Ben geldim. Aşağıda buluşalım. Oy ve yorumlarınız lütfen eksik etmeyin, keyifli okumalar.
Mendil alın.
-Bölüm içerisinde rahatsız edici sahneler yer almaktadır. Sahnelerin olacağı kısımlarda bir ünlem işareti (❗) yer alacaktır.-
Bölüm Şarkıları;
Nenni, Hiraizerdüş
Yürüyorum Dikenlerin Üstünde, Toygar Işıklı
Faulkner's Sleep, Evgeny Grinko
Ave Maria, Tommee Profitt x Stanaj
The Master Of Death, Peter Gundry
Die For You, The Weeknd
🕊️
XXXII
❗17 Aralık 2016 / Hudut, Suriye
Yazar, Ağzından
"Bebeğin beşiği çamdan
Yuvalandı, düştü damdan"
Selçuk, küçük oğlunun başını şefkatle öptü. Uykuya dalan bebeğinin huzurlu yüzü, onun kalbini bir anlığına yumuşattı. Burnunu hafifçe küçük oğlunun yanağına yaklaştırdı ve değdirmeden büyük bir nefes aldı. Dudakları hafifçe aralandı.
"Beybabası gelir Şam'dan
Nenni nenni, nenni nenni
Nenni nenni, nenni nenni, oy"
Üflediği ninni, minik oğlunun yüzünde bir tebessüm olmasına neden oldu. Selçuk, dudaklarındaki büyük bir gülümseme ile doğruldu ve parmak uçlarında kapıya yürüdü. Sırf gıcırdayıp ses çıkartmasın diye kapıları bile yağlamıştı. Hafifçe çekti ve beşiğe son bir bakış atıp odadan çıktı. Kapıyı, olurda uyanır diye aralık bıraktı.
Mutfağı toparlayan eşinin arkasından karnına sarıldı ve burnunu eşinin saçlarına sürtüp kıkırdadı.
"Biri cennetim, diğeri hurim. Ben Allah'tan daha ne isterim?" diye söylendiği sıra eşi gülümseyerek Selçuk'a döndü ve ellerini yanaklarına yasladı.
"Bu durumda sen ne oluyorsun?" diye sorduğunda Selçuk, afallamışçasına kadının gözlerine bakakaldı. Bunu hiç düşünmemişti. Dudağını büzerek kafasını iki yana salladığında kollarının arasındaki eşi kıkırdadı ve parmak uçlarında yükselip Selçuk'un burnuna burnunu sürttü.
"Bir garip derviş."
Selçuk, güldü.
"Muradına ermiş."
Alınları birbirlerinin alınlarına yaslandığında ikisinin de gözleri parıldıyordu. Kapı çaldığında bir anlığına gülüşmeleri duraksadı. Selçuk, istemeyerek eşinin kollarından ayrıldı ve yüzünde asılı kalan, son olacağını bilmediği mutlukla kapıyı açtı.
Kapıyı araladığında, bir anlığına karşısındaki karanlık yüzlerin kim olduğunu anlamaya çalıştı. Ancak cevap bulamadan, aniden dört adam üzerine çullandı.
"Maza yahduth? Utrukuni!"
Ne oluyor? Bırakın beni!"
Selçuk'un nefesi kesildi. Omuzlarına birden binen ağırlıkla yere sendeledi. Kapının çarpmasıyla evin sessizliği bozuldu. Güçlü bir yumruk, yüzüne savruldu; tadı tuzlu olan kan, ağzına dolarken her şey bulanıklaştı. Arka planda eşinin panik dolu çığlıklarını duyuyordu. Kadının koşarak ona doğru geldiğini gördü; elleri, kolları çaresizlikle havada savruluyordu.
"Selçuk!" diye haykırdı karısı ama bu ses, bir çatırtıyla kesildi. Adamların biri, kadının saçlarından yakalayıp geri sürüklemişti. Selçuk, gözleri büyümüş bir şekilde onları izlerken bedenine binen ağırlıkla hareket edemiyordu.
"Utrukhu ya ibn az-zaniyah, la talmishu!"
Bırak orospu çocuğu, dokunma ona!
Bir adam eğildi, Selçuk'un yüzüne yaklaştı. Ağır bir nefesle fısıldadı.
"Al-yawm huna satakhsaru kull shay'"
Bugün burada her şeyini kaybedeceksin.
Kelimeler, Selçuk'un bilincine kurşun gibi saplandı. Bebeğinin ağlaması, o an her şeyden daha keskin bir bıçak gibi yüreğini parçaladı. Salonda yankılanan bu ağlayış, onun çaresizliğini daha da katlanılmaz hale getiriyordu. Çırpındı, kurtulmak istedi ama adamların sert darbeleri, onu yere çivilemişti.
Salonun ortasına bir kamera kondu.
Selçuk yerde debelenirken çocuğu, beşiğin içinde gözünün önünden geçirildi. O an Selçuk, hayatının bir daha asla eskisi gibi olmayacağını anladı. Yerde sürüklenerek eşinin ve çocuğunun önüne getirildi.
"Asina Gündüz, ayn hiya?"
Asena Gündüz, nerede?
Bir an, eşiyle gözleriyle göz göze geldiler. Eşi, kafasını iki yana salladı. Selçuk'un zihninde, bebeğinin ağlamasıyla dünya dönmeye devam ediyordu ama o, zamanın durduğunu hissediyordu.
"Ibtidu al-tasjil."
Kayda başlayın.
O an, bir adamın sert elleriyle başı bastırıldığında, gözleri kararmaya başladı. Gözlerini sımsıkı kapatmak istedi ama yapamadı. Karısının ona bakan gözlerinden ayrılmak istemedi. Gözleriyle tutundu, ona. Gözünden akan yaşlar, bakışlarını körleştirdi. Eşinin tırnaklarını çekerlerken kendi tırnakları kopmuş gibi hissetti. Saçlarını kestiler, ömrü kısaldı. Her dokunuş, her çığlık, onu daha da içinden yok ediyordu.
Oğlunun ağlaması artık yalnızca kulaklarında değil, zihninde bir çığlık gibi yankılanıyordu. Zihninde, kaybolmuş bir geleceğin yankıları vardı. Kamera, her anı kaydediyordu. Birinin hayatını kaybetmesinin, bir çocuğun geleceğinin yok olmasının belgesi oluyordu.
"Iskitu hâdha al-walad!"
Susturun şu çocuğu!
Beşiğin içinden oğlunu çıkarttılar. Selçuk, o an her şeyin donduğunu hissetti. Zihni tamamen kararmıştı, tıpkı etrafındaki dünyayla bir bağının kesildiği gibi. Oğlunun bedenini, annesinin kollarında gördüğünde, içinde bir şey koptu, bir boşluk açıldı. Gözleri, bir an her şeyin hızla geçmesini istedi ama o an bir sonsuzluğa dönüşüyordu.
"Bebek beni del' eyledi
Yaktı, yıktı, kül eyledi"
Selçuk, büyümüş gözleriyle çıkarılan silahı izledi. Aralı dudaklarının arasından tükürükler fışkırdı. Boğazı düğümlendi, bir alev gibi cümleleri haykırdı.
"La taf'al! Ibn al-kalb! La taf'al!"
Yapma! Amına koyduğumun çocuğu! Yapma!
Sözler, boğazından zorla çıkıyordu fakat ne yazık ki, o an hiçbir şeyin bir anlamı yoktu. Boğazındaki düğüm, kelimeleri tıkadı. Bir yudum ses ama her şeyi değiştirebilecek bir şey değildi.
Susturulması gereken çocuk, masum bir varlık, şimdi silahların gölgesinde kaderini yazıyordu. Selçuk, kendisini en güçlü hissettiği anlarda bile, çocuğu için bir şey yapamamanın acısı içinde boğuluyordu. Oğlunun elleri, annesinin kollarında rahat bir şekilde uyumaktan daha fazlasını hak ediyordu; ama o an, her şeyin üzerine çökmüş bir kâbus vardı.
Kalbi, göğsünde hiddetle çarparken, kulaklarında silahın soğuk sesi yankılandı. Kolları, bacakları dondu. Acı, hiçbir kelimeyle tanımlanamayacak kadar derindi; her şeyin kırılmasından sonra, o an, bir ölümden daha kötüydü.
"Kızlar, gelin çaydan geçek
Çay bulanık, ner'den içek?"
Kulağını sağır edecek bir kurşun daha yankılandı.
Ağlayan çocuk, sustu.
"Bebek ölmüş, nere' gidek?
Nenni nenni, nenni nenni
Nenni nenni, nenni nenni, oy"
🥺
20 Mart 2022 / Şırnak
Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından
Gözlerim bir boşluğa kilitlenmişti, sanki her şeyin anlamı kaybolmuştu. Hareketsizlik, bedenimde bir hapsolmuş hissi yaratıyordu. Kalp atışım, o kadar hızlanmıştı ki sanki bedenimi paramparça edecekti. Her atış, bir çekiç gibi göğsüme vuruyordu. Bir an, vücudum her şeyden bağımsız hareket ediyor gibiydi ama aslında hiçbir yere gitmiyordu. Sanki bedenim bana ait değildi.
Boğazım, sanki bir el tarafından sıkılıyordu, o kadar güçlüydü ki, dudaklarımdan çıkan her bir nefes geri dönüyordu. Hava, ciğerlerime girmiyor, dışarıda kalıyordu. Her bir nefesim, boğazımda takılıp, geri dönmeye zorlanıyordu. Ciğerlerim bir türlü yeterince hava alamıyordu ve o an yanma hissiyle her şey daha da korkunç hale geliyordu.
Zihnim, her şeyi bulanık bir şekilde görüyordu. Her şey bana uzaklaşıyor, kayboluyordu. Nefes almak, artık sadece bir hayal olmuştu. Boğazımdan çıkan her nefes, acı ve korku dolu bir çığlık gibi geri dönüyordu. O an, sanki her şey bir sonun başlangıcıydı ve tek istediğim şey nefes alabilmekti ama bu o kadar imkânsız hale gelmişti ki, içimdeki boşluk her geçen saniye daha da derinleşiyordu.
Ben böyle hissediyorsam, Selçuk ne hissetti?
Canı ve kanı öldüğünde.
Kafamı zihnimde iki yana salladım.
Gözlerinin önünde öldürdüklerinde.
O zaman ne hissetti?
Bakışlarımı saplandığım boşluktan çekip Selçuk'a bakmak istedim. Gözlerimi kırpıştırarak daldığım yerden çektim. Alnını masaya yaslamış, koordinasyon merkezinde olmamıza rağmen, sigarasını içen Selçuk'a baktım. Hiç kimse ona sen ne yapıyorsun dememişti.
Deniz, Yonca ve Kubilay'ı dışarıya çıkartmıştı. Alperen ve Çilingir, Selçuk'un ne yapacağı belli olmaz diyerekten arkasında oturuyorlardı. Mete, kalçasını arka tarafta bilgisayar masasına kalçasını yaslamıştı ve öylece Selçuk'a bakıyordu. Zamanında bilmeden yaraladığı yerdeki kanamayı izliyordu. Bizden başka kimse yoktu.
Bakışlarım yeniden Selçuk'u bulduğunda alnı yavaşça masadan ayrıldı. Parmaklarının ucunda sıkışmış sigarayı, içi su dolu bardağın içine bıraktı. Odanın sessizliğini ateşin sönmesi bozdu. Selçuk, titrek bir nefes bıraktığında döner sandalyesini hafifçe sola doğru çevirdi. Kalktığında düşeceğini biliyordum. Dört adım atıp önünde durduğumda elimi uzattım.
Keşke uzatmasaydım.
Mavi gözleri, kırmızı çizgilerle çevrili bir çukur gibi derinleşmişti. Bakışları elimde gezindiğinde yüzünü sağa doğru çevirdi. Göz kapakları gözlerinin üzerine devrildiği an yüzü buruştu. Gözlerinden iki damla yaş aktı.
"İşte, Asena Gündüz'ü korumanın bedeli."
Kulağıma ruhumdan akan cümle sızdı. Kulağımda yankılanan cümle, bir ceza gibi zihnimden silinmedi.
Selçuk, burnunu çekip titrek sesiyle "Çekil." dedi.
Bir insanın yaşadığı acıyı anlamak, bazen imkânsız olabilir. Selçuk'un yaşadığı acıyı hissetmek, her şeyin ötesindeydi. O an, sadece "çekil" demesi, beni sanki başka bir dünyaya sürükledi. Gözlerinden yaşların süzüldüğünü görmek, beni bir yandan yakıyordu, bir yandan da canımı acıtıyordu.
Gözlerim Selçuk'ta, elim havada çaresizce bekliyordu. Her şeyin bir anlamı vardı ama o anda hiçbir şey anlamlı gelmiyordu. Bir askerin soğukkanlı duruşunu koruması gerektiğini biliyorum.
Selçuk'un yaşadıkları...
Onun hissettiklerini görmem...
Bu hiç kolay değildi.
Ne söyleyebilirdim ki?
"Selçuk." diye güçlükle fısıldadığımda birbirine yapışmış dudakları aralandı. Gözlerini aralayıp dolu göz bebeklerini bana çevrildiğinde mavilerinin yok olduğunu gördüm. İçindeki siyah obruk, bütün rengi bir anda içine hapsetmişti.
Gözlerimin içine bakarak "Çekil, Asena." dedi, çatlak bir ses tonuyla. Yutkunup havadaki elimi yumruk yaptım ve indirip sağa doğru kaydım. Selçuk, gözlerini kırpıştırıp ellerini kolçağa koydu ama kalkmadı. Gözleri kapandı, yüzü yeniden buruştu ve içli bir nefes çekti.
Ağlamaklı bir ses tonuyla "Allah'ım sen bana sabır ver ya rabbim." deyip kolçağı sıktı, başını yere eğdi. Bir acı içimi dağlayarak yakıp geçtiğinde duvara doğru dönüp sağ elimi gözlerimin önüne siper ettim. İçimde patlayan bir yanardağın lavı misali yanaklarıma akan gözyaşlarıyla yutkunmaya çalıştım. Her yutkunmamda, derinliklerindeki karanlık beni biraz daha yutuyordu. Bütün bedenimle acıyı hissederken, her bir dokum bu gerginliğin içinde çatlıyor gibi hissediyordum.
Selçuk'un "Alperen." diye seslendiğini duyduğumda ellerimin tersiyle gözyaşlarımı silip onlara döndüm. Alperen, Selçuk'un koluna girip kalkması için hafifçe asıldığında Selçuk, ağlamaklı yüzüyle kolçağı daha sıkı kavradı ve ayağa kalktı. Sağ eli masaya yaslandığında Alperen'in tuttuğu kolu çekti ve kolunu omzuna yasladı. Alperen, sağ kolunu Selçuk'un beline yasladığında ağır adımlarla kapıya doğru eğildiler. Odadan çıktıklarında sırtımı duvara yaslayıp ağırca yere çöktüm. Gözlerimi kapatıp yüzümü buruşturup başımı geriye yasladım.
Parkede yankılanan adım sesleriyle yanıma birisi çöktüğünde Mete olduğunu anlamıştım. Hıçkırarak ona doğru dönüp yere oturdum. Yüzüm göğsüne yaslanırken omuzlarım sarsılırcasına ağlamaya başladım.
"Benim yüzümden." dedim ama sesim duyulmadı. Zihnimin içinde yankılandı.
Kafamı iki yana salladım.
"Benim yüzümden öldü ailesi!" diye çığlık attığımda yanağım yaslı gövde irkilerek sıçradı. Saçlarımdaki el beni daha fazla saklamak istercesine yaklaştırdı göğsüne. Sus dedi, yanağıma çarpan kalbi farkında olmadan.
"Asena Gündüz'ü korumanın bedeli buydu!" diye çığlık attım bir daha. Saçlarımdaki el çekildi ve nemli yanaklarıma kondu. Yüzümü yüzüne çevirmeye zorladı. Kafamı kaldırıp Mete'ye baktığımda gözleri kızarmış bir şekilde bana bakıyordu. Ne diyebilirdi ki? Doğru olana, gerçek olana kim, ne diyebilirdi?
O sustu.
Ben ağladım.
Ben ağladım.
O baktı.
Ne o ne ben, hiçbir şey yapamadık.
Dakikalar üzerime devrildi, hiç geçmek bilmeyen bir saat oldum. Bedenim, girdiği sıcak kolların arasında bir bebek misali kaldırılıp sarmalanırken öylece durdum. Elim kolum kalkmadı, ayağım tutmadı. Ona rağmen, yaslandığım bedende kalmaya devam ettim. Mete, sol eliyle düşmemem için belimden desteklemeye devam ederken sağ elini yanağıma koydu.
Gözlerim mavilerine çevrildiğinde kaşları hafifçe büzüldü ve yukarıya doğru yükseldi. İçi gidermişçesine gözlerimin içine baktı. Baş parmağıyla gözümün kenarında bekleyen incimi çaldı. Baş parmağını dudaklarına götürüp öptü ve yeniden yanağıma yasladı.
"Yapma, ağlama. Yapma... Canım çıktı." diye sitem etti, sesi çatladı. Kafasını iki yana salladı, kelimeler boğazında düğüm olmuştu. 'Canım çıktı,' der gibi, her hecede tükeniyordu. 'Sen benim canımdın, ağlayarak canımı çıkardın,' demek ister gibiydi ama kelimeler dudaklarında yarım kaldı.
"Kolay değil, Eyşan. Gözlerinin önünde kaybetmiş." dedi, sesi kırılgan ama bir o kadar da kararlıydı. Bu sözler, göğsümde bir yerleri paramparça etti. Acıyla gözlerimi kapatıp elini yanağımdan çekmek istedim ama başaramadım. Elini yanağımdan çekip çenemi kavradı. Dudakları alnıma dokundu, sanki çatlakları kapatmaya çalışan bir mühür gibi. "Güzelim, lütfen," diye fısıldadı.
Birbirine yapışmış kirpiklerimi güçlükle ayırıp titrek bir iç çektim. Selçuk, belki de bana her baktığında ailesini hatırlamıştı. Şimdi benim yapmam gereken tek şey ona kız kardeşinin kim olduğunu göstermekti. O, beni korumak için ailesinden vazgeçtiyse bende kız kardeşi olmaya devam edecektim. Bağırsa da yanında istemese de dibinden ayrılmayacaktım.
Başımı hafifçe geriye yasladım; bu hareket, Mete'nin dudaklarının alnımdan ayrılmasına neden oldu. Göz göze geldiğimizde, buğulanmış mavi gözlerini birkaç kez kırpıştırdı, sanki ne diyeceğimi tahmin etmeye çalışıyormuş gibi. Dudaklarımı güçlükle araladım, sesim bir rüzgârın taşıdığı kırık bir fısıltıydı.
"Beni abime götür." dedim.
Sözlerim havada asılı kalırken dudaklarında buruk bir tebessüm belirdi. Başını belli belirsiz salladı ama o sanki taşıdığı yükün altından kalkmaya çalışıyordu. Büyük bir nefes aldı, göğsü kabarıp geri indi. Burnumu çekip sol kolumu beline sardım, adımlarım titrek ve kararsızdı. Ağırlığımın bir kısmını ona yasladım ama Mete hiç tereddüt etmeden sağ kolunu belime sardı; hareketi doğal ve koruyucuydu. Kapıyı açıp benimle odadan çıktı ve duraksadı.
"Nereye gitti acaba?" diye mırıldandığı sırada Alperen'in bize doğru yaklaştığını gördüm. Onu gördüğümü fark ettiğinde durdu ve elini kaldırıp 'gel' işareti yaptı. Mete'de fark etmiş olacaktı ki belimdeki elini biraz sıkıp beni yürütmeye başladı. Sıhhiyenin önüne vardığımızda Alperen, elini yine kaldırdı ve işaret parmağını gösterdi. Odaya girip kapıyı kapattığında titrek bir iç çektim.
Odanın kapısı aralandığında elimi Mete'nin belimdeki eline koyup hafifçe ittirdim. Belimde soğukluğu kaldığında kapının pervazına yaklaştım. Bakışlarım sedyenin üzerinde, serum bağlı kolunda kaldığında dişlerimi sıktım. Güçlükle bir adım attığımda Selçuk, sola dönmüş yüzünü bana doğru çevirdi. Çenesi titredi, kelimeler yerine sessiz bir sarsıntı yayıldı yüzünden. Serum bağlı kolunu güçsüzce kaldırdı, parmakları havada bana ulaşmaya çalışır gibiydi. Elini bana doğru uzattığında, ayağım yere mıhlanmış gibi hissettim. Sanki her şey, bu anın kırılganlığına hapsolmuştu.
Gözünden akan yaşlara rağmen "Gel." diye fısıldadı.
Sedyeyi gören gözlerim puslandığında gözlerimi kırpıştırıp yanındaki sandalyeye oturdum. Sol ve sağ gözünden yaşlar süzülürken serum bağlı elini saçlarımın üzerine koydu. Hafifçe okşadığında gözünden süzülen yaşlar, dudaklarının üzerinden çenesine doğru ağır ağır yol aldı. Her damla, boğazıma oturan bir yumru gibi hissettirdi. O an, hiçbir kelime bu sessiz çığlıkların yerini dolduramazdı.
"Abiler, kız kardeşlerini üzmezler, özür dilerim." dedi Selçuk, sesi çatallı ve kısık. Bu sözler, içimde keskin bir kırılmaya neden oldu; sanki göğsümdeki tüm parçalar bir anda yere döküldü. Alnımı öne eğdim, derin bir hıçkırık boğazımdan yükseldi. Burnumu çekip yutkunmaya çalıştım ama düğüm boğazımdan gitmiyordu.
Titreyen ellerimle yanaklarımı silerken, yüzümü Selçuk'a döndüm. O ise, gözlerine gerdiği sol elini yavaşça indirip bitkin gözlerini bana çevirdi. O bakışlarda yalnızca yorgunluk değil, sessiz bir teslimiyet vardı ama ona bakmaya dayanamadım, gözlerim yere kaydı.
Yüzüne bakmaya utandım.
Yanağımı yavaşça yatağın köşesine yasladım. Selçuk burnunu çekti ama elini saçlarımın üzerinden çekmedi. Parmakları hâlâ hafif, kırılgan bir şefkatle saçlarımı okşuyordu. Bir an için o anın içine gömüldüm ama bakışlarım istemsizce kapının pervazına takıldı.
Mete oradaydı. Başını hafifçe kapıya yaslamış, sessiz bir tanık gibi Selçuk'a bakıyordu. Gözlerindeki mavi okyanus, buğuyla karışmıştı. O maviliklerden süzülen birkaç damla, sessizce abi ile kardeş arasındaki görünmez bağa akıyordu. O anda, kelimelere ihtiyaç yoktu; hissettiklerimiz, her şeyden daha gürültülüydü.
"Bebeğin beşiği çamdan
Yuvalandı, düştü damdan."
Selçuk'un boğuk sesi odayı doldurduğunda, gözlerimi ağır bir acıyla kapattım. Kelimeler dudaklarından güçlükle dökülüyordu; sanki her hece, içindeki yükle birlikte çıkıyordu.
"Beybabası gelir Şam'dan
Nenni nenni, nenni nenni
Nenni nenni, nenni nenni, oy"
Sesindeki çatlak, ruhundaki kırılmaları ele veriyordu. Şarkıyı sürdürmek için çabaladı, ama her mısra daha da zor geliyordu.
"Beybabası gelir Şam'dan
Nenni nenni, nenni nenni
Nenni nenni, nenni nenni, oy"
Toparlandı, bir kez daha bölündü.
"Kızlar, gelin çaydan geçek
Çay bulanık, ner'den içek?"
Bu defa sesi çatlayarak hıçkırıklara karıştı. Saçımdaki eli durdu; dokunuşu aniden donmuş gibiydi. O an boğazında bir düğüm oluştuğunu, bunu kelimelere dökmek zorunda olduğunu biliyordum.
"Bebek ölmüş-"
Sesi tamamen koptu ve ardından derin bir haykırış odanın duvarlarını sarstı. Selçuk'un gözyaşları, yalnızca geçmişin ağırlığını değil, o anın dayanılmaz yükünü de taşıyordu. Yüzümü buruşturarak gözlerimi açtım ve bakışlarım Mete'ye kaydı. Kapının pervazından ayrılıp Selçuk'a doğru yaklaştı. Yatağın yanına oturup Selçuk'u kendine çekip sarıldığında Selçuk'un yüzü Mete'nin omuzlarına yaslı kaldı.
20 Mart 2022 / Şırnak
Mete Mert Çakır, Ağzından
Selçuk'un sesi hâlâ kulaklarımda yankı yapıyor ama bir yanda da gözlerim sürekli Eyşan'a kayıyor. O an, her şeyin ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha hissediyorum. Selçuk'un acısı, içindeki boşluğu ve kırılganlık bana kadar ulaşıyor ama her şeyin içinde bir yara daha var.
Eyşan'ın gözlerinde gördüğüm o korkunç boşluk.
Selçuk'un şarkı söylerken ki halini izlerken, onun acısını içimde hissetmemek imkânsızdı. Bir insanın son sesini çıkarırken, içinde taşıdığı acı, her bir kelimeyle daha da derinleşiyor gibiydi. "Bebek ölmüş..." dediğinde içim ezilmişti. Gözlerim bulanıklaşmıştı. O cümle, bu kadar derin acıyı öyle rahatça taşımıştı ki, o an içimde bir şeyler yerle bir olmuştu.
Selçuk, kız kardeşi saydığı Eyşan'ı korumaya çalışırken karısını ve oğlunu kaybetmişti. Ben, Eyşan öldü diye kendi kafama sıkacakken o sıkamamıştı. İntikam hırsı ağır basmıştı. Kalbi durmasına rağmen Selçuk, yaşamaya devam etmişti. Bugün öğrendiği şey, o kırılgan yapının patlama noktası olmuştu.
Bakışlarımı sağ omzumda yatan Eyşan'a çevirdim. Cânım, ağlamaktan yorgun düşmüş, uyuyakalmıştı. Bakışlarımı güçlükle ondan çekip sol omzuma baktım. Selçuk ise ona verdikleri sakinleştiriciyle omzumda uyuyordu. Harap olmuştu, tükenmişti.
Kafamı belirsizce iki yana salladım.
O zaten bitmişti.
Sadece nefes almaya devam ediyordu.
Zihnimde gezinen, odaklanmak istemediğim düşünceler tüylerimi ürpertiyordu. Öyle bir durumla karşı karşıya gelsem ne yapabilirdim? Düşüncesi bile korkunçtu ama Selçuk, bunları görmüştü. Belki de son kez bebeğini koklamıştı. Güçlükle yutkunup dudaklarımı yaladım. Bakışlarım kapıya çevrildiğinde Çilingir, derin bir nefes alıp ellerini 'Ne yapacağız?' dercesine havaya kaldırdı.
Alt dudağımı büküp kafamı iki yana salladığımda ani bir hareketle sağ elinin işaret parmağını ileriye doğru sertçe uzattı. Elleri göz hizasına kalktığında, parmakları 'dürbün' şekli almış, gözlerini sanki çevreyi didik didik tarar gibi hızla sağa sola hareket ettiriyordu. Yumruğunu sol avcuna vurduğunda, çıkan tok ses ortamın gergin sessizliğini böldü. Kafasını sağa eğip kaşlarını kaldırdığında küçük bir iç çektim.
Bu işaret dilinde "Adamı araştırmaya başlayalım mı?" demek oluyordu. Uyanmasınlar diye bu şekilde sormayı tercih etmişti. Gözlerim Çilingir'e odaklıyken sağ elimin parmaklarını sol avcuma dokundurup ileriye doğru kaydırdım ve kafamı hafifçe eğdim.
Bu, 'sonra' anlamına geliyordu.
Çilingir'in sağ eli hızla göğüs hizasına kalktı, başparmağı ve işaret parmağını sertçe birleştirerek kısa bir onay hareketi yaptı. Gözlerimi kırptığım sıra sol omzumdaki kafanın biraz öne eğildiğini hissettim. Ağırca Selçuk'a baktığımda başı, omzumdan düşmek üzereydi. Sol elimi hafifçe kaldırıp alnına yasladığımda burnunu çekti ve yavaşça doğruldu.
Bakışlarımız birbirini bulduğunda acıyla değil, anlayışla baktım ona. Bizi, birbirimizden başka kimse anlayamazdı. Elini yüzüne kaldırıp dudaklarının üzerine işaret ve orta parmağını yaklaştırdı. Sigara içelim demek istemişti. Gözlerimi kapatıp kafamı hafifçe salladım. Başımı hafifçe Eyşan'a doğru eğdim. Uyandırmadan bir şekilde yatağa yatırmam gerekti.
Alt dudağımı ısırıp kafasını düşürmeden sağ kolumu sırtına yasladım. Ağır bir uykuya sahip değildi ama kokumu bir kere aldığında rahat bir şekilde kesintisiz uyuyabiliyordu. Hafifçe elimi yanağına yaslayıp onunla birlikte yatağa doğru uzandım. Kafası yastığa kaydığında kolumu yavaşça altından çıkarttım. Yatakta doğrulup sedyeyi sarsmadan ayağa kalktım.
Sol omzumda hissettiğim el ile Selçuk'un uzattığı pikeyi gördüm. Dudaklarımda minik bir tebessüm olduğunda bir adım geri çekildim ve yapması için elimle Eyşan'ı gösterdim. Pikeyi açıp Eyşan'ın üzerini örttüğünde başım hafifçe sağa doğru eğildi.
Çok şanslısın be karıcığım.
Seni, seven bir abin var.
Selçuk, bana döndüğünde kolumu omzuna doğru yükselttim. Sağ elini belime atıp yürümeye başladığımızda kapının yanından geçerken durdum. Çilingir'e bakıp işaret ve orta parmağımla gözümü gösterdim. Kafasını salladığında gülümseyerek Selçuk'u dışarıya doğru çekiştirdim. Soldaki kapıdan dışarıya çıktığımızda elimi cebime atıp sigara paketimi çıkarttım. İki dalı yukarıya çektim ve Selçuk'a çevirdim.
Çatallaşmış sesiyle "Eyvallah." dedi ve dalı çekip bekledi. Paketteki uzanan dalı dudaklarımın arasına sıkıştırıp çakmakla ikimizin de sigarasını yaktım. Gözlerim Selçuk'a çevrildiğinde kısılmış mavileri ile uzağı izliyordu. Hafifçe gülümsedim ve onun gibi uzağa baktım.
"Çok şanslı." dediğimde bana baktığını hissettim. Göz ucuyla ona bakıp sigarayı dudaklarımdan ayırdım.
"Senin gibi bir abiye, benim gibi de bir koca adayına sahip." dediğimde dişlerini gösterircesine gülümsedi. Kafasını iki yana salladı, dudaklarını kapattı ama ona rağmen bir gülümseme vardı. Sol eli hafifçe omzuma kondu. Dudaklarındaki gülümseme bir boşluğa düştüğünde kaşları hafifçe büzüldü.
"Canını yaktım, kusura bakma."
Gözlerimi devirdim.
Derin bir nefes alıp bıraktığımda ona doğru döndüm.
"Canımın canı, canımdır. Canımın canıysan, canımsındır. O yüzden aynı yaşta olmamıza rağmen sana abi diye hitap etmem gerek." deyip tek kaşımı kaldırdığımda kahkahasını tutamadı. Gözlerini kaçırıp gülmesine devam ettiğimde sigaramdan derin bir soluk çektim ve gülerek sola doğru üfledim.
Bir süre yalnızca çektiğimiz nefeslerin üfleme seslerini işittik. Süngere yaklaşan sigarayı söndürüp Selçuk'a baktım. Biraz daha iyiydi, kendine gelmişti. En azından kırık bir şekilde bakmıyordu. Sigarasını söndürüp bana baktığında omzuma bıraktığı elindeki yüzüğü gösterdim.
"Kayıt alıyor mu? Sonra bana şantaj yapma da?" dediğim sıra güldü ve kaşlarını iki kere yukarı kaldırıp indirdi. Onunla konuşmak istiyordum ama ne diyeceğimi bilemiyordum. Bu sefer o beni anlamışçasına omzumu sıkarak kafasını sola doğru eğdi.
"Beni anladığını biliyorum Mete. Sen de o korkuyu yaşadın. Eline silahını aldığında onu ne kadar çok sevdiğini daha iyi anladım." dedi ve kafasını iki yana salladı. "Ama ben o an yapamadım. Çünkü alınması gereken bir intikamım vardı. Bitiğim, tükeniğim ama hâlâ zihnimin içindeler. Bugün nefes alıyorsam orada bıraktıkları izler sayesinde."
Gözlerimi kırptım.
Yine bir şey diyemedim.
Gözleri yere çevrildi.
"Asena'nın yani Eyşan'ın ilk elini tutamama sebebim, oradaki, zihnimdeki kadının bakışlarıydı. O evin içinde, bize bunları yapmalarının sebebi Eyşan'ı takip ediyor olmamdı. Onun yerini sordular. Eşim, kafasını iki yana salladı. 'Asena Gündüz'ün, kız kardeşinin yerini söyleme Selçuk.' dercesine baktığı aklıma geldi. O an karıma bakmasaydım Asena'nın yerini söyleyecektim. İhanet ettiğimi düşündüğüm için elini tutamadım."
Hayır, böyle düşünme be Selçuk. Kim olsa o anda ailesini düşünürdü.
Kafamı iki yana salladım ve ellerimi omuzlarına koyup bana bakmasını sağladım.
"Sakın böyle düşünme. O an orada Eyşan olsaydı sana yemin ediyorum ki onların canı pahasına kendi kafasına sıkardı."
İçimdeki kalbim paramparça oldu. Kendime itiraf edemedim. Çatırtıları zihnimde yankılandı. Yerdeki bakışları bana çevrildiğinde öylece baktı. Hafifçe yutkunup kafamı iki yana salladım.
"Canını acıtma, zihnindeki o anıların üzerini kana bulama Selçuk. Oradaki mutlu anlarını güzellikle an. Kötüleri elbette ki silemezsin ama en azından toparlan."
Yanımızdaki kapı aralandığında bakışlarım sağa doğru çevrildi. Bakışlarım Eyşan'ın gözlerinde kaldı. Kadınımın gözleri şişmiş lan. Dudaklarımı bastırdığım sıra gözlerini kırpıştırıp bir bana bir de Selçuk'a baktı. Ardından omuzlarımızdaki ellere baktı. Dudağı hafifçe büzüştüğünde gözlerimi kıstım.
Ulan.
Büzme şu dudağı.
"Kocam beni abimle aldatıyor, vay be." deyip içeriye geçtiğinde otuz iki diş gülerek Selçuk'a baktım. Kaşlarını kaldırmış bir şekilde Eyşan'ın arkasından bakakaldığında o da gülmeye başladı.
Deli kadınım benim. Her yerde, her zaman, bir şekilde ortamı sevgiye boğuyordu. Ellerimi Selçuk'un omuzlarından çekip sırtına iki kere hafifçe vurdum.
"Karımın gönlünü almam lazım bro." dediğimde kafasını iki yana sallayarak kahkaha attı.
"Abi yerine bro demen tam senlik bir hareket Mete."
Kafamı salladım.
"Abi deyince gözümde yaşlanıyorsun be bro."
Selçuk, kaşlarını kaldırıp gülümsedi.
"Yakıştı hea, hadi koş bekletme kız kardeşimi."
Esas duruşa geçip elimi alnımın yanına koydum. Elini apoletimin üzerine vurduğunda gülümsedim ve içeriye geçtim. Bakışlarım etrafta gezinirken hâlâ kapının önünde bekleyen Çilingir'e baktım.
"Karım nerede?" diye sorduğumda ağzı yırtılırcasına esnedi.
Ayı.
"Kantine gitti."
Gözlerimi devirip kantine yol aldım. Ellerimi ceplerime sokup yürümeye devam ederken Caner, karşıdan bana doğru yaklaşıyordu. Aynı şekilde ellerini ceplerine soktuğunda gülümseyerek ona yürüdüm. Karşımda durduğunda duraksadım.
"Selçuk nasıl oldu?" diye sorduğunda kafamı salladım.
"Biraz daha iyi."
Kafasını salladığında gidecekti ama hızla "Nereye gidiyorsun?" diye sordum. Gözlerini devirip kafasını iki yana salladı.
"Ne yapacaksın? Belki işemeye gidiyorum, belki sıçıcam sana ne amına koyayım?"
Kesin Lara ile tartıştılar.
"Lara ile mi tartıştınız?"
Duraksadı ve kaşlarını yukarıya kaldırdı.
Hey yavrum hey, biz o yollardan geçeli çok oldu aslanım.
Gülerek yüzüne baktığımda yüzü ifadesiz kaldı. Bir süre sonra gözlerini devirdi.
"Offfffff. Bu kadınların hepsi neden inatçı? Hâlâ Bursa'da dövdüğüm adam hakkında kavga ediyoruz, inanabiliyor musun?"
Gözlerimi belertip dudaklarımı öne doğru büzdüm.
"Oha." deyip güldüğümde eliyle omzuma vurdu.
"Gülme sikik, senin tuzun kuru nasıl olsa. Taktın yüzüğü parmağa, döndür dolaştır ırmağa."
Irmak demeyelim, uçak kalkıyor.
İç sesim ve ikizim ne kadar gerizekalı ya.
Valla.
"Git sende tak oğlum, durduran mı var? Ayrıca çekil artık önümden karımı bulmam lazım. Siktir git." dedim ve çenemi dikleştirip yanından yürümeye başladım. Senin aşkına benim aşkım boydan girsin.
Belki kendine gelirsin.
Ehe.
Kantine girdiğimde gözlerimi kısıp bir avcı misali karımı aramaya başladım. Sağ köşede, Yonca ile oturmuş çikolata kemiriyorlardı. Gülerek onlara ilerlediğimde kadınımın gözleri beni buldu, anında yüzüne hafif bir bıkkınlık yayıldı. Göz devirdiği o an, bana sanki 'Yine neyin peşindesin?' der gibiydi. Gözlerimi kısıp Kubilay'ın yanına oturdum. Bacak bacak üstüne atıp ellerimi dizlerimin üzerinde birleştirdim.
Bakışlarım çikolatayla resmen aşk yaşayan kadınımda kalmıştı. Sırf bitecek diye yavaş yavaş ısırıyor ve tadını çıkartarak yiyordu. Her lokmayı adeta bir sanat gibi tadıyordu.
Of, çikolata olasım geldi.
Siktir git.
"Komutanım." dedi Kubilay, sesindeki ciddiyetle.
Sende siktir git Kubilay.
Tabii ki de demedim.
O an tam da çikolataya olan kıskançlığımın zirvesindeydim. Birkaç saniye ona dönüp bakmayı reddettim. Derin bir nefes aldım, sonunda istemeyerek de olsa bakışlarımı ona çevirdim. Kaşlarımı yukarıya kaldırdığımda gözlerini kırpıştırdı.
"Ne oldu?" diye sorduğumda gülümsedi ve kaşıyla kızları işaret etti.
"Kantindeki bütün çikolataları almak istediler. Zor tuttum." dediğinde gözlerim büyüdü. Hızla Eyşan'a baktığımda çikolatası bitmiş ve biten boş ambalaja bakıp dudaklarını büzmüştü.
Ulan.
Çikolata kabı olmak isteyeceğimi hiç düşünmemiştim.
Sen hâlâ burada mısın?
Eyşan, elindeki ambalajı masanın üzerine atıp Yonca'ya baktığında Yonca'da aynı ifade vardı.
Kubilay, "Eyşan abla Yonca'yı şu an gözlerinle ayartıyorsun, yapma. Benim karım hamile, daha fazlasını yiyemez." dediğinde gözlerimi kıstım ve Kubilay'a döndüm.
Kubilay'ın gözlerindeki telaşı görmemek imkânsızdı. Yonca'nın birkaç çikolata daha yemesi, onun aklında bir felaket senaryosuna dönüşmüştü. Hafifçe gülümsedim. Eyşan, hamilelik kurallarına karşı mücadelenin başkomutanı gibi duruyordu. Yanıt verip ortamı daha da kızıştırmamak için kendimi zor tuttum.
Gözlerimi Kubilay'dan çekip Eyşan'a baktığımda gözleri hafifçe kısılmış bana bakıyordu. Tek kaşımı hafifçe kaldırıp sorgularcasına ona baktığımda hafifçe sandalyesinden kalktı ve çenesiyle kapıyı gösterdi.
Ne oluyor lan?
Ayağa kalktığımda yürümeye başladı. Hızla peşinden yürümeye başladığımda hâlâ bir şey dememesi hafifçe ürkütmüştü. Çalışma odasına girdiğinde kapıyı kapatır diye elimi uzattım. Burnuma bir kapı yemediğim kalmıştı, onunda olmasını istemezdim. Kapıyı kapatıp kaşlarımı yukarıya kaldırdım.
"Ne oldu yavrum?" diye sorduğumda hızla bana döndü ve kollarını boynuma dolayıp beni kapıya doğru ittirdi. Gözlerim büyürken dudakları kapalı dudaklarımın üzerine yapıştı.
Lan!
Elini, kendime gelmem için hafifçe yanağıma vurduğunda genzimden kıkırdayarak dudaklarımı araladım ve kadınımın üst dudağını dudaklarımın arasına alıp emdim. Ellerimi beline koyup kendime yaklaştırdım. Dilimi dudaklarının arasından sızdırıp damağına sürttüm. Aldığım tatla gözlerimi kapatıp açtım.
Karamel.
Kadınımın dudakları artık, karamelli pamuk şekerdi.
Genzimden kaçan 'hmm' sesini tutamadığımda Eyşan, kendini biraz daha bastırıp ağzımın içine inledi. Kasıklarımın kasıldığını hissettim. İnleme amına koyayım.
Öyle ağzımın içine inleme işte.
Mete Hava Yolları 'Sikim' kodlu uçak kalkıyor!
Kendimi tutamadan bende inledim. Elindeki ellerimi kalçalarına koyup sıktım ve kendime bastırdım. Tam öpüşlerimi hızlandıracağım sırada dudakları dudaklarımdan koptu ve kendini çekti. Kestiği nefeslerimin arasından boğazımı temizleyip dudaklarımı yaladım. Offf, bu tat halis mi?
Elleri yanaklarıma uzandığında gülümsedim ve gözlerinin en derinine düştüm.
Bu kadın, bize çok güzel bakıyor lan.
Bazen öyle bakıyordu ki bir an için kendimi sorguluyordum. Kim olduğumu ve nereye ait olduğumu öğreniyordum. Gözlerinin dokunduğu her yer sanki yaralıymış ve orayı iyileştiriyormuş gibi hissediyordum. Bazen de bakışları, sanki gözlerinin içine girmemi bekliyormuş gibi beni içine çekiyordu. Her şey geçiyor, bir tek onun bakışı kalıyordu.
O gözler, o huzuru bana her seferinde yeniden veriyordu.
"İyi ki varsın." dediğinde elimi yanaklarına yasladım.
"İyi ki varsın ki varım." dedim ve dudaklarımı alnına yasladım.
"O yüzden bana Caramio alır mısın?"
Bunun olacağını biliyordum.
Yememem lazımdı ama yemezsem o beni yerdi. Düşün Bozkurt, düşün lan!
Kilo alırsın de.
"Hatun, kilo alırsın."
Eyşan'ın gözleri fal taşı misali açıldığında dişlerimi hafifçe bastırdım ve salak sırıtışı yaptım. Ellerini yanaklarımdan çektiğinde ellerini sinirle beline koydu. Geri geri yürüdüğünde hafifçe yutkundum.
Hassiktir.
Yüksel desibel uyarısı.
"SEN BANA KİLO MU ALIRSIN DEDİN!"
Kaç!
Hızla kapıyı açıp kapıyı kapattığımda kapıya bir şey attı. Gülerek kapıya baktığımda bir gürültü daha koptu. Arkamda bir beden hissettiğimde Selçuk, kaşları çatık ama gülümseyerek ne olduğunu çözmeye çalışıyordu.
"Ne oluyor?"
Kapıya bir şey daha attı.
"Karım bana şiddet uyguluyor." dediğimde kahkaha attı.
"Ne dedin de bu kadar sinirlendi bu?" diye sorduğunda kıkırdadım.
"Kilo alırsın dedim."
Şaşırarak gözlerini büyüttüğünde kafasını iki yana salladı.
"Bir kadına diyebileceğin en son sözcüğü söylemişsin. İşin çok zor be Mete." dediği sıra sesler kesildi. Elimi hafifçe kulpun üzerine koydum ve Selçuk'a baktım.
"Bana eşlik etsene, vurursa kaçarım."
Gülerek kafasını salladığında kapıyı açıp içeriye girdim. Koltukta oturan karımı gördüğümde gözlerini devirdi ve dosyayı çekip önüne koydu. Gülmemek için Selçuk'a baktığımda onun da gülmemek için bana baktığını fark ettim.
"Gülün gülün, çekinmeyin, gülün."
Eyşan'a baktığımda gülmemek için kendini tutan bir hali vardı. Hafifçe gülerek kafasını salladığında hafifçe kıkırdayıp Selçuk'a baktım. Kafasını iki yana sallayıp omzuma dokundu ve odadan çıktı. Bakışlarım yerdeki kalemliğe dokunduğunda yere eğilip kalemliği toparladım ve masamın üzerine koyup yanına doğru yaklaştım.
Sağı solu belli olmaz, temkinli yaklaşalım.
Sus sikik, zaten her şey senin yüzünden başıma geliyor.
Ellerimi oturduğu sandalyenin kolçağına yaslayıp kendime doğru çevirdim ve önünde yere çömeldim. Kahverengileri parıldayarak durgunlaştığında ellerimi, uyluklarının üzerinde kenetlediği ellerinin üzerine koydum. Dudaklarının köşeleri minik bir hareketle kıvrıldığında büyük bir nefes aldım.
"Senin her halin, beni ben yapar." diye fısıldadım ve avuçlarımın altındaki ellerini sıkıca tutup dudaklarıma yaklaştırdım. Gözlerimi kahverengi topraklarında gezdirirken parmak boğumlarından öptüm. En küçük, en hassas kısımlarına kadar her ayrıntıyı seviyordum.
Parmak boğumlarını öpmek, normal bir el öpmesi gibi değildir.
Bir adamın dudakları, kadınının parmak boğumlarına değdiğinde hayat başlar. Ona olan saygısını, bağlılığını ve içindeki kırılgan duygusal bağları da yansıtır. Parmak boğumları, kadının en hassas ve en zarif yerlerinden biridir. Ona uzatılan eli sarmasına yardımcı olur. Öptüğün o an kadının gözlerinde bir kırılma olur, yansıma belirir. Seni içine çeken, kalbinin hızlanmasına sebep olacak bir gülümseme bahşeder.
Cana, can katar.
Eyşan, öne doğru eğildiğinde dudaklarımı hafifçe parmak boğumlarından ayırıp dudaklarımı alnına doğru yaklaştırdım.
"Sen, başıma gelen en güzel şeysin." dedim ve dudaklarımı alnına bastırdım.
Kadınım.
Ruhuma, can kattın Cânım.
21 Mart 2022 / Şırnak
Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından
Koşuyorum.
Beyaz elbisemin uzun eteği rüzgârla savruluyor, ayaklarımın altında toprağın soğukluğu hissediyorum. Nereye koştuğumu bilmiyorum, tek bildiğim bir şey var: Beni kovalayan bir varlık var, adımlarının sesi her geçen saniye daha da yakınlaşıyor. Nefesim daralıyor, ciğerlerim hıçkırıyor ama hızlanıyorum. Beni bulmasına ramak kaldı. Kaçmam gerek ama kaçmaya devam etmek, o karanlığa gömülmeden bir adım daha atmak demekti.
Ayaklarım çıplak, her adımda taşların, köklerin ve dikenlerin acısıyla irkiliyorum ama hiç durmadan koşuyorum. Derin bir nefes almak için ciğerlerimi zorluyorum, havanın her bir zerresi içimi acıtıyor. Arkamdan gelen ayak seslerinin hızı arttıkça, içimdeki korku da büyüyor. Ona yakalanmam an meselesi. O kadar yakındı ki ne zaman geri dönüp baksam, bir adım daha yaklaşmış oluyordu.
Bir an, başımı çevirdiğimde karanlık içinden gelen o silueti gördüm. Hiçbir kimlik yoktu, sadece karanlık bir gölge. Hızla ilerliyor, her hareketi bir tehdit gibi. Çığlıklarım ormanda yankılanırken, ağzımdan çıkan her ses, sessizlikle yutuluyor. Bir anda, elleri dudaklarımın üzerine kapandı. Kelimelerim onun avucunda hapsolmuştu ama hissettiğim acı her şeyden daha gerçekti. Dudaklarımı ısırdım, ellerini itmeye çalıştım, o zaman bir adım geri kaydı ama hiçbir şeyin faydası yoktu.
Arkamı döndüğümde, önümde bir uçurum vardı. Derin, kara bir boşluk, sanki yeryüzü yokmuş gibi. Elimi kaldırıp ona doğru uzattım, dudaklarımdan kelimeler çıkıyordu ama anlamını kavrayamıyordum. O an, o da bana doğru adım attı. Bir adım daha geriye gittim, rüzgârı hissettim; saçlarım savruluyor, eteklerim uçuyor. Derin bir nefes aldım ve aniden bedenim havaya kalktı. Uçuyordum ama bu bir uçuş değildi.
Bir düşüştü.
Beyaz elbisemin tülleri etrafımı sararken, bedenim, kollarım iki yanımda açık bir şekilde, boşluğa doğru süzüldü. Kalbim karnımda yankı yaparken, yerçekimiyle birlikte hızla yere doğru inmeye başladım. Bir çığlık bile çıkaramadım. Zihnimdeki tek düşünce, düşmek. Kollarım savruluyor, dengesiz bir şekilde düşerken, tek bildiğim şey bu korkunç boşluğun içinde kaybolduğumdu.
Birden, suyun yüzeyiyle sert bir temas hissettim. Tüm vücudum acı içinde bıçak gibi kesildi, sanki sırtım her an parçalanacakmış gibi. Derin denizin içinde batarken, gözlerim suyun içinde bir şeyin yaklaşmaya başladığını fark etti. Bir el, karanlık suyun altından uzanarak bana doğru ilerliyordu. Beni tutmak için çabalıyordu ama kimdi o? Kimseyi göremedim. Baloncuklar arasında, gözlerim bir hayalet gibi onu seçmeye çalışıyordu ama her şey bulanıktı. O el bana doğru uzanıyordu ama ellerim, ona ulaşmak için çırpındıkça daha da dibe çekiliyordu.
İçimde bir şey kırıla kırıla, kalbim dibe çöküyordu. Suya daha da derinleştikçe, bedenimle birlikte kayboluyordum. Ve o el, bana ulaşmak için bir adım daha atıyor ama o kadar uzağım ki, bir türlü beni tutamıyordu.
Yerimde sıçrayarak gözlerimi açtığımda Alev'in yüzüyle karşılaştım. Kaşları çatık bir şekilde ne olduğunu çözmeye çalışıyordu.
"Kâbus gördün sanırım?" diye söylendiğinde ciğerlerimi yoran bir nefes alıp bıraktım. Alev, üstünde fazla durmadan bedenini geriye çekip üzerindeki formanın eteklerini pantolonun içine soktu. Gözlerimi kaçırarak yataktan kalktığımda kollarımı iki yana açarak gerindim.
Boynumun sağ tarafı kasılı kaldığında inleyerek elimi boynuma götürdüm.
"Has sikeyim ya." diye söylendiğimde Alev şerefsizi kıkırdayarak güldü.
Boynum tutuldu.
Yüzümü buruşturup onunla uğraşmadan boynumu ovaladım. Ağırca kasılan kaslarım rahatlamaya başladığında yutkunup ayağa kalktım. Ayağımı Alev'e doğru savurduğumda gülerek kapıya doğru kaçtı.
"Gerizekalı."
Alev, dilini çıkartıp burnuna baş parmağını yasladı ve diğer parmaklarını oynattı.
"Vöeee, nanik."
Ona doğru hızla adım attım.
"Lan siktir git!" diye bağırdım ama o çoktan kapıyı açıp çıkmıştı. Gözlerimi devirip üzerimi değiştirdim. Aynada üniformamı düzeltip kapıya yürüdüm ve kapıyı açıp odamdan çıktım.
Üzerimde dehşet bir yorgunluk vardı. Hâlâ uzun yolculuğun ve tatilin yorgunluğu atlamamıştım. Bütün bunlara dün ağlamış olmamda eklendiğinde bitik bir hâle dönüşmüştüm. Yemekhaneye giriş yaptığımda Alev, Yonca, Lara, Osman, Barış, Kubilay ve Deniz sandalyelere oturmuş kahvaltılarını yapıyorlardı. Onlara yaklaşıp ellerimi ceplerimi soktum.
"Diğerleri nerede?"
Barış, kafasını kaldırıp bana baktı.
"Bizden önce kalkıp kahvaltılarını etmişler ardından da koordinasyon merkezine geçmişler."
Kafamı sallayıp kahvaltımı almak için tezgâha yürüdüm. Tabldota biraz zeytin ve peynir alıp çatalı da kenara koyup masaya geri döndüm. Alev'in karşısındaki boş sandalyeye oturduğumda ağzıma bir zeytin attım. Elimi yumruk yapıp çekirdeği aldım ve tabldotun içine bıraktım.
"Afiyet olsun."
Selçuk'un sesiyle sola doğru baktığımda elleri ceplerinde ayakta bize bakıyordu.
"Kahvaltınızı yaptıktan sonra koordinasyon merkezine geçin. Ayrıca, sen bu kahvaltıya doyacak mısın? Adam akıllı yap şu kahvaltını."
Selçuk, son cümlelerini bana saydırıp arkasını döndü ve kantinden çıktı. Bakışlarım peynir ve zeytinlerde gezinirken ağzımdaki lokmayı yuttum. Normalde kahvaltı bile etmek istemiyordum, iki üç lokma girsin diye yiyordum. Gözlerimi devirip kenardan bir ekmek alıp böldüm ve bir lokma ağzıma attım.
"Harbiden hea, güvercin olduğunu çok belli ediyorsun. Kuş yemi yermişçesine besleniyorsun."
Osman'ın cümlesiyle önündeki tabldotuna baktım. Onda da sadece reçel ve yumurta vardı. Gülerek kaşlarımla tabldotunu gösterdim. Ağzımdaki lokmayı yuttum.
"Sen kendi tabağına bak."
Osman, gülerek Barış'a baktığında Barış'ta ona baktı. Birbirlerine güldüklerinde kaşlarımı çattım.
"Onların ikinci tabağı gülüm, hadi boş ver sen onları yemeğini ye."
Alev'in cümlesiyle gözlerimi devirdim.
Öküz ayılar.
Aç köpekler!
Kafamı iki yana sallayıp gülerek yemeğimi yemeğe devam ettim. Yonca, yumurtasını ısırıp yüzünü buruşturduğunda elini dudaklarına koydu ve hızla ayağa kalkıp koşturdu. Kubilay, bir hışımla sandalyesini ittirip Yonca'nın peşinden koştu. Bakışlarımı kapıdan çekip Alev'e baktığımda kafasını iki yana salladı.
"Yumurta kokusuna midem bulanıyor diyor, inatla yumurta yiyor."
Kıkırdadığımda ağzıma bir parça peynir attım. Ağzımda kusmuklu bir tat oluşurken kenardaki peçeteye uzanıp parmaklarımın arasına sıkıştırdım. Dudaklarımın önüne gerip peyniri çıkarttım. Yüzümü buruşturup yutkundum.
"Eğy. Ağzımın tadını siktin Yonca." deyip peçeteyi tabldotun içine bıraktım. Tabldotun kenarlarından tutup ayağa kalktığımda büyük adımlarla çöpe yaklaşıp boşalttım ve bulaşık tabldotların üzerine bıraktım. Masaya bakıp sol elimi 'Gidiyorum ben' dercesine sallayıp kantinden çıktım. Koordinasyon merkezinin önüne vardığımda kulpu indirip hızla içeriye girdim.
Mete'nin bakışlarını gözlerimde bulduğumda hafifçe gülümsedim ama o gülümsemiyordu. Kaşları hafifçe çatılmıştı.
"Niye düzgünce kahvaltını etmiyorsun?"
Yüzümdeki gülümsemeyi soldurup Selçuk'a baktım.
"Sen beni gammazlıyor musun?"
Selçuk, ellerini havaya kaldırıp kaşlarını indirip kaldırdı.
"Çocuklar, burası koordinasyon merkezi dikkatinizi çekerim."
Alparslan babamın sesini işittiğimde bakışlarım sola doğru çevrildi. Elindeki dosyayla masaya yaklaştığında Mete, gözlerini devirdi. Solunda duran kahve kupasını eline aldı ve parmakları klavyede gezinirken bir yudum aldı. Dudaklarını yalayıp bardağı masaya bıraktığında küçük bir çektim.
Kocamızın her hareketi müptezellik kaynağı.
Aynen öyle.
Küçük adımlarla masaya yaklaşıp yanına oturduğumda bakışları bana kaymamıştı. Klavyedeki parmaklarını hızlandırırken gözleri laptopun ekranında takılı kalmıştı. Bir yazı yazıyordu ama yazılar küçük olduğu için okuyamıyordum. Sert bir şekilde orta parmağıyla enter tuşuna bastı.
Keşke bize de bas-
Sus lan!
Bakışlarım laptopun başında yazı yazan Çilingir'e kaydı. Selçuk, Çilingir'e bir dosyayı yükseltmişti. Çilingir, klavyeye bakmadan gözlerini gezdirdiği sayfadaki yazıları laptopa geçiriyordu. Ne yaptıklarını tam olarak anlamıyordum ama atmosferde bir ciddiyet vardı. Çilingir'in kaşları hafifçe çatıldığında bakışları ekrana kaydı, ardından başını kaldırıp Mete'ye baktı.
"Yanlış yere yazdım," dedi düz bir sesle.
Mete, sandalyede kendini bayılırmışçasına geriye bıraktı. "Senin yapacağın işe so-"
"Öhö, öhö!"
Alparslan albayın öksürüğü ile Mete, oturduğu yerden dikleşerek boğazını temizledi. Ellerini dudaklarının yanına koyup sessizce Çilingir'e baktı. Ne söylediğini göremesem de ciddi bir şey olmadığını anladım. Anlamak için Çilingir'e baktığımda dudaklarını sıkarak gülümsememeye çalıştığını fark ettim. Bakışlarını hemen laptop ekranına indirip parmaklarını klavyede hızla gezdirmeye devam etti.
Gözlerim yeniden Mete'ye döndüğünde, mavi gözleriyle bana kısa bir bakış attı. Bakışı hem uzak hem de ürkütücü bir şekilde yakındı. Ardından sağ elini kahve kupasına götürüp önüme koydu. Bir an tereddütle elim uzandı, kupayı aldım ve bir yudum içtim. Kahve boğazımdan geçerken sanki kalbim hızlandı. Kupayı masaya bırakırken, bakışlarım hâlâ onun üzerindeydi.
Mete, bir saniyeliğine babasına, Selçuk'a ve Çilingir'e doğru göz gezdirdi. Ardından kupayı aldı ve içtiğim yere dudaklarını bastırdı.
Lan, lan, lan!
Gözlerim istemsizce o harekete kilitlendi. Kupadan büyük bir yudum aldı, kahve boğazından geçtikten sonra dudaklarını yavaşça yaladı ve kupayı yan tarafına koydu. Tek bir kelime söylemedi, bana bir daha bakmadı bile. Gözleri ekrana kilitlenmişti ama parmaklarının klavyede gezinmesinde bir sakinlik vardı.
Yumruk yemiş gibi kaldım. İçimdeki tüm cümleler birbirine karıştı. Nefes almayı unuttuğumu fark ettiğimde kalbim bir anlığına yerinden çıkacakmış gibi hissettim. Bu küçük anın bu kadar büyük bir anlam taşıyabileceğini hiç düşünmezdim ama taşıyordu.
Alparslan albay, okuduğu dosyayı Selçuk'un önüne bırakıp hafifçe gerindi ve arkasına yaslandı. Merkezin kapısı açıldığında bizimkilerde gelmişti. Hepsinden önce Caner, içeriye girdiğinde elinde motor kaskı ve üzerinde 'Dainese' yazan bir motorcu ceketi vardı. Selçuk, ayağa kalkıp Alparslan albayın önüne bıraktığı dosyayı aldı ve Caner'e uzattı.
"Oraya gittiğinde paketçi olacak, ona teslim et. Yüzünü göstermemeye önem göster." dediğinde Caner, dosyayı aldı ve ceketinin önünü açıp iç cebine koydu.
"Tamam." dedi ve ceketin fermuarını yukarıya doğru çekiştirdi. Bizim ekip sandalyelere kurulurken Lara'nın bakışları Caner'de kalmıştı.
"Nereye gidiyorsun?" diye sordu.
Caner, "İşim var." dedikten sonra derin bir nefes aldı. Lara'ya dönüp gözlerini kıstı.
"Özel göreve gidiyorum, bir saate geleceğim."
Lara, gözlerini devirdi. "Bana ne?"
Mete ile Çilingir'in aynı anda kahkaha attığını duyduğumda kaşlarımı kaldırıp onlara baktım. Parmakları klavyede gezinmesine rağmen ikisi de birbirlerine bakarak gülüyorlardı. Lara, sağıma oturduğunda Caner, elindeki kaskı sıktı.
"Üff!"
Caner, gürültülü bir şekilde üfleyip kapıya doğru yürüdü.
Alparslan albay ayağa kalkıp "Ortamın havası soğudu birden." dediğinde gülmemek için dudaklarımı bastırdım. Mete ile Çilingir'in bakışları kendi ekranlarına döndüğünde Selçuk, arkasına yaslanıp yanıma oturan Lara'ya baktı.
"Fazla naz aşık usandırır." dedi ve dosyaya döndü. Dudağında buruk bir tebessüm vardı. Bakışlarımı Lara'ya çevirdiğimde gözlerinin kapalı kapıda kaldığını gördüm. Sağ dirseğimi hafifçe koluna sürttüğümde boğazını temizledi ve ellerini masanın üzerinde kenetledi.
"Ne yapıyoruz?"
Selçuk, elindeki dosyayı Alparslan albaya uzattı. Alparslan albay, dosyayı alıp gözlerini gezdirdi ve bakışlarını üzerimizde gezdirdi.
"Çilingir'i ve Mete'yi özel göreve gönderiyorum. Onlar adım adım Elias Farouq'un adamlarını ortadan kaldırırken biz de burada onlara arka plan desteği ve bilgileri sızdıracağız." dediğinde bir anlığına nefesimin kesildiğini hissettim. Ağırca yutkunup Mete'ye baktığımda arkasına yaslı bir şekilde babasına bakıyordu.
Mete'nin yüzünde beliren ciddi ifade, içimde bir şeylerin sıkışmasına neden oldu. Gözlerini babasına dikmiş, hiçbir şey söylemeden bekliyordu. Çilingir ise birkaç saniyeliğine Alparslan albayın sözlerini hazmetmek için duraksamış gibiydi. Ardından, her zamanki kendine güvenen gülümsemesiyle dizüstü bilgisayarını kapattı.
"Yani Mete ile sahaya iniyoruz, öyle mi?" dedi Çilingir, sesindeki heyecanı saklamaya gerek bile duymadan.
Alparslan albay, hafif bir baş hareketiyle onayladı. "Elias Farouq'un izini sürmek ve adamlarını etkisiz hâle getirmek için bundan daha iyi bir ikili düşünemezdim. Ancak bu görev, düşündüğünüzden çok daha tehlikeli olacak."
Mete, sonunda konuştu. Sesinde buz gibi bir sakinlik vardı. "Ne zaman hareket ediyoruz?"
Alparslan albay, masanın üzerine koyduğu dosyaya tekrar baktı. "Hedefleriniz belirlenmiş durumda. Yarın sabah harekete geçeceksiniz. Hazırlanmanız için birkaç saatlik vaktiniz var."
Bir şeyler söylemek istedim ama dilim tutulmuştu. Görev kelimesi, içimde çanlar çaldırıyordu. Göğsümde tuhaf bir ağırlık hissettim. Mete'nin mavi gözleri bir anlığına benimkilerle buluştu. Bütün duygu geçişlerini saklayan o bakışları, sanki "Endişelenme, her şey yolunda olacak." diyordu ama bana yetmiyordu.
"Elias Farouq mu?" dedim sonunda, sesimdeki titremeyi saklayamadan. "O adamın karanlık tarafını hepimiz biliyoruz. Onun adamları..." Cümleyi bitiremedim. Alparslan albay bakışlarını bana çevirdi.
"Biliyoruz." dedi sakin ama otoriter bir sesle. "Bu yüzden onları en iyi ikiliye emanet ediyorum. Farouq'la mücadele etmek, sadece güçlü değil, zeki olmayı da gerektirir. Ve biz de elimizdekilerin en iyilerini sahaya sürüyoruz."
Mete'nin gözleri hâlâ üzerimdeydi ama bu kez daha derin, daha keskin bir bakış vardı. Sanki bana bir şey söylemek istiyor ama kelimelere dökemiyordu.
"Peki ya bir şey ters giderse?" diye sorguladığımda Alparslan albayın yüzüne kısa bir süre sessizlik çöktü. Sonunda başını eğip dosyayı kapattı ve ciddiyetle konuştu. "Onlar sahadayken bizim işimiz, o ihtimali sıfıra indirmek."
Ancak bu cevap, içimdeki huzursuzluğu yatıştırmadı. Mete yerinden kalkıp yanımdan geçerken alçak bir sesle konuştu.
"Gel benimle."
Sandalyemi arkaya doğru ittirip peşinden yürüdüm. Kapıyı açıp dışarıya çıktığımızda karşımızdaki santral odasına daldı. Kapıyı açık bir şekilde girmem için tuttuğunda hızla içeriye girdim. Kapıyı kapattığında elleri yanaklarımı buldu, burnunu burnuma sürttü.
"Korkma ömrüm, burnumuz bile kanamadan yanına geleceğiz."
Mete'nin elleri yanaklarımdayken hissettiğim sıcaklık, içimdeki soğuk korkuyu bir anlığına unutturdu ama gözlerim hâlâ onu bırakmamıştı. Burnunu burnuma sürtmesi, o kadar doğal ve o kadar bize aitti ki, kalbimde bir yerde ince bir sızı hissettim.
"Bana bunu söyleme," dedim kısık bir sesle, kelimeler boğazımdan zar zor çıkarken. "Bana veda ediyormuşsun gibi davranma, Mete."
Kaşları hafifçe çatıldı ama bakışları yumuşaktı. "Bu bir veda değil, Eyşan. Bu bir söz. Döneriz. Dönerim."
Elimi, yüzümü tutan ellerine koydum. "Ya dönemezsen? Ya her şey planladığınız gibi gitmezse?"
Beni susturmak istercesine başını eğdi ve dudaklarını alnıma koydu. "Her şey planladığımız gibi gitmezse, sen buradasın," diye fısıldadı. "Bize güven. Bana güven."
Sözleri içimde bir yerlere ulaşsa da bu his kolay kolay geçecek gibi değildi. Onun bana bu kadar yakın ama aynı zamanda bu kadar uzak olması... İşte bu, beni mahvediyordu.
"Mete, bunu yapmak zorunda değilsin," diye devam ettim. "Birlikte başka bir yol bulabiliriz. Belki başka biri..."
Sözümü tamamlamadan önce dudaklarını dudaklarıma koydu ama öpmedi. Yalnızca üzerinde bekletti. "Başka biri olmaz," dedi kararlı bir şekilde. "Bu bizim görevimiz. Eğer ben gitmezsem, bir başkası gidecek ve belki de o geri dönmeyecek."
Gözlerim dolmaya başlamıştı ama ağlamayacaktım. Şimdi değil. Şimdi onun yanında güçlü görünmeliydim. "Söz ver," dedim, sesimdeki titremeyi kontrol etmeye çalışarak. "Söz ver, Mete. Bana sağ salim döneceğine söz ver."
Gülümsedi. Ama bu, her zamanki alaycı ya da kendinden emin gülüşü değildi. Bu, içinde derin bir duygu taşıyan, karışık bir gülüştü. "Sana söz veriyorum, Eyşan. Her ne olursa olsun, sana döneceğim."
Dudaklarımdaki baskısı arttığında dudaklarımı aralayıp alt dudağını emdim. Ellerini yavaşça yüzümden çekti ve birkaç adım geri gitti. Onunla aramızda oluşan bu mesafe, içimde bir uçurum gibi hissediliyordu. Bir süre sessizce birbirimize baktık. Kapı tekrar açıldığında, ikimiz de bir anda gerçek dünyaya geri döndük. Çilingir başını uzattı ve alaycı bir şekilde sırıttı. "Aşk kuşları, ne yapıyorsunuz burada? Görev saati geliyor."
Mete, bir an bile tereddüt etmeden döndü ve her zamanki soğukkanlılığıyla cevap verdi. "Karımı ikna ediyordum."
Çilingir gülerek başını salladı. "Hadi bakalım, hazırlanacağız."
Mete'ye son bir kez baktım. O bakış, bir milyon kelimelik bir konuşmaya bedeldi. Ve o an, hissettiğim tek şey, içimde onun için büyüyen korku ve umut karışımıydı.
28 Mart 2022 / Şırnak
Yazar, Ağzından
Mete ve Çilingir, tam bir haftadan beri yoktu ama son iki günden beri haber alınamıyordu.
Koordinasyon merkezindeki hava, zamanın ağır bir battaniye gibi üzerimize çöktüğü, her nefes alışverişte gerginliğin biraz daha yoğunlaştığı bir atmosferdi. Bilgisayar ekranlarının soğuk ışıkları, masaların üzerine titrek gölgeler düşürüyordu. Klavye sesleri, kısa ve kesik nefeslerle karışıyor, bir türlü gelen o "beklenen haber" için herkes tetikte bekliyordu.
Duvarlarda yankılanan telsiz cızırtıları bile artık rahatsız edici bir ritim haline gelmişti. Hiçbir şey, Mete'den ve Çilingir'den gelen sessizliğin yerini dolduramıyordu. Masanın köşesinde duran kahve kupası, içinde artık buz gibi olmuş bir sıvıyla unutulmuştu. Kimin olduğu belirsizdi. Belki de herkesindi. Çünkü burada herkes, bir şekilde aynı boşlukta asılıydı.
Alparslan Albay'ın sert bakışları, bir harita üzerinde geziniyor, parmakları arasında tuttuğu kalemle derin çizgiler çiziyordu ama yüzündeki gergin ifade, o çizgilerin hiçbir yere çıkmadığını ele veriyordu. Onun bile cevapsız kaldığı bir durum varsa, bu hepimiz için daha da içinden çıkılmaz bir hâl alıyordu.
Eyşan, odanın bir köşesinde dimdik duruyordu. Gözleri ekrandan ekrana kayarken, yüzündeki sabır maskesi çatlamak üzereydi. Parmak uçlarıyla masanın kenarını sımsıkı kavramıştı, tırnaklarının altındaki beyazlık gerilimini ele veriyordu. İki gündür uykusuzdu, bunu herkes biliyordu ama kimse ona "Dinlenmelisin," diyemiyordu. Çünkü o Mete için burada kalmayı seçmişti ve onun bu kararlılığı, merkezdeki herkesin üzerindeki sorumluluk hissini daha da ağırlaştırıyordu.
"Bir sinyal var mı?" diye sordu Eyşan, sesi donuk ama içten içe çatallı.
Teknisyenlerden biri başını salladı ama bakışlarını Eyşan'ın gözlerine kaldırmaya cesaret edemedi. "Hayır, yüzbaşım. En son kuzey koordinatlarından aldığımız sinyalden bu yana herhangi bir iz yok."
Eyşan'ın gözleri teknisyene saplanmış bir ok gibi duruyordu ama hiçbir şey söylemedi. Söyleyecek bir şey kalmamıştı zaten. Herkes, cevabın aynı olduğunu biliyordu.
Birden Alparslan Albay, elindeki kalemi masaya vurdu. Bu küçük hareket bile odadaki gerginliği birkaç kat artırmıştı. "Bu kadar bekleyemeyiz. Onlara bir şey olduysa..." dedi ve cümlesini tamamlamadı.
"Onlara bir şey olmadı." Eyşan'ın sesi, bir bıçak gibi keskin ve kesin bir şekilde araya girdi. Alparslan Albay ona döndü ama Eyşan'ın kararlı bakışları karşısında sessiz kaldı.
Odanın bir köşesinde Selçuk, elleri kollarında kenetlenmiş şekilde duvara yaslanmıştı. Çenesindeki kasların sıkılığından, kelimeleri tutmaya çalıştığı belliydi ama hiçbir şey söylemedi. Çünkü kimse Eyşan'la tartışmaya cesaret edemezdi.
Zamanın nasıl geçtiği belirsizdi. Dakikalar saat gibi, saatler ise bir ömür gibi geliyordu. Bir şeylerin yanlış olduğunu herkes hissediyordu ama kimse dile getiremiyordu. Çünkü umut, bu odada hâlâ herkesin kırılmaya korktuğu tek şeydi.
"Barkın, bir dosya geldi."
Barkın, Barış'ın yanına ilerleyip dosyanın ara yüzüne tıklamasını istediğinde hemen yanlarındaki ekranda bir görüntü belirdi. Görüntü netleşirken odadaki sessizlik, kulakları sağır edecek kadar yoğundu. Barış, elleri titreyerek klavyeyi kontrol ediyor, Barkın ise nefesini tutmuş ekrandaki detaylara odaklanıyordu. Sağ üstteki tarihi okudu.
"Kayıt, dün çekilmiş." dedi Barkın, sesi bir fısıltı kadar düşük ama odadaki herkesin duyabileceği kadar netti. Ekranda, karanlık bir odada zayıf bir ışığın altında duran, sandalyeye bağlı, altındaki pantolonu ile üstü çıplak kalmış Mete göründü. Mete'nin yüzü yarı gölgede kalmıştı ama aldığı darbelerin izleri seçilebiliyordu. Çene hattındaki kan kurumuş, sol kaşı açılmıştı. Yine de dik oturuşu ve inatçı bakışları, hâlâ direnmeye devam ettiğini gösteriyordu.
Eyşan, olduğu yerde donup kalmıştı. Parmakları masanın kenarını sımsıkı kavrarken, bakışları ekrana kilitlenmişti. Kalbinin atışları hızlanıyor, her saniye içinde patlayacakmış gibi hissediyordu.
Mete'nin göğsü, hem darbelere hem de elektrik şoklarına maruz kalmış olmanın izlerini taşıyordu. Sol köprücük kemiğinin altındaki büyük bir morluk, sanki vahşi bir yaratığın pençesi orada iz bırakmış gibi karanlık bir leke halinde yayılıyordu. Renk, sarının soluk tonlarından derin mora kadar uzanıyordu; bu da yaranın hem yeni hem de eski darbelerin izlerini taşıdığını gösteriyordu.
Göğüs kaslarının arasında ince ince belirginleşen kırmızı damarlar, vücudunun elektrik şoklarına karşı verdiği direnişin izleriydi. Sağ kaburgasının hemen üzerinde, sert bir darbenin izi olan yuvarlak, morumsu bir alan dikkat çekiyordu. Sanki bir bot ya da metal bir obje oraya defalarca vurmuş gibiydi.
Kaslarındaki şişlikler, acının ve zorlanmanın bir tablosuydu. Göğsündeki kasların doğal sertliği, şişliklerle birlikte sanki vücudunun kendini savunmaya çalıştığını gösterircesine gerilmişti. Kas lifleri darbelere rağmen dayanmış ama her hareket ettiğinde ona işkence eden bir acı bırakmıştı.
Göğsünden göbeğine doğru uzanan ince bir sıyrık, kanın kuruyarak kahverengi bir kabuk haline gelmesiyle belirginleşmişti. Derisinin üstünde yavaşça kuruyan kanın dokusu, ona sadece fiziksel değil, ruhsal bir yara olduğunu da hatırlatıyordu.
"Mete!" Eyşan'ın sesi istemsizce odada yankılandı.
"Çilingir nerede?" diye sorguladı Barış ama ona kimse cevap vermedi.
Görüntü ekranda ilerlerken odadaki hava ağırlaştı.
"Limādhā tabḥathu ʿan Ilyās Fārūq?"
Neden Elias Farouq'u arıyorsun?
Mete, dişlerini gösterircesine gülümsediğinde dişlerindeki kırmızı kanlar parladı.
"Kamerayı kapatsana ciciklerim gözüküyor. Ayrıca kaslarımı da herkese göstermek istemem, olan var olmayan var."
Mete'nin gülüşü, odadaki tüm havayı değiştirdi. Herkesin bakışları bir anlığına birbirine kaydı ama hiç kimse cesaret edip bir şey söylemedi. Sesini yükseltmeyen ama net bir şekilde rahatsızlık hissedilen bir sessizlik vardı.
Mete'nin karşısındaki adam Mete'ye yaklaşıp yüzüne bir yumruk vurduğunda Eyşan, masaya daha sıkı tutundu. Caner ise oturduğu yerden fırladı. Ekrandaki ses ile koordinasyon merkezinden aynı anda ses yükseldi.
"Orospu çocuğu."
"Orospu çocuğu."
Herkesin içinde biriken öfke, korku ve çaresizlik birbirine karışıyor, her geçen saniye daha yoğunlaşıyordu. Gözler, ona kayıtsızca bakamıyordu. Herkes onun ne kadar dayanıklı olduğunu, ama aynı zamanda nasıl bir öfke ve kararlılıkla adım attığını hissediyordu.
Eyşan, o an tüm odada bir tek Mete'ye odaklanmıştı. Gözleri donmuştu; bir an için ne yapacağını bilemez halde kalmıştı. Onunla bu kadar yakınken, aynı odada olan bu gergin atmosferde ne kadar zor bir karar verileceğini fark edebiliyordu. İçinde, Mete'nin bu oyunla her şeyi kaybedebileceği düşüncesi vardı.
Barış, kollarını sarmıştı ve her kelimeyi dikkatle dinliyordu ama hâlâ içindeki huzursuzluk ona engel oluyordu. Selçuk ise hiç tepki verememişti, sadece monitörün ekranında, bir şeyin ters gitmek üzere olduğunu anlamış bir şekilde, yavaşça ileriye doğru eğilmişti.
Caner'in elleri, sıktığı yumruğunun gerilmesinden dolayı titriyordu. Bir şeyler patlamak üzereydi, ama bir an bile olsa kendini kontrol etmeye çalışıyordu. Çevresindeki tüm gözler, ne yapacağını merakla bekliyordu.
Mete'nin ağzındaki kanlı mukozayı temizleyip tükürmesi, her şeyin geldiği noktayı simgeliyordu. Bir anlık sessizlik, onu herkesin içinde, doğrudan yüz yüze getirdi. Kafasında yaşadığı hesaplaşmalar, başkalarının görebileceği kadar belirgindi. Yine de dişlerini göstererek gülümsedi. "Ellerimi çözsene," dedi ve dudağının kenarındaki yaraya dilini gezdirip çekti. "Karşılıklı oturalım, ben sana Elias Farouq'u neden aradığımı anlatayım hea."
Her kelime, odada yankılandı ve sanki bir şeylerin daha kötüye gideceği sinyalini veriyordu. Eyşan, gözlerini tekrar Caner'e çevirdi ve kalbinin hızla attığını hissederek derin bir nefes aldı. Bu an, her şeyin değişebileceği an olabilirdi.
Mete'nin bir anlığına karşısına geçen adam ile Alparslan Çakır ayağa kalktı ve yumruklarını sıktı. Adamın eli arkasına gittiğinde parlayan silahla Eyşan, kafasını iki yana salladı.
"Hayır, lütfen."
Selçuk, hızla Eyşan'ın yanına gidip her ana hazırlıklı olarak ellerini omuzlarına koydu.
"Sakin ol." dedi ama kendisi de bu dediğine uyamadı.
Koordinasyon merkezinin kapısı bir anda açıldığında kimse oraya bakamadı ama Hümeyra Çakır, kapıyı kapatıp koşar adımlarla eşinin yanına geçti.
"Ne oluyor!" diye bağırdığında Alparslan kafasını iki yana sallayıp karısını kollarının arasına alıp yüzünü göğsüne bastırdı. Asla böyle bir sahneyi görmesine izin veremezdi.
"İmmâ en tatahaddath ev temût. Ikhtar kararak."
Ya konuşursun ya da ölürsün. Kararını sen ver.
"Birine sözüm var, geri döneceğim dedim. O yüzden sen kendi kafana sıkabilirsin." dedi, hızlıca.
Mete'nin cümlesi Eyşan'ın hıçkırmasına neden olmuştu. Ekrandaki gözleri dolmuş ve görüntüyü bulamıştı. Kafasını iki yana salladığında kamera sağ doğru devrildi ve bir silah sesi çınladı. Caner, sanki durdurabilirmişçesine öne atladı.
"HAYIR!" diye bağırdı Caner, dizlerinin üzerine yıkıldığında Hümeyra Çakır ile Alparslan albayda dizlerinin üzerine çökmüştü. Eyşan, dudakları aralı bir şekilde kalakalırken yüzündeki korkunç yüzünde asılı kaldı. Selçuk'un hızla Eyşan'ı gövdesine çevirdi.
"Koyayım götüne Çilingir, adamın bütün kanını üzerime sıçrattın."
Odaya yayılan Mete'nin sesiyle Eyşan, nefes alamadı. Kalbinin durduğunu hissetti. Alnı Selçuk'un gövdesinde kalırken dizleri kırıldı ve kendini yaslandığı bedene bıraktı. Selçuk, kollarının arasında bayılan kız kardeşini tuttuğunda Eyşan'ın kafası geriye doğru yaslandı.
"Eyşan."
"Kadınıma gitmek istiyorum, çöz artık."
Ekrandaki Mete'nin ve Selçuk'un sesleri birbirine karışırken Alev, hızla koşup Selçuk'a yardım etmek için Eyşan'ı tutmaya çalıştı. Güvercin Timi endişeli bir şekilde bir şekilde Eyşan'ın etrafını sararken Caner, Lara'nın desteğiyle ayağa kalkmaya çalıştı. Alparslan Çakır, kollarının arasında kalan kadını yavaşça ayağa kaldırdığında Hümeyra Çakır'ın yüzü eşinin göğsünden ayrıldı. Sarsak adımlarla kızı dediği Eyşan'ın yanına ilerletti.
"Revire götürelim çocuklar."
Selçuk, hafifçe Eyşan'ı kucağına alıp gergin bir şekilde yürümeye başladı. Alev, koşarak kapıyı araladığında hep birlikte odadan çıktılar. Teknisyenlerden biri hızla ayağa kalktı ve Alparslan Çakır'a ve Barkın'a baktı.
"Albayım sinyal alıyoruz. Konum gönderdim kabul ettiler. Beş dakikaya burada olacaklarını belli ettiler."
Alparslan Çakır, Barkın'a baktı.
"Sen buraları idare et, ben Eyşan'a bakmaya gidiyorum."
Barkın, kafasını salladığında Selçuk, Eyşan'ı sedyeye bırakıp geri çekildi. Ümit, Eyşan'ın başına geçtiğinde Alev ve Selçuk, dışarıya çıkmışlardı. Selçuk, oflayarak sırtını duvara yasladığında kafasını iki yana salladı. Kendi yaşadıklarını bir başkasının yaşamasını asla istemezdi. Çünkü karşısındaki kız kardeşiydi. Yeniden kafasını salladı ve bakışları kapalı kapının ardında kaldı.
Ümit, elindeki küçük kalem fener ile Eyşan'ın gözlerini izlerken içine bir şüphe düştü. Çünkü dün kadının kustuğunu görmüştü. Şüpheyle gözlerini kıstı ve kenardan bir şırınga aldı. Eyşan'ın derisine hafifçe batırıp damardan bir tüp kan çekip pamuk bastırdı ve yara bandı yapıştırdı.
Elinde tuttuğu tüp ile hızla biyokimya analizörüne yürüdü. Elindeki tüpü makinenin içine koyup düğmesine bastı. On dakikalık bir süreye aldığında doğruldu ve gözlerini Eyşan'a çevirdi. Dudaklarında küçük bir tebessüm olduğunda perdeyi çekti ve masasına doğru yürüdü.
Kışlanın önünde Suriye plakalı bir beyaz, Tofaş Doğan Slx belirdiğinde Çilingir, gülerek askere baktı.
"Aç biz geldik."
Asker, hızla aldığı komut ile kapıları açarken Mete, gözlerini kısıp kafasını iki yana salladı. Derin bir nefes almak istedi ama karnı acıyordu, alamadı. Çilingir o şerefsiz pisliği vurduğunda ondan seken kurşun karnında belirmişti. Dişlerinin arasından küçük bir soluk çekti. Önemli bir şey değildi ama yine de canı acıyordu, midesi bulanıyordu. Üzerindeki kanlardan pekâlâ kurtulmuştu ama yüzündeki morluk ve yaralar belirgin derecedeydi. Çilingir, arabayı durdurup arabanın etrafında dolaştı ve Mete'nin kapısını açtı.
Mete, güçlükle sağ ayağını dışarı atıp Çilingir'e tutunarak arabadan indi. Ağır adımlarla içeriye doğru yürümeye başladılar.
"Revire götürüyorum. Ümit, şu yüzüne bir pansuman yapsın."
Çilingir'in cümlesiyle Mete kafasını salladı ama onun tek pansumanı Eyşan'dı. Dudakları hafifçe kıvrıldığında revirin önündeki kalabalığı fark etti. Onların geldiğini ilk gören Caner, oldu.
"Ulan sikik."
Mete, Caner'in küfrüyle gülerek ona baktı. Yanakları acıyor olmasına rağmen o gülüşü hiç soldurmadı.
"Oğlum."
Hümeyra Çakır, hızla kapının yanından ayrılıp Mete'ye doğru adımladı ve sertçe sarıldı. Mete, gülmesine rağmen dişlerini sıkarak küçük bir soluk çekti. Caner, hızla Hümeyra Çakır'ı ikizinden ayırdı.
"Anneciğim, canı acıyor." dediğinde Hümeyra Çakır, Mete'den ayrıldı. Mete'nin bakışları ona endişeyle ve rahatlamış gözlerle bakan yüzlerle gezindi ve en son gülümseyerek Selçuk'ta durakladı.
"Eyşan nerede?" diye sorguladığında Selçuk, dudağını büzdü.
"Kamera kaydını izledi, bayıldı."
Mete'nin dudaklarındaki gülümseme ağırca dudaklarından silindiğinde boğazına bir taş oturdu. Yutkunmak istedi ama yutkunamadı. Çilingir'e yaslı kolunun uyuştuğunu hissetti ama kolunu ondan çekemedi. Yarası olmasına rağmen alt dudağını hafifçe dişledi ve bakışlarını yere indirdi.
Revirin kapısı aralandığında Ümit, tek eli cebinde çıktı ve kapıyı kapattı. Önüne döndüğünde Mete'yi gördü ve kaşlarını havaya kaldırdı.
Fark görmüş tavşan gibi açılmış gözleriyle "Sana ne oldu?" diye sorduğunda Mete, kafasını kaldırıp kafasını iki yana salladı.
"Beni boş ver Eyşan nasıl?" diye sorduğunda Ümit, derin bir nefes aldı ve bıraktı.
"Sizi defalarca uyarmama rağmen, onu strese maruz bırakıyorsunuz. Bundan sonra çok ama çok dikkatli olması gerek." diye sitem ettiğinde Mete'nin gözleri titredi. Mete, canının acıyacağını bildiği halde göğsünü kabartan bir iç çekmek zorunda kaldı. Ümit, daha fazla adamın üzülmesine dayanamadı ve yarım ağız gülümsedi.
"Mete, hayırlı olsun baba oluyorsun."
Hümeyra Çakır, duyduğu şey ile şaşırarak oğluna baktı. Aralı kalan ağzına elini yasladığında yanındaki Alparslan Çakır'ın kaşları yukarıya doğru yükselmişti. Gülmemek için dudaklarını bastırıp kaşlarını çattı ve yüzünü sağa doğru çevirdi.
Alev ve Barış, birbirlerine bakarak güldükten sonra Mete'ye döndüler.
"Oha!"
Alev'in gülerek söylediği şey sözcük ile Mete'nin bakışları Ümit'de sabit kaldı. Çilingir, ağzı alaylı bir şekilde açık onun yüzünü izlerken Selçuk, şaşkınca Mete'ye bakıyordu. Caner yavaşça arkasındaki koltuğa çöktü ve kafasını iki yana salladı.
"Amca olmaya hazır değildim."
Bu dediğine Osman ve Deniz gülerek bakarken Kubilay ve Yonca, ağızları açık birbirlerine bakıyorlardı. Mete, şoktan çıkmak istermişçesine gözlerini kırpıştırıp dudaklarını güçlükle araladı.
"Ne?" diye fısıldadığında Ümit gülerek kafasını iki yana salladı.
"Baba oluyorsun, baba. Eyşan hamile."
Mete'nin aralı dudaklarının sağ köşesi hafifçe yana doğru kıvrıldı. Kıvrılan noktanın ardından dudaklarında büyük bir gülümseme olduğunda bir anda babasıyla göz göze geldi. Kulakları kızardı ve dudaklarındaki gülümseme ile gözlerini kapattı, bir anda kendini Çilingir'e bıraktı. Çilingir, hissettiği ağırlıkla kollarını Mete'ye sardığında ikisi birlikte yere yığıldı.
Sıhhiyenin önünde kahkahalar yankılandığında Mete, utandığı için yüzündeki aptal gülümsemeyle bayılmıştı.
28 Mart 2022 / Şırnak
Mete Mert Çakır, Ağzından
Biri vardı, her şeyin başlangıcı ve sonuydu. Her hatırladığımda, içimde bir şeyler kırılıp yerine başka bir şeyler inşa oluyordu. Onun varlığı, ruhumun en derin köşelerinden bile sesler çıkarıyordu. Bu sesler beni boğarken, bir yandan da özgür bırakıyordu.
Eyşan'ın yüzündeki her çizgi, her nokta, bir dönüm noktasıydı. Sağ dudağındaki köşe, adeta bir çizgi çekti zamanla. O çizgi beni kesip, parçalarına ayırırken, sol dudağının kenarındaki her çizik bir başka engeldi; yavaşça, fakat keskin bir darbe gibi vuruyordu.
Her bakışta bir şimşek çakıyordu, sağ gözünün içindeki sırlar, her geçen saniyede daha da derinleşiyordu. Sol gözündeki hüzün, beni içten içe kahrediyor, sevmenin derinliğinde kayboluyordum.
Ona dokunduğumda, parmaklarımda yankı bulan her sıcaklık, kalbimde titreşimlere neden oluyordu. Saçlarına parmaklarımı sürttüğümde, tenimdeki sıcaklık bana hem güven veriyor hem de bir parça yabancı oluyordu. Kalbim, her an sesini duymamı istiyor gibiydi; o ses, içimdeki öfkeyi, duyguları, her şeyi açığa çıkaran bir çağrıydı. Beni bir şekilde, karanlıkta kaybolmuşken bile, yönlendiren bir ışık gibiydi.
Varlığının büyüklüğüne karşı koyamıyordum.
Onunla her şey vardı, bir eksiklik hissetmeden yaşadığım her an da ondan bir parça vardı.
Yokken bile, onu her bir köşemde hissediyordum. Sadece gözlerimde değil, içimde, her yerde vardı. Baktığım her yansıma ona ait bir şeyler taşıyor, gözlerimdeki yansımasında kanat çırpan bir Güvercin, beni hem özgürlüğe götüren hem de özgürlüğümü elimden alan bir simgeye dönüşüyordu. Onu gördüğüm her yerde, aşk ve korkudan sevdaya kadar her şey var oluyordu.
O vardı, her zaman vardı.
Eyşan vardı.
Şimdi ise karnımda canımızı taşıyordu.
Bizden bir parça.
Gözlerim ağırca açılırken odanın içindeki kalabalığı gördüm. Herkes buradaydı. Evet, utandığım için bayılmıştım ama asla yaptıklarımdan pişman değildim. Bakışlarım ilk Caner'i bulduğunda gülümseyerek soluma baktı. Hafifçe yüzümü çevirip Eyşan'a baktığımda uyuyor olduğunu gördüm. Ona gitmek istedim ama bedenimi hareket ettiremeyecek kadar yorgundum.
Kendimi sola doğru çevirip kendimi yere attım. Birkaç adımın bana doğru atıldığını duydum ama asla yanıma yaklaşamadılar. Kulağıma sesler geldi ama ona rağmen hiçbir şeyi anlamadım. Gözlerim yalnızca uyuyan Eyşan'da takılı kalmıştı. Kendimi yerde sürükleyerek yanına yaklaştım. Güçlükle dizlerimin üzerinde yükselip ellerimi sedyenin kenarına koydum ve kendimi ona doğru çektim. Bir şekilde güç geldi ve ben yanına oturdum.
Melek misali uyuyordu. Gözyaşlarımın yanaklarımı ıslattığını fark ettim. Sağ elimi boşluğa yasladım ve üzerine eğilip dudaklarımı alnına bastırdım. Dudaklarım alnında kaldığında elini kaldırdığını hissettim. Elini sırtıma koyduğunda derin bir nefes aldım.
"Mete."
Sesine kurban olurum senin.
Dudaklarımı alnından çekip gözlerinin içine baktım. Bakışları yüzümde dolanırken hafifçe gülümseyerek bana bakıyordu. Gözlerinin içindeki korku gitmemişti ama biraz olsun dinmişti. Burnunu boynuma yasladığında gülümsedim. Dudaklarımı saçlarına bastırdım.
"Canım, kanım, her şeyim, kadınım." diye sessizce mırıldandığımda burnunu boynumdan çekip gözlerime baktı. Dolan gözlerimi kırpıştırıp alt dudağımı dişledim. Bakışlarını gözlerimden çekip kafasını hafifçe sağa doğru eğdi.
"Niye herkes ağlıyor?" diye sorduğunda dudaklarım titrekçe gülümsemeye evrildi.
Mutlular çünkü hatunum, mutluyuz. Tüm her şeyin içinde mutluyuz biz kadın.
Sen varsın, hayat var, yaşam var. Şimdi senin içinde de bir tohum var. Tohumumuz.
Bakışları gülen dudaklarıma baktığında gözleri hafifçe aralandı.
"Öğrendiniz mi?"
Dudaklarımda minik bir tebessüm kaldı. Sorgularcasına kaşlarımı çattığımda dudaklarını yaladı.
"Dün test yaptım." dedi ve gülümsedi.
Alt dudağımı dişleyip kafamı iki yana salladım.
Keşke o hallerini görebilseydim. Keşke o an yanında olsaydım.
"Sana sürpriz yapacaktım."
En büyük sürprizim sendin sevgilim.
Gözümdeki yaşlar yanağıma akarken kafamı salladım.
"Bu bana verebileceğin en güzel sürprizdi. Bana yaşadığımı hissettirdiğin en güzel sürprizdi." deyip dudaklarımı büzdüğümde elleri yanaklarımdaki yaşlarda gezindi. Burnumu çekip alnına bir öpücük bıraktım ve yutkunup hafifçe doğruldum.
"Bir sen mi sarılacaksın? Çekil de biz de sarılalım."
Alev'in sesiyle kafamı arkaya çevirdim. Çilingir, nemlenmiş yanaklarıyla bana yaklaştığında ellerini koltuk altlarıma koydu ve hızla beni biraz önce yattığım sedyeye bıraktı. Bakışlarım bir an olsun Eyşan'dan ayrılmazken yanıma birisi oturdu. Alev, Eyşan'a sarılıp hafifçe sırtındaki yastığı doğrulttu ve dik konuma getirdi. Eyşan'ın bakışları yanımda oturan kişiye çevrildi.
"Sen sarılmayacak mısın?" diye sorduğunda bakışlarımı sağa çevirdim. Selçuk, gözleri dolu bir şekilde bana bakıyordu.
Teşekkür ederim Selçuk. Onu bu zamana kadar koruduğun için sana çok teşekkür ederim.
"Allah, analı babalı büyütsün kardeşim." dediğinde kollarımı açtım. Selçuk, hızla bana sarıldığında gözlerimi kapattım.
Bana, onu koruyarak en büyük yardımı yaptın Selçuk. Ben, senin hakkını nasıl öderim?
"Şunlara bak ya, sanki Mete hamile."
Eyşan'ın sesiyle gülerek ayrıldığımızda Selçuk'a bakıp kafamı iki yana salladım. Selçuk, burnunu çekip ayağa kalktı ve Eyşan'a doğru ilerledi. Hafifçe saçlarını okşayıp elini çekti ve eğilip saçlarına bir öpücük kondurdu.
"Allah, analı babalı büyütsün kız kardeşim."
Âmin.
Bana bakan ağır bakışı hissedebiliyordum ama henüz bakmaya cesaret edemiyordum. Alt dudağımı dişleyip tek kaşımı kaldırdım. Babama baktığımda, alt dudağı dişli ve gözleri kısık bir şekilde bana bakıyordu. Kafasını ağırca sağa sola salladığında çapkınca sırıttım ve Eyşan'a döndüm.
Ana, daha düğün yapmadık.
Yüzümdeki salak sırıtışı silip yeniden babama baktım.
"Düğün işini nasıl yapacağız?"
Babam, elini yumruk yapıp havaya kaldırdı ama annem hızla elini yumruğunun üzerine koydu.
"Daha isteme olacak aslanım." diyen Selçuk ile ona döndüm.
"Kimden isteyeceksiniz?"
Eyşan'ın cümlesi burukça kalbime oturduğunda Yonca'nın sesi revirde bir bomba etkisi yarattı.
"Tabii ki de babamdan!"
Yonca'ya korkuyla baktım. Yonca gülerek bana bakarken Kubilay, kolunu Yonca'nın omzuna attı ve bana gülümsedi. Kafasını salladığında dudağımı büzüp Barış'a baktım. Barış, alaylı bir sırıtışla karşılık verdiğinde bakışlarımı anneme doğru kaçırdım. Dudaklarındaki küçük bir tebessüm ile bana bakıyordu. Derin bir nefes verip Caner'e baktığımda gözleri kısıktı.
"Daha ben amca olmaya hazır değildim salak." diye sitem ettiğinde babam elini kaldırıp ensesine yapıştırdı.
Oh.
Canıma değsin.
Şerefsiz.
Güldüğüm sıra babamın ateş püsküren ama alaycı gözleri beni buldu. Dudaklarımdaki gülümsemeyi anında yok ettiğimde gözlerini devirdi ve hafifçe tebessüm ederek anneme baktı.
"Gel gidelim hatun, tansiyonum fırladı."
Annemi alıp odanın kapısına yürüdükleri sıra içeriye giren Ümit ile gerilediler. Ümit, elindeki kâğıdı gülerek göğsüne yapıştırmış bana bakıyordu. Kaşlarımı çattığımda bakışları Eyşan'a çevrildi. Eyşan'a baktığımda dudaklarında büyük bir gülümseme vardı. Kaşlarını kaldırıp "Ne, ne, ne?" diye söylendiğinde yeniden Ümit'e baktım.
Ne oluyor arkadaş, hiçbir şey anlamıyorum?
Ümit, dudaklarındaki kocaman gülümsemeyle göğsüne yaslı kâğıdı çevirdi.
Annem şaşırarak ellerinin ikisini de ağzına kapattığında babamın ilk defa şaşırdığını gördüm. Dudakları hafifçe açılmış ve bana bakıyordu. Kubilay, Yonca, Caner ve Çilingir, gözleri pörtlemiş bir şekilde bana bakarken kaşlarım çatılı bir şekilde Ümit'e baktım. Göğsündeki kâğıda baktığımda bir yuvarlağın içinde iki tane küçük nokta vardı.
"Oha!"
Alev'in sesiyle Eyşan'ın olduğu yere baktığımda Selçuk, gülerek kafasını iki yana salladı.
"Bir taşla iki kuş vurmuş." dediğinde herkes gülmüştü ama ben yine hâlâ anlamamıştım. Yeniden Ümit'e baktığımda gözlerini devirdi ve kafasını iki yana salladı.
"İkiz babası olacaksın."
Gözlerim açıldı, kalbim hiç bu kadar hızlı atmamıştı. İçimden bir kahkaha fırlamak istiyordu ama o kadar kalabalık içinde biraz utandım ama o kadar güçlü bir his vardı ki... İçimde yeni bir dünya doğuyordu sanki.
Eyşan, gözlerimin o mavisindeki yıldızımdı, galaksimdi. Her zaman öyle görmüştüm ama bugün, bir gezegenin etrafında dönen iki küçük yıldıza daha sahip olmuştum.
Kendimi bir anda gülümserken buldum. Bunu kimseye anlatamam. Kimse, şu anda hissettiklerimi anlayamaz.
Hayatımda hiçbir şey bu kadar gerçek ve bu kadar güzel hissettirmemişti. İçimde kocaman bir sevgi vardı ve bu sevgi büyüyerek her geçen saniye daha da fazla hissettiriyordu. Bir anda içimden uçup gitmek istedim, sevinçle havalara uçmak istedim.
Beynim, çözmeye çalışırken daha da karıştı, herkesin bakışları gözümde dans ediyordu. Bakışlarım Eyşan'a çevrildi. Gülerek bana bakıyordu. Yavaşça, adeta bir hayalet gibi kararan dünyamda sesim titrek bir şekilde, "İkiz..." diye çıkabildi. Dudaklarımdaki gülümseme ile Eyşan'ın görüntüsü puslanırken sola doğru devrildim.
28 Mart 2022 / Şırnak
Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından
Emeklemeyi, sevdiğim bir oyuncağın yanına gitmek istediğimde öğrendim.
Yürümeyi, babamın küçük ellerimi sıkıca tutmasıyla öğrendim.
Koşmayı, annemin beni çağırmasıyla öğrendim.
Peki, anne olmayı bana kim öğretecekti?
Bunca savaştan sağ çıktım ama şimdi önümde daha zorlu bir yol var. Artık yalnız değilim; iki can taşıyorum. Annemin bana nasıl sarıldığını hatırlıyorum. Şimdi sıra bende mi? Onlara dünyayı nasıl anlatacağım? Onları nasıl koruyacağım?
Ellerim savunma amaçlı karnımın üzerinde birleştiğinde içimi bir huzur kapladı. Aslında anne olmak her insanın, her kadının sakladığı bir duyguydu. Ortaya çıkması doğru zaman gerekliydi.
"Aha yine bayıldı!"
Mete, bana gülerek bayıldığında kafamı iki yana sallayarak kahkaha atmıştım. Salak herif, ikiz diye kalakalmıştı.
Ahahahaha!
"Ya bu çocuk ne zaman uyanacak?"
Çilingir'in sesiyle Barış, Çilingir'e döndü.
"Çocuk mu? Adamın çocuğu oluyor." diye söylendiğinde elimi kaldırdım.
"Çocukları oluyor Barış." deyip gülümsediğimde Caner, gözlerini devirdi. Amca olmayı hiç beklemiyordu. Ona gülerek baktığımda kafasını iki yana salladı. Selçuk, yanımdan kalkıp Mete'nin yattığı sedyeye doğru ilerlediğinde bakışlarım Mete'nin yüzünde gezindi. Dudakları aralıydı ve salak bir gülümsemesi vardı. Bu haline kıkırdadığımda Selçuk, hafifçe yanağına tokat attı.
"Alo, Mete, kalk, kalk oğlum kalk."
Her sözcüğünde küçük çaplı bir tokat atıyor diğer eliyle de sarsıyordu. Gözlerini kırpıştırarak Selçuk'a baktı.
"Ne oldu?" diye sorduğunda Selçuk gözlerini devirip derin bir iç çekti ve bakışlarını bana çevirdi. Yüzüne bıkkınlık gelmişti.
"İşin çok zor kızım." dedi ve Mete'ye baktı.
"Eyşan doğurdu." dediğinde gözlerimi büyütüp Selçuk'a baktım.
"Selçuk."
Mete, 'Ha?' deyip bir kez daha gözlerini kapattığında sağ avucumu sertçe alnıma vurdum. Odada yankılanan kahkahalar yankılanırken yüzümü buruşturup Alev ile Yonca'ya baktım. Kıkırdayarak bana bakıyorlardı. Gözlerimi devirip hafifçe ayaklarımı yataktan sarkıttım. Yavaşça ayaklarımı yere bastığımda Selçuk, elini bana doğru uzattı. Elinden tutup Mete'ye doğru yaklaştım. Selçuk, ayağa kalktığında sedyeye oturup Mete'ye baktım. Elimi alnına koyup saçlarına doğru okşadım.
"Meteee, kalk."
Gözleri bir anda açıldığında gülümseyerek bana baktı. Salak herif ya, cidden. Ayılıp bayılıp ondan sonra pişmiş kelle gibi gülüyordu. İstem dışı güldüğümde hafifçe doğruldu ve derin bir nefes alıp dudaklarını alnıma dokundurup geri çekildi. Bakışları Yonca'yı bulduğunda dudaklarında küçük bir tebessüm vardı.
"Yonca babanları ara. Biraz yüzüm düzelsin, ardından Trabzon'a gidiyoruz."
Annem ve babam olmadığı için beni Yonca'nın anne ve babasından isteyeceklerdi. Dirvana ve Gülhatun, sadece eşlik edeceklerdi. Her ne olursa olsun, annemle babamın evliliğini istemeyen birinin evliliğime karışmasını istemezdim. Çenemdeki ellerle Mete'ye çevrildiğimde kaşları hafifçe yukarıda büzüldü.
"Yüzün niye düştü hatun?" diye sorduğunda küçük bir tebessüm ettim. Sadece gözlerine baktım, onun anlayacağını düşündüm. Annem ve babamın olmadığını biliyordu ama yalnız değildim. Abim vardı, kardeşlerim vardı. Kız kardeşlerim vardı, ben yalnız değildim.
Mete'nin "Yakma şu canımı." cümlesiyle birden göğsüne çekildim. Saçlarımı okşayarak beni gövdesine bastırdığında ağladığımın bile farkında değildim.
Lütfen kendinize gelir misiniz? Açsın!
"Ben açım." diye mırıldandığımda sesim boğuk çıkmıştı. Mete, hafifçe geri çekildiğinde yüzümü ona doğru kaldırdım. Burnundan nefes alıp verdiğinde sağ gözümün kenarını öptü. Dudağındaki yaşı hafifçe dudaklarına bastırdığında kaşları yukarıya yükseldi.
"Ne dedin?"
"Ben açım." diye tekrarladım. Gözlerini kısıp kafasını iki yana salladı ve bakışlarını odadakilerde gezdirdi.
"Başladı bizim mesai." dedi ve bakışlarını bana çevirdi. Hafifçe dudaklarının kenarları iki yana çekildi ve mavileri parıldayarak bana gülümsedi. Bakışlarım yüzündeki yaralarda gezindi. Sol kaşı açılmıştı ama şu an bandaj vardı. Sağ gözünün altı hafif mordu. Sağ dudağının tam köşesinde yara vardı ama ona rağmen gülüyordu.
"Bu arada sen nasılsın? Ağrın çok mu?" diye sorduğumda burnunu saçlarıma gömüp derin bir nefes aldı. "İyiyim gülüm ben. Hadi karnımızı doyuralım, çocuklarımız aç kalmasın."
Kurduğu cümleyle tebessüm ettiğimde yavaşça ayağa kalktım. Kalkması için elimi uzattığımda elimi tuttu ama kalkmadı. Çilingir, sağımdan geçip Mete'nin önünde arkasını döndü ve yere çöktü. Mete, gülerek bana baktı ve elimi bırakıp işaret parmağını burnuma sürttü.
"Aşkından ölüp tutuştuğum kapına gelirken yolda ayağımı burktum." dedi ve Çilingir'in boynuna kollarını uzattı. Çilingir, ellerini Mete'nin dizlerinin altından geçirip sıkıca tuttu. Mete ile birlikte ayağa hiç zorlanmadan kalktıklarında Mete gülerek bana yukarıdan baktı ve sağ kolunu Çilingir'in boynundan çekip elini bana uzattı. Gözlerimi devirerek ona baktım.
"Düşerseniz, düşerim."
Mavi gözlerini kırpıştırdı ve ellerini yine Çilingir'in göğsünde bağladı.
"Gidelim Çilingir."
"Nereye gideceğiz?" diye sorduğunda Mete, derin bir nefes aldı.
"Eyşan'ın evine gideceğiz, yürü. Giderken de yiyecek bir şeyler alalım."
Selçuk ve Alev yanıma gelirken derin bir nefes alıp onlarla birlikte yürümeye başladım. Kubilay ve Yonca, arkamızdan gelirken Caner ve Barış, kol kola önümüze geçip Mete ile Çilingir'e yetiştiler. Caner, hafifçe yürürken Mete'ye bir şey söyledi. Mete, elini Çilingir'den ayırıp Caner'e savurduğunda tokattan nasibini alan Barış oldu.
Gülerek onlara baktığımda Alev'in ve Selçuk'un koluna girdim. Yavaş adımlarla peşlerinden yürüyüp askeriyenin dışına çıktık. Çilingir, Mete'yi Range Rower'a götürürken Selçuk kolumdan ayrıldı. Osman ile yan yana yürümeye başladıklarında Osman, Deniz'in ensesinden tutup kendine çekti ve Selçuk'un arabasına ilerlediler. Kubilay ve Yonca'da onların peşinden giderken Lara, Caner'e doğru ilerledi.
Barış, Caner'in yanından ayrıldığında Alev, beni Range Rower'ın yanında bıraktı. Kapıyı açıp Çilingir'in Mete'nin arkasında durdum. Ne olur ne olmaz ellerimi havaya kaldırdığımda bir an için dengesini koruyamadı bana doğru yalpaladı.
Mete "Lan!" diye korkuyla bağırdı.
Ben tam geriye doğru düşecekken hızla döndü, elini belime atıp hızla kendine doğru yasladı. Düşmemek içinde sırtını arabaya dayadı. Ürktüğü için hafif irileşmiş mavi gözleriyle bana bakıp "Tuttum." dedi ve derin bir nefes verdi. Elini yavaşça belimden çektiğinde yavaşça ayaklarının üzerine bastı ve bir eliyle arabadan destek alırken kapıyı açtı. Arabaya binip sola doğru kaydığımda bindi ve kapıyı kapattı.
Konvoy halinde eve vardığımızda Caner, Mete'nin inmesi için elini uzatmıştı. Mete, Caner'in elini geri çevirmeden seri bir şekilde arabadan indiğinde bir anlığına durdu ve kafasını eğip bana baktı. Gülümseyerek elini uzattığında elini tutarak kapıya doğru yaklaştım. Mete, bir adım geriye çekildiğinde arabadan inip kapıyı kapattım.
Alev ve Lara ellerindeki yemek poşetleriyle apartmana geçtiklerinde kapıda bizi Cemile bekliyordu. Gülerek bana baktığında kollarımı açıp ona da sarıldım.
"Hayırlı olsun gülüm, Allah, analı babalı büyütsün." dedi.
"Âmin." dediğimde kenara çekilip geçmemiz için kapıyı tuttu. Hep birlikte koyun misali eve doluştuğumuzda hızla beni ve Yonca'yı koltuğa oturttular. Yonca'ya baktığımda gülümseyerek beni izliyordu.
"Rahatlığa hoş geldin."
Kıkırdadım.
"Hoş buldum."
Birbirimize bakarak gülmeye başladığımızda Kubilay'ın sesini duydum.
"Mete abi şimdiden geçmiş olsun." dedi ve o da gülmeye başladı. Mete, sehpanın üzerindeki yemeklerin üzerlerini açarken bir an durdu ve Kubilay'a baktı.
"Neden?" diye sordu.
"İkiz abi, ikiz çocuk bakmak zordur."
Tek kaşımı kaldırıp Mete'ye baktığımda kaşlarını çattı.
"Sana ne oğlum benim çocuklarımdan? Ben bakarım çocuklarıma. Çocuklarım onlar benim. Çocuklarım."
Kubilay'a verdiği cevap hoşuma gitmişti ama sadece onun çocukları mıydı? Kollarımı göğsümde bağlayıp kaşlarımı kaldırdım.
"Onlar senin çocuklarında ben emanetçi miyim? Benim de çocuklarım değil mi, Mete?"
Selçuk'un "Ufff." dediğini işittiğimde Mete'nin yüzüne kal geldi.
"Koyayım götüne Kubilay." diye mırıldanıp yutkundu ve boğazını temizledi. Sağ elinin parmaklarını birleştirip 'Bak gerizekalı' dercesine havaya kaldırdı, ardından bana baktı.
"Hayatım, Kubilay hani 'Mete abi şimdiden geçmiş olsun' dedi ya ondan dolayı çocuklarım dedim." dedi ve gözlerini büyüttü. "Ben tek başıma yapmadım ya bu işi! Konuşturma beni milletin içinde." dediğinde gözlerim utançla büyüdü. Mete, gözlerini devirip yemeklerin ağızlarını açmaya devam etti.
Boğazımı temizleyip damağımı şıklattım.
Terbiyesiz herif.
Kimse bir şey demeden yemeklerini yemeğe başladıklarında Mete, eline aldığı çatala küçük bir et parçası takıp oturduğu koltukta bana doğru yaklaştı ve çatalın altına elini yaklaştırdı. Çatalı havaya kaldırıp bana uzattığında ifadesiz yüzüyle dudaklarıma uzattı. Dudaklarımı aralayıp çataldaki eti aldım.
Kubilay'ın konuşacağını hissettiğimde hızla ona baktım ve gözlerimi kıstım. Susup yemeğini yemeğe devam ettiğinde ağzımdaki lokmayı yutup Mete'ye geri baktım. Çatalına aldığı eti yine bana uzattığında yeniden ağzımı aralayıp eti aldım ve çiğnemeye başladım. Onun yemediğini fark ettiğimde önümdeki çatalı alıp bir parça et taktım ve ona uzattım.
Yutkunup kafasını iki yana salladı.
Kaşlarım çatıldığında kaşlarını yukarıya kaldırıp indirdi.
"Yenge o şimdilik yemesin."
Çilingir'in sesiyle ona baktığımda gözlerini kapatıp kafasını salladı. Mete'ye geri döndüğümde elindeki çatalla ağzımı açmamı bekledi. Orada ne yaşamıştı? Gerçi orada yaşattıklarını yaşasaydım büyük ihtimalle bende yiyemezdim.
"Aç ağzını."
Mete'nin sesiyle düşüncelerimden ayrılıp dudaklarımı araladım ve eti aldım. Lokmam ağzımda büyürken bakışlarımı Yonca'ya çevirdim. Kusacağım dercesine gözlerimi kırpıştırdım. Ağırca lokmamı çiğnediğimde kafamı salladım. Hızla ayaklarını toparladığında oturduğum yerden kalktım ve kendimi banyoya attım. Klozeti açıp öğürdüğümde gözlerimi kapatıp kafamı iki yana salladım.
Neredeyse o kurşun.
Ölebilirdi.
Çilingir o an yetişmeseydi ölebilirdi.
Midemdeki her şey klozete dökülürken öksürdüm. Sırtıma yaslanan elle titreyerek sağ elimi kaldırdım ve sifona bastım. Klozeti kapatıp sağ dirseğimi yan bir şekilde klozete koyup alnımı yasladım.
"İyi misin Eyşan?"
Alev'in sesiyle belli belirsiz sallayıp öksürerek doğruldum. Alev'in yardımıyla kalkıp dişlerimi fırçalayıp kenardaki gargaramla ağzımı çalkaladım. Kusmuk tadından kurtulduğumda bakışlarımı aynaya çevirdim. Elimin içiyle ağzımı sıyırıp suları sildim ve kafamı iki yana salladım.
"Kalkamadığı için gelemedi." diye fısıldadığımda Alev, aynadaki görüntümün yanına yaklaştı. "O yüzden şimdi biz ona gidiyoruz ve sen düzgün bir şekilde yemeğini yemeğe devam ediyorsun. Üzme adamı."
Kafamı sallayıp omuzlarımı hafifçe geriye ittirip kütlettim ve gülümseyerek banyodan çıktım. Yonca, geçmem için kenara kaydığında kendi yerime oturup Mete'ye baktım. Bakışları Çilingir'e doğru çevrilmişti ve çenesi gergindi. Omzuna hafifçe dokunduğumda derin bir iç çekip bana doğru döndü. Ağzımı açıp bekledim. Gözlerini kapatıp hafifçe kafasını iki yana salladı, çok geçmeden açtı ve çatala et takıp dudaklarıma yaklaştırdı.
Alıp çiğnemeye başladığımda mavi gözlerine odaklandım. Onun müptelası olduğu o bakışı atmaya çalıştım. Gözlerindeki kırgınlık bir an olsun söndü ve dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu. Gözlerini kaçırıp çatala salata taktı ve elini altına yasladı. Ağzımı açıp salatadan aldığımda küçük bir tebessüm etti ve kenardaki peçeteye uzandı. Dudaklarımın kenarına hafifçe bastırdığında çiğnemeye devam ettim.
Yemek faslı bittiğinde Çilingir, Osman'a Osman ise Cemile'ye fısıldayarak bir şeyler sormuştu. Cemile elindeki mide koruyucuyu Çilingir'e verdiğinde Çilingir ayağa kalktı ve bize doğru yaklaştı. Ellerimi Çilingir'e uzatıp kaşlarımı çattığımda ilacı elime bırakıp kenardan uzatılan su bardağını da Mete'ye uzattı. Mete'ye dönüp ilacı dudaklarına yaklaştırdığımda hafifçe gülümsedi ve dudaklarını araladı.
Şifa olsun.
İlacı ağzına bıraktığımda bakışlarını kaçırdı ve suyu yudum yudum içip sehpaya bıraktı. Yüzünü sağa çevirdiğinde yüzünün buruştuğunu anlayabilmiştim. Elimi uzatıp kazağına uzanıp hızla yukarıya kaldırdım. Elime konan elle elim, kazaktan düştü. Mete, kaşlarını çatıp "Ne yapıyorsun Eyşan?" diye bağırdığında dudaklarım aralı bir şekilde ona bakakalmıştım.
O silah patladığında vurulmuştu.
Mete, dişlerini sıkıp bakışlarını gözlerimden çekti.
"Biraz diğer odaya geçer misiniz? Ben kalkamıyorum," dedi. Sesi, bir fısıltı kadar yumuşak ama yine de emredercesine kararlıydı. Bakışları odanın kapısında sabitlenmişti. Gözlerinin ferinde beliren yorgunluk, gizlemeye çalıştığı acının ipuçlarını veriyordu. Ben, hiçbir şey söyleyemeden onun kazağına baktım. O kazağın altında bir yara vardı. O silah patlamıştı ve vurulmuştu. Belki de Çilingir yetişmeseydi daha kötü şeyler yaşanacaktı.
Kapı usulca kapandığında, çenemde elinin sıcaklığını hissettim. Parmakları nazik ama kararlı bir şekilde yüzümü çevirdi. Gözlerim onun kararlı bakışlarıyla buluştuğunda, kaşları çatılmış, yüzünde hafif bir sitem vardı. Başını iki yana sallayarak derin bir nefes aldı.
"Yapma," dedi. Sesi sakin ama otoriterdi. Kaşlarını kaldırdı, gözleri doğrudan benimkilere kilitlenmişti. "Önemli bir yara değil. Çilingir, adamı vurduğunda kurşun ondan geçip tenime saplandı. Derin değil."
Gözlerimin buğulanmaya başladığını hissettim. Duygularım göz pınarlarımdan taşıp yüzüme yansırken, onun damağını şıklatıp başını hafifçe arkaya atmasını duydum.
"Ya! Senin benim canıma kastın mı var?" dedi. Sesi, sertliğinin altında gizli bir şefkat taşıyordu. "Niye sürekli ağlıyorsun? Dayanamıyorum lan senin ağlamana. Ağlayacaksan mutluluktan ağla, hüzünden değil."
Elleri, çenemde bir an durduktan sonra yüzümden kayıp yanına düştü. Bakışları, yüzümde dolanan gözyaşlarına kayarken, hafifçe gülümsedi. Yorgun ama nazik bir gülümsemeydi bu.
"O silah patladığında düşündüğüm tek şey sendin. Ama sen? Şu hâline bak, şu gözlere bak. Şimdi de beni sen öldürüyorsun." diye ekledi, alaycı bir kahkaha atmaya çalışırken yüzünü buruşturdu. Ağrılarını saklamaya çalıştığı açıktı.
O an içim titredi. Ona her şeyin yolunda olduğunu söylemek istedim ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Yalnızca elimi uzatıp yüzüne dokunabildim. Gözlerimi kaçırmadan bakarken, onun gözlerinde saklı o koca ağırlığı hissediyordum. Dudaklarını dudaklarımın üzerine yaslayıp öylece bekledi.
"Hatun, ben sana geri döneceğim dedim, yaralarımla döndüm. Şimdi sen de bana bir söz ver." diye fısıldadı ve gözlerimin içine baktı. "Beni iyileştirmek istiyorsan, mutlu olacaksın. Artık sorumluluklarımız var. Çocuklarımız olacak, onlar için mutlu olmak zorundayız." dedi ve gözlerini kapatıp hafifçe dudaklarıma bastırdı. Gözlerini açıp geri çekildi.
Boğazını temizleyip gözlerini kıstığında kafamı salladım. Onlar için ve senin için her şeyi yaparım dercesine baktım. Sol dudağının kenarı hafifçe kıvrıldı, dudaklarını öne doğru büzüp havada bir öpücük gönderdi.
"Gelebilirsiniz!" diye bağırdı ve arkasına yaslandı. Odanın kapısı aralandığında bizimkiler yeniden yerlerine yerleşmişlerdi. Çilingir ve Selçuk hafifçe bize bakıp birbirlerine baktılar ve birbirlerine göz kırpıp önlerine döndüler. Caner, Lara'nın omzuna koyduğunda bakışları Mete'ye çevrildi.
"Bu arada biz oraya gittiğimizde nerede kalacağız?" diye sorduğunda Mete'nin bakışları Yonca'ya çevrildi. Bir süre gözlerini kırpıştırdı, düşünüyormuşçasına bekledi. Sonra bakışları sehpanın üzerine çevrildi ve hafifçe yanağının içini dişledi. Yonca, bu duruma hafifçe kıkırdadı ve gülerek koluma girdi.
"Bizim evin arkasında kalan vadinin, solundaki evde kalırsınız." dediğinde Mete, bakışlarını sehpadan çekti ve Yonca'ya baktı. Kafasını salladığında Caner, yeniden Mete'ye baktı.
"Valla bunun daha bohçası var, yüzüğü var, evi var. Ölme eşeğim ölme." dediğinde Mete, gülerek kafasını iki yana salladı. Osman'ın bakışları bana çevrildiğinde gözleri kısılmıştı ve kafasını sağa sola salladı ama ardından dudaklarında hüzünlü bir tebessüm oldu.
"Nereden nereye? Sen hatırlamayabilirsin ama ben hatırlıyorum. On yaşındayken, bizi Şırnak'a götürürlerken elinde bir düğme ile bana bakıyordun. Dedin ki 'Üniformamdan kalan son şey. Bu sol kolumdaki düğme, sağ kolumdakini Mete'ye verdim."
Dudaklarımda büyük bir gülümseme olduğunda Mete'nin şaşkınca bana baktığını hissedebilmiştim ama ona rağmen bakışlarımı Osman'dan çekmedim.
"Sana o gün 'Onun bizimle gelmesini ister miydin?' diye sorduğumda sen kafanı salladın. 'Anneme söyledim ama bizimle gelemez, ikizi var ağlar dedi,' dedin. Sonra gözlerini arkamdan gökyüzüne çevirdin. 'Ama gözleri bizimle, masmavi.' diyerek baktın. Sizin bağınız ta o zamandan beri hep içinizdeydi. Araya seneler girmesine rağmen o bakışı yine görüyorum."
Gözlerimi kapatarak kafamı iki yana salladığımda Alev'in sesini duydum ve gözlerimi açtım.
"Oha, yani aslında o zamandan beri Eyşan, Mete'yi istiyordu."
Kubilay, şaşırmış bir şekilde Mete'ye bakarken kafasını iki yana salladı. "Peki düğmeyi ne yaptınız komutanım?" diye sorduğunda Mete, hafifçe gülümsedi. Parmakları boynundaki zincire dolandı ve avuçlarının içinde, künyeye bağlı düğmeyi gösterdi.
"Her zaman buradaydı."
Utanarak gözlerimi kaçırdığımda baktığım yer Mete olmuştu. Mavi gözlerindeki parıldamayla beni izledi. Çilingir'in heyecanlı bir şekilde el çırptığını duydum.
"Adamlardaki aşka bak be." gülümsemem büyürken Osman'ın yeniden sesini duydum.
"Ayrıca tiki olmayanlara da-"
Osman'ın cümlesini Mete, alaycı bir şekilde kesti.
"Osmaaan."
Tiki olmayanlara ne yapıyordum ki?
"Ben hiçbir şey hatırlamıyorum?"
Mete, gülerek bana döndü.
"Boş ver hatırlama."
Gözlerimi devirdim ve Osman'a baktım. Osman, gülerek Mete'ye bakmaya devam etti ama ardından bakışlarını bizimkilerde gezdirdi.
"Sıkıntı şu ki Eyşan o zamanlar 'te' harfini 'se' olarak söylüyordu."
Mete, elini alnına vurup kafasını kahkaha atarak kafasını iki yana salladı. Herkes bana bakarak güldüğünde anladığım kelime dudaklarımın aralı kalmasına neden olmuştu.
Siki.
Rezil oldum ya.
Durumu acilen düzeltmem gerek.
"Hohohohoho!" diyerek seslerini bastırıp Osman'a baktım. "Oşman, Oşman oşuruğa düşman!"
Cemile, Osman'a bakarak gülmeye başladığında Osman'ın kızardığına yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım. Kubilay ve Deniz yana doğru kıvrılarak kahkaha atmaya başladıklarında Kubilay, eliyle dizini dövüyordu.
"Ayyy, ayyy. Eyşan abla peki şunu hatırlıyor musun?" dedi ve Osman'a baktı. "Osmanlı Lokumu."
Ayıp ettin dercesine baktım.
"Kendi taktığım lakabı nasıl unuturum." deyip Osman'a baktım. Artık morarma evresine geçiş yapmıştı. "Çayını şekersiz asla içmiyordu. Bizde ona Osmanlı Lokumu diyorduk. Ta ki şekerini bulana kadar."
Bu sefer Cemile'de kızarmaya başladığında salondaki kahkahalar yükselmişti. Deniz ve Kubilay, yavaşça devrildikleri yerden karınlarını tutarak doğruldular.
"Ay durun çatlayacağım artık." dedi, Deniz. Çilingir, kolundaki saate bakıp ağırca ayağa kalktı.
"Yavaştan kaçalım." dedi ve Mete'ye baktı.
"Sen ne yapacaksın?" diye sorduğunda Mete, bana baktı. Ondan yalnız kalmak istemiyordum. Hızla Çilingir'e baktım.
"Siz gidersiniz. Mete, burada benimle kalsın. Osman'da bizimle kalsın." dediğimde kafasını salladı ve montunu giymeye başladı. Yavaşça ayağa kalktığımda Yonca'nın açtığı gövdeye sarıldım. Ayrılıp Alev ve Lara'ya sarılıp onlardan da ayrıldım. Mete'ye baktığımda Çilingir ile ellerini kaldırıp havada çaktılar. Tok bir ses salonda yankısını bıraktığında sallayıp bıraktılar.
Selçuk ile de aynı selamlaşmayı yaptıklarında dudaklarında büyük bir gülümseme vardı. Onların arasındaki büyümeye başlayan bağa hayran olmamak mümkün değildi. Kötü bir şekilde başlayan tanışmanın bu raddeye gelebileceğini kimse ummazdı. Evde, yalnızca Osman, Cemile, ben ve Mete kaldığında yavaşça koltuğa çöküp Mete'ye baktım ama o bana değil Osman'a bakıyordu.
"Osman, beni odaya götürsene." dedi ve bana baktı. "Sende gel."
Osman, ayağa kalkıp Mete'nin önünde eğildi ve bekledi. Mete, hafifçe kollarını Osman'ın boynuna dolayıp öne doğru geldi. Osman, onunla birlikte ağırca ayağa kalktı ve odaya doğru yürüdü. Önlerine geçip kapıyı açtım ve odaya girip geri çekildim. Birlikte içeriye girip Mete'yi yatağın üzerine bıraktı ve elini omzuma koyup odadan çıktı.
Küçük adımlarla dolabın önünde durup kapaklarını açtım. Osman, bazı günler burada kalıyordu. Ondan dolayı iki tişört ve iki eşofman altı çıkartıp ikisini de yatağın üzerine bıraktım. Kenardaki yorgan ve yastığı alıp kapıyı açtım.
"Osman, Mete'nin üzerini değiştirmeyi unuttun. Kendi üzerini de değiştir." Dediğimde kafasını salladı ve yeniden içeriye gitti. Elimdeki yorganı koltuğun üzerine bıraktığımda Cemile'nin bakışlarını fark ettim. Yüzü hafifçe kızarmıştı. Gözlerimi kıstığım sıra kafasını iki yana salladı. İşaret parmağımı ona doğru salladım.
"Yiyişmeyin."
Daha fazla kızardığında hafifçe kıkırdadım. Utangaç tavırlarla koltuğu açtı ve yorganla yastığı üzerine koydu. Kenardaki koltuğun yastığını aldığında gülümsedim.
"Tek yastık yetmiyor mu?" diye alayla sorduğumda elini kaldırıp savuracaktı ama tek kaşımı kaldırdım. Gözlerini devirip göz ucuyla bana baktı. Kapı açıldığında Osman'ın yanından odaya girdim ve kenardaki pijamalarımı giydim. Yatağa geçip Mete'nin sağ doğru uzattığı koluna kafamı yaslayıp ona baktım. Sol eli karnımın üzerine yaslandığında bakışları gözlerimde dolandı.
Küçük bir iç çekip sağ kolunu hafifçe kıvırdı. Ona doğru dönüp sağ elimi belinin üzerine attım. Parmakları yavaşça hareket ederken bakışları gözlerimdeydi.
"İkizlerimiz..." dedi fısıltıyla, sesi yumuşak ve sevgi doluydu. "Hâlâ buna inanmakta zorlanıyorum."
Bende hafifçe gülümsedim, ellerimle onun karnındaki elini tuttum. "İnan Mete," dedim, varlıklarını hissediyormuş gibi bir rahatlıkla. "İkimizden iki küçük mucize."
Mete'nin yüzünde o kararlı ama nazik ifadeyi gördüm. Eli saçlarımın arasında gezindi, bakışları bir an uzaklara dalar gibi oldu.
"Biliyor musun, Eyşan..." dedi düşünceli bir şekilde. "Sen çok iyi bir anne olacaksın."
Bu sözler beni hem şaşırttı hem de içimde bir sıcaklık oluşturdu. "Belki de yeterince iyi olamam... Belki de..."
O an Mete, elini çeneme koyarak yüzümü kendisine çevirdi. Gözleri gözlerimin içine işliyordu, sesi bu kez daha güçlüydü.
"Bunu biliyorum, çünkü seni tanıyorum. Beni kaç kez hayatta tuttuğunu, bu timi nasıl bir arada tuttuğunu unuttun mu? Sen her zaman güçlü oldun Eyşan ama aynı zamanda sevgi dolusun. Bu çocuklar senin kollarında dünyanın en güvende olduğu yerde olacaklar."
Gözlerimin dolmaması için kırpıştırdım. Mete'nin söyledikleri, içimdeki korkuları bir an için dağıtmıştı. "Ama ya... onları koruyamazsam?" diye fısıldadım.
Mete başını iki yana salladı, karnımın üzerine koyduğu elini sıkıca tuttu. "Eyşan, biz ikimiz her şeyi birlikte atlattık. Bu savaşın ortasında bile, birbirimize tutunduk. İkizlerimiz de bu gücü hissedecek. Ve ben buradayım. Seni ve onları korumak için ne gerekiyorsa yapacağım."
Derin bir nefes aldım. Mete'nin güveni, içimdeki o sarsılmaz gücü yeniden hissettiriyordu. "Senin gibi bir babaya sahip olacaklarını bilmek... sanırım biraz daha cesur olmamı sağlıyor," dedim hafifçe gülümseyerek.
Mete bana yaklaşıp alnımı öptü. "Sen zaten cesursun, Eyşan. İkizlerimiz için de benim için de."
Mete, elini karnımın üzerinde gezdirirken bir an için durdu. Hafifçe gülümseyerek, "Hatun?" dedi. "Sence kime benzeyecekler?"
Kıkırdadım, onun bu soruyu sorarken yüzündeki heyecanı görmek beni gülümsetmişti. "Eminim biri senin gibi inatçı, kararlı ve biraz fazla korumacı olacak. Diğeri de belki benim gibi..." dedim, sonra durakladım.
"Güzel," diye tamamladı Mete, bana bakarak. "Ama aynı zamanda sevgi dolu, cesur ve güçlü."
Yanaklarımın kızardığını hissettim, bakışlarımı kaçırmaya çalışırken Mete'nin eli çeneme dokunup yüzümü tekrar kendisine çevirdi.
"Ciddiyim, Eyşan," dedi. "Onlar senden ilham alacak. Bizim yaşadıklarımızı belki hiç yaşamayacaklar ama senin hayata bakışın onlara yön gösterecek. Ve şunu biliyorum ki... bu dünyaya iki küçük kahraman bırakacağız."
Gözlerim doldu. "Ama Mete," dedim, endişe dolu bir tonla. "Bizim dünyamız... savaşlar, tehlikelerle dolu. Onları böyle bir yere getirmek doğru mu sence?"
Mete bir an duraksadı, sonra derin bir nefes alıp kollarını sıkıca etrafıma sardı. "Doğru ya da değil, Eyşan," dedi, sesi sakin ama bir o kadar güçlüydü. "Onlara verebileceğimiz en büyük hediye bu dünyada bizimle olma şansı. Onlara sevmeyi, güçlü olmayı ve her şeye rağmen ayağa kalkmayı öğreteceğiz. Tıpkı senin bana öğrettiğin gibi."
Bir süre konuşmadan, birbirimize sarılarak uzandık. Sessizliği Mete bozdu.
"Peki, isimler hakkında düşündün mü?" diye sordu, gözlerinde alaycı bir parıltı.
Gülümseyerek başımı salladım. "Henüz değil. Ama sen düşünmüşsündür, itiraf et."
Mete omuz silkti, sanki söylediklerinin pek de önemli olmadığını vurgulamak ister gibiydi. "Sadece birkaç fikir..." dedi, ama sesindeki heyecan gizlenemiyordu.
"Paylaş bakalım," dedim merakla.
"Eğer bir kız olursa," dedi, gözlerimi yakalayarak. "Belki Toprak. Toprağımdan bir parça."
Gülümsedim. "Ve erkek için?"
"Belki Kaan," dedi. "Kısa, güçlü, anlamlı."
İsimleri kafamda tartarken, kalbimde bir sıcaklık hissettim. Mete'nin bu kadar düşünceli olması beni derinden etkiliyordu.
"Toprak ve Kaan." diye mırıldandım. "Güzel fikirler."
"Tabii bu sadece başlangıç," dedi Mete, alaycı bir şekilde kaşlarını kaldırarak. "Eğer senin önerilerin varsa, onları da duymak isterim."
Başımı omzuna yasladım, kollarını etrafıma sardı. "Henüz düşünmedim," dedim. "Öncelikle cinsiyetlerini öğrenmek için dört ay daha beklememiz gerek."
Mete gülümsedi, alnıma küçük bir öpücük kondurdu. "Ay, o dört ay geçer mi kız?" dediğinde kıkırdayarak kafamı salladım. Bir an için aklıma Caner ile ikiz olduklarını getirdim.
"İkizler hakkında nasıl hissediyorsun? Hani, senin ve Caner'in ikiz olduğunuz gibi... Bu gerçekten nasıl bir duygu?" diye sordum, biraz da düşünerek.
Mete, gözlerini kısıp gülümsedi. "Yani, biz Caner'le birbirimizi tam olarak anlayan türdeyiz," dedi, hafifçe omuzlarını silkeleyerek. "Ama tabii, bu biraz da karmaşık. Bazen her şey çok kolay, bazen de bir anda birbirimizi çıldırtabiliyoruz."
Gülümsedi, ama o gülüşünde tanıdık bir espri vardı.
"Hiç birbirinizin yerine geçtiniz mi?" diye sordum, daha çok şaka yaparak. "Yani, Caner'le sen birbirinizin yerine geçebiliyor musunuz?"
Mete, gülerek başını iki yana salladı. "Olabilirdi, saçlarını boyamasaydı." dedi, gözleri parlayarak. "Bizim aramızda tam bir 'ikiz' ilişkisi var. Ama o kadar eğlenceli değil tabii, birinin yerini almak bazen işlerimizi zorlaştırıyor. Bir de her zaman birbirimize göz kulak oluyoruz, yani ben Caner'in kafasında ne olduğunu az çok tahmin edebilirim."
"Bunu da düşündüm," dedim, hafifçe gülümsedim. "Eğer ikizler büyüdüğünde, birine bir şey söylesem, diğeri de hemen devreye girerse, ne olacak?"
Mete, gözlerini kısıp, "O zaman işte tamamen karmaşa başlar," dedi, daha çok espri yaparak. "Ama ikizlerin her zaman biraz 'şeytanlık' tarafı vardır, biliyorsun. Birinin ne yapacağını tahmin etmek, diğerine bakarak bazen zor olabilir."
Evet, sanırım ikizlerin nasıl bir şey olduğunu hâlâ çok net anlamış değildim ama Mete'nin söyledikleri, içinde bir şeyler uyandırdı. Bu ikizler, gerçekten hem eğlenceli hem de karmaşık bir macera olacak gibi hissediyordum.
Mete'nin söylediklerinden sonra biraz düşündüm. İkizlerin dünyası gerçekten o kadar karmaşık mıydı? Mete'nin ve Caner'in birbirlerine karışabilmesi, bazen birbirlerini çok iyi anlamaları ama bir yandan da birbirlerini çıldırtabilmeleri... Galiba bu, bizde de olacak. Yani, ikizler büyüdüğünde, her şeyin biraz daha çılgınca, biraz daha kaotik bir hâle gelmesi kaçınılmaz gibiydi ama belki de bu, onların özelliğiydi.
Bir yanda, ikizlerin küçük bir şey yaparak, hepimizi nasıl şaşırtacağını hayal ettim.
"Birinin bir şey yapması, diğerinin ne zaman devreye gireceğini tahmin etmek imkânsız olamaz mı?" diye sordum, biraz da kafamda canlandırmaya çalışarak. "İkizler büyüdüğünde, ikisi de sürekli birbirlerinin arkasında mı olacak, yoksa her biri ayrı bir şeyler mi yapacak?"
Mete, yine gülümseyerek "Bunu bilmek zor," dedi. "Ama bir şey var, ikizler bir şekilde birbirlerinin duygularını hissediyor. Yani, biri bir şey hissettiğinde, diğerinin de hissedebileceğini düşündüm. Bu, biraz ürkütücü olabilir. Ama bir şekilde bu bağlılık da özel. Birlikte büyüyüp, her şeyde birbirlerini kollamaları gibi bir şey."
Mete'nin söyledikleri kafamda dönüp duruyordu, ikizler, onların büyümesi, nasıl bir bağları olacağı... Her şey bir anda daha gerçek olmuştu, sanki bir şeylerin başlangıcı gibiydi. Ama şimdi, her şeyden önce biraz rahatlamaya, dinlenmeye ihtiyacımız vardı. Birbirimize fazla yüklenmeden, her şeyin geçmesini beklemek, sabırla kabul etmek gerekiyordu.
Başımı onun omzuna yasladım, sıcaklığını hissederek derin bir nefes aldım. Mete'nin elleri belimde, o da yavaşça gözlerini kapatmaya başlamıştı. O an, her şeyin biraz daha huzur içinde olduğunu hissettim.
Bir süre sessiz kaldık. Hiçbir şey konuşmadık. Sadece birbirimizin varlığını hissettik. Varlığımız bir diğerine güç veriyordu, başka hiçbir şeye gerek yoktu. Yavaşça gözlerim kapanırken, içimdeki her şey sakinleşti. O an, her şeyin doğru yerde olduğunu düşündüm.
Şu an, her şeyin en önemli kısmı sadece huzurdu.
28 Mart 2022 – 23:00 / Şırnak
Caner Cenk Çakır, Ağzından
"Lokman, ver oğlum müziği!"
Dudaklarımda sigara, kafamı ritme göre sallarken, elimdeki viski bardağını sıkıca tuttum. Bardağın kenarındaki damlalar, ışıkların altında parlıyordu. Bir an için etrafımdaki her şey bulanıklaştı, sadece Lara'nın dansını izliyordum. O ışıkların altında, her hareketiyle adeta geceyi büyülüyordu. Onun vücut hatları ışıklarla oyun oynarken, başka bir dünyaya adım atmış gibiydi.
Amca olmamı kutluyorduk.
Dudaklarımdaki sigarayı dişlerimin arasına sıkıştırıp, gülerek Barış'a baktım. Yüzündeki o tipik, neşeli ifadeyi gördüm. Sol elimi dudaklarıma yaklaştırıp sigarayı dişlerimin arasından çekip ona doğru eğildim. Kulaklarımda gürültüyle yankılanan müziğe rağmen duymasını umut ettim.
"Vay be, Mete'nin baba olacağını hiç tahmin etmiyordum." diye bağırdığımda Barış, gülerek geri çekildi ve bana parlayan gözlerle baktı. Kafasını iki yana sallayıp kulağıma yaklaştı.
"Valla badi, ne yalan söyleyeyim bende beklemiyordum." diye bağırıp geri çekildiğinde bakışları dans eden Alev'e ve Lara'ya çevrildi. Bakışlarım Lara'da kaldığında yerimde hafifçe sallanarak dans etmeye devam ettim. Işıkların altındaki dansı, o kadar doğal ve özgürdü ki, sanki her şey ona hizmet ediyordu. Her hareketi bir başka boyut gibiydi.
Benim gözlerim, bu anı kaçırmak istemiyordu. Her şeyin ne kadar geçici olduğunu ama o anın sonsuza kadar sürmesini diledim. Sigaramın son birkaç dumanı dağılırken, bir an gözlerim, Lara'nın gözleriyle buluştu. Hafifçe gülümsedi, sanki bir şeyler anlatıyordu. Ama ben sadece kafamı salladım, bir yudum viski aldım.
Bu kadın çok güzeldi.
Gözlerindeki o ışıltı, her hareketindeki zarafet, ne kadar etkileyici olduğunu fark etmek, o anın içindeki tek gerçekti. Geceyi ona adamak gibiydi. Bakışlarının baygınlaştığını fark ettiğimde bardağımdaki viskiyi bitirip bistroya koydum. Barış'a baktığımda onun da bana baktığını fark ettim. Elimi kaldırıp gidelim dercesine salladığımda kafasını salladı. Dans eden Alev'e ilerlediğinde kollarımı Lara'nın karnında sardım.
Bana sürtünerek dans etmeye devam ettiğinde kasılarak alt dudağımı dişledim ve kulağına doğru eğildim.
"Gidelim artık, geç oldu." diye bağırdığımda kafasını salladı. Karnındaki ellerimi çözüp kolunu omzuna atıp kendime doğru iyice yapıştırdım. Sol kolunu belime sardığında bakışlarım Barış'ı buldu. Elini salladığında yürümeye başlayıp barın çıkışına doğru ilerledik. Dışarıya çıktığımızda barın içindeki müzik boğuklaşmıştı.
"Ne ile gideceğiz?" diye sorduğunda bakışlarımı caddede gezdirdim. Köşedeki taksiciye elimle iki yaptığımda iki şoför arabalarına bindi.
"Oraya doğru gidelim." deyip yürümeye başladığımızda belime sarılı el biraz daha sıkılaştı. Taksinin arka kapısını açıp Lara'nın binmesini beklerken Barış'a baktım.
"Yarın görüşürüz." dedim ve taksiye binip kapıyı kapattım. Taksi şoförüne bakıp dudaklarımı araladım.
"Güneydoğu evine gideceğiz."
Taksici kafasını sallayıp sürmeye başladığında Lara'nın dudaklarını kulağımda hissettim. Bu kadının habersiz dokunuşları benim aklımın uçmasına neden oluyordu.
"Dağ evine mi gidiyoruz?" diye sorduğunda hafifçe yutkundum ve kafamı salladım. Boğazımı temizleyip bakışlarımı dışarıya doğru çevirdim.
Sakın, salakça bir şey yapmayın.
Zihnimin içinden o kadar bulanık düşünceler geçiyordu ki içlerinden en temizini çekip orada kalmasına yardımcı olmuştum. Evet, onunla bir şeyler yaşamak istiyordum ama bugün olmazdı. Kanımızda alkol gezinirken zevke dönüşeceğinden çok emindim fakat onun da benim de zihnimin temiz olmasını istiyordum.
Bir süre sonra dağ evine vardığımızda cüzdanımı çıkartıp taksimetreye baktım. Beş yüz lirayı taksiciye uzatıp Lara'ya baktım. Kendi tarafındaki kapıyı açıp taksiden indiğinde dikiz aynasına baktım.
"İyi geceler Şenol." dediğimde göz ucuyla dikiz oynaşından bana baktı.
"İyi geceler istihbaratçı."
Gülerek taksiden inip kapıyı kapattım. Bakışlarım evin kapısı önünde kollarını birbirine sarmış bir şekilde bekleyen Lara'ya çevrildi. Sanırım üzerindeki kabana rağmen üşümeye başlamıştı. Adımlarımı hızlandırarak cebimdeki anahtarları çıkarttım. Kapıyı açmam için kenara çekildiğinde anahtarı deliğe sokup kilidi çevirdim.
Lara'nın buraya gelişi ilk değildi.
Sadece uyumuştunuz.
Tezgâha doğru yürüyüp kendine su doldurduğunda kapıyı kapattım ve üzerimdeki kabanı çıkartıp yandaki askılığa astım. Lara'ya döndüğümde içtiği su bardağını kenara koyup merdivenlere doğru yöneldi. Peşinden ağır adımlarla merdivenleri tırmandığımda elini kulpa attı ve kapıyı açtı.
Çok değişik bir odam vardı.
Hemen sağımda bir kapı vardı. İçeride iki tane yatak bulunuyordu. Hemen karşımda büyük, yere yakın bir yatak vardı. Sol tarafında yukarıya doğru uzanan bir merdiven vardı. Üst katta ise harcadığım paralarımı sonuna kadar hak eden küvetim vardı.
Rahatına düşkün şerefsiz.
Ne yapayım rahat olmayı seviyorum.
Lara, üzerindeki kabanı çıkartıp kendini yüz üstü bıraktığında gülerek ona baktım. Yatağa yürüyüp sol dizimi yatağa bastırıp ellerimi iki yanına koydum ve saçlarına bir öpücük kondurdum.
Ben, bu kadına aşıktım ve o da bana aşıktı.
Geriye çekildiğimde ağırlanan nefesinden uyuduğunu anlayabilmiştim. Yavaşça geri çekilip üzerimdeki gömleğin eteklerini pantolonumdan çıkartıp düğmelerini açtım. Yavaş adımlarla merdivene yönelip üst kata çıktım. Bakışlarımın ilk önceliği, küvette yükselen ılık buhar oldu. Her zaman olduğu gibi, sıcak suyu hazır tutuyordu.
Kenarda duran siyah raftaki losyonu elime aldım ve şişenin kapağını çevirdim. Burnuma yaklaştırıp kokladığımda sırıttım. Kokusu, çok ağır olmayan ama yine de baş döndüren bir etki bırakan taze ve odunsu bir parfüme sahipti.
Yani, benim kokumdu.
Çok egoistsin.
Biliyorum.
Elimdeki losyonu küvetin içindeki ılık suya biraz akıtıp kapağını kapattım ve siyah rafa geri bıraktım. Bakışlarım suda gezindiğinde gözlerim kısıldı. Kullandığım losyon hafif sütlü renkte olduğu için suyun rengi burukça değişmişti.
Rahatlamaya ihtiyacımız var Zirve.
Altımdaki pantolonu iç çamaşırlarımla çıkartıp, gömleğimle birlikte kenardaki kirli sepetine bıraktım. Çoraplarımı çıkartıp kendimi küvete bıraktım. Küvetin kenarına yaslanıp bir an gözlerimi kapattım. Kollarımı iki yana açıp küvetin köşelerine yasladım. Losyonun kaygan yapısı suya karıştığı için tüm hücrelerimi sanki yeniden inşa ediyordu.
"Demek bensiz keyif ha?"
Lara'nın sesiyle irkilerek kollarımı indirdim ve omzumun üzerinden ona baktım. Gözlerindeki alaycı ifadeyle bana bakarken gözlerimi pörtlettim.
"Sen uyumuyor muydun?" diye sorduğumda üzerindeki kazağın eteklerine ellerini götürdü. Hızla önüme dönüp alt dudağımı dişledim. Bu kadın ne yapmaya çalışıyordu? Zaten kendimi zor tutuyordum.
"Gözlerini kapat." dediğinde hafifçe yutkundum.
Gözlerimi kapatıp başımı geriye yasladım, suyun sıcaklığı vücudumda gezindikçe kaslarım gevşedi. Küvetin içinde kayarak daha da rahatlamaya çalıştım. Gözlerimi kapalı tutarken Lara'nın ayak seslerini duyabiliyordum. Yanı başımda, neredeyse bir soluk mesafesinde olduğunu hissettim.
Bir adım daha yaklaşmıştı.
"Bir adım daha atma," diye mırıldandım ama sesim neredeyse duyulmaz bir hâlde kalmıştı. Onun geldiğini daha fazla hissetmek, vücudumun her köşesinde bu gerilimi tatmak istiyordum ama bir yandan da içimde bir şeyler beni durduruyordu.
Lara, küvetin kenarına oturduğunda suyun yüzeyindeki küçük dalgalar beni rahatsız etti. O an, aramızdaki mesafe bir hayli kısalmıştı ama yine de ona dokunmadan, sadece hissetmek istiyordum. Gözlerimi açtım ve göz göze geldik. O alaycı bakışlarını bu sefer doğrudan bana çevirmişti.
Ne düşündüğünü ne yapmaya çalıştığını çok iyi biliyordum ama her şeyin ötesinde, bu kadına hayran kalıyordum. Onun bu cesur, asi tavrı... Beni her zaman kendine çekmişti.
"İstediğin her şeyi biliyorum," dedim, sesim kalın bir şekilde yankılandı. "Ama bugün olmaz."
Lara'nın gözlerindeki alaycı ışıltı bir an kayboldu. Sözlerim havada asılı kaldı ve bir an için her şey durdu. O kadar yakın ama bir o kadar uzaktı. Her bir kelimem onun içindeki mücadeleyi hissettiriyordu. Ne düşündüğünü anlamak ne yapmak istediğini görmek istedim ama bu gece, biraz daha sabırlı olmalıydım.
Lara, sabırsızca başını eğip, hafifçe gülümsedi. "Biraz daha yakın olamayacak mıyız?" dediğinde, sesi biraz daha yumuşak, biraz daha derindi ama ben hala sabırlıydım.
"Biraz daha yakın olmak... belki de seni daha fazla kaybetmeme neden olur," dedim, sesimi yavaşça düşürerek. Gözlerimi tekrar kapatıp rahatlamaya çalıştım ama onun gözlerinden kaçamayacağımı da biliyordum.
Lara'nın sessizliği, bir an etrafımızdaki her şeyi yavaşlatan bir yoğunluk yarattı. O an gözlerim kapalı, suyun sıcaklığı beni içine çekmişti, ama içinde Lara'nın varlığı sanki her saniyeyi daha da ağırlaştırıyordu. Bir adım daha atmak istiyordu. Bunu hissediyordum ama ben yine de geride kalmayı tercih ediyordum. Onunla bu kadar yakın olmak...
İçinde kaybolmak...
Sus lan!
Her ikimizin de hissettiği aynı gerilim, bir adım daha atılmasını zorlaştırıyordu. O sessizliğin içinde, her şeyin gidişatını hissedebiliyordum. O kadar yakındık ki, kalbimin atışlarını bile duyabiliyordum. Bu kadar yakın olmak, insanı hem bir çığlık gibi boğar hem de tam anlamıyla yakar.
Gözlerimi kapalı tutmaya devam ederken, aklımda bir şeyler dönüp duruyordu. İçimdeki o gerilim, her saniye daha da büyüyordu. Onunla bu kadar yakın olmanın ne kadar tehlikeli olduğunu bilsem de aynı zamanda buna direnmek de bir o kadar zor oluyordu. Kendimi kaybetmek, her şeyin bir an önce patlak vermesini istemek... Ama bu gece farklıydı.
Bu gece, her şeyin bir sınırı olmalıydı ama bir adım daha atarsa, her şey değişecekti.
Bunu bilmek, içimde bir baskı yaratıyordu. Belki de o sınırı geçmeye cesaret edemeyen bendim. O kadar yakın olmasına rağmen, hala birbirimizden bir adım uzaktık. Bu uzaklık, belki de birbirimize olan direncimizin bir göstergesiydi. Fakat bir yandan, ona yaklaşmaktan başka bir seçeneğim yoktu. Lara'yla bir adım daha yaklaşırsam, belki de kaybolurdum.
"Beni bu kadar yakından hissetmek istemiyor musun?"
İçimdeki gerilim yükseldi. Bu kadına hayır demek, her zamankinden daha zor oluyordu. Omuzlarımda ellerini hissettiğimde irkilerek gözlerimi açtım ve yutkunarak bileklerinden tuttum. Koyulaşan mavi gözlerini fark ettiğimde istemsizce yeniden yutkunmak zorunda kaldım.
Mavi, bir okyanus gibi, sadece sakin ve derin değil, aynı zamanda içinde gizli bir fırtına barındırıyordu. Şehvetli, istekli, ama aynı zamanda bir tüy kadar hassas, o kadar netti ki, her geçen saniye her şey daha fazla bulanıklaşmaya başladı. Gözleri, vücudumda bir ateş yakıyor ama aynı zamanda tüm o yangına teslim olmamak için savaş veriyordum. O gözler, derin bir okyanus gibi onu içine çekiyordu ama biraz daha yaklaşırsam, o okyanusa tam anlamıyla dalacağımı hissediyordum.
Kafamı iki yana salladım.
"Bugün değil dedim." diye yavaşça fısıldadığımda Lara, bileklerindeki ellerime baktı. Hafifçe yükselip dizlerimin üzerine oturduğunda hissettiğim teni alt dudağımı sertçe dişlememe neden olmuştu. Lara'nın gözleri ısırdığım alt dudağıma kaydığında dudaklarını yaladı.
Soluklarım, ciğerlerim yanıyormuşçasına harlandığında alt dudağımı dişlerimin arasından çektim.
"Bu geceden sonra ya beni suçlarsan?" diye sorguladığımda bakışları gözlerime çevrildi ve ağırca iki yana sallandı.
O halde günah benden gitti.
Burnumdan sert bir soluk verip bileklerini tutan ellerimi kalçalarına götürüp kendime doğru çektim. Elleri yanaklarıma yaslanırken dudaklarımı aralayıp üst dudağını yakaladım. Emip dilimi aceleyle ağzına gönderdiğimde bedenini bana doğru sürttü.
BÖLÜM BU ANDAN İTİBAREN BİTMİŞTİR.
AŞAĞIDAKİ SAHNEYİ OKUMAK İSTEMEYENLER İÇİN KOYDUĞUM SON NOKTADA GÖRÜŞMEK ÜZERE...
(+23) CANER ANLATIYOR, BUNUN NE DEMEK OLDUĞUNU SİZE ANLATMAMA GEREK YOK HERHALDE. KAÇIN VE GİDİN BURALARDAN (+23)
Caner'in Öneri Şarkısı: Die For You - The Weeknd
Ateşiyle resmen, yakıp kavurmuştu.
Sıcak vajinası sikime yaslandığımda boğazımdaki yumru, ses tellerime büyük bir darbe bıraktı ve dudaklarının arasına inlememe neden oldu. Lara'nın dudaklarında kalmış dudaklarıma rağmen Lara, beni tüm arzusuyla öpüyor ve vajinasını sikime doğru sürtmeye devam ediyordu.
Avuçlarımın altındaki sıkı kalçasına parmaklarımı batırıp kalçamı hafifçe kaldırıp iyice kendime bastırdım. Damarlarımın içinde dolanan bütün kanın sikimin ucunda biriktiğini hissettiğimde gözlerim gözlerini buldu. Gözleri adeta Lapis Lazuli Taşı'na dönmüştü.
O derin, etkileyici mavi rengin içindeki ışık yansıması, sanki her an değişen bir okyanus gibiydi. Renk, birden parlak, birden karanlık bir hal alıyor, her bakışında farklı bir anlam taşıyordu. Bazen sakin, bazen fırtınalı bir deniz gibi, her bakışında kendini farklı bir dünyada buluyordum. O maviliğe baktıkça, her şeyin hızla kayıp gittiğini, içimdeki o bastırılmış arzuların bir bir ortaya çıkmaya başladığını hissediyordum.
Dudaklarımın arasına bıraktığı inlemeyle sağ kalçasındaki avcumu beline doğru sürüklemeye başladım. Losyona bulanmış bedeni avuçlarım için kaygan bir zemin hazırlamıştı. Durakladığım her noktada avcumun altındaki teni okşayarak karnına doğru sürükledim.
Lara'nın dudaklarından dökülen her inlemede biraz daha sert okşadığımda ağzımın kuruduğunu hissediyordum. Karnından sağ memesine doğru kapanan avcum ile parmaklarımı sıkıp memesini avcumun içine sürttüm. Lara, başını geriye doğru atıp inlediğinde önümde açılan boynuna dudaklarımı sürttüm. Ağzımı açıp dilimi boynuna yaslayıp kulak memesine doğru sürükledim. Burnumun ucu kulağına dokunduğunda kulak memesini dişleyip emdim ve yeniden yalayarak boynuna indim.
Dilimle bir daire çizip emmeye başladım. Bu kadın, benim sınırımın içindeydi. Boynunda bıraktığım küçük morlukla avcumda hapsolmuş memeyi sertçe sıktım. Lara, kulaklarıma ulaştırdığı inlemelerle kalçalarını ritmik bir şekilde sikime sürtmeye başladı.
Sikimdeki kasılma, giderek onun için daha da sertleşmeme neden oluyordu. Sağ elimi memesinden çekip ellerimi suyun içine sızdırdım. Elimin tersi sikimi saran damarlara sürtünürken parmaklarımın ucu yangının olduğu yere sızdı. Tenime bulanan, suyun içindeki kayganlıktan daha sıcak bir kayganlık hissettiğimde görüntüm bulandı. Gözlerimin geriye gittiğini fark ettim.
"Off, ah!"
Başımı geriye atıp ciğerlerimi sıkıştıran soluğu bıraktığımda kulaklarımda güçlü bir yankı bıraktı. Orta parmağımı şişmiş ve uyarıcı veren o zevk yerine sürttüm ve hızlı bir şekilde yanına işaret ve yüzük parmağımı yaslayıp vajinasına soktum. Parmaklarımı saran duvarlar, neredeyse parmaklarımı kıracak şekilde kasıldı.
"Gevşet kendini!" diye kükrediğimde titreyerek kendini gevşetti. Sıcaklığı başımın dönmesine neden olurken bakışlarımı güçlükle gözlerine çevirmeye çalıştım. Baygın gözleri gözlerimle buluştuğunda parmaklarımı biraz daha ittirdim. Gözlerinin beyazını gördüğümde alaycı bir şekilde sırıttım.
"Beni o dar amına alabileceğini mi düşünüyorsun?" diye fısıldadığımda kafasını iki yana salladı ama ona rağmen kendini parmaklarıma doğru bastırdı. Gülerek parmaklarımı vajinasının içinde makas misali ayırıp birleştirmeye başladığımda öne doğru büküldü ve büyüyen gözleriyle, şehvetle baktı. Parmaklarım her açılıp kapandığında duvarları, parmaklarımın kenarlarını sıkıp gevşetiyordu.
Dibine kadar gömülmek istiyordum.
"Bana bu kadar hızlı teslim olmamalıydın, Lala." deyip parmaklarımı gözlerine bakarak vajinasından çıkarttığımda ağlamaklı bir ifadeyle bana baktı.
"Şimdi artık bende senin sınırlarındayım ve o sınırları maalesef sertçe ezip geçeceğim." dedim ve alt dudağımı ısırıp sağ elimle sikimi kavradım. Karnına doğru sürttüğümde elleri düşmemek için omuzlarıma yaslandı ve sırtıma tırnaklarını bastırdı. Dokunuşuyla beni alt üst eden bir yapısı vardı.
Ve bu, onu daha çok istememe neden oluyordu.
Dizlerinin üzerinde hafifçe doğrulduğunda sikimi vajinasının dudaklarını aralayarak beklettim. Başına sürüklenen zevk suları soluklarımın kesilmesine neden olduğunda Lara, elini enseme koyup dudaklarıma yapıştı. Dilimi aralı ağzına sızdırıp onu nefessiz kalmak istiyormuşçasına öpmeye başladım.
Kalçasını çevirerek sikimi vajinasına denk getirdiğinde hem küvetteki su hem de kendi zevki yavaşça ona doğru gömülmeme neden olmuştu. Dudaklarımızın arasında çarpışan dillerimize rağmen inlediğimizde elimi sikimden çekip kalçalarına avuçlarımı yasladım. Parmaklarımı sıkıp kalçasını çevirmesine yardımcı oldum ama unuttuğu bir şey vardı.
Ben sabırsız bir insandım.
Sertçe hem kendi kalçamı yükseltip hem onun kalçasını indirdiğimde çığlığı kulaklarımda yankılanmıştı. Boğulduğumu sandım kükreyerek ona doğru eğildim. Sertliğimi saran duvarları kasılarak gevşediğinde gözlerine baktım.
"İçindeki sikimi hissedebiliyor musun, tam karnında?" diye sorduğumda yanağıma bir tokat atıp dudaklarımı inleyerek öpmeye başladı. Lanet olsun hoşuma gitmişti. Alt dudağını dişleyip çekiştirdiğimde ritimlerimi hızlandırmaya başladım. Her vuruşumda etrafımıza sızan sular daha da diplerine gömülmeme yardımcı oluyordu. Aldığımız zevkin solukları ve suyun hışırtısı gözlerimin kaymasına neden oluyordu.
"Yemin ediyorum akla zararsın." diye fısıldadım.
Olduğum yerde biraz kayıp kalçasını hayalarımın üzerine sıkıca bastırdım. Kalçamı her indirip kaldırdığımda sikimde hissettiğim kasılmalar soluğun kesilmesine ve vücudumun titremesine neden oluyordu. Cehennemin sıcaklığı tüm ruhumu talan ederken kalçalarımı hızlandırdım.
"Ah!"
Dudaklarımız birbirinden ayrıldığında alnımı Lara'nın alnına yasladım. Gözlerimiz bir şekilde birbirinden ayrılmazken aralı kalan dudaklarımızdan çıkan soluklar birbirine karışıyordu. Omuzlarımdaki ellerini biraz daha bastırıp kucağıma ağırlığını bırakarak hafifçe belini eğdi. Sikimin daha derinlere indiğini ve duvarlarının beni daha fazla sıkıştırdığını anladığımda kalçalarını bırakıp dizlerimi kendime doğru çektim.
Kucağımdaki bedenini zıplatmaya başladığında sol elimi kısa saçlarını gömüp yüzüme yaklaştırdım. Saçlarımdaki elini sırtına doğru çekiştirdiğimde inleyerek boynunu benim için araladı. Boğazımdaki soluk birbirine yapışmış dudaklarım yüzünden hırlayarak yükseldi. Dudaklarımı aralayıp dilimi boynunun morarttığım yerini yalayıp aynı yeri bir kez daha emmeye başladım.
Bu onun, en zevk aldığı yeriydi.
Çünkü sikim daha çok sıcaklığa ve ıslaklığa gömülüyordu.
Vajinası kasılıp gevşemeye başladığında sikimin etrafı daralmaya başladı. Duvarlar sikime baskı yapmaya devam ettikçe sikim, daha da kasılmaya başladı. Ritimlerimiz artarken ellerimi beline götürüp hızla doğruldum ve yerlerimi değiştirdim. İnleyerek başını küvetin kenarına dayadığında sağ bacağını omzumun üzerine atıp sertçe içine kökledim.
"Zirve'ye çıkmaya hazır mısın?" deyip çöllerde susuz kalmışçasına dudaklarına gömülüp boğazımı yırtan inlemelerimi onun dudaklarına bıraktım. Dudaklarımın içine bıraktığı her inlemesinde sikim, artık patlamaya son kalmış bir şekilde derinliklerine bir bıçak gibi saplandı. Hayalarımı sertçe vajinasına vurmaya başladığımda suyun bulantısı küvetin kenarından süzülüyordu.
"Ah! Ah! Ah! Caner!"
Lara'nın sesiyle gözlerimin önü simsiyah bir perdeye bürünürken dudaklarımdan yalnızca bir kelime çıkmıştı.
"Lara... ah!"
Kasılarak içine boşaldığımda bana doğru gelen bir sıvı etrafımı sararak süzüldü. Titreyerek hayalarımı vajinasına çarpmaya devam ederken tırnaklarını belime bastırdı. Parmaklarımı kalçasına gömüp ritimlerimi hızlandırdığımda dudaklarımız ateşli bir şekilde yeniden buluştu.
"Caner, daha sert!" diye dudaklarımın içine bağırdığında biraz kendimi çekip sol bacağını omzuma aldım. Lara, kaymamak için küvetin kenarına tutunduğunda dizlerimin üzerine yükseldim. Omuzlarıma yaslanan bacaklarına kollarımı yaslayıp kalçamı hızlandırdım.
"Ah!"
Bu kadın gerçekten algılarımı körleştiriyordu.
Kördüm, resmen kör.
Vajinası, benim için farklı bir boyuttu.
Lara'nın mavilerinin içindeki zevke bağlı hayranlık gözlerime yansıdığında kendi kalçasını oynatmaya başladı. Alt dudağımı kafamı iki yana sallayarak dişlediğimde gülerek bana baktı. Kalçamı çevirip sertçe hayalarımı vajinasına vurduğumda gözleri geriye doğru kaydığında gülerek üzerine doğru eğildim. Vajinası giderek darlaştığında mavi gözleri benim gözlerimde dolandı.
"Until the morning" diye fısıldadığımda gözleri büyüdü ve elini enseme atıp burnunu burnuma sürttü.
"Until the morning." deyip gülümsediğinde dudaklarımız yine birbirini buldu.
Sabaha kadar benim için gel kadınım.
Birbirimize akalım.
HDJKHJHDSLJHDSJHS!!!!!
-
BÖLÜM SONU
Koyduğum son noktada görüşmek dileğiyle.
Sultan Çakır.
sekiz ocak iki bin yirmi beş
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.04k Okunma |
285 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |