Helüü! Yine ve yeniden ben geldim. Bu bölüm Güvercin Timi ile eğlenmeye, coşmaya ve Mete ile kalp krizi geçirmeye hazır mısınııııııız? Eee o halde bölüme geçin ve aşağıda da beni yalnız bırakmayın. Birde oy ve yorum yaptıysanız demeyin keyfime. Keyifli okumalar dhskjdhjkshd.
Taş.
Bölüm Şarkıları;
Winter Drill II, Vivaldi
Feel, Beneld
The Search, NF
Heaven, Julia Michaels
Lingo lingo Şişeler, Sinan Yılmaz
Çek Kameracı, Şenol Evgi ft. Gizo
Snowman, Sia
🕊️
XXX
Al-Suqaylabiyah Ormanları, Suriye
Muamma-i Ruh (Ruhun Gizemi), Ağzından
Gece, Al-Suqaylabiyah ormanlarını gökyüzünden bir kara perde gibi sarmıştı. Rüzgâr, dalların arasından sızarak uğuldayan bir melodiyle eski hikayeleri fısıldıyor, ormanın derinliklerinden yükselen sesler, yankılanarak insanın tüylerini diken diken ediyordu.
Buradaki ağaçlar, gökyüzüne meydan okuyan birer dev gibiydi; yılların ağırlığını dallarına yüklenmiş, kabuklarındaki çatlaklarla zamana karşı direnmişlerdi. Toprak ise çürümüş yapraklarla kaplıydı, her adımda ıslak ve yapışkan bir his veriyordu.
Ormanın karanlığında bir figür, ağır adımlarla ilerliyordu.
Sırtındaki uzun siyah paltosu, her adımda rüzgarla savruluyor; ağır çizmeleri, toprağı bastığı her an ezerek derin izler bırakıyordu. Başını hafifçe kaldırdığında, sağ gözü beyaz, sol gözü ise kömür gibi karanlık bir çift göz, etrafı tarıyordu. Beyaz gözünü çevreleyen uzun ve derin yara izi, kaşından yanağına kadar uzanıyordu. Bu iz, yalnızca bir yarayı değil, onun geçmişteki kırık hikayelerinin sessiz bir tanığını taşıyordu.
Bir an durup derin bir nefes aldı. Ormanın keskin kokusu, çürümüş yaprakların nemli karışımı ve uzaklarda yanan bir ateşin isli kokusuyla doluydu. Gözleri, ağaçların arasından bir anlık bir hareket yakalamış gibi keskinleşti ama gördüğü şey yalnızca, ay ışığının yer yer süzüldüğü dallar arasında dans eden gölgelerdi.
Tam yeniden harekete geçecekken, arkasından bir ses yükseldi.
"Elias."
Ses ne sertti ne de yumuşak ama Elias'ı olduğu yerde durdurmaya yetmişti. Yavaşça arkasını dönerken, karanlığın içinde beyaz gözünün parlaklığı belirginleşti. Sağ kaşını hafifçe kaldırdı, yara izinin olduğu bölge bir gölgenin altına saklanmış gibiydi.
"Ne istiyorsun?" diye sordu Elias, sesi, ormanın karanlığını yararak derin bir yankı bıraktı.
Elias, gözlerini karanlıkta ağır adımlarla ilerleyen siluete dikti. Gelen kişi, uzun paltosunun uçları rüzgârda hafifçe savrularak Elias'a yaklaşıyordu. Ormanın uğultusu bir an için kesilmiş, yerini adımların bastığı çürük yaprakların çıtırtısına bırakmıştı. Elias, sağ gözündeki beyazlığın yansıttığı ay ışığıyla gelen kişiyi dikkatlice süzdü.
Uzun bir süre sessiz kaldı, ardından buz gibi bir sesle konuştu.
"Beklemek mi istiyorsun?" dedi, dudaklarının kenarındaki soğuk ifade belli belirsiz belirginleşti. "Bizim için neyi değiştirdi ki? Zaman yalnızca düşmanlarımızı daha güçlü, bizi daha suskun kıldı."
Gelen kişi birkaç adım daha yaklaştı, eldivenli ellerini hafifçe kaldırarak Elias'ı yatıştırmaya çalışır gibi bir hareket yaptı.
"Suskunluk, plan yapmanın en iyi örtüsüdür," dedi kararlı bir sesle. "Ancak artık harekete geçmeliyiz."
Elias, kaşlarının arasındaki derin çizgiyle bir süre onu inceledi. Gözleri, sanki karşısındaki kişinin ruhunu okuyormuş gibi hareket ediyordu. Rüzgâr bir anda şiddetlenip ormanı doldurduğunda, paltosunun etekleri bir hayalet gibi savruldu.
"Onların peşinden gitmek riskli," dedi, sesi bir bıçak kadar keskin ve soğuk. "Güçlüler, organizeler ama her gücün bir zayıf noktası vardır."
Gelen kişi, Elias'ın karşısında dimdik durdu. Sesini biraz daha alçalttı, neredeyse bir fısıltı gibi konuştu.
"Ve o zayıf nokta ellerimizin altında, Elias. Şu an savunmasızlar, unuttun mu? Ayrıca onlar, bizim canımızı aldı."
Elias'ın beyaz gözünde hafif bir titreme oldu. Kaşını çatarak düşüncelere dalmış gibiydi. Adeta ormanın karanlığı da onun düşünceleriyle ağırlaştı.
"Rojin..." diye mırıldandı, sesi neredeyse duyulmaz bir tondaydı. Ardından, aniden gözlerini tekrar karşısındaki kişiye dikti. "Aslında bir bakıma haklısın. Evleri dağıldı ve şu an elimde onları almak için bir fırsat var."
Karşısındaki kişi, soğuk bir gülümsemeyle başını hafifçe eğdi.
"Fırsat mı? Bu bir fırsattan fazlası. Onları sadece yok etmeyeceğiz, hayatta kalırlarsa bile, kim olduklarını unutacaklar."
Elias, derin bir nefes aldı. Yüzü bir an için karanlık bir gölge gibi daha da sertleşti. Gözlerindeki o zıtlık, bir çelişki değil, aksine içindeki fırtınanın bir yansıması gibiydi.
"Unutmak mı?" dedi, sesi daha derin ve alçak bir tona bürünmüştü. "Hayır... Onlara her şeyi hatırlatacağız. Her hatayı, her ihaneti, her kaybı... Ta ki en güçlülerinden biri yere düşüp, gözlerimin içine bakana kadar."
Gelen kişi başını onaylarcasına salladı. Gözlerinde intikamın soğuk parıltısı vardı.
"Bu, onların sonu olacak ve bizim zaferimiz."
Elias bir adım ileri çıktı, paltosunun uçları bu hareketle hafifçe savruldu. Solgun yüzünde, beyaz gözünün çevresindeki yara izi daha belirgin hale gelmişti. Alçak ama tok bir sesle, sanki karanlığın içinden yankılanıyormuş gibi konuştu.
"Zafer mi? Hayır..." dedi, sesinde neredeyse bir tehdit vardı. "Bu, bizim hikayemizin başlangıcı olacak. Onları öldürmekle kalmayacağız. Onların inandığı her şeyi yerle bir edeceğiz ve geriye sadece bizim izimiz kalacak."
Rüzgâr yeniden ağaçların arasında hışırdadı. Orman, Elias Farouq'un karanlık sözlerini ezberlemiş gibi suskunluğa gömüldü.
🤔
48 Saat Önce
16 Mart 2022 / Uludağ, Bursa
Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından
"Ama kardeşim bu haksızlık ya!"
"Ağlayacaksan oynama Mete!"
Caner ve Mete'nin sesiyle gözlerimi devirip elimdeki kartlara baktım. Uludağ'daki dünkü kayak maceramızdan sonra herkes bir şekilde yorgun düşüp evlerine dağılmıştı. Sabah uyanıp herkesi bizim kaldığımız eve toplamış ve kahvaltımızı yapmış bir şekilde papazkaçtı oynuyorduk. Elimdeki kartların yerini değiştirip kızın yanına papazı aldım.
"Sıra bende." deyip elimdeki kartları Mete'ye doğru çevirdim. Mete, kaşlarını çatıp kısılmış mavi gözlerini kartıma çevirdi ve hafifçe eğildi. Alnında küçük bir çizgi oluştu. Gözleri bir saniyeliğine parıldayarak bana çevrildiğinde sağ dudağının kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. Tam bir piç gülüşü var oldu. Minik bir tebessüm ile parmaklarımın arasında sıkıştırdığım kıza baktım. Mete, parmaklarını uzatıp kızın sağındaki papazı çekti ve ne çektiğine baktı. Yüzündeki bütün mimikler solarken kahkaha atarak elimdeki kartları bıraktım.
"Papazını sikeyim oynamıyorum lan." dedi ve elindeki kartı sehpanın üzerine attı. Geriye yaslanıp kollarını göğsünde bağladı. Çocuk gibi dudağını büzüp kafasını sağa doğru çevirdi. Gülerek ona bakmaya devam ederken Caner, elindeki kartları Lara'ya doğru çevirdi.
"Aşkım bak." dediğinde elimi karnımın üzerine koydum.
Aşkım mı?
"Öğk."
"Öğk."
Benimle birlikte öğüren Çilingir'e sertçe baktığımda Caner'de bize bakıyordu. Mete, şaşırmışçasına bizi izlerken biraz yana eğilip Çilingir'e baktı. Selçuk, elindeki kartları atıp kafasını iki yana sallayarak kahkaha attı ve kollarını göğsünde bağlayıp arkasına yaslandı.
"Kız kardeşim benden başka kanka yapmış." dediğinde bu sefer ona baktım. Bunu benden beklemiyormuşçasına kafasını iki yana salladığında Kubilay, ayağa kalkıp elindeki kartları sehpaya çarptığında Yonca'ya baktı.
"Bunlar kanka olmuş. Gel gidelim buradan Yonca." dedi ve bana göz ucuyla bakıp 'Hıh' deyip gidiyormuş gibi yaptı.
Gözlerimi büyütüp "Lan!" diye bağırdım. Büyüyen gözlerimi Çilingir'e çevirdim.
"Lan oğlum sen niye benim söylediğimi söylüyorsun?" diye çemkirdiğimde kaşlarını çattı.
"Sen niye benim söylediğimi söylüyorsun?" diye soruma soruyla cevap verdiğinde gözlerimi kıstım.
"Önce ben sordum?"
Barış, elindeki kartları sehpaya attı. "Hayda, gel de şimdi bunların çenesini çek."
"Sen karışma."
"Sen karışma."
Yine Çilingir ile aynı anda konuştuğumuzda artık sinirlenmeye başlıyordum.
"Sussana sen."
"Sussana sen."
Mete, dudakları aralanmış şaşkın bir şekilde ikimiz arasında gidip gelirken gözlerimi kıstım.
"Beni tekrar etmeyi kes."
"Beni tekrar etmeyi kes."
Mete, göğsündeki kollarını çözüp ellerini dizlerine yasladı ve kahkaha atmaya başladı ama gerçekten sinir bozucu olmaya başlamıştı.
"Niye gülüyorsun?"
"Niye gülüyorsun?"
Mete, kafasını geriye atıp kafasını iki yana sallayıp "Çok iyi lan!" diye bağırdı.
İşaret parmağımı Çilingir'e doğru uzattım.
"Kes şunu."
"Kes şunu."
Masada kahkahalar yükselmeye başladığında elimi alnıma yaslayıp kafamı iki yana salladım. Geriye çektiğimde ise Mete, sarılmış ve Çilingir'in ağzına elini koymuş bir şekilde gülerek bana bakıyordu.
"Karım kankamla kanka oldu, vay be."
Gülmedim.
"Kubilay, acıktım."
Bakışlarımı Yonca'ya çevirdiğimde Kubilay, ona şaşkın bir şekilde bakıyordu.
"Hayatım, daha yeni sofradan kalktık. Bu kadar çabuk nasıl acıkabiliyorsun, anlamıyorum?"
Deniz, gözlerini devirip Kubilay'ın ensesine bir tane şaplak attığında Kubilay, ona sertçe dönüp kaşlarını çattı. "Gerizekalı kız hamile. Ne istiyorsun diye soracağına gidip mal mal konuşuyorsun zırto." diye söylendi.
Yonca, Kubilay'a kaşlarını çatıp Deniz'e gülerek baktı.
"Eyvallah Deniz'im."
Kubilay, gözlerini büyüterek Deniz ile Yonca'ya baktı.
"Deniz, hani sen benim tek yeganemdin? Şimdi de beni mi satıyorsun?" dediğinde gülerek arkama yaslandım. Kubilay ve Deniz bana döndüklerinde kaşlarımı kaldırdım.
"Ne oldu aptallar, nasıl oluyormuş? Kubilay, gidip köşende ağlayabilirsin, izin veriyorum." dedim ve kahkaha attım. Kubilay, bana kısık gözlerinin arasından bakarken Osman, kafasını iki yana salladı.
"Acilen tim değiştirmeliyim."
"Acilen tim değiştirmeliyim."
Barış ve Osman, birbirlerine baktıklarında Caner, hayal kırıklığıyla bir anda onlara döndü.
Sitemle bağırarak "Barış." dedi.
"Sende mi muhteris!" deyip kahkaha attığımda herkesin bakışları bana çevrildi ama kimse gülmüyordu. Bakışlarım hepsinin ciddi suratlarında gezinirken yüzümde asılı kalan gülümsemeyle onlara baktım, kaşlarımı kaldırdım.
"Ne?" dediğimde Caner, elindeki kağıtları sehpaya 'Lanet olsun' dercesine bırakıp ayağa kalktı.
"Bir dakika bile burada kalamam artık, yürü Lara, gidiyoruz. Senden başka kimsem kalmadı." dedi ve elinden tutup masadan çekiştirdi. Osman, Cemile'nin elinden tutup giderken gözlerim büyüyerek onları izledim. Barış, Alev'in omzuna kolunu atıp çekiştirdiğinde Kubilay, Deniz'in ensesinden tutarak kaldırdı ve Yonca'nın elini tutarak çekiştirdi.
