4. Bölüm

00. Bölüm(Adalet İçin)

Sümeyye İrem Akgeyik
sumeyyeirem.a

***

 

 

Biz insanlar kuşlar gibi uçtuk.

 

Balıklar gibi yüzdük.

 

Böcekler gibi kazdık.

 

Ama insan olamadı.

 

***

 

"Ve siz! Benim kullarıma gaddarca davrandınız. Hoş! Her bahar ayı, av için tekrar bana yalvardınız. Bu yüzden verdim size bu yıkımı. Kuruyacak tüm ağaçlarınız. Tek bir buğday tanesi, tek bir üzüm bağı kalmayana kadar kuruyacak. Ölecek tüm hayvanlarınız. Sinekler açlıktan size saldırıncaya kadar her bir kuzu her bir koyun birden bire can vericek. Etlerine bulaşan hastalık sizede vuracak. Günahlarınızın bedeni olarak içinizde yeşeren lanetimin tohumları içten içe boğacak sizi. Siz benim kullarımın aksine acı bir ölüm yaşayacaksınız. Sadece bebeklerinize, bakirelerinize ve hamile eşlerimize acıyacağım. Vicdanım, soğuk esintisini sadece onların cehennemine sunucak. Ani ölümleri olucak onların sizin aksinize.

 

O zamana anlayacak insan oğlu ne kadar aciz olduğunu, benim dilsiz kullarıma zulüm etmenin cezasını o zaman anlayacaksınız. Fakat merak etmeyin. Amcam, ölülerin ve tüm yeraltı zenginliklerinin tanrısı. Acımasız Hades devam edecek size çile cektirmeye. Ruhunuz yeraltı tarlalarında azap çekerken gerinizde kalan, tüm dehşeti görmüş insanların af için bana sunduğu o bal likörlerini, en güzel testi şaraplarını... Tek bir damlası dahi yetmeyecek içimdeki öfkeyi söndürmeye. Kanı dökülen her bir yavru ceylan için, kürkünü çaldığınız her bir bozkurt için, kafese tıkıp, kanatlarını kırptığınız her bir özgürlük güvercini için daha da yalvaracaksınız bana!"

 

"Leydim! Tanrıçaların en merhametlisi, en yücesi. Bakirelerin ve hamilelerin yardımcısı. Avcılığın ve birçok sanatın efendisi. Yüce Artemis. Yalvarırım acıyın bize!"

 

Kahkaha.

 

"Acımak mi? En son sen öleceksin. Irzına girdiğin bakirelerim için en son senin canını alacağım ama öleceğin güne dek çürüyüp gideceksin. Kendine köle ettiğin, yurtlarından kaçırdığın kadınlara hizmet edeceksin önce. Sonra o kadınlarda ölecek. Ölümün en tatlı hali ile. Bu gördüğün sonu olmayan, tartarosa uzanan topraklar varya. Benim diye övdüğün o topraklarda yalnız başına kalacaksın. Her gün acı çekeceksin ve en sonunda sende öleceksin. Sırf ibret olsun diye bile, bir tane dâhi çocuğunu bırakmiyacağım. Sileceğim senin o sefil, o her bireyine acı ve günah bulaşan soyunu!"

 

(*Yz: Tartaros: Yunan mitolojisinde yeraltı dünyası, ölüler diyarı.)

 

Tahmin edebileceğin gibi şu an oyunun sahnelediği gündü. Artemis'i oynuyorudum ve karşımdaki oyuncu gaddar bir kralı oynuyordu. Üstümdeki elbise ve elimdeki kil testi ile Artemis idim ben. Doğanın ve av hayvanlarının, çocukların, hamilelerin ve bakirelerin, okçuluğun, ayın ve bir çok sanatın tanrıçası Artemis. Roma dilinde Diana. Ulu bakire...

 

"Leydim! Yalvarırım size en azından bana acıyın."

 

Elimi diğer oyuncuya uzattığımda rolü icabı acı ile yerlere yattı. Acı çekiyor gibi kıvrandı. "Aptal! Hâlâ bencilsin. Sen güç şarabı ile kendini zehirleyen, bu zehirin acısını diğer canlılardan çıkartan ama gücü ile arasında her daim ölüm olacağını unutan aciz korkak kölenin tekisin."

 

Seyircilere döndüm. Ama hiç biri ile göz göze gelmedim.

 

"Doğduğun zaman ne getirdin ki ölünce götüresin. Kanlar içinde ağlayarak doğdun sen. Aciz türündeki her bir birey gibi ve tekrar kanlar içinde ağlayarak öleceksin. Doğduğun zaman üstünde bir kumaş parçası dâhi yoktu ve ölürken aynı fakirliği yaşayacaksın. Çünkü sahip olduğunu sandığın her şeye o kadar çok tutundun ki bir gün öleceğini unuttun."

 

Fakat yanlışlıkla seyircilerden birinde gözüm takıldı. Sarışın, gözlüklü bir adamdı. Gözlerine bakarken sonraki repliği sıraladım. "Sen gücün şevki ile yanıp tutuşurken elindeki her şeyi senden alacağım. Benim adaletim senin gücünden üstün." Bu oydu!

 

Sahnede dona kaldım ve sadece o sarışın adama baktım. Bir hafta önce beni kurtaran adam oydu! Orda oturmuş beni izliyordu. Adım kadar eminim. Oydu!

 

"Leydim?"

 

Şu an sahnedesin Asya. Sorumlulukların sorularından daha üstün.

 

Evet. Ben Asya değilim şu an ben Artemis'im.

 

Bir nefes aldım ve tekrar kahkaha attım. Doğaçlama olarak az önceki duraklamamı telafi ettmeliyim.

 

Aynı şekilde doğaçlama olarak konuşmaya başladım; "Senin aciz kulakların duyamaz ama şu an bile halkın bana yalvarıyor. Duyuyorum. Felaketten kurtulmak için en besili sığırlarını, tüyleri en güzel tavuklarını en eski şaraplarını ateşe atıyorlar." Gözlerimi kapattım. "Kokusunu alıyorum. Çaresizliğin kokusu bu. Ama artık çok geç. Zulüm affedilmez." Gözlerimi tekrar açtım.

 

Çünkü Adalet her şeyden üstün olandır.

 

🎭

 

Perdeler kapandı ve alkış sesleri. İşte günler süren emeklerimizin tek karşılığı bu en fazla iki dakika süren alkış sesi ve akabinde gelecek olan tebriklerdi.

 

Biz tiyatro oyuncuları bu alkışlar ile nefes alır o tebrikler ile dinlenirdik. Emeklerimiz bunlar içindi. Çünkü tiyatro para için yapılabilecek bir iş değildi. Sanatın diğer dalları gibi karşılığında her hangi bir para miktarı olamazdı. Sevme işiydi bu. Sevmeyen adam o sahnede sadece toz olurdu. Sahnenin tozu olurdu ve o spot ışıklarında kaybolurdu. O alkışlar ağır gelirdi bu işi çıkar için yapanlara.

 

Hemen kulise geçtim ve tebrik etmek için yanıma gelen Ada'yı durdurdum. "Ada sağ tarafta üçüncü sıranın ortalarında oturan sarışın gözlüklü bir adam vardı. Ben bu kılıkta çıkamam o adama git ve onunla konuşmak istediğimi beklemesini rica ettiğimi şöyle." "Asya-" kaşlarımı çattım. "Soru sorma Ada! Acele et."

 

Ada bu sefer itaatkar bir şekilde arkasını döndü ve gitti. Bende hemen üstümü değiştirdim. Bir kere bulmuştum onu bir daha kaybetmiycektim. Bana bır açıklama borçluydu e tabii bende bir teşekkür borçluydum. Artık ortadan kaybolamazdı.

 

...

 

Kayboldu.

 

Gerçekten şaka gibi ama çıkışta Ada da bende aradık ama adam Puf! Ortadan kayboldu. Yok! Yok oldu sanki.

 

İkimizde opera binasının önündeki banklarda oturuyorduk. Ada uzun saçlarım ile oynarken soru. "O kimdi?" "İnan bilmiyorum." Kafasını yüzüme doğru uzattı ve görüş alanıma girdi. "Nasıl yani?" Derin bir nefes verdim. "Daha önce dek geldik ama bak uzun hikâye her şey bı açıklığa kavuşsun söz anlatacam." "Şimdi anlat?" Gülümseyerek kafamı yorgun bir sekilde omzuna yasladım. "Benim içinde karışık ama söz en yakın zamandan detaylıca anlatacam."

 

Kolunu bana sardı. "Vardır bir bildiğin, sana güveniyorum. Halledersin sen." Gözlerimi kapattım ve bir süre sessizliğin tadını çıkarttım. "Akşam ne yapacaksın?" Dedi Ada sessizliği bozarak. "Bilmem daha karar vermedim." "Bize gelsene. Bi şise patlatir günü kutlarız." Güldüm. "Ben ve içki mi? Komik."

