Asya Ersöz:
Ateşin öptüğü bir tahta yanmaya mahkûmdur. Yanmasını engellemek için sadece yaş olması gerekir ama bu sefer kendi içinde çürür aynı tahta. Bazı insanlar tahta gibidir. İster ateş, ister su; onun kaderinde sadece acı vardır.
Bende şu an bir tahtadan farksızdım. Feci derecede kin vardı içimde karargaha karşı. Ben onların savaşçısına yardım etmiştim ve karşılığı sürgün olmuştu.
Onlar beni ateşe atmıştı ama bir tahtayı ateşe atmak demek yangını körüklemek demekti.
Karargâhı yakmak istiyorum.
Hayır, bu sadece intikam olur.
Ama adalet istiyorum. Ve bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum.
Ben yandığım ateşten kurtulmak istiyorum.
Ama belkide bunun için çok geçti.
Alex'in bunu yapmasının bir nedeni vardı ama ne? Nasıl bir neden bu yangını açıklardı ki? Olaylar kontrolden çıkmışken nasıl yaktığı yangını söndürücekti? Ya da söndürmenin bir yolu var mıydı? Peki Alex'in o yangını söndürmeye gönlü var mıydı?
Ne yapıp ne edip adımı temizleyecektim. Adil olan buydu. Ama nasıl yapacaktım bunu?
Şu an bulduğum bütün hayvanları savaşçıların sonu olması için göndermek istiyordum.
Hayır, kenime sahip çıkmalıyım.
Alex'in sandığının aksine Adalet savaşçısı olmak demek bileklik takmakla ilgili değil.
Karargâhın içinde hâlâ benim yerime adım atacak isimler var.
Derin bir nesef bırakarak bahçeye çıktım.
Saka etrafta yoktu ve esis fazla sessizdi.
"Saka!" diye seslendim ağaçlara.
Bir süre bahçede oturduktan sonra Saka yanıma geldi. "Beni mi çağırdınız leydim?" "Evet." dedim. "Senden ufak bir yardım istiyorum." Küçük serçe uçarak masaya karşıma kondu.
Serçeler insanların sandığından çok çok daha zekiydi ve inanılmaz bir hafızaları vardı. Konuşmaları iletmek için birebirdi. Tek sorun şehirleşmenin etkisi ile sürü içgüdülerini kaybetmiş olmalarıydı. Ama neyse ki Saka itaatkardı. Dediklerimi yerine getiriyordu.
Onun önüne biraz bulgur boşalttım ve yapacağı şeyleri anlattım. Öykü'yü, Öykü'nün dediklerini bana nasıl ileteceğini...
Karnını doyurduktan sonra küçük dostum uçup Karargaha ilerledi ve bende ondan gelecek haberleri bekledim. Masaya sonradan gelecek kuşlar için biraz daha bulgur ve temiz su katıp içeri geçtim.
Eve geldiğimden beri telefonumu açmamıştım. Yaptığım konuşmaların Nemisis sayesinde Alex'in kulağına gitmesini istemiyordum. Fakat ailem bana ulaşamazsa eminim çok endişelenirdiler.
Telefonu açınca ekranda, saatin yanında ki ters soru işaretini gördüm. Tamda tahmin ettiğim gibi. Hâlâ telefonuma erişimleri var. Gerçi Nemisis olmasa bile eminim Mex bir yolunu bulurdu.
Üstteki arama ve mesaj bildirimlerine baktım. Zümrüt'den gelen dokuz cevapsız çağrı, Ada'dan gelen iki cevapsız çağrı. Ayrıca ikisi mesaj bırakmıştı. Ada 'Musait olunca beni ara.' demişti ama şu an onun sesini duymayı hiç istemiyordum.
Zümrüt ise beni mesaj yağmuruna tutmuştu.
"Asya neden açmıyorsun?"
"Provada mısın?"
"Ada da açmıyor, bir sorun mu var?"
"Asya endişeleniyorum."
"Asya evde de yoksun. Nerdesin?"
"Başka bir işin mi var?"
"Asya delirtme insanı. En kısa sürede beni ara."
"Yenim ederim inini basarım."
'Başka bir iş' ve 'in' derken Karargâhı kastetmişti. Derin bir soluk vererek onu tekrar aradım.
"Asya, aklım çıktı!" Nerdesin sabahtan beri?"
"Dur bir sakin ol, iyiyim ben. Evde oturuyorum."
"Evde misin? Evine geliyorum."
"Hayır dur. Gerek yok. İyiyim." dedim.
Beni bu halde görmesini istemedim. Beni bu hâlde görürse neler olur açıkçası pek kestiremiyorum.
"Şu an yanında biri mi var?"
"Hayır.. Sadece müsait bir ortamda değilim." dedim. Hayır sadece telefonumda bir ajan var. Önce evde oturuyorum dedim sonra müsait bir ortamda değilim dedim. Zümrüt zeki kızdır. Eminim anlar.
"Anladım. En kısa sürede yanıma gel. Uzun süredir göremiyorum seni. Bir kahve içelim. Fal falan bakarsın bana."
Kesinlikle kahve içmek için değil. O fala inanmaz.
"Tamam, şu an provalarım var. Hafta sonu olabilir."
"Provalar şu an ne kadar yorucu?"
Durum ne kadar vahim?
"Oldukça yoğun. İstemediğim bir rol aldım."
İşler çığrından çıktı, yanlış anlaşıldım.
"Yönetmen mi verdi?"
Alex mi yanlış anladı?
"Aynen."
"Ada, o da yoğun mu bi ara onunla da çay içelim."
"Evet, o başka bir oyunun dekorlarını hazırlıyor. Benimle pek bağlantısı yok şu an."
"Anladım."
Şifreli konuşmamızı tabii ki anlamıştı.
Sen anladın mı İsimsiz?
"Kapatıyorum."
"Asya... Her zaman arkandayım. Seni çok seviyorum. Kendine dikkat et."
"Sende."
Bip sesi ardından gelen sessizlik ile bir başıma kaldım.
Derin bir nefes çektim tekrar. Sonra bir tane daha. Artık başım dönmeye başlayınca ilerledim ve bir koltuğa kendimi bıraktım.