Selçuk, ayağa kalktığında Çilingir, Mete'nin sarılışından kurtulup Selçuk ile yürüdü. Evin kapısı kapandığında mal gibi masada kalmıştım. Mete'nin kahkahalarını duyduğumda şaşkınlıkla ona baktım.
Gülüşü ele bir hoş ki.
Bir sen eksiktin zaten amına koyduğumun iç sesi.
Hayretler içerisindeymişçesine kollarımı göğsümde bağlayıp Mete'ye bakmaya devam ettim. Elini karnına yaslayıp öne doğru eğildi. Kahkaha atarken omuzları sarsılıyor ve nedense bu görüntü çok hoşuma gitmişti ama sinir bozucuydu. Kaşlarımı çatıp göğsümdeki kollarımı çözdüm ve elimi kaldırıp kamburu çıkmış sırtına vurdum.
"Çatlayacaksın, gülme artık." diye söylendiğimde kafasını iki yana sallayarak doğruldu ve oturduğum sandalyeye doğru koltukta kaydı. Eli sandalyemin altına giderken yüzünde hâlâ mutluluğun izleri vardı. Sandalyeyi sertçe kendine çekti ve ellerini yanaklarıma koyup sertçe dudaklarıma yapıştı.
Karnımdaki bir taş yuvarlanarak kasıklarımda gürültüsünü bıraktığında bilinçsizce dudaklarımı araladım. Dili aralanmış dudaklarımdan içeriye sızdığında yanaklarımdaki ellerini bıraktı ve belimden kavrayıp üzerine doğru çekti. Bacaklarımı iki yana açıp kucağına yerleştiğimde başını sağa doğru eğdi ve belimi bırakıp ellerini yeniden yanaklarıma yasladı.
Dilim onun diliyle çarpıştığında kasıklarımın hemen altındaki şişkinliğin varlığını hissettim. Kalçamı ona doğru sürüklediğimde inleyerek alt dudağımı dudaklarının arasına alıp yaladı ve dişleyerek çekiştirdi. Karnımda biriken sızı, kalbimin göğüs kafesime çarpmasına neden oluyordu. Göğüslerim hızlanan soluklarım yüzünden onun göğsüne çarpıyordu.
Mete, dudaklarımızı ayırdığında nefes nefese gözlerime baktı. Göz bebeklerinin çevresindeki mavi, arzu ve tutkunun koyu bir gölgesiyle yoğunlaşmış, adeta gece vakti dalgaların çarpıştığı bir okyanusu andırıyordu. Bakışı, aynı anda hem buzul kadar soğuk hem de alev gibi yakıcı bir his uyandırıyordu. Gözlerinin derinliklerinde, bastırılmış ama hiçbir zaman tamamen gizlenemeyen bir özlem saklıydı.
Baştan çıkarıcı ve tehlikeliydi. Tıpkı fırtına öncesi denizin sakin görünüp ardından her şeyi altüst etmesi gibi.
Nedense canım birden onu çekti.
Sinsice bir tebessüm edip ellerimi kemer tokasına indirip seri bir şekilde çözdüm. Dudaklarımdaki tebessüm kırıntısı Mete'nin de yüzünde var olurken biraz doğruldu ve üzerindeki kazağı, tek eliyle ense kısmından tutup çıkarttı. Gözlerimin önünde adeta tüm göz alıcıyla duran kasları yutkunmama neden olmuştu.
Ellerim fermuarını açarken gözlerimi kaslarında gezdirdim.
"Antrenmanına sağlık." dediğimde hafifçe güldü ama hareketlenen kasları kasıklarımda bir bombanın pimini çekti. Üzerimdeki kazağı çıkartıp tenime dokunduğunda parmakları belirgin olmayan ama varlığının olduğunu bildiğim kasların üzerinde gezindi.
"Aynılarının içinde gizli olması, benim daha çok hoşuma gidiyor." dedi ve altımdaki taytın lastiklerinden kavradı. "Derinliklerinde ucun bucağın yok ve bu beni çok azdırıyor."
Sinsice gülümsedim ve parmaklarımı boxerından içeriye sızdırdım. Sertleşmiş erkekliğine dokunan parmaklarım ile dudaklarını yaladığında damağımı şıklattım.
"Neden o derinliklere daha fazla girmiyorsun?" dedim ve dudaklarına doğru eğilip gözlerinin içine baktım. "Yoksa kaybolmaktan mı korkuyor musun?" deyip parmaklarımın altındaki sınırları yokladım. Dudaklarının arasından yüzümü yalayan bir titrek nefes bıraktığında altımdaki taytı aşağıya doğru çekiştirdi. Hafifçe yükselip koltukta dik durduğumda sinsi gülüşünü görebilmiştim.
(+21) Argo ve cinsellik cümleler ve eylemler içerir.
Rahatsız olacaklar için bir sonraki yere işaret bıraktım. (+21)
Taytımı, iç çamaşırımla birlikte ayak bileklerime kadar indirdi ve o sırada kendi pantolonunu, boxerı ile çıkarttı. Hızla taytımdan kurtuldum. Belimden kavrayıp beni kucağına çektiğinde parmakları hızla vajinamı buldu. İşaret ve baş parmağının arasında sıkıştırdığı klitorisimle nefes almayı unuttuğumda gülerek bana baktı.
"Hadi diyelim ben korkuyorum. Peki sen?" deyip kışkırtıcı bir şekilde işaret ve orta parmağını vajinama sürtmeye başladı. Soluğum kesilmişçesine nefes alıp verirken Mete, çok normalmiş gibi duruyordu.
"Ne ben?" diye fısıldadığımda sesimin çatallaşmasına küçük çaplı bir kahkaha attı. İşaret ve yüzük parmağıyla vajinamdaki dudakları aralayıp orta parmağını sürtmeye başladığında gözlerimi kıstım. Şu an beni aşırı derece zorluyordu ama bir yandan keyif veriyordu.
Boğuk bir sesle "O derinliklere girmesem, parmaklarımın altındaki kasılıp gevşeyen vajinan, ne zamana kadar sulu ve sıcak kalır?" diye bir soru sorduğunda boğazımdaki koru yutamadım. Şerefsiz, resmen dalga geçiyordu ama yer mi Anadolu çocuğu?
Bir şekilde yutkunup çenemi dikleştirdim ve parmaklarımı boxerından çıkarttım. Sol elimle sütyenimin kopçalarını açıp üzerimden çıkarttım. İşaret ve orta parmağımı ağzıma aldım. Aralı dudakları bir an için kapandı ve gözleri dudaklarıma devrildi. Parmaklarımı ıslatıp dudaklarımdan çıkarttım ve onun dudaklarına yaklaştırdım. Bağımsız bir şekilde açıldığında parmaklarımı içine soktum.
Gülümsedim.
"Derinliklerime girmeye korkuyorsun ama parmaklarımı ağzına almaktan korkmuyorsun?" dediğimde dili ile parmaklarımı araladı ve parmaklarımın bağlantı noktasını yaladı. Vajinamdaki orta parmağı hızlanırken gözlerim kayacak gibi oldu ama gözlerimi kırpıştırıp pes etmemeye çalıştım.
"Ne o, kendine alıştırma mı yapıyorsun?" diye söylendiğimde boğazımı temizledim ve boştaki elimi saçlarına götürüp ağzının içindeki parmaklarımı araladım.
"Sana yardımcı olayım." deyip gülümsediğimde ağzındaki parmaklarla gülümsedi ve hiç beklemediğim bir anda, vajinamdaki parmaklarını birleştirip, vücudumu neredeyse yukarıya ittirerek parmaklarını içime soktu. Dudaklarımın arasından aldığım soluk boğazımda kalırken genizdeki kahkahası titrememe neden olmuştu.
"Ağhzıhdah çeh şuhu."
Son darbeyi yine ben vurdum.
"Eğv eğv eğv."
Parmaklarını vajinamdan çekip kalçalarımdan sertçe tuttu ve kendine doğru çekti. Aramızda yükselen erkekliğine bir anda yaslandığımda dudaklarındaki parmaklarımı çektim. Tükürüklü olmasına rağmen omuzlarına yasladığımda kalçalarımı yoğurarak erkekliğine sürtmeye başladı. Onun sertliği kasıklarımda bir darbe oluştururken dilim tutuldu konuşamadım.
"Eğv eğvi göstereceğim ben sana." dedi ve kalçalarımı hafifçe kaldırıp erkekliğini vajinamın girişine yasladı. Omuzlarına tutunarak kalçamı kıvırdığım sırada kalçalarımı biraz daha yukarıya kaldırdı. Büyümüş gözlerimi onun gözlerine çevirdim.
"Gir artık."
"Eğv eğv."
Gözlerimi devirip omuzdaki bir elimi ensesine götürdüm ve tiki olan yere işaret parmağımı sürttüm. İnleyerek sertçe kalçalarımı sıktı ve kalçasını hafifçe yukarıya kaldırdı. Erkekliği vajinamın girişine yaslanırken sertçe kalçamı aşağıya indirdi. Vajinam ıslaklığından dolayı onu hemen kabul etmişti ama onun için sıkı olacaktı ki hızla bağırdı.
"Parçalatacaksın kendini bana!"
Boynundaki tüm damarlar belirginleşirken alt dudağını dişledi ve bakışlarını aramızdaki görüntüye kaydırdı. Gözleri kayacak gibi olurken hem kalçamı aşağıya indiriyordu hem de kendi kalçasıyla biraz daha derinlerime inmeye çalışıyordu. Bakışları bana çevrildiğinde aralı dudaklarını kapattı. Gözlerinde daha önce hiç göremediğim farklı bir arzu vardı.
"Bugün seni ağlatacağım." dedi kendini düzeltip biraz daha koltuğa yaslandı. Kalçalarımı yoğururcasına sıktı ve dişlerini sıkıp kalçasını yukarıya doğru ittirip kaldırmaya başladı. İnleyerek kalçalarımı oynattığımda vajinamdaki zevk sularım onun erkekliği için yolları açtı. Her kalçasını kaldırdığında biraz daha içime gömülüyordu ama vajinamın duvarları kasılarak yırtılıyordu sanki.
Hiç beklemediğim bir anda tamamen içime köklediğinde inleyerek elini saçlarımın arasına götürdü. Dudaklarımdan kopan çığlıkla dudaklarıma yapıştı. Yalnızca öpmüyor, nefeslerimizin de birbirine karışmasına neden oluyordu. Kucağında zıplamaya başladığımda dudaklarımızı ayırıp kafasını geriye attı ve âdem elmasını oynatırcasına inledi.
Tam tepetaklak olacağım o noktaya geldiğim an kalçalarımı yukarıya doğru çekti. Gözlerim irileştiğinde bakışlarım gözlerine çevrildi.
"Mete." dediğimde beni hızla koltuğa yatırıp yüzünü bacaklarımın arasına yasladı. Parmaklarının üçünü içime sokup klitorisimi emmeye başladığında topuklarımı sırtına yaslayıp iyice kendime çektim. Saçlarından tutup geri çekilmemesi için kavradığımda karnımdaki sızının giderek büyüdüğünü hissettim. Vücudum titrediğini saçlarını parmaklarımın arasından kurtarıp doğruldu.
"Mete!" diye bağırdığımda ellerini göğüslerime koydu ve tüm sakinliğiyle üzerime uzandı.
"Ne istiyorsun?" diye fısıldayarak sordu. Sesi o kadar kışkırtıcıydı ki elinden şekeri alınmış çocuk gibi baktım. "Seni."
Alt dudağını büzüp tek kaşını kaldırdı. Parmakları yeniden vajinamın üzerinde yerini aldı. Çok ağır şekilde okşamaya başladığında yutkunup dudaklarımı yaladım. Zorluyordu ve neredeyse vücudum zangır zangır titriyordu.
"Ne yapmamı istiyorsun?" diye sordu, aynı ses tonuyla gözlerim kayacak gibi olduğunda kırpıştırıp muzipçe bakan gözlerine odaklandım.
"İçime girmeni." dediğimde parmakları içime girdi. Gözleri daha da buhran bir hazla koyulaşırken titrekçe bir nefes aldım.
"Parmak değil, sikini istiyorum." diye fısıldadığımda yüzüme doğru eğilip parmaklarını hızlandırdı.
"Ne kadar ayıp. Bu kadar arsız, ağzı bozuk bir insan olduğunu bilmiyordum." diye yüzüme karşı fısıldadığında dudaklarına yapışmak istedim ama hızla yüzünü kaçırıp parmaklarını içimde makasmışçasına araladı.
"Ah! Mete!" dişlerimin arasından tısladığımda burnundan soluk vererek piç gülüşü attı.
"Sik artık!" diye bağırdığımda gülüşü dağıldı ve sol elinin işaret ve orta parmağını ağzıma götürdü. Parmaklarını damağıma sürttüğünde dilimi parmaklarına sürttüm. Parmaklarını dilime bastırıp ağzımın biraz daha derinliklerine götürdüğünde öğürecek gibi oldum ama o bunu kale almadan biraz daha parmaklarını itti.
"Çok ayıp, böyle şeyler söylememen gerekiyor."
Gözlerim dolmaya başladığında sinsice gülümsedi ve vajinamdaki parmaklarını daha da hızlandırdı. Gözlerimi istem dışı kırptığımda göz pınarlarımdaki yaşlar, şakaklarıma doğru sürüklendi.
"Bu yaşlar yalnızca ben seni zorladığımda dökülsün." dedi ve bir anda ellerini her yerimden çekip bacaklarımın arasına girdi ve sertçe içime kökledi. Başımı geriye atıp inlediğimde elimi ensesine götürüp yüzüme yaklaştırdım. Birbirimizi delirmişçesine öperken kasıklarımdaki o sıvı daha da çoğaldı. Dudaklarının arasına inlediğimde elini saçlarıma daldırdı ve üzerime ağırlığını bırakıp yalnızca kalçalarını oynatmaya başladı.