 

Doğruldu bende omuzundan kalktım. "Ben içicem zaten, sen sütünü içersin." Elini saçlarıma yerleştirdi ve saçlarımı dağıttı. Elini iterek konuştum. "Alkol de neymiş siz acıyı çikolatalı süt içenlerden dinleyin." İkimizde güldük. "Hem sen iç sütü belki uzarsın." Dedim. "Benim Kadar süt içen başka kimi tanıdın. Uzamıyorum. Uzasam şimdiye uzardım." Dedi sitemle. Biraz daha onunla uğraştım. "Cüce." Cilvi bir şekilde bana sokuldu. "Sevimli bir cüceyim en azından dimi?" Tekrar güldüm. "Yoo. Gayet sevimsizsin." Karmıma dirsek attı acı ile eğildim ve tekrarladım. "Sevimsiz."

 

Ayağa kalktım ve elinden tutarak Ada'yı da kaldırdım. "Hadi motorcu cüce. Daha yemek yapıcaz."

 

Ufak bir bilgi Ada mutfaktan uzak tutulması gereken bir şahıs. Üniversite zamanı hastaydım ve ikimize bitki çayı yapmıştı. Artık ne kattıysa o çaya gıda zehirlenmesiden bir gece boyunca hastanede yatmıştık.

 

Ada'nın motoruna ilerledik, kaskı takmama yardım etti. "Ada kurbanın olayım arkadan kovalayan etebur inekler varmış gibi sürme. Yemin ederim en sonunda ben şikayet edecem seni. İnsan gibi kazasız belasız gidelim. Mersin yollarına maganda olma. Yarışacak çita yok anayolda, insan gibi." Ada güldü. Ama hiç bir söz vermedi. Korkuyorum.

 

Sıkıca ona sarıldım. Hız severim ama motordan hep çok korkmuşumdur. Bana tezat Ada tam bir motor tutkunuydu ve tanıdığım en iyi motor süren kişiydi.

 

Ada tabii ki söz dinlemedi. Hızlı gidiyordu. Gece turu atmak istedi. Uzun süredir yapmadığımız için kabul ettim. Önce benzinliğe gittik benzinlikete 15- 16 yaşlarında bir kız Aragaz vermesini istedi o da verdi. Kızın tatlı heyecanı çok sevimliydi. İstasyondan çıkıp tünele yöneldik. Kabul etmek gerekirse bunu bende seviyordum. Hem bu saatte tünel kalabalık olmazdı. Tünelin duvarlarında çınlayan motorun sesi ile adrenalinin doruklarındaydım. Ada sevinç çığlıklarını atarken bende güldüm. Ön tekeri hafif kaldırdığında korkarak kafamı sırtına gömdüm. Neyse ki korktuğumu fatkedince normal sürmeye devam etti.

 

Bir şeyler dedi ama ne dedi hiçbir fikrim yok. Rüzgar sesinden anlaşılmıyordu. İlerde bir araba görünce biraz yavaşladı. Arabanın önüne geçmiştik ki araba birden hazırladı. Yarış yapmak istiyordu herhalde. Ada'nın kolunu sıkıp istemediğimi belirttim anlamış olacak ki hızını arttırmadi. Yarış severdi ama ben varken risk almazdı.

 

Araba üstümüze gelirken Ada bir küfür savurdu ben daha ne olduğunu anlamazken Ada birden hızlandı. Araba resmen dibimize girmişti. Ancak o zaman amacının yarış olmadığını anladım. Aynalardan arabaya baktım siyah lüks bir arabaydı ve plakası...

 

O araba!

 

Uzun süredir her yerde gördüğümüz, hakkında şikayette bulunduğumuz ama hiç bir sonuç alamadığımız plakası LUI olan o araba...

 

"Sıkı tutun!" dedi Ada. Yada öyle bir şey. Dediğini yaptım. Sanırım bir iki kaburgasını kırdım.

 

Araba bizi duvara doğru itiyordu böyle giderse köşeye sıkışıcaktık. Ve bu manyak bizi ezerdi.

 

Bela mıknatısıyız yemin ederim.

 

Tünelden çıktık. Ada birden sağa yattı araba bizi es geçerek son sürat ilerledi. Selektör yakarak ortadan kayboldu. Ada dengeyi sağlamaya çalışıyordu ama ikimiz yüzünden ağırlaşan motor yoldan çıktı. Bir çığlık attım neyse ki yavaşlamıştık. Durmak üzereydik ki toprak yolda kaydık ve motor devrildi. Bacağından hissettiğim ağır ile tekrar çığlık attım.

 

Yerde boylu boyunca uzanıyordum ve sanırım motor ayağımın üstündeydi. Acı! Yanıyor... Ayak bileğim önce buz tutulmuş gibi uyuştu sonra keskin bir acı ile yandı. Bileğimi kesip atmak istedim. "Asya!" Ada kaskını çıkartıp yere attı ve yanıma geldi. "Asya, yaralı mısın?" Hiç bir şey diyemedim. Acı konuşmayı bile unutturdu. Sadece ayağım diye sızladım. Ada motoru kaldırırken elimden geldiğince yardım ettim. Motorun ışıklarından göründükçe ayağıma baktım. Bilek tarafım çok az egzoza denk geldimişti ve feci bir yanık vardı ayrıca ağırlığın altıda edilmişti. Onun haricinde sürtünme ile bölge böle bacağımda sıyrıklar vardı, üstümdeki ince kumaş paltolana küfürler savurdum.

 

"Ada iyi misin?" Ama Ada beni duyura gibi değildi. "Of ısrar etmeliydim. Sürüşe çıkalım dememeliydim." O an ağladığını fark ettim. Yüzünü tuttum ve gözlerime bakmasını sağladım. "Özür dilerim. Özür dilerim Asya. Çok acıyor mu?" "Ada! Bir şeyim yok. Sakin ol. Acımıyor. Sen iyi misin?" Kafasını salladı. "yok sadece ufak sıyrıklarım var. Ama senin ayağın egzoza denk geldi. Çok acıtır yanık. Sen sevmezsin sıcağı." Onu kendime çektim ve sarıldım. "İyiyim sorun yok." Ada bana oranla biraz daha hassas yapılıydı. Az önceki kaza onu tahmin ettiğinden falza etkiliyecekti, kafasını omzuma gömerek hıçkırıklar eşliğinde ağlamaya başladı. "Asya çok özür dilerim." Saçlarını öptüm. "Senin bir suçun yok. Özür falan dileme hatta ben teşekkür ederim. Böyle bir durumda alınacak en iyi kararları aldın ve harika bir şekilde kullandın motoru. Hiç panik yapmadın. Seninle gurur duyuyorum, çok iyi sürdün. Senin yerinde başa biri olsa eminim feci bir kaza geçirirdik. Hem... Dedim ya acımıyor." İğrenç bir yalandı. Çok acıyordu. Kemiğim ayrı ağrıyordu, sıcak demirle yanan derim ayrı ağrıyordu. Tek umudum kalıcı bir hasar bırakmasıydı, sonuçta ben bir tiyatro sanatçısıydım, bu işimi olumsuz etkilerdi.

 

Biraz daha sakinleşince motora ileredi. Motoru kontor etti. Sadece hafif çizikler vardı. Benim binmeme yardım etti. En yakındaki hastaneye ilerledik. .

 

Ayağımdaki yara temizlendi ve doktor bir melhem yazdı. Ada'nın bir şeyi yoktu neyseki. Motor devrilirken üstüme düşmeseydi eminim bende ufak sıyrıklarla anlatırdım. Sağlık olsun. Ada iyidi ya. Şu an tek tesellim oydu.

 

Beni evime bıraktı. Kapının önünde biraz konuştuk.

 

"O arabayı son görüşümüz olmayacak. Ne yapmalıyız?" dedi. Hastanede yine suç duyurusunda bulunmuştuk ama bir sonuç alacağımızdan şüpheliydim. "İnan bilmiyorum. Sadece..." "Sadece ne?"

 

Nefes aldım. "Sadece endişeliyim. Yani biri bize neden düşman olsun. Takıntılı bir sapık olmasından endişeleniyorum."

 

İkimizden biriydi hedefleri ve diğeri de arada kaynıyordu. İkimizde birbirinize söylemesekte emin olduğumuz ortak konuydu bu. Benim peşimde olsalar Ada'dan uzak durdum. Bu gün bir şey olmadı ama başka gün benim yüzümden ona bir şey olsa bu yükü taşıyamazdım. Ama hedefin Ada olma ihtimali de vardır ve bu ihtimal yüzünden onu tek bırakamıyordum. Eminim o da aynı şeyleri düşünüyordu.

 

Yanımda kalması için ısrar etsemde Kumsal'ı bahane ederek gitti. Bende uyumaya hazırlandım. Yeni gün yeni cevaplar getirirdi umarım.

 

🫀

 

Kendimi uykuya bırakmıştım ki Esis beni uyandırdı. Huysuz bir şekilde gözlerimi ovuşturmum. "Acil değilse yarın şöyle lütfen."

 

"Leydim, Saka geldi eşkalini verdiğiniz gibi birinin evin çevresinde gezdiğini söyledi."

 

Şimdi uyandın mı Asya?

 

Uyandım.

 

Hızlıca üstüme bir şeyler geçirip sesizce dışarı çıktım ve evin arka tarafına ilerledim.

 

Bu saatte neyine güveniyorsun Asya?

 

Bi bilsem...

 

İlerinde arkası bana dönük bir adam vardı. Gür sesim ile ona seslendim. "Hayırdır Viyana kapısına dayanan Osmanlı gibi dikilmişsin."

