41. Bölüm
Sultan Çakır / GÜVERCİN / XXXIII - DÖNENCE DÖNGÜSÜ

XXXIII - DÖNENCE DÖNGÜSÜ

Sultan Çakır
sultanakr

 

 

 

 

Helüüü, ben geldimmm. Bu bölümde eğlenmeye hazır mısınız?

 

 

 

 

Eyşan'ı istemeye Trabzon'a gidiyoruz!!!!!

 

 

 

 

👏👏👏👏👏👏

 

 

 

 

Eğlence dediğime bakmayın bu bölüm bana üç paket sigara bitirtti.

 

 

 

 

Dilenci değilim, hayrına bir oy ver be...

 

 

 

 

Ölmüş ciğerlerimin hatırına :')

Bölüm Şarkıları;

Prenses, Hadise

Bahçede, Sertap Erener

Experience, Ludovico Einaudi

Güzeller İçinden, Kenan Doğulu

Bas Bas Paralı Leylaya, Oğuz Yılmaz

Salla, Hasan Yılmaz

Fesuphanallah, Erkin Koray

Hekimoğlu Türküsü, Mehmet Can Acer

Torul Hartaması, Sen Anlat Karadeniz

 

 

 

 

🕊️

 

 

 

 

XXXIII

4 Nisan 2022 / Şırnak

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

Hayat, bir döngüdür. Başladığınız yere döner, yüzleşmekten kaçtığınız ne varsa bir şekilde önünüze serer. Bazen bunu bir hediye gibi sunar; bir tebessümle kabul edersiniz ama çoğu zaman, bu döngü sizi en savunmasız olduğunuz anlarda yakalar. Yarım kalmış hesaplar, dile gelmeyen cümleler, kapanmamış yaralar... Hepsi, bir bir kapınızı çalar. Kaçacak yeriniz kalmaz.

Çünkü hayat, ertelediğiniz her şeyi bir gün sizden geri alır.

İçimde bir kıpırtı vardı, bir ritim. Sadece bana ait değil. İki hayat daha... Belki de bu döngünün en masum başlangıcı ama aynı zamanda en büyük korkumdu. Çünkü koruyamadıklarımın yükü hâlâ omuzlarımdaydı. Bir gün, içimdeki bu hayatlara da aynı acıları yaşatır mıyım diye düşünüyorum. Hayatın döngüsü böyle değil mi?

İnsan, en çok sevdiği şeylerin kaybıyla sınanmaz mı?

Belki de bu yüzden, her sabah gözlerimi açtığımda iki dönence arasında sıkışıyorum: Umut ve korku. Umut, içimde filizlenmiş olan o iki küçük kalp için. Korku ise dünyaya açıldığında onu bekleyen gerçekler için.

"Uçak geliyooooo!"

Alev'in parmaklarının arasında ballı, kaymaklı ekmeklere bakarak dudaklarımı araladım. Yonca ile aynı anda Alev'in elindeki ekmekleri ağzıma atıp çiğnemeye başladığımızda masadaki kahkahalar kulaklarıma dolmuştu. Gözlerimi kısarak kıkırdadığımda bakışlarımı bizimkilerde gezdirdim.

Mete, anne ve babasının arasında oturmuştu. İkisiyle sohbet ederken bir yandan da bana göz ucuyla bakıyordu. Alev'in beni besleyip beslemediğinden emin olmak istermişçesine kontrol ediyordu. Caner ile Lara onların karşısında sessizce kahvaltılarını ederken Kubilay ve Deniz kendi aralarında bir şeyler konuşuyordu. Barış, Selçuk ve Çilingir şakalarıyla Alev'i sinirlendirmeye çalışıyor ama asla Yonca ile bana kimse bir şey demiyordu.

Bugün Trabzon'a gitmek için yola çıkacaktık.

Beni isteyeceklerdi.

Düğün ise Şırnak'ta olacaktı.

Gözlerim Mete'nin sadece kaşında kalan yaranın kabuğunda gezinirken mavileri topraklarıma kavuştu. Dudaklarında beliren tebessüm, her zamanki gibi içimde dalgalanmalar yarattı. Tebessümü genişlerken kaşlarıyla Alev'i işaret etti. Alev'e baktığımda elindeki ekmekle ağzımı açmamı bekliyordu. Hızla ağzımı açıp lokmamı aldığımda Yonca'ya baktım. Ağzımdaki lokmayı bitirip dudaklarımı yaladım.

"Biz şimdi tam olarak ne yapacağız, Trabzon'da?" diye sorduğumda ağzındaki lokmayı bitirip bana baktı.

"Tam olarak bende bilemiyorum ama ikinci günümüzde alışverişe çıkacağımız kesin. Hem rahat bir nefes alırız hem de ne yapacağımızı planlarız." dediğinde masaya geri baktığımda Kubilay'ın gülerek Mete'ye baktığını fark ettim.

"Mete abi, Yonca'yı istemeye giderken az kalsın terden bayılıyordum. Sen de aynı durumda olursan haber et, koluna buz torbası bağlarız."

Mete, tek kaşını kaldırdı.

"Kubilay, dünden beri Yonca'yı isteme sırasında nasıl saçmaladığını anlatıp duruyorsun. Ben o kadar heyecanlı bir adam değilim, tamam mı?"

Yonca'nın yanımda güldüğünü duydum.

"Tabii tabii, biz de buna inandık. Babamla, Alparslan albayımın devreye girdiği an paniğe kapılma, olur mu?"

Barış, hızla atladı.

"Bak Mete, önemli bir an bu. Yonca'nın babası biraz sert, biliyorsun. Sen bir şeyi yanlış söylersen iş uzar. Özellikle hamile olduğunu söyleme, baba yüreği valla kalkar döver."

Mete, gözlerini devirdi. Elini yumruk yapıp alt dudağını dişledi.

"Duvara yapıştırırım seni Barış." diye söylendiğinde Alparslan babamın boğazını temizlediğini duydum. Mete, yumruk yaptığı elini gevşettiğinde Çilingir, Mete'ye döndü.

"Korkma be oğlum, bilindik soruları sorar, 'Peki maaşınız ne kadar?"

Kubilay, gülerek, "Aynen! Sonra da 'Araban var mı? Evin var mı?' diye sorar. O sırada sessizlik olursa, gözler masaya çevrilir. Ter basar."

Mete, gözlerini kısarak Kubilay'a baktı ama dudaklarında alaylı bir gülüş vardı.

"Kubilay, Yonca'nın babasını çoktan beri tanıyorum. Ayrıca Eyşan'ı istemek için planım hazır. Siz karışmazsanız işler daha kolay olacak."

Selçuk'un Kubilay'a göz kırptığını fark ettim.

"Kubilay, Mete çok rahat görünüyor. Onu biraz daha sıkıştıralım mı?"

Kubilay, kafasını salladı.

"Kesinlikle." dedi ve yeniden Mete'ye baktı. "Mete abi, istemeye gittiğimizde Eyşan abla Yonca'nın babasına seni neden sevdiğini anlatmaya çalışırsa ne yapacaksın?"

Yonca, Kubilay'ın sorduğu soruyla güldüğünde gülmemek için yanağımın içini dişledim.

"Aman abi, Eyşan'ı susturmak zorunda kalırsın. Yoksa 'Mete mükemmel biri ama biraz sinirlidir' diye başlar!"

Çilingir elindeki çatalı bırakıp güldü. "Sonra da der ki, 'Demek Mete Mert Çakır sinirli bir adam! Peki, kızım buna rağmen neden seviyorsun?'"

Mete, konuşmalardan sinir olmaya başlamışçasına derin bir nefes aldı ve kaşlarını çattı.

"Siz hepiniz bir araya gelip beni çıldırtmak için mi plan yaptınız? İstemeye gitmeden beni sinir küpü yapacaksınız ha!"

Selçuk, kıkırdayarak bana göz kırptı ve yeniden Mete'ye baktı ve omzunu silkti.

"Kardeşim, bu bizim hakkımız. Ayrıca bu kadar çok konuşuyorsan kesin çok heyecanlısın." dedi ve kollarını göğsünde bağlayıp göz ucuyla Mete'ye baktı. Mete, derin bir iç çekip ağlamaklı bir ifade ile bana baktı.

"Lütfen bir şey söyle. Benim gücüm kalmadı." deyip kafasını iki yana sallayarak sitemle güldü. Şebek maymuna çevirdiniz kocamı be demek istesem de demedim ve kahkaha atarak arkama yaslandım. Masadaki herkes Mete'nin haline güldüğünde Mete, gözlerini devirip babasına baktı.

"Yola ne zaman çıkacağız?" diye sorduğunda Alparslan babam bileğindeki saate baktı. Hafifçe doğruldu ve bakışlarını Hümeyra anneme çevirdi.

"Yavaştan yola çıkalım. Zaten bir gün yolda geçecek. İkinci günde yarım günümüz dinlenme diyerek geçse, akşamına da istemeyi yaparız." dediğinde Hümeyra annem kafasını salladı. Alparslan babam, ellerini masaya koyup ayağa kalktığında hep birlikte ayağa kalkmıştık. Mete'nin bakışları anında bana döndüğünde belimde bir el hissettim. Mete, belime yaslı ele bakıp tebessüm etti ve babasıyla masadan ayrıldı.

Dün gece herkes kendine küçük bir çanta hazırlamış ve akşamdan arabalara yerleştirmiştik. Deniz'in bana doğru geldiğini gördüğümde gülümseyerek ona baktım. Gözlerinde bana sormak istediği bir soru varmış gibi bakıyordu. Kaşlarım hafifçe yukarıya çevrilirken yanağının içini dişledi.

"Eyşan abla, Alperen ile Ayda, bizimle gelecek mi?" diye sorduğunda kıkırdadım. Deniz'in hallerinde bir durgunluk vardı, bunu Bursa'dayken fark edebilmiştim ama hiç bu konuyu gelip bana anlatmamıştı. Hiçbir şey demeden kafamı salladığımda gözlerindeki küçük parıltıyla arkasına döndü ve Kubilay'a masayı toparlaması için yardımcı oldu.

Kafamı iki yana salladım.

Ailemiz, genişlemeye devam ederken bir şeyin daha bilincine varıyordum. Sevgi, insanın her an içinde patlayacak bir tohumdu. Önemli olan can suyuydu.

Yarım saat içerisinde, bütün işlerimizi bitirip askeriyenin önünde sıralanmış arabalara doğru ilerlemeye başladık. Yonca ile Kubilay, Alev ve Barış'ın arabasıyla gideceklerdi. Alparslan babam ve Hümeyra annem, Caner ile Lara birlikte gideceklerdi. Biz, Mete'nin kullanacağı Range Rower'da Selçuk ve Çilingir ile birlikte gidecektik. Osman, Cemile, Deniz, Alperen ve Ayda'da, Osman'ın arabasıyla bize eşlik edeceklerdi. Kartal, Bursa'dayken gelen görev yüzünden Mücahit ile birlikte göreve çıkmak zorunda kalmıştı.

Arabalara doluştuğumuzda Selçuk ve Çilingir arka koltuğa oturmuşlardı. Arabada bir sessizlik olduğunda gözlerimi kırpıştırıp Mete'ye baktım. Mete, kornaya iki kere bastığında öndeki iki araba yürümeye başlamıştı. Mete, direksiyonu çevirip arabayı ilerletmeye başladığında dudaklarımda farkında olamadığım bir tebessüm oluştu.

Çilingir, kolunu aramızdaki boşluktan geçirip telefonunu arabanın teybine bağlayıp geriye çekildi. Ne yapacağını merak ederek arkaya bir bakış attığımda Selçuk ile birlikte telefona bakıp güldüler. Arabanın içinde bir melodi yankılandığında Mete'ye baktım. Derin bir iç çekip kafasını iki yana salladı. Gözlerini kısıp dikiz aynasına bir bakış attı.

"TEKLİF EDİYORUM BENİMLE EVLENİR MİSİN? ÇOK DÜŞÜNDÜM SON KARARIM, KENDİMDEN EMİNİM!"

Dudaklarım şaşkınlıkla aralı kalırken Mete, gülerek kafasını iki yana salladı. Çilingir ve Selçuk şarkıya eşlik ederken Mete, bir anlığına sağ elini direksiyondan ayırdı ve bana elini uzattı.

"GEL EVET DE MUTLU OLALIM, BİR YUVADA BULUŞAAAAALIM!" diye bağırarak eşlik ettiğinde kahkaha atmamı engelleyemedim. Çilingir ve Selçuk, bizi takmadan kendi hallerinde takılmaya devam ederlerken kafamı iki yana salladım. Yüzümdeki gülümseme, içimdeki sıcaklığı yansıtırken, bu anın her saniyesini hafızama kazımaya kararlıydım. Ellerim karnımın üzerine konulurken küçük bir nefes çektim.

Heyecanlıydım.

Sevdiğim adam yanımdaydı, canlarımızın parçaları içimdeydi.

Bakışlarımı arkaya çevirip Selçuk'a baktım. Gözlerimi kısıp önce sağ gözümü ardından sol gözümü kırptım. Anlamışçasına gülümseyip Çilingir'in elindeki telefona baktığında önüme dönüp şarkımı açmasını bekledim.

Mete'nin bana baktığını hissettiğimde hızla ona döndüm. Tek kaşını alayla kaldırıp yola geri döndü. Arabada ritim sesi baslardan güçlü bir şekilde vurduğunda oturduğum yerde kafamı sallayarak oynamaya başladım. Kulağıma Mete'nin kahkahaları gelirken onu bir süreliğine geriye aldım ve kemerin izin verdiği kadar Mete'ye döndüm.

"Ne zaferinden bahsediyorsun. Sen savaşla aşkı karıştırmışsın. Çık o karanlıktan, siperinden. Sen beni hep düşman varsaymışsın." dediğimde kafasını iki yana sallayarak kahkaha attı.

"Sen rekabet iste. Ben buna bayılırım. Kadının gücünü hafife alma. Erkeklik gururun vardır sanırım. Perişan olup zor durumda kalma."

Mete, alt dudağını büzüp üst dudağını gülmemek için gizledi. Gözünün kenarlarında kaz ayakları gözüme çarparken ilk defa bu kadar mutlu olduğunu fark edebilmiştim.

"İstersen bana ukala mukala de. El üstünde tutulmazsam, hep el kalırım. Prensesler gibiydim ben baba evinde. Özgürlüğüme gölgeyi hakaret sayarım."

Bizi bir araya getiren hayat, beni önce onun karşısına düşmanı olarak çıkartmıştı. Sonra ise yuvamı kuracak bir eş olmasını sağlamıştı. Hem kendime hem de ona bunu hatırlatmak için bu şarkıyı Selçuk'a açtırmıştım. Selçuk, sıklıkla dinlediğim bir şarkı olduğunu biliyordu.

Şarkı bittiğinde müziğe bir süre ara verme gereği duydular. Mete, pür dikkat yola odaklıyken Çilingir ve Selçuk, kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Mete, arada dikiz aynasından onlara bakıp dudağındaki kıvrılma ile yola dönüyordu. Dört telefon zil sesi duyduğumda kaşlarımı çatıp telefonuma baktım.

Kubilay sizi Çatlaklar grubuna ekledi.

"Salak bu çocuk ya." diye mırıldandığım sıra Çilingir, elindeki telefonu Mete'ye uzatıp gösterdi. Mete, gülerek kafasını iki yana salladı. Çilingir, kendini geriye doğru çektiğinde bakışlarım telefona çevrildi.

Kubilay yazıyor...

"Ne yazıyor acaba?" diye söylendim.

Kubilay yazıyor...

Lokum yazıyor...

Lokum: Destan mı yazıyorsun aq?

Kubilay yazıyor...

Kubilay: hyr

Selçuk ve Çilingir'in kahkahasıyla gözlerimi devirip parmaklarımı klavyeye yasladım.

Siz: SON DAKİKA: Yalancıyı sikiyorlar

Çilingir ve Selçuk'un aynı anda "Yavaş!" diye bağırmasıyla kahkaha atarak Mete'ye baktım. Çilingir, Mete'ye yazdığımı gösterdiğinde Mete, göz ucuyla baktı ve damağını şıklatıp Çilingir'in elini ittirdi. Bakışlarını yoldan bir saniyeliğine çekip bana baktı.

"Gaza gelme yavrum." dediğinde omuzlarımı silktim ve ekrana geri döndüm.

Kubilay: cko aiyp kufrediyro

Siz: Telefon özürlü aptal.

Kubilay: askim neredeisn, bunlra ban aküfrediyro

Deniz yazıyor...

Yonca yazıyor...

Yonca: Buradayım

Deniz: He

Kubilay yazıyor...

Beş dakika boyunca yazıyor ibaresinde kaldı.

Lokum: Uyudun mu lan?

Kubilay: Türk uyudu sandınız lakin overthinkliyor

"Salak herif ya." deyip Mete'ye baktım.

"Ne yazdı?" diye sorduğunda gülmeme engel olamadım.

"Türk uyudu sandınız lakin overthinkliyor dedi."

Mete'nin yüzünü buruşturarak gülümsediğinde gözlerimi devirdim. Elimdeki telefon titreyince bildirime döndüm.

Lokum:

Siz: HSDFKHSDFJHSDJHF

Siz: HSDFKHSDFJHSDJHF

Siz: Osman valla nokta atış.

Kubilay yazıyor...

Lara yazıyor...

Lara: Canavar şaha kalktı.

Caner: ???????????????

Siz: Ne?

Lara: Yonca özelden bana yazdı açım ben diye

Caner: :)

Barış: badi?

Caner: şşş çktrm

Şahsen ben de acıkmıştım. Bakışlarımı Mete'ye çevirdim.

"Yonca, Lara'ya özelden yazmış ben açım diye. Bir yerde durup mola verelim mi?" diye sorduğumda kafasını salladı. Telefon tutamacına bağlı olan telefonunun ekranına tıkladı ve yerinden alıp gruba girip yüzüne doğru yaklaştırdı.

"Barış, iki kilometre sonra sağa, ormana dönün. Pideci var, yarım saat bir mola verelim." diye konuştu ve telefonu geri yerine takıp öndeki araca baktı. Bakışlarımı telefona çevirdiğimde Kubilay'ın yazdığını gördüm.

Kocam adlı kişi ses kaydı gönderdi.

Kubilay: Mete abi?

Kubilay:

Lokum: SDGFHSGDFHGSDHFGDSFHG

Lokum: SDGFHSGDFHGSDHFGDSFHG

Deniz: ASDGDFHDJGSF

Caner: LRLRLRLRLRLLRLR

Kahkaha atmaya başladığımda Çilingir ve Selçuk, kapılara doğru yaslanıp gülmeye başlamıştı.

"Ne yazdılar?" diye sorduğunda kahkahamı durdurmaya çalıştım ama sadece çalıştım. Elimi karnıma koyup gülerek arkama yaslandım.

"Çilingir, ne yazdılar?" diye sorusunu yinelendiğinde öne eğildi ve telefonu Mete'ye gösterdi. Derin bir nefes almaya çalışarak Mete'ye baktığımda gözleri kısık bir şekilde telefonuna uzandı ve hem yola hem de telefona bakmaya başladı.

Lokum: O nasıl bir random Caner?

Caner: ÇAKTIRMA!

Lara: Caner?

Caner: <3

Çilingir:

Siz: SDJHSJDHJSHDJ

Siz: SDJHSJDHJSHDJ

Kocam:

Gülerek Mete'ye baktığımda gülümseyerek telefonu yerine koydu ve öndeki arabanın manevrasıyla sağa doğru döndü

Gülerek Mete'ye baktığımda gülümseyerek telefonu yerine koydu ve öndeki arabanın manevrasıyla sağa doğru döndü. Taşlı yolu geçip büyük bir pide salonunun önündeki otoparka girdik. Emniyet kemerimi çıkartıp telefonuma cebime sokup Mete'ye baktım. Telefonunu cebine sokup kapıyı açtığında hep birlikte arabadan indik. Üç adımda yanıma geldiğinde yürümeye başladık.

Alparslan babam Hümeyra annemi kolunun altına aldığında Yonca, esneyerek Kubilay'a sarıldı. Gülerek onları izlerken içeriye girdik. Güzel, sakin ve ferah bir alandı. Büyük bir masaya doğru yaklaştığımızda Mete, masadaki ikinci sandalyeyi çekip oturmam için bana baktı. Gülümseyerek çektiği sandalyeye oturup masaya doğru yaklaştım. Sağımda kalan tekli sandalyeye oturduğunda Yonca soluma oturdu. Onun yanına Kubilay yerleşti.

Tam karşıma Selçuk otururken Mete'nin karşısına da Çilingir geçti. Kubilay'ın yanında Osman, solunda Cemile, Alev ve Barış oturmuştu. Tam karşılarında Caner ve Lara otururken Lara'nın yanına Ayda ile Deniz, onlarında yanına Hümeyra annem ve Alparslan babam oturmuştu. Alperen de Selçuk'un yanına oturdu.

Garson menüleri dağıtıp uzaklaştığında bakışlarımı menüde gezdirdim. Ağzımın sulandığını fark ettiğimde hafifçe dudaklarımı yalayıp yutkundum. Mete'nin bana doğru eğildiğini fark ettim.

"Ne yiyeceksin?" diye sorduğunda bakışlarımı yeniden menüde gezdirip işaret parmağımı kuşbaşılı kaşarlı pidenin görseline koydum.

"Kuş-kaş. Sen ne yiyeceksin?" diye sorup ona baktım. Dudağını hafifçe büzüp sol kolunu sandalyemin sırtına yaslayıp benim elimdeki menüye bakmaya devam etti.

"Bende kuş-kaş yiyeyim." dedi ve bakışlarını gözlerime çevirdi. Bakışları sağ kaşımın kenarında kalırken sağ elini hafifçe kaldırıp yüzük parmağını sürttü.

"Bir buçuk yer misin?" diye sordu ama sorusundan daha çok yaptığı harekette takılı kalmıştım. Kalbimin hızlandığını fark ettiğimde derin bir iç çektim. Bu adamı ben çok ama çok seviyordum. Naif olduğu düşüncesi aklımın, bir noktadan sonra uçup gitmesine neden oluyordu ama ona rağmen hiç bu hareketlerinden vazgeçmemesini istiyordum.

"Şşşşş. Tamam be kızım, beni bu kadar sevdiğini belli etme aaaa." deyip gülümsediğinde gülerek Mete'ye bakmaya devam ettim. Derin bir iç çekip önüne döndü ama kolunu sırtımdan çekmeden bakışlarını masada gezdirdi.

"Herkes siparişini hazırladı mı?" diye sorguladı. Herkesten onay aldıktan sonra sırasıyla bütün siparişleri gelen garsona verdi. Çilingir, ellerini masanın üzerinde birleştirip Mete'ye baktı.

"Yemekten sonra siz arkaya geçersiniz, Selçuk ile bende sırasıyla aracı yürütürüz." dediğinde Mete, kafasını salladı. "Olur."

Çok geçmeden verdiğimiz siparişler masaya geldiğinde önümdeki pideye uzandım. Kokusu bile karnımın guruldamasına neden olurken Mete, kenardaki peçetelikten bir peçete çekip çatalımın yanına bıraktı. Yemeğimi yemeğe başladığımda bakışlarım Yonca'ya çevrildi. O, yumurtalı pide söylemişti. Kendi yemeğime dönüp yemeğe başladım.

Yemeklerimizi bitirdiğimizde hepimiz arabaların yanına geçmiştik ama kimse binmemişti. Mete, Selçuk ve Çilingir ceplerindeki sigaraları çıkarttıklarında dudağımı büzüp Hümeyra anneye baktım. Bende içmek istiyordum ama zararlı olabileceğini biliyordum. Hümeyra anne bana yaklaşıp elindeki sigara paketinden bir dal çıkarttı.

Mete, "Anne ne yapıyorsun, hamile?" deyip elini annesinin elindeki sigara paketinin üzerine koydu. Hümeyra anne Mete'nin eline sertçe vurup elini çekmesini sağladı.

"Be salak çocuğum hamileyken bende içtim, kontrollü içerse bir şey olmaz." dedi ve bana döndü.

"Al kızım bakma sen benim salak çocuğuma."

Gülümseyerek paketten bir dal alıp dudaklarıma götürdüm. Sigaramı yakıp Mete'ye baktığımda gözlerini devirip Selçuk'a baktı. Selçuk, burukça gülümsedi.

"Annen haklı, kontrollü içerse bir şey olmaz." dediğinde Mete'nin bakışları beni buldu. Kafasını iki yana sallayıp sigarasından bir nefes aldığında sigaramdan bir duman çektim. Ne yapayım sigarayı bırakamıyorum. Zaten gün içinde çok fazla sigara içmiyordum. Tek tük içiyordum ama bu sıralar daha seyreltmiştim. Çok ama çok nadirdi.

Sigaralarımızı bitirdiğimizde Mete, arka kapının kapısını açıp binmem için kenara çekildi. Arabaya binip sola doğru kaydım ve ayakkabılarımı çıkarttım. Mete, arabaya bindiğinde ayaklarımı kendime çekip başımı dizlerine yasladım. Yemekten sonra bir ağırlık çökmüştü. Mete, hafifçe öne doğru eğilip üzerindeki montunu çıkarttı ve üzerime örttü.

Mete, "Çilingir, klimayı biraz açsana." deyip kendini biraz koltuğa yaydı ve arkasına yaslandı. Karnına doğru dönüp gözlerimi kapattığımda saçlarımdaki eli yavaş yavaş zihnimi, karanlığın içinde dolaştırmaya başlamıştı.

4 Nisan 2022 - 21:00 / Lapazan Yaylası, Trabzon

Mete Mert Çakır, Ağzından

Zihnimdeki her karanlık düşünce, ruhumdaki bir kapının ardında bıraktığı ışığı hapsediyordu. O ışığı görmek istiyordum ama her seferinde, bir adım daha atmaya cesaret edemiyordum. Bir adım atıp o karanlığın içine girmek, sanki bir şeyleri kaybedecekmişim gibi hissettiriyordu. O ışık belki de bana bir şeyler anlatmak istiyordu.

Ama ne?

Karşımda ağlayan bir oğlan çocuğu vardı. Sırtı bana dönüktü. Gözyaşlarının sesi, sessizliğin içinde yankı yapıyordu. Yavaşça adım attım ama her adımda, o karanlık daha da derinleşiyordu. Elimi yavaşça uzatıp omzuna koyduğumda bedenini yavaşça bana döndürmeye başladı. Omzundaki elimi düşürmeden bana doğru döndüğünde elimdeki bakışları bana çevrildi.

Bir anlığına nefesim kesildi.

Karanlığımın içindeki benliğim beni gerçekliğe sürüklediğinde derin bir nefes alarak gözlerimi araladım. Elim göğsüme çarpan kalbime yaslanmış, bakışlarım Eyşan'ın uyuyan yüzüne düşmüştü.

"Pişt, ne gördün lan?"

Çilingir'in sesiyle bakışlarım ona çevrildi. Selçuk ile ikisi de ön koltuktan bana doğru dönmüş ve merakla bana bakıyorlardı. Çilingir bir anlığına bakışlarını Selçuk'a çevirdi.

"Kötü bir şey gördüyse yarağı yedik. Mete'nin gördüğü rüyalar genelde çıkıyor." diye bir açıklama yaptığında kurumuş dudaklarımı ıslatıp Eyşan'a geri baktım. Dudaklarımı büzüp kafamı iki yana salladım.

"Bir oğlan çocuğu gördüm." dedikten sonra Çilingir'e baktım. Dilimin ucundaki kelimeler güçlükle dudaklarımın arasından döküldü.

"Bir gözü mavi diğer gözü kahverengiydi." dediğimde Çilingir, şaşırarak kaşlarını yukarıya doğru çekti. Selçuk, hafifçe gülümsediğinde kafasını iki yana salladı.

"Ne var bunda korkulacak?" diye sorguladığında yutkundum ve kafamı iki yana salladım.

"Ağlıyordu." diye sessizce fısıldadığımda Selçuk ile Çilingir, birbirlerine bakıp önlerine döndüler. Selçuk, bana bakmadan yüzünü sol omzuna doğru çevirdi.

"Biz dışarıya çıkalım Çilingir, sizde toparlanıp gelin." dedi ve Çilingir'i beklemeden arabadan indi. Çilingir'de peşinden indiğinde yeniden Eyşan'a baktım. Gördüğüm çocuk benim çocukluğuma benziyordu ama kahverengi gözü Eyşan'ın göz yapısıyla aynıydı. Kafamı iki yana salladım. Bir süreliğine bu konuyu rafa kaldırmam gerekliydi.

Eyşan'ın hareketlendiğini fark ettiğimde gülümseyerek elimi yanağına sürttüm. Gözlerini açıp bana baktığında eğilip alnına bir öpücük bıraktım. Canımızın parçaları ona emanet, o ise bana emanetti.

"Hatun, geldik kalk." dediğimde yavaşça kalkmasına yardımcı oldum. Ayakkabısını giyerken uyku mahmuru bakışlarını gözlerimde gezdirip dışarıya baktı.

"Saat kaç?" diye sorduğunda sol bileğimdeki saate baktım. Saatim 21:00'da durmuştu.

"Saatimin pili bitmiş." dediğimde kıkırdayıp üzerindeki montu bana doğru uzattı. Gülerek montumu aldığımda kapıyı açıp arabadan indim. Elimi Eyşan'a uzatıp inmesine yardımcı olduğumda arabanın kapısını kapattım. Çilingir ile bakışlarımız kesiştiğinde elindeki kumandaya basıp aracı kilitledi. Babam, elini uzaktan gelin dercesine salladığında Eyşan'ın tuttuğum elini biraz daha sıkıca kavradım.

Yayla'nın ılıklaşmaya başlayan havası biraz olsun içimdeki gerginliği azaltmaya başlarken Yonca ve Kubilay, el ele önümüze geçip yürümeye devam ettiler. Ferdi amca bizi gördüğünde kollarını iki yana açtı. Sağ dudağımın kenarı çapkınca yana doğru kıvrılırken Yonca'ya sarıldı ama bakışları bende kaldı.

Arkalarında durduğumuzda Yonca'dan ayrılıp Kubilay'a sarıldı. Hâlâ gözleri bende kalmıştı. Ne düşündüğünü çok iyi biliyordum. Yonca'nın ilk teğmenliğinde Barış ile ben komutanıydık. Ondan dolayı ondaki yerimin ne olduğunu çok iyi biliyordum. Kubilay'dan ayrılıp bedenini bana döndürdüğünde kollarına iki yana açtı. Eyşan'ın elini yavaşça bıraktığımda bir adım ona doğru atıp sarılışına karşılık verdim. Sırtımdaki elini sertçe iki kere vurduğunda hafifçe sırtını sıvazladım. Geri çekildiğinde hiçbir şey demeden bakışlarını kaçırdı ve Eyşan'a baktı.

"Hoş geldin kızım." dediğinde Eyşan, gülümseyerek Ferdi amcaya sarıldı. Sarılma merasimi bittiğinde hepimiz eve doluşmuştuk. Annem, Eyşan, Suna teyze, Yonca, Ayda, Alev, Lara ve Cemile tahta divanda otururken Çilingir ve Selçuk masanın yanındaki sandalyelerde oturuyordu. Caner, Barış, Osman, Deniz, Alperen ve Kubilay; yerdeki döşeklerde otururken babam ile Ferdi amca beni ortalarına alıp koltuğa çökmüşlerdi.

Sağ süründürür sol öldürür Bozkurt.

Caner ile bakışlarım kesiştiğinde yüzünde aptal bir şerefsiz gülüşü vardı. Gözlerimi kısıp gülümsediğimde Barış'ı koluyla dürtüp beni gösterdi. Barış, bir bana bir de yanımda oturanlara bakıp gülmemek için dudaklarına bastırdı.

Şerefsizler. Sizi de göreceğiz.

Boğazımı temizleyip Ferdi amcaya baktım.

"Nasılsın Ferdi amca?" diye sorduğumda bakışları bana çevrildi.

"Hayırlı iş olmasa kızımı nasıl görecektim? Allah razı olsun evlat." dedi ve sağ dizimin üzerine iki kere sertçe vurdu.

Amca ne yapıyorsun, amca!

Dizimin yanmasına rağmen gülmeye devam ettiğimde babamın kıkırdamasını işitebiliyordum.

"Hani, hani neredeler?" diye bağırarak içeriye giren Eyüp ile Kubilay ve Deniz'in kahkahasını işittim.

Kubilay "Eyüp, kayınbiraderim nasılsın?" diye seslendiğinde gözlerimi devirip Eyşan'a baktım. Eyşan, gözlerini belertmiş bir şekilde Yonca'ya baktığında Yonca, gözlerini devirip kafasını iki yana sallamıştı. Eyüp, Kubilay'a omzunu silkip Yonca'ya sarıldığında gülerek onlara bakmaya başladım. Eyüp, elini kaldırıp Eyşan'ın dizine hafifçe bıraktı. Eyşan, elini kaldırıp Eyüp'ün küçük elini avuçlarının arasına sakladığında derin bir iç çektim.

Anne olmak ona çok yakışacaktı.

Eyüp, yavaşça Eyşan'ın elinin altından elini çekti ve Yonca'ya sarılmayı bıraktı. Ellerini yumruk yapıp gözlerini ovuşturdu. Küçüklüğünden beri bu huyundan hiç vazgeçmemişti, ne zaman uykusu gelse böyle yapıyordu. Yonca, hafifçe Eyüp'ün gözlerine baktı.

"Ablacım, uykun varsa gel yatalım." dediğinde Eyüp, kafasını salladı ama esneyerek gerindi. İçimden bir ses bana doğru geleceğini söylüyordu. Gözleri beni bulduğunda bir kez daha gözlerini ovuşturdu ve bana doğru adımladı. Hafifçe öne doğru kollarımı uzatıp koltuk altlarından yakalayıp kucağıma çektim. Hızlıca kollarını boynuma sarıp sağ yanağını omzuma yasladı. Gözlerini kapatıp esnediğinde gülümsedim.

"Yaa." diyen Yonca'ya küçük bir bakış attığımda Barış'ın sesini duydum.

"Mete hatırlıyor musun? Görevden gelmiştik de Yonca'ya bile sarılmadan 'Moto oyoyomodom Moto.' diye bağırıp kucağına zorla çıkmıştı."

Gözlerimi kapatıp kafamı salladığımda Yonca ile Barış kendi çaplarında küçük bir gülme krizine kapıldılar. Bakışlarım Eyüp'ün yüzüne çevrildiğinde ne kadar masum göründüğüne baktım. Cennet kokusu dedikleri koku, burnuma yükseldi. Soludukça soluyasım geldi. Bakışlarımı Eyşan'a çevirdiğimde dudaklarımda büyüyen bir gülümseme var oldu.

Hayran hayran bakma kadın, bu adam sana daha çok hayran.

Eyüp, kollarımı sıkıca sararken nefesinin sıcaklığı boynuma vuruyordu. Küçük bedeni huzurla gevşemişti, sanki tüm dünyadan korunuyormuş gibi. Onu biraz daha kendime çekip sırtını sıvazladım. Gözlerim, istemsizce tekrar Eyşan'a kaydı. Gözleri hâlâ üzerimdeydi ama bu sefer yüzünde bir gülümseme belirmişti. Gözlerinde, açıklaması zor bir sıcaklık ve güven vardı.

Barış, hafifçe güldü ve Kubilay'a baktı. "Kubilay şu duygusallığı boz, yoksa ikisi birazdan film müziği eşliğinde bakışmaya başlayacak." diye fısıldadı.

Sanki duymadım kaşık ağızlı.

Eyüp, aniden hafif bir inleme sesiyle kıpırdandı. Minik elleriyle boynuma daha sıkı sarıldı. Barış ve Kubilay'ın şakalaşmalarına aldırmadan, onu daha rahat ettirmek için hafifçe pozisyonumu değiştirdim. Göz kapakları yarı kapalıydı ama hâlâ uyanık gibiydi.

"Moto amca."

Çocuğum, Mete, M-e-t-e.

Moto değil!

"Efendim."

"Beni yatağıma götürür müsün?" diye fısıldadı. Eyüp'ün sesi o kadar yumuşak ve masumdu ki içimde sıcak bir şeyler kıpırdadı. Gözlerimi ona çevirdim ve hafifçe gülümseyerek başımı salladım.

"Tabii ki, küçük bey," dedim alaycı bir nezaketle. Onu kucağımdan kaydırmadan yerimden kalktım. Küçük kolları boynuma daha sıkı sarıldı ve yüzünü omzuma yasladı. Onu taşırken ayak seslerimin bile sessiz olmasına özen gösterdim.

Kubilay arkadan seslendi. "Eyüp, o kadar ağır değilsin ama Mete'nin suratına baksan dağ taşıyor sanırsın."

Arkama dönmeden elimi kaldırıp bir "Beni rahat bırakın" işareti yaptım. Barış'ın kıkırdamasını duyduğumda, içimden bu ikisini susturmak için planlar yapmaya başladım ama o an tek düşündüğüm, Eyüp'ü güvenle yatağına taşımaktı.

Eyüp'ü yatağına yatırırken, küçük bedeninin ağırlığı hissedilmeyecek kadar hafifti ama o an içimde beliren sıcaklık, onu taşırken hissettiğim en değerli yük olduğunu hatırlatıyordu. Odanın loş ışığı, yüzündeki masumiyeti daha da belirginleştiriyordu. Küçük bir çocuk, masum, dünyadan bihaber ve güvenle kollarıma sığınmıştı.

Onu yatağına yatırdığımda, vücudu yorgunluktan gevşemişti ama göz kapaklarının arkasındaki küçük hareketler, hâlâ tam uykuya dalmadığını belli ediyordu. Üzerine nazikçe yorganı örttüm, sanki yanlış bir hareketle o masum huzuru bozacakmışım gibi.

"Moto amca." dedi uykulu bir fısıltıyla.

Bir an durup yüzüne baktım. Dudaklarımda istemsiz bir gülümseme belirdi ama içimde hafif bir hayal kırıklığı da vardı. "Mete. M-e-t-e." diye düzelttim, kaşlarımı çatarken. "Moto değil, tamam mı?"

Eyüp'ün uykulu gülümsemesiyle başını hafifçe sallaması, içimdeki sıcaklığı iyice büyüttü. "Tamam, Moto amca." dedi yine.

Bir iç çekişle gözlerimi devirdim. Küçük parmakları yorganın kenarını sımsıkı kavramıştı, sanki hayatta güvenebileceği tek şey o örtünün altındaki güvenli dünya gibiydi. Alnına yavaşça eğildim ve minik, sıcak tenine hafif bir öpücük kondurdum. "İyi uykular, küçük bey," dedim yumuşak bir sesle.

Arkamı dönüp kapıya doğru yürürken, Eyüp'ten bir fısıltı daha geldi. "Moto amca, seni seviyorum."

Bir an duraksadım. Sözleri öyle yumuşak, öyle saf bir sevgiyle söylenmişti ki, içimde bir düğüm çözüldü. Gözlerimi kapattım, kalbimde büyüyen o sıcak duyguyu içime çekerek soluklandım. Arkamı dönüp, gülümseyerek cevap verdim. "Ben de seni seviyorum, Eyüp."

Kapıyı sessizce kapatırken, içeride kalan küçük, huzurlu bir dünya olduğunu biliyordum. Salona geçip babamla Ferdi amcanın arasına geri yerleştiğimde Ferdi amca omzuyla omzumu dürttü. Gözlerimi ona çevirdiğimde yüzünde babacan bir gülümseme ve gözlerinde tanıdık bir parıltı gördüm.

"Yakıştı," dedi alaycı ama sıcak bir tonla.

İç çekerek gülümsediğimde Suna teyze ve Alev, elindeki çay dolu tepsilerle geldiler. Barış, kalkıp sehpaları herkesin önüne bıraktığında ortamın sıcaklığı huzurla dolmama neden olmuştu. Yaşadığımız her şeye rağmen nefes alabildiğimiz anlardan birini yaşıyorduk.

Ferdi amcanın sesiyle başlayan konuşma odadaki dikkatleri dağıtmıştı. "Evet, yarın ne yapacağız kızım?" diye sorduğunda gözler bir anda Eyşan'a çevrildi. Ben de hem Ferdi amcaya hem de Eyşan'a baktım. Eyşan, hafifçe omuzlarını silkip ellerini havaya kaldırarak bilmiyorum anlamında başını iki yana salladı. O hareketi bir an kalbime dokundu.

Ailesi yanımızda değildi. Elbette ki biz onun ailesiydik ama geçmişin boşluğunu asla dolduramazdık. Gözlerim istemsizce babama kaydı. O da durumu fark etmiş gibi hafifçe iç çekti. Tam o sırada Suna teyze, elini kaldırıp Eyşan'ın sırtını sıvazladı.

"Ohooo, yarın çok işimiz var. Alışveriş yapılacak, elbiseler alınacak. Erkek tarafı kendi işlerini halledecek, biz de burada hazırlık yapacağız," diye söylendiğinde bakışlarım yeniden babama döndü. O, sessizce bana bakıp bir gözünü kapatıp açtı.

Bu hareket, onun dilinde "O iş bende" demekti. Küçük bir gülümsemeyle karşılık verdim. Babamın planlı olduğunu bilirdim, o an da ne gerekiyorsa halledeceğine emindim.

Babam, sonunda ciddi bir ses tonuyla konuştu. "İstemeden sonraki gün kına gecesini burada yapacağız. Düğün ise Şırnak'ta olacak."

Bu sözler, odadaki havayı kısa bir anlığına değiştirdi. Herkes sessizleşti. Gözler bir anda Eyşan'a döndü. Onun heyecanlı bakışlarını gördüm, gözlerinde bir parıltı vardı, sanki her şeyin hayalini kuruyordu. İçimde bir sıcaklık yayıldı. Kendimi tutamayarak sağ gözümü kırptım, bu küçük jestim onu biraz daha neşelendirmişti.

Alev araya girdi. "Ee, peki yarın kiminle alışverişe çıkılıyor? Gelin hanımın yanında kim var?"

Selçuk ve Osman aynı anda ellerini kaldırdılar. Osman, Selçuk'a söz verdiğinde Selçuk'un bakışları Alev'e çevrildi.

"Eyşan, sen, Yonca, Lara, Cemile, Ayda, Osman, Deniz, Alperen, Kubilay ve ben sizinle geleceğiz." dedi ve onaylamak istermişçesine bana baktı. Kafamı sallayıp bende Alev'e baktım.

"Caner, Barış ve Çilingir'de bize eşlik edecekler." diye söylendiğimde bakışlarım nedensizce Caner'i buldu. Yüzüne yerleştirdiği mutluluğu hızlıca kamuflaj edip gözlerindeki parıltıyı bana sunmaya devam etti. Gözlerimi kaçırıp derin bir nefes aldım. On dokuz seneden beri ne çektiğimi görmüştü ve bugün, o çektiklerimin neye dönüştüğünü izlemek ona mutluluk kaynağı olmuştu.

5 Nisan 2022 / Lapazan Yaylası, Trabzon

Mete Mert Çakır, Ağzından

"Mee!"

"Oğlum tutsana kaçacak salak!"

Babamın ve Caner'in bir keçiyi tutamamaları kahkahalarımı da tutmama engel olmuştu. Çilingir ve Barış, gülme krizine girmiş bir şekilde babam ile Caner'in peşinden koşarken kafamı iki yana sallayıp yanımdaki adama baktım.

Gülüşlerimin arasından "Sağ ol amca." deyip pikap araca yüklemeye çalıştıkları keçiyi izledim. Ulan, keçinin ne günahı vardı da bizimkilerin elinde kaldı? Yavaş adımlarla onlara doğru ilerlediğim sıra babam, keçiyi yandaki demire bağlayıp Caner'e döndü. Alt dudağını dişleyip gülmeye başladığında Caner, gözlerini devirip çapkın bir tebessüm etti.

Eyşan, bizimkilerle birlikte elbiselerini almış ve eve geri dönmüşlerdi. Bizde sadece keçi, çiçek, çikolata ve kıyafet vardı. Yüzük ve takılarımız yoktu. Annem, arabanın camını açıp kafasını dışarıya sarkıttı.

"Hadi, hadi daha yüzük bakmaya gideceğiz!" diye çemkirip kafasını geri çektiğinde babam kafasını iki yana sallayıp arabanın kapısına ilerledi. Çilingir ve Barış, pikaba ilerlerken Range Rower'a binip arabayı çalıştırdım. Caner, yanımdaki koltuğa oturduğunda hızlı bir manevra ile yola koyuldum.

Eyşan ile ilk tanıştığımız günlerden bu yana, hayatın onunla ne kadar karmaşık ama bir o kadar da anlamlı hale geldiğini düşündüm. Onunla evleneceğim gerçeği... Bu düşünce göğsüme sıcacık bir ağırlık gibi oturdu. Dudaklarımdaki küçük bir tebessüm olurken direksiyonu biraz sıktım.

Sanki göğsümde bir davulcu var, hızla ritim tutuyordu. Çocukken yayladan aşağı yuvarlanırken hissettiğim o kontrolsüz heyecana benziyordu bu ama aynı zamanda bu heyecan, içime garip bir huzur yayıyordu.

Direksiyonun deri kaplamasını parmaklarımın altında hissederken, o huzur ve çılgın ritim arasında bir denge arıyordum. Kalbim sanki bir maraton koşuyordu ama bu maratonun nereye varacağını biliyordum: Eyşan'a. Onu düşündüğüm her an, bu hızlanmaya alışmak zorundaydım ama bu alışkanlık, her seferinde yeni bir heyecan dalgası yaratıyordu.

Kuyumcunun olduğu alana yaklaştığımızda arabayı park edip emniyet kemerimi çıkarttım. Caner, babam ve annem aynı anda arabadan inerken hızla peşlerinden indim. Aracı kilitleyip kuyumcuya doğru yürüdüğümde babam ile annem bizden önce girdiler.

"Kolay gelsin." dedi babam dükkân sahibine.

Babam, "Söz yüzüğü bakmaya geldik," deyince kuyumcunun yüzünde anlamlı bir gülümseme belirdi. "Tabii, buyurun," dedi adam ve vitrinden birkaç küçük kutu çıkardı.

Tezgâhın üzerine dizilen kutuların kapağı açıldığında, her biri parlayan farklı tasarımlardaki yüzükler ortaya çıktı. Altın, beyaz altın, ince detaylı, taşlı... Gözlerim onların arasında gezinirken annem elini uzatıp birini seçti. "Bu çok zarif," dedi, yüzüğü ışığa doğru kaldırarak. Babam ise kolunu göğsünde bağlayıp eleştirel bir bakışla yüzüğe baktı.

"Zarif ama fazla sade değil mi?" diye mırıldandı. Annem, babama aldırmadan kuyumcuya dönüp başka bir tasarımı göstermesini istedi.

Caner ise yanımda durup hafifçe dirseğiyle beni dürttü. "Hadi oğlum, karar vermek için bekleme," diye alaycı bir şekilde güldü. "Yüzük seçmek bu kadar zor olmamalı, Mete."

O an içimde bir tereddüt belirdi. Bu yüzüğün Eyşan'ın parmağına taktığımda hissettireceği anlamı düşündüm. Bu yüzük, sadece bir metal parçası değildi. Bizim hikâyemizi, bağlılığımızı, belki de gelecek için verdiğimiz sözü temsil edecekti. Bu düşünce, kalbimin yeniden hızlanmasına neden oldu.

Gözlerim kutularda gezindi. En sonunda, kenarında ince taşlarla süslenmiş zarif bir yüzüğü işaret ettim. "Bu olabilir," dedim, sesim bir tık kısık. Annem hemen yüzüğe baktı ve gülümseyerek başını salladı.

"Bence bu çok güzel. Sen ne düşünüyorsun Caner?" dedi.

"Yengem bunu beğenir," dedi Caner, hafif bir sırıtışla. "Ama yüzükle birlikte bir mektup da yazar mısın? Hani, duygusal anlar için."

Gözlerimi ona devirdim. "Sana fikir danışanda kabahat Caner."

Yüzüğü seçtikten sonra annem hemen kuyumcuya döndü. "Şimdi altınlara bakalım," dedi kararlı bir sesle. Babam, "Fazla abartmayalım," diye itiraz etmeye kalkışsa da annemin bakışıyla sustu. Caner ise başını geriye atıp kısık bir kahkaha attı.

"Oğluna bilezikler lazım baba, cimrilik yapma şimdi," dedi Caner, babamın omzuna hafifçe vurarak. Babam derin bir iç çekip vitrindeki altınlara doğru ilerlerken kuyumcu, camın altından birkaç bilezik setini çıkardı.

"Bunlar son model," dedi kuyumcu, bilezikleri tezgâhın üzerine dizerken. İnce işçilikle işlenmiş setler, ışık altında parıl parıl parlıyordu. Annem bir tanesini eline aldı ve dikkatlice incelemeye başladı.

"Bu fazla ince," dedi, ardından diğerine geçti. "Bu daha iyi gibi."

Babam, annemin elindeki bileziğe baktı. "Kaç gram bu?" diye sordu kuyumcuya.

"Yirmi beş gram, beyefendi. Çok zarif bir modeldir."

Babam istemsizce kaşlarını kaldırdı. "Ağır değil mi?"

Caner hemen araya girdi. "Baba, ağır olacak ki gösterişli olsun."

Kuyumcu başka bir bilezik seti daha çıkardı. "Bu biraz daha hafif ama işçiliği aynı derecede şık." Annem, hafif olanı bir süre elinde tarttı ve sonunda başını salladı. "Bu olabilir," dedi.

Sadece bilezikle kalmadık. Annem, kolye ve küpe setlerine de göz atarken Caner usulca yanıma yaklaştı. "Altın almayı da tamamlayalım, ondan sonra dönelim. Burada daha çok oyalanırsak, yengem kızmaya başlayacak. Kızlarla grupta terör estiriyorlar."

İçimden hafif bir gülümseme geçti. Eyşan'ın, bizim ne kadar uğraştığımızı bilseydi, herhalde o da gülmekten kendini alamazdı. Kuyumcu, seçilen takıları özenle kutulara yerleştirirken, annem hâlâ başka bir şeylere bakıyor gibiydi.

"Anne, yeter artık. Bir çuval altınla mı gideceğiz?" dedim, gözlerimi devirerek.

"Bu işler öyle aceleye gelmez oğlum. Yağmur'uma benim sözüm var." dedi, bana ters ters bakarak. O an sustum. Bir süre boyunca seçtiklerini paket yaptırdıklarında derin bir nefes aldım.

Caner'in "O halde artık sıra bende," dediğini duyduğumda kaşlarımı hafifçe kaldırarak ona döndüm. Ellerini ceplerine sokmuş, vitrindeki takılara odaklanmıştı. Gözlerinde tanıdık bir ciddiyet vardı. Genelde neşeli ve alaycı bir tavır sergilerdi ama bu an farklıydı.

"Hayırdır Caner, ne seçiyorsun?" dedim, onu dikkatle izlerken.

Bakışlarını bana çevirmeden, "Bize de lazım olur," diye mırıldandı.

"Bize mi?" Anlamamış gibi başımı eğdim ama içten içe ne demek istediğini tahmin ediyordum. Yine de onun bu durumu kendi ağzından itiraf etmesini izlemek eğlenceli olacaktı.

Caner hafifçe gülümsedi ve sonunda bana baktı. "Aptala yatma. Sen Eyşan'a yüzük bakarken ben Lara'ya boş boş mu bakacağım?"

Bu itiraf hem şaşırtıcıydı hem de beklediğimden daha doğaldı. Dudaklarım istemsizce yukarı kıvrıldı. "Demek öyle. Lara'yla ciddi düşünüyorsun, ha?"

Omuzlarını silkerek, "Düşünmesem niye buradayım?" dedi ama bu sırada kulaklarındaki hafif pembeleşmeyi fark ettim.

"Peki, ne almayı düşünüyorsun?" dedim, kollarımı göğsümde birleştirerek.

Caner ellerini ceplerinden çıkardı ve kuyumcuya döndü. "Bir kolye olabilir. Onun tarzına uygun bir şey bulabilirsek."

Annem, Caner'in sözlerini duyunca hemen kuyumcuya yaklaştı. "Lara için mi bir şey bakıyorsun? Söylesene oğlum!" dedi heyecanla.

Caner kızaran kulağını kaşıyarak, "Anne, sakin ol. Daha seçmedik," dedi ama annemin yüzündeki ışıltıyı görünce kaçamayacağını anladı.

Kuyumcu, nazik bir şekilde vitrindeki kolye ve bileklikleri çıkarmaya başladı. Annem ise her birini Caner'in eline tutuşturarak, "Bu sade ve şık. Yok yok, bu daha güzel!" diye yorumlar yapıyordu.

Ben bir köşeye çekilip Caner'in bu durumdan nasıl kurtulacağını izlemeye koyuldum. Yüzünde hafif bir çaresizlik vardı ama aynı zamanda gözlerindeki o belli belirsiz heyecan, Lara için doğru olanı bulmaya çalıştığını gösteriyordu.

Sonunda, ince zincirli ve ucunda Lapis Lazuli, diğer ismiyle laciverttaşı bulunan bir kolyeyi seçti. "Bu, onun tarzı," dedi, kolyeyi elinde tutarak. Gözleri bir an için dalgınlaştı.

"Güzel seçim." dedim sessizce.

Caner başını salladı. "Biliyorum."

O an, Caner'in Lara'ya karşı hissettiği şeyin ne kadar derin olduğunu daha iyi anladım. Bu yalnızca bir kolye değildi; belki de onun için bir başlangıcın işaretiydi.

5 Nisan 2022 / Lapazan Yaylası, Trabzon

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

Mete, benim kalbimin en sığ köşesinden kopup gelmiş bir aşkın varlığıydı. İntikam için yemin etmiş bir kadın, bugün sevdiği adamla bir yolun başlangıcına adım atacaktı. Bugüne kadar onlarca kez ölümle burun buruna geldim. Gözlerimin içine bakan düşmanların nefretini hissettim. Yoldaşlarımı toprağa verirken, ellerimi yumruk yapıp gücümü içime çektim. Ama bugün... Bugün neden ellerim titriyordu?

Bu düşüncelerle oturduğum koltuktan kalktım ve aynanın karşısına geçtim. Kendimi dikkatlice süzdüm. Üzerimde bir üniforma yoktu, normal bir kıyafet yoktu. Bebek mavisi, üzeri yer yer nazik taşlarla kaplı, omuzlarımdan dirseklerime kadar uzanan bombeli kolu ilk defa bana farklı gelmişti. Bu zamana kadar aynanın karşısına birçok kişilikte çıkmıştım ama bu sefer ki farklıydı.

Sevdaya tutulmuş bir kadındım.

"Güzel olmuş mu?" diye sordum, odanın köşesindeki Yonca'ya.

O, beni baştan aşağı süzüp kocaman gülümsedi. "Eyşan yüzbaşım, neredeyse tanıyamadım. Şaka, şaka. Mete abi bu halini görse, bence seni hemen kaçırır."

Kaşlarımı çattım ama Yonca'nın samimi gülüşü içimdeki ağırlığı bir nebze hafifletti. Yine de bunu ona belli etmedim. Sanki gözümün önünde iki dünya birden çatışıyordu. Bir yanda asker Asena Eyşan Boduroğlu, kararlı, sert ve duygularını kontrol eden. Diğer yanda, içimdeki Eyşan... Daha savunmasız, daha yumuşak. Bugün ikinci tarafın kazandığını hissettim ve bundan pek de memnun olmadım.

Yonca yanıma yaklaşıp saçlarımı düzeltti. "Endişelisin, değil mi?" dedi alçak bir sesle.

Başımı salladım. "Saçma ama evet. Sanki bu kadar şey yaşadıktan sonra bu durumun beni bu kadar etkilemesi mantıksız."

"Bu mantıksız değil," dedi Yonca. "Belki de savaştığın düşmanlardan daha güçlü bir şeyle yüzleşiyorsun: kendinle."

Bu cümle, içimde yankılandı. Haklıydı. Burada, yaylanın ortasında, kendi savunma mekanizmalarımı bir kenara bırakıp bir insanın hayatına ortak olma düşüncesiyle yüzleşiyordum.

Kapıdan gelen tıklama sesiyle irkildim. Kapı açıldığında Alev, kafasını uzattı ve aralı dudaklarıyla beni baştan aşağıya süzdü.

"Oha." deyip kapıyı biraz daha aralayıp içeriye girdi. Gözlerindeki yeşil harelerde büyük bir şaşkınlık vardı. Bir an, hiç konuşmadan birbirimize bakmak gibi garip bir sessiz anlaşma oldu ama sonunda, gülümseyerek bir adım daha attı ve başını hafifçe eğdi.

"Eyşan, çok güzel olmuşsun." dedi, sesindeki hoş tını kalbimin hızlanmasına neden oldu. Bir an, ne diyeceğimi bilemedim.

"Kendimi değişik hissettim yahu." deyip güldüğümde Alev'in arkasından Lara, Ayda ve Cemile göründü. Lara, dudaklarındaki ıslıkla üzerimi süzerken gülerek kafamı iki yana salladım.

"Mete bayılmasın?" diye sorduğunda omuzlarımı kaldırıp indirdim. Göğüs kafesimi patlatıp çıkacak kalbim, onu değil beni bayıltmak için adeta çırpınıyordu.

"Çap çap, kendinize gelin amına koyayım." diyen Alev ile derin bir nefes verip dik durmaya çalıştım. Küfür ettiğine göre, o da heyecanlanmıştı. Ellerimi birbirine sürtüp parmağımdaki yüzüğü düzelttim.

"Kızlar, gelebilir miyiz?"

Osman'ın sesiyle derin bir nefes aldım.

"Gelin." diye seslendim ama sesim içime kaçmış gibi çıktı. Boğazımı temizledim.

"Gelin!" diye tekrar ettiğimde Osman, içeriye girdi. Üzerinde beyaz gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Bakışları üzerimde gezinip hızla bana döndü ve dudaklarına büyük bir tebessüm yerleştirdi.

"Kamuflaj giymemişsin?" deyip güldüğünde Deniz, Kubilay ve Selçuk'ta içeriye girdi. Deniz ve Kubilay, şaşkınlıkla açılan ağızlarını hızla kapatırken Selçuk, ellerini havaya kaldırdı.

"Kız kardeşimin güzelliği halis mi?"

Cümlesi utanmama sebep olurken gülerek kafamı iki yana salladım.

Selçuk, gülerek "Her neyse, biraz daha heyecanlanırsan kalp ritminden bayılacaksın." dedi ve cebindeki kırmızı, küçük bir kuşağı Osman'a uzatıp sağ kolunu gösterdi.

"Tak bakalım, kız kardeşimin sağdıcı olduğum belli olsun." dediğinde Osman, gözlerini devirdi ve kuşağı alıp Selçuk'un sağ dirseğinin biraz üstüne bağladı. Hepsinin üzerinde beyaz gömlek ve pantolon vardı. Arkalarında beliren Suna teyze ile hepimiz ona döndüm.

"Çocuklar, gelmek üzerelermiş. Haydi dışarıya çıkalım."

Kalbimin ritmi daha da artarken derin bir nefes verip sağ elimi kalbimin üzerine yasladım. Gözlerim bir süre Suna teyzeye odaklandı. Onun sakin tavrı, her şeyin düzeleceğini ima ediyordu ama hâlâ kalbimdeki sıkışıklık geçmemişti. Birkaç kez derin bir nefes aldım ama kalbim sanki her nefeste biraz daha hızlı çarpıyordu.

Osman, Selçuk'un kuşağını bağlamayı bitirip gülerek bana döndü. "Sadece heyecan yapma," dedi, bakışlarında bir şaka vardı. "Sana yakışıyor ama dikkat et, bayılma sakın."

Sakince başımı salladım ama gözlerim bir an daha hızlıca döndü. Sadece bu kadar mıydı? Her şey hâlâ aklımda çalkalanıyordu. Sonra, Alev'in gülüşü kulaklarımda yankılandı.

"Hadi, haydiiii!" Alev, koluma girip hafifçe sarstığında içimdeki heyecanı bir nebze atmaya çalıştım. Hep birlikte evin önüne çıktığımızda temiz havadan dolu dolu ciğerlerime çektim. Selçuk, yanıma gelip sağımda durduğunda gözlerimi ona çevirdim. Gülümseyerek sol gözünü kırptığında solumda Ferdi amca ve Suna teyze belirdi.

Uzaklardan bize doğru yaklaşan, altı arabayı gördüğümde kaşlarım şaşkınlıkla yukarıya doğru kıvrıldı. En öndeki üç arabadan dışarı çıkmış kol vardı. Elinde tuttuğu kırmızı fişek, havaya büyük bir sis bulutu bırakıyordu. Davul sesleri kulağıma yükseldiğinde titrek bir nefes aldım. Korna sesleri davul seslerine karıştığında altı arabada arka arkaya sıralanıp önümüzde durdular.

"Keçi mi o?"

Osman'ın sorusuyla Ferdi amcanın güldüğünü işittim. En öndeki arabadan Çilingir indiğinde onunda sağ kolunda Selçuk'un taktığı gibi bir kırmızı kuşak vardı. Arkasındaki arabadan hemen Barış indi. Onun arkasındaki araçtan daha önce hiç görmediğim bir adam inerken bakışlarım hemen arkasındaki araca takıldı. Arabanın kapıları aynı anda açıldığında Caner, alaylı bir gülüş atıp arka kapıya uzandı. Kapıyı açtığında Hümeyra annem, arabadan inip beni alacaklı gözüyle süzüp gülümsedi.

Alacaklar zaten salak!

Sussana sen.

Bakışlarım sola doğru kaydığında Mete'yi gördüm. Kalbimin ritmi, artık bedenimi delicesine çarpıyordu. Üzerinde; gömleği de dahil olmak üzere simsiyah bir takım vardı. Ceketinin cebindeki köşeden, yakasına doğru uzanan bir zincir vardı. Uçlarındaki bağlı broşların tam olarak ne olduğunu görememiştim.

Bakışlarım yüzüne yükseldiğinde kaşları hafifçe yükselmiş, dudaklarında çarpık bir gülümseme ile üzerimi süzdüğünü gördüm. Gözlerimiz birbirine çekildiğinde bir anlığına bakışlarının bir şimşek misali çaktığını fark ettim. Tek kaşı alayla yukarıya yükselip olması gereken yerde durdu.

Barış, elinde beliren çiçek ve çikolatayı Mete'ye verdiğinde Mete, Caner, Alparslan babam ve Hümeyra annem bize doğru ilerlemeye başladı. Attıkları her adımda yutkunmaya çalıştım.

Öleceğim heyecandan!!!!

Sus, n'olur sus.

Mete, elindeki çiçekleri bana uzattığında gürültülü bir nefes aldığını fark ettim. Elindeki çikolatayı gülerek Selçuk'a verdi. Hâlâ elindeki çiçeği bana doğru uzatırken bakışları gözlerime çevrildi.

"Çiçeği almayacak mısın?" diye sorup dişlerini gösterircesine sırıttı.

Gözlerimi kırpıştırdım. "Ha." deyip ellerimi uzattım ve çiçeği kucağıma aldım. Kocaman bir bukette yasemin çiçekleri vardı.

Sandık bulamışlar gibi... Kocaman buketle çiçek getirmiş zalımın oğlu.

He ya.

Alev'i bulup çiçeği işaret ettiğimde hızla geldi ve elimdeki çiçeği aldı. Ferdi amca ile Alparslan babam tokalaşırken, Hümeyra annemde Suna teyze ile tokalaşıyordu. Çilingir, yanımıza gelip elini Selçuk'a uzattı.

"Merhabalar efendim, ben damadın badisiyim."

Selçuk, hızla elini uzattı.

"Merhabalar efendim, bende gelinin abisiyim."

Tokalaşıp gülüştüklerinde Ferdi amca çenesiyle bize evi işaret etti. Hep birlikte içeriye geçtiğimizde Yonca, beni çekiştirerek mutfağa doğru sürükledi. Cemile ve Yonca, kahveleri hazırlamaya başladıklarında ben malca ayakta bekliyordum. Alev, yanıma gelip hafifçe sarstı.

"Kızım kendine gel, lütfen Eyşan." dedi, gülerek.

Ellerimi teslim olurcasına havaya kaldırıp derin bir nefes verdim. Ellerimi birbirine sürtüp Yonca'ya doğru ilerledim.

"Evet, ne yapıyorum?" diye sorduğumda kafasını iki yana salladı.

"Biz diğerlerinin kahvesini veririz, sen sadece babama, anneme, Alparslan albaya ve Hümeyra teyzeye kahveleri dağıtacaksın. En sonda Mete'ye vereceksin." dedi.

Biz Mete'ye çoktan verdik ki? Hatta çocuklarımız olacak...

Lan sus!

Kafamı sallayıp bir şey demeden kahveleri hazırlamasını bekledim. Yonca, kahveleri bardaklara bol köpüklü bir şekilde ayarladığında Alev, hızla tezgâha atladı.

"Tuz, koydun mu?" dedi ve Yonca'ya baktı. Yonca, korkuyla Alev'e baktı.

"Hayır, Mete abim gebertir beni."

Alev, gözlerini devirip tuza uzandığında hızla elini tuttum.

"Hayır, bunu istemiyorum. Ağzının tadı bozulmasın." dediğimde burnundan bir nefes verip aldığı tuzu geri yerine koydu. Tepsiyi sıkıca tutup derin bir nefes aldım ve salona doğru yürüdüm. Kubilay'ın kucağındaki Eyüp'e küçük bir bakış atıp Hümeyra anneye doğru ilerledim. Hafifçe dizlerimi kırıp tepsideki kahveyi almasını bekledim. Yüzündeki tebessümle hayran olmuşçasına bana bakıyordu.

"Pek güzel, maşallah." dedi ve kahvesini aldı. Ağzım kulaklarımda bir şekilde cevap veremeden Alparslan babaya döndüm. Kahvesini alıp "Maşallah." dediğinde Suna teyzeye ve Ferdi amcaya kahvelerini uzattım. İkisi de aynı anda kahvelerini aldıklarında bakışlarımı Mete'ye çevirdim.

Mavi gözleri, bana 'Tuttum seni, gel bana.' dermişçesine hafifçe irileşti. Mavilerini gizleyen bir siyahlık bürüdü. Dudaklarındaki küçük tebessüm, sanki orada hep varmışçasına asılı kaldı. Önünde durup kahveyi uzattığımda bakışlarını benden çekmeden kahvesine uzandı.

Sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla, "İçimi titrettin be hatun." diye fısıldayıp kahvesini aldığında yutkunup geri çekildim. Alev uzanıp elimdeki tepsiyi aldığında yavaşça Mete'nin yanındaki sandalyeye oturdum. Mete, önümüze koyulan sehpaya bakmadan kahvesini yudumladı. İki büyük yudumda sıcak kahveyi bitirdiğinde boş fincanı sehpanın üzerine bırakıp elini ceketinin iç cebine soktu.

Elini ceketinin cebinden çıkarttığında parmaklarının ucunda yasemin çiçeği tutuyordu. Hafifçe sağ elini kaldırıp yasemin çiçeğini sol kulağımın üzerine sıkıştırıp gözlerini kapatıp açtı.

Sen, yasemin çiçeklerinin olduğu her yerdesin Yağmur'um.

Zihnimde çınlayan babamın sesiyle dudaklarımda büyük bir gülümseme oldu. Babam, zihnimde annem ise her yerdeydi. Gözlerimi kırpıştırarak Hümeyra anneye baktığımda dudaklarındaki gülümsemeyle kafasını sağa doğru eğdi. Dudaklarını araladı ve kıpırdatarak 'Yağmur'umun yavrusu' dedi. Dudaklarımı kapatarak gülümsemeye devam ederken Ferdi amca boğazını temizledi ve Alparslan babama baktı.

"Ee Alparslan Bey, nasılsınız?" diye sorduğunda ellerimi uyluklarımın üzerine koydum. Terleyen avuç içlerimi hafifçe bastırıp sürttüm. Alparslan babam, elindeki fincanı sehpanın üzerine koyup Ferdi amcaya baktı.

"İyiyiz çok şükür diyelim, bu günleri de gördük. Siz nasılsınız?" diye bir cevap verdiğinde Caner'in kıkırdamasını duydum. Hepimizin bakışları Caner'e kaydığında kulaklarının kızardığını gördüm. Ellerini havaya kaldırıp salladı.

"Pardon, siz devam edin." deyip bize doğru baktı. Bakışları Mete'de kalırken alaylı bir şekilde tebessüm etmeye devam etti. Mete'ye baktığımda gözleri gözlerimdeydi. Caner için, 'Salak bu çocuk ya' dercesine bakıyordu.

"Bizde iyiyiz hamdolsun. Sebebi ziyaretiniz nedir?" diye sorduğunda Ferdi amcaya baktım.

Dalga mı geçiyorsun?

İç sesim ilk defa haklıydı.

Alparslan babam, ellerini dizlerinin üzerine koyup Mete'ye baktı ve sağ eliyle Mete'yi gösterdi.

"Benim oğlum; aynı sofrada yemek yediğim, aynı kıyafeti paylaştığım, kardeşim saydığım, birlikte sırt sırta verip çarpıştığım, benim için canını, onun için canımı verebileceğim adamın kızına âşık oldu." dedi ve bakışlarını Ferdi amcaya çevirdi.

"Sebebi ziyaretim." dedi ve durdu. Havadaki elini sağ dizinin üzerine koyup yutkundu. "Ethem ve Yağmur'un yavrusunu, sizden oğluma istemeye geldim."

Kulağımın arkasındaki yasemin çiçeği burnuma öyle bir koktu ki dokunsalar ağlayacak hale geldim. Gözlerim doldu, bir sağımdan bir solumdan yaş aktı. Çenemde duraksayan yaşlar, Mete'nin avcuna sürülerek alındı. Ben ise sadece Ferdi amcaya bakıyordum.

Onların yokluğu, içimde her geçen gün daha derin bir boşluk bırakmıştı ama işte burada, bu anın içinde, her şeyin en derin acısıyla karşılaştım. Ne kadar zaman geçti ne kadar kalbimde onları yaşatmaya çalıştım ama her hatırladığımda, acısı hep taze kalıyordu. Şimdi, burada, o anı yeniden yaşamak zorundaydım.

Ferdi amca, gözlerinde bir anlık donmuş bir ifadeyle bakarken, dudaklarını ısırıp, içindeki acıyı bir anlık susturdu ama bir saniye sonra, yutkunarak derin bir nefes aldı. Gözleri, ne söyleyeceğini bekleyen bir sessizlikle doluydu. Her şeyin farkındaydı; söylenen her kelimenin, her hareketin ne kadar ağır olduğunu ama yine de gözlerinden bir güven belirip, sonunda başını hafifçe salladı.

"Kız çocuklarının ruhları, babalarının kalplerine bağlı olur. Hiçbir güç ve kuvvet o bağı oradan çekip çıkartamaz. Bir annenin kızına olan sevgisi ise kızından akan göz yaşı gibidir. En zor anda bile gözündeki pınardan bir gün süzüleceğini bile bile sever. Kız çocukları, bir ailenin yapı taşıdır. Yuvayı tıpkı dişi kuşun yaptığı gibi."

İçime dolan cümlelerle, dudaklarımda büyük bir tebessüm inşa ettim.

Kızım; canımın içi, bir tanem. Biz senin yanındayız.

Babamın cümlesi yeniden kulaklarıma ulaştığında Ferdi amcanın bakışları beni buldu. Dudaklarımdaki sıcak tebessüm ile kafamı eğip kaldırdığımda onunda dudaklarında büyük bir gülümseme oldu.

"Senin gönlün var mıdır kızım?"

Senin gönlün var mıdır kızım?

Dudaklarımı yalayıp dişlerimi gösterircesine gülümsedim.

"Var baba."

Alev'in kalkıp salondan çıkarken benim bakışlarım Ferdi amcada takılı kalmıştı. Boğazını temizleyip kafasını sağa doğru çevirdi ve sağ elini yanağına götürdü. Bir kez öksürdü ve yeniden Alparslan babama döndü.

"Kızımın rızası varsa bize de hayırlı olsun demek düşer." dediğinde Mete'nin ayağa kalktığını fark ettim. Elini bana uzattığında hızla elini tutup ayağa kalktım. Gözlerimiz birbirine kenetlendiğinde mavilerinin etrafını sarmış kırmızı çizgiler oldum. Gözlerini kapatıp açtığında ruhumu ferahlatan bir gülümseme bahşetti. Ona bakarak gülümsediğimde Alev, elindeki tepsiyle bize doğru yaklaştı.

Gözleri kızarmıştı, çiçeğimin.

Gülerek bana baktığında sağ gözümü kırptım.

"Ee yüzükleri kim takacak?" diye sorduğunda Ferdi amca, hızla Selçuk'a baktım. Selçuk, boğazını temizleyip bize doğru yaklaştı ve Mete'yi kalçasıyla ittirdi. İstem dışı kahkaha attığımda Mete ve Selçuk birbirlerine gülerek bakıyorlardı. Selçuk, Alev'in tuttuğu tepsideki yüzükleri alıp büyük olanı Mete'nin sağ yüzük parmağına, diğerini de benim yüzük parmağımdaki yüzüğün üzerine taktı.

Derin bir nefes alarak Mete'ye baktığında Mete, ilk defa saklamadığı hayran bakışlarıyla Selçuk'un gözlerine bakıyordu. Selçuk, elini omzuna koydu ve hafifçe eğildi.

"Ben sana bu zamana kadar koruyup kolladığım kız kardeşimi emanet ediyorum. Yolunuz bir, canınız ortak olsun." dedi ve doğrulup bana baktı. Gözlerindeki hayranlık gözlerime sızdı. Selçuk'un gözleri, sadece bir abinin değil, bir koruyucunun bakışlarıydı. Yüreğimi ferahlattı. Elini havaya kaldırıp saçlarımı okşadı.

"Ben seni; ne olursa olsun koruyup kollayacak, seni göz bebeğiymiş gibi seven Mete Mert Çakır'a emanet ediyorum. Yolunuz bir, canınız ortak olsun." dedi ve tepsideki makası aldı. Yüzüklerimize bağlı kırmızı kuşak, yıllar önce, ben daha annemin karnındayken birbirimize bağlanmış o ipin şimdi ki simgesiydi.

"A aaa Mete, makas kesmiyor." deyip piç gülüşüyle Mete'ye baktı.

Kalbime devrilen mutluluğun kahkahası dudaklarımdan dökülürken Mete'ye baktım. Mete'de kahkaha atarak bana baktığında aynı anda kafamızı iki yana salladık. Mete, gözlerini kısıp sol elini cebine sokup bir tutam parayla çıkarttığında tepsinin içine bıraktı.

Selçuk, gülerek makası kuşağın ortasına getirdi ve kesti. Aşağıya süzülen kuşaklar, parmaklarımızdaki yüzüklerde kalırken bakışlarımı Mete'ye çevirdim. Ellerini havaya kaldırıp ellerini yanaklarıma koydu.

"Hayatımın en büyük döngüsü, ruhuma yeniden hoş geldin." deyip dudaklarını alnıma bastırdığında gözlerimi kapattım. Üzerimize vuran flaşla Mete'nin burnu burnuma çarptı. Gözlerimi açıp ona baktığımda gözlerini açıp gözlerimin içine baktı. Yavaşça benden ayrılıp Ferdi amcaya ilerlediğinde Alparslan babama doğru ilerledim. Uzattığı elini öpüp alnımı dokundurdum. Hümeyra annemin elini öpüp alnıma dokundurdum. Kollarını iki yana açıp sarıldığında sarılışına karşılık verdim.

Kalbimizin en kırık noktalarını hissettim. Birbirine çarpan gövdemiz aslında neler yaşadığımızın ve içimizden neleri geçirdiğimiz anlamını taşıyordu. Yavaşça geri ayrıldığımızda Suna teyzenin elini öpüp alnıma dokundurdum. Sarıldığımızda bir annenin şefkati gibi kucakladı içimi. Aynı sıkılıkta onu kucaklayıp ayrıldığımda Ferdi amcayla göz göze geldim.

Elini hafifçe havaya kaldırdığında elini tutup dudaklarımı bastırdım ve ardından alnıma dokundurdum. Bakışları bir babamın sıcaklığı gibi sardı ruhumu. Havadaki eli saçlarımın üzerinde gezindi.

Bana, babamın dokunuşu gibi dokundu.

"Hayırlı olsun kızım."

Hayırlı olsun kızım.

"Teşekkür ederim baba." dediğimde parmakları ne ara aktığını bilmediğim göz yaşlarımı sildi. Saçlarıma bastırıp beni göğsüne yasladığında ellerimi beline sarıp gözlerimi yumdum.

Kızım, hayattaki en güzel varlığım. Biz her daim kulağının arkasındaki o yasemin çiçeğindeyiz. Rüyalarının bir köşesindeyiz. Artık, mutlu olma zamanı Eyşan.

Gözlerimi açıp yavaşça Ferdi amcadan ayrıldığımda Osman'ın bana bakışlarını fark ettim. Yeşil gözlerinde annemi gördüm. Hızlıca kollarımı açıp Osman'a sarıldığımda beni hiç beklemeden bana sarıldı. Sırtını sıvazlayıp geri çekildiğimde Deniz ve Kubilay aynı anda bana sarıldı.

Kardeşlerim, biriciklerim.

Geriye çekildiklerinde bakışlarım Caner ile kesişti. Ellerini ceplerine sokup dudaklarındaki buruk bir tebessümle kafasını eğip kaldırdı. Belime sarılan ellerle Lara, Cemile, Ayda ve Alev olduğunu fark ettim. Kollarımı havaya kaldırıp onların sarılışına karşılık verdiğimde bakışlarım Çilingir ve yanında duran kişiye çevrildi. Kafalarını aynı anda eğip kaldırdıklarında aslında ikisinin de o an birbirlerine benzediklerini fark ettim.

"Hadi ama kızlar, nişanlımı bırakın da azcık bende seveyim."

Mete'nin sesiyle gülerek ayrıldığımızda eli elime kenetlendi ve hafifçe kulağıma doğru eğildi.

"Sigara içmek ister misin? Hem de seninle tanıştırmak istediğim birisi var." dedi ve doğruldu. Kafamı salladığımda elimi sıkıca tuttu ve kapıya doğru yürüdü. Onunla yürürken Çilingir'e çenesiyle kapıyı işaret etti. Önde biz, arkamızda onlar yürürken kapının önüne çıktık. Mete, cebindeki sigara paketini çıkarttığında bir dalı hızla bana uzattı. Ardından üç dal çıkartıp yanındaki Çilingir'e ve Çilingir'e benzeyen adama verdi. Kendine kalan dalı dudaklarının arasına alıp yaktığında hızla elindeki zippoyu dudaklarımdaki sigaraya yaklaştırdı.

Kendi sigarasını da yaktığı zippoya yaklaştırdığında sigaradan aynı anda nefes çektik. Dudaklarımızdan çektiğimizde Çilingir ve yanındaki adamda kendi sigaralarını yaktılar. Mete, zipposunu cebine koyup eliyle Çilingir'in yanındaki adamı gösterdi.

"Bora'nın abisi, Bünyamin Boraç Arınlı." dediğinde adını öğrendiğim adam kafasını hafifçe eğip kaldırdı.

"Memnun oldum yenge."

Gülümseyerek aynı şekilde kafa selamı verip Mete'ye baktım. Gözlerindeki parıltıyla beni izleyip derin bir iç çekti ve gözlerini uzağa dikip sigarasından bir fırt çekti. Dalı dudaklarından ayırdığında dudaklarından dumanlar sızmaya başladı.

"Kendisi bir zamanlar benim timimdeydi. Yollarımız ayrıldığında farklı bir timin komutanı oldu. Timi ile yollarını ayırmak zorunda kalmış, eğer gerekli izinleri alabilirsem onu da bizim time davet etmek istiyorum?" sorarcasına kurduğu cümleyle Çilingir'e baktım.

"Sizde kavuşun bari." deyip güldüğümde gülerek abisine baktı. Bakışlarımı Mete'ye çevirdiğimde dudaklarına sigarayı götürüp derin bir nefes çekti ve burnundan bıraktı. Gözlerimde dolanan gözleri kaşlarıma yükseldi ve ardından elmacık kemiklerimde dolanıp dudaklarımda duraksadı. Dudaklarında büyük bir gülümseme var olurken yeniden başlangıç noktasına geri döndü.

Yanımızdaki Çilingir'in ve abisinin bir an için ayrıldıklarını fark ettiğimde gözleri yeniden dudaklarıma indi. Kafasını iki yana sallayıp yutkundu, dudağını yaladı. O an her şey, sanki zamanı durduran bir anın içine girmişti. Dudaklarımdaki bakışları koyulaşırken, sigarayı dudaklarına götürdü ve yanaklarını içe göçürecek bir nefes çekti. Dudaklarını aralayarak, burnuna doğru dumanı çektiğinde, bu kadar basit bir hareketin bile neden bu kadar derin bir anlam taşıdığını sorgulamaya başladım. Bir içsel çekişim vardı. Hem uzaklaşmak hem de ona yaklaşmak istiyordum.

İçinde döndürdüğü nefesi hafifçe yüzüme üflediğinde ılık buhar gözlerimin titreyerek kapanmasına neden oldu. Aramızda kelimelerden daha güçlü bir bağ vardı, sessiz bir iletişim, her bir hareketle daha da yakınlaşıyorduk. Burnumda hissettiğim dudakları ile ciğerlerimi dağlayan o titrek nefesi dudaklarımdan yavaşça bıraktım. Nefesim, onun bıraktığı dumanla birleşip havada kayboldu. Sanki zaman, sadece ikimizin olduğu bir dünya için durmuş gibiydi.

"Sen. Sen bana ne yaptın?" diye sitemle fısıldadığında gözlerimi açıp gözlerine baktım. Mavilerini küçülten o siyah obruğun içine tutundum. "Ciğerlerimi saran bir duman oldun, sardın bütün ruhumu. Sen, içime nasıl sızdın be kadın?" diye yeniden fısıldadığında içli bir nefes çekip dudaklarımın arasından bıraktım. Kafasını iki yana sallayıp yutkunduğunda dudaklarını yeniden yaladı.

Bir süre, gözlerimiz birbirine kenetlenmiş şekilde, zamanın nasıl geçtiğini unuttuk. Aramızdaki sessizlik, bir anlamda her şeyin söylemekten öte, yalnızca hislerle ifade edilmesi gerektiğini anlatıyordu. Her nefes alışımda, onun varlığını daha fazla hissediyor, her bakışında, bir parçanın daha yerine oturduğunu duyuyordum.

Mete, dudaklarını hafifçe aralayarak, 'Bunu hissettin mi?' diye fısıldadı. Sesi, bir an için bana bir sıcaklık gibi geldi. O kadar yakın ve derindi ki, bu soruya sadece bir 'evet' ile karşılık vermek yetmedi. İçimdeki ses, 'Bunu hissetmek, bir ömre bedel' diyordu.

Dudaklarımın arasından zorla çıkardığım sesimle, 'Evet, hissediyorum,' dedim. Kelimelerim, sadece bir yansıma gibiydi, çünkü o anın içindeki hisleri ifade etmek için doğru sözcükler yoktu.

Mete, elleriyle yavaşça yüzümü kavradı ve parmakları cildimde dolaşırken, sanki beni daha derinden keşfetmek istiyormuş gibiydi. O kadar ince, o kadar nazik bir dokunuştu ki, bu dokunuşun bir anlam taşıdığını biliyordum. Ellerinin bana dokunurken hissettirdiği sıcaklık, ruhumu sarmalıyordu.

Bir adım daha yaklaştığında, nefesini boynumda hissettim. O an, aramızda hiçbir mesafe kalmamış gibiydi. Ellerim istemsizce onun göğsüne yerleşti, kalp atışlarını hissederek. O kadar yakındık ki, bir adım daha atmaya gerek kalmadı.

"Ben sana aşığım Eyşan."

Bu cümle, yüreğime saplanmış bir ok gibi hissettirdi. Herkesin ve her şeyin dışında, sadece o an varmış gibiydi. O kadar derin, o kadar samimi ve gerçekti ki, kelimelerim ona eşlik etmekte zorlandı. Dudaklarım titreyerek, 'Bunu...' diye başladım ama kelimelerim anlamını yitirdi. Gözlerimden süzülen bir damla yaş, hislerimi anlatmaya yetiyordu.

Mete, başını hafifçe eğerek, gözlerimden okuduğu duygulara sessizce karşılık verdi. Ellerim, ona daha sıkı sarılmak ister gibi, omuzlarına yaslandı. Aramızdaki sessizlik, artık sözlere ihtiyaç duyulmayan bir anı temsil ediyordu. Sadece hisler vardı, birbirimizin içinde kaybolan.

Sonsuza kadar bu anın içinde kalmak istiyordum. Kalbim, bir tek onun için atıyordu ve onun da kalbi, benimle birlikte atıyordu. Gözlerinde bulduğum güven, beni en derin yerlerimden sarıyor, her şeyin yolunda olduğunu bana hissettiriyordu. 'Ben de sana aşığım, Mete,' diye fısıldadım ve bu sözcükler, yıllarca süren bir yolculuğun tamamlandığı noktada, son nokta gibiydi.

Kafasını hafifçe iki yana salladığında mavi gözleri doldu. Dudaklarında hiç görmediğim bir acıklı tebessüm oldu. Dudaklarının iki kenarı bir adamın boynuna dolanmış urgan misali iki yana çekildi.

"Benim kadar olamazsın."

Mete'nin fısıldadığı sözler, bir rüzgâr gibi içimi sarstı. Gözlerinde, geçmişin izleriyle şekillenen bir acı vardı ama o acı, aynı zamanda bana duyduğu derin sevdanın bir yansımasıydı. Alnıma doğru eğildiğinde, o anın hızı, bir zamanın yavaşladığı anlara dönüştü. Dudaklarımla hiçbir şeyin, hiçbir kelimenin yeri dolduramayacağı bir boşluk oluşturdu. Alnı dudaklarıma değmeden öylece kaldı.

"Kalbim sen diye atarken bir baktım ki içim dışım sen olmuş. Aldığım her nefes sana can, vereceğim son nefes, sana vedam olsun sevgilim."

🥺

5 Nisan 2022 / Lapazan Yaylası, Trabzon

Caner Cenk Çakır, Ağzından

 

 

 

 

Experience, Ludovico Einaudi

Lara; hiç beklemediğim bir kapının ardında rastladığım, ruhuma nasıl sızdığını bilmediğim bir yılanın, geride bıraktığı nefesi gibiydi. Onu tanımak, bir anda hayatımı altüst etmesi anlamına geliyordu. Her hareketi, her bakışı ruhumda yankı yapıyor, kalbimi bir adım daha derinleştiriyordu. İlk karşılaştığımızda, sadece soğukkanlı ve mesafeli bir adam olarak kalmayı düşünmüştüm ama şimdi, her şeyin ne kadar karmaşık ve kaçınılmaz olduğunu fark ediyordum.

Lara'nın bana bakışlarındaki derinlik, gözlerindeki bilinçsiz yalnızlık, bir araya geldiğinde, tüm duvarlarım bir bir çökmeye başlamıştı. O kadar yakın, o kadar güçlü bir çekim vardı ki, hislerimi bastırmak her geçen gün daha zor hale geliyordu. Kendi kimliğimi bile bile, onun yanında kaybetmek istemiyordum ama ne kadar direnmeye çalışsam da ruhumda bıraktığı etki silinmeyecek gibi hissettirdi.

Lara, her adımıyla, her söylediğiyle, beni bir tuzağa çekiyordu. Kendisini sevmemek, bütün kalbimi ona teslim etmek ne kadar kolay olabilirdi ki? Ama işte, her bakışında bir adım daha atıyordum. Her cümlemin bu isimle başlamasını istiyordum. Her geçen an, ona daha fazla yaklaşıyordum ve bunun sonunda nereye gideceğini biliyordum: Sonsuza kadar kaybolmak.

"Lara."

Lara'nın üzerine giydiği, sırtını açıkta bırakan, siyah, kadife bir elbiseden bakışlarımı çekip saçlarına baktım. Yüzünü sağ omzuna çevirip bana döndüğünde Lapis Lazuli taşlarını gürültüyle kalbime dökmeye başladı. Bana sağından döndü ama solumdan vurdu. Kalbime döktüğü taşları kendi elleriyle toplamak istermişçesine önce gözlerime sonra kaşlarıma oradan da dudaklarıma bakıp yeniden gözlerime döndü.

Lara'nın taşıdığı ağır taş, gözlerimin önünde kaldı.

Lara'nın gözlerinden bir an olsun ayrılmayan bakışlarımla cebimdeki sol elimi yavaşça avucuma sıkıştırdığım kutuyla çıkarttım. Gürültüsünü zihnimde duyduğum gözleri kutuya çevrildi. Devrilen taş, hafifçe kısıldı ve dudaklarında küçük bir hasar bıraktı. Dudaklarının iki kenarı hafifçe çekildiğinde sanki bir aynaya baktığımı hissettim. Dudaklarımın kenarı onun dudakları gibi kıvrıldı.

Lara, "Bu ne?" deyip yeniden o taşı gözlerime çevirdi. Havasız kalan ciğerlerimi doldurmak için çektiğim nefes farkında olmadan ruhuma sızdı. Dudaklarımı yalayıp yutkundum ve sağ elimi kutunun kapağına götürüp alt dudağımı dişledim. Cümlelerim, zihnimden dilime akmak için çok ağırlaşmıştı. Dişlediğim alt dudağımı serbest bırakıp kutunun kapağını açtım ve kenara koydum. Bakışları kutunun içindeki kolyede gezinirken kolyeyi kutudan çekip kutuyu da kapağın yanına bıraktım.

Lara'ya, "Lapis Lazuli." dedikten sonra bir adım ona yaklaşıp gözlerim onun gözlerine bakarken kolyenin kulpunu açtım. Ellerimi havaya kaldırıp açıkta bıraktığı gerdanına doğru uzattım. Bir an olsun gözlerim onun gözlerinden ayrılmazken parmak uçlarımda tuttuğum kolyenin zincirini bağladım.

Lara'yı; kalbimde sürünen o kadını, kendime zincirledim.

Lara'nın bakışları bir kolyenin ucuna bir de bana çevrildiğinde derin bir nefes alıp yeniden dudaklarımı yaladım. Ağzımın içi kupkuru olmuştu.

Lara'ya, "Lapis Lazuli, diğer ismiyle Laciverttaşı. Orta Çağ'da bu taş, kraliyet taşı olarak bilinirmiş. Kraliyet ailelerinin ve soylularının, bu taşı statülerinin bir sembolü olarak kullandığına inanılırmış. Ayrıca, taşın doğrudan "görme" yeteneğiyle ilişkilendirilen mistik güçlere sahip olduğuna inanmışlar. Bazı Batı Avrupa efsanelerine göre Laciverttaşı, insanlara geleceği görme yeteneği verirmiş." dedim.

Lara'nın gözleri, Lapis Lazuli taşına döndü.

Lara, lacivert oldu, aktı ruhumun en dibine.

"Lara, ben senin gözlerinde geleceği görüyorum."

Lara'nın dudaklarında oluşan tebessüm gürültülü bir şekilde kalbimde bir nabız misali gezindi. Cevap vermedi, onun yerine boynunda asılı kalmış elimi kalbinin üzerine yasladı. Parmak uçlarım, onun kalbinin ritmine dokundu. Kalp atışları, neredeyse omuzlarıma kadar taşınan bir titreşimle birleşti. Lara, bana bakmadı, sadece parmaklarımın hissiyatıyla birleşen bu yakınlık, her şeyin farkında olduğunu gösteriyordu. Gözleri yavaşça kapandı ve derin bir nefes aldı.

Lara'nın kolları yavaşça omuzlarıma doğru kayarken, dudaklarında hâlâ o yumuşak gülümseme belirip kayboldu. İçimdeki karanlık ve boşluk, onunla bir kez daha birleşti. "Caner," diye fısıldadı, sesi neredeyse bir melodi gibiydi. O an, her şeyin ne kadar kaçınılmaz olduğunu fark ettim. Bu duygular, en başından beri vardı. Bir bağ, görünmeyen ama güçlü bir bağ ve o bağın her bir kısmı, hislerime yerleşen bir başka Lapis Lazuli taşı gibi, içimi derinden etkiliyordu.

"Lara, sonsuza kadar kaybolmak istiyorum." dedim. Cümle ağzımdan çıkarken, aslında bu kaybolmanın onunla birlikte olduğunu, her şeyin onunla bir bütün olacağını fark ettim. Onun bu kadar yakınında olmak, beni hem özgür hem de zincirlenmiş hissettiriyordu.

Lara, bir adım daha atarak bedenini bana doğru yaklaştırdı. Alnını kalbime yasladığında, teniyle tenim arasındaki mesafe yok oldu. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, sanki tüm dünyayı içine çekiyordu. Ardından, sesini duyduğumda kelimeler, havada bir anlık titreşim gibi kaldı.

Lara, "Bazen kaybolmak, bulmaktan daha değerli olur, Caner," dedi ve derin bir nefes alıp çenesini göğsüme yaslayıp alttan bana baktı. "Bende seninle kaybolmak istiyorum."

Lara'nın sözlerinin ağırlığı, içimde yankı yaparak derinleşti. Her bir kelime, bir anlam katarken belirsizliğin gölgesini de düşürüyordu. O an, kaybolmanın bir özgürlük olduğunu, kendi kimliğimi bulmak için Lara'yla kaybolmanın, onunla bir olmak gerektiğini fark ettim.

5 Nisan 2022 - 23:00 / Lapazan Yaylası

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

Çatlaklar grubundan 155 yeni mesaj

Ellerim, parmaklarımın arasındaki telefonu kavrarken "Oha." diyerek kıkırdadım. Hızla ekranı kaydırıp mesajların en altına indim.

Siz: Bu kadar ne konuşabilirsiniz ki? Çüş!

Lokum yazıyor...

Kubilay yazıyor...

Deniz yazıyor...

Abim yazıyor...

Kocam yazıyor...

Dudaklarımda kocaman bir gülümseme olurken aralarına Caner'de dahil oldu.

Caner yazıyor...

Barış yazıyor...

"Ne yazdınız be?"

Siz: Gören de destan yazıyorsunuz sanacak.

Lokum: deniz mır mır konuşuyo ne konuşuyo onu da anlamıyom ki

Kocam: Yari yar olanın yâri sarar yarasını, yâri yar olmayanın felek siker anasını

Siz: SDHJHASDJHAJSKHDJASD

Kocam sizin mesajınızı alıntıladı: ;)

Çilingir Kocam adlı kişinin mesajını alıntıladı: Başkası adına hep birlikte utandık

Kocam: Sana kafayı fena taktım ÇİLİNGİR, bugün siktim oğlum seni

Barış: ortam kötü kolla götü ÇİLİNGİR

Caner: kötüyü siktim öldü amına koyayım ÇİLİNGİR

Lara: Terbiyesizler

Caner: :)

Siz: Ne yapıyorsunuz siz?

Caner: Mete için bekarlığa veda partisi yapıyoruz dhjshdjhsd

Caner:

Siz: Caner hiç güven vermiyorsun

Siz: Caner hiç güven vermiyorsun...

Caner: Kalbimi kırdın yenge dikkat et

Kafamı iki yana sallayıp hafifçe tebessüm ettim.

Siz: Peki

Caner: Oranın sahibi sonra ağlar falan uğraşamam

Lara: Ha?

Caner: Sen özele bak gülüm

Barış: Olmuş bunlar ha

Alev: Olmuş bunlar ha

Siz: Sizin gibi mi? ;)

Kafama atılan şey ile hafif sarsıldım ama sorun yoktu. Kafama atılan yastığı Alev'e geri fırlattığımda telefonum titredi.

Kocam: Kızlar lütfen yarın kına gecesinde duygusal müzikler açmayın

Alev: Niyeymiş o?

Kocam: Karım ağlamasın

Osman: kuzenimi ağlatmayın

Abim: kardeşimi ağlatmayın

Alt dudağımı büzüp Alev'e baktığımda Alev, telefona gömülüp yazdığı cümleleri hızlandırdı. Bakışlarımı telefona çevirmeden Lara'ya baktım. Grupta yazıyor olarak görünmüyordu ama o sürekli olarak tebessüm ederek bir şeyler yazıyordu.

Alev: Peki kına gecesinde ne açmamızı isterdiniz sayın enişte bey?

Kocam: Salında gel...

Abim: Meydan kız görsün amaaaaaan

Çilingir: Düşmanlar ölsün amaaaaaaaan

Siz: JDSHJAHSDJHASJDH

Siz: :')

Kocam: AĞLAMA

Sesini duydum gibi oldu.

Siz: BAĞIRMA BANA

Caner: Sikerim, bilirsin :)

Barış: ?????

Çilingir: ??????

Mete: :D

Lara: YANLIŞ YERE YAZDIN SALAK!

Caner gruptan ayrıldı.

Kahkaha atarak Lara'ya baktığımda ifadesiz bir şekilde bana bakıyordu. Yüzüne atılan yastıkla geriye uzandığında Alev, hızla Lara'nın üzerine atladı.

"Kız seviştiniz mi lan!" diye çemkirdiğinde dirseklerimin altındaki yastığı Alev'e fırlattım.

"Rahat bırak eltimi." deyip kıkırdadım.

Kubilay Caner adlı kişiyi ekledi.

Kubilay yazıyor...

Barış: ?

Çilingir: ?

Mete: :D

Barış: :D

Çilingir: :P

Caner: Koyayım götüne Çilingir

Çilingir: :D

Kubilay: kardesm haddını asıosn gurpda kzlar vra

Lokum: Sen önce yazmayı öğren de gel Kubi

Deniz: Sus lan lokum

Telefonun üst ekranından bir bildirim çubuğu düştü.

Kocam: Kurtar beni bunların arasından

Alt dudağımı dişleyerek mesaja tıkladım.

Siz: O nasıl oalcak ki?

Siz: Heyecandan yazamadım amk

Kocam: heyecanlandın mı :O

Kocam: geleyim mi yanına :)

Kocam: alayım mı seni koynuma :)

Kocam: sabaha kadar sert sert sikeyim mi :D

Bu adam neler diyor? Ağzımın içi bütün ıslaklığını kaybettiğinde yutkunup dudaklarımı yalama ihtiyacında bulundum. Kasıklarımda oluşan dürtüyle kafamı iki yana salladım.

Siz: Çok ayıp çocuklarımız var bizim

Kocam: XD

Kocam: demi

Kocam: Çocuklarımız. <3 <3

Kocam: uyut onları geliyorum seni almaya

Kocam çevrimdışı

Dudaklarım okuduğum cümlelerle aralı kalırken hızla Alev'e baktım. Telefonuna eğilmiş bir şeyler yapıyordu. Telefonum titrediğinde gruptan mesaj geldiğini gördüm. Tıklayıp ekranı aşağıya doğru kaydırdım.

Caner: yenge ne yaptın da mete yine uçarak evden gitti

Siz: Napmışımkine

Caner: when my heves stay my kursak again

Bir süre kimse cevap vermedi.

Caner: bana görüldü atmayın ltfn

Barış: Lara dikkat et kızım 10 şey söylüyor 9u yalan 1'i şüpheli

Caner: ınının ımı

Çilingir: seni de gördük Barış

Çilingir: bileeessiiinnn

Barış gruptan ayrıldı.

Alev: KUBİLAY AL ŞUNU GRUBA

Kubilay Barış adlı kişiyi gruba ekledi.

Alev Çilingir adlı kişinin mesajını alıntıladı: BU NE DEMEK BARIŞ?

Barış: Özele gel

Çilingir: gitme yenge

Alev: NE YENGESİ BEH

Barış: ?

Alev: Yengen değilim ben senin

Barış: Havacı getirtme beni oraya

Alev: Barış, sen bir kuşsun

Alev: Ve biz havacılar kuşları sevmeyiz

Alev: Kuşlar uçaklarımıza çarpıp ölürken bizi de düşürürler

Çilingir: Uff

Abim: Uff

Caner: :O

Barış: Kanadımı kırdın havacı uçamazsam ağlama...

Siz: Ufffffff

Caner: :')

Çilingir: 🛫 🛬 düştü...

"Neden öyle dedin Alev?" diye Alev'e baktığımda yüzü düşmüş suratıyla ekrana bakakalmıştı. Yutkunup hafifçe gülümsedi ve ekrana parmaklarını dokundurmaya başladı.

Alev Barış adlı kişinin mesajını alıntıladı: Kimse için ağlayamam maskaram pahalı

Siz: Helal lan sana

Bakışlarımı telefondan çekip Alev'e baktım. Havada bir öpücük attığında bende ona doğru öpücük attım.

Çilingir: Kötü günler bitti daha da kötü günler bizi bekliyor habibi

Barış: @Alev sen salak ben salak gel bi sarılak

Alev: hıh konuşma benle

Barış: peki...

Kubilay: anlkı Alev abla

Siz: JSHDJKASHDJKLHASJKLHD

Siz: JSHDJKASHDJKLHASJKLHD

Barış: MCXNVMNCXVMN

Çilingir: ASDGHSGDHSAGSDG

Caner: LRLRLRLRLRLRLRLR

Çilingir: Caner helelelele mi yapıyorsun amk düzgün at şu kondomu

Caner: ne kondu mu

Barış: kondu mu ne salak!

Barış: kondomu yazdı aptal beyin

Çilingir: telefon çevirdi kondomu

Çilingir: hay ananı

Çilingir randomu*

Caner: pislik herif

Barış: çevir kazı Çilingir yanmasın

Çilingir: <<<:D

Evin kapısı çalındığında Mete'nin geleceğini hatırlayıp hızla ayağa kalktım. Alev ve Lara, oturdukları yerde kalırken kapıya yürüdüm. İçimde fark edemediğim bir sızı olmuştu. Sanki damarlarımdan ılık bir kan, bütün yanaklarıma doluşmuştu. Kapıyı açtığımda Mete'nin bakışları gözlerimde gezindi ve dişlerini göstererek güldü.

"Ben geldim." dediği sırada arkamdaki ayak seslerini işittim. Sağ omzumun arkasından baktığımda Alev, elini beline koymuş Mete'ye bakıyordu.

"Hayırdır enişte, ne oldu?" diye sorduğunda Mete'ye geri döndüm.

"Kaçırıyorum. Sabaha eve bırakırım." deyip elini bana doğru uzattı. Kenardaki terliklerimi giyip elini tuttuğumda Alev'in kolumu dürttüğünü fark ettim.

"Montunu alsana be akıllım?" diye sitemle söylendiğinde Mete, hızla onu durdurdu.

"Almasına gerek yok, arabayla geldim." dedi ve Alev'in bir şey söylemesine izin vermeden beni kendine doğru çekip kapıyı kapattı. Yavaş ama sağlam adımlarla yürümeye başladığımızda bir bana bir yola bakıyordu. Gülerek elini sıktığımda gürültülü bir iç çekip yutkundu.

Azmış lan bu.

Sus n'olur sus...

Korkuyorum.

Arabanın arka kapısını açıp binmem için kenara çekildiğinde hızla arka koltuğa yerleştim. Nefes alışverişlerim hızlanmış ve göğsümü şişirecek bir soluk almama neden olmuştu. Mete, öndeki koltukları öne doğru ittirdiğinde uzun bacakları için artık yeterli alanı vardı. Yanıma oturup kapıyı kapattığında sağ elini öne doğru uzattı ve bir düğmeye bastı.

Solumdaki camdan aşağıya doğru inen perdeyle kaşlarım yukarıya doğru yükseldi. Diğer camların ve öndeki büyük camında kapandığını fark ettiğimde Mete, üzerindeki montu çıkartıp ön koltuğa bıraktı. Bana doğru dönüp belimden tuttu ve kucağına doğru çekti.

Bacaklarımı açıp kucağına yerleştiğimde ayaklarımdaki terlikleri çıkartıp yere attı. Ellerini dizlerimin altına götürüp kalçalarımı tam o noktaya getirecek şekilde konumlandırdı. Yanağıma vuran, sütlü çikolatalı viskiye karışmış nefesi kasıklarımın sızlamasına neden olmuştu.

Bakışlarımı ona çevirdiğimde, mavilerinde kaybolan bir sonsuzluk gördüm. Gözleri, içimdeki tüm güvensizlikleri söküp atarcasına güçlü ama bir o kadar da derindi. Sanki bir adım daha atsam, ruhum tamamen onun ellerine teslim olacaktı.

Kalçalarımın hemen altında varlığını hissettiğim zonklayan ritim, beni susturuyor, zihnimde yankılanan binlerce kelimeyi dizginliyordu. Dudaklarımın aralanışı, içimdeki duyguların bir dışavurumuydu; küçük soluklarım, yalnızca nefes almak değil, onun yakınlığını hissetmenin ağırlığını taşımaya çalışıyordu.

Mete, dişlerinin arasından kaçan boğuk bir "Hassiktir," fısıltısıyla nefesini dışarı verdi. Dudaklarını yavaşça yalayıp başını iki yana sallarken gözlerindeki dalgalanma, zihnindeki karmaşanın bir yansımasıydı.

"Ben nasıl bu hale geldim? Beni nasıl bu hale getirebilirsin?" dedi, sesi bir tınıda sitemi taşırken kızgınlıktan uzaktı. Daha çok, şaşkınlıkla karışmış bir teslimiyet gibiydi; adeta kendine bile itiraf edemediği bir kırılganlıkla boğuşuyordu.

Dizlerimde duran ellerini yavaşça kaldırıp yanaklarıma yasladığında, yüzüm onun avuçlarının arasında kaybolmuş gibiydi. Hafifçe aralanmış dudaklarını burnuma değdirirken, nefesinin sıcaklığı yanaklarımdan boynuma doğru bir iz bıraktı. O an, zamanı durdurmuş gibi sessiz ve derin bir bağın içinde, yalnızca nefeslerinin ritmini hissediyordum.

"Kalçalarının hemen altında bir bomba var ve ben bugün patlamak istiyorum," diye fısıldadı. Sesi, yalvarışla arzunun iç içe geçtiği, kontrolsüz bir tını taşıyordu. Kelimeleri dudaklarından dökülürken, nefesi tenime dokunuyor, her harf bir kıvılcım gibi içimde yankılanıyordu. Yükselip alçalan omuzları sükunetle bedeninin sallanmasına yardımcı oluyordu. Bu sükûnetin altında yatan gerilim, bedenlerimizin arasında dokunulmaz bir sınır varmış gibi hissettiriyordu ama bir yandan da o sınır her an yerle bir olmaya hazırdı.

Burnumdaki dudaklarını hafifçe sol yanağıma doğru hiç tenimden ayrılmadan sürüklemeye başladı. Tenimde bıraktığı ılık nefesler nefesimin hızlanmasına neden oluyordu. Sol yanağımdaki eli, dudakları kaydıkça saçlarımın arasına girdi. Parmak uçlarıyla ensemi okşamaya başladığında sol elimi kaldırıp saçlarına daldırdım. Şakağımdaki dudakları bir an için yerin yanağına bıraktığında nefeslerini kulağımda hissettim.

"Dinmez içimin yangını. Yemin ediyorum dinmez, eritti tüketti beni." dedi ve bir anda yüzünü yüzümün önüne getirdi.

Sözler havada asılı kaldı.

Gözlerinde bir ateşin parladığını fark ettim. Fısıldadığı her kelime, sanki ruhuma dokunuyor, sanki bir duvarı yıkmak istercesine hızla yaklaşıyordu. "Dinmez içimin yangını," dedi yeniden, sesinde, arzusunun yüküyle boğulmuş bir tını vardı. O an, biraz daha yaklaşıp onun dudaklarında kaybolmak istememiştim ama içimde bir şey kıpırdadı. O his, tanıdık bir şeydi. Her zaman kontrollü olmaya çalışırken, her şeyin ne kadar kırılgan olduğunu hatırlattı.

Sözlerinden, bedenine duyduğu ihtiyacı ve bana karşı olan tutkusunu net bir şekilde hissettim. Sanki bir düşüşün eşiğindeydim ama duruyordum. Kalbimde, bedeniyle kurduğu o uzak, istemsiz bağdan gelen bir çekim vardı. Gözlerindeki ateşi, derin arzuyu hissetmekten de geri kalamadım. O sözler ve o bakışlar arasında bir yırtık vardı. Arzusu, bana adım atmayı düşündürebilecek kadar keskin bir biçimde yöneldi.

"Eridim, tükendim." dediğinde, sesi sanki içimde yankı yapmıştı. O tını, hiçbir zaman tamamen kaybolmayacak bir hatıra gibi kaldı. Sadece, gözlerim ona kayarken, dudaklarımın istemsizce bir adım daha ileri gitmek istediğini fark ettim. Kendimi bir anda onunla birleşmeye, ona teslim olmaya hazır hissediyordum ama bu teslimiyet bir savunmasızlık değildi, aksine bir tür güçtü.

Beni bir anlamda ele geçirmişti ama bunu fark ettiğimde bile, buna engel olamayacak kadar kararlıydım. Gözlerim, her geçen saniye onunla daha da yakınlaşıyordu ve dudaklarım, ona doğru bir adım daha attığında, sanki zaten ona aitmiş gibi doğal bir şekilde öne doğru uzandı. Bir şeyler değişiyordu, ama bu değişim bana korku vermek yerine bir tür rahatlık getiriyordu.

Dudaklarımızın arasındaki mesafe her an daha da kısalırken, bedenim ve ruhum birbirine paralel bir şekilde teslim oluyordu. İçimde bir yerde, onunla paylaşacağım bu anın yalnızca fiziksel bir yakınlaşma olmadığını, çok daha derin bir bağın başlangıcı olduğunu hissediyordum. Kalbim, her bir atışında bu duyguyu onaylar gibi atıyor, her dokunuşu içimde yankı buluyordu.

Mete'nin solukları hızlandığında, kalçalarımda bir gerginlik hissettim; sanki her dokunuş, vücudumun her köşesini bir araya getirmek için daha fazla baskı yapıyordu. O an, bir tür tutku ve özlem birbirine karışmıştı.

Mete, kendine hâkim olamayıp boğuk bir "Hay amına koyayım." diye inlediğinde, bu kelimelerin içinde bir anlam daha vardı; bir arzu, bir istek, bir çaresizlik. Dudaklarımı sertçe yakaladığında, ellerimi ensesine koyarak kendime daha yakın hissettim. Saçlarımda elleri dolaşırken, vücudum ona nasıl yakınlaşabileceğimi arar gibi titreşiyordu.

 

 

 

 

(+21) OKUMAK İSTEMEYENLER BELİRTTİĞİM NOKTAYA DOĞRU GİDİN (+21)

Mete'nin saçlarımdaki eli kalçalarıma yaslanırken başını sağa doğru eğdi ve dudaklarını daha çok araladı. Dillerimiz birbirine çarptığında hafifçe kalçamı altımdaki sertliğe sürttüm. Mete, sanki içinde tutamadığı arzunun onda bıraktığı darbeyi püskürtmek istermişçesine hem dudaklarımı sömürüyordu hem de kalçalarımı alttaki varlığa sürtüyordu.

Elleri, kazağımın altına sızdığında bir an parmak uçlarındaki bir yangının olduğunu sandım. Ateşle bürünmüş parmakları, vücudumun her bir noktasında havai fişeklerin patlamasına neden olduğunda derimin ürperdiğini fark ettim. Öpüşlerine yetişmeye çalıştığımda onun gibi hızlandığımı fark ettim.

Onun istediğini verecektim.

Parmaklarımı saçlarına yeniden daldırıp dirseklerimi omuzlarına yasladım. Dudaklarımız birbirine muhtaçmışçasına yapışık kalırken göğsümü göğsüne yalayıp taytımın içindeki yanan benliğimi ona doğru sürttüm. Mete'nin dudaklarımın içine bıraktığı inlemeyle üzerimdeki kazağımın yukarıya çekiştirildiğini hissettim. Bir saniyeliğine ellerimi Mete'nin saçlarından çekip üzerimden çıkarmasına izin verdim.

Soluklarımın arasından "Mete." diye ona seslendiğimde taytın lastiklerini kavradı. Biraz üzerinde doğrulup çıkartmasına yardımcı olurken ellerimi pantolonun, şişmiş fermuarına uzandım. Fermuarı indirip düğmesini açtığımda taytım, iç çamaşırımla birlikte öne doğru savrulmuştu. Mete, kalçalarını hafifçe kaldırıp erkekliğini özgür bıraktığında ağzımın kuruduğunu fark ettim. Şişmiş damarları, bir bombanın etrafındaki kablo misali gergindi.

Sol bacağımı kaldırıp bacaklarının üzerine oturduğumda iki elini de sırtıma götürüp sütyenimin kopçasını açtı. Bakışları gözlerimde dolanırken her an bayılacakmış gibi soluk veriyordu. Kopçayı açtığında önümdeki kalın lastikten tutup arkaya doğru fırlattım.

Gözlerinde bir şimşek çaktığını hissettim.

Gördüm.

O şimşek, bütün bedenimi bir zelzele misali yerimden ettiğinde zevk sularımla ıslanmış vajinam onun erkekliğine yaslandı. Mete'nin göz kapakları gökyüzünü kaplamak istermişçesine gözlerine devrildi ve kafası geriye yaslandı. Boynunu saran damarlar, patlamaya hazır olan o bombanın pimini çekti. Âdem elması gerilerek o patlamanın hasarını yankıyla bana duyurdu.

"AH!"

Mete, boğulurcasına kükreyip başını yasladığı yerden kaldırdı ve yeniden dudaklarımı sömürerek öpmeye başladı. Kalçalarımdan hafifçe kaldırdı ve erkekliğine yasladı. Patlamanın gücü ve sarsıntısı beni yerle bir ederken dudaklarına bende bıraktığı hasarı kükredim. Mete, yavaşça içime girdiğinde kasılarak titredim. Birbirine yaslı dudaklarımız o an sabit kaldığında soluklarımız birbirine karıştı. Boğazlarımızdan dökülen, ses tellerimizi titreyen hırlama ile beni sertçe hayalarına indirdi.

"Siktir!"

Aynı anda karışan sözcüklerimiz yeniden dudaklarımızı inleyerek buluşturduğunda ellerimi Mete'nin saçlarına gömdüm. Mete, titreyerek kalçalarını kaldırmaya çalışıyor ama sanki yetmiyormuşçasına kalçalarımdan bastırarak içimi köklemeye devam ediyordu. Dizlerimi koltuğa bastırıp kucağında zıplamaya başladığımda bir eli hızlıca sağ göğsüme tutundu.

"Arsızım kızım ben sana. Doymam, doyamam. Yemin olsun ben sana doyamam. AH!"

Titreyerek aralı dudaklarımdan içeriye bağırdığı itirafları, ruhumun en derin noktalarına bir fitilin ucundaki ateşin varlığına neden oldu. Fitilde sürüklenen kıvılcım, kasıklarımda patlamaya hazır bir dinamite doğru ilerliyordu. Her kelimenin ardında yavaşça büyüyen o korkutucu güç, bedenimi esir alırken, aklımın her köşesine yakıcı bir his bırakıyordu. İçimdeki boşluklar, o patlama anının yaklaşan yankısı ile sarhoş olmuştu.

İçimi saran damarların daha da duvarlarıma sürtüldüğünü hissettim. Yanan fitildeki kıvılcımın parlamasına şahit olduğumda Mete ile gözlerim birleşti. Alnını alnıma yaslayıp bir an için sertçe gözlerini kapatıp açtı, gözlerini kırpıştırdı. Birbirine vuran kirpikleri sanki gözlerindeki bulanıklığı bana kanıtlamak istermişçesine birleşip durdu. Soluklarımızın birbirimizin dudaklarına çarparak bir döngüye sızmasına neden oldu.

"Ah, siktir."

"Ah!"

Dudaklarımızdan dökülen inlemelerle Mete, dudaklarımın üzerinde dilini gezdirdi. Kalçalarımı hafifçe sıkarak alnımızı ayırdı ve dudaklarıma yapıştı. Kalçalarımı saran parmaklarıyla biraz daha hızlı onu içime almaya devam ettim. Avuçlarının içinde hapsettiği tenimi bana yardımcı olmak için hızlandırdığında dilini damağıma sürttü.

"Ah."

Dudağının içine bıraktığım inlemeyle içimdeki varlığı kasılırken dudakları, dudaklarıma yapışık bir şekilde kalakaldı. Vajinama sertçe hayalarını çarparken ritimli solukları ağızlarımız arasında aynı anda kasıldığımızı hissettim.

"A! Ah! Ahh! Aahhhh!"

İnlemesiyle inlediğimde kasıklarıma uzanan, yanmakta olan fitil, bir anda dinamite çarptı. O an, içimde patlayan bir şiddetle, her şeyin aniden alev alıp yok olacağını hissettim. Sanki zaman durdu, her şeyin ağırlığı, bedenimin her hücresine yansıdı.

Mete ile aynı anda gözlerimiz kapandığında dudaklarımızda patlamanın yankısı kaldı. Zihnimdeki her düşünce, bedenimdeki her his bu tek anın içinde eridi. İçimdeki yoğunluk, her şeyin ötesine geçiyor, her hareketin, her soluk alışın bir anlam kazandığını hissettiriyordu.

 

 

 

 

BURADAN DEVAM EDEBİLİRSİNİZ

Bedenimizi bir ten misali saran titremelerle Mete, yavaşça kollarını belime sararak yavaşça bana sarıldı. Saçlarında asılı kalan ellerimi sırtına yasladım. Kafasını iki yana salladığını hissettim.

"Kül ettin beni hatun. Bundan gayrı hiçbir ateş yakamaz beni."

🌱

6 Nisan 2022 17:00 / Lapazan Yaylası, Trabzon

Yazar, Ağzından

Lapazan Yaylası'nın serin akşam rüzgârı, Ferdi amcaların evinin önünde kurulmuş olan alanda nazikçe esiyor, sararmış çimenlerin üstünden taşan gün batımının ışığı evin duvarlarında dans ediyordu. Evin içinde ise adeta bir telaşe memurunun bağırışları yankılanıyordu.

"Eyüp!" diye bağıran Yonca, hızla kardeşinin elinde tuttuğu kırmızı, kına örtüsünü çekti ve Alev'e verdi. Yonca, yavaşça yere çöküp Eyüp'ün saçlarını okşadı.

"Ablacım ama ben sana uslu duracaksın demedim mi?"

Eyüp, ablasının serzenişine dudak büküp Kubilay'ın yanına doğru yürüdü. Kubilay, gülümseyerek eğilip Eyüp'ü kucağına aldığında Yonca'ya yan gözle bakmaya başladılar. Yonca, gözlerini devirip hazırlanan Eyşan'a yardım etmek için koridorun sonundaki odaya doğru adımlarken o odanın içinde farklı bir dünya vardı. İçeriden gelen seslerle kapıyı açıp hızla girdi ve kapıyı kapattı.

"Gözüme soktun rimeli öküz!"

Eyşan, kızarmış gözünün önünde sağ elini sallarken Lara, elindeki rimelle Eyşan'a bakarak kalmıştı.

"Ayıp ediyorsun, öküz ne ya?" diye çemkirdiğinde Eyşan, gözlerini devirdi ve yüzünü ağlayacakmış gibi buruşturdu.

"Yoruldum ya." diye sitem ettiğinde Alev, arkasından yaklaştı ve elini Eyşan'ın omuzlarına yasladı.

"Az kaldı canımın içi. Bugünü de alnımızın akıyla bitirelim, sonra dinleneceğiz."

Eyşan, alt dudağını büküp hareketsiz kaldı ve Lara'ya baktı.

"Yavaş sür." dedi. Lara, gülümseyerek elindeki rimeli Eyşan'ın kirpiklerine sürmeye devam etti. Yonca, dudaklarındaki büyük bir tebessümle Eyşan'ın üzerindeki bindallıyı inceledi.

Eyşan'ın üzerindeki bindallı; lacivert ve altın renginin harmonisiyle işlenmiş, vücuda oturan, dirseğine kadar sıkı ama ardından bollaşan, dirseklerinden uzanan tüllere ve etek ucu geniş bir tasarıma sahipti. İçine giydiği beyaz bir elbise, bindallının tüm göz alıcı detaylarını öne sürmek istercesine sadeydi. Eyşan'ın belini sararak onu ince bir hat gibi ortaya çıkaran, yine lacivert ve altın rengi bir kuşak vardı.

Yonca'nın elbisesi yumuşak bir pastel yeşili rengindeydi, vücudunu saran ama aynı zamanda rahat hareket etmesini sağlayan bir kumaştan yapılmıştı. Omuzları ince bir dantel işlemeyle süslenmişti, bu detay ona zarif bir hava katıyordu. Elbisenin etek ucu, hafifçe dalgalanarak yere kadar iniyor ve her adımda bir hareketliliğe sahipti. Belinde, altın renkli ince bir kuşak vardı, bu kuşak, belini zarifçe ortaya çıkarıyordu. Yonca'nın elbisesi, şıklığı ve sadeliğiyle adeta bir çiçek gibi açıyordu.

Alev'in elbisesi, cesur ve göz alıcı bir kırmızı tonundaydı. Elbise, vücuduna tam oturuyor, her hattı vurguluyordu. Göğüs kısmı derin bir yaka ile tasarlanmış, omuzlardan sarkan ince dantel detayları ile şıklığını artırıyordu. Bel kısmında ince bir siyah kuşak, elbiseye ekstra zarafet katıyordu. Etek kısmı, dizlere kadar dar ve sonrasında bollaşarak yere kadar iniyor, her hareketinde bir hafifçe dalgalanıyordu. Elbisede kullanılan kırmızı, Alev'in cesur ve güçlü kişiliğini yansıtıyordu, bir yandan da ona asil bir hava katıyordu.

Ayda'nın elbisesi, uzun ve zarif bir tasarıma sahipti. Sade bir siyah tonuyla tasarlanmış, vücudunu nazikçe sararak akışkan bir şekilde aşağı doğru süzülüyordu. Göğüs kısmında, elbisenin tasarımı küçük, zarif işlemelerle bezenmişti. Bu işlemeler altın renkliydi, ışıkla birlikte hafifçe parlıyor ve elbiseye incelik katıyordu. Ruhunu yansıtır nitelikte bir sadelik içinde zarafeti öne çıkarıyordu. Etek kısmı, yere kadar dümdüz iniyor, her adımda yerle hafifçe temas ediyordu.

Lara'nın elbisesi kırık bir mavi tonlarındaydı. Üst kısmı derin V yaka bir şekilde tasarlanmış ve omuzlarından ince askılarla desteklenmişti. Elbise vücuduna oturuyor ancak aşağı doğru hafifçe bollaşarak zarifçe yerle buluşuyordu. Elbisenin eteği, zarif katmanlarla kesilmişti, bu da ona zarif ama cesur bir hava katıyordu. Lara'nın elbisesi, onun güçlü ve modern duruşunu yansıtan bir şıklığa sahipti.

Cemile'nin elbisesi, şıklığı ve zarafetiyle dikkat çekiyordu. Elbise, zebercet gözlerini andıran renkle eşlenmiş, saten kumaşla yapılmıştı ve her adımda hafifçe ışıldıyordu. Vücudunu tam olarak sararak, hatlarını zarifçe ortaya çıkarıyordu. Göğüs kısmı, ince dantel ve siyah işlemelerle süslenmişti, bu detaylar elbiseye zarif bir dokunuş katıyordu. Omuzları açıkta bırakacak şekilde tasarlanmış, zarif ip askılarla desteklenmişti. Dizlerine doğru uzanan etekleri yürürken nazik bir şekilde dalgalanıyor, adeta bir rüzgâr gibi hareket ediyordu.

Yonca'nın arkasındaki kapı hafifçe açıldığında Yonca, irkilerek elini kulpa koydu ve kapıyı açan kişiye kapının arasından baktı. Selçuk, kaşlarını büzüp yukarıya kaldırdı.

"Hazır mısınız?" diye sorduğunda Yonca, omzunun arkasından Eyşan'a baktı. Eyşan'ın dudaklarına sürülen kırmızı ruja bakıp tebessüm ederken Selçuk'a döndü.

"Birazdan çıkarız, Mete abilerden haber var mı?" dedi.

Selçuk gülerek "Hazırlanıyorlarmış, birazdan onlarda çıkar." dedi ve kapıyı yavaşça geri çekilip kapattı. Yonca, Eyşan ablasına döndü. Dudaklarında büyük bir gülümseme olurken kafasını iki yana salladı. Hayran bakışları Eyşan ablasının üzerinde yeniden ve yeniden dolaşmaya devam etti.

"Anne!"

Erkek evinde işler biraz karışıktı.

"Hümeyra! Kol düğmelerimi bulamıyorum, nerede?"

"ANNE! Gelsene yav!"

Zavallı Hümeyra Çakır hem heyecanlı oğluna hem de kocasına yetişmeye çalışıyordu. Her şeye rağmen koltukta, hazırlanmış bir şekilde bacak bacak üstünde oturan Caner, otuz diş gülerek bu kaostan zevk alıyordu. Üzerine giydiği siyah takım ceketi adeta üzerinde farklı bir hava yaratmıştı. Dağınık siyah saçları alnına dökülüyor ve onun serseri havasını tamamlıyordu.

Mete, dudaklarının arasına sıkıştırdığı sigarayla boy aynasına doğru eğilip yakalarını birleştiren zinciri takmaya çalışıyordu. Dudağını bir saniyeliğine sıkıp sigarasından yanaklarını içe göçüren bir nefes çekti ve bıraktı. Aynada nemli bir doku bırakan dumanın arkasındaki görüntüsüne baktı. Parmaklarının ucuna sıkıştırdığı zinciri, bir türlü yakasına takamıyordu. Dişlerini sıkıp zinciri sağ eline aldı ve sertçe yere çarptı.

"Siktiğimin Çilingir'i, dışarıda bekleyecek bok vardı. ANNE!"

Dudaklarından yere düşen sigarayı alıp dudaklarına yaklaştırıp üfledi ve parmaklarının arasına sıkıştırdı. Mete Mert Çakır heyecanlıydı, ilk defa bu kadar kendini stres altında hissetmişti. Güzel bir stresti ama yine de heyecanı elini ayağını titretecek konumuna getirmişti.

"Geldim oğlum, geldim. Baban bir türlü salmıyor ki. Sanırsın ona kına yakacağız."

Mete, yerdeki zinciri eline alıp annesinin eline bıraktığında yüzünü sağa doğru çevirip sigarasından bir fırt çekti. Hümeyra Çakır, oğlunun bu haline gülerek yakasına zinciri yükseltti. Oğlu büyümüş; zamanında yoldaşı, silahtarı olan bir kadının kızıyla evlenecekti. Ayrıca o kız, oğlundan iki can taşıyordu.

Zincir, Mete'nin yakalarından kravatına yayık bir şekilde bırakıldığında Hümeyra Çakır, bir adım çekilip oğlunu baştan aşağıya süzdü. Eyşan ile uyumlu olsunlar diyerekten koyu lacivert bir takım giymişti. İçindeki siyah gömleği ve kravatının üzerine bırakılmış zincir ile göz alıcıydı. Ceketinin cebindeki sol üst köşeye bağlı Güvercin'e takılmış zincir, cebinin önünden yine yayık bir şekilde cebine yakın olan yakaya doğru bir Bozkurt broşuna kilitliydi.

Hümeyra Çakır, bu detaya kıkırdadı.

Mete, çatık kaşlarla annesinin neye güldüğüne bakarken Güvercin'e baktığını fark etti. Gözlerini kısarak hafifçe tebessüm etti ve bakışlarını kaçırdı. Kaşlarını çatıp boğazını temizledi ve parmaklarının arasındaki sigaradan son bir fırt çekip yanındaki küllüğe bastırdı. Annesine bakmadan "Hazırsanız çıkalım." dedi ve aynanın karşısına geçip kemikli parmaklarını son bir kez havaya kaldırıp kumral saçlarına daldırdı. Parmaklarını aşan tutamları düzeltip annesine döndü.

"Hadi."

Kapının önünde davul ve zurnacı ile bekleyen Çilingir ve Barış gelenleri gördüğünde birbirlerine bakarak gülümsediler ve yeniden onlara baktılar. İkisi de siyahlara gömülmüşlerdi. Çilingir'in kolunda yine aynı kuşak takılıydı ama bu sefer üzerinde takım ceketi yoktu. Direkt olarak gömleğine bağlamış ve kollarını dirseklerine kadar kıvırmıştı.

Çilingir, ani bir kafaya hareketiyle davulcuya baktı ve sağ elini cebine sokup iki yüzlük banknotu davulun üzerindeki ipe sıkıştırdı. Zurnacı çalmaya başladığında Mete, alt dudağını dişledi ve kafasını iki yana sallayıp Barış'a baktı. Barış, gülerek arabanın kapılarına yöneldiğinde Mete'nin kulaklarında, zurnacının çaldığı Ferdi Tayfur – Bana Sor çalıyordu.

Araç dünkü gibi yola koyulduğunda Eyşan harici herkes kurdukları alana inmişti. Selçuk, elleri önünde bağlı bir şekilde kapının önünde beklerken Alev, içeride Eyşan'ın üzerini düzeltiyordu. Metelerin olduğu konvoy eve doğru yaklaşmaya başladıkça evin dışında bekleyenler yalnızca bir melodi duymaya başladı. Davulun tokmağı bir güzel için vuruldu.

"Güzeller içinden bir seni seçtim
Kalbimi sana, ben sana verdim
Güzeller içinden bir seni seçtim
Kalbimi sana, ben sana verdim"

Kulaklarda yankılanan davul sesi evin önünde durduğunda Mete, heyecanla arabadan indi ve bakışlarını evin kapısında duran Selçuk'a çevirdi. Selçuk, dudağını muzipçe büzüp kaşlarını kaldırdı. Ardından sağ elini havaya kaldırıp parmaklarını birbirine yaklaştırdı 'Güzel' dercesine salladı.

Güzeller içinden bir seni seçtim
Kalbimi sana, ben sana verdim

Mete, boğazını temizleyip sanki hiç görüşmemişler gibi ekipte gezdirdi. Heyecanlı bir şekilde dudaklarını yalayıp kaşlarını çattı. Artık kadınını görmek istiyordu. Selçuk, Mete'nin uzaktaki heyecanını hissettiğinde gülerek içeriye girdi ve Eyşan'ın kapısını tıklattı.

"Kız, senin deli geldi. Çok heyecanlı, her an bayılabilir gibi görünüyor. Hadi çık artık." dediğinde Eyşan, kapıyı açtı ve gülerek dışarıya çıktı. Elleri sıkıca bindallın eteklerini tutuyor ve ayak altına girmemesi için telaşa kapılıyordu.

Selçuk, kendi öz kardeşiymişçesine "Hey maşallah." diye fısıldadı ve Alev'e baktı. Burnunun direği sızladı bir anlığına, dudaklarına bastırarak hızla bu kaotik andan kurtuldu.

Güzeller içinden bir seni seçtim
Kalbimi sana, bir sana verdim"

Mete Eyşan'ı, Eyşan Mete'yi seçmişti. Mete, güzeller içinden bir tek ona kalbini vermişti. Mete'nin bakışları Selçuk, kapıdan çıktığında hızla kenara döndü.

"Salında gel açın." diye söylendi ve derin bir nefes alıp ellerini arkasında bağladı. Kalbinin ritmi neredeyse duyuluyordu ki şarkı açıldı.

"Salın da gel aman aman aman hey
Meydan kız görsün aman
(Meydan kız görsün aman)"

Mete'nin dudaklarında engelleyemediği bir gülümseme oldu. Kalbi ağzına, ağzı kulaklarına çekildi.

"Serpil de gel aman aman aman hey
Düşmanlar ölsün aman
(Düşmanlar ölsün aman)"

Eyşan, bindallının kenarlarından tutarak sağ ayakla kapıdan çıktığı an Mete'nin nefesi kesildi. Gözleri hayranlıkla Eyşan'ın üzerinde gezindi. Lacivertlerin içinde inen kadının ona baktığını fark ettiğinde gözlerine tutundu. Düşmesin dedi, tutayım dercesine baktı.

"Hopla da gel gel yanıma
Vallah kıyarım canıma

Eyşan, merdivenlerden inip yere sağlam bastı fakat kalbi uçuyordu. Karşısında, elleri arkasında bağlanmış adama doğru ilerlemeye devam ettiğinde Mete, hızla arkasındaki ellerini çözdü.

"Serpil de gel gel yanıma
Vallah kıyarım canıma"

Mete, Eyşan'a doğru ilerlediğinde farkında olmadan elleri kendi yanaklarına gitti. Kafasını iki yana sallayarak gözlerini Eyşan'ın üzerinde gezdirip hızla kahverengi topraklarına baktı. Yüzünde çok aptal bir gülümseme vardı.

Ellerini hafifçe iki yana açıp "Hatun, bu güzellik halis mi?" diye alayla sorduğunda herkes ona gülmeye başladı. Mete, kızaran kulaklarını umursamadan bir kez daha gözlerini titrekçe Eyşan'ın gözlerinde gezdirdi.

"Çok güzel, pek güzel."

Mete, sanki o an kendi kendine konuşuyordu. Eyşan, Mete'nin tutuklu kalmış haline gülmeye başladığında Mete, daha da güldü. Çilingir, Mete'nin beyninin eridiğini fark ettiğinde hızla müzik sistemine döndü ve eğlenceyi başlattı.

"Cebinde akrep var eli gitmiyor
Leyla döktürüyor dönüp bakmıyor
Kadehleri birbirine çakmıyor usta"

Kubilay ve Osman, Çilingir'in bu duruma el koymasıyla Eyşan'ı Mete'nin önünden kurtarıp alana doğru çektiler. Eyşan, Mete'nin elini son anda tutup çekiştirdiğinde Mete, kendine gelip yürümeye başladı.

"Bas bas paraları leylaya
Bi daha mı gelicez dünyaya"

Alparslan Çakır, Yonca'nın babası Ferdi amca, Suna teyze ve Hümeyra Çakır, masaya oturduklarında Çilingir ve Selçuk, onlara hızla rakı servisi yaptı. Barış, elleri cebinde Alev'e doğru yürüyüp arkasında durduğunda Alev, oynayan grubu izliyordu. Barış, hafifçe Alev'in kulağına eğildi.

"Hayatını yaşa şükret mevlaya
Hiç götüren varmı öbür dünyaya
Haydi kollarını kaldır havaya usta"

"Çok güzel olmuşsun." dediğinde Alev, sıçrayarak sağ omzunun arkasından arkasına baktı. Barış ona alttan bakan pörtlek yeşil bakışların altında kaldığını sandı. Ezildi ve yüreğinin ritmi hızlandı. Yutkunmamak için içli bir nefes çekti. Yükselip alçalan göğsünü gören Alev, gözlerini yutkunarak oynayan kişilere geri çevirdi.

"Bas bas paraları leylaya
Bi daha mı gelicez dünyaya"

Ayda, elindeki kamerayla Eyşan ve Mete'yi çekerken geriye doğru adımladı. Sırtı bir göğüste durduğunda 'Abimdir.' diye düşündü ama değildi.

Deniz'di.

"Farkında değilsin zaman geçiyor
Biraz eğlen fırsat elden kaçıyor
Kim ne yapsa aynı yere göçüyor usta"

Deniz, bu hareketle gözlerini irileştirdi ve boğazını temizleyip bir adım geri çekildi. Ayda, kaşlarını çatıp hızla arkasına döndüğünde gördüğü Deniz ile kaşları yukarıya doğru kıvrıldı. Deniz, Ayda'nın yanaklarının pembeleştiğini fark ettiğinde kaşlarını kaldırma sırası artık ondaydı.

"Ayda."

Ayda, abisinin seslenmesiyle hızla elindeki kamerayı sıkıca tuttu ve ardında şaşkın, yaralı bir Deniz bıraktı.

"Bas bas paraları leylaya
Bi daha mı gelicez dünyaya"

Eyşan, ellerini havada sağa sola kıvırırken Mete ve Osman karşılıklı olarak Eyşan'ın önünde oynuyorlardı. Selçuk, üzerindeki beyaz gömleğin kollarını kıvırıp rakısına uzandı ve Çilingir'e doğru yükseltti. Çilingir, bu hareketle rakısına uzandı ve bardaklarını tokuşturdular. Aynı anda masaya vurup bir yudum aldılar ve oynayan grubun içine daldılar.

Zaman, bir kum saatinden halliceydi.

Eyşan, yorgun bedenini sandalyenin üzerine bıraktığında oynamaya devam eden gruba baktı. Osman, Selçuk, Çilingir, Barış, Alperen, Kubilay ve Çilingir'in abisi Bünyamin; kolları birbirlerinin omuzlarına yaslamış, Mete ile Caner'i ortalarına alarak etraflarında dönüyorlardı. Mete ve Caner, üzerlerindeki takım ceketi çıkarıp atmışlardı. Sıcak basmış olacaktı ki gömleklerinin ilk üç düğmeleri yine açılmıştı.

"Kara koyun güderim, eski mesleğim,
Yar yanına giderim,
Çoktan beri görünmüyon,
Tatilden mi şekerim?"

Caner, şarkının ritmiyle Mete'ye arkasını dönüp başını Mete'nin sol omzuna yaslayıp kollarını iki yana açtı. Bedenini hunharca sallamaya başladı.

"O yana da bu yana da salla,
Evir çevir gıvır çevir salla,
(Yok be) Salla salla salla salla titret,
Ne kadar sallarsan salla da,
Benim olacan sonunda."

Mete, gülerek kollarını iki yana açıp Caner, düşmesin diye hafifçe kafasını sağa sola salladı.

Barış, "Halıya basma lan!" diye bağırdığında Caner, bir an için durup yere baktı. Eyşan, bu sahneyi ağzı kulaklarında izlerken onlarında aynı şekilde güldüğünü fark etti. Herkes mutluydu, huzur vardı.

Barış ve Caner, birbirlerine kafalarını sallayarak yaklaştıklarında kolları da aynı şekilde havalanmış ve elleriyle kendilerini göstermişlerdi.

"Adım çıktı dokuza,
İnmez oldu sekize,
Gözlerime iyi bak, (Allah korusun)
Kız benziyom mu kerize."

Çilingir'in omzuna bu sefer yaslanan Mete olmuştu. O da Caner, gibi kıvırtarak kollarını iki yana açtı.

"O yana da bu yana da salla,
Evir çevir gıvır çevir salla,
Salla salla salla salla titret,
(kasayı dakma) Ne kadar sallarsan salla da,
Benim olacan sonunda."

Alparslan deliren oğullarını kafasını iki yana sallayarak izlerken Hümeyra Çakır'ın bakışları Eyşan'da takılı kalmıştı. Eyşan, annesinin güzelliğini almıştı. Pekâlâ duygulandı ve bir anlığına bakışlarını kaçırdı. Yutkundu ve yeniden Eyşan'a baktı. Bir ihtiyacı var olabilir diyerek yavaşça sandalyeden kalkıp yanındaki sandalyeye oturdu.

Eyşan, Hümeyra annesinin geldiğini fark edip ona baktı ve gülümsemeye devam etti. Hümeyra annesi, sıcak avcunu kızı olarak gördüğü Eyşan'ın kenetlediği ellerine bıraktı.

"İyisin değil mi kızım? Bir ihtiyacın var mı?"

Eyşan, bu soru karşısında gülümsemesini kaybedecek oldu ama hızla kendini toparladı.

"Yok hayır iyiyim Hümeyra anne." diye cevaplandığında Hümeyra, avcunun altındaki eli okşadı ve Alev'e çevrildi.

"Alev, müziği kapat çocuğum, kınayı yakalım."

Alev, hızla ayağa kalkıp müziğin sesini kısarak oynayan grubun durmasına sebep oldu. Hümeyra Çakır, ayağa kalkıp iki sandalyeyi ortaya doğru çekiştirmeye başladığında hızla Çilingir ve Selçuk öne atılıp Hümeyra Çakır'ın tuttuğu sandalyeleri aldılar. Yonca ve Alev ellerindeki biri mavi diğeri kırmızı olan dantelli örtüleri Suna teyzeye verip kaçtılar.

Mete, kaybettiği heyecanın yeniden tohumlarını kalbinde hissederek Eyşan'a yaklaştı ve elini uzattı. Eyşan, Mete'nin elini sımsıkı tutarak ayağa kalktı ve ortaya koydukları sandalyeye doğru ilerledi. Mete, Eyşan'ın bindallısını düzelterek Eyşan'ın oturmasına yardım ettiğinde solundaki sandalyeye oturdu ve gülümseyerek ona baktı. Bir an için avuçlarını fark ettiğinde damağını şıklattı ve elini Eyşan'ın açık avcuna koydu. Eyşan'ın açık avcuna yavaşça parmaklarını kıvırdı ve yumruk yapmasına neden oldu. Eyşan, kıkırdayarak Mete'ye baktığında Mete, dilini dişine yaslayarak sırıttı.

Suna teyze kırmızı örtüyü Eyşan'ın başına örtüp düzeltti. Sağ omzunun üzerindeki lacivert örtüyü açıp üçgen bir şekilde katladı ve Mete'nin omuzlarına bıraktı. Mete, Eyşan'ın kırmızı dantelli örtünün altına gizlenmiş gülen yüzüne bakakaldı.

"O kadar zarif görünüyorsun ki, insanın bakmaya cesaret edemeyeceği bir sanat gibi." diye fısıldadı ama kimse duymadı.

Alev, Lara, Cemile, Yonca ve Ayda, üzerlerine giydikleri kırmızı nedime bindallılarını giyip kenara pustular. Selçuk, önceden planladıkları şarkıyı oynatmaya bastığında Alev tepsiyi sıkıca sağ elinin üzerine yasladı.

"Ak güvercin olaydım pencerene konaydım"

Alev, elindeki kına tepsisiyle adımlamaya başladığında arkasındaki kızlar ellerindeki teflere vurmaya başladı.

"Penceren çok yüksekte yar dizine konaydım"

Eyşan, onların haline gülerken erkeklerde biraz durum karışıktı.

"Ay ramo ramo ramo sevgilim"

Caner, Osman, Barış ve Deniz ağızları açık bir şekilde kızları izliyordu.

"Ramo ramo güzelim yar dizine konaydım"

Kubilay, Yonca'nın bu haline alışkın olduğu için alkışlayarak destek veriyordu.

Mete ve Eyşan oturdukları yerden gülerek etraflarında dönen kızları izlerken Caner'in aklına kurnaz bir fikir geldi ve hızla sadece erkekleri toplayıp köşeye çekti. Müzik sisteminin yanında durup bir müziğin adını girdi. Barış, Caner'e bakarak gülümsediğinde kafasını salladı. Kubilay'ı müzik sisteminin başına dikip alana doğru ilerlediler.

Alev, tam tepsiyi tutup Eyşan'ın önünde eğilecekti ki şarkı kesildi ve yerine Caner'in istediği şarkı girdi. Caner, Çilingir, Deniz, Alperen, Barış ve Osman kollarını birbirlerinin omuzlarına yaslayıp sağa ve sola doğru sallanmaya başladılar.

"Alemin keyfi yerinde yine maşallah
Alemin keyfi yerinde yine maşallah
Bize de bir gün kader güler, güler inşallah
Bize de bir gün kader güler, güler inşallah"

Mete, ellerini hafifçe kaldırıp avuçlarını 'Ne yapıyorsunuz' dercesine açtı, burnunu gülerek buruşturdu.

"Salak mısınız amına koyayım?"

Kollarını birbirlerinin bellerine kaydırdılar, sallanmaya devam ettiler.

"Böyle gelmiş böyle gidecek, korkarım vallah
Böyle gelmiş böyle gidecek, korkarım vallah
Yok mu çaresi dostlar fesuphanallah
Yok mu çaresi dostlar fesuphanallah, ay"

Caner, cebindeki beyaz mendili çıkartıp havaya kaldırdı.

"Dumdumtaktakatak dumdumtak dumtaktakatak dumtakatak!" diyerek herkesi sola doğru çekmeye başladı. Eyşan, kahkahalarının arasında bu olaya şahit olurken Mete, bir an için durup Eyşan'a baktı. İçi huzurla doldu, yine bakmalara doyamadı fakat Alev'in sesiyle sıçradı. Büyümüş gözlerle Alev'e baktı.

Alev, "Gelinin kaynanası! Kızın elini açmıyor!" diye bağırdı ve Eyşan'a alttan bir bakış attı. Eyşan, kapalı avcunu sıktığında Hümeyra Çakır, sağ kanattan onlara yaklaştı. Elindeki kutuyu hafifçe aralayıp Alev'in Eyşan'ın eline kına yakmasını izledi. Eyşan'ın sağ avcuna serilen kınanın üzerine bir tam altın konduğu an Alev, derin bir nefes alıp Yonca'nın elindeki güllü pamuğu aldı. Eyşan'ın avcuna taktı ve bindallısına uyumlu olan keseyi eline geçirdi.

Sıra Mete'ye kına yakılacağında Çilingir, müzik sistemine bakıp Kubilay'a kafasını eğip kaldırdı. Alanda Hekimoğlu Türküsü yankılandığında Mete'nin bakışları Çilingir'e çevrildi. Sol uyluğunun üzerindeki yumruğunu çözdü. Sol elini, sol bacağının uyluğuna yaslandığında hafifçe yutkundu.

"Hekimoğlu derler benim aslıma
Aynalı martin yaptırdım da (Narinim) kendi neslime"

Çilingir, hızla Mete'nin önünde sağ dizini yere yasladı. Sol bacağını ise destek almak için kıvırıp sol ayağının üzerine ağırlığını verdi. Mete'nin dağı, onun için kırıldı ve önüne serildi. Alparslan Çakır, bu görüntüyle yutkunamadı.

"Aynalı martin yaptırdım da (Narinim) kendi neslime"

Mete, Çilingir'in yüzünü izlerken sağ avucunu açıp kendi sağ dizinin üzerine koydu.

"Konaklar yaptırdım mermer direkli
Hekimoğlu dediğin de (Narinim) Aslan Yürekli"

Çilingir'in diz çökmüş hali ve seremonideki ciddiyet, bir anlık bir sessizlikle alanda yankılandı. Caner ve Barış, Çilingir'in arkasında sağ ayaklarını öne doğru atıp sol dizlerini yere bastırdılar. Bu, eski bir timin, komutanlarına olan saygısıydı. Mete'nin bakışları sadece Çilingir'in gözlerinde kaldı.

"Hekimoğlu dediğin de (Narinim) Aslan Yürekli"

Çilingir, Alev'in uzattığı tepsiye işaret parmağını daldırıp parmaklarına bulaşan kınayı sakin bir şekilde Mete'nin avuç içine bastırdı. Yuvarlak bir şekilde dağıttığında Çilingir, derin bir nefes aldı. İşaret parmağını bir yere değdirmeden uzatılan lacivert bezi aldı ve altına peçete koyarak Mete'nin avcuna bağladı. Çilingir'in o andan sonra bakışları Mete'ye çevrildi.

"Bir omuzdan bir omuza (Narinim) On Arma Fişek"

Keskin kehribar gözler, mavi denizin dalgalarıyla buluştu; sert bir kayaya çarpan dalgalar kadar çarpıcı ama aynı zamanda bir ufkun huzurunu taşıyan bir anlık sessizlikte.

Çilingir, "Kınan kutlu olsun Hekimoğlu." dediği an Mete, dişlerini sıktı ve sol eliyle yıktığı dağı, kendi elleriyle yeniden ayağa dikti, sarıldı. İkisi de kınalı olmayan elleriyle birbirlerinin sırtlarına sertçe vurdu. Bu sırada Mete, gözlerini sıkıca kapatıp açtı. Çilingir ise yutkunarak bakışlarını kaçırdı, gözlerini kapatıp açtı ve ardından boğazını temizledi.

"Yengeye de sarıl, sonra ağlamasın."

Çilingir'in cümlesiyle Mete, tebessüm ederek ayrıldı ve yüzünü hâlâ sandalyede oturan Eyşan'a çevirdi. Gülümseyerek sol elini uzattı. Eyşan, minik bir tebessüm ile ayağa kalktığında Mete, tam karşısına geçti ve parmaklarını Eyşan'ın yüzünü örten örtüye kenetledi. Hafifçe yukarıya doğru kaldırdığında Eyşan gülerek "Cee." diye şaka yaptı.

Mete, kahkaha atarak örtüyü başındaki tacın üzerine doğru yasladı. İşaret ve orta parmaklarının arasına sıkıştırdığı örtüyü bırakmadı ve alnına doğru eğildi.

"Helalim." dedi ve gözlerini kapatarak büyük bir öpücük kondurdu. Geriye çekilmek istemese de çekildi ve müptelası olduğu kahverengi gözlere baktı. İki aşık, hiç konuşmadan gözlerine baktı.

O sırada Osman, hızla müzik sistemine eğildi ve Rizeli Eyşan'ın damarını okşadı. Osman ve Kubilay yeniden Eyşan'ı kenara çektiklerinde Mete, bu sefer onlara şaşkınlıkla bakmaya başladılar. Selçuk, iki büyük adımda Osman'ın yanında durduğunda Eyşan, Mete'ye bakarak çok yavaş bir hareketle omuzlarını salladı.

"Ula ula ula ula ula ula ula ula ula ula ula ula ula ula!"

Aynı anda omuzlarını sallamaya başladıklarında Mete, sandalyeye oturdu ve Eyşan'ı izlemeye başladı. Selçuk, Osman, Eyşan ve Kubilay şeklinde dizilen bedenler müziğin ritmiyle ayaklarını aynı anda hareket ettirmeye başladılar.

"Yükledum kır atuma
Torul hartamasini
Yükledum kır atuma
Torul hartamasini"

Torul Hartaması'nın ilk cümleleri başlayınca, Eyşan ayaklarını ritmik bir şekilde yere vurdu ve birleşen ellerle kollarını havaya kaldırarak ahenkle salladı. Müziğin hızlandığı her an, Eyşan'ın enerjisi de yükseliyor, adımları daha da belirginleşiyordu. Karadeniz'in bu eğlenceli ve hareketli oyununa ustaca uyum sağlarken yüzünde bir gülümseme belirdi. Hızlı hareketlerinden dolayı etekleri genişçe savruluyor, sanki rüzgârla dans ediyormuş gibi görünüyordu.

"Nerden öğrendun yarim
Adam aldamasini
Yükledum kır atıma
Hep da tütün taylari"

Selçuk, Osman'a bakarak güldüğünde Osman'da kahkaha atarak "Al aşa!" diye bağırdı. Birbirlerine kenetli elleri aşağıya indiğinde Eyşan'ı önlerine alarak omuzlarını sallayarak ayaklarını yere vurmaya başladılar.

"Sayar misun sevduğum
Benum gibi
Sayar misun sevduğum
Benum gibi aylari da"

Hümeyra Çakır, ağzı kulaklarında Eyşan'ı izlerken yanında kahkaha atan bir adet Alparslan Çakır vardı. Ethem'in kızı bu işi biliyordu.

"Ah vaylari vaylari
Geldi kiraz aylari
Ah vaylari vaylari
Geldi kiraz aylari"

Eyşan, bindallının eteklerini biraz yukarıya kaldırıp sağ ayağını yere sürterek etrafında döndü.

"15 yaşında kızın
Sallaniyi
15 yaşında kızın
Sallaniyi şalvari"

Mete, büyülenmiş bir şekilde Eyşan'ı izlerken sol gözünden akan yaş hafifçe yanağına düştü. Silmedi, çenesinden akıp düştü. Caner, Barış ve Çilingir ellerindeki rakı bardaklarıyla Osman, Kubilay ve Selçuk'u taklit etmeye çalışıyorlardı. Bunu gören Alev ve Lara gülerek onları izlerken Cemile, tutulmuş bir şekilde Osman'ı izlemeye devam etti.

Eyşan, kendi etrafında dönmeye devam ederken yavaşça bakışları Mete'ye doğru çevrildi. Ayakları ritimli bir şekilde yere değerken Mete, hayranlıkla Eyşan'ı izlemeye devam ediyordu. Şarkı bittiğinde Mete, kafasını iki yana sallayarak ayağa kalktı ve Eyşan'ı alkışladı. Yine yüzünde aptal bir gülümseme vardı.

"Çok güzel, pek güzel."

Yine kendi kendine konuşmuştu.

Bu haline gülen ahali Mete'nin halinden korkarak Eyşan'ı soluklandırmak için masaya oturttular. Eyşan, önüne uzatılan sudan kana kana içtiğinde gülerek etrafına baktı. Yorulmuştu, bunu fark eden Mete, yavaşça annesine doğru ilerledi ve kulağına doğru eğildi.

"Çok yoruldu anne, dağılalım mı?" diye sorduğunda Hümeyra Çakır, oğluna baktı. Bu kadar düşünceli bir kalbe sahip nasıl yetişti diye sordu kendine. Bir yanı Asiye Çavdar, diğer yanı ise o hep böyleydi diye bağırdı. Kafasını salladığında Mete, derin bir nefes verdi ve ellerini ceplerine sokup Çilingir'e baktı.

"Devrem, toparlayın yavaştan dağılalım." dediğinde herkes ayaklandı. Çilingir ve Selçuk çıkarttıkları müzik sistemlerini toplarken Caner, Lara'nın yanına yaklaşıp elini beline yasladı.

"Çok yoruldun mu?" diye sorduğunda Lara'nın bakışları Caner'e çevrildi. Gülümseyerek kafasını iki yana salladığında Caner, bakışlarını bir anlığına etrafında gezdirdi ve hızla Lara'nın yanağından öpüp doğruldu. Lara, Caner'in çaldığı öpücükle donakaldı.

Alev, sandalyeleri arka odunluğa taşıyordu. Son iki sandalyeyi de üst üste koyup ellerini çırptı ve arkasına döndü. Karşısında beliren Barış ile geriye doğru sıçradı ve elini kalbinin üzerine koydu.

"Ya! Niye öyle Azrail gibi sessizce geliyorsun?" diye çemkirdiğinde Barış, burnundan soluk vererek tebessüm etti.

"Bir kuştum şimdi Azrail mi oldum?" diye sordu, alaycı ama bir o kadar da yumuşak bir tonla. Alev, onun bu cevabıyla yerinde kalakalmıştı. Kalbine yediği yumruğun etkisiyle nefes almayı unutur gibi bir hâlde, bakışlarını ondan kaçırmaya çalıştı ama Barış'ın adım atıp yaklaşmasıyla kaçış yolu kalmamıştı.

"Azrail mi oldum?" diye sorusunu yineledi. Alev, kafasını ağırca iki yana salladığında Barış, yutkundu ve göğsünü havalandıran bir nefes aldı. Elini ceplerine sokup Alev'in yüzüne doğru eğildi. Alev, Barış'ın aniden eğilmesiyle ne yapacağını bilemez bir hâlde geri adım atacak gibi olduysa da olduğu yerde donup kaldı. Bakışlarında bir yoğunluk vardı, sanki Alev'in gözlerinden bir sır çekip çıkarmaya çalışıyordu. Cebindeki ellerini biraz daha sıkmış, adeta kendini kontrol etmek için çabalıyordu.

"Bana böyle bakmaya devam edersen, gerçekten Azrail olurum, Alev," dedi, sesi alçak ve tedirgin edici bir dinginlikle.

Alev, bu cümlenin altında yatan anlamı çözmeye çalışırken dudaklarını ısırdı. Kaçmakla karşılık vermek arasında bir yerde duruyordu. Gözlerini Barış'tan kaçırdı, ancak bakışları tekrar istemsizce ona döndü. Barış'ın yüzü bir nebze yumuşadı, dudaklarının köşesi belli belirsiz yukarı kıvrıldı.

"Senin gözlerinde ne var, biliyor musun?" diye sordu, sesi neredeyse bir fısıltı kadar yavaş çıkmıştı.

Alev, cevap veremedi. Bu sözlerin anlamını bilmek istediği hâlde, kalbindeki çarpıntının izin vermeyeceğinden korkuyordu. Barış, biraz daha yaklaştı, nefesi artık Alev'in yüzünde hissediliyordu.

"Kendi yansımam." dedi Barış, sesi beklenmedik bir yumuşaklıkla. "Kuşu gökyüzünde uçarken, yeryüzünde kalbi havalandırılmış bir adam. Ben kuş değilim Alev, hiçte olmadım ama nedense kalbimin kanatları kırılmış gibi hissediyorum."

Sözlerinin ardından, Barış hafifçe geri çekildi. Ceplerindeki ellerini çıkarıp başını yana eğerek bir süre duraksadı. Ardından yavaşça geri dönüp alana doğru yürümeye başladı.

Alev ise hâlâ olduğu yerde kalmış, Barış'ın ardından bakıyordu. Göğsündeki karışık duyguların yarattığı dalgayı sakinleştirmeye çalışırken derin bir nefes aldı ama bu çabası pek işe yaramadı. Gözlerini hâlâ onun arkasında gezdirirken, içindeki karmaşanın yankıları dinmemişti.

6 Nisan 2022 – 23:59 / Lapazan Yaylası, Trabzon

Asena Eyşan Boduroğlu, Ağzından

Uyuyamamıştım.

İçimde adını bildiğim ama söyleyemediğim bir boşluk vardı. Sırtımı yasladığım duvardan önümdeki masaya eğildim ve sol dirseğimi yan bir şekilde yaslayıp sağ elimi yanağıma yasladım. Dün nişanlanmış, bugün de kınam yakılmıştı. Mutluydum, tabii ki de ama ne bileyim içimde bir durgunluk vardı.

Masadaki telefonum, titreyerek ekranın ışığını benim için yaktığında gözlerimi yayladan indirip ekrana baktım.

Çatlaklar grubundan 31 yeni mesaj

Derin bir nefes alıp sol dirseğimi masadan ayırmadan kaldırdım ve alnıma yaslayıp telefonu sağıma doğru çektim. Ekranı yukarıya kaydırıp WhatsApp'a girdim.

Caner: Allah aşkına alın atın şu meteyi gruptan

Kocam: KES LAN

Kocam: BENİ KINALI KUZUMLA VEDALAŞTIRMADAN GÖTÜRDÜNÜZ!

Çilingir: Mete yat zıbar olm

Kocam: SUS SİKERİM BELANI!

Kocam yazıyor...

Kocam: elimde duran fotoğrafın

Kocam: baktım, inan tanıyamadım

Kocam: bu şarkımı ben sana yazdım

Kocam: sense hâlâ anlayamadın

Mete'yi, beni öpmesine izin vermeden çekip arabaya bindirmişlerdi. Mete'nin bu haline gülerek bildiğim sözleri mesaj kutusuna yazmaya başladım.

"Hissetmeyi senle yaşadım."

Siz: hissetmeyi senle yaşadım

"Sende tattım ben bu duyguyu."

Siz: sende tattım ben bu duyguyu

"Söylemekten hep korkuyordum."

Siz: söylemekten hep korkuyordum

"Şimdi dinle bütün aşkımı."

Siz: şimdi dinle bütün aşkımı

Caner: Öğk

Çilingir: Öğk

Kocam: :O :O <3 <3 <3 <3 <3 :')

Caner: harbi harbi ağlıyor lan

Çilingir: şu gözlere bak tipini sikeyim

Kocam yazıyor...

Kocam: VEDALAŞMAMA BİLE İZİN VERMEDİNİZ BURADA BARİ BENİ RAHAT BIRAKIN!

Kocam: kınalı kuzum dur bak ne buldum :')

Kocam: dansımızı hatırlıyor musun <3 :')

İstem dışı gülerek kafamı iki yana salladım

İstem dışı gülerek kafamı iki yana salladım.

"Salak ya."

Siz: :')

Kocam: sen ağlama <3

Kocam: ben senin içinde ağlarım gülüm :')

Kocam: caner

Kocam: bu arada ben bir şey buldum

Kocam: bunun benim galerimde ne işi var

Kocam:

Caner: sikerim seni sil şunu!

Caner: sikerim seni sil şunu!

Kocam: canerin 15 yaşındaki ve kumral saçlı hali :D

Lokum: gözler lens mi?

Çilingir: adamın hala küvetinin olması peki?

Caner: METE SİKİCEM SENİ SİL ŞUNU

Caner: siktim çocuk seni

Caner yazıyor...

Caner: al amına koyayım

Caner: al amına koyayım

Kocam: HJKHASJKDHASD

Kocam: XD

Kocam: ne var bunda salak

Caner: hatırlamıyor musun??

Caner: :D

Kocam: neyi hatırlamam gerekiyor bu fotoda?

Caner: XD

Caner: neyse kızlar var bir şey demicem

Barış: yoksa?

Caner: XD EVET

Barış: PUHAHAHAHAHHAHAHAHAHAHAH

Kocam: terbiyesiz herifler

Caner yazıyor...

Caner: Al sana

Caner:

Caner yazıyor

Caner yazıyor...

Caner: Bunu da al

Caner:

Kocam yazıyor

Kocam yazıyor...

Kocam: benimle savaşma caner

Kocam:

Kocam Barış kişisinin mesajını alıntıladı: barış sen uçsana havacıya, kuytularda yedin bitirdin kızı

Kocam Barış kişisinin mesajını alıntıladı: bu arada barış sen uçsana havacıya, kuytularda yedin bitirdin kızı

Barış: :O

Alev: :O

Siz: :O

Kocam: bozkurt olduğumu unutuyorsunuz, hatırlatırım

Kocam: benim her yerde gözüm var ;)

Çilingir: bugün bunun beyni eridi iyice yat zıbar amk

Kocam Sizin mesajınızı alıntıladı: yavrum kapat ağzını

Ya!

Siz: senin kafan mı güzel Mete?

Kocam yazıyor...

Çilingir yazıyor...

Çilingir: eve döndükten sonra barış malı yüzünden içmeye başladık

Çilingir: bize içirdi kendisini de odasına kilitledi çıkmıyor da

Kocam sizin mesajınızı alıntıladı: Mete ne amk asker arkadaşın mıyım ben senin?

Kocam yazıyor...

Kocam: KOCANIM KOCAN

Kocam: NİŞANLIYIZ BİZ SENİNLE

Kocam: HELALİMSİN SEN BENİM

Kocam: ÇOCUKLARIMIN ANASISIN

Kocam: KINALI YAVRUMSUN SEN BENİM

Kocam: METE KİM?

Caner: :D

Barış: :D

Çilingir: :D

Abim: yatın uyuyun lan! Zırt zırt zırt sessize alıyorum kikiriğin biri çıkmış dışarıda kikkikikikik diye gülüyor! Yatın uyuyun!

Caner: kim o kikirik?

Siz: kikikikikikikik

Alev: kikikikikikikik

Lara: kikikkikikikikiki

Helal olsun lan size. Yetiştiniz imdadıma!

"Hepiniz niye ayaktasınız?" Selçuk'un sorusuyla hızla arkama döndüm. Alev ve Lara ayakta dikilirken kenara çekip Selçuk'a baktılar. Gözlerimi devirip telefona baktım.

"Beni uyku tutmadı." dediğim sıra telefonum titredi.

Caner: ne işiniz var sizin dışarıda?

Bu mesaj silindi.

Lara'nın telefonu titrediğinde gözlerimi kısarak Lara'ya baktım.

"Ajanlık yapma."

Lara, bıyık altından gülüp telefonuna odaklandı.

Caner: barış salona gel

Caner: gelmezsen odana ben gelirim ve hiç hoş şeyler olmaz :)

Barış: siktir git caner

Caner: :O

Caner: bana siktir mi çektin sen

Caner: @Alev ne yaptın da üzdün çocuğu?

Alev: cevap vermezsem ne yaparsın?

Alev: boğazımı mı sıkarsın?

Hızla Alev'e döndüm.

"Alev!"

Omzunu silktiğinde derin bir nefes alıp telefona döndüm.

Caner yazıyor...

Caner: dışarıya çık

Caner: geliyorum :)

Gözlerimi devirip Alev'e baktığımda bakışları Lara'nın çevirdiği telefona kaymıştı.

"Caner, Barış'ı odadan çıkartmak için böyle dedim demiş."

Çilingir yazıyor...

Çilingir: kızlar bugünlük eğlence yeter

Çilingir: ha bu arada Lara yenge

Çilingir: caner artık kör

Kocam yazıyor...

Kocam: çilingir

Kocam: bende sana ve barışa ait bir şey var

Kocam: üstteki barış XD

Kocam:

Çilingir yazıyor

Çilingir yazıyor...

Çilingir: @Siz

Çilingir: kocanı yedim

Barış: @Caner

Barış: Bu da benden sana bugünün hatırası olsun

Barış:

Barış: caneri al şuradan

-

 

 

 

 

DEVAM EDECEK

Hellüüü, nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Bu bölümün devamı farklı bir bölüm ismiyle değil aynı bölümün başlığıyla devam edecek. Ondan dolayı 'Devam Edecek' olarak kapattım. Devamının taslakları elimde şu an hazır ama henüz daha yazımına başlamadım. Diğer bölümde bunun bin katı eğlence yaşayacağız. Bütün stresinizi alıp ardından bombayı salacağım :)

Bu bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Eğlendiniz mi? Hoşunuza giden noktalar var mıydı? Bunları bana lütfen belirtin. Şahsen yazarken çok keyif aldığım bir bölüm daha oldu. Ekranı göremediğim anlarda oldu...

Gerek kına gecesi sahnelerinde, özellikle Mete ile Çilingir'in Hekimoğlu Türküsü eşliğinde kına seremonisini gerçekleştirmeleri gerekse Eyşan'ın isteme sırasındaki duyguları beni bitirmeye yakın bıraktı. Zaten iki paketi ben orada sömürdüm. Fark ettiyseniz bu bölümde hiçbiri o kadar fazla sigara içmedi çünkü hepsini ben içtim :)

Bölümün devamında ve;

 

 

 

 

Koyduğum son noktada görüşmek dileğiyle

 

 

 

 

Sultan Çakır

 

 

 

 

on üç ocak iki bin yirmi beş

 

 

 

Bölüm : 13.01.2025 17:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...