Aralı dudaklarımızın arasında bıraktığımız inlemeler ile kasıklarımdaki volkan patladı ve bir lav misali ona doğru sürüklenmeye başladı. Mete, saçlarımı sıkarak ağzımın içine sertçe inlediğinde onunda sıvıları benimkine karıştı. Topuklarımı beline yaslayıp çıkmaması için bastırırken dudağımı dişleyip hızla dilini ağzımın içine gönderdi.
"Bir kez daha ak bana karıcığım." diye fısıldadı ve kalçalarını hızlandırdı. Başımı geriye atıp "Ah!" diye bağırdığımda başı göğüslerime eğildi. Dudakları göğüslerimi emerken genizdeki inlemeleri başımın dönmesine neden olmuştu. Kasıklarıma devrilen taş ona doğru yuvarlanırken göğsümdeki dudakları hareketsiz kaldı.
"Ağh!" diye kükrediğinde artık ikimizde birbirimize yeniden karışmıştık. İçimden çıkmadan öylece burnunu boynuma yasladığında kafasını iki yana salladı.
"Kocanı çok yoruyorsun be karıcığım." dedi ve gülerek içimden çıktı. İçimdeki boşlukla ayaklarımı uzatıp dizlerimi birbirine bastırdım. İçimden akan bir his tüm tenimi ürperttiğinde gülerek koltukta uzanmaya devam ettim. Mete'nin bakışları yüzümde gezinirken kafasını iki yana salladı ve tebessüm ederek beni kucağına aldı ve banyoya doğru yürümeye başladı.
(!) BURADAN DEVAM EDEBİLİRSİNİZ. (!)
Okumayanlar, aşağıdaki sadece bir görsel.
ASDHDFJHDJF
"Sana doyumsuz olduğumu biliyorsun, değil mi?" diye sorduğunda kafamı sallayıp kollarımı boynuna doladım.
"Peki sen, benim ne kadar arsız olduğumu bilmiyorsun, değil mi?" dediğimde kaşlarını çattı ve muzipçe bakışlarını bana çevirdi.
"Öğrenmemi mi istiyorsun?" deyip sinsice gülümsediğinde gözlerimi devirip kaşlarımı kaldırdım.
"Bilmem."
Dudaklarının arasından dökülen kahkahalarla banyoya girdiğimizde beni yere indirdi. Suyu açıp altına girdiğimde hızla karşıma geçti ve suya karşı yüzünü kaldırdı. Adem elması gözlerimin önüne serildiğinde bakışlarımı, suların kaslarında bıraktığı izleri izledim. Gülümseyerek belinden tutup kendime çektiğimde düşme korkusuyla bir eli belime diğer beli ise hızla fayansa yaslandı.
Uzun kirpiklerindeki suları kırpıştırarak akıttı."Baaaak! Yavrum uslu dur, düşeceğiz." diye bağırdığında sesi banyoda çınladı. Arsızca gülümsediğimde ise gözleri şaşkınlıkla büyüdü.
"Boyum yetmiyor bir saniye." diye söylenip ellerimi omzuna koyup kucağına sıçradım. Mete, yine düşeriz korkusuyla sırtımı fayansa yasladığında "Hatun!" diye sitem etti ama ben o sıra çoktan dudaklarına yapışmıştım.
46 Saat Önce
16 Mart 2022 / Uludağ, Bursa
Caner Cenk Çakır, Ağzından
İnsan, dünyaya geldiği ilk andan itibaren nefes almaya başlar ama nefes almak, yaşamak demek değildir. Yaşamak, nefesini neden aldığını bilmektir. Ben, bunu öğrendiğimde çocuk değildim. Çoktan yetişkin olmuştum ama bu gerçekle henüz tanışmamıştım.
Hayat, bana her şeyi o kadar acımasız bir hızla öğretti ki, nefes almanın hakkını vermek için ne zamanım oldu ne de isteğim. Kendimi bildim bileli savaşın bir parçasıydım. Bir ülkeye, bir aileye, bir kimliğe aidiyet hisseden insanlar gibi değildim. Tek bildiğim, aldığım her nefesin, taşıdığım sorumluluğun ağırlığını hafifletmeye yetmediği.
Annemin öldüğünü sanıp beni Mete ile Asiye annemin yanına verdiklerinde nefesimin biraz azaldığını hissetmiştim. Mete, eline aldığı fotoğrafla içine kapanmıştı. On yaşında yalnız kalmıştım. Zamanla Asiye anne hem beni hem de Mete'yi öylesine güzel yetiştirmeye başlamıştı ki sanki kaybettiğim nefesi yeniden bana geri vermek için çabalıyordu. Mete, artık içine kapanmıyordu ama ben değişmiştim.
Mete, suskun olduğu zamanlardan bir sabır hediyesi almıştı fakat ben, ondan daha önce öfkelenen sert bir yapıya dönüşmüştüm. Hiçbir şeye sabrım yoktu. Hemen olan olsun ve bitsin kafasına girmiştim. Bunun ileride karşıma neyin çıkartacağını bilmiyordum.
Seneler hızla geçerken yalnızca ömürlerimizi kısaltmakla yetmiyor ve bizi askeriyenin tam öbeğine doğru sürüklüyordu. Kan görmemiş ellerimiz silaha sarılırken Mete, her seferinde, ne olursa olsun operasyon dönüşü o kız çocuğunun fotoğrafına bakıyordu.
Düşünün, on dokuz sene boyunca, hiç göremediğin birisini sevmek?
Hayatım boyunca günlük ilişkilerim oldu ama hiç âşık olmadım. Mete'yi izleyerek öğrendim. Karşındaki insana baktığında göz bebeğinin büyümesine sebep oluyorsa, bu onu sevdiğin anlamına gelir. O insana bir şey oldu korkusuyla doluyorsan, karşındaki değer verdiğin bir kişidir.
Bakışlarım hemen yanımda duran Lara'ya çevrildi.
"Hayır! Ölemezsin! Seni kaybedemem! Lütfen!"
Benim için korkan bir kadın vardı ve ben o kadını sevmeyi öğrenmiştim. Bakışlarım mavi gözlerine kaydı. Tam mavi değildi aslında, sol gözü biraz daha yeşile kaçıyordu. Güneşin huzmesi düştüğünde ise bambaşka bir ahenge evriliyordu. Göz bebeği bir obruk misali beni içine çekiyordu. Kızıl saçları, öfkelendiğinde kıvılcım atıyordu.
Kalbime.
Direkt.
Lara, onu izlediğimi hissetmişçesine bana çevrildiğinde dudaklarımın kenarları usulca kıvrıldı. Ne zaman bana baksa ona gülesim geliyordu. Kalbimin ritmini söküp atıyordu. Elmacık kemikleri hafifçe kızarmaya başladığında çilleri daha da belirginleşmeye başladı. Gözlerini kırpıştırıp bakışlarını benden kaçırdığında derin bir nefes aldım ve ellerimi ceplerime sokup ona doğru biraz yaklaştım.
"Baksana bir." diye fısıldadığımda gözleri etrafı taradı. İstem dışı bende bakındığımda büyük gövdeli meşe ağaçları her yerdeydi. Dallarını saran kar kütleleri sanki her an düşecekmiş gibi duruyordu. Kimseler yoktu ve nerede olduklarını bilmiyordum. Lara ile bakışlarımız kesiştiğinde biraz eğilip yüzünü yüzüme yaklaştırdım. Çilli yanakları biraz daha kızardığında sağ dudağımın köşesi biraz daha muzipçe kıvrıldı.
"Utandın mı sen?" diye sorguladığımda gözlerini devirip kendi kulaklarını gösterdi.
"Senin de kulakların kızardı." dediğinde farkında olmadan sağ kulağıma dokundum. Dişlerini göstererek gülmeye başladığında dudaklarımdaki gülümseme daha da büyüdü. Bakışları etrafı taradığında dudaklarımı kapattım ve kaşlarımı yukarıya kaldırdım.
"Ne oldu?" diye sorduğumda birden dudaklarıma küçük bir öpücük bırakıp ellerini ceplerine soktu ve sırtını meşe ağacına yasladı. Bakışları kulaklarımda kalırken yine aynı şekilde gülmeye başladığında gözlerimi kıstım ve önüne geçip ağaç ile aramda sıkıştırdım.
"Caner birisi görecek şimdi, çekil." diye fısıldadığında yanakları pespembe olmuştu. Kendimi tutamadan dudaklarımı yanaklarına bastırdığımda göz kapakları titreyerek mavilerinin üzerine devrildi. Eli vurulduğum kalbimin üzerine yaslandığında gözleri açıldı ve bana baktı.
"Seninle adam akıllı konuşamadım. Sana bir şey olacak diye, seni kaybedeceğim diye çok korktum Caner. Özellikle Mete'nin, Eyşan'ı öldü sandığı anda verdiği o tepkiyi, çığlıkları unutamıyorum. İnsan, sevdiğinin öldüğünü bu şekilde görmemeli." dedi ve kafasını iki yana salladı. Bakışlarım farkında olmadan kiraz rengi dudaklarına çevrildiğinde sessizce yutkundum.
Ortamı yumuşatmam gerek, yoksa gerçekten dudaklarına yapışacaktım.
"Mete, o askeriyede benim de olduğumu unuttu bir an sanırım. Hiç benden bahsetmedi." deyip güldüğümde gözlerini devirip gözlerini sağa doğru çevirdi.
"Sonra diyorum ki, ben neden bu çocuğu öldürmedim," dedi. Göğsüme yasladığı elini çekip enseme yerleştirdi ve yüzümü kendisine doğru yaklaştırdı. Dudaklarını dudaklarıma değdirdiğinde algılarım bir kez daha altüst oldu. Bu kadın, zihnimi her seferinde darmadağın ediyordu.
Dudaklarımız aynı anda aralandığında ellerimi usulca yanaklarına koydum. Üst dudağını hafifçe dişledim ve dilimle dudaklarının üzerinde gezindim. Enseme biraz daha bastırdığında, dilimi aceleyle ağzının içine gönderdim. Öpüşmemiz derinleşirken ellerimi yanağından çekip beline yerleştirdim. Kendimi ona daha da yaklaştırırken, içimdeki karmaşa ve tutku daha da büyüyordu.
"Eüüüüp!"
Lara'nın gözleri sonuna kadar açılırken beni bir anda ittirip hızla ağaçla aramdan kaçtı. Arkama döndüğümde Barış ve Alev bana bakarak kahkaha atıyorlardı. Gözlerimi kısıp Barış'a doğru yürümeye başladığımda Alev'in elinden tutarak koşmaya başladılar.
"Kaçma lan. Barış!" diye bağırıp peşlerinden koşmaya başladım. Barış, Alev'in elini bıraktığında Alev, daha hızlı koşmaya başlamıştı ama Barış, yavaşlamadan peşinden koşmaya devam etti. Bizimkileri çardakta otururken fark ettiğimde Barış, bir anda önümde durdu. Ensesine bir tane geçirdiğimde kahkaha atarak Alev'in yanına koştu.
O sırada Lara, tam karşımdan bana doğru yürümeye başladığında dudaklarımı sıkıp derin bir nefes verdim. Ne ara o kadar uzağa kaçtın be kızım?
"Of hatuna bak be." diye bir ses duydum, sol kulağımın arkasından geldi. O sesin kaynağı yanımdan geçti. Göz ucum adamın yüzüne dokundu ve onu takip etmeye başladı.
Gözüm sürüklendi, sürüklendi ve tam Lara'yı da odağıma aldığında kısıldı. Bir adım atıp yürümeye başladığımda dişlerim sıkıldı. Bakışlarım hâlâ o yüzde odaklıydı. Kafasını Lara'ya çevirdi ama Lara, bakmıyordu. Gözlerimin hapsindeki o adam koşmama sebep olan o hamleyi yaptı.
Güldü.
"Hedefe kilitlendi, tut şunu!"
Arkamdan gelen sesleri takmadan yüzünde gevşek bir sırıtış olan dallamanın yakalarından tutup yüzüme bakmasını sağladım.
"Sen kime 'Of hatuna bak.' diyorsun, gevşek!" diye bağırdığımda kaşları çatıldı.
Hadi bak, bir kere daha bak.
Bak ki gözlerini oymak için bir sebebim olsun.
O an zihnimde bir düşünce parıldadı. Atlar neden at gözlüğü takar? Yanlarını göremesinler diye ama bu karşımdaki yavşak, şaşı gözle Lara'ya baktı. Bu anın siniriyle kafamı geriye atıp, o salak herifin burnuna sertçe vurduğumda, yere serildikçe içimdeki öfke daha da büyüdü.
"Caner!"
Parmaklarımı avcumun içinde toplayıp kanlı burnuna bir kere daha vurdum. Bir an sırtıma abanan birisini hissettim ama hızla üzerimden alındı.
"Barış, dursana!"
"Çilingir, durdursana şunları?"
Şu anda, her şey kafamda kayboluyordu. O kadar doluydum ki, her şeyden daha fazla arzum, gözlerimdeki kıvılcımdı. O an, kafamda bir düşünce patladı: Birini korumak, tüm dünyayı silip süpürme isteği gibiydi.
Sol elimle yakalarını tutup sağ elimle çenesini kavradım.
"Bana bak lan!" deyip dişlerimi sıktım. "Gözlerini aç!" diye kükrediğimde gözlerini açtı. Adamın gözlerinde öfkemin yansımasını gördüm ama buna aldırmadım.
"Caner!"
Lara'nın sesi bir daha yükseldi ama ben bir saniye daha beklemedim. O herifin çenesini daha çok sıktım, gözlerindeki öfkeyi, korkuyu birleştirerek onu daha da köşeye sıkıştırdım. Bu an, sadece Lara'yı korumak değil, her şeyin ötesinde bir kavga haline gelmişti. Öfke, sadece gözlerimdeki kıvılcımda kalmamış, her bir adımda, her hareketimde büyümüştü.
