra Mete için kuracağımız time, özel izinler alarak Bora'yı dahil ettim. Bora Yalaz Arınlı, kendi kimliğini kaybederek Çilingir olarak time yerleşti."

"Ta ki ben geri dönene kadar."

Hümeyra Çakır'ın sesi Alparslan Çakır'ın sesinden bir tık daha gür çıkmıştı. Alparslan Çakır, ciddi bir şekilde eşini izlerken yüreğindeki hasret hiç geçmiyordu. Gözünün önünden bir dakika ayırmak istemiyordu. Ayaklarının önüne kapanıp sonsuza kadar gitmesin istiyordu.

"Beş kişi, bir operasyonu başarılı bir şekilde tamamlayabilir mi?" diye sorguladı Eyşan ve kaşlarını çatarak Alparslan albaya baktı. "Güvercin Timi'ni unuttular mı?"

Alparslan Çakır, yanağının içini ısırarak Eyşan'ın yüzüne baktı. Oğlu bir, kızı ikiydi. İkisi de öfkeli bakışlarını hep üzerinde tutuyordu. Farkında olmadan elini yumruk yaptı. Birbirlerine ne kadar da benzemeye başlamışlardı. Derin bir nefes aldı ve burnundan bırakırken bakışlarını yanında oturan Hümeyra'sına çevirdi.

Hümeyra, dudaklarındaki tebessüm ile Eyşan'a bakıyordu. Karşısındaki sanki Yağmur'du. Yağmur'un kızı, fırtına yüklü bir asker olmuştu. 'Aferin sana bizim kız.' demek istedi ama ortamın kasvetiyle dudaklarındaki tebessüm eridi ve kocasına baktı.

"Eyşan yüzbaşı haklı Alparslan. Miran Zafir, güçlü bir terörist. Alaya alınacak birisi değil. Üstelik, biz onun kucağına bir kadın bıraktık. Karnındaki terörist adayıyla." dediğinde Barkın Koral elini kaldırıp söz almak istedi.

"Sınırlarda bulunan üsleri patlatıldı. Dışarıya püskürmesi gerekirken daha da harlanıp içeriye girdi. Mete ve diğerleri bunu atlatabilecek kadar teçhizata sahipler mi?" diye sorguladığında Eyşan, kaşlarını çattı.

"Yanlış kişiye imza attırdın Barkın. Asıl imza attırman kişi Mete'ydi." dediğinde Barkın, kaşlarını çattı ve işaret parmağını Eyşan'a doğru uzattı.

"Benimle düzgün konuş. Rojin öldükten sonra Miran'ın aradığını söylediğinde Mete'nin halini kendin gördün. Onun öfkesini bir tek o durdururdu."

Eyşan, elinin altındaki haritayı farkında olmadan avuçlarının içine toparlayıp sıktı.

"Askeriyenin ortasında, kışlanın önünde kurşun yiyen sen miydin Barkın!" diye söylendiğinde ses tonu oldukça yüksek çıkmıştı. "Caner'in vurulduğunu, benim vurulduğumu ne çabuk unuttun?"

"Yeter!"

Tuğgeneral Fikret Yıldırım, hızla müdahale ederek Eyşan'ın arkasına yaslanmasına neden oldu. Eyşan, sanki o an Fikret Yıldırım seslenmese Barkın'ın üzerine atlayacaktı. Sakin kalmaya çalışarak dudaklarını dişledi ve Fikret Yıldırım'a baktı.

Fikret Yıldırım; "Sayın İstihbarat Başkan Yardımcısı Barkın Koral ve Yüzbaşı Asena Eyşan Boduroğlu; nerede olduğunuzu ve kimlerin karşısında oturduğunuzu unutmayın. Gergin bir masadayız ama şu an için tek odak noktamız Miran Zafir olmalıdır." dedi ve yanında oturan Alparslan albaya baktı.

"Ellerinde, avuçlarında hâlâ daha çözemediğimiz ve aklımızın ermediği cihazlar var Alparslan. Bak, bu şekilde devam etmez, gelin bölünelim. Güvercin Timi'ni Rize'ye gönderelim. Yoksa bu çocuklar bizim yaşadıklarımızı yaşayacaklar." dediği an Hümeyra Çakır, Alparslan'a baktı.

"Alparslan, tarih yine tekerrür edecek, hep etti. Asırlardan beri kanla ıslanmış topraklarda yürüyoruz. İçimizde beslediğimiz hainleri hatırla. Züğürt'e ne yaptıklarını hatırla. O leş kargaları birer teröristti. Bizi, içimize girip kendi silahımızla vurdular. Ethem, Yağmur, Asiye, Selçuk'un ve Çilingir'in babası bu yolda şehit oldular." diye söylenirken bir an için yutkundu ve Alparslan'a doğru başını eğdi.

"Ferhat albay o planı yapmasaydı bende şu an şehitlikte olacaktım. Her verilen karar ardında bir iz bırakır." dedi ve yanmış elinin üzerini gösterdi.

"Bu yanık izi, vatanımın bana vermiş olduğu en büyük rütbe, nefes rütbem." dedi ve yutkunarak arkasına yaslandı. Ellerini masanın altında birleştirdi ve gözlerini Tuğgeneral Fikret Yıldırım'a çevirdi.

"Sayın Tuğgeneralim, yaptığım araştırmalar sonucu ellerindeki mühimmatların listesine ulaşabildim." dedi ve masanın altındaki ellerini ayırıp sağ elini havaya kaldırdı, şıklattı. Takım elbiseli Hümeyra Çakır'ın koruması elindeki kâğıdı Hümeyra'nın önüne bıraktı. Hümeyra, kaşlarını yukarıya kaldırdı ve derin bir nefes alıp eski ifadesiz yüzüne geri döndü.

"Roketatarlar (RPG-29 ve benzeri), MANPADS yani Taşınabilir Hava Savunma Sistemleri, AK-12, Tavor TAR-21, Glock 19, Sig Sauer P226, Dragunov SVD, C-4 ve TNT, el yapımı patlayıcılar, şifreli iletişim cihazları, termal kameralı ve silahlı dronlar, GPS bloklama cihazları. Bütün bunların hepsinden daha kötü bir nokta var. İkincil tetikleyiciler."

Tuğgeneral kaşlarını çattı.

"İkincil tetikleyiciler?" diye sorguladığında Osman, hızla lafa atıldı.

"Yani Tuğgeneralim, ben şu an cebimdeki telefonu bu masanın üzerine bırakıp Rize'ye gitmiş olsam uzaktan bir bağlantı sayesinde hepinizi havaya uçururum."

Osman'ın kurduğu cümle, masanın ortasında bir bomba misali patladı.

Hümeyra, eliyle Osman'ı gösterip kafasını salladı. "Patlayıcı yalnızca belli bir dış uyaran olduğunda çalışır, gps konumu da buna dahildir. Çok güzel bir örneklemeydi Osman." dediğinde Osman, yutkundu ve bakışlarını Hümeyra Çakır'dan kaçırdı.

Eyşan, ellerini masanın üzerinde birleştirip Hümeyra Çakır'a baktı.

"O zaman askeriyeyi boşaltıyoruz. En azından Meteler geri dönene kadar." dediğinde Hümeyra Çakır, gözlerini kısarak gülümsedi ve elini Eyşan'ın elinin üzerine yasladı.

"Meteler geri dönene kadar."

Alparslan albay, dudakları aralı bir şekilde Hümeyra'ya baktı ve ellerini iki yana açtı.

"Yahu koskoca taburu ben bir günde nereye taşıyayım?"

"Bizde kalın."

Masadaki bütün gözler Albay Kerem Yüceer'e çevrildi.

"Asena ve Alev'in dostluğu gibi bizde birbirimizi koruyalım."

Alev, gülümseyerek Eyşan'a baktığında Eyşan, çenesini dikleştirerek yarım gülüş attı.

Tuğgeneral Fikret, yorgunluk akan gözlerini bir an için kırpıştırdı ve ayağa kalktı. Masadaki herkes ayağa kalkıp hazır ola geçtiğinde bakışlarını Kerem albaya çevirdi.

"Misafirperverliğiniz gökyüzü kadar genişmiş Kerem albayım." dediğinde Kerem albay derin bir nefes aldı ve kafasını salladı. Tuğgeneral hızla Alparslan Çakır'a döndü.

"Şırnak Özel Tim Taburu, an itibariyle Şırnak Hava Kuvvetleri 16. Filoya taşınmıştır. Yazdırıp imzalarsın Alparslan, vallahi çok uykum geldi. Yaşlandım artık, bu gençler gibi dayanamıyorum."

Masadan kıkırdama sesleri yükseldiğinde Fikret Yıldırım hızla kıkırdayan Güvercin Timi'ne baktı.

"Guguklamayın, yolarım tüylerinizi!"

11 Mart 2022 / Özel Tim Taburu Önü, Şırnak

Yazar, Ağzından

Tarihler boyu insanlar neden göç etmiştir?

Kıtlık, doğal afetler, alan genişletme çabası ve en önemlisi, savaş.

Güvenli bir yer bulmak için göç edilir.

Hayatta kalmak için.

Askeriyenin önü ilk defa bu kadar kalabalıktı. Görevlendirilen askerler, nizami bir şekilde yürüyen Teğmenlerin yanı başlarında eşlik ediyordu. Ailesini uğurlayan Yonca, yanındaki Alev ile arabaya bindiklerinde Alev, Yonca'ya baktı.

"Bu şekilde olmasını kimse istemezdi Yonca ama maalesef ki erken ayrılmak durumunda kaldılar. Onları riske atamazdık."

Alev'in cümlesinden sonra ikisi de sessiz kaldı ve 16. Filo'ya doğru gittiler. Eyşan'ın adımları askeriyenin koridorlarında yankılanırken ilk defa ondan kaçan kimse yoktu. Bir anlığına dönüp arkasına baktı ve gülümsedi. Sanki kapının ardından, hiç beklemediği bir anda Mete çıkacaktı. Kafasını iki yana salladı ve elindeki kutuyla askeriyeden çıktı.

Başlarına neler gelebileceğini kestiremiyordu.

Önlem şarttı.

Göç, şarttı.

Albay Kerem Yüceer, misafirlerini kapıda karşılıyordu. Gözleri bir anlığına gökyüzüne tırmandığında dudaklarını aralayacak o kuşları gördü.

Kazlar.

Kazlar, V şeklinde uçarak göç ederler. En önde sürekli biri olur ama yorulduğunda başka biri öne geçer. Birbirlerinin yerini sürekli olarak değiştirirler. İçlerinden birisi düştüğünde sürüden birisi daha ayrılır ve düşmüş olanın yanına gider. Orada bekler ve iyileşene kadar yanında kalır.

Kazlardan ikisi eksikti.

"Yer gök göç ediyor ama geride birini bırakarak." diye fısıldadığında kaşlarını çattı ve bakışlarını yere indirdi. Derin bir nefes alıp bıraktı. Kötü bir şeyin yaklaştığını hissetti.

"Hayır olsun inşallah."

Şırnak Özel Tim Taburu askerleri, gün sonunda Hava Kuvvetleri 16. Filoya transfer edilmişti. Dışarıda, uçuş pistinin hemen yanında oturan Eyşan, yorgunca derin bir nefes aldı ve başındaki bordo bereyi çıkartıp omuzlarındaki apoletin altına sıkıştırdı. Adım sesleri sağ yanından yükselirken tek kaşını kaldırarak gelen kişiye baktı.

Alev'i üzerindeki tulumuyla gördüğünde istemsizce gülümsedi ve bakışlarını kaçırdı. Alev, Eyşan'ın yanına oturduğunda omzunu Eyşan'a sürttü. Eyşan, gözlerini boş pistte gezdirdi.

"Bakıyorum da üniformanı değiştirmişsin." diye söylendiğinde Alev, burnunu kırıştırdı.

"Geceliklerimi giydim."

Eyşan ve Alev birbirlerine bakarak kıkırdadığında birkaç saniye sonra ikisinin de gülüşleri soldu. Bir şey demeden birbirlerinin gözlerine baktılar. Susarak çok konuştular. Birbirlerinin gözlerindeki düşünceleri izlediler. Gözlerini ilk kaçıran Alev oldu. Yutkundu ve bakışlarını kararmış geceye çevirdi.

Sessizlik onların yeni yuvası oldu.

12 Mart 2022 / 08:00 - Kıyamet

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

Bir insanın gözünden dökülen yaş ile dudaklarında görülen gülümseme farklı şeylerdir. Bazen bir damla mutluluk için dökülse de hüzünlü bir anda birleşip akar gözden. Sevgiyle bakan bir çift hareye gün gelir, kayıp acısı sarar. Allah insana taşıyamayacağı yük vermez demişler ama o gün, o yük, omuzlarımı kıracak kadar ağırdı.

Ben dün, omuzlarımda bir taburu taşıdım.

O kadar ağırdı ki, omzuma taktığım berem bile onun yanında hafif kalmıştı. Bir yara, ruhumu delip geçiyordu.

Ben; üniformama, milletime, devletime, ülkeme, toprağıma aşık bir askerdim. Üzerime giydiğim üniformam yeri gelip kefenim olsa bile asla taşımaktan rahatsız olmazdım. Bu, sadece bir giysi değil, bir onur simgesiydi. Her dikişi, bana hayatı hatırlatan bir öğretiydi; her düğmesi, vazgeçmeyeceğim bir yemin gibiydi. Atmazdım, çırpmazdım, zarar vermezdim. Korur, kollardım.

Çünkü bir asker silahını değil, insanlığını taşırdı omuzlarında.

"Eyşan, gel hadi, herkes dışarıda bizi bekliyor." diyen Alev ile birlikte oturduğum sandalyeden kalkıp peşine takıldım. Metelerden hâlâ bir haber yoktu ve onlara ayrıldığımızın bilgisi verilmemişti. Operasyonda en ufak bir bilgi bile onları güçsüzleştirebilirdi.

Dışarıya çıktığımızda Yonca, oturduğu yerden kalkmadan bize baktığında Alparslan albay, elinde tuttuğu çayı bana doğru uzattı. Gülümseyerek aldığımda ayaklarımın altı sert bir şekilde sarsıldı.

Yer kırıldı, gök çığlık attı.

Parmaklarımın arasındaki bardak birden düştüğünde yankısı tüm dağları titretti. Bütün çevremdeki her şey sanki bir anlığına dondu, bir devinim kayboldu. O an ne düşündüğümü bilemedim. Düşüncelerim karma karışıktı, bir felaketin habercisi gibi ama tam olarak ne olduğunu anlamak için çok geç kalmıştım.

Yonca'nın bakışları üzerimde ama onun yüzünde de bir şeyler değişmişti. Yavaşça, ancak net bir şekilde, o gözlerdeki korkuyu fark ettim. Her şeyin başladığını hissettim. Korku, gizliden gizliye içimi sarmaya başlamıştı fakat başka bir duygu da vardı; mücadele etmeye olan güçlü arzu, bu tüyler ürpertici anı daha da derinleştiren bir şeydi.

Alparslan albaya baktım.

Bakışları gökyüzüne çevrilmişti.

"Patlattılar."

Bedenim benden habersiz arkama döndürüldüğünde cehennemi gördüm.

Evim, yanıyordu.

Gökyüzüne sanki kahkahalarımız, öfkelerimiz, hayatlarımız yükseliyordu.

Önümdeki binadan dışarıya çıkan kalabalık bir anda etrafımızı sarıp baktığımız yere baktıklarında başım döndü.

"Allah'ım, sen yardım et!"

Ya oradan o askerleri çıkartmasaydık?

Kendimi bir anda çaresiz, donmuş gibi hissettim. Ayaklarım tutmadı, tam dizlerimin üzerine çökecekken biri girdi koluma. Azrail'i görmüş suratımı o kişiye çevirdim.

Âşık olduğum adamın annesi.

Gözleri dolu dolu bana bakıyordu. Kafasını iki yana salladı ve "Dik dur." dedi. Yutkunup kırılan dizlerimi düzelttiğimde ayaklarımın altı yanıyordu. Karşımda evim, bir alev girdabında eriyip gidiyordu ve ben sadece dik duruyordum.

Elimden başka hiçbir şey gelmiyordu.

"Kendinize gelin." diyen Alparslan albayın sesiyle titreyerek Hümeyra teyzenin kolundan çıktım. Bakışlarım Alparslan albaya çevrildiğinde gözleri hâlâ oradaydı.

"Yolları kapattırın. Kimse oraya yaklaşmasın." dediğinde yanında duran Barkın hızla telefonuna sarıldı.

"Alparslan, oraya gidelim." Hümeyra teyzenin sesiyle gözlerimi kapatıp açtım. Açtığımda cehennemin tam ortasındaydım. Zihnim, kulağımı sağır eden siren sesleri arasında dönüp duruyordu. Yolu tıkayan itfaiye araçları, Jandarmalar, askerler herkes koşturuyordu.

Evimi söndürmeye çalışıyordu.

Yüreğimde adını koyamadığım bir sızı vardı. Elimi kalbimin üzerine yasladığımda sırtıma bir el yükseldi. Kalbim atmıyordu, kor ateşlerle kavranmıştı. Sırtımı sıvazlayan el, sanki her şeyin geçeceğini zihnime kazımak için hareketlerine devam ediyordu.

Güvercin'in yuvası dağılmıştı.

"EYŞAN!"

Bir ses duydum gibi oldu. Sanki zihnimin hemen gerisinden geliyordu. Öyle bir sesti ki kalbimin kırılma sesini işittim. Avucumun yaslandığı yer damarlarından koptu. Sırtımdaki elin çekilmesiyle zihnimin algıları açıldı. Hemen solumda duran büyük itfaiye aracının yanından yürümeye başladım. Tam köşede durduğumda onu gördü gözlerim.

Mete'yi.

Çilingir ve Selçuk, kollarına girmiş ve onun alevlere gitmesini engellemeye çalışıyorlardı.

"EYŞAN! EYŞAN! BIRAK! EYŞAN!"

Kulaklarımda çınlayan haykırışları avucumun içini döven kalbimin hızla atmasına neden oldu.

"YONCA!"

Kubilay'ın haykırışı yanımda bir bedenin var olmasına neden oldu. Barış ile yere devrildiklerinde sağımda bir beden daha var oldu.

"EYŞAN!"

"BARIŞ, BIRAK!"

Adım attım.

Adımlarım çoğalarak koşuşa döndü. Mete'nin önüne geçip durduğumda dünya bizim için artık bir nebze durmuştu. Kızarmış gözleri, kurumuş aralı dudakları, donmuş yüzü ile tam karşımdaydı. Onu tutan kollar bedeninden sıyrıldığında, kocaman bedeniyle dizlerinin üzerine çöktü.

Hiçbir şey diyemedim.

Kurumuş dudakları kıpırdadı bir şeyler dedi ama duymadım. Yüzündeki acı ifadeyi hiçbir zaman unutamayacaktım. Yüz hatları, acının derinliğini taşıyor ama aynı zamanda bir korkuyu da içeriyordu. Sanki, her şeyin geri dönülemez bir şekilde kaybolduğunu fark etmişti. Acı öyle derindi ki, nefes almak bile ona zor geliyordu. Bir yudum su gibi, tüm gücü ve hayatı kaybolmuş gibiydi. O an, hüsranın ve pişmanlığın en belirgin hali, yüzüne yansımıştı.

Mete, öldüğümü düşünmüştü. O patlamada öldüğümü sanmıştı.

"Allah'ım!" diye bağırdı ve bir anda kollarını baldırlarıma sarıp yüzünü ayaklarımdaki postala bastırdı. Başımdan ayak uçlarıma kadar titrediğim an, dudaklarından çıkan haykırış beni kendime getirdi.

Kollarına rağmen hafifçe çöktüm ve ellerimi kulaklarına bastırıp hafifçe kendime döndürmeye çalıştım. Titreyen bedeni bir nebze olsun gevşediğinde yüzünü çevirip ellerimin arasına aldım.

Başı, postallarıma yaslandığında gözleri gözlerime mıhlandı. Siz hiç mavinin solduğunu gördünüz mü?

Ben gördüm.

Her şeyin içinde bir renk vardı ama o renk, bir an için solmuştu. O gözlerde gördüğüm, kaybolan bir umudun, solan bir hayalin izleriydi. Sanki, gözlerinin derinliklerinde hiç görülmemiş bir solgunluk vardı, sadece ben fark edebildim. O an, dünyadaki her şeyin rengini kaybettiğini düşündüm.

Açık gözlerinden yanaklarına düşen gözyaşını öptüm.

Benim öldüğümü sanan adamın, benim için akıttığı gözyaşını öptüm.

"Yaşıyorum Mete, bak, buradayım." diye fısıldadığımda göz bebekleri irileşti. Mavinin solgun kısımları bir anda canlanmaya başladı. Kollarını sardığı bacaklarımdan çektiğinde dizlerimin üzerine yaslandım. Titreyen, soğuk elleri yanaklarıma kapandığında içim titredi. Gözleri yüzümde gezindiği her noktadan bir can aldı. Mavisine can katmaya çalıştı.

"E...Eyşan."

Ah benim sevgilim.

Alnını alnıma yasladığında eli kırılmış kalbime yaslandı. Gözlerimi kapattım ve orayı iyileştirmesine izin verdim. Kalbim öyle bir yumrukladı ki avcunu, bir anda çekildi ve dudakları yüzüme kondu.

Yanaklarım, gözlerim, kirpiklerim, burnum, dudaklarım, şakaklarım, alnım onun öpücükleriyle doldu. Yüzüm ikimizin de gözyaşlarıyla bulanırken hem sildi hem öptü. Parmakları titriyordu ama bu titreme ne hüzünden ne de soğuktandı. Bu, kaybetme korkusunun ve çaresizliğin titreyişiydi.

Soğuk burnunu boynuma sakladığında nefesi tenime işledi, tüylerim diken diken oldu. Derin bir nefes aldı. Öyle bir nefesti ki sanki ciğerlerindeki tüm ağırlığı bırakıyor, her şeyi unutmak istiyordu. Onunla birlikte nefes aldığımda kalbim daha da hızlandı. Yanaklarımdaki eli düştü ve bedenimin etrafına dolayıp sertçe sıktı. O kadar sert sıkıyordu ki bir an kemiklerimin kırılacağını düşünmüştüm.

"Eyşan," dedi, sesi boğuk, titrek ama bir o kadar da derin. "Öldüm ben Eyşan. Öldüm ben, ben öldüm Eyşan." Nefesi titriyor, sesi çatlıyor, kelimeler birbirine karışıyordu.

"Ben senin aşkından öldüm kızım! Ben öldüm Eyşan!"

Benim evimin yangını, karşımdaki adamı öldürmüştü.

Göz kapaklarım gözlerimin önüne devrildi. Yanaklarım ıslandı. Kollarımı biraz yanlara doğru açtığımda hızla bedenini gevşetti. Aralı bedenlerimizin ardından hızla boynuna sarıldım.

Kollarımdaki titremeyi hissettim. Ellerini, bedenimi bırakmamacasına sıkarak titriyor, sarsılıyordu. Yüzünü boynuma daha derin bastırdı, nefesi sıcaktan soğuğa dönüyor, bir ağıt gibi boynumun derinliğine işliyordu.

"Yalvarırım benden önce ölme. Yalvarırım sana Eyşan. Ne olur benden önce ölme! Kulun, köpeğin olayım benden önce ölme!"

Mete'nin sesi titriyordu, sanki içindeki en derin korku, en büyük çaresizlik dışa vuruyordu. Yaşamakla ölmek arasında kalmış bir ruhun sessiz haykırışıydı. Her kelime bir çığlık gibi yankılandı. İçim kan ağlıyordu. Mete'nin dudaklarından hıçkırıkla dökülen her sözcük bir iğne gibi vücuduma batıyordu.

"Gel gör beni aşk neyledi."

Cümle alem gördü sevgilim.

Bir kadın öldü diye bir adamın, nasıl ölebileceğini izlediler.

Biz nasıl toparlanacaktık?

Bakışlarım uzaktaki sarılı kalan Alev ile Barış'a çevrildiğinde birlikte ayağa kalktıklarını gördüm. Yonca ile Kubilay'a baktığımda ise Selçuk'un onlara destek olarak kalkması için yardım ettiklerini izledim.

Bizi, bizi kim kaldıracaktı?

Kollarımı Mete'nin boynundan hafifçe bıraktığımda geri çekilmeye çalıştım ama bırakmadı.

"Mete, kalkmamız gerek," diye fısıldadım, sesim titrek ama kararlıydı. Yüzünü boynumdan çekmedi, nefesinin sıcaklığı hâlâ tenimdeydi. Başını hafifçe iki yana salladı, inatla.

"Hayır," dedi neredeyse duyulmayacak bir sesle, boğuk ve kırılgan. Sanki kalkmak, onu bir parça daha eksiltecekmiş gibi sıkıca sarıldı bana.

Bakışlarımı onun üzerinden kaldırıp Çilingir'e çevirdim. Elleri tereddütle havadaydı, bizi yerden kaldırmaya kararlı bir adım atmıştı ama tam o anda Mete'nin sesi, öfkeden ve çaresizlikten çatlayan bir çığlık gibi yankılandı.

"Uzanan eli kırarım!"

Çilingir'in eli havada donup kaldı. Gözlerinde beliren şaşkınlık, ardından yerini anlaşılmaz bir hüzne bıraktı. Yutkundu ve ellerini ağır bir hareketle geri çekti. Elimle ona durmasını işaret ettim. Derin bir nefes aldım, ciğerlerim o kadar sıkışmıştı ki aldığım nefes bile yetmiyordu.

Ömrümüzün sonuna kadar böyle mi duracaktık?

Zaman burada dursun, kimse bizi bulamasın isterdim ama diğer yandan, görev, hayat ve gerçeklik omuzlarıma ağırlıkla çöküyordu.

"Mete." dedim, sesim kararlılığımı yansıtsa da içinde ince bir yalvarış tınısı vardı.

Boynumdaki gözyaşlarını hissettim. Soğuktu ama içime sıcak bir hüzün yayıyordu. Sırtıma yaslanmış olan avuçları, belime doğru kaydı. Ne olduğunu anlayamadan, beni bir anda kendisiyle birlikte yerden kaldırdı. Şaşkınlıkla ne yapacağını anlamaya çalışırken sesi sert ve kararlı bir fısıltıyla kulağıma çalındı.

"Bacaklarını belime dola."

Kelimelerin anlamını kavrayamadan ellerini kalçama yasladı ve beni biraz daha yukarı kaldırdı. Yüzüm kızardı, tüm utangaçlığımla başımı boynuna yasladım. Ellerimle omuzlarına tutunurken bacaklarımı tereddütle beline doladım. O anda elleri yeniden belime tırmandı, kollarını sımsıkı etrafıma doladı ve beni bir koruma kalkanı gibi sardı.

Bir anlığına yüzümü boynundan kaldırıp omuzlarının arkasına baktım. Selçuk, her şeye rağmen bana bakarak burukça gülümsediğinde kafasını iki yana salladı. Elini havaya kaldırdı ve deli işareti yaptı.

"Nereye gideceğimizi sor."

Boynumdan yüzünü çekmeden sorduğu soruyla tebessüm ettim ve Çilingir'e baktım.

"Nereye gideceğiz?"

Çilingir, gözlerini kapatıp açtı ve derin bir iç çekip Mete'nin yüzüne eğildi.

"Düşerseniz kaldırmam." dedi sert ama altında saklanan şefkatle karışık bir tonda. Ardından ellerini Mete'nin koluna koyarak ona yol göstermeye başladı.

Mete, Çilingir'in yönlendirmesiyle birkaç adım attı ama her adımında hâlâ beni sımsıkı tutuyordu. Kolları beni bırakmaya niyetli değildi; sanki düşmekten değil, kopmaktan korkuyordu. Arkamızdan duyulan kahkahaları duydum ama bakamadım. Her şeye rağmen yaşama tutunmak zorundaydık ama bu, Mete için geçerli değildi. Gözyaşları hâlâ boynumdan ruhuma sızıyordu.

Çilingir, bizi Mete ile arabanın yanına getirdiğinde aralı kapısını tuttu. Bir an için Mete, bacaklarıma dokundu. Bacaklarımı bıraktığımda hâlâ beni sıkıca tutuyordu.

"Bu şekilde binemeyiz Mete, kendine gel." diye fısıldadığımda burnu boynumdan ayrıldı ve bana baktı. Kızarıklığı ve titreyen bakışları, içinde ne kadar büyük bir fırtına koptuğunu anlatıyordu. Göğsümde bir yumru gibi hissettim bu acıyı. Ellerimi nazikçe yanaklarına götürdüm, başparmaklarımı göz kenarlarında dolaştırarak sesimi yumuşattım.

"Sevgilim ben buradayım. Lütfen, arabaya binelim tekrar kucağına geleceğim."

Gözleri titredi ama o rağmen eli elime uzandı. Elimi sıkıca tutup hızla arabaya bindi ve beni çekiştirdi. Gözlerimiz gözlerimizden kopmadan arabaya bindiğimizde belime uzandı ve beni yan bir şekilde kucağına aldı. Sol kolu omuzlarıma yaslıyken Çilingir, arabanın kapısını kapattı. Sağ elini yanağıma yasladığında tebessüm ederek Mete'yi izlemeye başladım.

Gözleri yüzümün her köşesinde geziniyordu, adeta beni her bir detayımda ezberliyordu. Gözbebeklerinin titrek hareketleri, içinde bir fırtına kopuyormuş gibi hissettiriyordu. Eğer biri bana, "Bir adam bir kadını nasıl sever?" diye sorsaydı, tek bir cevap veremezdim ama Mete'yi gösterirdim.

Elimi yavaşça kaldırdım ve yanağına koydum. Dokunuşumla göz kapakları titredi, ardından ağır ağır kapandı. Yanağını nazikçe avucuma sürttüğünde içinde bir kırılganlık, bir teslimiyet vardı. Bu an, dünyada hiçbir şeyin bu kadar gerçek olamayacağını düşündürüyordu.

"Sevgilim," dedim usulca, sesim titrese de kelimelerim güçlüydü. Bu kelimenin ağırlığıyla gözlerini açtı. O tuzlu maviler, derin ve yakıcı bir şekilde ruhuma aktı. İçimde bir sıcaklık, bir hayat hissi kabarıp taşıyordu.

"Hayattayım ben, yaşıyorum." diye fısıldadım, bu sözlerin yalnızca ona değil, kendime de bir hatırlatma olduğunu bilerek.

Başparmağı, gözlerimin hemen yanında durdu. Bir anlık bir tereddütle bekledi ve sonra ürkekçe kirpiklerime dokundu. O kadar nazikti ki gözlerimi kapattım, o anın huzurunu içime çektim. Elmacık kemiklerime baş parmağını yasladı. Gözlerimi açıp dişlerimi göstererek gülümsediğimde gözlerinden süzülen duygu, sessiz bir şükran gibi yüzüme yansıdı. Başparmağını yanaklarımdan dudaklarıma doğru yavaşça kaydırdı ve dudaklarımın üzerine yerleştirdi.

"Ömrüm ömrüne feda olsun," dedi, sesi kısık ama kararlıydı. "Benden önce ölme."

Bu sözler, nefesimi kesti. Zaman bir anlığına durmuş gibi hissettirdi. Onun için her şeyin anlamı bendim ve benim için onun varlığı bir yaşam sebebiydi.

"Ömrüm seninle olsun. Allah ne seni ne de beni senin yokluğunla sınamasın." dediğimde dudağının bir kenarı titrekçe yukarıya çevrildi.

"Sana ölürüm." dedi, sesi hem sarsılmaz bir kararlılıkla hem de bir yakarışla doluydu.

Gülümsedim.

"Benim için yaşa."

😣

Mete Mert Çakır, Ağzından

Öldü sandım.

Öldüğünü düşündüm.

Aklımı kaybettim.

Aklım, başımdan uçtu gitti.

Oysa ki parmaklarımın ucunda yaşamın ritmi atıyordu. Gözlerim, onun yüzündeki her kırışı, her izlenimi bir bir inceledi. Yavaşça, sanki bir kaybı onarmaya çalışıyormuş gibi, parmaklarım alnındaki her çizgiyi takip etti. Her dokunuşumda, ona olan hislerim bir kez daha yoğunlaşıyor, acıyla karışan bir sevdanın derinliklerine çekiliyordum.

Öldü sandım lan.

Öldü sandım.

Akıl, o an bir anlık kayboluş gibi zihnimden süzüldü. Gözlerim bulanık, içimdeki her şey duraksamıştı. Kalbim bir araya gelmeye çalışan milyonlarca parçadan biriydi. Bir anlık bir kayıp, bir sonsuz boşluk gibi ne hissettiğimi ne düşündüğümü bilemedim. Ama o dokunuşla, sanki hayat bir kez daha bana ait oldu.

Karşımdaydı.

Canlı bir şekilde karşımdaydı.

Benim yatağımın tam ortasında, kollarımın arasında, bana gülümseyen yüzüyle hemen kalbimin karşısındaydı. Gözlerim yüzünün her bir noktasına yeniden, dikkatle gezindiğinde dilimi dişlerimin arkasında gezdirdim. Gözlerim doymuyordu. Doyamıyordum. Ben, bu kadına bakmaya doyamıyordum.

Öldü diye sıyırdığım aklım yerine geldi ama kollarımın arasından bırakasım gelmedi.

"Senin bizimkileri burada toplandığın gün Alparslan albay hepimizi toplayıp toplantı yaptı. Uzaktan belki askeriyeyi patlatabilirler diye askeriyeyi boşaltma kararı aldık. Tahminimiz doğru çıktı."

Kaşlarım çatıldığında susması için yüzünü göğsüme bastırdım. Hoş, sussun istemezdim ama bunları söyleyerek konuşmasını da istemiyordum.

"Lütfen Eyşan, o... bahsetmeyelim." dediğimde dudakları kalbime dokundu. Parmaklarım saçlarının arasına sızdı. Her bir teli, içimdeki nefes oldu. Saçlarının her bir teline kurban olduğum kadınım; ömrün, ömrümle geçsin.

"Mete, hapşıracağım. Burnum sümük dolu, tişörtün kirlenecek." dediğinde gözlerimi kapatıp daha çok kendime yasladım.

"Senden gelen her şey başım gözüm üstüne. Tişörtlerim senin peçeten olsun."

Kıkırdayan sesi kulaklarıma ulaştığında yüzümde aptal bir sırıtma oluştu. Yaşıyordum ama neredeyse ölecektim. Hatta belki de öldüm ve yeniden dirildim.

"Ya Mete!" diye bağırdığında hafifçe başımı yataktan kaldırdım ve biraz göğsümü çekip gözlerime bakmasını sağladım.

"Efendim?" diye sakince sorguladığımda gözlerini kırpıştırdı. Gözlerim, onun topraklarının derinliğine batmışken, içimdeki fırtına da giderek büyüyordu. "Bakma şöyle bana," dediği an, onun bu halini içimdeki bir yerlerde tutmaya çalıştım. Gözlerimi kırpıştırdım, bir an için kelimeler geç kaldı. Bir tür boşlukta kalmış gibiydim.

"Nasıl bakıyor muşum?" diye sordum, sesim hafifçe titreyerek. O anda, eli burnuma dokundu ve içimdeki her şey daha da hassaslaştı. Alt dudağım, kontrolsüzce titreyecek gibi oldu ama kendimi zor tutarak dudaklarımı sıktım.

"Her an ağlayacak gibi."

Derin bir iç çektim.

Korktum çünkü. Aklım durdu, delirdim. Öldün sandım, kafayı yedim. Nasıl elime aldım silahımı bilemedim. İşaret parmağım o tetiğe basacaktı Eyşan. O tetik basılacaktı. Sensiz bir hayat, sürdüremeyeceğim kadar kalitesiz olurdu. Ölmek istedim, kimse kafama sıkmadı. Ben kendimi öldürmek istedim ama kimse bana izin vermedi.

Eyşan, ona nasıl baktıysam hafifçe yüzünü yüzüme eşitleyip yanaklarımı ellerimin arasına aldı. Dudağıma bir öpücük bıraktığında kalbim titredi. Beni bu kadar saran, içinde kaybolduğum duygulara dayanmak zordu ama bir şekilde ondan gelen her dokunuşla yerle bir olan dünya, yeniden var olmamı sağlıyordu.

"Ömrüm." diye fısıldadığında dudaklarımı yaladım, tadı damağımda kaldı. İçimde bir huzur vardı; bir şeyler tamamlanmış gibiydi.

"Ömrüm, sana feda olsun. Sen hep yanımda kal."

Sözcükler dudaklarımdan dökülürken, o an ne kadar gerçekti. Onunla her şey tamamlanıyordu. Dudaklarımı alnına bastırıp geri çekildim, kalbim hala titriyordu. Bir süre sessizlikle sarıldık. Sonra, gözlerini kırpıştırıp bana baktığında, gözlerinde bir parıltı vardı.

"Mete."

Toprakları, canlı ve sıcak bir şekilde parlıyordu.

"Canım." dedim.

Canım, bir tanem, kar tanem, yasemin kokulum, amberim, yolum, yordamım, yastığım, yoldaşım, yıldızım, toprağım.

"Allah aşkına bir kahve yap da içelim be." diye söylendiğinde derin bir nefes alıp gülümseyerek belindeki kollarımı sıktım.

"Bırakasım gelmiyor Eyşan. Hayatımın sonuna kadar bu yatakta, sana sarılı bir şekilde çürümek istiyorum."

Eyşan, ağlamaklı bir şekilde inlediğinde gözlerimi kapatıp yastığa kafamı yasladım ve bedeni bacaklarımın içine hapsedip onu içime sokarcasına sarıldım. Sanki onu içime sokarak kaybetme korkusunu dindirmek istiyordum. Onun her nefesi, her titreyişi, benim hayatımı dolduruyordu.

"Sen, benim yaşama sebebimsin." dedim boğazımdaki düğümle. Sözcüklerim kesildi, içimdeki hisleri ona aktaracak doğru kelimeleri bulamıyordum.

"Çişim geldi."

Gözlerimi açtım.

"Yatağa işe." dedim ve gözlerimi kapattım.

Omzumu çimdiklediğinde hiçbir tepki vermedim. Sinek ısırığı gibiydi.

"Mete, beni sinir etme. Ya kalk, kalk!" diye çığlık attığında kollarımı bedeninden zorlukla ayırdım ve bedenimi yatakta doğrultmaya çalıştım. Yorgun ayaklarımı yataktan aşağıya sarkıtıp komodinin üzerindeki sigaraya uzandım. Bir dalı dudaklarıma yerleştirdiğimde hızla yaktım. Boğazıma sızan duman yırtılmış ses tellerimi yakarak geçtiğinde boğazımı temizleyip yutkundum.

Eyşan'ın hâlâ yatakta olduğunu fark ettiğimde sol omzumun üzerinden yüzüne baktım.

"Tuvalete gitmeyecek misin?" diye sorduğumda gözlerini kırpıştırdı ve yataktan kalktı.

"Bırakmana şaşırdım."

Güçlükle yutkunup başımı öne eğdim.

İstesem sonsuza kadar sarılırdım. Elimde imkân olsa seni içime sokardım. Bir şey demeden sigaramı içmeye devam ettim. Eyşan, küçük adımlarla yanımdan ayrıldığında göz ucuyla bakışlarım sırtını izledim.

Benim narin kadınım, çok korktum.

Seni kaybettim sandım, çok korktum.

Sigaramı söndürüp ağırca yataktan kalktım ve banyonun önünde durdum. Ona çok şey söylemek istedim. Onsuz bir an için nefes alamadığı, kalbimin damarlarımdan koptuğunu, onsuz yaşayamadığımı anladığımı söylemek istedim ama söylemedim.

Onun yerine, "Ben Çilingir'in yanına iniyorum." deyip odadan çıktım. Yavaş adımlarla merdivenden inmeye başladığımda Çilingir, koltuktan kalktı ve bana doğru yaklaşmaya başladı. Son basamak yerine ayağım boşa düştüğünde hızla öne atıldı ve beni tuttu.

"Tuttum."

Çilingir'in omzuna kolumu koyup koltuğa geçtiğimizde kendimi koltuğa bırakıp derin bir nefes aldım. Bakışlarım sehpanın üzerindeki boncukları dağılmış bilekliğe çevrildiğinde gözlerimi kaçırdım. Benim için yaptırdığı bileklik, onun yok olduğunu düşündüğüm için darmadağın olmuştu.

Tıpkı benim gibi.

"Bu bileklik?"

Eyşan'ın sesini duyduğumda bakışlarım Eyşan'ı buldu.

Hiçbir şey demeden ona baktığımda dudakları titredi ve sırtını bana çevirip açık mutfağa ilerledi.

"Yengeye yardım edeyim."

Çilingir, ayağa kalkıp Eyşan'a ilerlediğinde gözlerim boncuklara çevrildi. Bu boncukları onarırsam, hepsini bir ipe geçirirsem, bende eski halime dönebilir miydim? Eyşan, bu bilekliği öldüğüm için bana yaptırmıştı ama o an öldüğünü sandığım için kopmuştu.

Burnuma dolan yasemin kokusuyla bakışlarım sola çevirdim. Eyşan, yanıma oturup bir kedi gibi kafasını göğsüme koydu. Elimi omzuna koyup burnumu saçlarına gömüp büyük bir iç çektim.

Kalbimin atma sebebiydi.

Çilingir, sehpaya kahve dolu bardakları bıraktı ve bakışlarını üzerimizde gezdirdi. Benim gözlerime baktığında, çenemi kaldırarak ona soğukkanlı bir şekilde baktım.

"Kafana sıkacaktın, biliyor musun?" dediğinde elimi Eyşan'ın yanağına koyup göğsümden ayırdım ve koltuktan kalkıp Çilingir'in kolundan tuttum. Evin kapısına doğru birlikte ilerleyip kapıyı açtım ve onunla birlikte kendimi dışarıya attım. Soğuk hava ilk kez derime nüfus etti. Kaşlarımı çatıp bala çalmış gözlerine baktım.

"Kafanı kırarım Çilingir. Bir daha onun yanında sakın bunu dile getirme. Zaten öldüğümü gördü, bari nasıl olduğunu bilmesin." dediğimde gözlerini kıstı ve ellerini yanağıma yasladı.

"Kardeşim, canım, dağım, askerim, Bozkurt'um, gözlerimin önünde yıkıldın." dedi ve kafasını iki yana salladı.

"O kadın için yaşamaya ve nefes almaya devam edeceksin. Yaşadığını gördün ve artık aklını başına topla. Çünkü her şey bundan sonra başlıyor. Artık Şırnak'ta Özel Tim Taburu diye bir yer yok. Toparlanmanız gerek herkes için. O kadın seni bu şekilde görürse toparlanamaz."

Haklıydı.

Kurduğu bütün cümlelerde hakkı vardı.

Artık Şırnak'ta Özel Tim Taburu diye bir yer yok.

Yoktu.

Neredeyse Eyşan'da olmayacaktı.

Derin bir nefes aldığımda kafamı salladım.

"Peki, askerleri nereye almışlar?" diye sorduğumda burnundan bir nefes bıraktı.

"Hava Kuvvetleri 16. Filo." dedi ve ellerini yanaklarımdan çekti. "Her neyse benim artık bir gidip ne olduğunu araştırmam gerek. Sende düzgünce öpüyor musun kokluyor musun hasretini gider ve yarın karşıma Bozkurt olarak çık. Bende çok yoruldum Mete. Sırtımı yaslayacağım dağıma yani sana ihtiyacım var. Hadi gir içeri, bekletme kadını kapının arkasında."

Bedenini yanımdan ayırıp yürümeye başladığında yutkundum. Arkamdaki kapı açıldığında yavaşça arkamı döndüm ve Eyşan'a bakarak içeriye girdim. Kapıyı kapattığımda elimi beline koyup ona çekildim. Kahverengi toprakları balçıktı. Gözlerimi bir an bile olsun çekmek istemiyordum. Ben, bu kadınsız ömrümü geçirmek istemiyordum.

Elleri yanaklarıma yükselirken gözlerim bir sağ gözüne, bir sol gözüne kaydı. Ne garip, o gözlerin derinliğinde hem huzuru hem de korkuyu aynı anda bulabiliyorum. İçimdeki fırtınayı hissetse, acaba hâlâ bu kadar sakin olabilir miydi? Dışarıdan gösterdiğim o Mete'nin neler yaşadığını asla tam olarak bilemeyecekti.

Her gülümseyişinde ve her sözünde, ona karşı kanayan o derin yarayı görmeyecek. Ona olan sevgimin beni yavaş yavaş öldürdüğünü fark etmeyecek. Kendimi her parçada kaybedip tekrar bulmaya çalıştığımı anlamayacak.

Ah, dudaklarına duyduğum o özlemi, benim için nasıl bir bağımlılık hâline geldiğini hissedemeyecek. O hep dışarıdan görüneni bilecek. Ona yansıttıklarımı işitecek sadece. Oysa bu dışarıya yansıyan şeylerin ardında, içimde kopan kasırgalardan haberi bile yok.

Onunla sevişirken söylediğim cümleleri duyacak. Hepsinin ne kadar zayıf olduğumu gizlemek için birer perde olduğunu, itiraf edemediğim, içimde yankılanan hasretin boyutunu bilemeyecek. Her temasında bir parçamı daha verip eksildiğimi, her seferinde daha çok kaybolduğumu fark etmeyecek.

Ve ben, içine her gömüldüğümde özlemle yanıp tutuştuğumu, aslında ona sahip oldukça kaybetmekten daha çok korktuğumu, asla söyleyemeyeceğim.

Eyşan'ın dudakları dudaklarıma değdiğinde, içimdeki her şey sustu. Sol elimi kaldırıp belinden destek olduğumda, beynimdeki sesler sustu ama göğsümdeki fırtına dinmedi. Dudaklarını dudaklarımdan ayırdığında vuslat, kaybın gerisinde kaldı. Gözleri gözlerimde dolandı.

"Uyumak ister misin?" dediğinde, bu sorunun ardında saklanan sakinliği hissettim. Ellerimle belinden kavrayıp hızla havaya kaldırdığımda, onun her dokunuşunda içimdeki çelişki büyüdü. Bacakları belime dolanırken koltuğa doğru yürüdüm. Ayaklarım yere sağlam basıyordu ama ruhum hâlâ dengesizdi.

Onu koltuğa yatırıp aramızdaki mesafeyi yok ettiğimde, sıcaklığı bana hem huzur hem de acı veriyordu. Yüzümü boynuna gömdüğümde yasemin kokusunu içime çektim. Sanki bu kokuyla birlikte geçmişin tüm ağırlığı ve hatıraları da ciğerlerime doldu.

Gözlerim karanlığa gömüldüğünde Eyşan, çoktan ruhumun duvarlarını inşa etmeye başlamıştı.

 

 

 

 

😶‍🌫️

13 Mart 2022 / Şırnak

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

Ruhu çatlak olanın, gözyaşı bol olurmuş.

Gökyüzündeki güneş aynıydı ama pusluydu. Dünden kalan yangının bulutları üzerini kaplamıştı. Ona rağmen bizim için yeni bir gündü. Bir masanın etrafına aynı ekip yine dizilmiştik ama bu sefer aramızda Mete, Selçuk, Kubilay, Barış ve Çilingir yani Bora'da vardı.

Mete, sanki dün hiçbir şey yaşamamış gibiydi. Kırılmış ruhunu Bozkurt ile saklıyordu. Yanımda oturuyordu, annesine yakındı. Annesiyle benziyorlardı. Bunu, yan yana geldiklerinde anlayabilmiştim. Sert çehreleri ve bakışları benziyordu. Caner'de doğal olarak benziyordu ama Caner, Alparslan albayın bakışlarını almıştı.

Mete'nin bakışları haritanın üzerinde gezilirken bir anda Çilingir'e çevirdi. Çilingir'e baktığımda ise ona karşı konuşuyordu.

"Kısacası adam, tuşa bastıktan sonra kendi kafasına sıktı." dedikten sonra Çilingir, bakışlarını Selçuk'a çevirdi.

"Aramızda ne kadar bir mesafe vardı da patlatabildi?" diye sorguladığında Osman, dirseğini masaya koyup eğildi.

"Gps konumuna ayarlı bir bomba. Askeriyedeki sabit hattan çekilen konum yüzünden patlamış." dedi ve arkasına yaslandı.

Derin bir nefes alarak "Olan oldu. Artık bu konunun üzerini kapatıp önümüze bakalım." dedim ve bakışlarımı Hümeyra teyzeye çevirdim. "Ne yapacağız? Misafirlikteyiz ve bu uzun süreli olamaz."

Hümeyra teyze, ellerini kolçağa koyup ayağa kalktığında elini cebine soktu ve sigara paketini çıkarttı. İçinden bir dalı çıkartıp bana uzattı. Onu geri çevirmeden aldığımda bütün bakışların üzerimde olduğunu hissediyordum. "Balkona çıkalım." dediğimde kafasını salladı ve masanın önünden çekildi. Oturduğum sandalyemi biraz ittirip ayağa kalktım ve yalnızca iki kişinin durabileceği balkona çıktım.

Hümeyra teyze kapıyı kapattığında ikimizde sırtımızı cama döndük. Sırtımdaki delici bakışlarla gülümsediğimde onunda kıkırtısını duydum.

"Hergele." dediğinde gözlerimi kıstım. Sigarayı dudaklarıma koyduğum sıra yakıp kendininkini yaktığında aynı anda nefes aldık ve üfledik.

"Oğlumu deli ettin fark ettin mi?" diye sorduğunda bakışlarımı kaçırıp uzakta, sağımda kalan F-16 uçaklarına baktım. Harbiden benim aşkımdan delirmişti. Kaşlarımı çatıp kafamı iki yana salladığımda elini omzuma koyup beni kendine yaklaştırdı.

"Tarih tekerrür etti Eyşan. O tabur 2003'de zaten yanmıştı. Şimdi kor yeniden alev aldı. Alparslan'ın o gün ne yaşadığını kendi oğlumda gördüm." dediğinde sigaramdan bir nefes daha çektim ve kafamı iki yana salladım.

"Hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım. Annem ve babam şehit olduğunda bile böylesine düşmemiştim. İntikam hırsım ağır basmıştı gerçi ama ne bileyim, yoruldum." deyip Hümeyra teyzeye baktım.

"Çok yorulduk hem o hem ben. Hepimiz ölümden dönüp durduk. Ağza alınmayacak kelimeler işittik. Mete'nin halini kendiniz gördünüz. Bizi kim toparlayabilir?"

Hümeyra teyze gülümseyerek yüzünü buruşturdu.

"Aşk."

"Yaa!" diye suratına bağırdığımda utanarak yüzümü sağ omzuma çevirdim. Gülerek kıkırdamaya başladığımda omuzlarımdan sarstı.

"Kız gülme, camın arkasından bize bakıyorlar. Oğullarım kıskanacak."

Şaşkınca Hümeyra teyzeye baktım.

"Kıskansınlar." dedim ve parmaklarımın arasındaki sigarayı söndürüp Hümeyra teyzeye döndüm. O da elindeki sigarayı söndürüp ellerini omuzlarıma koyup yüzüme eğildi.

"Hiçbir kuvvet, senin gücünü damarlarından söküp atamaz. Sen Yağmur Dirvana'nın kızısın. Sen Ethem Boduroğlu'nun kızısın. Toparlanmak ve toplanmak senin kanında var." dedi ve hayran gözlerle gözlerimin içine baktı.

"Şimdi içeriye gel ve ne istediğini söyle. Tatili hak ettiniz. Bizde o sırada buraları toparlarız. İyileşin ve ondan sonra dönün kızım. Oğlum sana emanet."

Gülümsediğimde işaret parmağını burnuma sürttü ve kapıyı açıp içeriye girdi. Hızla peşinden içeriye girdim ve yüzümdeki gülümsememi silip ciddileştim. Sandalyeme oturmadan ayakta duraksadığımda herkesin bakışları bana çevrildi.

"Güvercin Timi kalkın." dediğimde herkes ayağa kalktı. Mete'ye baktığımda gözlerindeki hayranlıkla bana bakıyordu. Ellerimi arkamda birleştirip çenemi dikleştirdim.

"Bir süre buralarda olmayacağız. O sırada herkes bizim için, evimizi toparlamaya çalışacak." dediğimde bizimkilerin bakışları sorgulamaya döndü.

"Nereye gideceğiz?" diye sordu, Osman.

Gülümsedim.

"Tatile çıkıyoruz."

😎

"Her şey hazır, artık yola çıkabiliriz!"

Çilingir'in sesiyle dirseğimi uzattığım camdan çektim ve Mete'ye baktım. Mavi gözleri parlak bir renge kavuşmuştu. Gülerek elimi ona uzattığımda gülerek elimi tuttu ve parmak boğumlarımı dudaklarına bastırdı.

Alayla "Berhudar ol." diye söylendiğimde kafasını iki yana salladı ve yüzünü yüzüme yaklaştırıp alnıma bir buse bıraktı.

"Seninle."

"Abicim fingirdeşmeyin artık yola çıkacağız!"

Mete'nin alnı alnımdan sıyrılırken Mete'nin tarafındaki camdan kafasını içeriye sokan Çilingir'e baktım.

"Sana ne be? Yürü git." diye çemkirdiğimde Çilingir, Mete'ye baktı.

"Devrem, yengeyi bari üstüme salma be."

Mete, sol dirseğini pervaza yasladı.

"Hatunum ne diyorsa o Çilingir, alışsan iyi edersin." dediği an Mete'nin üzerine kusuyormuşçasına öğürdü ve kafasını içeriden çıkartıp arabasına doğru ilerledi. Gülerek kafamı iki yana salladığımda Mete, kahkaha atarak arabayı çalıştırdı. İyileşiyordu, bunu hissedebiliyordum. Arada uzun uzun bana bakıyordu, görebiliyordum ama en azından yaşadığımı artık idrak edebilmişti.

Verdiğimiz her şehidin ardından nasıl toparlanıyorsak o da o şekilde toparlanmaya başlamıştı. Ruhlarımız birbirini sarmalamaya devam ediyordu. Konvoy halinde yola koyulduğumuzda elimi uzatıp teybin tuşuna bastım.

Arabanın içini saran melodi ile Mete, bir anlığına direksiyonda parmaklarını ritim yaparcasına vurdu. Dudaklarında çapkın bir tebessüm oluştu. Gözleri kısıldığında dudakları aralandı.

"Seni gördüm derdine düştüm, edepsiz bir aşk. Usandım tükendim nolur yaklaş." diyerek şarkıya eşlik ettiğinde farkında olmadan kemerimin izin verdiği kadar ona doğru çekildim ve başımı omzuma yasladım.

"Seni alsam koynuma koysam, hayali bile hoş." deyip derin iç çekti. "Delirdim daraldım artık her şey bomboş."

Sesi, o kadar tok bir şekilde kulaklarıma ulaşıyordu ki o an şarkıyı sadece o söylüyormuş gibi hissettim. Sağ elini direksiyondan çektiğinde kısa süreliğine başımı omzundan çektim ve kolunu omzuma atmasına yardımcı oldum.

"Haykırdım ben sesleri duymayan bir sen. İmkânsız çok dağları delmişiz derken." Yeniden bir iç çekti. "Kayboldum ben, benimle kaybolan bir sen. İmkânsız çok dağları delmişiz derken."

Başımı omzundan çekip yüzüne baktığımda gülümseyerek bir bakış attı ve yeniden yola döndü. Şarkı sözlerini biliyordum ve bu sefer de ben söylemeye karar verdim.

"Seni gördüm derdine düştüm, edepsiz bir aşk. Usandım tükendim nolur yaklaş."

Edepsiz bir aşk derken kıkırdamış ve bakışlarının bir saniye yoldan çekilip bana bakmasına sebep olmuştum. Dudağının kenarı çapkınca kıvrılırken yola geri döndüğünde gözleri kısılarak otuz iki diş sırıtmaya başladı. Ellerimi birbirine kenetleyip başımı sağa doğru eğdim.

"Seni alsam koynuma koysam, hayali bile hoş." Kahkaha atarak direksiyondaki parmaklarıyla ritim tuttu. "Delirdim daraldım artık her şey bomboş."

Tam ritim kısmının geldiği an birkaç saniye bana döndü ve benimle birlikte bağırarak şarkıyı söylemeye başladı.

"Haykırdım beeeeeeen sesleri duymayan bir sen! İmkânsız çooooook dağları delmişiz derken!"

İkimizde yola döndüğümüzde kafalarımızı sallamaya başladık.

"Kayboldum beeeeeeen benimle kaybolan bir seeeen. İmkânsız çoooooook dağları delmişiz derkeeeeeeeeeeeeeeeeğğğu vouuuuu!"

Mete'nin uğuldamasıyla kahkaha atarak onu izlediğimde kahkaha atarak kafasını sallamaya devam etti.

14 Mart 2022 / Uludağ, Bursa

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

Göz kapaklarım kendiliğinden aralanırken bana bakan bir çift mavi ile karşı karşıya gelmiştim.

"Tık, yıldızım düştü." dedi ve muzipçe gülümsedi.

Bakışlarımı boncuğa çalan gözlerinden ayırdım ve etrafımda gezdirdim. Gece, ağarmış ve bizi, parlayan yıldızların altında bırakmıştı. Karla kaplanmış bir dağın önündeki sıralı evleri fark ettiğimde bakışlarımı Mete'ye geri çevirdim. Mete, sorgulayıcı bir şekilde baktığımı fark ettiğinde gülümsedi.

"Annem ayarlamış." dedi ve gözlerini kıstı. "Bu arada kıkırdamalarınız gözümden kaçmadı. Anneme resmen kur yaptın, değil mi?"

Gözlerimi devirip arabanın koluna uzandım.

Gülerek "Tabi ki de." deyip hızla arabadan indim. Barış ile Alev, Kubilay ile Yonca, Selçuk, Alperen, Osman ve Çilingir birlikte, Kartal, Deniz ve Caner birlikte, Lara, Ayda ve Cemile birlikte kalacaktı. Kızlar kızlarla, erkekler de erkeklerde kalınsın dendiğinde Mete, sert bir şekilde tavrını koymuştu. Annesinin yanında bunu yapması hoş değildi.

Utanmıştım.

Sanki ne yaptığınızı anlamıyorlar, slk.

Sussana sen.

Herkes bagajlarına doldurdukları eşyaları kendilerine ayrılmış dağ evlerine götürmeye başladıklarında Mete'nin yanına yürüdüm. "Bugün ne yapacağız?" diye sorduğumda bagajı açtı ve poşetlere baktı.

"Bugün herkes dinlenecek. Yarın hep birlikte kahvaltı ile güne başlayacağız." deyip bagajdaki poşetleri çıkartmaya başladı. Tam elimi valizlerimize uzatacakken poşetleri geri çekti ve elime bir anahtar sıkıştırdı.

"Sen git kapıyı aç bakalım."

Dediğini ikiletmeden anahtarı aldım ve kapıya doğru yürümeye başladım. Anahtarı kilide sokup iki kere çevirdiğimde kapı açıldı. İçeriye girip kendimi siyah koltuğa kahkaha atarak bıraktım. Bakışlarım içeriyi süzerken Mete, içeriye girmiş ve elindeki poşetleri tezgâha diziyordu.

Krem rengi duvarların eşlik ettiği büyük salonda siyah koltuklar farklı bir tarz katmıştı. İçi odunlarla dolu fakat yanmayan şömine dışarıdaki havaya rağmen içimi daha da soğutmuştu. Yavaşça koltuktan kalkarak şömineye doğru ilerledim. Cebimdeki çakmakla kenarda duran kâğıdı tutuşturdum ve içine bıraktım. Saniyeler sonra yanan odunlar alevin gücüyle yanmaya başlamışlardı.

"Aç mısın?" diye sordu, Mete. Gözlerimi ona çevirip kafamı sallarken açık mutfağa doğru ilerlemeye başlamıştım. Tezgâha dizdiği malzemelerin içinde gördüğüm kırmızı şarabı elime alırken Mete, çoktan iki bardağı önüme bırakmıştı. Şarabın jelatinini sökmeye çalışırken elimden aldı ve gülümsedi. "Lütfen, bunu benim yapmama izin verin hanımefendi." dedi.

Saniyeler içinde şarap bardaklarının içindeki kırmızı sıvıyla gülümsedim.

Mete, üzerindeki kabanı çıkartıp üzerindeki gömleğin kollarını sıyırdı ve paketteki etleri çıkartmaya başladı. Bakışlarımı açık mutfaktaki raflarda gezdirip tabak aramaya başladım. Şömine başına sofrayı kurmaya başladığımda arada beni izlediğini biliyordum.

Yaklaşık on beş dakika sonra kendimi sofrada bulduğumda şarabımdan bir yudum aldım. Mete, sofraya oturmadı ve köşede duran konsolun üzerindeki plakçalara bir plak yerleştirdi. Çalmaya başlayan melodinin ne olduğundan bir haberdim fakat huzur verici bir tona sahipti.

Yerine kurulduğunda bakışları bana çevrildi. Mavi gözleri parıldayarak bana bakıyordu. Tebessüm ederek elini kaldırdı ve tabağımı işaret etti.

"Ellerine sağlık." deyip elime çatal-bıçak alıp eti kesmeye başladım. Sessiz sedasız, müzik eşliğinde yemeklerimizi yedikten sonra koltuğa yayılıp kırmızı şarabımdan bir yudum almaya devam ettim. Zaman, sanki üzerimizdeki bulutları atmak için hızla sürüklenip gidiyordu.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu, Mete. Omzumu bilinçsizce kaldırıp indirdiğimde bakışlarımı gözlerine çevirdim. Parmaklarımın uçlarına sıkışmış bardaktaki içkiden daha da sarhoş edici bir gözler vardı. İçmeden insanı sarhoş eden, bayıltan ve düşünme yetisini kaybettiren bir özellikti bu. Cenneti isteyen birine cehennemi tanıtan bir yapıydı.

Elini yanağıma koyup yanağıma bir öpücük bıraktı. Bakışlarım açık gömleğindeki tenine kaydığında düşünceleri kulaklarıma yükseldi. "Burada olduğumuz günler boyunca kötü hiçbir şey düşünmek istemiyorum. Her şey sanki çok güzelmiş gibi davranmak istiyorum."

"Bunu hak ettiniz." dedi, Lâl, iç sesim. Dudaklarımda ne zaman oluştuğunu fark etmediğim tebessüm kocaman bir gülümseye dönüştüğünde Mete, yüzünü biraz benden uzaklaştırıp kafasını sağa doğru eğdi.

"Normalde yalnızca ateşin insanı ısıttığını düşünürdüm, yanılmışım. Gülüşün, kalbimi kavuracak cinsten ısıtıyormuş Eyşan."

Mete'nin kurmuş olduğu cümlelerle yanaklarımın ısınması bir olmuştu. Gözlerimi kaçırarak parmaklarımda soluklandırırken yanıma yaklaştığını hissetmiştim. Eli çeneme gittiğinde hafifçe yüzümü yüzüne eşitledi.

"Sende yerim nedir bilmem? Ben de nasıl seslenirim bilemem? Aşk, bir kadının dudaklarında duraksarken, umut da bir adamın dilinde can buluyor."

Mete'nin okuduğu şiir benim ruhumdaki izlerden bir anı misali parçalanarak zihnime düşerken dudaklarının sıcak baskısını dudaklarımda hissetmeye başlamıştım.

Yasaklanmış cennet, cehennemin kapılarını sonuna kadar aralamış ve oradaki ateşin harlarıyla yakmaya başlamıştı. Yanmaya hazır olan ruhum çoktan kendini ona teslim etmişti.

Geri çekilmeden sağ elimi elinin arasına aldığında yüzük parmağımda bir soğukluk hissetmiştim. Dudakları, dudaklarıma yaslıyken gülümsediğini anladığımda gülümseyerek geri çekildim. Ellerini gülümseyerek yanaklarıma yasladı. Yüzük takmıştı ve ben şu an sadece onun mavi gözlerine bakıyordum.

O bakışlar, bir okyanus dalgası gibi içime akıp ruhumu sarstı. Gözlerinde kaybolan her şey, bana huzur ve sükûnet getiren bir fırtına gibi değildi; aksine, beni iyileştiren bir sakinlikti. Bir dalga gibi yavaşça ama güçlü bir şekilde, ruhuma dokundu ve içimdeki çatlakları, kırıkları onarmaya başladı. Hızla akan zamanın içinde, tüm o kaygılar, tüm o acılar bir anlığına durdu, yerini sadece sıcaklık ve güven aldı.

Gözleri, geçmişin yükünü ve tüm yorgunluğu birer gölge gibi geride bırakmamı sağladı. Gözlerinin derinliğinde, sanki içindeki karanlıkla barışmış bir ışık vardı; her bakış, içimi aydınlatıyor, karanlık yerleri aydınlatıyordu.

"Kalbimde yıllardır süzülen bir kuş var, Eyşan," dedi, sesi zarif ve derin. "O kuşu ne zaman görsem karşımda sen beliriyorsun. Baktığım her yerde kalbime bir tüy misali aşkının kırıntılarını bırakıyorsun ve ben, sensiz bir anımı bile geçirmek istemiyorum. Bu yüzden benimle evlenir misin?"

O an, hiçbir söze gerek kalmadığını fark ettim. Hissettiklerim ve gözlerindeki sessiz güven her şeyin önündeydi. Ruhum, bir nehir gibi akıp gitti, yavaşça sakinleşti ve sonunda huzurla kıyıya vurdu. Mete'nin bakışları, sanki benliğimi sarıp sarmalayarak, o kırılgan anlarda dahi beni yeniden inşa etmişti.

Cevap olarak dudaklarına yapıştığımda gülerek karşılık verdi ve bir anlığına geri çekildi.

"Bu, evet mi demek oluyor?" diye muzipçe sorduğunda kafamı salladım. "Evet!" diye kükrediğimde kahkaha atarak alnıma derin bir öpücük bıraktı. Geri çekildiğinde kaşlarını yukarıya kaldırdı.

"Yüzüğüne bakmayacak mısın?" diye sorduğunda derin bir nefes verip gülümsedim. Elimi ortamıza yükselttim ve bakışlarımı gözlerinden çekip yüzük parmağıma baktım. Dudaklarımın aralanmasına engel olamazken ilk defa dudaklarımı kapatmak için çeneme dokunmamıştı.

Yüzük, gümüş renginde, zarif ve incelikle işlenmiş bir tasarıma sahipti. Bandının üzerinde, bir güvercin tüyünü andıran ince desenler işlenmişti. Bu tüyler, her ışıkta farklı bir şekilde parlıyor, sanki yüzük nefes alıyor gibi bir his yaratıyordu. Bant boyunca ilerleyen bu desenler, sadelikle derinliği birleştirerek zamanın ve bağlılığın simgesi gibiydi.

Yüzüğün ortasında, uçar haldeki bir güvercini anımsatan bir elmas yer alıyordu. Güvercin, kanatlarını zarif bir şekilde açmış ve gökyüzüne süzülüyormuş gibi bir görünüme sahipti. Güvercini çevreleyen taşlar safirden yapılmıştı. Bu safirler, derin mavi tonlarıyla adeta bir gökyüzü oluşturuyor, yüzüğün merkezindeki güvercinin uçtuğu alanı simgeliyordu.

Bana Mete'nin gözlerini anımsattı.

Yüzükteki bakışlarım puslandığında Mete'ye baktım. Tebessüm ederek ellerini yanaklarıma koydu ve alnını alnıma yasladı.

"Dökme incini."

"Bu..." deyip kalakaldığımda burnunu burnuma yaslayıp sürttü.

"Sen sadece benim karım değil, yıllarca peşinden koştuğun özgürlüğün de tutsağı olacaksın sevgilim."

"Mete." dediğimde dudaklarıma küçük bir öpücük bırakıp geri çekilecekti ki bırakmadan sağ elimi ensesine bırakıp kendime yapıştırdım. Kendimi geriye bıraktığımda dengesini kuramayıp üzerime devrildi. Dudaklarımı aralayıp alt dudağını dişlerimin arasına aldım ve emip çekiştirdim.

"Hmm." diyerek geri çekilmeye çalıştığında bacaklarımı beline dolayıp iyice kendime yapıştırdım ve başımı sağa eğip dilimi dudağının içine kaydırdım. Mete, genzinden kopan bir inlemeyle karşılık vermeye başladığında birbirimizi sanki susamışçasına öptük. Bir an için dudaklarımı güçlükle durdurdum.

"Seni istiyorum." diye güçlükle fısıldadığımda burnundan büyük bir soluk verip gözlerini gözlerimde gezdirdi. Dudakları dudaklarıma değdiğinde sakin ve acelesi yokmuş gibi öptü. Dudaklarımı aralayıp alt dudağını dişlediğimde biraz daha hızlandı. Küçük bir ateş sanki içimdeki aşkı yeniden ve tekrar tekrar harladı.

Parmakları pantolonumun üzerinden ateşime baskı yaptığında dudaklarımızı koparıp başımı arkaya yasladım. Dudakları ıslak dokunuşlarla boynumda gezinmeye başladığında elimi bedenlerimizin arasına sokup pantolonunun önünden belirmiş şişkinliğe koyup sıktım. Mete, genzinden kopan bir inlemeyle kasıklarını benim elime bastırdığında gözlerimi kapatıp inledim.

Burnum, onun burnuyla karşılaştığında, "Gözlerini aç, karıcığım," diye fısıldadı. Birbirine yapışmış kirpiklerimi güçlükle araladım ve gözlerine baktım. Mavileri, koyulaşmış bir deniz gibi bana bakıyordu. İnleyerek, boynuna asıldım ve dudaklarım onun dudaklarına yapıştı. Ellerini pantolonumun fermuarında gezdirdi. Bir çırpıda fermuarı indirdi ama hemen çıkartmadı. Bunun yerine, ellerini kazağımın altına sızdırdı.

Büyük sağ eli iki göğsümün arasında durakladığında nefesimin kesildiğini hissettim.

"Bu kalp benim için atıyor, tıpkı senin için yaşadığım gibi." diye dudaklarımın içine fısıldadığında avcunu döven nabzımın arttığını gördü. Bu onu delirttiğinde kendini bir kez daha avucuma sürttü.

"Sikerler dayanamam." dedi ve ellerini kazağımın içinden çıkartıp kalçalarıma koydu. Bir hamlede üzerine çekip kucağına aldığında dudaklarımız yeniden birbirini bulmuştu.

(+21) ARGO, CİNSEL VB. CÜMLELER VAR. KAÇIN GİDİN BURALARDAN (+21)

BİR SONRAKİ İŞARETLİ YERİ BIRAKTIM.

Dili damağımda sürüklendiğinde ağzına doğru inledim.

"Ağzıma inleme amına koyayım." deyip üzerimdeki kazağı yırtarcasına çıkarıp fırlattı.

Kaşlarımı çattım. "Sende azdırma amına koyayım."

"Sana bir tek ben koyabilirim, biliyorsun değil mi?"

Ellerimi gömleğinin düğme bağlantısına koyup iki yana sertçe çekiştirdiğimde sırtını koltuktan ayırıp gömleğini çıkarttı.

Koyulaşmış gözleri göğüslerimde gezinirken elleri karnıma yaslandı ve yukarıya doğru sürüklenerek, sütyenimin altından göğüslerime örtüldü. Kasıklarımdaki sızı ıslaklığımın artmasına neden olurken göğüslerimdeki elini sıktı.

"Sanki daha önce hiç görmemişim gibi her seferinde beni nasıl büyülemeyi başarıyorsun?" dedi ve sütyenin kopçalarını açmadan tenimden söküp attı. Sol eli, sol göğsümü kavrarken parmaklarımı ensesinin hemen üzerindeki saçlarına daldırdım ve sağ göğsüme uzanmasını bekledim. Dişleri tomurcuğuma saplandığında başını daha da çok göğsüme bastırdım. Diliyle bir halka oluşturup emmeye başladığında inleyerek kalçalarımı büyüyen erkekliğine bıraktım.

Göğsümden kopan dudakları göğüs ucumun üşümesine neden olduğunda elini sırtıma götürdü ve benimle öne eğilip sehpadaki şarap bardağını aldı. Bardaktan bir yudum alıp dudaklarının arasına aldı ve bardağı yerine bırakıp bana baktı. İstekle kurumuş dudaklarımı araladığımda sol eliyle çenemi kavradı. Ağzında tuttuğu şarabı dudaklarıma yapışıp benimle paylaştığında birazını yutup birazının yanaklarımdan dökülmesine izin verdiğimde ağzımın içine inledi.

Ağzımın içindeki son şarap damlasını daha beni öperek tükettiğinde koltuğa geri yatırdı. Fermuarı açık pantolonumu, iç çamaşırımla birlikte çekip bıraktığında bakışlarını üzerimde gezdirmeye başladı. Pantolonunun düğmesini açıp iç çamaşırıyla birlikte çıkarttığında artık ikimizde çıplaktık. Bakışlarım daha da büyümüş ve şişmiş damarlarda gezindiğinde vajinamın kasılıp gevşemesini gördü.

Sehpanın üzerindeki şarap bardağından yeniden bir yudum alıp bacaklarımın arasına girdi. Dudaklarımı yeniden araladığımda birazını ağzıma bıraktı. İstekle yutkunduğum sıra ağzında kalan şarabı vücudumda gezdirerek dudaklarının arasından sızdırmaya başladı.

Şarabın döküldüğü yerlerde dilini kaydırdığında istemsizce ona doğru yükseliyor ve kıvranıyordum.

"Sikeyim. Ben daha önce hiç sarhoş olmamışım." diye sitemle inlediğinde biraz daha bardaktan şarap yudumladı ve yeniden dudaklarıma birazını döküp geriye doğru çekildi. Boğazımdan akıp giden kekremsi tat daha da başımın dönmesine neden oldu. Dudaklarındaki sıvıyı yutup bardaktan küçük bir yudum aldı ve göbek deliğime bıraktı. Kasıklarımdan dolayı gergin olan karnımdaki sıvı koltuğa doğru aktığında inledim.

Dilini göbek deliğimin etrafında gezdirip dudaklarını araladı ve vakumlayarak oradan şarabı içti. Başımı geriye atarak inlediğimde ellerimi koltuğun kolçağına yasladım ve tırnaklarımı geçirdim. Arsız şeyler söylüyordu ama zihnim onun dediklerini alamayacak kadar pusluydu, onun aşkından sarhoştu. Çenesini kasıklarımda hissettiğimde başımı kaldırıp ne yaptığına baktım.

Gözlerindeki alaylı bir ifadeyle dudaklarındaki şarabı vajinamın üzerine bıraktı ve hızla emmeye başladı. Çığlığım dudaklarımdan kaçarken belim yay misali gerildi. Sağ elimi kolçaktan ayırıp saçlarına daldırıp kadınlığıma daha çok bastırdığımda kesik nefeslerle inledi. Kasıklarımdaki ateş giderek bütün bedenimi yakacaktı. Dili klitorisimi ezdiğinde kalçalarımı ona kaldırıp saçlarını çekiştirdim.

"Şu tada bak." diye söylenip daha da sert bir şekilde emmeye başladığında bacaklarımdaki titremeyi ve karnımdan akan giden o hissi tutamadım. Bir sıvının ona doğru devrildiğini hissettiğimde elindeki şarap bardağını uzağa fırlatarak kırılmasına neden oldu ve parmaklarını kalçama gömdü. Dudaklarıyla deliğimin girişini kapattığını hissettiğimde inledim.

"Off amına koyayım! Şarap ne ki senin sularının yanında!" deyip son damlama kadar tükettiğinde dudaklarımı dişledim ve ona da aynı şeyleri yaşatmak istedim. Koltukta ittirerek doğrulup oturmasını sağladım ve erkekliğini ellerimin arasına aldım.

Damarlı yapısı avcumun içine oturduğunda alt dudağımı istekle ısırdım. Şaşkınlığa karışmış hazla kaplı gözleri ve kızarmış dudaklarıyla bakarken dudaklarımı yalayıp dudaklarına yapıştım. Hiç kaçmadan karşılık verdiğinde köşedeki şarap şişesine uzandım.

Dudaklarımızı ayırıp şaraptan birkaç yudum aldım ve yutkundum. Sağ avucumun altındaki damarlı yapı giderek daha da sertleştiğinde bir yudum alıp koltuğun önünde diz çöktüm.

"Eyşan, bunu yapmana ge-"

Cümlesini bitirmesine izin vermeden dudağımdaki sıvıyla birlikte erkekliğine eğilip ucunu ağzımın içine aldım.

"Siktir!" diye kükreyip kasıldığında şarap boylu boyunca köklerine bir kan misali süzüldü. Bir eli saçlarımı acıtmadan kavradığında sağ elimi şaraptan dolayı ıslanmış köklerinin hemen üstüne kaydırdım. Dudaklarımın hemen ucundaki damarlı yapıyı ağzımın içine kaydırdığımda çenemin kasıldığını hissettim. Çok büyük ve kalındı ama kasıklarımda yeniden harlanan bir ateşin varlığına neden olmuştu.

"Seni sert sert siki-" demek üzereyken dişlerimi değdirmiştim.

"AH!" diye boğulurcasına kükrediğinde gözlerimi zevkten laciverte dönmüş gözlerine odaklayıp dilimi kaydırarak ağzımdan çıkarttım. Dilimi deliğinin üzerinde gezdirdiğimde büyümüş ve dağılmış gözleri gözlerimi buldu. Gülümseyerek yeniden onu ağzıma aldığında dudakları büyük bir nefes almak istermişçesine aralandı. Âdem elması yukarı aşağıya oynarken başını arkaya atarak büyük bir inleme bahşetti.

İnlemesi kasıklarımdaki zevk sularının kasık çizgilerime akmasına neden olduğunda dilimi sürterek dudaklarımdan uzaklaştırdım. Dudaklarımı yalayıp hızla başını emip dilimi gezdirdim. Şarabın bıraktığı izleri silmek istermişçesine dilimi köklerinden başına doğru kaydırıp ağzıma aldım.

"Eyşan, siktir!" deyip saçlarımı sıkıca kavradı ve beni o yönlendirmeye başladı. Çenem, kalınlığı yüzünden kasılmaya başladığında henüz daha yarısını alabilmiştim. İstem dışı dişlerimi sürttüm.

"Diş... değdirme kızım." diye tısladığında dudaklarımı kastım. Kısa tutamlarımı parmaklarıma dolayıp ağzımın daha derinliklerine gömdüğünde öğürecek gibi oldum. Beni geri çekmeye çalıştığında hırslandım ve daha derine aldım. Parmaklarım, köklerine baskı yaparken ağzımdaki varlığın daha da gerginleştiğine şahit oldum. Gözleri geriye kaydığında gülümsemeye çalıştım.

"SİKTİR!" derken geri çekildiğinde ağzımdan dökülen tükürüklerim nefes alıp verirken çeneme doğru akmaya başlamıştı. Kalbim çırpınırcasına çarpıyordu. Mete, gözlerindeki saklayamadığı haz dolu hayranlıkla bana yaklaşıp elini yanağıma koydu ve burnundan soluk çekerek sertçe dudaklarıma yapıştı. Diliyle tükürüklerimi yalayıp inlediğinde ellerini saçlarımdan çekti. Belimden kavrayıp beni ayağa kaldırdığında birden sırtımı göğsüne yapıştırdı ve sol bacağımı kavrayıp ayağımı koltuğun üzerine koydu.

Sol elini boynuma yaslayıp hafifçe sıktı ve birden içime girdi. Damarlı yapısı vajinamın içini yırtarak köklerime ulaştığında çığlık atarak inledim. "Sıkı... AH!" Kulağımda bıraktığı kükremesi ile başımın döndüğünü hissettim. Sağ eli göğsüme yapıştığında boynumdaki eliyle başımı omzuna yasladı. Dudaklarımı boynumun girintisinde gezinirken içime sertçe girip çıkmaya devam etti.

"Seni bugün öyle bir sikeceğim ki dur diye yalvaracaksın. O sıkı amını öyle dağıtacağım ki yürümeyi bırak, kalçalarının üzerine bile oturamayacaksın."

Ahlaksız sözleri daha da istekli bir şekilde kıvranmama neden olduğunda inleyerek koltuğa düştük. Sol dizim ile onun sol dizi koltuğun üzerinde kalmıştı. Sağ bacaklarımız ise yerdeydi.

"Ah! Amına koyayım!" diye inlediğinde biraz daha içime gömüldü ve hayaları kalçalarıma çarpmaya başladı. Tırnaklarımı koltuğa geçirip sıktım.

Kıkırdayarak "Seni deviren olmak güzel." dediğimde kalçama kuvvetli bir şaplak attı. Tınısı kulaklarımda yankılandığında elini boğazımdan çekti. İçimden çıkıp beni kendine doğru çevirdi ve beni kucağına aldı. Bacaklarımı beline doladığımda daha derinime inmek istermişçesine sertçe kalçalarıma bastırarak içime girdi. Tırnaklarımı sertçe kaslarına batırdım.

İkimizin de başı geriye yaslanırken ayakta, kucakta hoplatmaya başladı.

"Kocanla." Sertçe çarptı. "Düzgün." Bir kez daha çarptı. "Konuş." Kalçasını çevirdiğini duvarlarımda sürtünerek kayan sikinden anlamıştım. Başım döndüğünde sertçe kökledi. "Karıcığım! Ah!"

"Ah!"

Kasıklarımda bir bıçakla kesilen damardan fışkıran sıvı akarak ona bulandığında Mete, kükreyerek sertçe hayalarını vajinama yapıştırdı. Birbirine yapışan sıvılarımıza rağmen devam ederken bedenlerimize akan kaygan sıvılar tüylerimi ürpertmişti.

"Amına koyayım, hiçbir zaman doyamayacağım sana! Her seferinde bana bunu yapmayı nasıl başara...ıyorsun Eyşan!" diye soluklandığında sırtım duvara yaslandı. Ellerini iki yanımdan duvara bastırdı ve girip çıkmaya devam etti.

"Ah!"

"Ah!"

Soğuk zemin bir diken gibi sırtıma batıyordu ama ona rağmen içimdeki ateşi söndürmüyordu. İkinci bir kez boşalmaya devrildiğimde Mete'nin gözleri gözlerimi buldu. Dudaklarımızı birleştirdiğimde iki saniye sonra geri çekildi.

"Nefesimi kes... yormuş gibi." diye kesik kesik inledi. Aldığım hazla çığlık atıp kahkaha attığımda sol eli duvardan ayrıldı ve çeneme kilitlendi.

"Bana baaaak." diye hafifçe fısıldarken sertçe kendini bana çarptı. "Dalga geçme elimdesin yavrum. Bağırta bağırta sikerim seni."

"Hadi lan oradan." dediğimde gülerek dudaklarıma yapıştı ve dilimi ısırdı. Ağzının içine inlediğimde sırtımı duvardan ayırıp koltuğa yürümeye başladı. Sırtım koltuğa devrildiğinde bacaklarımı göğsüme yaklaştırıp birden sertçe kökledi. İçimin daha sıkı olmasıyla birlikte çığlık attığımda üzerime eğilip laciverte evrilmiş gözlerini bana sundu.

"Ne diyordun?" diye muzipçe sorguladığında kalçalarını çevirip daha sertçe köklemeye başladığında dudaklarını dişledi.

Yavaşlamasını söylemek yerine "Ah, ah, ah!" diye yüzüne inlediğimde ağırlığını üzerime bıraktı ve sertçe saçlarıma yapışıp dudaklarıma yapıştı. Aralanmış dudaklarımızın içinde dolanan dillerimizle içimdeki sıvının patladığını hissettim. Onu dışarıya atmak istediğinde Mete, saçlarımı bırakıp sertçe dizlerimi birbirine bastırdı.

"Gevşet!" diye bağırdığında kendimi gevşetmeye çalıştım ama titremelerimden dolayı kasılıyordum. Bir elini kasıklarımın üzerine koyup bastırdığında içimde daha derinlere indi. "Çıldırtacaksın beni! Ih!" dişlerini sıkarak inledi. Elini kasıklarımın üzerinden çektiğinde onu saran sıcaklığım kasıklarımın kenarından süzüldü. Islak çarpışlarımız Mete'nin daha sertleşmesine neden olduğunda çığlık atarak baygın gözlerimi devirdim. Kalp ritimleriyle dolu onun sıvısına karıştığında dudaklarımın arasına kükredi.

"Kadınım." Sitemli bir ses tonuyla daha da hızlandığında ikinci kez bacaklarımın titrediğini hissettim. Bir lav gibi ona doğru aktığında dudaklarımdaki çenesi kasıldı.

"Ahh!"

Bacaklarımı iki yana açıp üzerime devrildiğinde solukları göğüslerime çarptı. İçimden çıkmadan öylece kaldığında içimde seğiren erkekliği çıldırma noktamın bir ucunun olmadığını belli ediyordu.

"Ha... öldüm amına koyayım."

Mete, gülerek yanağını göğsüme yasladığında gülerek ellerimi sırtına götürdüm. Asla normal bir çift değildik. Bedenlerimiz hem güldüğümüzden hem de yaşadığımız şehvetli anlar yüzünden sarsılarak titriyordu.

 

 

 

 

(! BİTTİ BURADAN DEVAM EDEBİLİRSİNİZ !)

Mete dudaklarını, göğsümü döverek varlığını belli eden kalbe yasladığında derin bir nefes aldı.

"Yaşıyorsun, yaşıyorum, yaşıyoruz."

Gülümseyerek elimi yanağına yasladığımda ellerini iki yanıma koyup yüzünü bana yaklaştırdı. Gözleri lacivertten henüz ayrılmamıştı. Beni, bir gecenin karanlığında yıldızı yapmaya devam ediyordu.

"Huzurum, gözyaşım, sılam, vuslatım, ateşim, toprağım, harım, karım, hatunum, gözbebeğim. Ben seni çok seviyorum." diye fısıldadığında yutkunamadım. Gözlerim dolacak gibi olduğunda gözlerimi kırpıştırıp ona odaklandım.

"Kalbim, mavim, gökyüzüm, gecem gündüzüm, kucağımın sıcağı, nefesim, hayatım, ışığım, sığınağım, yoldaşım. Bende seni çok seviyorum."

Göz bebeklerinin titrediğini gördüm. Derin bir nefes alıp gözlerini kıstı.

"Kocam demedin?" diye fısıldadığında kahkaha atarak elimi yanaklarına yasladım.

"Kocam."

Gülümseyerek burnuma bir öpücük bıraktı ve ardından tüm suratımı koklayarak öpmeye başladı.

"Ay dur huylandım." diye kıkırdadığımda bir saniyeliğine yüzünü kaldırıp şaşkınca gözlerimin içine baktı. "Bakayım nasıl huylandın?" deyip yeniden dudaklarını tüm tenimde gezdirmeye başladı. Kahkahalarımız olduğumuz alanda yankılanırken Mete, ben yorgunluktan uykuya dalana kadar güldürdü.

Yüzüme vuran güneşle gözlerimi açtığımda üzerimde iç çamaşırlarımın varlığını ve saçlarımın hafif nemli olduğunu fark ettim. Bakışlarım odada gezinirken banyodan çıkan Mete, saçlarını havluya sürtüyordu. Uyandığımı fark ettiğinde gülümseyerek bana baktı ve gözlerini kıstı.

"Günaydın, kikirik. Dün o kadar güldün ki gülerek uyuyakaldın. Bende sana duş yaptırıp iç çamaşırlarını giydirdim." dedi ve elindeki havluyu sandalyenin üzerine asıp beline bağlı havluyu çekti. Gözlerimi utanma duygusu olmadan üzerinde gezdirdiğimde iç çektim.

Bu adam, benimdi.

"Yalnız öyle bakmaya devam edersen üzerine atlarım." dediğinde tek kaşımı iddialı bir şekilde kaldırdım. Tam dudaklarımı aralayıp gaza getirecektim ama Mete, benden önce davrandı.

"O kaşın gibi sikimin kalkmasını istemiyorsan, üzerini giyin. Bizimkilerle kahvaltı yapacağız."

Boğazıma bir ateş gibi cümlesi oturduğunda yataktan kalktım ve ona doğru yürüdüm. Tam karşısında durduğumda hafifçe yutkundum. Bakışlarım kaslı gövdesinde gezinirken derin bir iç çektim ve nefesimi dudaklarımın arasından göğsüne verdim. Yüzümü meydan okurmuşçasına yüzüne kaldırdığımda mavilerinin anbean laciverte dönüşümünü izledim. Parmak uçlarımda yükselerek dudaklarına bir nefeslik mesafede durdum.

"Peki." deyip arkamı dönmemle ensemden bir kedi gibi kavranıp Mete'ye çevrilmem saniyelerimi aldı.

(+18) DÜŞTÜM MAHPUS DAMLARINA ÖĞÜT VEREN ÇOK OLDU (+18)

OKUMAK İSTEMEYENLER LÜTFEN İŞARETLİ ALANA İNİN.

Çenesi çeneme çarptığında içimdeki tüm sınırların yıkıldığını hissettim. Dudakları, dudaklarımı esir almış, öpüşleri her seferinde beni bir parça daha kendimden geçiriyordu. Aralanmış dudaklarımın içine sızan dili, aceleci bir tutkuyla, neredeyse yalvarırcasına her boşluğumu dolduruyordu. Bedenim onun ateşiyle sarılıyordu; kasıklarıma yayılan sıcaklık, tüm düşüncelerimi boğuyordu.

Nefesleri, dudaklarıma değdiğinde hissettiğim titreme kalbimde yankılanıyordu.

Bir anda ellerini çekip beni kucağına aldığında, irkilmekle teslim olmak arasında bir yerde kaldım. Bacaklarımı beline dolarken, ellerim istemsizce sırtında birleşti. Yakınlığımız bir anlığına bile kopmasın diye her nefes alışımda daha da sıkı sarılıyordum. Kasıklarımın çizgisine değen varlığı, bedenimin tüm savunmasını ele geçirmişti. İçimde yükselen hisler dalga dalga yayılıyor, kontrolümden çıkan arzularım zihnimi esir alıyordu.

Hızlı bir şekilde banyoya benimle girip üzerimize suların akmasını sağladı. Kalçamdaki parmaklarıyla iç çamaşırımı kenara ittirip içime sertçe girdiğinde sırtımı fayansa yasladı. İnleyerek yutkunmaya çalıştım ama yapamıyordum. Dudaklarım aralı kalmış ve onun muhtaçlıkla öpmesini bekliyordu. Sağ omzuma yaslanıp aşağıya inen dudakları, her öpücükte daha fazla irademe meydan okuyordu.

"Sana karşı koymak ne mümkün." diye söylenip sütyenime uzandı. Sağ sütyenimin pedine bağlı ipi söküp ittirdiğinde eliyle göğsümü kavrayıp dilini yasladı. İnlediğim sıra göğüs ucumu emerek ellerini yeniden kalçama yasladı ve sertçe ritimlerine devam etti.

Parmaklarım saçlarını kavradığında burnundan nefes vererek erkekliğini duvarlarıma sürttü ve başını geriye attı. Elim saçlarından düşüp omuzlarına konduğunda tırnaklarımı sırtına batırdım. Şişkin pazılarından belirmeye başlayan damarlar tüm ihtişamıyla üzerine dökülen sularla parıldıyordu.

"Mete..." dedim fısıldar gibi ama kelimem kayboldu; çünkü onun elleri ve bakışları tüm dikkatimizi ele geçirmişti. Onun güçlü kollarında, bütün o karmaşık duygular arasında bir şey netti. Bu an, bizim aramızdaki kırılmaz bağı temsil ediyordu. Bütün dünya susmuş, sadece nefeslerimiz ve çarpan kalplerimizin ritmi kalmıştı.

Mete, dudaklarını dişlerinin arasına alıp geriye yasladığı kafasını düzeltti ve gözlerini gözlerimle buluşturdu. Soluklarımız ve çarpışlarımız banyoda ahenkle yankılanıyordu. Bedenlerimizin birbirine uyumunu hissetmek, içimde tarif edemediğim bir sıcaklık yarattı. Solukları dudaklarımdan birkaç santim uzakta duruyor, her nefes alışında içime çektiği havanın titreşimi bile kalbime dokunuyordu.

"Mete," dedim fısıltıyla ama sözlerim onun gözlerindeki derinliğin yanında ne kadar cılız kalıyordu. O ise ilk defa hiçbir şey söylemeden, bakışlarıyla konuşuyordu. İçimdeki her duyguya dokunan o gözler hem beni avutuyor hem de tutku dolu bir yangını körüklüyordu.

Alınlarımız birleştiğinde gözlerimiz birbirinden hiç ayrılmamıştı. O an, bakışlarımız birer ayna gibiydi; hissettiklerimiz, düşündüklerimiz ve sakladıklarımız bu aynalarda çıplakça yansıyordu. Çarpışan nefeslerimiz, aramızdaki sınırları tamamen eritip yok etti.

Parmaklarıma doğru yükselen elleri, bileklerimde durakladığında bir anlık gerginlik kalbimde yankılandı ama o dokunuş, bir an sonra omuzlarıma kayarak tanıdık bir sıcaklığa dönüştü. Her hareketi hem geçmişin güvenini hem de o anın yeniliğini taşıyordu. Dokunuşları tenimde yankılanırken, içimde kelebekler gibi çoğalan bir heyecan vardı.

Omzumdaki eli yavaşça enseme yaslandığında, alt dudağını dişlerinin arasından serbest bıraktı. Gözleri gözlerimde bir an durdu, sanki bir kararın eşiğindeymiş gibi. Aralı duran dudaklarına uzanmaya çalıştığımda, inleyerek üst dudağımı kavradı. O temas, bir ateşle bir yangının karşılaşması gibiydi.

Dilinin dudaklarıma dokunuşu ise bambaşkaydı. Kontrollü ama bir o kadar da çılgınca, susuz bir adamın suya duyduğu özlem gibi. Dudaklarının her hareketi, bedenimde yankılanan bir fırtınaydı. Aramızdaki ateş ne bir süreyle ne de mesafeyle tanımlanabilirdi; bu, yalnızca bizim içimizde yankılanan bir enerji, kontrolsüz bir tutkuydu.

O an, dudaklarının arasındaki ateş beni yakıp kül edecek gibiydi ama aynı zamanda her bir dokunuşla yeniden yaratıyordu. Bu yangın, sadece tenlerimizi değil, ruhlarımızı da birbirine bağlayan bir alevdi ve ben, o ateşte yanmayı istiyordum, son nefesime kadar.

Bir an için dudaklarımın içine "Geliyorum." diye fısıldadığında soluklarım hızlandı ve kasıklarımda ateş büyüdü. Her bir hareket, bir araya gelen iki ruhun anlayışına işaret ediyordu, bu an, bir ömre bedeldi. Dudaklarımızdan dökülen inlemeler soluk soluğa birbirine dokunan dudaklarımıza gömülürken ensemdeki eli kalçalarıma indi.

Bana muhtaçmışçasına bakan gözleri bir an olsun gözlerimden ayrılmazken içimdeki varlığı daha da içimin derinliklerine ulaştı. Soluklarımız yüzlerimizi yalayıp geçerken ritimleri daha da arttı. Banyoda yankılanan tenlerimizin çarpışma sesleri her geçen saniye daha da kasıklarımda bir çığ büyütüyordu.

Mete, çenesini hafifçe kaldırdığında âdem elması hızla yukarıya oynadı. Gözlerine yeniden saplandığımda "Ah!" diye aynı anda sesli bir şekilde inledik. Kasıklarımın içindeki sıvı patlayıp ona doğru tırmandığında içimdeki sıcaklığımla karıştı. Göz kapakları titreyerek kapandığında aynı anda alınlarımız birbirine yaslandı.

 

 

 

 

BURADAN DEVAM EDEBİLİRSİNİZ

Gözlerim, güneşin yavaşça dağların ardında beliren ışıklarına odaklanırken, parmağımda yüzüğün varlığını hissediyorum

Gözlerim, güneşin yavaşça dağların ardında beliren ışıklarına odaklanırken, parmağımda yüzüğün varlığını hissediyorum. Güvercin kanatlarının detayları içimi o kadar derinden etkiliyor ki, sanki dünya sadece o yüzüğün etrafında dönüyormuş gibi hissediyorum. Hepsi o anın hatırasını taşıyor. Bu yüzük, sadece bir takı değil. Bu yüzük, bir sözün, bir vaadin, bir hayatın simgesiydi.

Güneş alan bir bankın üzerine kurulan kahvaltıya doğru ilerlerken ellerimi ceplerime soktum. Bankın sağ tarafında Alev, Lara, Yonca, Cemile ve Ayda ile Alperen; karşılarında ise Barış, Caner, Çilingir, Kubilay, Osman, Selçuk, Deniz oturuyordu. Gülümseyerek onlara yürümeye devam ettiğimizde Barış, Caner ve Çilingir aynı anda ellerinde belli olan güneş gözlüklerini takıp bize baktılar. Mete'nin kahkahası kulaklarımda yankılandığında kızlar dönüp bize baktı.

"Parlayarak geldiler mübarek. Baksana bizimkiler gözlerini alamadılar." diyen Alev ile kahkaha attım. Caner ve Barış birbirlerine bakıp aynı anda "Parlayan o mu şimdi görürsünüz." deyip yeniden bize döndüklerinde masanın önünde durduk. Mete, kolunu omzumdan çekip mavi şişme montundaki güneş gözlüğünü havalı bir şekilde taktığında elimi cebimden çıkartıp parmağımdaki yüzüğü gösterdim.

Alev, "Şaka yapıyorsunuz!" diye bağırdı, ağzı açık ve gözleri parıldayarak. Kızlar aynı anda ayağa kalkarken erkekler hiç kalkmıyordu. Büyük ihtimalle haberleri vardı. Alev, Mete'yi ittirip ellerimi ellerinin arasına aldığında dudakları aralandı.

"Oha, Güvercin!" diye haykırdı. Ellerinde o kadar güç vardı ki, beni neredeyse sıktı ama bir yandan da derinden hissediyordum. Alev, içindeki coşkuyu sadece bana değil, tüm dünyaya yayıyor gibiydi. Gülerek tepkilerini izlemeye devam ederken Mete ile birkaç saniye bakıştım. Gözleri gülerek bana bakıyordu.

Mete'nin yanında olmanın, bu anı birlikte yaşamanın derinliğine vardığımda, kalbimdeki heyecan hala hiç dinmiyordu. Bir yandan da parmağımdaki yüzüğün yarattığı duygularla kayboluyordum. Her biri bir ömürlük değer taşıyan anıların hatırlatıcısı gibiydi.

Kubilay, bir anda ayağa kalktı ve "Güvercin Timi'nin lideri artık evleniyor mu?" diye şaka yaptı. Hepimiz ona doğru döndüğümüzde gülmeye başladım. "Bir evlenen siz mi olacaktınız oğlum?" diye söylenip Mete'nin koluna sarıldım.

"Kaptım gül gibi çocuğu bırakır mıyım?"

Caner ve Barış, birbirlerine bakarak güldüklerinde kafalarını salladılar ve ayağa kalktılar. Bize doğru yaklaşıp Mete'yi kolumdan çekip koluna girdiler. Mete, şaşkınlıkla Caner'e baktı. Mete'yi bir anda kucaklarına alıp banka doğru yaklaştırdılar.

"Acıktık oğlum, birbirinizden ayrılacağınız yok." diyerek gülüştüklerinde kafamı iki yana salladım ve kızlarla birlikte banka yaklaştım. Tam karşısına oturduğumda yüzündeki kahkahalarla Caner ve Barış'a bir şeyler söylüyordu ama duymuyordum. İnci gibi sıralanmış dişlerinin arasından bıraktığı kahkahalara odaklıydım.

"Eyşan."

Alev'in sesiyle ona baktığımda yüzüğüme bakıp gülerek yüzünü buruşturdu.

"Yüzüğün güzel ama bunu taktığında tabur komutanı mı, gelin mi belli olmayacak gibi geldi." dediğinde kahkaha atarak kaşlarımı kaldırdım.

"Ben düğüne kamuflajla gelirim diye de korktun mu?"

Osman, aradan atladı.

"Kamuflaj olmazsa şaşırırım zaten. Gelin buketi yerine sis bombası atar."

Yonca, Osman'ın bu dediğine kıkırdayarak "Yani bir düşünsenize, müzik falan çalıyor, Eyşan sisler içinde ortaya çıkıyor... Ahahah!"

Gülüşler birbirini kovaladı ama birdenbire, gözlerim Mete'nin gözlerinde, benimle paylaştığı o anı hissettim. İkinci bir şans bulamamıştık ama o an her şey yerli yerine oturuyordu. Hem hayatın hem de o parmağımda parıldayan yüzüğün verdiği duygunun derinliği beni içine çekiyordu.

Selçuk, "Hepiniz yanılıyorsunuz. Eyşan sis bombası falan atmaz. O doğrudan helikopterle alana iner. Gelin arabası diye askeri zırhlı getirtir." diye söylendiğinde gözlerimi belerttim.

"Sende mi Selçuk?" dedim ama kimse beni takmadan bir şeyler söylemeye çalışan Barış'a baktı.

"Tabii canım! Davetliler arasında panik yaşanır, herkes siper alır. En sonunda Eyşan megafonla, 'Korkmayın, ben geldim,' der."

Bir an için gözlerimi kısarak Barış'a baktığımda bütün herkesin bakışları bana çevrildi. Küçük bir sinsi sırıtışla Mete'ye baktım. Müptelası olduğum gözlerini gözlerime diktiğinde gülümsedim.

"Tamam artık yemeklerimizi yiyebilir miyiz?" diye söylendiğimde Alev, kenarda duran çay bardağını doldurdu ve çayımı tabağımın yanına bıraktı. Bakışlarım, çayın sıcak buharında kayboldu ama içimdeki huzuru ve mutluluğu hissedebiliyordum.

Tanrı'nın akrep ve yelkovanı, artık bizim için yeniden çalışmaya başlamıştı.

Osman ile Cemile ve Caner ile Lara, ortalarda görünmüyordu. Kubilay, Yonca'nın dizlerine kafasını yaslamış öylece Yonca'ya bakarak gülümsüyordu. Dudağımda minik bir tebessüm oluşurken Barış ile Alev'e baktım. Birbirlerine hiçbir şey demeden öylece bakışıyorlardı. Çilingir ile Selçuk kendi aralarında sohbete dalmışlardı. Deniz, bir kenarda sessizce oturuyordu. Ayda'ya baktığımda ise meraklı gözlerle Deniz'i izliyordu.

İyi şeyler yaşamamıştık ama her defasında ayağa kalkmayı, bir şekilde yürümeyi başarabilmiştik. Bakışlarım Mete'ye çevrildiğinde dudaklarındaki minik bir tebessüm ile beni izliyordu. Omuzları yükselip alçaldığında gözlerini kırpıp açtı.

"Şimdi de öyle yapabilirsin," dedi Selçuk bir anda, gözlerini o tanıdık alaycılıkla kısarak. "Ama seni kayak yaparken görmek eğlenceli olurdu."

"Ben mi? Hayatta yapmam!" diye karşılık verdi Çilingir, ellerini havaya kaldırarak.

Onları izlerken gülümsedim. Bu dostane çekişmeler, içinde bulunduğumuz anı daha da değerli kılıyordu. Karşımdaki manzaranın, masadaki sohbetin ve yanımdaki insanların sıcaklığı içimde büyüyen bir huzur bırakıyordu. Bu sabah, kaygan yamaçlardan aşağı süzülen her şeyden daha akıcı ve güzeldi. Bakışlarımı hızla Mete'ye çevirdim. O da benim gibi gülerek Çilingir'e bakıyordu.

"O halde bende seni piste davet ediyorum, Mete. Hadi bakalım, ne kadar cesursun görelim?" dediğimde Mete, gözlerini gözlerime devirdi. "Yavrum."

Çilingir bir kahkaha patlattı.

"Ne, ne yavrum? Korkuyorum demiyor da?" dedi ve kıkırdayarak ayağa kalktı. "Eğer Mete piste çıkarsa, ben de çıkacağım lan!"

Mete dönüp ona baktı.

"O montun içinde yuvarlanarak inmeyi planlıyorsan buyur Çilingir, pist orada."

Çilingir, Mete'nin alaycı sözlerine kahkahalarla karşılık vererek masaya yaslandı. "Beni hafife alma, Mete. Seninle yarışmak için pistte olmak gerekmez ama kabul ediyorum, eğlenceli bir gün olacak," dedi, hala gülerek.

Ben de bir yudum çay içip onları izlemeye devam ettim, içimde hafif bir gülümseme vardı. Bu anın içindeki samimiyet, sabahın huzurunu daha da derinleştiriyordu. Evet, belki de sabahın o taze havası, kayak pistinin heyecanı kadar güzeldi. Kar taneleri hâlâ yavaşça düşerken, Çilingir ve Mete'nin laf dalaşı arasında kaybolmak gerçekten de keyifli bir şeydi.

Bir anlık sessizlikten sonra, Mete birden harekete geçti. "Çilingir Bey, kayak yapmak kapı açmaya benzemez. Buyurun, sizi piste alalım." dedi, yerinden kalkarken.

Ellerimdeki çayı masaya bıraktım ve onları piste doğru ilerlerken izlemeye devam ettim. Karla kaplı yamaçlar, bugün başka bir anlam kazanmıştı.

Mete ve Çilingir, kayak tahtalarının üzerindeki duruşlarıyla pistin başlangıcına doğru ilerlerken, birbirlerine sürekli laf atarak gülüşüyorlardı. Çilingir, pistin biraz daha dik olan kısmına yaklaşırken, gözleri parlayarak Mete'ye dönüp, "Hadi bakalım, önce kim düşecek?" diye takıldı.

Mete, sanki hiç düşünmeden, "Benim düşeceğimi düşünüyorsan, iyi düşün, Çilingir," dedi, kendinden emin bir şekilde. "Bugün senin gibi amatörleri izleyip öğreneceğim."

Çilingir, karla kaplı pistin zirvesinden aşağıya doğru kayarken, hızla Mete'nin yanından geçip, "Hayatımda gördüğüm en yavşak kayakçısın, Mete!" diye bağırdı. Mete gülerek, "O zaman neden geride kaldın, Çilingir?" diye yanıtladı.

İkisi, pistin ortasında hızla kayarken, birden Çilingir'in dengesini kaybettiğini fark ettim. Çilingir, bir anlık panikle, sağa sola savrulmaya başladı. "Yavaş ol, Çilingir!" diye bağıran Mete, kahkahalarla gülüyordu.

Çilingir, sonunda dengeyi bulup kendini toparladı ama tam o sırada kaymakta olan bir diğer kayıcının önüne çıktı. Kayıcı, Çilingir'i görünce irkildi, hemen durmaya çalıştı, ama Çilingir'in kayakları da onunla çarpıştı. Kayıcı, düşen Çilingir'in yanından geçip giderken Çilingir, sanki yerçekimi ona biraz fazla çalışmış gibi bir anda karla kaplı zemine yüz üstü yuvarlandı.

Mete, birkaç metre geriden bakarak, iyice kahkahaya boğuldu.

"Ee biz de kayalım, haydi kalkın." diyen Alev ile masadan kalktım ve ne ara kiraladıklarını bilmediğim kayak takımlarını ayakkabılarıma geçirip pistin başlangıcına yerleştim. Kayaklarımın üzerindeki karı hissettim, vücudumun her bir hareketine uyum sağlayarak hızla ilerlemeye başladım.

Karın yumuşak dokusu altımda kayarken rüzgârın yüzüme çarpan soğukluğunu hissettim. Yamaçların eğimiyle birlikte hızım arttı ama bir yandan da ne kadar hızlı gittiğimi fark etmeden, kar tanelerinin havada dans edişini izleyerek kayıyordum.

Mete uyarırcasına "Dikkatli ol!" diye bağırdığında gözlerimi devirdim. Yahu, ne olabilir ki?

Bir anda yanımdan jet hızıyla geçen Mete'yi gördüğümde gülümsemeden edemedim. Uzaktaki bir noktada bir anda durup gülümseyerek ellerini iki yana açtı. Gülümseyerek ellerimi iki yanıma açıp ona doğru hızlandım. Ona doğru gittikçe kalbim biraz daha hızlanıyordu. Göğüslerimiz sertçe birbirine çarparken Mete'nin kolları belime dolanmıştı. Gülüşümüz birbirine karıştı. Sırt üstü karın içinde yuvarlanırken, gülümsemem daha da büyüdü.

Mete, "Hayırlı işler. Voooou!" diye yanımızdan kayarak geçen Çilingir'in arkasından gülerek bakakaldığında kendimi tutamayıp yanağına küçük bir buse kondurup üstünden onu izlemeye başladım. Şaşkın mavileri, bana çevrildiğinde bir an gözlerimiz kilitlendi. Karın soğukluğuna rağmen sıcacık hissettiriyordu.

"Eüüüp!" diye kayarak geçen Alev'in ve Barış'ın kahkahalarıyla yanaklarımın ısındığını hissettim. Salak Alev, ağzıyla polis otosu sireni yapmıştı.

Mete, "Hatun, rezil olduk kalk." dedi ama ağzındaki o tatlı gülümseme, ne kadar komik olursa olsun, bana bir huzur veriyordu. Bir yanda karın soğukluğu, diğer yanda onun sıcak bakışları beni sarhoş etmiş gibiydi.

Kalbim hızlı hızlı çarparken, onun sıcak bakışlarını hissetmek her şeyin ötesinde bir şeydi. Yüzümdeki gülümseme, karın soğukluğuna rağmen içimi ısıtan bir ateşe dönüşüyordu. Ne kadar uzak olursak olalım, o an birbirimizin içinde kaybolmuş gibiydik. Her şey bir anda sakinleşmiş, sadece bizim sesimiz ve birbirimize olan o güçlü bağ kalmıştı.

Mete, bir anda beni sırt üstü devirip üzerime ağırlığını bırakmadan durduğunda gülümsemem yavaşça soldu. Gözlerim ona kilitlenmişti ama o an, eğlenceli bir şaka ya da eğlenceli bir hareket değil, bir derinlik vardı. Vücudumun karla temas ettiği soğukluğu hissetsem de kalbimde bir sıcaklık vardı.

Mete'nin gözleri, bir an için parladı.

"Beni daha fazla böyle yakından izlersen, tutunacak yer bulamayacağım."

Gözlerindeki yoğun bakışı daha da derinleşti. Kolları sanki plank yapıyormuşçasına bedenimin yanında durdu ve eğilip, dudaklarını nazikçe boynuma yerleştirdi. Sıcak nefesinin tenimde bıraktığı iz, vücudumda bir elektrik gibi dalgalanırken, kalbim çılgınca çarpmaya başladı.

"Seninle her şeyin tadı başka, Eyşan," dedi, dudakları boynumda hafifçe iz bırakırken. Sesinde, bana duyduğu hislerle yoğrulmuş bir tını vardı, sanki bu anı benden başka kimseyle paylaşmak istemiyordu. Çeviklikle beni bir anda kendiyle birlikte ayağa kaldırıp alnıma dudağını yaklaştırdı. Gözlerimi kapatıp gülümsediğimde bir kamera sesi duydum.

Gözlerimi açtım ve Çilingir'i kamerayı elinde tutarken gördüm. Hızla gözlerimi Mete'ye çevirdim, gülümsemesiyle bana biraz daha yakınlaştı ve eliyle kurt işareti yaptı. "Gerçekten mi?" dedim, gülümseyerek ama biraz şaşkın bir şekilde.

"Yenge bak, bak."

Gülümseyerek baş parmaklarımı birbirine yaslayıp kuş yaptım ve Mete'ye sırtımı yasladım, kameraya baktım.

"Hey maşallah!" diye gülerek ekledi Çilingir, gözleri bizim halimizi izlerken. Arkasında beliren Güvercin Timi ekibi ile kıkırdamadan edemediğimde elimdeki kuşu bozdum ve elimi gelin dercesine salladım. Çilingir, yanından geçen birini durdurup kamerayı ve bizi gösterip bize doğru yaklaştı. Yanıma Alev ile Barış, onun yanına Kubilay ile Yonca geçti, yanlarına geçerken, Çilingir Mete'nin önüne Selçuk'ta benim önüme geçip yan bir şekilde yere uzandılar. Mete'nin yanına Caner ile Lara ve Kartal geçerken, Alperen, Ayda ve Deniz'de onların yanına geçti. Osman ile Cemile hâlâ ortada yoklardı.

"Çekiyorum." diyen kadının sesiyle gülümseyerek Mete'ye yaslandım. Mete, Caner ile benim omzuma ellerini koyduğunda flaş patladı.

Cemile Günsoy, Ağzından

İçimde bir yangın var ama öyle sıradan bir yangın değil; her bir kıvılcımda, kalbimde büyüyen bir devasa alev var. Osman'ın dudağını hissettiğim o gün, bu ateş daha da alevlendi. Alevlerin içine çekildim, her an biraz daha yaklaşıyor, her saniye biraz daha büyüyordu.

Bir yandan onu hissediyor, diğer yandan bu ateşi söndürebilme umudu dağılmaya başlıyordu. O öpücüğün sıcaklığı, bedenimdeki her zerreyi sarmıştı ama ben, her an biraz daha yakıyordum kendimi. Alevler içinde, dumanla boğulmuş bir şekilde nefes almak zorlaşıyor, her yudumda içimdeki ateş daha çok şiddetleniyordu.

Ben daha kundaktayken ailem beni bırakıp cennete gitmişti. Küçük bir kıvılcım iken harlı ateşlerle sarmalanmıştım. Yalnız kalmış, hırsla büyümeye başlamıştım. Kimseye kalbimi göstermeden yanmamak için çabaladım. Şimdi ise o ateşin beni yakacağından çok korkuyordum. Kalbim hem ona ait olmak istiyor hem de bu yangını, bu kaybolmuşluğu, bu korkuyu bir an önce sonlandırmak istiyordu ama her şey daha da karmaşıklaşıyordu.

"Cemile."

Osman'ın sesini duyduğum an adımlarımı hızlandırdım ve nereye dahi gittiğimi bilmeden yürümeye başladım. Karın gıcırtılı sesleri kulaklarımın içinde dolaşırken birden kolum sarıldı ve arkama döndürüldüm. Bakır tonlarındaki saçlarım yüzümü döverek gözlerimin önünü kapattığında hızla kolumu Osman'dan kurtarmaya çalıştım ama o artık iki kolumu o günkü gibi tutuyordu.

"Bırak." diye fısıldadığımda saçlarımın arasından ona baktım. Yüzüm, sanki ateşlerle çevrilmişti. Kolumu sertçe elinden kurtarıp saçlarımı yüzümden çektim ve arkamı döndüm. Koşmaya başladığımda kalbim, göğsümü delip geçecekmişçesine hızla çarptı. Evet, onu seviyordum ama bunu yapamazdım. Ona, kapılmamam gerekiyordu.

"Cemile!" diye haykırdığını duyduğumda bir an için durdum. Nedenini bilmiyordum ama o an durdum. Beynim bile onunla olmam gerektiğini bütün bedenime komut verirken mantığım basmıyordu. Saçlarıma vuran nefesini hissettiğimde gözlerimi kapattım.

"Ben yaralıyım Osman. Benim kalbim, senin yükünü taşıyacak kadar sağlam değil."

Elleri karnımın üzerinde bağlandığında dudaklarını şakaklarımda hissettim. Onu ittiremedim, geri çekilmesini söyleyemedim.

"Ben de yaralıyım Cemile. Hiç kalbimden vurulmama rağmen, tam ortasından delip geçen bir kurşun var. O kurşunun bıraktığı hasar içimin yanmasına sebep oluyor."

Onun sesini duyduğumda, bir çığlık gibi yankılandı beynimde. Neden durduğumu bilmem, sadece durmam gerektiğini hissettim ama içimdeki bu yangının bir parçası, ondan uzak durmamı emrediyordu. Hızla kalbim çarptı, her darbesi, bu ateşi biraz daha körüklüyordu.

Ben de yaralıyım dediğinde, sanki kalbimdeki her yara yeniden açıldı. Kalbimdeki bu boşluğu, bu yanmayı bir tek onun anlayabileceğini düşündüm ama işte, bu yanma sadece bizi yok etmek için daha da büyüyordu.

İstemiyorum, diyorum kendime ama bu inkâr edilemez bir çekim. Kalbim, ondan uzak kalamam diyor, ama ruhum bir tür cehennem bekliyor. Bir şey kırıldı. Bir yerlerde bir şey patladı. Benim içimdeki çığlık, onun içindeki yangına dönüştü. O kadar yakın, o kadar uzaktı. Ne olduğunu anlamadım ama o an artık kendimi tutamadım, gözlerimi açtım.

Başımı ona doğru çevirip şakağıma yaslı dudağının ayrılmasına sebep oldum. Sağ elimi havaya kaldırıp kaçmaması için ensesine bastırıp dudaklarını kavradım. İçimdeki öfke, korku ve arzuyla birleşen o öpücük, aramızdaki tüm mesafeyi yok etti. Birbirimize yakın olmamıza rağmen, hiçbir şey tam değildi.

Osman'ın büyümüş şaşkın yeşil ormanını izledim. Derin, karanlık bir orman gibi, içinde kaybolmak istesen de kaybolmaya cesaret edemezdin. O gözler, bir an seni içine çeker gibi olur, sonra geri itip bir kenara bırakırdı ama bir şey vardı. Çok derinde, seni çağıran, seni hapsetmeye çalışan bir şey. Gözlerinde bir huzur vardı ama o huzurdan çok daha fazlası vardı. İçindeki karanlık, acı, bir şekilde seni cezbediyordu.

Gözlerimi kapatıp o ormanda kaybolmaya karar verdim. Dudaklarıma yaslı dudakları bir anda aralanıp bana karşılık vermeye başladığında dudaklarımı biraz daha araladım. Yüreğim bir yangın gibi alevlendi ama bu yangında hiçbir şeyin yok olması gerekmiyordu. Ne Osman ne de ben. İkimiz de yanmak zorundaydık. O öpücük, kalplerimizdeki karanlıkla, her şeyi yıkmaya, her şeyi yok etmeye yemin etmişti.

-

 

BÖLÜM SONU

Merhabalaaar, nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Son noktayı koydum ve geldim. Bu bölüm içimi burkan sahneler içeriyordu. Özellikle Mete'yi çok kırdığımı düşündüm. İçimde bir yerlerde kırılgan bir oğlan çocuğu var ama onu iyileştirmek için elimden geleni yapacağım. Hani Eyşan dedi ya 'Bizi kim toparlayacak?' Onlar kendilerini zihnimde toparlarken, bende onlarla birlikte ayağa kalkacağım. Her neyse;

Bölüm hakkındaki düşüncelerini merak ediyorum. Beni yorumsuz bırakmayın, yorumlarınızı severek ve kalpten cevaplayarak motive oluyorum.

 

 

 

 

Koyduğum son noktada görüşmek dileğiyle.

 

 

 

 

Sultan Çakır

 

 

 

 

bir ocak iki bin yirmi beş

 

 

Bölüm : 01.01.2025 08:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...