Duş almama lazım. Ama ensem çok acıyor ve hiç halim yok.
"Hadi tembel. Böyle oturarak bir yere varamazsın."
Kendi kendimi gazlayarak ılık bir duş aldım. Ensem hâlâ çok ağrıyordu ama en azından biraz olsun rahatlamıştım.
Gerçi buna rahatlama denir mi emin değilim. Bir duvar dibine oturup ağlamak istiyordum. İçimde iğrenç bir his vardı. Zaten yanlış anlaşılmanın ve kendimi ifade etmeme izin vermemelerinin yükü vardı ama bu his beni öldürüyor gibiydi.
Ölmek için bile fazla bitkin hissediyorum.
Ölmek bile şu an bana yük gibi geliyor.
Bu hissi biliyor musun İsimsiz?
Açız Asya aç! Sabahtan beri hiçbir şey yemedik. Yemek yesen geçer.
Senden nefret ediyorum iç ses.
Şu an feci derecede midem bulanıyordu. Sanki taş yutmuşum gibi karnımda bir ağırlık hissediyordum.
Asya kendine gel, genelde bu hamileliğin belirtisi.
Sus iç ses. Şu an senin sesine bile tahammülüm yok.
Bilgin olsun Asya, bu da bir belirti.
Koltuğa ilerledim ve kıvranarak uyumaya çalıştım. Tam dalmışken kapı hunharca çaldı ve lanetler ederek hiç ses çıkarmadan bekledim. Evde olmadığımı düşünürse gider.
"Asya evde olduğunu biliyorum." dedi Ada'nın sesi.
Oflayarak kalktım ve ona kapıyı açtım.
Ona verdiğim anahtar yanında değil miydi? Yoksa karşıma çıkma cesareti gösteremedi mi?
"Ne var Ada?"
"Aa- Asya." dedi kekeleyerek. Büyük ihtimalle bitkin halim onu bozguna uğratmıştı.
"Ne var Ada?" dedim tekrardan.
"Seni görmeyen geldim." dedi mahçup bir sesle.
"Sence bunun için biraz geç değil mi?"
"Ben dinlenmen gerek diye düşündüm."
Şu an Ada'ya karşı büyük bir kırgınlık duyuyordum ve bu beni çok kızdırıyordu. Beni savunmak bir yana dursun ağzını açıp tek kelime etmemişti.
"Seni merak ederler şimdi, sen geri dön karargaha."
"Asya böyle yapma." dedi çaresizce.
"Ne yapmayayım Ada? Hadi yüzüme vur haklı olduğunu söyle. Ben demiştim bak sana zarar verdiler de. Neden demiyorsun. Neden onlardan nefret ettiğini söyledikten sonra bana zarar verdikleri halde yanlarında duruyorsun."
"Sadece seni yanlış anladılar."
Sinirden kahkaha attım. Kendimi durdurmak için elimi ağzıma bastırdım. Duygu durum buzluğu yaşıyordum yine.
İnsanlar sinirlenince bağırıp çağırır kimisi ağlar ben kahkaha atıyordum. Sanırım birkaç değil bayağı bir tahtam eksikti.
"Bana onları savunduğun gibi beni niye onlara savunmadın?"
"O sana zarar vermezdi." Yanlış bir şey demiş gibi dudaklarını bastırdı.
"Kim bana zarar vermez Ada?"
Susmaya devam etti.
"Ada! Kim bana zarar vermez?" dedim sesim yüksek çıkınca yerinden sıçradı.
"Alex." dedi varla yok arası bir sesle.
Yüzüne doğru değildim. "Ama verdi."
Dolan gözlerini gözlerime dikti. "Bu bir kazaydı."
Başımı hafifçe sallayarak geriye doğru bir adım attım. "Bana neler söyledi Ada. Bunlar bir kaza olsaydı telafi etmek için uğraşırdı. Beni dinlemedi bile. Peki ya savaşçılar? Yüzüme bakmadılar."
"Alex den korktular."
"Sorun bu. Alex den korkuyorlar. Kardeşim diyorlar ama ondan korkuyorlar. Alex Adalet adı altında bir krallık kurmuş Ada. Savaşçılar onun askerleri olmuş. Yoluna çıkan herkesi adalet diyerek katlediyor. O, o hasta gibi davranıyor. Kaç Alex tanıdım bilmiyorum. Bilerek beni sürgün etti. Mantıklı bir neden düşünüyorum ama aklıma gelen tek şey onun yoluna çok çıktığım ve savaşçıların aklına girdiğim için beni ortadan kaldırması. Ben ona inanıyordum! Ben Kahramanlara inanıyordum! Bunları neden yapıyor bilmiyorum ama her şeyden haberdar olduğuna, bir planı olduğuna eminim. Planı ne bilmiyorum ama bulucam. Benim yanımdan ayrılıp onun yanına gideceksin ona de ki infaz kararımı hemen veriyorsa versin. Yoksa ben durmayacam. Bir kurdu hiçbir yere bağlayamazsın.*"
(Yz: 4. Bölümü tekrar oku derim 😉)
Ada şaşkınlıkla yüzüme bakmaya devam etti.
"Diyecek başka bir şeyin yoksa. Kendine dikkat et Ada."
"Gerçekten bana arkanı mı döneceksin?"
Tekrar sinirle kahkaha attım. Arkamı döndüm ve hâlâ nemli olan saçlarımı ensemden çektim.
"En son birine arkamı döndüğümde bana bunu yaptı." dedim İdın'ın dokunduğu yara izini gösterirken.
"Ben onlar gibi değilim." dedi çaresizce.
"O masada susan herkes benim için aynıdır Gölge."
Gölge. Ada'nın kendisine seçtiği lakap. Ve ben ilk defa ona lakabı ile sesleniyordum.
Ada bir süre yüzüme baktı. Şu an özür dilese yine her şeyi bir kenara bırakır hadi gel yemek yiyelim derdim ama özür dilemedi. Arkasını döndü, motoruna bindi ve gitti.
Hem ne için özür dileyecek ki?
O hiç bir şey yapmadı.
Ama zaten üzüldüğüm nokata da budyu. O hiç bir şey yapmadı..
Tekrar koltuğa ilerledim ve kıvranarak kendimi uykuya bıraktım. Sadece biraz, biraz uyumak istiyorum. Her şeyi unutmak.
...
Boşluk var. Uçsuz bucaksız.
Büyük bir sessizlik. Korkutucu.
Yalnızım. Ama üstümde binlerce göz varmış gibi. Canım yanıyor. Rüyada acıyı hissetmemem gerek ama hissediyorum. Sadece ensemde değil sol tarafında da büyük bir acı var. Sanki oraya da nefret ile dokunmuşlar.
Ölüyorum.
Birden bire bir ağlama sesi geliyor kulaklarıma. Biri feryat figan ağlıyor resmen ağlarken ciğerleri parçalanıyor. "Ben ona aşıktım!" diyor bir ses. Äkräs'ın sesi...
"O bunu yapmaz." diyor başka bir ses. Dostunu korumaya çalışır gibi bir ses. Rota'nın sesi.
"Kesin o yaptı." diyor Kutup yıldızı. Sakin. Sanki bir şeyler biliyor.
"Ona güveniyorum." diyor hiç tanımadığım bir ses.
"Peki Yolcu'yu Öldürür müydün?" Diyor biri. Hayır ben diyorum. Sesimi duyuyorum ama ben susuyorum.
İyi de Yolcu kim?
"Sence hangisi?" diyor Kâhin. Ama bir seçenek yok.
"Beni affedebilecek misin?" diyor bir ses. Ama kim?
"Kahramanlara İnanır Mısın¿” Diyor Félix.
Biri var. Kahramanlara inanmayan bir yalancı.
Bütün sesler susuyor.
Bir an zihnim bulanıyor. Uyanıyor muyum?
Hayır tekrar görüşüm düzeliyor. Karşımda Beyaz Melek var, siyahlar içinde. Elinde kıyafetleri gibi siyah bir tabanca. Bana doğrultuyor. Yüzünde nefret, sarhoş bir yüz.
Gözlerimi kapatıyorum.
Kurşun sesi.
Ama acı geçiyor.
Ölüyor muyum?
Ölüm bu kadar rahatlatıcı mı?
Herkes sessiz. Kimse konuşmuyor, ama haklı olanlar susmuyor.
Bu tatlı bir sessizlik.
Gözlerimi açıyorum.
Alexander karşımda. Elinde bir çiçek var bana uzatıyor.
Bir karanfil.
"Seni seviyorum diyor."
Sonrası tekrar karanlık. "Zamanı gelince ondan duy." diyor Kâhin.
"Zamanı geldi." diyor Son İnsan Avcısı.
Göğsümde sanki kara bir ağaç büyüyor.
Sonrası... Sonrası boşluk.
...
Soğuk terler akıtarak uyandığımda bütün bedenim titriyordu. Rüyada ağlamıştım herhalde gözlerimi sildim.
Dizlerimi kendime çektim ama yine görüşüm bulanıklaştı. Ancak o zaman ağladığımı fark ettim.
Nefes almak bile yük gibi geliyor.
Ne istiyorsun aptal? Beni öldürmek mi istiyorsun yoksa seviyor musun?
Maria karargahtan gittiğine göre Alex'in bunları yapacağını bilmiyordu. Ama neden o gün bana 'bunu benden değil zamanı gelince ondan duy' dedi?
Bende bir insandım. Bu belirsizlik bana kafayı yedirtiyor. Yara yanıyor, ben yanıyorum. Ama üşüyorum. Ellerim buz gibi ama ensemde kor bir ateş var.
Ölmek istiyorum.
Hayır. Yaşamak istiyorum. Ben ait olduğum yere dönmek istiyorum. Evim bana yabancı geliyor.
Gözlerimi yumarak derin derin nefes aldım. Şu an bir kriz geçiriyordum. İlaç, ilaçlarım.
Evimde ilaç olması lazım. Zar zor ayağa kalkmaya çalıştım fakat titreyen dizlerim beni bozguna uğrattı.
"Leydim?" dedi Esis'in sesi. Ayağımın önüne ilaç kutusunu bıraktı. Hızlıca bir tane aldım ve sehpanın üstünde duran iki yudum su ile yuttum.
Gözlerimi yumarak sakinleşmeyi bekledim fakat hâlâ belli belirsiz hıçkırıklarımı duyuyordum.
Esis kucağıma tırmanarak ellerimi ve boynumu yalamaya başladı. Beni rahatlatmaya çalışıyordu.
Aklıma Alex geldi. Bana iyi geliyordu. Nasıl şimdi zehirler?
"Sana Avcı kal demiştim. Küçük kuşu avlamazsan açlık seni avlar."
"Açık konuş kedi."
"Sana ait olan avı avlaman gerekiyordu."
"Başlatma avına. Şu halime bak!"
"Siz insanlar kanunlarınız yüzünden doğanın kanununu unutmuşsunuz."
"Ne diyor kanunlar." dedim. Sanırım konuşturarak kafamı dağıtmaya çalışıyordu.
"Ağaçlar yaşatır, avlar dolaşır, avcılar saldırır. Hayat bu üç kuraldan ibaret. Sen avcısın ama ağaç gibi davrandın. O kuş kalbi avlamak yerine yaşatmaya çalıştın. Avlanmak ölüm demek değildir. Beslenmek, çoğalmak için, yaşamak için avlanmak gerekir."
"Alex ona av dediğini duysa eminim çok gülerdi."
"Aptal insan! Av olan o insan değil, kalbî. O da bir avcı. Senin kalbini avlaması gerekiyordu ama siz iki aptal, ağaç taklidi yaptınız."
"Esis. Moral verdiğin için çok teşekkür ederim ama cidden şu an saçmalıyorsun."
"Bi de akıl insana verildi derler. Gerçi bunu diyenler de insan. Doğadaki en cahil yaratık insanoğlu."
"Evcil pisiciğin dediklerine de bakın."
"Ölümü unutan, doğasını unutan her canlı cahildir. Evcilleşmeyi biz seçtik. Yoksa ne olduğunu unutan insanlar hayvanların sonu olucaktı."
"Bak şimdi türümden nefret ettim."
"Alay edebiliyorsan kendine geldin demektir."