"Oyayım mı lan ona bakan gözlerini!" diye tısladığımda gözlerini 'Oy' dercesine kapattığında yumruklarımı suratına geçirmeye başladım.
"Caner!" Lara'nın sesinin panik dolu tonu beni daha da deli ediyordu. "Mete abi, durdur şunları!"
Ama o, hiç de ilgilenmeye niyetli değildi. "Valla hiç karışamam."
"Mete abi?"
"Eüüüp!"
O an, bir başka ses yankılandı: "Ne oluyor burada!"
"Bırak!" deyip beni bir anda ayağa kaldıran jandarma memuruyla bakıştık. Ellerimi arkada bağlayacağı sıra kollarım birleşmediği için önümden kelepçelemek durumunda kaldı. Barış'ı yere yüz üstü yatırıp ters kelepçelediklerinde gözleri büyüyerek baktı.
"Ben suçsuzum, sadece sırtından aldım adamı! Beni niye kelepçeliyorsun!" diye sitemle bağırdığında jandarma memuru Barış'ın yüzünü kara gömdü. "Kes lan!"
Kahkaha atmaya başladığımda Barış, sakallarına karışmış beyaz karlarla bana baktı. Tipini siktiğimin noel babası. Enseme bir şaplak yediğimde jandarma memuruna baktım. "Hüseyin, al bu gevşeği." deyip beni ona ittirdiğinde Lara'nın bize doğru koştuğunu gördüm. Mete'ye bakıp çenemle Lara'yı gösterdim. Mete, Eyşan'ı gönderip Lara'yı tutturduğunda gözlerimi kıstım.
Mete yaklaşıp, yanımda duran jandarma memuruna bakınca, alaycı bir gülümseme vardı yüzünde. "Çavuşum, biz askeriz." dedi ve cüzdanını çıkarıp kimliğini jandarma memuruna gösterdi. Jandarma memuru gözlerini devirerek, biraz önce seslendiği Hüseyin'e baktı. "Hüseyin, bu gevşeği de al," dedi.
Mete, gözlerini irice alıp jandarma memuruna baktığında kahkaha atarak yanımdaki jandarma memuruyla yürümeye başladım. Mete'yi yanıma yaklaştırdıklarında göz ucuyla bana bakıp kafasını iki yana salladı.
44 Saat Önce
16 Mart 2022 / Jandarma Karakol Komutanlığı, Uludağ
Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından
Gerçekten şaka gibi.
İnanamıyorum.
Caner'in kıskançlığından adam dövmesine mi şaşırayım, Barış'ın Caner'e vuracak adamı dövmesine mi şaşırayım, Mete'nin hiçbir şey yapmamasına rağmen, kelepçelenip üçü ile birlikte nezarethaneye mi atılmasına yanayım, bilmiyordum. Çilingir ve Selçuk'un onları ayırmamasına mı kızayım? Onu da bilmiyordum.
"Evet, evet, evet albayım, tamam. Tabii ki de elimizden ne gelirse."
Ne konuştunuz be?
Yarım saatten beri Jandarma komutanı, Alparslan albay ile konuşuyordu ve dediği tek cümle, evet.
"Evet."
Sıkıntıyla büyük bir nefes bırakıp parmaklarımı masanın üzerinde ritim tutmaya başladım. Komutanın bakışları beni bulduğunda kaşları çatıldı ve gözlerini kaçırıp beni şaşırtmayan bir soru sordu.
"Alparslan albayım, burada bir kadın var. -bana döndü- İsminiz ne?"
"Asena Eyşan Boduroğlu."
Komutan, kaşlarını biraz daha çattı ve yeniden telefona odaklandı.
"Asena Eyşan Boduroğlu, kim?" diye sordu ve bekledi. Ağırca çatık kaşlarının düzeldiğini gördüm. Onun yüzündeki mimikler hafifçe ifadesizliğe gömülürken benimkiler öfkeye bürünüyordu.
"İmza attırdıktan sonra bırakırız albayım." dedi ve telefonu kapatıp bana hiç bakmadan kenarda duran adama baktı.
"Git çıkar, imzalarını attıktan sonra getirirsin."
Memur, odadan dışarıya çıktığında kollarımı göğsümde bağladım ve kafamı iki yana sallayıp Selçuk'a baktım. Selçuk, canı sıkılmışçasına ayağa kalktı ve komutana baktı.
"Burada bir işimiz yoksa bizde çıkabilir miyiz?" diye sorguladığında komutan kafasını salladı. Kollarımı çözüp ayağa kalktığımda komutan ismimi telaffuz etti.
"Siz kalın, beyefendi siz çıkın. Yüzbaşı ile bir şey konuşmam gerekiyor." dediğinde Selçuk sorgularcasına bana baktı. Kafamı salladığımda komutana bakıp odadan çıktı. Kalktığım koltuğa oturup komutana baktığımda ellerini masanın üzerinde kenetledi ve bakışlarını gözlerime dikti.
"Asker olmanız dışarıdaki sivili dövmeniz anlamına gelmez." dediği an kaşlarımı çattım. İsmiyle seslenebilmek için masasındaki isme baktım.
"Birol Bey, biz sivil dövmeyiz. O kelepçelediğiniz adamlardan biri benim sözlüm, diğeri sözlümün ikizi, diğeri ise benim kardeşim, silah arkadaşım. Sözlümün kardeşi, kız arkadaşına laf atıldığı için böyle bir cahillikte bulundu. Emin olun bunun cezasını ben onlara zaten çektireceğim."
Birol Bey, kafasını iki yana salladı.
"Karşı taraf şikayetçi olacak." dediğinde gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Gözlerimi açıp dilimi dişlerimin arkasında gezdirdim.
"O zaman nasıl bizimkileri salabiliyorsun?" diye sorguladığımda gülümsedi.
"Çünkü sizi şikâyet edecekler."
Gözlerimi devirip koltukta yayıldım.
"Alparslan Çakır, tam olarak da sizden büyük ihtimalle şunu istedi; 'O kadın onların komutanı ve askerlerini zapt etmediği için cezayı o çekecek."
Birol Bey, dudaklarını içe doğru büküp bastırdı ve kafasını salladı.
"Maalesef, harfi harfine doğru bildiniz. İsterseniz çıkın biraz hava alın. O sırada bende şikayetçileri içeriye çağırayım."
Kafamı sallayıp oturduğum yerden kalktım ve odadan dışarıya çıktım. Herkes ayağa kalktığında bakışlarım sağa doğru çevrildi. Mete, Caner ve Barış bize doğru gelirken gözlerimi devirip kapının karşısındaki koltuğa oturdum.
"Gitmiyor muyuz?"
Selçuk'un sorusuyla ona bakıp kafamı iki yana salladım. Mete, Caner ve Barış yanımıza geldiklerinde odanın kapısı aralandı ve şikayetçi olan iki adam içeriye girdi.
"Ee hadi gidelim." diyen Barış'a göz ucuyla baktım.
"Oturun!"
Sesim istem dışı yüksek ve gür çıkmıştı. Hatta birkaç jandarma memuru dönüp bana bakmıştı. Selçuk, durumu anladığına dair sıkıntıyla üflediğinde elini herkese oturun dercesine salladı. Tam Mete'nin elini elimde hissettiğim an odanın kapısı aralandı ve memur bana baktı.
"Buyurun Eyşan Hanım."
Hızla ayağa kalkıp içeriye girdim ve ayakta durup ellerimi arkamda bağladım. İki şikayetçi de Birol Bey'in karşısında otururken tek kaşımı kaldırıp çenemi dikleştirdim. Birol Bey, eliyle ikisini gösterdiğinde kollarımı göğsümde bağladım.
"Eyşan Hanım, bu arkadaşlar şikayetçi olmak istiyorlarmış." dediğinde burnunda bant olan adama baktım. Şaftı kaymış diyeceğim ama zaten kayıkmış. Ah ulan Caner, yaktınız lan başımı!
"Öncelikle geçmiş olsun ama bir kadına laf atmadan önce ya da üzerinde gözlerini gezdirmeden önce insan olmayı öğrenin." deyip konuşmasına izin vermeden karşısındaki kişiye baktım. "Sizde birinin sırtından yaklaşılmaması gerektiğini aklınızın bir kenarına yazın."
"Eyşan Hanım."
İşaret parmağımı kaldırıp amiri susturdum.
"Bir saniye." dedim ve yeniden Caner'in dövdüğü adama baktım.
"Dışarıda gördüğün herkes asker, bende onların yüzbaşısıyım. Onlar sizi dövdüler ama cezası bana kesilecek, neden? Çünkü ben onların komutanıyım. Sen bir kadına laf attığın için dövüldün ama ben iki sene önce vatanımı, yani senin gibi bir adamı korumak için işkence gördüm. Peki ben bunun cezasını kime vermeliyim?" diye söylendiğimde yutkunduğunu işittim. Bakışları Jandarma amirine döndü ve kafasını iki yana salladı.
"Ben şikayetçi olmayacağım."
Birol Bey, kafasını salladı ve diğer adama baktı. "Ben de olmayacağım."
Derin bir nefes verip dişlerimi sıktım. Eliyle kapıyı gösterdi.
"O halde çıkabilirsiniz." dediği an hızla kapıyı açıp dışarıya çıktım. Bizimkilere bakmadan kapının yanında durduğumda ellerimi ceplerime soktum. Adamlar dışarıya çıktı ve bana baktı.
"Özür dileriz."
Kafamı eğip kaldırdığımda arkalarını dönüp yürümeye başladılar. Bakışlarım aralı kapıdan görünen amire çevrildiğinde kafamı eğip kaldırdım. Kapı kapandığında alt dudağımı dişledim. Gözlerimi kısıp Caner'e buldum. Sağ gözümün altı seğirdiğinde dudaklarımı araladım.
"Yaptığınız, aldığınız, konuştuğunuz; baktığınız, gördüğünüz, duyduğunuz her şey benden geçer. Bireysel olmadığınızı idrak edin artık. Beni uçuruma sürüklemeyin, yoksa çığ olur hepinizi aşağıya atarım." deyip bir adım atıp Caner'in karşısında durdum ve işaret parmağımı salladım.
"Sen bir sivile vuramazsın! Her ne olursa olsun sen bir askersin!" dedim ve bir adım geriye çekilip bakışlarımı Caner'de tutmaya devam ettim. "Bu hepinize ilk ve son uyarım. Beni, kaldıramayacağım yükün altına sokmayın."
Bakışlarımı yere indirip yürümeye başladım ama sol kulağım çınlamaya başladı. O kadar yüksek sesle çınlıyordu ki bir anda sol gözüme vuran migren ile duraksadım. Gözlerimin önünde sayısız siyahlık kaplarken sol burnumdaki sıvı dudaklarımın üzerine 'Sus' dercesine kapandı. Bedenim sağa doğru devrildiğinde başımın sertçe yere vurduğumu hatırlıyorum.
Benliğim içinden, kendi adımı duydum.
"Eyşan..."
Arkamı döndüğümde, karşımda bir adam duruyordu. Onu hiç tanımamıştım ama gözlerindeki karanlık bana geçmişte işlenen günahların yankısını hatırlattı. Beyaz bir göz, yanındaki kara bir kuyu gibi bana bakıyordu. Beyaz gözünün üzerinden yanağına inen yara iziyle.
Bu adam, geçen gördüğüm rüyadaki adamdı.
İçimde bir soğukluk hissettim.
Adımı bir kez daha seslendirdi.
"Eyşan..."
Sesindeki soğukluk ve kararlılık beni kendime getirdi. Gözlerimi ona sabitledim ama içimden geçen tek şey şuydu.
"Bu adam kim ve ne istiyor?"
Gözlerime vuran ışıkla titreyerek gözlerimi kırpıştırmaya başladım. Hassasiyetle dolan gözlerimi kırpıştırıp etrafıma bakındım. Mete, endişeli gözlerle elime sarılmış bir şekilde yanımda oturuyordu. Osman, Deniz, Kubilay, Alev ve Selçuk kapının hemen yanındaki duvara dizilmişlerdi. Gözlerimi kırpıştırıp karşımda duran doktora baktım.
"Geçmiş olsun Eyşan Hanım. Migren atağı geçirmişsiniz. Öfkelenecek bir durum yaşadınız mı?" dediğinde burnumdan gülercesine bir soluk bıraktım.
"Öfkesiz bir günüm geçmiyor maalesef doktor bey." dediğimde doktor boğazını temizledi ve derin bir nefes bıraktı.
"Migren, tedavisi olmayan bir hastalık ve bundan dolayı sakin kalmanız gerekiyor."
Gülümseyerek doktora kafamı salladığımda 'Görürsem söylerim.' demek istedim ama demedim ve onun yerine "Ne zaman çıkabilirim?" diye fısıldadım. Doktor, bakışlarını seruma çevirdi.
"Serum bittikten hemen sonra." dedi ve dışarıya çıktı. Bakışlarım Mete'yi bulduğunda endişeyi terk etmiş gözleri gözlerimi, eli yanağımı buldu. Sıcak avcuna yanağımı sürttüğümde burnundan büyük bir nefes bıraktı.
"Korkutmanın dozajını kaçırmaya başladın Eyşan." diye sitemle söylendiğinde gülerek kafamı iki yana salladım.
"Bu elimden gelen bir şey değil ama." diye söylendiğimde gözlerini devirip bakışlarını kaçırdı. Bakışlarım seruma çevrildiğinde gözlerim büyüdü. Normal bir seruma göre büyük gibi geldi. Gözlerimi devirdiğim sıra Mete, hariç herkes odadan çıkıyordu. Mete'nin yüzü kapanmak üzere olan kapıda kalmıştı. Kapı kapandığı an bakışları bana çevrildi.
Hiçbir şey demeden kırgınca bana baktığında gülümsedim ve hafifçe doğruldum. Elini belime yaslayıp dik durmama yardımcı olurken yastığı düzeltti ve yanıma oturdu. Sol kolu omzuma yaslanırken sağ eliyle damar yolu açılmış sağ kolumu düzeltti. Sağ elim onun diz kapağına yaslı kalırken sağ elini yanağıma götürüp gözlerimin kenarını okşadı.
Kafasını iki yana salladı. "Yemin ediyorum kalbe zararsın."
Gülümsedim.
"Bağımlılık yaparım, dikkat et çarpmasın."
Yeniden kafasını iki yana salladı ve dudaklarını alnıma bastırdı. Dudaklarımı alnından çektiği vakit mavi bakışları yeniden gözlerimin derinliklerinde dolaştı. Yavaşça eğilip alnıma tekrar bir öpücük kondurduğunda gözlerimi kapattım. Bu anı zihnime kazımak istiyordum. Sanki bu an, gelecekte bir gün ihtiyacım olabilecek bir sıcaklık kaynağıydı.
Gözlerimi açtığım vakit gözlerini kısarak bana baktı.
"Orada ne oldu, yani içeride ne konuştunuz?" diye sorduğunda kafamı iki yana salladım.
"Bunları konuşmasak?" diye sorusuna soruyla cevap verdiğimde kafasını salladı ve dudaklarını hüzünlü bir tebessüme bürüdü.
"Özür dilerim Eyşan, Caner'i durdurmam gerekti." dediğinde kafamı salladım ve sol elimi kaldırıp burnunu okşadım.
"Evet koca adam, ikizini durdurmalıydın." deyip tebessüm ettiğimde bakışları seruma kaydı ve ardından bana döndü.
"Baak. Serum var demem öperim, bayılır kalırsın." diye alay ettiğinde gülerek gözlerimi devirdim ve kafamı iki yana salladım. Bakışlarım seruma çevrildiğinde dudaklarımı büzdüm.
"Bu kocaman serum ne zaman bitecek ya?"
Mete, işaret parmağıyla büzdüğüm dudaklarımı okşadı. "Yarım saate biter, ondan sonra eve gideriz, uyuruz."
Kafamı iki yana salladım.
"Valla orasını bilemiyorum. Ben uyurum da seni bilemem." dediğimde gözlerini kıstı.
"İyice arsızlaşmaya başladın sen."
Omzumu silktim.
"Seven sevdiğine benzermiş."
Gözlerini büyüttü.
"Ben arsız biri miyim Eyşan?" dediğinde gözlerimi büyüttüm.
"Eyşan ne lan, askerlik arkadaşın mıyım ben senin?" diye söylendiğimde bir an için gözlerime baktı. Yüzüne baktığımda gülmek ve gülmemek arasında kalmıştı. Asker arkadaşıydım, bu bir gerçekti.
"Üff, aklım uçtu iyice. Hepsi sizin yüzünüzden."
Mete, dudaklarını gülmemek için içe doğru büzdüğünde hafifçe kafasını sağa çevirdi ve gülümsedi. Elimi kaldırıp pantolonun önünü avuçladığımda gözleri sonuna kadar açıldı ve el bileğimi tutup bana baktı.
"Ne yapıyorsun?" diye sorguladığında elimi çekmeye çalıştı. "Yavrum bıraksana."
Gözlerimi kısıp avuçlarımdaki varlığını biraz daha sıktım. Mete'nin çenesi gerilirken kaşlarını çattı ve sağ elinin parmaklarını yanaklarımın iki yanına koydu ve hafifçe dudaklarımı büzdürdü. Yüzüme doğru eğildiğinde avuçlarımdaki varlığı sertleşmişti.
"Bırakmazsan serumu söküp seni eve götürürüm. Eve gittiğimizde seni bağırta bağırta sikerim. Emin ol bunu yaparım karıcığım. Birisi duymuş, duymamış umurumda bile olmaz. Sikilmedik deliğini bırakmam."
Ortam kötü kolla götü.
İç sesimin emriyle avuçlarımı açtım. Mete'nin lacivert gözleri pantolonun önüne kaydığında dudaklarının arasından bir nefes aldı ve burnundan bıraktı. Bakışlarım pantolonun önüne düştüğünde gülmemek için dudaklarımı içe doğru yuvarladım. Başımı sola doğru çevirip gülümsedim.
Bir anda sağ dirseğim boşa düştü. Mete, nereden bulduğunu bilmediğim yara bandını dirseğime taktı. Lan damar yolum nerede? Hemşireeee, doktooooor!
Namus elden gidiyeaaaaaaaah.
😵
42 Saat Önce
16 Mart 2022 / Uludağ, Bursa
Mete Mert Çakır, Ağzından
Bu kadının benim kalbimle alıp veremediği bir mesele vardı. Sürekli ama sürekli korkmama ve onun için çıldırmama neden oluyordu. Özellikle birkaç gündür dehşet-ül afet bir varlığa dönüştü ve durmuyor, durduramıyorum.
Ne onu ne de kendimi durduramıyorum.
Arabayı evin önünde durdurduğum an arabadan kaçarcasına inip kapıyı bile kapatmadan eve girdiğinde kafamı iki yana sallayıp derin bir iç çektim. Valla aklımı uçuracağım, gerçekten. Arabadan inip kapıyı kapattım ve onun açık bıraktığı kapıyı kapatıp eve doğru ilerledim. Anahtarlarım olmadığı için elimi havaya kaldırıp kapıyı çaldım.
Kapıyı açtığında üzerindeki kabanı çıkartmış olduğunu fark ettim.
"Aaa hoş geldin kocacığım." dediğinde kalbimin teklemesi ruhu delip geçti. Aklı sıra zihnimi bulandırmaya çalışıyordu. Çok iyi de beceriyordu. Gözlerimi devirip içeriye girdiğimde kapıyı sol elimle bakmadan kapattım ve ona doğru bir adım yaklaştım. Toprak gözleri, ne yapacağımı bekliyormuşçasına irileştiğinde üzerimdeki kabanı çıkartıp hemen yandaki askıya, ona bakarak astım ve kazağımın kollarını dirseklerime kadar çektim.
"Aç mısın, yemek yiyelim mi kocacığım?" diye sorduğunda kafamı salladım. Açlığım onaydı ve henüz bilmiyordu. Dudaklarımın kenarları yukarıya doğru kıvrılırken, dişlerimi gösterircesine güldüm. Bir adım daha ona attığımda gözleri büyüdü ve hızla yukarıya kaçtı. Ellerimi ceplerimi sokup merdivenlere doğru yöneldim. Dudaklarımı yalayıp ıslık çalmaya başladım. Aklınca kaçabileceğini sanıyordu ama sadece sanıyordu. Ona neler yapacağımı birazdan çok güzel gösterecektim.
Merdivenler bittiğinde odanın içinde onu çıplak bulacağımı tahmin etmemiştim. Kapının pervazına omzumu yaslayıp öylece kalakaldım. Gözlerimi çıplak bedenine dokundurmamak için resmen kendimle savaş vermem gerekiyordu ama bu mümkün kılabileceğim bir şey olmuyordu. Omzumu pervazdan ayırıp topraklarına tutunarak ona yaklaştım.
Hızlanan nefesini duyabiliyordum. Göğüslerinin ucunun şiştiğini, emmemi istermişçesine bana doğru yükselip alçalmasından anlayabiliyordum. Ellerimi ceplerimden çıkartmadan yüzüne doğru eğildiğimde gözleri daha da koyulaştı. Topraklarını, şefkatli bir alev bürüdü. O alevin içinde yanmaya başladım. Arkasında bağladığı ellerini iki yanına getirdi ama sağ elini havaya kaldırdı. Aramızda sallanan kravat ile bana baktığında gülerek kafamı iki yana salladım.
Bu kadın, benim sınavımdı.
Kravatı arkasındaki yatağa atıp üzerimdeki kazağın eteklerine uzandı ve yukarıya doğru çekiştirmesine izin verdim. Boyu yetmediğinden dolayı geri kalanı kendim üzerimden çekip attığımda kemer tokamı çözdü ve sertçe çekip yatağın üzerine bıraktı. Acaba ne yapmayı düşünüyordu?
"Altını çıkar." dediğinde bir anda kendimi pantolonumu çıkartırken buldum. Emri, başımın gözümün üstüneydi. İç çamaşırımla birlikte kenara fırlattığımda gülümsedi ve bana bakarak yatağa uzandı. Kafamı sol omzuma doğru eğip ne aldığına baktığımda, gördüğüm kravat ile kafamı düzelttim. Kafamı düzeltirken çaktırmadan uçları büyümüş memelerine de bakmış olabilirim.
Ehe.
Elimi kravata uzatacağım vakit damağını şıklattı ve kravatı gözlerime doğru yükseltti. Bir adım geriye çekildiğimde kafamı salladım ama o bana yaklaşıp kravatın altından bana baktı.
"Bugün sende benim esirim ol. Tıpkı benim senin için esir olduğum gibi."
Ama, ama, ama.
Sen bana böyle dersen ben nasıl kabul edemem amına koyayım!
Sakin ol kurt, sadece bir göz bandı, bir kravat, en fazla ne olabilir ki?
Alt dudağımı dişleyip ona doğru eğildiğimde kıkırdayarak kravatı gözlerime doğru yasladı. Kravat, göz kapaklarımı sıkıca örttüğünde artık, tamamen karanlıktım. Eyşan, kravatı arkamda bağlayıp ellerini ellerime kenetlediğinde derin bir nefes bıraktım.
"Gel, yavaş." dedi ve yürütmeye başladı. Ona sonsuz güveniyordum, beni düşürmeyeceğinden emindim. Yürümeyi durdurduğumuzda ellerini omuzlarıma koydu ve "Dön." dedi. Çevirdiği şekle göre yan dönmüştüm. Beni yavaşça omuzlarımdan bastırdığımda yatağa oturduğumu anladım. İstemsizce dişlerimi göstererek gülümsedim. Lanet olsun, gözlerimi kapatması çok hoşuma gitmişti.
"Şimdi ellerini yatağa koy ve kendini yatağın başlığına yasla."
Gözümde kravat olmasına rağmen ona yani hemen hafifçe soluma baktım.
"Yatak başlığı nerede?" diye sorduğumda yakınlaştığını hissettim. Aralı kalmış dudaklarıma dudaklarını yasladığımda üst dudağını dudaklarımın arasına alıp emdim. Tadı hep damağımda kalıyordu, pamuk şekerimin. Dudaklarımızı ayırdığında nemlenmiş alt dudağımı yaladım.
Of, şu tada bak.
"Sağda."
Kafamı sallayıp ellerimi arkaya atıp avuçlarımı bastırdım ve kendimi biraz geriye çektim. Bir anda ellerini dizlerimde hissettiğimde irkilerek tam karşıma baktım.
"Sen, her seferinde beni nasıl buluyorsun?" diye sorduğunda yeniden dişlerimi göstererek gülümsedim.
"Kokundan."
İstersen yerin bin kat dibinde ol.
Ben seni her türlü kokundan bulurum.
Uzun bir süre sessiz kaldığında ellerimle yatak başlığını kontrol edip sırtımı yasladım. Ne yapacağını daha çok merak ederken kemer tokasının sesini duydum. Umarım beni bağlamayı düşünmüyordur. Yaklaşıp kucağıma oturduğunda nefesimin hızlanmasına engel olamadım. Şu an savunmasızdım ve bu beni delirtiyordu. El bileklerime dokunduğunda irkilerek kafamı iki yana salladım.
"Hayır." dediğimde kafasını salladığını hissettim. Oflayarak bileklerimi ona uzattığımda sinsice gülümsedim. Sanki ben o kemeri açamayacaktım, hıh. Otuz iki diş gülerek bileklerime kemeri takmasını bekledim. Bileklerimdeki kalın kemerle birlikte kucağımda hareketlendiğinde irkilerek yutkundum. Sağ göğsümde ıslak bir dokunuş hissettiğimde irkilerek derin bir nefes aldım.
Sağa sola dolanan ıslaktan dili olduğunu kavrayabilmiştim.
Ama sikerler.
(+21) TAMAMEN HER ŞEYİ "METE" ANLATACAĞINDAN DOLAYI ARGO VE CİNSEL İÇERİK İÇERİR. RAHATSIZ OLANLAR LÜTFEN BİR SONRAKİ İŞARETLİ YERE DOĞRU KAYDIRSIN. (+21)
Mete'nin Öneri Şarkısı: Heaven - Julia Michaels
Dilinin, kaslarımın üzerinde kayışı karın kaslarıma indiğinde dişlerimi sıktım. Görmek istiyordum, bakmak istiyordum. Kadınımın güzelliğini izlemek istiyordum.
"Bunun cezasız kalacağını düşünüyorsan, yanılıyorsun." diye yavaşça fısıldadığımda dudaklarından kurşun atıp kurşun yiyeceğim kahkahası döküldü. Sikimin kalktığını fark ettim. Onun çıplaklığına vuran sikim, hâlâ neden kemerin bileklerimde bağlı olduğunu sorguluyordu. İstesem şu an bu kemerlerden kurtulabilirdim ve sikimi, vajinasının derinliklerine saplayabilirdim.
Nereye kadar gidebileceğini görmek istiyordum. Gözlerim kapalı olmasına rağmen hissederdim. Sınırlarını benim için zorlamasını istiyordum. Onun için sınırları kırıp geçebileceğim gibi.
Dili karın kaslarımdan bir kasis edasıyla yükselip alçalırken tenimde bıraktığı ıslaklığı nefesimin kasılmasına neden oluyordu. Ellerini kasıklarıma yakın bir noktada hissettiğimde karanlığın içinde kaybolmaya başladım. Karanlığın içinde bir kibrit yandığında nemli dudakları sikimin başını kavradı.
"Ah." diye inleyerek kalçalarımı kaldırıp kendimi ona doğru ittim. Dolgun dudaklarını sürükleyerek sikimi ıslak ve sıcak ağzına soktuğunda boğazımı yırtan inleme nefesimin kesilmesine neden olmuştu. Parmaklarım avuçlarımın içinde kırarcasına sıkıştığında dişlerimi sıktım, burnumdan soludum. Sikimin damarlarında sürüklediği dudakları ve dili karnımın kasılmasına neden olurken kalçalarımı ona doğru ittirmeye başladım.