 

Hızlıca arkasını döndü. Bu sefer gözlük takmakmamıştı. Sarı saçları dağılmıştı ve gözleri kızardığı için irislerinin mavisi daha öne çıkmıştı.

 

"Demek bu sefer yakalandım." Yüzüne saf ama tükenmiş bir gülümseme yerleşti.

 

Gamzeleri varmış...

 

"Sen kimsin?"

 

"Sen kendini ne kadar tanıyorsun ki başka bir insanı tanımaya çalışıyorsun. Daha aynada gördüğün kişi bile tanımıyorken başkalarına takılma."

 

"Bırak edebiyat yapmayı da cevap ver."

 

Kahkaha attı. Sesi oldukça iyiydi.

 

"Tüh işe yaramadı."

 

Kafasını hafifçe yana yatırdı. "Biraz yaklaşsam sorun olur mu?" Aramızdaki sosyal mesafe salgın dönemleri bile görülmemiştir.

 

"Yok sorun olmaz. En ufak hareketinde kafa atar, burnunu kırarım ama haberin olsun."

 

Tekrar kahkaha attı. "Dişil enerji desen var."

 

Bu sefer kendimi tutamadım ve bende kıkırdadım.

 

Bana doğru biraz daha yaklaştı ama hala aramızda rahat iki buçuk metre falan vardı.

 

"Beni takip mi ediyorsun sen?" dedim soğuk tavrıma geri dönerek.

 

"Hayrı sen benim olduğum yere geldin" dedi. Rahat tavrını koruyarak.

 

Mantıklı hani.

 

"Burası benim evim. Önce ben geldim."

 

"Olabilir ben devriyedeydim. Nereye görevlendirilirsem oraya giderim." dedi. "Polis misin?" Polisler ne zamanda beri ışınlanabiliyor, yok madem ışınlanma bulundu biz niye hala bu kadar uğraşıyoruz?

 

"Ona benzer bir şey." Kaşlarımı çattım. O ne polisti ne polise benzer bir şey.

 

Loş ışıkta bize doğru gelen köpeğe baktım. Ares. Yanımda durdu. "Müdahale edeyim mi?" dedi Ares. "Hayır ben hallederim. Yinede yakınlarda dur." Ares ilerlerken arkasındam izlemeye devam ettim. "Yeteneğini hep böyle orta açıkta sergiler misin?" Tekrar ona döndüm. "Hayır. Hem ışılanabilen adamdan hayvanları anladığımı gizlemem komik olurdu. Ayrıca tahmin ediyorum ki ya ilk kez onlarla konuştuğumu görmüyorsun yada ilk kez birinin onlarla konuştuğunu görmüyorsun. Şaşırmadın çünkü."

 

Tek kaşını kaldırdı. Yüzünde polisiye bir kitap okuduğumda katilin tahmin ettiğim kişi olduğu ortaya çıktığı zamanki gibi bir gülümseme oluştu. "Neler neler gördüm ben aklın hayalin şaşar."

 

Bilmiş bir tavırla gülümsedim. "Işınlandığında orasını anladım zaten."

 

"Bu seninki gibi bir yetenek değil." Bileğindeki saati gösterdi. "Bir makine, ışınlanmamı sağlıyor. Doğuştan değil yani." Saati uzakta inceledim. Normal bir kol saatine benziyordu. İlk benimle oyun oynadığını düşündüm sonra konunun zaten baştan aşağı sıradışı olduğunu ve az önce bir köpek ile konuştuğumu hatırlayınca üstünde falza durmadım. "Madem ışınlanmayı buldunuz paylaşsaydınız ya bizimle."

 

Yüzüne ciddi bir ifade yerleşti. "İnsanlık daha buna hazır değil. Oluşacak güvenlik açığını bir düşünsene. Ellerinde bunun yol açacağı sorunları engelliycek bir teknoloji yok." Kafamı yavaş yavaş salladım. Bir an oluşabilecek kaosu düşündüm. Ne savaşlar, soykırımlar başlardı kim bilir. İnsanlar biraz daha yürüyüversin bir şey olmaz.

 

Asya'cım daha doğru düzgün tanımadığın bir adamla durmuş sohbet ediyorsun. Yok bu samimiyet nerden geliyor?

 

Sorun bu. Kim olduğunu bilmiyorum. Arada bir çok hafif belli olan aksanının nedenini bilmiyorum hatta adını bile bilmiyorum ama bana hiç yabancı gelmiyor.

 

"Duydun mu?" dedi etrafa bakarak. "Neyi?" Biraz sonra bize silah doğrultan iki adam çıktı gölgelerden. Bir an endişeye kapildim. Bir kişi herneyse ama üç kişi ile başa çıkabilir miydim? Fakat Alex beni arkasına aldı sanırım olası bir durumda ikiye tek bir kavga olacaktı. Banane canım beni bağlamazdı nasılsa. Hem ışınlanabiliyor. Ha saat ha doğuştan. Bakiversin başının çaresine, tabii ben güvenle evime gittikten sonra. Nasıl olsa bu benim savaşım değildi. "Vay Alex?" dedi adamardan biri. "Sahaya iner miydin?" "Arada bir hava almaya çıkmak lazım Hep masa başı olmaz, haksız mıyım?" dedi sanırım lakabı Alex olan sarışın adam.

 

"Tabii haklısın haklısında bi çekilesen mi arada." Dedi silahlı adam. "Hadi uzaklaşın Tuğrul. Kızı rahat bırakın."

 

Tuğrullar Alexler ortada dönerken ortamdaki tek kız olarak benden bahsettiğini anlamam biraz uzun sürdü. Sanırım benim savaşım değil dediğim savaşın ana teması bendim. Hiç sorun değil beyler. İnanın uğruna savaşçıcak biri değilimdir. Gerek yok. Siz köşedeki ağaç için savaşı verin en azından ortada yararlı bir amaç olur. Ben egomu başka bir olay ile beslerim.

 

"Sen musallat ol diye mi, hiç sanmıyorum." Tuğrul(?) birkaç adım daha yaklaştı. Alex (şüpheli) belinden küçük bir silah çıkarttı. Kurtlar vadisi bölüm kırk sekize düştük iyi mi? "Lui yine neyin peşinde?" Lui mi bu ismi nerede duymuştum? "Onun adını ağzına alma hain." Dedi diğer adam. "Hain olan ben değilim Gökan. Sen de biliyorsun. Lui bana inayet etti ve karargahı ikiye böldü. Ve siz onun için bana arkanızı döndünüz."

 

Ortalık iyice karışıyor. Ne karargahı ne ihaneti? İtalyan mafya, Türk mafya arası gidip geliyor.

 

"Bence ben uyumaya geri döneyim siz üç dost kendi aranızda halledin ne varsa." Beni unutmuş gibiydiler. Bu süre ayrı ayrı bakıştık.

 

Her ortamda kendini rezil etmeyi nasıl başarıyorsun Asya?

 

Şu an üç silahın ortasındayım iç ses sence rezillik mi kaldı?

 

Turgutun yanındaki adam (sanırım adı Gökhan) bana döndü. "Bizimle gel, o sana zarar vermeden önce sana yardım edelim."

 

"Onları dinleme sana zarar vermek gibi bir niyetim olsaydı daha önce yapardım. Hem seni takıp edenlerle ve yaralanmana sebep olanlarla aynı tarafta onlar. Konusu açılmışken, Lui'ye bunun için onunla sonra görüşüceğimi ve uyarılarımı dikkate almadığı yetmezmiş gibi ona zarar vermek gibi bir aptallk yapmasının ağır bir sonucu olacağını iletin. Yada boş verin sanırım benim iletmen gerekecek."

 

İki adam birbirine baktı. "Seni kandırıyor. Kaza hakkında hiç bir şey bilmiyoruz ama o fazla şey biliyor bu şüpheli değil mi?"

 

Asya ayrıntıyı yakaladın mı?

 

Evet iç ses. Yakaladım.

 

"Sanırım haklısınız." dedim sesime korku yansıyarak. "Ne?" dedi Alex. "Onlara inanma." "Sana mı inanayım, benimle ilgili bu kadar şey bilmen takip ettiğin anlamına geliyor." "Asya hayır. Lütfen bana güvenmek zorundasın." Asya... Tabii ki adımı da biliyor. "Hayrı böyle bir zorunluluğum yok. Neden sana güveniyim ki?" Bı an gözlerime o kadar çaresiz baktı ki.

 

Gökhan elini öne uzattı. "Hadi gel sana yardım edelim bu sapık bı daha etrafında dolaşamayacak sana söz veriyorum." Dedi. "Geri çekil ona yaklaşırsan yemin ederim acımam vururum seni!" Alex'in öfkeli hali bir an kararımı sorgulamama neden oldu. Ama hayır. Hislerime ve mantığıma güveniyorum. "Bak, sen kendi iradenle bizim yanımıza gelmek istiyorsun ve o bizi vurmakla tehdit ediyor."

 

"Hayır! Onların kim olduğunu biliyorum. Asya istersen elimdeki silahı al ama lütfen arkamdan durmaya devam et." dedi yalvaran bir sesle.

 

"Ben ne silah istiyorum ne korunmak. Sadece evime gitmek ve bir daha hiç birinizi görmemek istiyorum." dedim. "Yanımız gel. Söz bir daha onu görmeyeceksin." Alex araya girdi. "Bak bizi de görmeyeceksin demiyorlar." "Evet çünkü bize ne zaman ihtiyacı olsa yanında olucaz."

 

Alex'in arkasından çekildim ve onlara doğru ilerledim. "Size ihtiyacım olmayacak onu benden uzak tutun yeter."

 

"Asya..." dedi Alex silahı indirerek. Omzumu üstünden ona baktım. Güneş gözleri gecelerimle buluştu. Çaresizdi. Sanki tüm Mersin'i yakıp yıkmamak için zor duruyordu. Sanki bunu yapardı. Ama kararım karşısında çaresiz duruyordu. Tekrar önüme döndüm ve Gökhan'ın uzattığı eline ilerledim. Gökhan da Tuğrul da silahlarını indirmişti şimdi.

 

İnsan oğlu elinde silah olduğu sürece istediği kişiyi istediği yere sürükleyebileceğini sanıyor. Üç eski dost veya üç azılı düşman ne olduğu önemsiz. Karşıma dikilmiş birinden birini seçmemi istiyor. Biraz korkak olabilirim ama asla uslu bir kız olmadım. Ayrıca iyi rol yapmak için kırmızı perdeye ihtiyaç duymuyordum. Zayıf ve acınası bir kız sanırım aptal, gurur komleksi olan her erkeğin yutucağı bir yemdi.

 

Gökhan'ın bileğini kavradım. Çevirdim ve diz kapağının arkasına vurarak silahı elinden aldım. O diz çökerken silahı Tuğrul'a doğrulttum. Ortama sessizlik çökerken duvarlarda yankılanan bir kahkaha attım. "Siz aptallar elinizdeki silaha güvenerek beni istediğiniz yere götürebileceğinizi veya size güveneceğimi mi sandınız? Tuğrul, silahı ileri bir yere at!" Tuğrul yutkundu. Önce Alex'e baktı sonra Gökhan'a baktı. Gökhan acıyla ciyakladı. "Hadisene oğlum! Manyak bu acımaz vurur üçümüzü de. Polis gelse onları da ayakta uyutur der birbirlerine girdiler." Tuğrul hala şokun etkisindeydi. "Sana silahı at dedim. Koluna bir kurşun sıkıp acıdan atmanı mı sağlamam lazım illa?"

 

Silahı ileri bi yere attı. Alex hafif eğilerek silahını yere bırakıcaktı ki durdurdum. "Sana ne oluyor?" Şaşkın bir şekilde yüzüme baktı. "Siz harbi iyi değilsiniz. Tuğrul'un silahını da al." Alex ilerledi ve Tuğrul'un silahını da aldı.

 

Kendi aralarında konuşup beni taraflarına çekmeye çalışırken o iki aptal irade sahibi olduğumu tamamen unutmuş gibiydi. Beni ikna etmeye çalışırken bile gözleri Alex deydi. Sanki onun elinde değerli bir şeyi alıyor olmanın hazını yaşıyorlardı. Bu haz onlara ana konuyu unutturmuştu.

 

Kızı unuttunuz.

Alex yaralandığımı söyledi ama kaza geçirdiğimi söylemedi demek ki siz de kazadan haberdardınız ama onun aksine gizleme gereği duydunuz. Sabahtan beri Lui diye birinden bahsediyorsunuz. Anladığım kadarıyla Alex'e ihanet etmiş bu şahıs ve siz onun adamlarısınız. Ve tahmin edin bizi sürekli takıp eden o arabanın plakası ne? LUI! Bende bu ismi nereden biliyorum diyordum. İyi olan taraf kim bilmem ama sizin bana ve Ada'ya zarar veren tarafta olduğunuza eminim. Eh birazda kumarla karışık satranç oynadım. Şah ve Mat. Oyun bitti iki tarafta kazanmadı ben kazandım."

 

"Asya tilkilerine iltifat borcum olsun." "İltifata gerek yok. Gerçekleri görebiliyim o bana yetiyor." dedim. "Gel bana yardım et."

 

Alex ilerledi ve Tuğrul'a arkadan plastik bir kelepçe taktı. "Kabul etmek gerekirse bu kızda potansiyel var. Güçlü bir savaşçı edindin Alex. Onu kaçırdığımız için üzüldüm." Ben ne dediklerini anlamazken Alex gururla gülümsedi. "Siz daha hiç bir şey görmediniz."

 

Gökhan'a da plastik kelepçe taktı. Alex birini aradı. İki adam geldi ve Gökhan'la Tuğrul'u götürdü. "Onlara ne olacak?" dedim. "Merak etme ikiside zarar görmeyecek. Bi süre misafirim olacaklar. Bir pazarlıkta veya öyle bir şeyde tekrar Lui'ye dönecekler. Savaş benle Lui arasında. Her ne kadar o bu kurala uymasa da adamlarımıza zarar vermeyiz veya esir tuttuğumuz zaman hiç taraf seçip ihanet etmemişler gibi ağırlarız."

 

"Kim bu Lui denen herif?" Alex sırıttı. "Lui erkek değil."

 

Kadın dayanışması. Fikrimizi değiştirip o tarafa mi geçsek Asya?

 

Bizi arabayla ezsin diye mi? Hiç sanmıyorum. Şu an feminist yanım bile o tarafın kötü olduğunu haykırıyor.

 

Hemen yan tarafta park edilmiş bir araba vardı. Alex arabanın önünde durdu. Derin bir nefes aldı elindeki silahları bana uzattı şüpheyle aldım. Şeytan doldurmasın, kesin bi kaza çıkacak. "Bana kim olduğunu söyle, neden sürekli karşıma çıkıyorsun, ne istiyorsun benden?" bir süre ne diyeceğini düşündü. En sonunda gözlerimin içine bakarak konuştu;

 

"Sana yemin ederim asla sana zarar vermek gibi bir amacım olmadı. Ve tekrar yemin ederim karşıtların hedefi olduğunu fark ettiğim günden beri seni korumak için elimden geleni yaptım. Seni bu tehlikli oyundan uzak tutmak istedim. Bir kere işin içine girersen çıkamazsın çünkü. Bugün oynadığın kumar hiç bir şey. Sana şimdi iki seçenek sunacam. Kendi iradenle geleceğini seç. İstersen bir daha karşına çıkmam. Ne benim tarafımda bulunan biri ne Lui'nin tarafında bulunan birininin karşına çıkmasınada izin vermem. Kendini koruyamazsın demiyorum. Bu gün bir kez daha gördüm zekânı ve becerilerini. Ama bildiğimiz dünyanın birde karanlık yüzü var."

 

Beynim hiç bir şeyi kaldırmıyordu.

 

"İkinci seçeneğin ise benimle gelmek. Bir süre sustu ve cümlelerini toparladı. "Söylesene Asya... Kahramanlar İnanır Mısın¿"

 

Yüzüne baktım. İkimizde sus pus olmuştuk, işler iyice Enes Batur filmine dönüyordu*.

 

"Seninle gelmek mi?" Heyecanla atıldı. "Evet, benimle gel Asya. Benimle gel ve bizim gibi olan insanlarla birlikte Adaleti koru. Biliyorum Adaletin senin için kutsal olduğunu. Sana her zaman istediğin gibi kutsalını koruma şansı veriyorum. Bizim gibi insanlar var Asya. Diğer milyarlarca insandan farklı. Kimisi dışlanmış kimisi saklanmış. Hepimiz şimdi hakkımızı koruyoruz. Geri kalanların ve gücü kalmayanların hakkını koruyoruz. Sende bir savaşçı ol. Benim tarafımda savaş. Becerilerini daha da geliştir. Zaten uzun süre yakın dövüşle ve yılarca okçulukla ilgilendiğini biliyorum. Bunları ilerlet ve bize güç sağla. Bizde sana güç sağlayalım. Hayalinin etmeyeceği kadar büyük bir güç." Sesizlik çöktü.

 

"Az önce ki çatışmaya şahit olmasam yedi sülalem bir araya gelse bu anlattıklarının gerçek olduğuna inandıramazdı." Umutla yüzüme baktı. "Yani bana inanıyor musun?" Dehşetle gözlerimi açtım. "Şu an gördüklerime bile inanamıyoru, gelip bana kahramanlıktan söz ediyorsun! Uçan güvercininiz, havalı karakulağınız falan da var mı?*"

 

(*Yz: Enes Batur Geçek Kahraman filmine gönderme)

 

Alayla kahkaha attım. "Dur neydi? Hah hatırladım. İyiler kötüler kadar cesur olmalı.*" Tekrar alayla kahkaha attım. Gülüşümü birden kestim, delice bakışlarla yüzüne baktım. "Sen aklını kaçırmışsın!" dedim anlık bir öfkeyle. Gür sesim duvarlarda yankılanırken her gölgeyi bekçi sanıyordum. Niye etrafta bekçi yok?

 

Sanki hiç sinirlenmemişim gibi kafasını omzuna yatırıp sevimli bir şekilde cevapladı. "Karakulağım yok ama kendi ağırlığının kat kat fazlasını taşıyan, normale bir insandan daha hızlı koşan, karanlıkta bile görebilen, büyüler ve ayinler yapan bir ekibim var." Az önce söylediği deli saçması sözler gururla dökülmüştü dudaklarından.

 

YAHU NE BÜYÜSÜ!

 

"Direnen ve savaşan insanlar her zaman vardı. Bizde onlardanız. Havalı kostümlerimiz falan yok. Ama umut dolu kalplerimiz var. Bize katıl ve bir savaşçı ol. Sende savaş! Hayvanlarla birlikte bize yardım et. Doğayı, hayvanları, ezilenleri her şeyden öte adaleti koru." Elini bana uzattı. "Karşılığında ne istersen alabilirsin. Çok az kişinin bildiği gerçekler. Kimsenin kolay kolay ulaşamayacağı bilgiler. Değil sana, devamı gelecek nesline bile yetecek zenginlik. Ekran karşısında gördüğün bilmiş soytarıların önünde ceketini ilikliyeceği saygınlık. İmparatorları kıskandıracak güç... Ne istersen."

 

Bir süre olayın ne kadar büyük olabileceğini düşündüm. Bana bunları sağlayabir miydi? O kimdi ki? Bu saydıklarına ne kadar sahipti ki bana sağlayabilsin?

 

İleri doğu iki adım attım. "Seninle gelecem ama bana vâdetmeni istediğim tek bir şey var." "Ne istersen." dedi hızlıca.

 

"Adalet."

 

Bir süre yüzüme baktı anlamayarak. "Tek istediğim bu. Adalet."

 

"O zaten amacımız olacak." Ama o amacımız hariç her şeyi saymıştı.

 

"Çok aptalca geliyor." Elim saçlarıma gitti arkamı döndüm. "Değil kim olduğunu adını bile bilmediğim birine güvenmek cidden saçmalık."

 

Arkam hala dönüktü. Duvara yansıyan gölgelerimizden bana doğru ilerlediğini gördüm. Elini bana doğru çekinerek uzattı ama dokunmaya cesaret edememiş gibi havada asılı kaldı ve yavaşça indirdi. "Ne istersen öğreniceksin. Sadece sorman yeter."

 

Hey sanırım cidden tam bir aptaldım. Silahla yönetilen değil. İki çift fantastik laf ile yönetilen, maceraya aç bir aptaldım. Çünkü derin bir nefes daha aldım ve ona döndüm. "Varım. Adalet için."

 

Kaybedecek neyim vardı ki?

 

Gözlerinin içi parladı. "Adalet için.

 

💠

 

Asya Ersöz:

 

"Şu an arabandayım. Orman yolunda ilerliyoruz yani sormanın tam zamanı. Sorması ayıptır adın ne?"

 

Kahkaha attı. "Alex." Kafamı kaldırıp ona döndüm. "O lakabın değil mi, adın ne?" "Yok adım bu, Alex. Alexander di Angelo."

 

Di Angelo soyisimi de tanıdıktı ama bunuda bir türlü hatırlayamadım. Bu son zamanlarda bir sorun vardı bende, acıl B12.

 

"Türk değil misin?" "Aslında İtalyanım ama on üç yaşından beri Türkiye'deyim. Ve sen sormadan söyliyim şu an yirmi dokuz yaşımdayım." "Neden geldin buraya?" "Oralar çok karışık kısaca..."

 

Bir an sesizleşti. "Ailemi altı yaşımdayken kaybettim -eh altı uğursuz sayıdır*.- bir süre halamla yaşadım o evlenince yetimaneye yerleşmem gerekti. Sonra tük bir doktor kadınla ve eşi olan bir konsolosla tanıştım birkaç zorlu işlemden sonra Türkiye'ye yerleştim. Falan filan detaylara insem zaten anlamazsın ama onları tanıdıktan sonra eminim beni tanıman daha kolay olacak."

 

(Yz*: aynı yazar tarafından kaleme alınan 'Yok oluş' serisine gönderme.)

 

"Beni takip etmen ve evimin yakınlarında olmanı normalleştirmem mi lazım?" "Şu an yanında olduğuna göre zaten normalleştirmişsindir." Resmen boynumu kırarak ona döndüm. "Anlayamadım?" "Hey hey şaka yaptım. Tamam öncelikle hiçbir şekilde sınırları aşmak istemedim, mecbur olmadıkça da fazla yaklaşmadım ama bugün geçirdiğin kazadan sonra endişelendim." "Nasıl haberin oldu? Daha aileme bile haber vermedim." "İnan sandığından daha fazla eli kolu uzun bir insanım."

 

Korkmalı mıyım iç ses?

 

Büyük ihtimal.

Korkuyor musun, Asya?

 

Pek sayılmaz.

 

Tüm bunlar aptal bir rüya gibi geliyor Kaza geçirdiğim zaman kafama vurdum değil mi bunların hepsi bir rüya.

 

"Geldik. Naçizane krallığıma yani karargaha hoş geldiniz bayan Ersöz."

 

Pek dikkat çeken bir yer değildi hatta bir dershaneye benziyordu. Beş katlı falandı sanırım. Arka tarafı ormanlıktı ve yolun o tarafı kapalı olduğu için görünmüyordu.

 

Ön tarafta bir yokuş vardı yokuştan inerek otoparkın girişine geldik. Arabadan indik. İlerlerken etrafa göz attım. Anladığım kadarıyla iki bölümden oluşuyordu. Bizim arabayı park ettiğimiz yer normal otoparka benziyordu. Sağ tarafta daha lüks arabalar vardı ve iki tane polis arabası dikkatimi çekmişti. Aralara park edilmiş motosikletler de vardı ama en köşede birkaç motor yan yana park etmişti ve Ada sayesinde sahip olduğum bilgilerle anladığım kadarıyla ordaki dört motorunda ortak özelliği eksta dayanıklı ve hızlı olmalarıydı.

 

"İlk motorları inceledin motorcusun galiba?" Alex'e döndüm. "Yok ben yaya takılmayı tercih ederim yada araba ama motor bilgim daha fazla." "Şu yanındaki minyon kızdan sanırım." Kafamı salladım.

 

Ada o kadar kısa değildi bu arada, boyu şu an 1.64 den uzun değilse kısa da değildir. Ben fazla uzun olduğum için yanımda minyon görünüyor sadece.

 

Kapıya doğru ilerlerken kapıya yaslanmış birini fark ettim. Bizi görünce doğruldu ve bize doğru geldi. Karşımızda durdurdu. "Kimler var İdın?" "Felix, Atlas, Zoi, Selen, Maria ve Mex. Bı de galiba Umut. ayrıca Ces, Lusi falan da var ama onlar uyuyor." Dilim tutuldu. Konuşan İdın denilen şahıs bana acayip benziyordu. Benden biraz daha uzundu belki 1.87 falan ama aynaya bakıyorum gibi hissetmeme yetecek derecede benziyordu bana. Benim erkek versiyonum gibi bir şeydi. Ayrıca onun saçları simsiyahtı ve benim esmer tenime tezat süt beyazı bir teni vardı.

 

"Anladım. Hyun su?" "O uyuyor ama uyandırırız çok uyumasın. Ayrıca-" İdın göz ucuyla bana baktı. Ve hemen önüne döndü. "Dedi ki-" algılayamamış gibi hızlıca tekrar bana döndü. Yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Gözleri tüm yüzümü turladı. İkimizde donmuş birbirimizi izliyorduk. "Ne dedi, İdın?" "Dedi ki..." Alex'e döndü. "Oha. Dur odağımı kaybettim." Bu kesinlikle benim vereceğim bir tepki ve cevaptı. Hareketleri de hareketlerime çok benziyordu. "Şey dedi. Kaza mı ne olmuş, benim nöbeti de sen almışsın. Beni çok sevdiğin için almamışsındır diye tahmin ediyorum."

 

Alex gülümsedi. "Pek sayılmaz." "Sağol ya. Her neyse. İki adam getirdiler. Yemin ederim bela mıknatısı gibisin Alexander." Aha bu da benim repliğim! Daha bu gün kullandım.

"Ben bir şey yapmadım Lui kafayı yemiş gibi davranıyor." İdın tekrar bana göz attı. "Anlıyorum. Sanırım haberler çabuk yayılıyor. Kimler biliyor?" Alex düşündü. "Sen, Hyun Su, Maria tabii ki Mex ve Felix... Ayrıca Meredith." İdın bir süre düşündü. "Çok tehlikeli bir seçim." Alex omuzlarını dikleştirdi. "Senin için de aynısını söylediler Mex için de. Hiç pişman olmadım. Olmayacam da." İdın Alex'in gözlerinin içine baktı birkaç saniyeniye ciddi bir yüzle bir şeyler düşündü ve en sonunda gülümseyerek gözlerini çekti.

 

Geçen konuşma hakkında hiç bir şey anlamamıştım.

 

"Herneyse ben uyumaya gidiyorum." Dedi İdın. "Git git geçen gece de nöbetteydin. Gün boyu Felix ile revirdeydin. İyi uykular." "Sende yat uyu artık bay Drakula. Senin gözaltı torbalarını görmek zorunda değiliz." "İdın yürü git uyu." İdın sınır bozucu bir ifade ile gülümsedi. "Çok konuştun ha. Drama Queen, Ben kaçtım." Bana döndü hafifçe selam verdi aynı şekilde kafamı hareket ettirip bende selam verdim ve İdın'nın gidişini izledik.

 

Sanırım sadece görünüş olarak benzemiyorduk. Ve o genç adama karşı tuhaf bir çekim hissediyordum. Şu an bile arkasında gitmek istiyordum. Gölge gibi değil yansıması gibi. Ama Alex'den uzaklaşmaya da hiç niyetim yoktu.

 

Ve işte, İdın Ruiz de böyle girmiş oldu hayatıma... İlerde hayatımın büyük bir bölümü olacağını bilmeden.

 

...

 

"Salona gidelim en azından uyanık olanlarla tanışırsın, diğerleri ile-" çalan telefonu ile Alex'in sözleri yarım kaldı. Telefona bakarak kendi kendine mırıldandı. "Başkan, bu saatte..." Kafasını kaldırıp bana döndü. "Bir yere ayrılma, buna bakmam lazım." İleri terasa doğru ilerledi. Yanımda konuşmadığını göre önemli bir konuydu.

 

Sıkılarak ne koridoru incelemeye başladım. Bir sehpa ve üstünde saksı bitkisi vardı gidip çiçeği inceledim. Hiç doğal durmuyordu. Yaprakları cam gibi ince ve saydamdı, baktığım zaman yaprağın damarlarını ve su kabarcıklarını görebiliyordum. Dalları bembeyazdı ve çiçekleri! O kara, kadife yapraklı çiçek tüm kainatta görüp görebileceğiniz en güzle çiçeklerden biri olabilirdi. Nutkum tutulmuş bir şekilde elimi çiçeğe uzattım taki saksının yanındaki uyarıyı görene kadar. "ZEHÌRLÌ, Temas etmeyiniz!" Yutkunarak ateşe tutulmuş gibi elimi geri çektim. Madem zehirli ne ortalık yere kesiyorsunuz ki?

 

Biraz ilerleyerek duvardaki siyah kapının önüne gittim. Kapının kenarında üç kara yıldız boyanmıştı ve üstünde '33' yazıyordu. Üç yıldız ne demekti aceba, peki ya 33? Kapıya biraz daha yaklaşarak kenardaki şeye baktım. Sanırım bir el izi sensörüydü. Olaylar git gide fantastik bir hal alıyordu. Sanırım bana vericek birden fazla sırları vardı.

 

(*Yz: 2013 yapımı "Sana bir sır vereceğim" dizisine gönderme.)

 

"Hey sen! Ne yapıyorsun orada?" Bağıran kişiye döndüğümde bana silah doğrultan kıvırcık saçlı adamı gördüm.

 

Has! Yadik mi naneyi?

 

Galiba yedik Asya.

 

Korkarak birkaç adım geri çekildim. "Dur hareket etme sakın! Sıkarım kafana." Sıkmazdı ya, korkutuyor sadece.

 

Umarım Asya, umarım.

 

Sehpaya çarpınca durdum. "Elleri görebileceğim bir şekilde kaldır!" Yavaşça ellerimi kaldırdım sonra hızlıca arkadaki saksıyı kavrayarak bitkiyi ona fırlattım.

 

Niye böyle bir şey yaptın ki Asya!?

 

NE BİLİYİM ELİNDE SİLAH VAR KORKTUM!

 

Çiçek ona çarparken içinde giydiğim spor ayakkabılarında olduğu yaratıcı bir küfür söyledi. Karşılık verirdim. Koşmakla meşkul olmasaydım.

 

Şu an hayatımın en hızlı koşusunu yapıyor olabilirdim. Hızlıca köşeyi döndüm. Bir oda vardı, kapı kolu yoktu ama sensör vardı. Burdan çıktığımda Alex'i geberteceğime yeminler ederek elimi sensore kattım. Kapı sürüklenerek açıldı. "Girme oraya!" Hızlıca içeri daldım. Ayağımı takıldı ve tökezledim. "Hassiktir artık ama ya!" Dedim. Bileğindeki acıyı yavaş yavaş hissederken. "N'oluyor lan!" Kafamı kaldırdım ve içeri baktım. Konuşan orta yaşlarda yüzü çillerle kaplı bir adamdı ve o tek değildi. İçeride koltuklar, dev ekran bir televizyon büyük bir yemek masası ve altı kişi vardı. Konuşan adam koltukta oturmuş yanında da esmer, benden küçük bir kiz vardı. Karşı koltukta, karşılıklı oturmuş mavi gözlü bir kız ve onun yaşlarında kumral bir adam vardı. Önüme baktığımda yere oturmuş bir kız daha gördüm elindeki oyun kumandasına bakılırsa şu an televizyonda açık olan oyunu o oynuyordu. Masada tek başına oturan siyahi bir geçenç vardı, konsolun öbür tekide onun elindeydi.

 

Hepimiz donmuş vaziyette birbirimizi izliyorduk. Genç, esmer kız şaşkınlıkla bana baktı. "Asya?" Bağırmaya başladım. "Yok ebesinin neşteri! Sende mi beni tanıyorsun?" Çilleri olan adam kulaklarını kapattı. "Bağırmasana lan!" Sanırım sesten rahatsız oluyordu. "Gel buraya!" dedi arkamdan bir ses. Elindeki silahı bana doğrultu. Çığlık attım. Adam dişlerini sıktı. "Lan sustur şunu. Elimde silah olacaktı varya." Aptalca bir hamle yaptım, ona inat tekrardan çığlık attım. Ayağa kalktı.

 

Asya beyniyi mi deniyorsun?

 

Bir daha bağırayım mı iç ses?

 

Olmaz! Ölmek için genç olduğundan falan değil, önce Alex'i gebertmen gerektiği için.

 

Mantıklı.

 

Kız ayağa kalktı. "Sakin olun. Atlas silahı indir." "Geri çekil Maria. Onu otuz üçüncü odanın önünde gördüm. İçeri girmeye çalışıyordu." Tekrar bağırdım "Hayır çiçeğe bakıyordum sonra kapıdaki yazılar dikkatimi çekti." Atlas elini alnına vurdu. "Ve sonra o çiçeği kafama attın!" Ona döndüm. "Bana silah doğrultun! Öpsemiydim?" Kumral genç araya girdi. "Siyah çiçekler mi?" dedi dehşetle. "Konumuz şu an bu mu Félix?" Dedi Atlas denen herif. "Salak zehirli onlar." Atlas asıl detay buymuş gibi öne atıldı. "Evet! Zehir, o beni zehirlemeye çalıştı." Geri adım attım. "Lan psikopat! Sehpayı kaldıramadığım için çiçeği attım. Kapıyımi söyleseydim, etrafta başka bir şey mi vardı?"

 

"Bu sesde ne be?" dedi içeri giren İdın sanki eksik tek kişiymiş gibi. Üstünde pijamaları vardı ve ensesine kadar gelen uzun saçları dağılmıştı. Bizi hiç umursamadan koltuklardan birine çöktü. "Onu otuz üçüncü odanın önünde buldum." dedi Atlas tekrar. "Allah'ım cinayet sebebi! Oda umrumda değil diyorum anlamıyor musun! Alex bana bekle dedi." "Yalan söyleme Alex karargahta değil ki. Şu an nöbette." dedi çilli adam. İdın araya girdi. "Yok doğru söylüyor Alex getirdi onu gördüm. Felix, Maria bir şey diyin siz biliyorsunuz zaten kim olduğu."

 

"O zaman Alex nerde?" dedi Atlas silahı omzuma dayayarak korku ile elime geçen ilk şeyi tekrara ona attım. (Koltuk krlenti.) Masaya doğru ilerledim ve masadaki vazoyu elime aldım. "Dokunma bana!" Fazla aderenalin, fazla yoğun duygular ve ilaçsız bir Asya. Bu gece hiç iyi bitmeyecek. "Sakin ol ve indir vazoyu. Eğer pijamalı soytarı doğru söylüyorsa bizim tarafımızdasındır. Hadi tatlım indir vazoyu." Mavi gözlü kıza dehşetle baktım. "Silah var, ucu yüzüme bakıyor!" Kız Atlas'a döndü. "İndir şunu, onu korkutuyorsun." Atlas gülme ve homurdanma arası ses çıkardı. "Ordan oraya bir şeyler firlatırken öyle görünmüyordu." İdın esneyerek araya girdi. "O normal bir insan olarak büyüdü sence bu yaşına kadar kaç kez bir silah ile yüz yüze gelmiştir ki?"

 

Onlar kendi aralarında konuşurken ben hala soğuk soğuk terliyordum. Bunlar çok fazla. Göğüsüm hızla inip kalkarken sanki biri boğazımı sıkıyordu. "Hey sen iyi misin?" Genç adam bana doğru yavaş adımlarla ilerledi. Elini öne uzattı. Başım dönüyor. Ayağım acıyor. Acı! Yutkundum. "Kudurdu herhalde sık kafasına gitsin. Felix duydun mu beni?" "Atlas sus artık." Dedi şu ana dek hep sesiz kalıp yerde oturan kız. Felix birkaç adım daha attı. "Yaklaşma." dedim soluklarım arasında mırıltı gibi çıkan bir sesle. Ama gelmeye devam etti. "UZAK DUR BENDEN!" Vazoyu Felix'e doğru havaya kaldırdım. İdın büyüleyici bir hızla ben ve Felix arasına geçti. Gözleri çok korkutucu bakıyordu. Elini sanki güçlu bir silah tutuyormuşcasına güvenerek öne uzattı.

 

Korkup masaya iyice sindim. "Neler oluyor?" Bu Alex'in sesiydi. Niye herkes böle bir giriş yapıyor ki? "Zoi yakala!" Alex gelince dikkatim dağılmıştı birden bire az önce yere oturan kız üstüme atladı. Kendimi elleri arkada davranmış yerde diz çöker vaziyette buldum. Bir eli ensemi sıkıyordu. Kurtulmak için kalkacaktım ki ayağını sert bir şekilde ayak bileğime geçirdi. Paçaları bol eşofmanım yüzünden görünmeyen yarama aldığım darbe ile tekrar acı bir çığlık attım. Acı!

 

Bileklerime bir ıslaklık yayılıyor. Nefes alamıyorum. Artık soluk alırken hafif hırıltılar çıkıyor. "Zoi bırak onu" Alex'in öfkeli sesini duyuyorum ama gözlerim kararıyor. Sonra tekrar görüyorum. Başım dönüyor. Acı! O falza güçlüydü belkide ben falza zayıftım. Masanın ayağına yaşlandım. Titreyen ellerimi yere kattım. Gözlerim karardı ve tekrar görüşüm düzeldi. Sanırım bilincimi kaybediyordum. Nefes alamıyorum!

 

Özledin mi beni Asya?

Ses iğrenç ses!

 

"Asya sakin ol." dedi Alex'in yumuşak sesi. Ses yanımdan geldi. Gözlerindeki güneşi gördüm tekrar. Sakin olmalıyım. Kriz geçirsem burdan birdaha çıkarmayabirldim. "Seni dinlememeliydim!" dedim dişlerimi sıkarak. Kafamı salladım görürüşum tekrar düzeldi. "Asya özür dilerim yanından ayrılmamalıydım." Boynumda bir el hissettim. "Dokunma." Dedim güçsüz bir sesle. Elim boynuma gitti ve sert bir skilde ovmaya başladım. Ellerini havaya kaldırdı. "Bak kimse sana dokunmuyor. Kimsenin sana dokunmasına izin vermiycem." Ama o el hâlâ boynumdaydı. Yutkunamıyorum. Kulaklarım uğurluyor. "Alex o atak geçiriyor." dedi bir ses. Kimindi aceba. "Geri çekilin siz. Asya bana bak. Lütfen." Sesi yalvarır gibiydi. "Beni... Evime götür." Elim köprücük kelmiklerime gitti. "Asla gelmeliydim. Nefes-" konuşmadım.

 

Boğulan yüzün çok güzel görünüyor.

Sus!

 

"Asya beni dinle. Sen buraya aitsin. Burda güvencesin bunların hepsi bir yanlış anlaşılma. Sakin ol." Gözlerinin içine baktım. Elini yüzüme doğru uzattı. Teslimiyetme gözlerimi yumdum. Aktığını fark etmediğim göz yaşını sildi. Dokunuşu iyi hissettirdi. "Özür dilerim." Diye fısıldadı. Sesinde acı vardı. Ama bunların hiç biri umurunda değildi. Dokuşu iyi hissetmemişti. Belki bu sayde kendime gelebilirdim.

 

Bana dokun Asya. Bu o kadar kötü değil.

Hayır. Şimdiye dönmeliyim.

 

Elimi Alex'in koluna uzattım. Bana biraz daha yaklaştı. Elleri terden ıslanan saçlarımı çekti. "Sorun yok. Geçti. Yanındayım, sakın ol. Seni evine götürücem." Gözlerimi açtım tekrar. Nefes akışlarım düzeldi yavaşça. "Ayağım." dedim acıyla. "Tamam sorun yok. İyi olacaksın yarana bakabilir miyim?" Kafamı yavaşça salladım. Paçalarımı yukarı sıyırdı. O zaman dehşetle sargı bezine baktım. Krem rengi sargı kızıla boyanmıştı.

 

Kız pişmanlıkla araya girdi. "Ben- ben yaralı olduğunu bilmiyordum. Özür dilerim." Bana doğru bir hamla yaptı korkup, Alex'e sokuldum. Tek kolunu bana sardı. "Hey tamam sorun yok. Zoi geri çekil. Atlas çaylarını al ve git sizinle sonra görüşücez."

 

İkisinin gözünü de korku bürümüştü. Korkutkları şey bana boş yere zarar vermeleri miydi yoksa Alex miydi? "Daha iyi misin?" Başımı salladım. "Maria ilk yardım kutusunu getir." Esmer kız kapının üstündeki ilk yardım kutusunu getirdi bize. Alex kalkmama yardım ettim ve beni koltuğa oturturdu. Felix denen genç bize doğru eğildi. "Merhaba pek iyi bir ilk izlenim vermediğimin farkındayım ama izin ver telafi edeyim. Ben doktorum, yarana bakabilir miyim?" Göz ucuyla Alex baktım gülümseyerek güven verdi. Tekrar Felix'e döndüm belli belirsiz hızlıca kafamı salladım. Bacağımı koltuğa uzattı ve altına bir kırlent kattı. Saygıyı yavaşça açtı. Yara sargıya yapıştığı için canım çok yanmıştı.

"Hmhm bu iyi görünmüyor. Nasıl oldu?" Yutkundum. "Kaza gerçirdim. Motor üstüme devrildi ayağımda egzoza değdi." Felix birparca pamuğa bilmediğim bir sıvı dökerken tekrar konuştu. "Bu ayndı anda nasıl hem yanık hemde ezilmde olduğunu açıklıyor. Zoi adına özür dilerim. Biraz gergin bir ortamdı. Atlas'ın emirlerine uyarak aptalca hareket etti ama özünde iyi kızdır. Eminim zamanla seveceksindir. Onun yeteneğini öğrenmek ister misin?" Kafamı salladım. "O bizim gibi insanların aksine kendi ağırlığının kat kat fazlasını kaldırabilir. Acıyı çok falza hissetmez. Belki bu yüzden kasları daha güçlüdür. Aslında uykusu geldiğini veya açıklığını da kolay kolay fark etmez. Bazen küçük bir çocuk gibi ona hatırlamamız gerekir." Felix şefkatle gülümsedi.

 

"Atalas da iyi biridir. Biraz fevri kararlar alır. Bazen düşünmeden hareket eder ama değer verdiği insanlar karşı çok korumacı olduğu içindir. Onun yeteneği de hızlı koşmak çok çok hızlı koşmaktan bahsediyorum. Onun da kaslarının acı duyusu zayıf. Sınırlar ortadan kalkınca insan kendi potansiyelini aşabiliyor anlaşılan. "

 

Felix yarayı temizlemiş ve tekrar sarmıştı. Eli hafifti canım çok yanmamıştı ve hızlıca halletmşti. Odadaki kimseden ses seda çıkmıyordu.

 

Konuşmasın bile iyileştirici bir etkisi vardı sanki. Aceba nereliydi. 'R' harfini biraz daha 'Y' gibi söylüyordu. Bazı harfleri yuvarlıyordu 'Ö' harfini 'OU' gibi telaffuz ediyordu. Sonu d, s, t, ile biten kelimelerde son harfi söylemiyorudu. Yavaş ve tane tane koşuyordu.

 

"Nerelisin?" Gülümsedi. "Fransa."

 

"Sanırım hala tanışamadık." elini uzattı, sıktım. "Ben Felix Roux. Karargahın baş hekimi. Sanırım İdın ile ayak üstü tanışmışsın. Ayrıca İdın'nın erkek arkadaşıyım." Gülümsedim. "Asya Ersöz. Memnun oldum." Açık toprak renginde gözleri vardı, saçları da gözleri gibi açık bir kahverengiydi buğday teni kışın ortasında nasıl yandığını anlayamadığım kızarık yanakları ve o yanaklara yayılan güneş lekeleri. Bu çocuk Tanrı Apollon olabilirdi. Benimle aynı boydaydı belki çok az kısa. İnce ama sağlıklı görünen bir vücudu vardı. Sanırım aynı yaştaydık.

 

Ve o gülümsemesi... Güneşli bir yaz gününden sonra bir bardak su içmiş gibi hissettiriyordu. Fakat tuhaf bir şekilde bir bardak su ile yetinmeyor ve sürekli gözlerine bakmak o suyu kana kana içme isteği uyandırıyordu.

 

Su yok, odaklan.

 

Felix kaşlarını çattı. Doktorlarda görmeğe alışık olduğum ciddi ifadeyi takındı. Çenesi gelirli ve gözleri bedenimi incelerdi. Elimi daha sıkı tuttu. "Herhangi bir hastalığın var mı, belkide gripsindir? Hayır, hayrı... Bu biraz psikoloji..." Elimi geri çektim. "Anlamadım?"

 

Utanarak gülümsedi. "Çok pardon sanırım önce kendi yeteneğimi açıklamalıydım. Bildiğin üzere her insanın bir enerjisi vardır. Bilim bile artık bunu kabul ediyor. Benim enerjim iyileştirici. Dokunarak insanları iyileştirebiyor veya acılarını azaltabiliyorum. Karşı taraftaki hastalıklarıda enerji yoluyla hissedebiliyorum." Parmağını sargınım üstüne kattı. Gözlerini kapattı. "Bileğine odaklan lütfen." İyide nasıl.

 

Gözlerim kapattım ve bileğimde hissettiği parmaklara yoğunlaştım. Bileğime tatlı bir sıcaklık yayıldı sanki deliksiz bir uykudan uyanmışım gibi enerji doldum. "Oha ne yaptın az önce?" Ayağa kalktı. "Ufak dokunuşlar bazen acıları dindirmenin en iyi yoludur." Felix yanımdan kalktı. "İyi olacaksın. Sana bir ilaç vericem günde üç kere sür lütfen." İdın'nın yanına gitti. Kolunu genç adamın beline sarıp kafasını omzuna yasladı. İdın gülümseyerek ona baktı. Çok yorgun görünüyordu. "İzninizle pofuduk yastığımı da aldığıma ve her şey açıklığa kavuştuğuna göre biraz dinlenmeliyim. Yoksa şuraya yığılıcam." Dedi İdın.

 

Mavi gözlü kız araya girdi. "Nerde bizde o şans." Dedi elini sallayarak. "Geber İdın." "Senin için bunu düşünebilirim güzel Selen." dedi İdın yorgunlukla gülümseyerek. Felix göz devirdi. Ve Selen'e baktı. "Sana da iyi geceler kardeşim."

 

Çilli adam ayağa kalktı. "Bende eve döniyim. Melodi tek kalmasın. Geliyor musun Maria?" Maria dediği esmer kız ayağa kalktı. "Yok ben kalıcam. Bazı şeyleri kontrol etmem lazım." Adam eğilip kızın saçlarını öptü. "Fazla yorma kendini." "Çocuk değilim ben." dedi Maria sitelme ama hâlinden memnun gibiydi. Çilli adam Alex'in omzuna elini kattı. "Alex ben gidiyorum aslanım. Maria sana emanet." Alex kafasını salladı. "Tamam abi bende. Melodi'ye selam söyle."

 

Maria onun kızı mıydı aceba?

 

Gerçi benzemiyorlar ki Asya. Hem adam ortalama otuz beş yaşında falandır. Kız da on sekiz rahat var.

 

Bir aile gibi duruyorlardı. Hepsi öyle duruyordu. Sanki hepsi kocaman bütün bir aileydi.

 

Alex yanıma oturdu. "Mex bana haber vermese ortalık birbirine girmiş olurdu." Siyahi çocuğu kastediyor olmalıydı. Masaya baktım. Hala oradaydı. Tüm olaylar boyunca tek kelime etmemişti varlığını unutmuştum. Sanki hiç yokmuş gibi. Dipsiz kuyuları kıskandırıcak derinlikteki gözlerini bana çevrildiğinde nutkum tutuldum onu ilk defa detaylı inceliyordum. Koyu tenrengi, siyah saçları ve kahverengiyle, yeşil arasında bir göz rengi vardı. Yüzü kemikliydi. Geç duruyordu. Benden küçüktü anlaşılan. Ama gözleri yaşlı bakıyordu. Çok şey görüp geçirmiş gibi. Maria gibi...

 

Gözlerini tekrar Alex'e çevirdi bende Alex'e ve anlattıklarına döndüm. "En azından siz ikiniz müdahale edersiniz sanmıştım kızlar. Mavi gözlü kız kafasını eğdi. "O curcunada kimse kimseyi anlamadı ki. Biliyorsun dinleyenim olmadığı sürece yeteneğim boşuna." Alex'in sert ifadesi yumuşadı. "Ona kızma Alex. O elinde geleni yaptı." dedi Maria. "Ayrıca... Müdahale etmememin bir sebebi var." Alex Maria'yı süzdü. "olması gerekenler oldu." Dedi Alex fısıldayarak. "Aynen öyle." Maria'nın bakır rengi gözleri beni buldu. "Tanıştığımıza memnun olduğum Asya Ersöz. Başka bir zaman daha detaylı konuşuruz. Şimdi izninizle bende odama çekiliyim."

 

Mex ayağa kalktı. "Sana eşlik ediyim. Bende tükendim." Maria gülümsedi. "Çok mutlu olurum." Mex Alex'e döndü. Ona bir şey verdi. Siyah küçük bir şeydi ama ne olduğunu görmedim. "Tüm taşlar yerleşmeye başladı. Artık... her şey iyi olucak." dedi ve Göz ucuyla bana baktı.

 

Alex avcundaki şeyi sıktı. "Harikasın dostum. Bu gün dinlen yarın yorucu bir gün olucak." Mex kafasını salladı. "Sende dinlen artık Beyaz melek. Seni yorgun görmekten bıktım." Alex göz devirdi. "Uykusuz Alex ile ne alıp veremediğiniz var sizin. O kadar da çirkin görünmüyorumdur." Mex oyunbaz bir şekilde sırıttı. "Sarışın çirkin ördek yavrususun sen." Alex omuz silkti. "Sorun yok hikayenin sonunda tüm güzel ördekler bana tutuluyor." Mex kahkaha attı. "Bakmasın kimse sana, kıskanırım." Alex uzandı ve Mex'in saçlarını karıştırdı. "Yürü git lan, uyu artık." Mex Alex'in elinden kaçtı. "İyi geceler öpücüğümü bekliyorum." O kadar komik duruyorlardıki gülmeden edemedim. "Mex!" "Tamam canım ne kızıyorsun. Öpücük olmasa da olur." Mavi gözlü kız araya girdi. "Ben öpebilirim." Mex kaşlarını çattı. "Ve Arthur beni kurşuna tutsun. Almiyim sağ ol." Bu sefer Maria araya girdi. "Ben de ölebilirim." Mex'in gözlerinin parladığına yemin edebilirim. "Çok mutlu olurdum ama Umut ile papaz etme beni."

 

"Ben öpücem artık! Ne öpücükmüş susmadınız." Kaşlarımı çatmıştım ama sesim eğleniyordu. Mex bana gülümsedi. "Alec Arthur dan da Umut dan da kötü bir seçenek. Ben aynayı öperim teşekkürler." Hepimiz güldük.

 

Bu samimiyet ne Asya?

 

Bilmiyorum iç ses. Ama mutluyum.

 

Maria Mex'in koluna girdim. "Çok uzattın yahu bak gidiyorum ben." İkisinin gidişini izledik. Gözlerim tekrar mavi gözlü kıza gitti, zaten beni izliyordu. O çok falza gizledi. Büyüleyici bir yanı vardı güzelliğinin. Buğday tenliydi, elmacık kemikleri öne çıkmıştı. Burnu küçük ve ucu kalkıktı ama çok hafif bir kemer vardı. Dikkatimi çeken bir diğer şey kapkara saçlarının arasındaki tane tane olan beyaz tellerdi.

 

Elini bana uzattı. Elinde silikon bir bileklik vardı ve bilekliğin üstüne gümüş renkle ters bir soru işareti ( ¿ ) işlenmişti. "Ben Selen Demir." Elini sıktım. "Asya Ersöz." Başka ne diyeceğimi bilemeden yeteneğinin ne olduğunu sordum. "İnsanlara komutlar veririm onlarda dediğimi yapar." Dedi büyüleyici bir gülümsemeyle. "Çok büyük bir şey bekleme ama. Karşımdaki kişinin beni dinlemesi gerekir. Bir tür malipule."

 

"Bende hayvanları anlayabiliyorum. Genelde onlarda benim dediğim şeyleri yapar. Sürü psikolojisi ile ilgili." Selen göz ucuyla Alex'e baktı. Alex kafasını salladı. Yanıma gelerek bana bir şey uzattı, anlamayarak avcumu açtım. Avcumun içine bıraktığı şey Selen'nin ki gibi siyah silikon bir bileklikti. Ama benim bilekliğimin üstüne işlenen soru işareti altın rengiydi ve kenarında üç küçük yıldız vardı. Bu üç yıldız bu gün ne kadar çok başımı derde sokmuştu öyle.

 

Alex elini yumruk yaparak öne uzattı Selen de yumruğunu onun eline dayadı. Bende aynı şeyi yaptım. Benim ve Alex'in bileklikleri aynıydı. Selen benim bilekliğimin bakarken kaşlarını çattı ve elini indirdi.

 

Oh neyseki en büyük bizim takım diyip elimizi havaya kaldırmamıştık.

 

"Üç yıldız mı?" "Size söylemiştim." dedi Alex. Selen kafasını onaylamazca salladı. "Bundan hoşlanmayacaklar." "Kararları kimin aldığını unutamıyın." Alex'in sesi çok soğuk ve duygusuz çıkmıştı. Ne olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu. "Ama Alex-" Alex sözünü kesti. "Bu konu tartışmaya kapalı!"

 

Selen Alex'e doğdu ilerledi bir elini omzuna kattı. "Ne olursa olsun doğru kararları alacağına eminim kardeşim. Sana ve kararlarına güveniyorum. Hepimiz güveniyoruz. Sen yapıyorsan doğudur." Dediği şeyler iyi şeylerdi ama Alex bu sözlerden hoşlanmamış gibiydi. "Hadi git yat. Yarın uzun bır gün olucak. Bende onu eve bırakayım."

 

Uzun birgün... Sanırım bundan sonraki hayatımın özeti bu olacaktı.

 

Bölüm : 22.11.2024 00:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...