Kucağımdan atayarak koltuğun kenarına kıvranarak uyumaya başladı.
"Geçekten mi Esis? Hintli ermişler gibi konuşup şimdi uyuyacak mısın?"
Elbette ses gelmedi.
İlaç kutusunu elime alarak içine baktım sadece tek bir ilaç kalmıştı. Tek bir ilaç!
Eczaneye gitmem gerekiyor.
Hızlıca üstüme birşeyler geçirdim, saçlarımı topladım ve anahtarımı alarak evden çıkmaya hazırlandım.
"Esis ben geliyorum yirmi dakikaya."
Hızlıca nöbetçi eczaneye ilerledim.
Telefonumu yanıma almamıştım. Eczaneye girip kasaya reçeteyi verdim.
"Üzgünüz kırmızı reçete bu ilaçlar, henüz stoklar tazelenmedi, şu an elimizde yok." Yanıtını alınca başka bir eczaneye ilerledim. Fakat orda da sistemde ilaçlar görünmedi, büyük ihtimalle sistemin kendi sorunuydu ama kırmızı reçete olduğu için verilmedi.
Tamam sakin olalım. Yarın opera binasına gittiğimde alabilirdim. Hem henüz bir tane daha vardı elimde. Sorun yok.
Sorun yok demeyi kes Asya. Sende ters etki ediyor.
Umut fakirin ekmeği iç ses.
Eve doğru ilerlerken bir araba dikkatimi çekti. Bu arabayı biraz önce evin orda mı görmüştüm?
Evin çevresi boş alan olduğu için bazen buradaki dükkanlara gelenler arabalarını oraya park ederdi. Ama bu gerçekten sadece bir tesadüf veya yanılsama mı?
Son gelişen olaylar tesadüf kelimesini sana unutturmuş olmalı Asya.
Demesi kolay.
Hızlıca evime ilerledim. Ya Lui'nin adamlarıysa? Şu an karargahın korumasında da değildim.
En başında sana dedim Asya. Feminist dayanışması, karşıya geçelim dedim.
Sus iç ses.
Evimin önüne gelirken tekrar tekrar normal bir araba olması için dua ettim. Hızlıca içeri girdim ve bahçede gördüğüm bir kuşla haber saldım. "Evin etrafında gezin. Şüpheli bireri olursa bana haber verin."
Hızlıca tekrar üstümü değiştirerek yatağa sığındım. Gerçekten. Bugün ne kadar yorucu geçmişti. Hiç bitmeyecek mi?
Olaylar o kadar bağlantısızdı ki... Bu sabah ile şu an arasında sanki aylar vardı. Sanki bir Asya orda, İdın'ın dokunuşu ile ölmüştü ve ben şu an sadece bir figürandım. Hiç kendim gibi hissetmiyordum.
Uykudan neftet eden ben şu an sadece uyumak istiyordum.
🍁
"Aşk bu kadar basit mi olmalı? Yenilgi adı altında pes mi edilecek? Söylesene Victor başka dünyaların insanları diyerek ayrılık mı gözeteceğiz? Biz kendi dünyamızı yarattıktan sonra ne anlamı kalır farklılığın?" diyor Alice. Ben değil, o. Şu an bambaşka bir role bürünmüştüm. Karşımda Victor olarak Emir vardı, aynı sahneyi paylaşıyorduk.
"Bizim için imkansız bir aşk Alice. Baksana şu savaşa, kayıplara. İnsanlar kanlar içinde. Aşktan, zevkten değil kandan ıslanmışlar. Tanrı bilir; Ellerini tutmamak, bütün diyarı terk etmemek için zor duruyorum."
"Bana yalan söyleme! Neymiş imkansız olan? Şu an karşımdasın, uzansan tenime ulaşırsın. Tanrı bizi onca zaman arasında bu zamanda yarattı. İkimizin bir arada bulunabileceği tek zaman. İki insan yüzünden mi imkansız diyeceğiz?"
Ona arkamı döndüm. Elini belime yerleştirdi. "Benimle gel desem gelir misin Alice? Burdan, tüm bu kötülükten savştan uzaklaşsak? Benimle gelir misin? Kendi hikayemizi yazsak, kendi yuvamızı kursak? Söylesene Alice, beni bütün hayatını geride bırakacak kadar mı seviyorsun? Hayır, hayır. Lütfen hayır deme. Şayet ben geri dönemem vatanıma. Kalbimi bu topraklara gömmüşken nasıl kopup giderim senden? Hiçbir şey söyleme Alice. Sadece elimi tut. Ben bütün dünyaya arkamı dönerim. Yeterki sen... Sen gözlerini benden çekme. Beni gözlerinin renginden mahrum etme."
Ona döndüm tekrar. "Şairler bize bir destan yazsın, hikâye çok basit kalır. Ozanlar o destanı bağırsın. Aşıklar bu destanı söyledikçe adımız hayatta kalır. Gelirim seninle Victor. Gözlerimin rengi sadece senindir."
Victor, Alice'i belinden kavrayarak kendine çeker Alice'in yüzü hafif arka tarafta kalır, seyirci görmez. Uzanırlar ve dudakları kavuşur.
Tabii gerçekte değil. Emir araya elini katıcaktı kafası yüzümü gizlediği için seyirci sadece çenemi tutuyor sanıcaktı. Buna üç boyutu iki boyuta düşürmek de diyoruz. Ufak bir sahne hilesi.
Son sahne bitince ışıklar tekrar kapandı ve prova bitti. ikimiz hâlâ sahnede dururken ekip tarafından büyük bir iltifat yağmuru aldık.
"Ay tüylerim ürperdi."
"Harikasınız!"
"Bayıldım!"
Birgül hoca yanımıza çıkarak bizi tekrar tebrik etti. "Ufak tonlama hataları var ama sorun yok. Yarın kostümler tamamlanırsa kostümlü bir prova alırız. Emir bu ikidir aynı kelimeyi yanlış telaffuz ediyorsun şemsiyeyi kafana yemene az kaldı."
Emir ensesini kaşıdı. "İngiliz asilzadesi değilim ki bir türlü dilim dönmedi."
"Yerine alternatif bir kelime katamayız. Bir süre kendini ingiliz asilzadesi olduğuna ikna et."