"Eyşan!" diye kükredim.
Resmen benimle oynuyordu. Algılarımı kaybetmeme neden oluyordu. Onun için ne kadar delirdiğimi fark etmiyordu. İçine sertçe gömülmek ve sıcak vajinasının sularında boğulmak istiyordum. Parmaklarıyla hayalarımı okşadı ve parmaklarının arasında sıkıştırdı. Dudaklarımdan silik bir soluk kaçtı. Karıncalanan bir his sikimin en ucuna doğru kıvrıldı, daha da sertleşmeme neden oldu. Zonklayan başımın morardığını hissedebiliyordum. Ait olduğu vajinaya girmek için sabırsızlanıyordu.
Ağzının artan sıcaklığı ve ıslaklığı bana, vajinasının derinliklerinde ki o sıcaklığı hayal ettirmişti.
"Siktir." diye dişlerimin arasından tısladığımda gözlerimdeki karanlık zihnimin de körelmesine neden oluyordu. Dudaklarının arasından dilini sürükleyerek çıkarttığı sikim daha fazlası için seğirdiğinde derin bir nefes verdim. Yatakta hareketlendiğini fark ettiğimde burnumdan birkaç nefes aldım ve gülümsedim.
Bana doğru yaklaşmıştı.
Aralı dudaklarıma yaklaştığında yüzüme vurduğu nefesiyle soluklarımda giderek hızlandı. Ciğerlerim resmen isyan bayraklarını çekmişti. Bacaklarını bacaklarımın yanına yasladığında yutkundum. Sikimi kavrayıp ıslak vajinasına yasladığında kafamı geriye atıp boğazım yırtılırcasına kükredim. Sikimin başına sürttüğü ıslak vajinasının dudakları resmen titrememe neden olmuştu.
Bir eliyle sikimi kavrayarak ıslaklığına sürtmeye devam ederken hafifçe kalçamı kaldırmaya çalıştım ama lanet olsun ki gücüm yoktu. Bu kadın beni felç etmişti. Sikimin yavaş yavaş vajinasına girdiğini hissettiğinde nefesim boğazıma takıldı ve birden bir bıçak gibi keserek dudaklarımın arasından fırladı. Islak ve kaygan olmasına rağmen, sıkım sıkım sıkıyor ve sikimi her seferinde aynı derece sarmalamaya devam ediyordu.
Nefeslerimin arasından "Ateşle oynuyorsun." diye soludum.
Hiç bu kadar soluk soluğa kalmamıştım. Soluklarım tüm bedenimin ona doğru çekilmesine ve kaslarımın gerilmesine neden oluyordu. Bileklerimdeki damarların bir an için kan taşımadığını hissettiğimde avuçlarımdaki parmaklarımı gevşettim.
Henüz ucunun girdiğini hissediyor olmam bile saplandığım karanlıkta başımın dönmesine neden oluyordu. Bağlı ellerime rağmen ellerimi havaya kaldırdım ve bedenimi kollarımın arasına aldım. Dudaklarımı aralayıp ona baktığımda bal kokan nefesini yüzümde hissettim.
"Unuttun mu ben zaten ateşim?" dediğinde afrodizyak etkisi yaratan sesine inledim. Aralı ağzımın içi kupkuru olmuştu. Sırf öpmesi için yalvarmak üzereydim. Dudaklarım onunla nefessiz kalmıyormuşçasına öpüşmek isterken beynim, dilimin vajinasının ıslaklığına sürtmemi istiyordu. Çok susamıştım ama onun sularına.
Yalvararak "Öp artık." diye fısıldadığımda hızla alt dudağımı dudaklarının arasına aldı. Üst dudağını emip çekiştirdiğimde ellerini omuzlarıma koydu ve kalçalarını kıvırtarak sikimi daha çok vajinasına almaya çalıştı. Derinliklerine gömülen sikim, onun sıcaklığıyla tüm vücudumun titremesine neden olduğunda dudaklarının içine bağırarak inledim. Boğazımdaki damarların derimin üzerinden görüldüğüne yemin edebilirdim. Sıkı vajinasının duvarları, sanki sikim için bir kapandı ve ben sonsuza kadar tutsak olmaya razıydım. Bağlı ellerimi saçlarına götürüp parmaklarımı saçlarına dolayıp kafamı sağa doğru eğdim.
Dilimi dudaklarının içine sızdırıp damağını okşadım. Ağzımın içine inlemesini bıraktığında dudaklarımızı ayırdım. Sikerler, ben daha fazla dayanamazdım. Dişlerimi sıkıp kaslarımı gerdiğimde sertçe bileklerimi yana doğru çekiştirdim. Kalın kemer, bileklerimi sıkıp koptuğunda gözümdeki kravatı gözlerimden çektim. Aydınlığa alışmak için beklemeden ellerimi beline koydum ve içinden çıkmadan altıma aldım.
Dünya önümdeymiş be!
Gözlerimdeki buhranlık yavaş yavaş aşık olduğum kahverengi gözleri bana ulaştırdığında dişlerimi sıktım ve sol avucumu memesinin üzerine koyup sağ memesini dişledim. Lanet olsun ki çok güzeldi. Dilimin altında büyüyen, bir tomurcuk gibi açan ucunu emmeye başladığımda kulaklarıma ulaşan inlemelerini duymaya başladım. Sikim, vajinasının içindeki sıkı sıcaklıkta gezinirken genzimde susturmaya çalıştığım inlemelerim boğuk boğuk burnumdan akıyordu.
"Ah!"
Bu kadar arzulu bir şekilde inlemesi derinlerine gömülmüş sıcaklığında daha da sertleşmeme neden oldu. Sikimin damarları vajinasının duvarlarını kasarcasına sürtünürken sol avcumdaki memesinin ucunu parmaklarımın arasında sıkıştırdım.
Sırtıma yaslı topuklar belime doğru kayıp beni daha da kendine yaslarken kasılmaya başladım. Boynumu sıkan damarlarım, solukları kesmeye ve onun sıcaklığındaki sikimin daha da kasılmasına neden olduğunda memesini emmeyi bırakıp ellerimi kalçasına yasladım. Parmaklarımı kaba etine adeta batırıp kalçamı hızlandırdım. Onun varlığı benim için lütufken, her seferinde beni bu hale dönüştürmesi içimde ona doğru kabaran bu varlığı yaratıyordu.
"Mete!" diye çığlık attığında ellerimi saçlarına götürüp bakışlarımı gözlerine mıhladım. Âşık olduğum kadın, her şeyiyle benimdi. Ona ne kadar doyumsuz olduğumu bilmiyordu. Kafamın içinde, hangi pozisyonlarda siktiğimden habersizdi. Henüz daha hiçbir şey yokken, benden kaçarken, ilk kez sırtımı tırnakladığında bıraktığı his, benim karnımın üzerini döllerle doldurmama sebep olmuştu.
Parmaklarını omzumdan sırtıma sürüklediğinde bayılacak gibi oldum. Gözlerimin önü bulandı. Bana dokunuşu benim için bir lütuftu. Üzerime üflese can bulur, yüzüme tükürse nimet derdim.
Tırnaklarını sertçe sırtıma saplandığında alt dudağımı ısırıp boğazımdaki soluğu hırlayarak burnumdan soludum. Kalçalarımın hareketini biraz daha arttırdım. Lanet olsun onu sabaha kadar sikmek istiyordum. İçinden çıkmadan döllerimi derinliklerine püskürtmek istiyordum. İçinde dağılan ve karışan ıslaklığın bıraktığı seslerle sert sert köklemek istiyordum.
Sıcaklığına gömülmek istiyordum.
İçinden istemeyerek de olsa çıkıp doğruldum ve ellerimi pamuksu beline koyup onu yüz üstü çevirdim. Sağ elimi karnının altına bastırıp sol elimle beline bastırdım.
"Ah!"
İnlemesiyle birlikte yüzümü vajinasının dudaklarına yaklaştırıp dudaklarımı yaladım. Lanet olsun çok susamıştım. Dilimi zevk sularıyla kaplanmış sıcak vajinasına yasladığımda nefesimi vererek inledim. Yasaklı elma misaliydi. Yedikçe yiyesimin geldiği ama sonunda beni cennetten kovacağını bildiğim bir nimetti. Cehennem, benim için sonumken neden daha fazlasını yemiyordum.
İki elimin başparmaklarıyla ayırdığım vajinasının dudaklarını okşarken emerek zevk sularını kurutmaya başladım. Yatağa bastırdığım sikim zonklarken önce kendi karnımı doyurmalıydım. Dilim vajinasının sıcaklığına kayarken gözlerim geriye doğru kaymıştı.
"Mete." diye fısıldayan yavrumun sesi dilimin daha da derinlerine inmesine neden olduğunda sağ işaret ve orta parmağımı klitorisine doğru sürükledim. Parmaklarımın ucundaki zevki, onun titremesine neden olduğunda "Geleceğim." diye bağırdı.
Gel bana kadınım. Susuzluğumu, açlığımı gider. Tenine dokunduğumda dünyanın geri kalanını unutayım. Sesin, sessizliğime yankı; varlığın, tüm varoluşuma mühür olsun.
Dilimi deliğinden çekip ağzımı araladım ve vajinasına yasladım. Kasılarak titrediğinde ağzımın içine dolan sıvıyı içmeye, daha fazlası için emmeye başladım. Sikim resmen, isyan bayraklarını çekmiş ve zonklamaktan başka bir şey yapmıyordu. Akıttığı suların tamamını tükettiğimde hızla dizlerimin üzerinde doğruldum ve elimi kadınımın ensesine götürüp terli göğsümü göğsüne yasladım. Parmaklarımla yanağına bastırıp yüzüme bakmasını sağladığımda tükenmişliği gözlerimi kıstırmıştı.
Hızla dilimi aralı dudaklarının içine bıraktığımda susamışçasına öpmeye başladı. Elimi sikime götürüp vajinasına gömüldüğümde bir yumru boğazımı darmadağın ederek onun dudaklarına döküldü. Gürültüyle inlediğimde sikimi saran sıcaklığı gözlerimin ilk defa kapanmasına neden oldu. Kasılarak kalçalarımı hızlandırdığımda dudaklarımızın arasında, birbirimize çarpan inlemelerimiz sikimin daha da kasılmasına neden oldu.
"Siktir, geliyorum!" diye çığlık attığında gözlerimi açıp balçığına saplandım.
Yeniden gel bana kadınım. Sarmala dört bir yanımı.
Beni, evine ait kıl.
Vajinası daha da sıkıştığında akan sularıyla dudaklarım aralandı. Sularına sarmalanan sikim kasıldığında hayalarım sıcak vajinasına yapıştı. Dudaklarına doğru inleyerek boşaldım. İçinde seğiren sikim ile üzerine devrilip derin bir soluk alıp verdim. Sıcaklığı delirmeme sebep olacaktı. Öksürerek yutkunduğumda derin bir soluk daha alıp verdim. Kalbim, göğsümü delip kaçacakmışçasına kasılırken gözlerimi kırpıştırıp kadınıma baktım.
BURADAN DEVAM EDEBİLİRSİNİZ.
OKUMADAN GEÇENLER İÇİN AŞAĞIDAKİ CÜNEYD'İ SİZLERE TAKDİM EDİYORUM.
Kadınımın varlığı beni ben yaparken, her seferinde ona bu kadar kuduruyor olmam hoşuma gitmiyor değildi. Gözlerindeki o balçık kıvamı, karanlık bir girdap gibi beni sürekli kendine çekerken artık çoktan kafama kadar gömüldüğümün farkındaydım. Sadece bir adım uzağında olsam bile, nefesim hızlanıyor, damarlarımda dolaşan kanın sıcaklığına teslim oluyordum.
Kafamı iki yana sallayıp bu girdaptan sıyrılmaya çalıştım ama faydasızdı. Derin bir nefes alıp verdim, dudaklarımın onun alnında huzurla soluklandığını hissederken gözlerimi kapattım.
Benim güzel kadınım.
Mete Mert Çakır, sana kurban olsun.
13 Saat Önce
17 Mart 2022 – 19:00 / Uludağ, Bursa
Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından
Hava serin ve hafif pusluydu ama etrafımızdaki sohbet ve kahkahalar, geceyi sımsıcak bir atmosfere bürümüştü. Alev ve Barış'ın kaldığı ev ile bizim evin arasında kurduğumuz masanın ortasındaki küçük lambanın titrek ışığında, rakı kadehleri ince bir buharla kaplanmıştı. Ortam ne kadar soğuksa, biz o kadar sıcaktık.
Karşımda Mete oturuyordu. Lacivert bir kazak giymiş, kollarını sıvamış ve rahat bir şekilde sandalyeye yaslanmıştı. Gözlerini üzerimde hissettiğimde, yüzünde yine o alaycı ama içten bakışı gördüm. Yanımdaki sıcaklığa rağmen, onun bakışları içimde daha farklı bir ateş yakıyordu.
Hemen solumda Osman vardı. Lacivert bir montunu sandalyesinin arkasına asmış, üzerine kahverengi bir süveter giymişti. Yanındaki Cemile'nin açık gri paltosu hâlâ üzerindeydi ama bu onu rahatsız ediyor gibi değildi. İkisi de kendi dünyalarına dalmış, sessiz bir uyum içindeydi.
Sağımda Kubilay ve Yonca oturuyordu. Yonca açık krem rengi, kalın bir triko kazak giymişti. Boynunda sarı bir atkı vardı ama yüzü neşeyle aydınlanıyordu. Kubilay ise hâkî yeşil bir ceket ve ince siyah bir kazak tercih etmişti. Yonca bir şeyler anlatırken Kubilay'ın dikkatle onu dinlemesi gözümden kaçmadı.
Masanın diğer tarafında, Mete'nin yanında Caner vardı. Beyaz bir balıkçı yaka kazak giymiş, üzerine ince bir gri ceket almıştı. Yanında oturan Lara, siyah bir montun içine kahverengi bir süveter giymişti. Caner'in ara sıra ona dokunup bir şeyler fısıldaması, Lara'nın yüzündeki hafif gülümsemeden hemen anlaşılıyordu.
Deniz masanın tam ucunda, yalnızdı. Gri bir kaban ve içinde siyah bir kazak giymişti. Bir elinde kadeh, diğer elini çenesine yaslamış, konuşulanları dinliyordu. Gözlerinde derin bir anlam vardı; sanki kendi iç dünyasında başka bir şeylerle savaşıyordu. Bakışları arada Ayda ile kesişiyor ve hemen gözlerini kaçırıyordu.
Selçuk ve Çilingir, masanın diğer ucunda, hafifçe birbirlerine yaslanmış oturuyorlardı. Selçuk kalın koyu yeşil bir kazak giymişti, Çilingir ise siyah bir montun içine kırmızı bir atkı sarmıştı. Alperen ise Selçuk'un yanında oturuyor, kolunun altına aldığı Ayda ile enerjik halleriyle herkesi kahkahalara boğuyordu.
Alev sağ çaprazımdaydı. Koyu yeşil bir palto ve altında kalın bir kazak giymişti. Bir yandan Barış'a bir şeyler anlatıyor, diğer yandan kahkahalarını tutmaya çalışıyordu. Barış, siyah bir paltoyla oldukça ağırbaşlı görünüyordu ama Alev'le olan diyaloğu, yüzünde sıcacık bir ifade bırakmıştı.
Masa mezelerle doluydu; beyaz peynirden acılı ezmeye, ara sıra yükselen buğulu rakı kadehleri arasında bir aile olduğumuzu bir kez daha hissettim. Rakının tadı kadar sohbetin içtenliği de baş döndürücüydü ve her birimiz, bu masada bir araya gelmiş olmanın sıcaklığını iliklerimize kadar hissediyorduk.
Tabaklardan biri tehlikeli bir şekilde masanın kenarına kaymış, Yonca'nın uyarısıyla son anda kurtarılmıştı. Mete'nin tabağındaki son peynir parçası, Osman'ın sinsice uzanan çatalının hedefi olmuştu.
"Osman, yemin ederim şu peyniri çalarsan kadehimi sana fırlatırım," dedim, gözlerimi devirerek.
Osman masum bir ifade takındı. "Eyşan, ben bölüşmeyi bilen bir adamım ama şu an kendimi aç hissediyorum. İyilik yap, sevaba gir."
Mete araya girdi, peyniri kaptığı gibi Osman'ın ağzına attı. "İyilik yapacaksan Osman'a değil, bana yap. Ben daha sevaplık duruyorum."
Yonca başını sallayarak Kubilay'a döndü. "Bunlar gerçekten yetişkin mi?"
Kubilay derin bir nefes alıp ciddiyetle cevap verdi. "Yetişkinlik, hayatta en büyük yalandır Yonca. Mesela ben şu an bu masadaki en olgun kişiyim."
Bu cümle masanın bir kısmını kahkahaya boğarken Caner araya girdi. "Kubilay, sen o cümleyi sarf edince şu yıldızlar bile bir anlığına söndü."
Lara kadehini kaldırıp Caner'e göz kırptı. "Caner haklı. Kubilay olgunmuş. Bu, benim şu masada şarap içiyor olmam kadar büyük bir yalan."
Barış, elindeki kadehi yere koyup teatral bir şekilde oturduğu sandalyeye yaslandı. "Arkadaşlar, lütfen. Burası bir kültür masası. Rakı adabı konuşalım. Mesela kim en son kime boş boş baktı? Çünkü şu an birbirinize bakışlarınız, anlamlı sohbetten daha ağır basıyor."
Alev gülerek başını iki yana salladı. "Barış, şu yıldızlar gibi bakışlar konusuna takıldığını anlamıştım. Bir daha söylesene gökyüzü için şiir yazacağım."
Selçuk, Alperen'in omzuna hafifçe dokundu. "Bize rakı sofrasında aşkı mı tartıştıracaklar? Abi, ne güzel masamız var, tadını çıkaralım. Eyşan, şu mezeyi uzatsana."
Ben elimdeki tabakla Selçuk'a uzanırken başımı iki yana salladım. "Siz bu sofrada değil, tiyatro sahnesinde olmalıydınız. Bu kadar abartı başka yerde görmedim."
Osman, bu lafı fırsat bildi. "Eyşan, lider olduğun için seni susturmayacağız ama mezeler senden soruluyor. Yani fazla konuşma, elin çalışsın."
"Osman," dedim, masaya kadehimi koyarken, "Bir daha beni susturmayı ima edersen, şu masadaki en keskin çatalı boynuna saplarım."
Cemile, Osman'ın dirseğine hafifçe dokunup güldü. "Osman, seni kurtaracak bir peynir yok artık. Hakkını helal et."
Kahkahalar masayı sararken, Caner bir anda ciddi bir ifade takındı ve kadehini havaya kaldırdı.
"Arkadaşlar, önemli bir şey söylemek istiyorum," dedi.
Masadaki herkes bir anda sessizleşti. Hatta Selçuk elindeki çatalı bıraktı, Alperen bile gözlerini Caner'e dikti. Caner, ortamın ağırlığını fark edip gururlu bir ifadeyle devam etti.
"Rakı sofrasında en önemli şey, mezelerden çok dostluktur. Ama şunu da söylemeden geçemem... Yonca, o peynir tabaklarında ne vardı da hepsini yedin? Kubilay'a bir tane bile kalmamış."
Yonca şaşkın bir ifadeyle elini göğsüne götürdü. "Ne peyniri ya? Kubilay kendi tabağını doldurmayı bile beceremiyor. Masaya bırakın doyurmayı, kendini bile doyuramaz. Ayrıca ben hamileyim."
Kubilay, savunmaya geçti. "Yanlış! Ben sadece paylaşımcı bir insanım. Rakı sofrası bölüşmenin yeridir, Yonca. Herkes hak ettiği kadar almalı. Ayrıca karım haklı Caner, hamileyiz biz, sana ne oluyor?"
Mete alaycı bir şekilde araya girdi. "Hak ettiği kadar mı? Kubilay, sen geçen gün kendi payını almak için Lara'nın tabağından zeytin yürütmedin mi?"
Lara kaşlarını kaldırdı ve teatral bir şekilde kaşıkla masaya vurdu. "Aaa, Kubilay! Şimdi hatırladım, zeytinlerimi çaldın! Ekmek arası rakı içiriyorsunuz resmen."
Osman, gülmekten neredeyse sandalyesinden düşecekti. "Lara, senin zeytinlerini çalmak, masanın risk primine dahil. Ama Kubilay seninle karşı karşıya gelirse, ben bile taraf seçerim!"
Cemile, Osman'ın omzuna hafifçe vurdu. "Sen taraf seçsen ne olacak? Mezeleri önce bitirip sonra masadan kaçıyorsun!"
Tam bu sırada Barış elindeki rakı bardağını kaldırdı. "Bir önerim var!" dedi. "Kubilay'a ceza verelim. Bir sonraki masada mezeleri o hazırlasın. Kim çalarsa, ondan da meze başına ceza alalım."
Kubilay ellerini havaya kaldırdı. "Ben burada keyif yapmaya geldim, çalışma kampına değil!"
Bu esnada Deniz, hafif bir tebessümle herkesin tartışmasını izliyordu. Ayda yanındaki boş şişeyi işaret ederek "Deniz, sen de bir şey söyle. Bu kadar sessizlik masayı bozuyor," dedi.
Deniz derin bir nefes aldı. "Ben sadece ortamı izliyorum. Siz neşenizi kaybetmeyin diye arka planda kalmayı tercih ediyorum. Ama şunu söyleyeyim: Rakı bitmiş."
Bu açıklama masada kısa bir şok etkisi yarattı. Alev elindeki kadehe baktı, ardından Barış'a dönüp ciddi bir sesle, "Barış, senin yıldızların artık bizi kurtaramaz. Bu masaya daha fazla rakı lazım," dedi.
Mete, yanındaki kadehi yavaşça kaldırdı ve bana dönerek kıkırdadı. "Eyşan, bu masayı sen idare ediyorsun. Bu kadar karmaşayı nasıl çözmeyi düşünüyorsun?"
Mete'nin sorusuna gözlerimi devirdim. "Çözmeyi düşünmüyorum. Bu masa çözülmek için değil, dağılmak için var," dedim, kadehimi ona doğru kaldırarak.
Osman hemen araya girdi, "Yani sorunları çözümsüz bırakmak bir liderlik stratejisi mi?"
"Hayır," dedim sakin bir şekilde. "Sorunları büyütmeden eğlenceye çevirmek bir liderlik stratejisi."
Barış kıkırdadı, "O zaman Eyşan, sen bu stratejiyi Mete'ye de uygulasana. Belki seni bana daha az şikâyet eder."
Mete, Barış'a hafif bir tehditkâr bakış attı. Ben ise Mete'ye bakakalmıştım. Beni, ona mı şikâyet ediyordu? "Barış, koçum sen içme artık, düzeni bozuyorsun. Gerçi bu masada, özellikle Osman varken düzen diye bir şey olamaz."
Şerefsiz, konuyu değiştirmeye çalışıyordu. Osman masum bir ifade takındı. "Ya, ben masumum! Hem rakı sofrasında düzen mi olurmuş? Bu, sanatçıya resmini düz çizmesini söylemek gibi bir şey."
Yonca kahkahayı bastı. "Osman, senin bu masadaki sanatçılık anlayışın olsa olsa bir peynir tablosu yapmaktır."
Kubilay, ellerini masaya vurdu. "Tamam, tamam! Şimdi asıl meseleyi tartışalım. Rakı bitmiş. Kim gidip yenisini alacak?"
Caner kadehini kaldırıp başını salladı. "Ben gitmem. Bu masada bu kadar muhabbet dönüyorken eğlenceden feragat etmem."
Selçuk da ona katıldı. "Ben de gitmem. Bu kadar iyi espriler yapılıyor, kaçıracak değilim."
Herkes birbirine baktı. Sessizlik aniden masayı sardı. Derin bir nefes alıp masanın merkezindeki boş şişeye baktım. "Tamam, gidip ben alırım," dedim ve kalkmaya yeltendim ama tam o sırada Mete elini omzuma koydu. "Saçmalama hatun, otur yerine. Ben giderim."
Masada hafif bir "ooo" dalgası yükselirken Mete, ceketini alıp masadan uzaklaştı. Ben arkasından bakarken Osman araya girdi.
"İşte liderlik böyle bir şey arkadaşlar. Hem idare edersin hem görev verirsin."
Ben kahkahamı tutamadım ve Osman'a döndüm. "Osman, liderlik konusunda ders verirken bile nasıl bu kadar saçmalayabiliyorsun?"
Osman bir elini kalbine koyup sahte bir ciddi tavırla cevap verdi. "Çünkü ben rakı masası filozofuyum Eyşan. Sanatımı anlamanız yıllar alır."
Masa tekrar kahkahaya boğuldu.
Barış, kaşlarını kaldırıp ince bir ses tonuyla araya girdi. "O değil de Mete dönerken bir meze daha alabilir mi sizce? Çünkü şu an her şey bitmek üzere."
Lara, başını masanın üzerine koyup kıkırdamaya başladı. "Barış, rakı masasında mezeyi önce bitiren sensin. Sonra da suçu sofraya atıyorsun."
Barış itiraz etmek için elini kaldırdı ama Caner lafını kesti. "Boşuna konuşma, Barış. Ben seni yıllardır tanıyorum, aç bir köpeksin. Hatta geçen gün mantıyı bile üç tabak yedin."
Barış savunmaya geçerken Kubilay, masaya bir yumruk vurur gibi yaptı. "Tamam, tamam! Bu masa neden her seferinde mezeden tartışıyor? Bir gün beni ciddiye alıp edebi bir konu konuşacak mısınız?"
Yonca hemen araya girdi, "Kubilay, edebi dediğin konu ne? Geçen gün oturup tavuklu pilavın felsefesini yaptın."
Kubilay gülerek arkasına yaslandı. "Çünkü tavuklu pilav bir ruhtur. Her sofranın özüdür."
Tam bu sırada Mete, elinde iki rakı şişesiyle masaya geri döndü. "Siz hala burada filozofik tartışmalar mı yapıyorsunuz?"
Caner, kolunu Mete'nin omzuna atarak onu oturttu. "Sana ihtiyaç vardı. Biz mezelerden sonra Kubilay'ın ruhsal derinliklerini tartışıyorduk."
Mete gülerek başını salladı. "Ruhsal derinlik? Kubilay'ı tanıyan birinin böyle bir tartışma yapıyor olması, tam anlamıyla bir şaka gibi."
Çilingir, gülümseyerek masadan kalktı ve arabasına doğru yürüdü. Hızlıca telefonunu çıkarıp, müzik sistemine bağladı. Birkaç saniye sonra, ortamın havasını tamamen değiştiren bir şarkı çalmaya başladı. Derin bir basla başlayıp, yavaşça hızlanan bir melodi yayılmaya başladı. Herkes bir an şaşkınlıkla başlarını çevirdi ancak müzikle birlikte, tüm masanın enerjisi hızla değişti.
Çilingir ellerini iki yana açıp Mete'ye doğru yürüdü ve ayağa kaldırdı.
"Giydiğim atlas."
Mete, gülerek kollarını kaldırıp "İğneler batmaz." diye bağırdı. Caner, hızla oturduğu yerden kalktı.
"Yar bensiz yatmaz hacı cavcav" diye söylendiğinde Barış'da ayağa kalkıp "Canıma değsin." diye eşlik etti. Bir anda oynamaya başladıklarında gülerek ayağa kalktım ve aralarına katıldım. Masadaki herkes oynamaya başladığında ellerimi havaya kaldırıp kıvırtmaya başladım.
Kubilay, gülerek birkaç adım daha attı, "Vallahi böyle giderse, sabaha kadar buradayız," dedi. Ayda ve Deniz ise bir yandan dans edip, diğer yandan şarkıya uyum sağlamaya çalışıyordu. Herkes birbirine gülerek bakıyor, vücutları müziğin ritmiyle birleşiyordu.
Müzik yükseldikçe, her bir hareketin hızı ve coşkusu artıyor, herkesin yüzündeki gülümseme giderek büyüyordu. Bir anlık rahatlık, kendini kaybetmişlik ve gerçekliğe dair hiçbir şey düşünmeden sadece o anı yaşama isteği herkesin içine işlemişti.
Bir süre sonra müzik sisteminden bir ses yükseldi.
"Kameracı yanlış yeri çekiyorsun?"
"Burayı çek!" diye bağırdı Çilingir ve eliyle beni ve Mete'yi gösterdi.
"Kralı çek ( çek ) kraliçeyi çek ( çek )!"
Kahkaha atmaya başladığımda Caner, Barış, Mete, Çilingir, Selçuk, Osman, Kubilay, Deniz ve Alperen oynayarak yavaşça birbirlerine yaklaşmaya başladılar. Alev ve Yonca, kıvırtmaya başladıklarında gülerek onlara katıldım. Ayda, elinde kamera varmış gibi yapıp bize yaklaştığında ellerimi havaya kaldırdım.
"Ordan çek burdan çek!" diye Barış bağırdığında da Alev;
"Var mı güzel bizden tek!" diye eşlik etti.
"Ortaklarımı." Biz söyledik. "Çekme!" Erkekler eşlik etti.
"Çapulcuları." Yine biz söyledik. "Çekme!" Yine erkekler eşlik etti.
Mete gülerek "Veriyorum düşmanlara göre poz, çıktım, meydana oldular toz!" diye bağırdığında kahkaha atmaya başladım. Gözleri gülercesine bana çevrildiğinde erkekler birbirlerinin omuzlarına kollarını yaslayıp kalçalarını sağa sola doğru oynatmaya başladılar.
Hepsi aynı anda bağırdı.
"Çat çat çatlattım!"
"Pat pat patlattım!"
Sol elimi yumruk yapıp sağ avcumu üzerine vurdum.
Erkekler yine bağırdı. "Al! Geldi mi kapak sesi?"
Alev, Yonca, Cemile, Lara ve Ayda'yı yanıma alıp kıvırtmaya başladık.
"Çek bebeksi tenimi çek!"
"Dostum düşmanım görsün çek!"
"Ordan çek burdan çek!"
"Kralı çek kraliçeyi çek!"
Erkekler gülerek kalçalarını sağa sola oynatmaya devam ederken yavaşça aralarından ayrılıp masaya oturdum ve derin bir nefes verdim. Yoruldum yahu. Bakışlarım Mete'nin kalçasına çevrildiğinde gözlerimi kıstım. Salak herif, çok güzel kıvırtıyordu. Yüzüne baktığımda otuz iki diş sırıtarak omzunun üzerinden bana bakıyordu.
Önüne dönüp kollarını Barış'ın ve Çilingir'in omuzlarından çekip bana doğru yaklaştı. Sağ elini sırtıma yasladığım sandalyeye bırakırken anason kokulu nefesiyle yanağıma bir öpücük kondurdu.
"Bu kızı soracak olursanız."
"Harbi felaket." diye fısıldadı ve dudaklarını alnıma bastırdı. Dudaklarını bir anlığına ayırdı ve araca doğru ilerledi. Çilingir'e elini kaldırdı ve gel işareti yaptı. Çilingir, sarsak adımlarla yanına gittiğinde Mete, Çilingir'in ensesine koyup kulağına doğru yaklaştı. Birkaç saniye sonra Çilingir, gülerek Mete'ye baktı ve kafasını 'Seni gidi seni' dercesine salladı. Mete'de kafasını aynı şekilde salladığında Çilingir, telefonunu çıkartıp müziği durdurdu.
Mete, koşarak yanıma geldiğinde mavi gözleri parıldıyordu. Elleri benimkileri bulduğunda, parmak uçlarımıza kadar bir sıcaklık yayıldı. O anda, dışarıda yağan karın sessizliğiyle birlikte dünyadan kopmuş gibiydik.
Mete, gözlerimin içine bakarak hafifçe başını eğdi. "Beni takip et, tamam mı?" dedi, sesi her zamanki kararlılığının aksine, neredeyse fısıltı kadar yumuşaktı. Gözlerimi kırpıştırarak başımı salladım. Beni ayağa kaldırıp geri yürüdü ve masadan uzaklaşıp durdu.
Gürültülü bir sesle 'Snowman' çalmaya başladığında gülerek ona bakmaya başladım. Beni yavaşça kendine çekti ve ilk adımı attı. Müziğin ritmi başladığında, Mete sağ ayağıyla ileri doğru bir adım attı, ben de ona uyum sağlayarak sol ayağımı geri çektim. Hareketlerimiz ilk başta biraz tereddütlüydü ama o kadar dikkatli yönlendiriyordu ki, kısa sürede her şey doğal bir akışa büründü.
"Şunlara bak yicem ya!" diyerek gülen Yonca'ya herkes gülmeye başladı ama ben sadece Mete'ye odaklanmıştım.
"Elini biraz daha yukarı kaldır," dedi yumuşak bir sesle. Söylediklerini yaparken kendimi bir anda onun temposuna ve ritmine bırakmış buldum.
Mete, sağ eliyle belimi nazikçe kavrarken, diğer eli hâlâ elimdeydi. Hafifçe baskı uygulayarak beni sola doğru çevirdi. Dönerken eteklerim hafifçe savruldu ama Mete'nin sıkı tutuşu sayesinde hiç dengesiz hissetmedim.
Bir adım daha attığında, başımı hafifçe geriye doğru eğmem gerekti. Sanki beni tüm hareketlere hazırlıyor gibiydi, her yönlendirişiyle bir sonraki adımı tahmin etmeme gerek kalmıyordu. Sağ ayağımla bir adım ileri attığımda, o da sol ayağıyla geri çekildi ve tam o an bir uyum yakaladık. Ayaklarımız aynı ritimde, neredeyse mükemmel bir şekilde hareket ediyordu.
Mete, beni bir dönüşle serbest bıraktı ve sonra tekrar nazikçe kendine çekti. O an her şey durdu. Gözlerim onun gözlerine kilitlendi; karanlık, derin bir gökyüzü gibi. Kalbimin atışı hızlandı ama o sakinlikle fısıldadı.
"Sen benim kış güneşimsin."
Sözleri ruhumu sarstı. Sanki her şeyi, bütün duygularımı bir anda özetlemişti. Mete, elimi hafifçe sıkarak adımlarımızı yeniden başlattı. Sağ adımını attığında ben sol adımımı atıyor, onun geri çekildiği her an ileri doğru ilerliyordum. Her adımda, beni ne tarafa yönlendirmek istediğini hafif bir dokunuşla hissettiriyordu.
"İşte benim kadınım." dedi, beni aniden bir kez daha döndürürken. Döndüğümde, onu yeniden karşımda buldum. Bu kez dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrılmıştı. Sağ eli yanağıma giderken sol kolu omzuma yaslandı.
"Bana bir adım attığında, ben sana bir ömür boyu adanmış olurum." dedi ve beni sola doğru yatırdı. O an, hafifçe eğildi ve dudaklarını nazikçe benimkine dokundurdu. Öpüşü, hem tutkulu hem de şaşırtıcı bir incelikle doluydu; sanki bu anı sonsuza dek mühürlemek istiyormuş gibi. Ellerim, istemsizce onun göğsüne doğru uzandı, bir an için dengemi ondan aldım.
Nefesi dudaklarımda, sıcaklığı ise içimde yankılandı.
💃
Geri Sayım Sonu
18 Mart 2022 – 07:00 / Uludağ, Bursa
Yazar, Ağzından
Geçmiş, her zaman gelecekte bir iz bırakır. Her bir anı, zamanın bir noktasıyla bağlantılı olarak şekillenir; tıpkı bilinçli ya da bilinçsiz yaptığımız seçimler gibi. Geri dönüp baktığımızda onları yansıtan, bazen karanlık, bazen parlak izler bırakarak...
Eyşan, derin bir uykunun içinde sıcakkanlı bir huzur bulmuştu. Sevdiği adamın, Mete'nin kollarındaydı. O sırada, evin önünde, kırmızı ışıklarla sabahın serinliğine karışan iki jandarma aracı beliriverdi. Yavaşça, sakin ama kararlı adımlarla eve yaklaşan iki jandarma memuru, ellerindeki telsizlere kısa komutlar vererek birbirleriyle konuşuyor, çok uzak olmayan bir tehdit için hazırlık yapıyorlardı.
Bir süre sonra kapı sert bir şekilde çalındı.
İçerideki huzur, aniden paramparça oldu. Eyşan ve Mete, bir anda irkilerek uyanıp birbirlerine şaşkın bakışlar attılar. Gözlerinde beliren şaşkınlıkla, ikisi de anlık bir sessizlik içinde kaldılar.
Mete, gözlerini kırpıştırarak, derin bir nefes alıp sessizce, "Hayırdır inşallah," diye fısıldadı. Ardından yanındaki Eyşan'dan hızla kalktı ve uykulu bir şekilde ama her an tetikte olan bir güvenle, aşağıya inmeye başladı.
Eyşan, bir an tereddüt etti fakat içgüdülerinin peşinden giderek Mete'nin ardında hızlıca adım attı. Ayakları çıplak, soğuk merdivenlerin hissi bile sanki onu alarma geçiriyordu.
Mete, kapının önünde durdu ve birkaç saniye duraksadı. Kapıyı açarken, gözlerinde derin bir şaşkınlık vardı. Karşısında, düz askeri üniformalar giymiş, omuzlarında ağır yükler taşıyan iki jandarma memuru belirmişti.
Biri, başını hafifçe eğerek, sert bir şekilde, "Asena Eyşan Boduroğlu?" diye sordu.
Eyşan, adını duyunca aniden irkildi ve Mete'nin yanına yaklaşarak, yavaşça ama dikkatlice jandarma memurlarına bakmaya başladı. Kalbi hızla çarpmaya başlamıştı. Yüzündeki ifade, bir anda ciddi ve kararlı bir hal aldı.
"Buyurun, benim," dedi, sesinde ince bir titreme olmasına rağmen, güvenli bir duruş sergileyerek. Gözleri, memurların hareketlerini dikkatle takip ediyordu.
Jandarma memuru, elindeki telefonun ekranını Eyşan'a doğru uzatarak, "Kutlu Sönmez'i öldürme teşebbüsünden tutuklusunuz," dedi.
Ekranda, Eyşan'ın elinde bir silah olduğu, merdivenlerde duran Kutlu Sönmez'e doğrulttuğu ve ateş ettiği anın görüntüsü oynuyordu. Zaman, o an için durdu. Eyşan'ın kalbi bir kez daha hızla atarken, hiç beklemediği bir şekilde kendi geçmişi, onu karşısına çıkarmıştı.
6 Ekim 2021 / Çamlıhemşin, Rize
Eyşan, Dirvana'nın öldüğünü sandığı gün, Kutlu Sönmez'in evini basmıştı. Bir an için, tüm ortamın içinde bir sessizlik hüküm sürmüştü.
"La nolii?" diyen Kutlu Sönmez ile Eyşan'ın refleksi, tıpkı bir avcı gibi anında devreye girmişti. Hızla, keskin gözleriyle merdivenlerden inen adamı süzmüştü. Bir an, her şeyin doğru olduğuna emin olduktan sonra, elini silahına yöneltmişti. Silahının soğuk metalini avucunda hissetmişti, parmakları tetikte, her ihtimale karşı hazırlıklıydı. Dişlerini sıkmıştı.
Gözleri kararmıştı.
"İndir lan silahını." diye bağırmıştı, Eyşan. Adam merdivenleri pompalı ile inmeye devam ettiğinde ayağına nişan alıp sıkmıştı. Adam korkarak bir basamak yukarıya çıkmış ve elindeki silahı sıkıca tutmaya devam etmişti.
"Ne yapaysun?"
Eyşan, adamı duymamazlıktan gelmiş ve silahı adamın göğsüne doğrultmuştu.
"Bir dahakine kalbine sıkarım. Bilirsin, askerim, hedefimi hiç kaçırmam." demişti.
O günün iki şahidi vardı.
Biri Kutlu Sönmez'in arkasındaki kameraydı.
Diğeri ise Eyşan'ın silahından çıkıp merdivene saplanan mermiydi.
-
BÖLÜM SONU
Çek bebeksi tenimi çek, dostum düşmanım görsün çek hsjkdhjkshd
Evet, Eyşan'ın sıklıkla kullandığı bir söz vardı; hatırlıyor musunuz? 'Yazın yediğin hurmalar kışın kıçını tırmalar.' Eyşan, artık sana ne olur bende bilmiyorum. Güvercin Timi, bakalım seni oradan nasıl kurtaracak?
Her neyse; eee, bölümü nasıl buldunuz? Keyifli miydi? Bana sorarsanız aşırı eğlenerek yazdığım bir bölüm oldu. Hatta Meteler kalçalarını sağa sola yaparak oynarlarken bir anda kendimi ayakta bulup onların oynayışını zihnimde canlandırdım. hdjshdjhsd Çok iyiydi.
Tabi her iyi şeyin sonunda bir yol ayrımı var. Bakalım Güvercin Timi bu sınavı nasıl atlatacak? HAAAAAA! ADAM VAR LAN ADAM! O ADAM KİM? ELİAS FAROUQ. Bakalım o bizim karşımıza nasıl çıkacak? O halde;
Düştüm mahpu-
Koyduğum son noktada görüşmek dileğiyle
Sultan Çakır
üç ocak iki bin yirmi beş
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.04k Okunma |
285 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |