Yeni Üyelik
3.
Bölüm

İNTRO (Limon Ağacı ve Küle Dönen Geçmiş)

@sumeyyeirem.a

Size bir bilgi vereyim mi? İnsanoğlu tüm canlılar arasında nefes alırken boğulabilen tek canlıdır.

Boğulmak; vücuttaki dokulara yeterli oksijen gitmemesi sonucu dokularda bozulma meydana gelmesidir yahut nefes alamamaktır. Lakin bu öyle ciğerden, boğazdan gelen bir oksijen temelli boğulma değildir. Ruhtan gelir.

Ve biz tanrının boğulmaya mahkum ettiği tek kullarıyız. Bize o ruhu veren Tanrı'nın...

İşte şu an ruhum boğuluyordu. Her an olduğu gibi. Bazen bizi boğulmaya mahkum eden sadece Tanrı değildi.

Hayatının baharında çiçekleri solmuş bir genç mi? Ne gibi bir derdi olabilir ki? Naz yapıyordur ya sadece boş verin.

Ha ha (!)

Telefonun cebimde titremesi ile irkildim. Arayan babamdı. Hissederdi aileler çocuklarının hissettiklerini çünkü genelde mutluluğunda hüznünde temeli onlar olurdu.

"Asya, vardın mı kliniğe?" Dedi telefonu omzu ile kulağı arasına kattığını özetleyen boğuk sesi. "Yok. Neden?" Kenardaki kediye selam verdim. "Özleme yemek götür diycektim. Yakın mısın restorana?" "Hayır ama önce provalara gidicem, kostümler gelmiş." "Anladım. Opera binasından restorana uzak olur. Boş ver o zaman." Arkadan bıçak sesleri geliyordu.

Görmeyeceğini bilsem bile elimi alelağde salladım. "Başka zamana, şimdi telefonu salataya düşürecesin kapat kapat." dedim gülerek o da gülerek karşılık verdi. "Tamam güzelim. Ben kapattım o zaman, dikkat et kendine." "Tamam. Kolay gelsin size."

Evet provalar. Ben tiyatro oyuncusuyum. Haftaya büyük bir oyunum vardı ve bazı kostümlerde sorun çıktığı için terziye verilmişti. Eski çağ oyunlarında sık sık rastladığımız bir durum bu maalesefki. Oraya yetişmem gerekiyordu. Çıktıktan sonra teyzemin yanına kliniğe gidicektim. Kendisi veteriner hekim ve sık sık kliniğe, ona yardıma giderdim. Hayvanlarla aram iyidir.

Ben kim miyim? Ben Asya Ersöz. Tüm hayata ve yaşanmışlıkları inat yaşamaya devam eden Asya Ersöz. İsmimin anlamı en büyük ve güçlü kıtaydı. Belki büyük değildim, belki büyük olamazdım ama güçlüydüm. Ve güçlü olmak zorundaydım. Kendim ve olmayan o adalet için. Çünkü biliyordum. Siz kendiniz için savaşmazsanız kimse sizin için savaşmazdı. Ama şu da vardı. Savaşacak gücü olamayanlar için savaşabilirdiniz.

İsyankâr demekti Asya güneşe karşı bile dik dururdu.

Eh tabii bi de arapçada 'Sifa veren, tedavi eden' anlama gelirdi. Ama ben kendime bile iyi gelmiyorken nasıl bu anlamı benimserdim?

Peki sen, sen gerçekte kimsin?

Çok yazık sen de bu sorunun cevabını bilmiyorsun. Benimle kal sana tüm sorularının cevabını söyleyeceğim İsimsiz. Çünkü senin bir adın yok sen İsimsizsin. İsim kaderdir. Daha kaderini bilmiyorken, onu yönetemiyorken bir isminin olabileceğini mi sanıyorsun?

Hadi gel senle gerçek isimlerimizi bulalım.

 

¿

 

Opera binasına girmeden önce iyice bulutlanan havaya baktım. Harika. Bı yağmurumuz eksikti.

Yağmur sana mı yağıyor sanki.

Aaa bakın kim gelmiş. O benim. O benim bir parçam. O benim en büyük düşmanım. O benim tek dostum. O benim içimde konuş bir ben daha. Dışta susan bana inat hiç susmayan içsesim... şimdi ona veda et. Gidiyor çünkü kimse onu dinlemiyor. Ama senle en fazla o konuşacak.

Dünya benim açımdan bakınca benden ibaret. Benim oyunumun başrolu benim. Gelişen tüm olaylar benim için gelişiyor. Yağan yağmur benim için yağıyor gök benim için gülüyor.

Felsefe moodu açıldı. Hayır Asya, ben başka bir hikâyede ismi dahi bilinmeyen bir figüransın.

Seni uyarmayı unuttum iç sesim bazen çok konuşur.

​​​Seni uyarmayı unuttum Asya bazen çok boş konuşur.

Eğer daha önce hiç keşke içsesimin açma kapama tuşu olsa demediysen beni anlayamazsın. Ama dediysen, tebrikler dostum sende bendensin ve demek ki insanlar seni de dinlemiyor.

"Asya geldi mi?" dedi cıvıl cıvıl bir ses. Somurtarak ona döndüm. "Sence hala yolda mıyım?" Gülümseyerek belime sarıldı küçük bir beden. "somurtkanlığın üstünde yine. Tersten uyandın herhalde?" "Hiç sorma. İğrenç bir kâbus gördüm. Herhalde mırıldanıyordum uykumda, Esis beni uyandırdı." Dedim. "Yine mi? Gerçi parçamız oldu kabusların." Dedi Ada.

Evet Ada. Ada'm benim miniğim. Ada benim liseden beri arkadaşımdı. Onu tanıdığımda ben on üç o ise sadece on dört yaşındaydı. İlk tanıştığımızda küçük iki kızdık. Şimdi ise büyüyüp kadın olmuştuk. Aynı güzel sanatlar lisede farklı bölümlerde okuduk. Ben tiyatro Ada ise resim bölümünde.

Birlikte aynı üniversiteyi kazandık (Ada kesinlikle yatay geçiş yapmadı) ve aynı opera binasında -ben oyuncu ve o sahne ve dekor tasarımcısı olarak- işe başladık.

Ada benim en yakın arkadaşımdı. O da kaderin zehrinden nasibini almış, kendi sevgisini yaratmış bir çocuktu. Ada hiç çocuk olmamıştı. Ama büyümek için de çocukluğu tatmak gerekirdi. Sen tadabildin mi ki büyüdüğünü sanıyorsun İsimsiz?

Babası ve annesi ile pek iyi ilişkileri yoktu. Bı ablası vardı Kumsal. Banada az ablalık yapmamıştı. Kumsal Mersin'e üniversite okumak için gelmiş ve Ada'yı da yanına almıştı. Ada liseyi Mersin'de okumuştu. Şu an ablası ile birlikte yaşıyordu. Gerçi benim evime benden daha fazla hakim olması cabası. Geçen perdeleri değiştirmişti mesela. Gerçi haklı Esis'in ne kadar uyarsamda mutfaktaki perdelere karşı ayrı bir zaafı vardı ve bayağı vahşi bir zaaftı.

Esis benim asıl ev arkadaşımdı. Teyzemin kliniğine gelen yavru, sağ gözünü kaybetmiş bir kediydi. Aramızda tuhaf bir çekim vardı. Bide baktım kedi kılıklı pisikopat hayatımda büyük bir yer edinmiş ve onu evime almışım. Ben sarhoştum hocam. O zaman nasıl bir hata olduğunu bilmiyordum. Şaka bir yana Esis benim en iyi dinleyicim olmuştur çoğu zaman. Sesiz bir yapısı olsa bile aralarda yaptığı yorumlar bir kediye oranla bile oldukça mantıklı olabiliyordu.

"Çıkışta bize gelsene. Kumsal evde yok. Film falan izleriz." Dedi. Kafamı salladım. Olmaz kliniğe gitmem gerek yeni bi köpek gelmiş. Teyzem çok vahşi olduğu söylüyor. Bı bakayım konuşmayı falan denerim. Sen bana gel."

Bı süre sen gel ben geleyim muhabbeti yaptık en sonunda ikimizde kendi evimizde oturmaya karar verdik. Ama Ada her şekilde zaten o filmi açar her saniyesini bana özet geçerdi.

"Bu senin elbisen, bu sefer tam bedenine göre oldu." Biraz cilveli bir şekilde ona doğru eğildim. (Aramızda çok rahat bı yirmi santimetre varda.) "Bak sen, bedenime ne kadar hâkimmişsin öyle." Gözlerinin kenarları bı kemirgen gibi kırıştı ve o da yüzüme yanaştı. "Olsun o kadar az mı gördüm." Sinsi bı sırıtış attım. "Göz bebeklerinizdeki açlığa bakılırsa az gelmiş." Kahkaha attı. "Yorma be yavrum gel işte gece bize. Kumsal yok diyorum anla, amma naz yaptın." Kahkaha atarak geri çekildim.

"Sonra insanlar bizi neden birlikte saniyor. Pis sapık. Açacağın film Allah bilir ne?" Oda kahkaha attı. "Vallahi harika kanatların sinema filmini açacaktım." Diğerinden daha büyük bir kahkaha attım.

Ada ile aramızda ufak cilveleşmeler geçiyor ama merak etem harika kanatlar kadar dostane bi ilişkimiz var.

"Ben artık şunları giyiyim." Kabinlere doğru ilerlerken arkamdan seslendi. "Geleyim mi?" "YOK!"

Giyindiketen sonra aynaya baktım. Giydiğim eski Yunan tarzı beyaz tunik esmer tenimi daha öne çıkartmıştı. Uzun dalgalı kestane rengi saçlarım ince kumaş ile bütünleşmişti. Başıma taktığım altın sarısı defne tacı ince kollarımın üstüne ve ince bacağıma taktığım bileziklerle aynı renkti. Hasır eski tarz bileklerimın yukarısına kadar dolanan bı sandalet giymiştim.

Elbise gerçektende Ada'nın dediği gibi tam üstüme oturmuştu bu sefer. İnce belimi sarmış ama ince uzun bacaklarıma geniş kesimi ile bol gelmişti.

Beyaz giymeyi seviyordum. Keskin yüz ve vücut hatlarımı her zaman daha belirgin yapıyordu.

Bir tanrıçayı oynayacaktım. Artemis. Avcılık ve hayvanların tanrıçası. Böyle ağır rollere alışıktım. Sert bir görünüşüm vardı bu yüzden böyle rollerde zorlanmıyordum.

Aynaya biraz daha yaklaştım. Keskin hatlı, rengini geceden alan koyu gözlerime baktım.

 

Ölüm akan gözlerin bir ölümsüze çok yakıştı Asya.

Katılıyorum.

Dik durup derin bir nefes aldım. Kapıyı açarak ilerledim ve Ada'nın karşısına geçtim. Kafasını elindeki çizimlerden kaldırdı ve bi süre tek kelime etmeden beni izledi. "Oha! Asya? Bu çok iyi olmuş. Ben Artemis olsam kıskanırdım." Gülümsedim. "Sandalet rahatsız etmiyor değil mi?" Kafamı olumsuz bı şekilde salladım. "Daha büyüğü yok zaten. Koca ayak." Göz devirdim. "Ada ben 40 giyiyorum sen 38. Yok hani senin boyun zaten 1.64." Ada güldü. "Bak boyuma bulaşma zorbalarım seni." Dedi. Göz devirdim. "Ne ama haksız mıyım? Ben zaten 1.83'üm. Ayakkabı olarak otuz altı buçuk mu giyseydim?"

Yönetmenimiz ve eğitmenimiz Nurgül hoca gelince ilimizde sustuk. "Asya her zamanki gibi yakıyorsun." Gülümsedim. "Teşekkür ederim."

"Fotoğraf çek sonra üstünü değiştirip çıkabilirsin." Ada hemen araya girdi. "Bende çıkabilirim değil mi?" Nurgül hoca Ada'ya döndü. "Hayır güzelim sen önce dekorlarını bitir. Hani dün bitmiş olurdu da bu gün tam hâlini görürdüm?" Ada teknik sorunlarla alakalı bı iki şey geveledi bende internette atılacak afiş için fotoğraf çekimine ilerledim.

 

🎭

 

Klinikten çıktım. Köpek gerçekten beni bayağı zorlamştı ama az çok iletişim kurabildik. Yorucu bir gün olmuştu hemen eve gitmek istiyordum. Hava iyice kararmıştı. Arabaların beni görebilmesi için flaşımı açtım. Mahallenin elektriği gitmişti her halde. Bı süre sonra evime yakın bir sitenin yanından geçtim. Sitenin bahçesine ekili limon ve portakal ağaçları her yere mis gibi bir koku bırakmıştı. Sitenin yüksek duvarları ve duvarların ardından yanan ışıklar çok az bir ışık sağlıyordu. Önümü görebiliyordum tabii. Telefonum titreyence kilidi açtım. Flaş kapanmıştı. Daraldığımı hissederek boynundaki fuları çözdüm ve avcuma alarak mesajı açtım. "Asya bu günkü köpek öldü biraz önce. Kalp krizi geçirdi. Ne olduğunu anlamadık." Mesaj aynen böyleydi.

Sadece bir saat önce yanında olduğum köpek ölmüştü.

İçim titrerken cevap yazmadan telefonu cebime yerleştirdim. Derin bir nefes aldım. Hayat çok kırılgandı. Bir vardı bir dakika sonra artık olmaya biliyordu. Bana göre zaman geçmiş ve şimdiden ibaretti. Şimdi o anlık saliseden bile daha kısa bir zamandı. Geçmiş ise bizim hatırladıklarımızdan ve hissettiklerimizden ibaretti. Gelecek diye bir kavram olamazdı. Gelecek kelimesi fazla şaibeliydi. Hayat kesin konuşmak için fazla karışıktı ve gelecek kelimesi Tanrı ile yarışır bir kesinlik taşıyordu.

O köpek mesela, artık geçmişti ve onun geleceği yoktu. Son sayfa zamanın tozlu raflarında yanmaya başlamıştı bile. Biraz önce şimdim olan o haber benim için artık geçmişten ibaretti. O köpek artık hiç varolmamış denebilirdi. Ruhu bu dünyadan yok olup giderken -ve belkide çoktan gitmişken- bizim için hiç varolmamış, tarihin raflarına asla kalıcı sayfalar bırakmamaş ve o raflar yaşlandıkça toza dönen, unutulmuş, unutulmaya terkedilmiş onlarca hayat hikâyesini düşündüm. Düşünmek istedim. Ama onlar çoktan yok olmuştu. Onlar geçmiş bile değildi ve saf kalpleri öldükleri günün yarını olacağına inanmıştı.

Bende mi öyle olacaktım? Hiç bir faydam olmayacak mıydı bu dünyaya? Yaşamım değersiz olacaktı. Ölümüm insanları üzecekti ve sadece birkaç gün sonra anılarda yaşayan bir insan olacaktım. Sonra anıların sahipleri de ölecekti. Belki fotoğraf olarak kalırdım. Ama gerisi yok. Adını, kim olduğunu bilmediğimiz milyarlarca insan gelip geçmişti bu dünyadan. Bende onlar gibi olacaktım belki. Belki hiç varolmayacaktım. Geriye bir şey bırakmamıştım ki. Ölümlü bedenim yok olurken bir zamanlar yaşadığımı kim kanıtladı ki? Yada kim umursar mı demeliyim?

Derin bir nefes vererek önümdeki ufak taşa tekme attım. Karanlıktan az çok seçdiğim kadarıyla önümdeki ağaca çarptı. Limon ağacına yaptığım istemsiz saldırı için içten içe özür diledim. Bir yaprak yavaşça süzülürken belkide özrümü kabul etmişti. Kafamı kaldırıp yaprağı izledim. Yola doğru savruldu arkandan gelen sesle hemen ağaca sırtımı döndüm. Birden bire bir beyaz ışık gözlerime dolarken karanlığa alışmış acıyan gözlerimi kapatmak istedim ama olmadı. Hareket yeteneğimi kaybetmiştim. Keskin bir ses duydum sesin nerden geldiğini anlamadan. Sonra ilerden ışığın kaynağını gördüm. Bana doğru gelen bir araba vardı. Hızlı geldiğini kestirebiliyordum ama sanki her şey ağır çekimdeydi. Havada uçan yaprak mesela, bir limon yaprağı. Az önceki yaprak. Her yer zaten limon kokuyordu. Asılı kaldı o yaprak. Ben yaprağı inceleyecek kadar zamanım vardı mesela ama kenara çekilecek zamanım yahut gücüm yoktu. Ölmüş müydüm? Unutulup gidicektim belkide. Bende zamanla yok olan bir sayfa olacaktım. Ne bırakmıştım ki bu dünyada kendimden geriye? Sadece adım vardı. Benimle o adı taşımış binlerce insan varıdı. Ve benimle aynı adı taşımış, unutulmuş binlerce insan daha vardı. Binlerce Asya. Belki bir tane Asya Ersöz ama oda mı artık yoktu? Komik telefonumda yarın için kurulmuş bir alarm vardı aceba çaldığı zaman kim susturdu o alarmı? Ben değil sanırım. Saf kalbimin inandıklarına inat sanırım benimde bir geleceğim yokmuş.

Ama başka bir şey oldu o an o saniye belki salise. Yani şimdi. Birden bire başka bir ışık patladı. Bu sefer beyaz değil mavi bir ışık. Ne oldu bilmiyorum ama birinin vücudumu saran kollarını hissettim. Tekrar o mavimsi ışık ve başka bir yerdeydim. Ama bu sefer tek değildim. Yanımda benden en az on santim daha uzun biri vardı. Bir adam vardı. Kolları belimdeydi bende ona tutunmuştum sıkıca. Ne oldu bilmiyorum ama bu sefer etrafta limon ağacı yoktu. Hoş, hala konusu geliyordu o yaprakların. Yanımdaki adamdan geldiğini o anın şoku ile idark demedim tabii.

Altında olduğumuz sokak lambası yanmıyordu yüzüne gölge düşmüştü. Sadece keskin yüz hatlarını bir noktaya kadar görüyordum. Bir de kafasına geçirdiği kapüşondan kaçan açık renk kıvırcık saçlarını. Yüzüne gölge düşüyordu. Sanki gölgeleri yönetiyordu ve kulu olan gölgeler onu gizliyordu. Hâlâ hareket etmeden duruyorduk. "Sen?" dedim. Gerisi gelmedi. Gülümsedi. Sanırım gamzesi vardı. "Sen nesin?" Geri çekildi. Yavaşça kendime gelmiştim. O geri çekilince kolunu daha sıkı tuttum. "Gitme! Kim oduğunu söyle." Karşısına dikilmiştim. Soluğu belli belirsiz yüzüme değdi. Kapşonunu indirmek için uzandım ama geri çekildi, yüzü daha açıktı şu an ama gölgeler onun tarafındaydı. Hafifçe tekrar gülümsedi tuttuğum kolunu kurtardı elini kaldırdı ve işaret parmağını dudaklarına götürdü. Susamamı, sesiz olmamı söyledi, bir şey söylemeden. Parmağı dudaklarına dediğinde tepemizdeki lamba bir kere yandı. Sadece iki saniye sürdü belki. Belkide bir ama ben o tek saniyede bile güneş gözlerini görmüştüm . Nefesim kesildi.

Tekrar maviye çalan bir ışık ve artık yoktu. Belki bunları bir rüyaydı ve hiç olmamıştı.

 

☀️BM

 

Elimdeki beyaz fulara baktım. Bana bir hatıra bıraktığın ne zaman farkına varacaksın aceba? Hoş sanırım fular ve broşun geleneği devam ettirilicekti.

İlk karşılaşmızın böyle olmasını hiç planlanmıştım. Ama sanırım kaderin başka planları varmış. Beni gördüğün ilk andan itibaren tam bir saat geçti. Tam 38 dakikadır bahçede oturuyorsun. Üşümedin mi? Doğru sen kolay kolay üşümesin.

Kahveni soğuk içersin. Önündeki kahve soğumşutur bile. Hâlâ içmedin. Bu gece içmiyeceksin. O kahveyi içmesen bile gözüne bir damla uyku girmeyecek. Yarın erken kalkacaktın. Böyle giderse kurduğun o iğrenç sesli alarmını kapattığın zaman gözlerini açmakta bile zorlanacaksın. Esis hala yanına gelmedi. Bu gece yaşadığın olayları ona bile mi anlatmayacaksın? Sözümü gerçekten dinliyecek misin? Hayır, hayır. Sen isyankarsın. Adında taşıdığın gibi, gece gözlerin gibi. İlla konuşucaksın. Seni susturmak için benim bile gücüm yetmez. Susama! Duyur sesini. Nasıl olsa artık her adımında arkanda durmak zorunda kalmayacağım. Gölgelerde saklanmama gerek kalmayacak. Artık güneşin olabilirim. Artık yanında olabilirim Meleğim. Ne olursa olsun!

Sanırım artık hayatına girmiş oldum Asya Ersöz.

 

 

Loading...
0%