Emir oyunbaz bir şekilde sırıtarak hocanın koluna girdi. "Nasıl lüzum ederseniz madam. Aciz lugatım emrinize amade!"
"Bu İngiliz asilzadesi değil oğlum. Lale devri, Felatun bey. Ya da Mahpeyker ile konuşan Ali bey."
(Yz: Felatun bey ve rakım efendi / İntibah kitaplarına gönderme)
Ufak bir gülüşme geçti.
"Neyse mola verdik. Yemeğinizi yiyin, başka mola yok. Bir tur İmkaşk bir tur da öbür oyunun prova alınsın günü bitirelim."
İmkaşk bizim oyundu. Savaş zamanı bir İngiliz kızı ve Fransız askerinin imkansız aşkını konu alıyordu. Eh Mutlu son olduğunu gördün.
Diğer oyun biraz daha komedi tarzlıydı, ekip ikiye bölünmüş bir grup bu hafata sonu düzenlenecek oyuna öbür ekip büyük oyuna hazırlanıyordu.
Sayılı günler kala iki ekip birbirlerinin provalarını izliyordu. Bu sayede eksikleri en iyi şekilde görmüş oluyorduk.
Biraz kendime kahve alarak arka bahçeye çıktım. Bir iki kişi köşede sigara içiyordu. Mümkün olan en uzak yere geçip oturdum.
Ensemde ki yaranın rengi değişmiş o bölge çürümüş gibi morarmıştı. Umarım bunun nedeni iğletişği içindir. Bunun haricinde acısı omuzlarıma kadar inmişti ve oynatınca bile ağrıyordu. Oluşunun üstünden 24 saatten fazla bir zaman geçmişti ve umarım bütün bu semptomlar iyileşmenin habercisiydi. Aksi takdirde naneyi yemiştim.
"Asya?" Emir yanıma bir sandalye çekti. "Hayırdır, teksin?"
İçimden gelmese de gülümsedim. Oyunculuğun iyi yanı bu İsimsiz. Bur süre sonra bedeninin bütün kontrolünü kazanıyorsun. İstediğin zaman kahkahalar içinde gülüyor istediğin zaman timsah gözyaşları akıtabiliyorsun. Mimikkerini en iyi şekilde kontrol ediyor, büründüğün yalandan insana sen bile alışıyorsun. Fakat en kötü yanı da bu, bir süre sonra olduğun insanı kaybediyorsun. Ne zaman olduğum insanı rol yapa yapa kaybettim bilmiyorum. Bazı insanlar için kendisi olmak rol yapmaktan daha zordur.
"Ada olmayınca sıkıldım."
"Ada geldi şimdi. Şu sarışın adam da yanında."
Alex...
Neden gelmişti buraya?
"Sen ne yaptın, nasıl gidiyor?" dedim 'sarışın adam' konusunu kapatarak.
"Aynı. Oyunlardan sonra Antep'e dönüncem bizimkileri uzun zamandır görmüyorum."
Aslen Antepli idi, okumak için Mersin'e gelmişti akabinde buraya yerleşmişti.
"İyi iyi. Annende özlemiştir."
"Sen ne yaptın, söylemiycem söylemiycem diyorum ama hasta gibi görünüyorsun."
"Biraz soğuk aldım sanırım. Kemiklerim falanda ağrıyor."
"Anladım. Aman dikkat et kendine. Sen olmasan biz ne yaparız?"
Gülümsedim. "Yedek oyuncu katarsınız yerime."
"Oyunu kastetmediğimi biliyorsun Asya."
"Aman canım, mühim bir şey değil. Dramı sahneye sakla."
O da içten bir şekilde gülümsedi. "Sen öyle diyorsan."
Bir süre havadan sudan, öbür oyundan sohbet ettik. Ada'yı da Alex'i de görmedim. Görmeye hevesli miydim... Bak ondan emin değilim.
İkinci oyun başladığında ikimizde içeri döndük. Sahne hazırlandı, bu akşam özel tiyatrolardan birinin burda gösterisi olduğu için iki saat içinde salonu boşaltmamız lazımdı. Şehir tiyatroları olduğumuz için istediğimiz zaman Opera binasında prova alıyorduk ama bize verilen saat aralığı bazen sorun yaratabiliyordu. Sonuçta burası bize ait bir yer değildi. Ama kendi küçük Stüdyomuz vardı. Genelde kostümler orda dururdu ve basit provaları orda alırdık. Oyuna kadar son kez Opera binasının sahnesini kullanıyor olabilirdik. Bu hafta oldukça fazla tiyatro oyunu sergileniyordu. İlk baharın gelişi ile sanırım sanat çiçekleri de açmıştı.
Bir koltuğa geçip oyunu izlemeye başladım. Yan karakterlerden birini oynayan oyuncumuz trafik kazası geçirdiği ve ayağı kırıldığını için yerine yedek oyuncuyu katmıştık ve gerçekten rolü bir türlü benimseyememişti. Son dakika bir değişiklik daha olucak gibi.
"Evladım. Sen burda şehre yeni gelmiş bir köylüsün. Her an nutuk çekicekmişsin gibi konuşma. Hem biraz utangaç davran."
Sesten başım ağrımaya başlamıştı.
Ensemdeki yara yanmaya devam ederken elim yavaşça enseme gitti ve dokunduğum gibi geri çektim. Gözlerimi yumarak bir süre sesleri dinledim. Yanıma birinin oturduğunu görünce kafamı çevirip ona baktım. Ada.
"Ağrın mı var?" dedi Ada.
"Yok."
"Yalan söylüyorsun."
Göz ucuyla ona baktım. Hiç bir şey demeden gözlerimi geri yumdum. Eli omzuma gidince acıyla irkildim.
"Özür dilerim." dedi endişeyle.
Bir süre sessiz sessiz durduk. "Alex'den yardım iste."
Alamayarak ona döndüm. "Pardon?"
"Yara kötüleşiyor gibi. Ondan yardım iste."
"Yarayı açandan sarması için mi yardım istemeliyim?" Dedim alayla.
"İdın yaptı, o değil."
"İdın sadece Félix için endişeliydi. Ona bu emri veren Alex."
"Bütün olanların suçlusu Alex miş gibi davranma.". Hızlıca ona döndüm.
"Ben miyim?"
Bütün bedenim sinirden gerilmişti.
"Hayır, böyle bir şey demedim. Sadece... Bir yanlış anlaşılma. Alex'in de elinde olan bir şey değil."
Göz devirdim. "Hani Beyaz Melek ne derse o olurdu?"
"Asya şu an birinin savaşçıları sana karşı doldurduğuna eminim." dedi Ada çekinerek.
Olabilir aslında.
"Atlas?" dedim, sesimi umursamıyormuş gibi göstererek.
"Sanmam. Atlas onların aklına girebilecek biri değil." dediğinde Ada'yı fazla hafife aldığımı bir kez daha fark ettim. Dışardan göründüğünden daha kurnazdı aslında. Ayrıca insanlar hakkında kolay kolay kişilik tahmini yapmazdı ama yaptığı tahminler genelde tutardı. Şu an olduğu gibi. Çünkü haklıydı, Atlas savaşçıların aklına girebilecek biri değil.
Sessizce oturmaya devam ettim çünkü konunun nereye varacağını merak ediyordum.
"Maria yok. Bi parmağı olabilir mi?" dedi bu sefer.
Başımı salladım. "Sanmıyorum. Geleceğe müdahale etmez o. Hem olay sabahı yanıma geldi. Bana doğru bildiğin şeyi yapmaktan vazgeçme dedi. Savaşçılarla ilgili soru sordu ve ses kaydı aldı."
"Sende şüphelenmedin?"
Bir şey demedim sadece omuz silktim.
"Asya neden yüzüme bakmıyorsun?"
Göz ucuyla ona baktım sonra tekrar sahneye döndüm.
"Ben sana zarar verecek bir şey yapmadım. Neden beni suçluyorsun?"
"Suçlamıyorum."
"O zaman?"
Sadece seni içimde affedemezdim Ada. Sustuğun için, beni savunmak adına tek kelime etmediğin için. Sana kırgınım, hepinize kırgınım.
Bana en çok düşmancıl davrananlardan biri Zoe idi ama o bile benim adilce yargılanmam için çaba gösterdi. Siz hiç mi inanmadınız bana?
Sen bir can aldın Asya.
Hayır, sadece Félix'i korumak istedim.
Adam ateşli silahlar eğitmeni. Elbet silahla dolaşacak. Ya yanıldıysan. Ya boş yere bir can aldıysan.
Hayır!
Haklı dâhi olsan. Nasıl taşıyacaksın o canı?
Sus iç ses.
Boğulduğumu hissederken ayağa kalktı.
"Hey! Nereye?" dedi Ada arkamdan.
"Hava alıcam."
Dedim yüzüne bakmadan.
Bahçeye çıktım. Kimse yoktu. Arka tarafta ilerledim. Sokak arasına baktığı için orası daha tenha olurdu. Duvara yaslanarak oturdum.
Boğuluyorum.
Aldığım can beni boğuyordu.
Hayır. İsteyerek olmadı.
Hataların sonucu ölüm olmaz Asya.
Félix ölecekti?
Hani isteyerek olmamıştı?
Sus!
Ensemdeki yara daha fena ağrıdı. Sanki İdın dokunmaya devam ediyor. Soğuk, titriyorum; hayır, sıcak, terliyorum. Sesler suyun altından geliyor sanki.
Gözlerim kararıyor. Ben, ben, ölüyorum!
🎭
Alexander di Angelo:
Asya rahatsız bir şekilde oturunca meraklanıp Ada'yı yanına gönderdim. Ada henüz benim yanıma gelmeden Asya kalkıp bahçeye çıktı.
"Ne oldu?" dedim endişeyle.
"Bilmem ki. Hava alıcam dedi." Bahçe kapısına baktım ve ayağa kalktım.
"Sen nereye?" "Sadece iyi mi diye bakacam. Bir şey yok."
Bahçeye girdiğimde Asya'yı görmedim. Birden bire nereye kayboldu derken jeneratörlerin tarafında oturmuştu. Beni görmeyeceği bir bir köşeye saklandım ve izlemeye başladım ama Asya cidden kötü görünüyordu. Hızlı hızlı nefes alıyor ve titriyordu.
Yardım etmem gerek.
Hayır, görünmemem gerek. Bütün planlar suya düşer.
Sikiyim planı. Yanında olmam gerek.
Hayır o iyi olucak.
Şu an çok kötü ama.
Zihnimin içindeki aptal susmuyordu. Asya acı içinde kıvranırken aptal planlar umurumda değildi. Ama yanına gidecek cesaretim de yoktu.
Çok korkaktım.
Çok zayıftım.
Ben ne yapacağımı bilmiyorum.
Sadece onun yanında olmak istiyorum.
Öksürmeye başlarken hızlıca doğruldum ve yanına gidecekken gelen ses beni olduğum yere mıhladı.
"Asya?" dedi şu Emir denen herif.
Bütün bedenim sinirden gerildi.
Asya'nın yanına gitti. Kollarını ona sardı.
"Neyin var güzelim?"
Hayır o benim!
Hayır aptal iblis. Sen asla ona sahip olamazsın. Yaptığım plan onu benden sonsuza dek alıyordu. Ben Asya'ya yardım etmek istemiştim. Ona zarar verdim.
Saçlarını okşarken onu rahatlatacak şeyler söylüyordu ve ben bir aptal gibi sadece izliyordum.
Ona dokuma man kafa bu sadece durumu daha beter yapıyor.
Yardım etmem gerek. Bir şey yapmam gerek.
"İyiyim." dedi Asya mırıltı gibi çıkan sesiye. Ayağa kalkmaya çalışınca ona yardım etti.
Asya'nın eli tekrar ensesine gitti. İdın'ın dokunduğu yere. Nefrete...
İyi ama nefretin onu artık zehirlememesi gerekiyordu.
Félix iyileştirmedi ki.
Sonuçta nefret tek seferlik.
HAHA hayır aptal. Planında hata var. Anlaşılan nefretin dokunduğu yer hasta kalmaya devam ediyor. Bunu Asya üstünde denemek istemezdim. Yazık oldu.
Kes sesini! Ben, ben bunu telafi edicem. Bir yolunu bulucam.
Kendi açtığın yarayı saramazsın.
Ben sarmayacam zaten.
Emir, Asya'nın koluna girerek içeri götürdü.
Bana ihtiyacı yok. Ben ona sadece zarar veriyorum.
Hayır telafi edebilirim.
Ci stiamo avvicinando alla fine. Ha vinto l'Angelo Bianco.*
(Yz: İtalyanca/ Sona yaklaştık, Beyaz Melek kazandı.)
Henüz değil.
Salona ilerledim. Ada yoktu. Sanırım diğerleri Asya ile ilgileniyordu. Derin bir nefes alarak dışarı çıktım. Parmaklarımın kenarını soyarak arabaya ilerledim ve karargâha sürdüm. Bir yolu olmalı.
Karargaha gelince ilk Mex'e ulaşmaya çalışıtım sanırım odasındaydı. Kata çıkarken Cesika ile karşılaştık onu geçmeme izin vermeden beni durdurdu. "Elinin hali ne?" dedi dehşetle. "Mühim değil." dedim ve tekrar çekildim ama izin vermedi. "Hayrı, gayet mühim!"
"Cesika! İyiyim dedim." dedim fazla sert çıkınca Cesika gerildi.
Hahaha bütün savaşçılarına zarar veriyorsun.
Hayır.
Gözlerimi yumdum. Derin bir nefes alarak tekrar ona döndüm.
"Bak ben çok üzgünüm, sana bağırmak gibi bir amacım yoktu. Tamam, elimi sarıcağım önce."
Bakışları biraz daha gevşerken çekinerek sordu. "Yardım edeyim mi?"
Başımı salladım. "Çok mutlu olurum."
Peşinden 17. Odaya ilerledim. Bir ilk yardım çantası aldı ve yanıma oturarak parmaklarıma pansuman yapmaya başladı.
Cesika Harris. Rota... Bizim yol göstericimiz. Yeteneğinden dolayı değil, kişiliğinden dolayı. Cesika bizim için her zaman danışıcak bir abla gibiydi. Sema ablanın ölümünden sonra daha fazla sorumluluk aldı sırtına. Bizi bir arada tutmaya çalıştı. Benden sadece birkaç yaş büyüktü ama yeri geldiğinde küçük bir çocuk yeri geldiğinde ailenin büyük ablası gibi davranırdı.
Şili de yaşadığı zamanlar yasadışı işlere bulaşıyor ve Anadolu'ya kaçıyor. Her ne kadar cennet toprakları olarak anılsada ellerinin kirini gizlemek bu mistik topraklarda hep daha kolay olmuştur. Başkan ile tanıştıktan sonra Türkiye'ye geliyor ve akabinde karargâhı resmi olarak kuruyoruz.
Şu an dönüp baktığımda dün kadar yakın ama asırlar kadar eski geliyor.
Maria henüz on beş yaşında falandı. Beni karşısına aldı ve karargâhı kurmak için cesareti verdi. Sanırım benim hayalini dâhi kuramayacağım bu günleri o yıllar önce görmüştü. Şüphelerim vardı. Bir örgüt kurmak demek sevdiğim herkesi tehlikeye atmak demekti. Bu basit bir iş değildi, nerden başlamam gerektiğini veya suyun beni nereye götüreceğini bilmiyordum.
'O zaman o kadar güçlü ol ki kimse sevdiklerine dokumaya cesaret edemesin.' dedi bana. Dediğini yaptım. Farklı yönetim tarzım, çeteye aldığım insanların farklılığı ve yetenekleri sayesinde çok kısa sürede yeraltı dünyasında Beyaz Melek diyince herkes susmaya başladı. Beni en çok onların sessizliği yaşattı fakat bir hata yaptım. Gücü kimse sevdiklerime zarar veremesin diye kazandım ama ben onlara zarar verdim. Çünkü Maria'nın da benim de unuttuğum bir detayı vardı: Güç şarap gibidir içtikçe seni sarhoş eder ve daha fazlasına susatır.
Bende kanla karışık bu şarabı son yudumuna kadar içmek istedim. Nice komutanlar, krallar istedi bu şarabın son yudumunu içmeyi, hepsi öldü. Bana mı kalacakt o kanlı, zehirli yudum?
Kalmadı.
Gücün benim sandığından daha öte bir olgu olduğunu öğrendiğim zaman artık çok geçti. Savaşçılar Beyaz Melek adını verdikleri iblisten korkmaya başladılar. Beyaz Melek onların aklına girmiş adaleti unutturmuştu. Ben kendim Beyaz Meleği yensem bile savaşçıları o zehirden arındıramazdım. İlah gördükleri Beyaz Meleğin aciz bir ölümlü olduğunu onlara birinin göstermesi gerekiyordu. Bu yüzden Asya'ya bu kadar inandım. O savaşçıları tek tek iyileştirmeye başladı.
Mesela Öykü. O her zaman çekingen, kendini saklayan biri olmuştu, Asya onun için cesaret demekti. Gizlediği beyaz lekelerini özgürce sergilemek, annesi yüzünden kendi zihninde oluşan prangalaradan kurtulmak demekti.
Veya Selen. Selen her zaman özgür ruhlu olmuştu ama kendi iradesini unuttu zamanla. Asya, Afrodit'e insan olduğunu, hataları ve kararları olduğunu tekrar hatırlattı.
Veya Zoe. Zoe'nin üstündeki hakimiyet benden çok Atlas'a aitti. Fakat Asya için Atlas'a ve onun zincirlerine karşı gelmişti. Kardeşinin kaybı ardından saklandığı doğasından çıkmış, Adalet savaşını tekrar hatırlatmıştı. Zoe için adalet, düşman sandığı dosttan gelmişti. Çünkü o karargaha ilk geldiği günden beri zaten Adalet görmemişti.
Veya İdın. İdın bana Asya'yı hatırlatıyor. Ne yapacağını bir türlü kestiremiyorum. Fakat bildiğim bir şey varsa İdın bizi hiç bir zaman ailesi olarak görmediği. Evet, dostlarıydık ama aile kavramı bu güçlü dostum için yaralı ve eksik bir kelimeden ibaretti. Aslında onun Asya'ya gerçekten nefreti ile dokunucağından şüphe ediyordum fakat İdın öngörülmesi zor bir şekilde bunu yaptı. Bence Asya asıl o noktada yalnız kaldı.
Veya belki de ben ona sırt çevirdiğimde yıkıldı ve şu an kendimi avutuyorumdur.
"Alex?" dedi Cesika'nın çekingen sesi. "İyi misin?"
"Evet, hiç ağrımıyor. Teşekkür ederim."
"Elini kastetmedim." Dedi gözlerimin içine bakarak.
Bana göre her savaşçı bir duyguyu temsil ediyordu. İdın'nın nefret, Asya'nın adalet, Zoe'nin serin kanlılık, Selen'nın özgürlük, Mex'in güven, Atlas'ın Hırs olması gibi. Cesika ise bu tabloda güçtü. Göründüğünde daha güçlüdür o. Genelde sessizdir, pek etrafya görülmez ama karargâhın her noktasında parmağı vardır. Bir çok işi o çekip çevirir. Naif duruşu seni kandırmasın. Savaşçılar arasında en dayanıklı olan belki de oydu.
-Bu sınavı geçeceğini sanmıyorum.*
(Zy: Alex'in zihninden geçen anılar.)
"Sence Asya bunu bilerek mi yaptı?" dedim düşüncelerini merak ederek. "Ben Öykü değilim. O sıra neler hissettiğini tam bilemem. Ama... Bence bilerek yaptı. Çekingenlik yoktu üstünde. İsteyerek öldürdü onu. Ne için yaptı bilmiyorum. Belki gerçekten Fèlix'i korumak için. Ama kendi kafasına göre hareket etti."
"Bu adil mi?"
"Birinin canını sorgusuz sualsiz almak adil olamaz."
Başımı salladım yavaşça.
Bu konuda da onlar haklıydı. Ama nefsi müdafaa bu cinayeti hafifletebilir mi?
"Sence nasıl bir cezayı hakkediyor."
Cesika gerildi. "Onun alacağı cezayı belirlemek bana düşmez." dedi çekinerek. "Şunun sırasında fikir alış verişi yapıyoruz canım. Hem sende bir savçısın, senin de fikrini merak ediyorum."
"İdam fazla büyük bir ceza. Ama karargâh ile ilgili çok şey biliyor. Hem Lui onu kendi tarafına çekse büyük sorun olur. Asya konuşmasa bile illa Lui pisleşecek ve onu söylemek zorunda bırakacak. Bir şekilde susturmanın bir yolu olmalı. Emin değilim. Alex'in vereceği karar en doğrusu olur."
Hayır tatlım, Alex de hata yapar. Yaptı da.
"Her neyse. Ben Mex'i bulmalıyım." dedim. Ayağa kalkarak. Cesika sadece başını sallamakla yetindi. Salondan çıktım ve on beşinci odaya ilerledim. Mex'e planımdan bahsettim ve tekrar otoparka ilerledim. Arabayı sürerken bir yandan Mex ile konuşuyordum ve damarlarıma dolan adrenalin kalbimin ritmini bozuyordu. En sonunda Asya'nın evinin önüne geldim.
Mex telefonu kapatmıştı. Bende arabadan çıkmadan ışıkları yanmayan evi izledim. Asya icerde, bundan eminim.
"Hey Nemisis, bana ikinci savaşçının nerde olduğunu göster." Ekrana gelen konuma baktım. Evet, evinde. Belki başı ağrıyordur. Merak etme meleğim, az kaldı, kurtulacaksın bu acıdan.
Bildirim sesi gelince ekrana baktım. Yazan Mex idi.
'Balık yemi yuttu.'
Gözlerimi yumarak planı baştan aşağı tekrar düşündüm. Ne zaman hayata geçerdi emin değilim ama umarım hemen olurdu. Şu an tek duam ben bir adım atmadan Lui'nin harekete geçmemesi. Bunu ne kadar engelleyebilirim emin değilim.
Arka taraftan bir dükkandan belli belirsiz gelen melodiyi duyunca camları açtım ve müzik sesi fısıltı gibi de olsa arabaya ulaştı.
Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor
Nerde nasıl yaşarım bir de bana sor
Evlerin ışıkları bir bir yanarken
Bendeki karanlığı gel de bana sor*
(Erol Evgin/ Bir de bana sor.)
Bilerek mi seçildi bu şarkı. Sadece birkaç dakika sonra gelsem duymazdım bu sözleri. Sanırım kader kullara acı çektirmeyi seviyordu.
Nerden aklıma esti kimbilir
Gezdim dün gece şehri şöyle bir
Eski sokaklar yerli yerinde
Dostlar oturmuş kır kahvesinde
Her yerde huzur her yerde neşe
Bir ben uykusuz bir ben huzursuz
Bir ben çaresiz bir ben sensiz
Beni sensiz bırakan yine bendim meleğim. Tek duam bir gün beni affetmen. Ben kendimi affedemem ama yalvarırım. Sen yine de affet.
Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor
Sensiz yaşamak neymiş bir de bana sor
Ak düşen saçlarımı bir bir sayarken
Bunca yıl nasıl geçmiş bir de bana sor.
Sensiz geçmiş yıllara sitemliyken tekrar sensiz kalmayı mi seçtim? Sanırım sandığımdan daha aptalım.
Müzik yavaş yavaş bitti, o gece başka şarkı çalmadı. Kader iyi bir tokat attı ve sessizliği seçti. Ben sabaha kadar ışığı yanmayan bir evi izledim. Bütün gece anılarımda sende benimleydin. Gülüşün kulaklarımda çınladı. Ben ise o gülüşü tekrar duymayı diledim. Yüce tanrılar, onun gülüşünü ben duymasam da olur. Ondan çaldığım şeyleri geri alsın. Tekrar içlice kahkaha atsın. Sadece bir kaç ay önce seni gölgelerde izlememe gerek kalmadı demiştim.
Yanılmışım.
Başa sardım meleğim. Yine gölgelere çekilmiş, varlığını görmeden seni izliyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
771 Okunma |
247 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |