Medyadaki şarjı ile ilgili.
Veleno: Zehir(İtalyanca)
Türkiye'de pek bilinmeyen bir şarkı olduğu için Türkçe çevirisi yok. Ben kendim çevirmeyi düşündüm ama çevirsem nereye atabilirim ki💩
YouTube'a geçme zamanı gelmiş. :)
İyi okumalar dilerim. 🤎
İnsanlığımızı kaybetmekle yakındık yüz yıllarca. Peki gerçek insanlık neydi? Kardeşini öldüren Kabil mi? Cennetten kovulan Adem mi? İsa'yı çarmıha gerenler mi? Ölüme şifa arayan Simyacılar ve o Simyacıları asanlar? Hitler miydi insan olan, belkide onun ordusundan kaçanlar? Cengiz Han mıydı yoksa onun aldığı canlar mı? Neydi gerçek insan? Biz hangi noktada insan olduk, hangi noktada o insanlığı kaybetmeye başladık?
Tarih boyunca savaşlar ve katliyamlar sürdü. Sürekli can almaya çalıştık. O cana o kadar açtık ki... Ya ölürsün ya öldürürsün bahanesinin ardına saklandık. Büyük balık küçük balığı yer dedik ve en büyük balıkları avladık. Hangi noktada insan olduk?
Parayı icat edince mi kaybettik insanlığımızı? Peki ya onun öncesinde yarattığımız yangınlar?
Belkide ateşi icat etiğimiz zaman kaybetmiştik insanlığımızı. Cennetten kovulduğumuz an? Cennetten kovulup cehenneme gideceğimiz ana kadar; biz ne zaman insan olduk?
Evimiz dediğimiz dünyaya neler yapmıştık. Gerçekten bir zamanlar evimiz olan cennete neler yapardık?
Bir gün gideceğimiz Cehennem bir zamanlar kovulduğumuz Cennettir belkide.
Belkide ölünce cennete gidicektik. Orayı cehennem yapıp Tanrı'nın vereceğini söylediğimiz cezayı verecektik kendimize.
'İnsanlık' kendimizi avutmak için uydurdugumuz bir yalandan mı ibaretti? Gerçek insanlık can almak mıydı? Kendi canının bir gün onu terk edeceğini unutarak. Gerçek insanlık her şeyi yakıp karanlığa bırakmak mıydı? O ateşin sönünceye dek ışık saçtığını unutarak. Gerçek insanlık kirletmek miydi? Çamurdan yaratıldığını unutarak.
Biz ne olduğumuzu unuttuğumuz için mi insan olmayı seçtik?
Peki Alex ve Hyun Su'yu bu hayata sürükleyebileyenler? Onlar mıydı insan? Belki bu yüzden Hyun Su Yaratık olmayı seçmişti. Yaratık kelimesi onun için insandan daha az cani ve ilkel gelmişti. Ya da Alex... O Beyaz Melek olmayı neden seçmişti? İnsan olmamak için mi? Ben neden İnsan Avcısı olmak isyediysem belkide o yüzdendir.
"Salona inelim." dedi Yaratık. Beni düşüncelerimden sıyırarak. O sıra hafif gitar melodisini duymaya başladım. "İdın ve Felix konser veriyor." dedi çocuksu bir coşkuya.
Zaten hep çocuksu olurdu bu iri adamın coşkusu. Büyüyememiş bir çocuk mu yoksa büyümeye zorlanmış, hiç çocuk olamamış bir adam mı? Bazı şeylerin bitmesi için yaşanması gerekir. Mesela çocukluk. Büyümek için bir zamanlar çocuk olmak gerekir. Kim Hyun Su, sen tarihin hangi zamanında tam olarak çocuk oldun?
Peki sen İsimsiz? Tam olarak ne zaman çocuk oldunda büyüdüğünü sanıyorsun? Hiç çocuk olabildin mi?
Burda, bizim yanımızda. Savaşçıların yanında tekrar çocuk ol. Hyun Su gibi. Ada gibi, belki benim gibi. İsim kaderdir senin bir kaderin yok. Kaderi olmayanların yaşı da olmaz. Burda kendini hangi yaşta hissedersen o yaşta olursun ve her yaşta yanında oluruz.
"Aslında iyi fikir. Bütün savaşçılar şu an salonda. Bir dahaki toplantıya kadar bu fırsatı yakalayamayabiliriz." dedi Alex.
"Eve gidicektik hani?" Dedi Ada bana bakarak.
"Bende kal bu gece. Kumsal gece boyu dışarda olduğunu anlamaz." dedim.
Ada bir bana bir Hyun Su'ya baktı. "Eh gidelim madem meşhur İdın Felix konserine." Hyun Su kolunu Ada'nın omzuna attı. "Bak sevgili çaylağım burda bazı etkinlikleri asla kaçırmamalısın." dedi. Ada kıkırdadı. "İdın ve Felix konseri birinci sırada mı?" dedi. Hyun Su da kıkırdadı. "Sen bir de Zoe'nin veya Umut'un şarkı söylediği bir zamana denk gel bakayım, yine böyle alaylı konuşabilecek misin?"
O ikisi ilerlerken biz arkalarında kaldık. Alex beni bekliyordu. Bizde arkalarında yürümeye başladık. Hyun Su'nun kolu hâlâ Ada'nın omzundaydı. Sanki ikisininde çekilmeye gönlü yok gibiydi.
"İkisinin iyi anlaşacağına eminim." dedi Alex aramızdaki sessizliği bozarak. Kafamı salladım. "Katılıyorum. Hem Ada böyledir. Bakmayın bu tavırlarına, hızlı uyum sağlar ortamlara. İki güne kalmaz alışır. İkimiz yeni bir ortama girince ilk Ada diğerleri ile anlaşmaya başlar. Genelde ben mesafeli dururum." Dedim.
"Ama bize karşı o kadar mesafeli durmadın. Hatta Ada'yı teşvik ettin."
Teşvik? Elin İtalyanı benden iyi Türkçe konuşuyor Asya.
Fevkalade demedi iç ses.
Fevzi kim Asya? Ben ne diyorum sen ne diyorsun.
Ya sabır! Biz neden seninle Hacivat ve Karagöz gibiyiz iç ses?
"Aidiyet duygusunu bilir misin? Hani kendini bir yere ait hissedersin. Sanki hep oradaymışsın gibi kendine pay biçersin." dedim kafamı kaldırarak yüzüne baktım ve devam ettim. "Sanki ailenin yanında, arkadaşlarının yanında olmadığın kadar bir yere aitmişsin gibi hissedersin. Birlir misin o hisi?"
Gözlerimin içine baktı ama sanki baktığı gözlerim değil ruhumun derinlikleriydi. "Bilirim." dedi. Tek kelime. Söylediği tek kelimeydi ama sadece 'bilirim' kelimesinin bu kadar derin olmaması gerekirdi.
Salona geldiğimizde sessizce bir köşeye geçtik. İdın gitar çalıyor arada mırıldanarak melodiye eşlik ediyordu. Félix ise Fransızca olduğunu tahmin ettiğim bir parça söylüyordu. Sesi gülümsemesi kadar büyüleyiciydi.
Şarkı bitince ufak bir tebrik faslı başladı sonra gözler bize döndü. Ortamda ne yapacağını bilmez bir hava vardı bu havayı Alex dağıttı. "Bütün savaşçılar bir aradayken herkes olabildiğince kaynaşmaya baksın. İki yeni savaşçımız var, biri de benim çaylağım." İlerledi ve masadan bir sandalye çekerek oturdu. "Birbirinizi tanımaya bakın. Sessiz sessiz alışmayı beklerseniz asla birbirinize alışamazsınız." Sözleri hepimizeydi ama sesi biraz soğuk ve sert gelmişti. Bir ricadan çok emir gibiydi ya da belki bana öyle gelmişti.
Gözlerim tekrar savaşçılara döndü. Ben ve Ada hâlâ ayaktaydık. Ada'nın sosyal anksiyetesi vardı ve bütün gözlerin üstümüzde olması hiç hoşuna gitmemişti. Gerginliği bozmak ister gibi kumral bir kadın araya girdi. "Öncelikle ben Öykü. Kendinizi tanıtarak başlamaya ne dersiniz?" dedi kibar ve teşvik edici bir sesle. Ada bana baktı sonra ona döndü. Sesini inceleterek konuştu. "Ada Deli öğretmenim. Ve hayır Deli değilim, bunu sormayın! En sevdiğim renk siyah. En sevdiğim şey motosikletler. Bir yeteneğim yok. Hataylıyım. Dekor ve kostüm tasarımcısıyım ayrıca iç mimarım." Sesini ciddileştirdi. "Şaka yapıyor olmalısınız." dedi .
"Burda her şeyi şakaya vuran tek kişi sensin." dedi Zoe. Gözleri ince soğuk bakan kahverengi hareler gibiydi. Kısa, koyu kahverengi saçlarının ardında gölgeleniyordu. Soğuk havasına tezat çekici bir yanı vardı kumral kızın. O kadar uzun değildi ama ne kadar güçlü olduğu bakışlarından belliydi. Karınca...
(Yz: Zoe Yunanca hayat demek.)
Yaşı diğerinden büyük olan kadın -Melodi- elini yanında oturan Zoe'nin omuzuna kattı. "Sende öylesin tatlım. Bırakta devam etsinler." Zoe homurdanarak arkasına yaslandı.
Melodi esmerdi, kahverengi gözlüydü yüzü uzun ve dolgundu. Saçları biraz daha kızıla kaçıyordu. Görebildiğim kadarıyla alnından sağ kulağına yakın bir noktada ufak bir göçük vardı ama saçlarının gölgesi de olabilirdi, emin değilim.
"Ben Asya. Yeteneğim hayvanları anlamak ve onları... yönetmek. Tiyatro oyuncusuyum ayrıca skeç yazarıyım." Ekleyecek başka bir şey bulamadım. Acaba Mersinli olduğumu da mı söyleseydim?
Ada dalga geçmek için memleketini söyledi Asya. Okulun ilk günü değil bu. Büyüyünce olmak istediğin mesleği de söylemek ister misin?
Oyuncu oldum ya iç ses, daha ne olayım?
Bundan sonrası aksakallı dede zaten Asya.
Kızım ben kız! Nasıl dede olayım?
Aksakallılığın cinsiyeti olmaz.
Dedeliğin olur ama.
"Herhangi bilmemiz gereken bir hasasiyetiniz var mı?" dedi mavi gözlü yüzünde yara olan beyaz tenli kız. Büyücü.
Saçları canlılıktan mahrum dümdüzdü. Simsiyah ve parlak olmasa belki kötü görünebirdi. Gözleri ve teni bir ölününki kadar soluk ve soğuktu, ölüleri gören kızın.
Belki gözleri ölümü gördüğü için bu kadar cansızdı.
"Yok." dedim kestirip atarken. Ama Ada araya girdim. "Uyumayı sevmez, uyandırılmayı hele hiç sevmez. Bir şekilde, olduda onu uyandırmanız gerekirse asla dokunarak uyandırmayın. Gözleri ışığa karşı biraz hassas. Ayrıca çilekten nefret eder. Kokusuna bile tahammülü yok. Arada kriz geçirir böyle zamanlarda asla temas ederek sakinleştirmeye çalışmayın bu durumu sadece kötüleştirir. Çikolatayı çok sever ama alerjisi olduğu için falza yememeli."
Ona dönerek gülümsedim. "Beni ne kadarda iyi tanıyormuşsun." Sevimli bir ifadeye kafasını eğdi. "Olsun o kadar. On üç yıl mı oluyor bu sene?"
Ortamın gerginliği tamamen dağılmıştı. Félix yanımıza geldi. "Pek iyi bir başlangıç yapmadık belki ama böyle devam etmek zorunda değil. Ben Félix Roux. Karargâhın baş hekimiyim. Tanıştığıma memnun oldum." Elini öne uzattı Félix Ada elini sıktı. "Bende memnun oldum. Bu arada sesin gerçekten çok güzel. Dinlediğim en iyi Fransızca şarkılardan biriydi."
"Merci madame." dedi Fèlix. (teşekkür ederim hanımefendi)
"De rien monsieur." (Rica ederim beyfedi)
"Fransızca biliyor musun?" Ada mahcup bir şekilde gülümsedi. "Çok az. Bi' ara Fransızca öğrenmeye çalışmıştım. Temel şeyleri öğrendim ama sonra bıraktım."
"Si vous souhaitez réapprendre, je serai ravi de vous aider." dedi Fèlix gümseyerek. (Tekrar öğrenmek istersen seve seve yardım ederim)
"Je serais très heureux." (çok mutlu olurum.)
(Yz: Fransızca)
İdın yanımıza geldi. Ağır başlı bir ifadeyle konuştu. "İdın Ruiz. Fèlix'in erkek arkadaşı ve karargâhın güvenlik şeflerinden biriyim." Elini Ada'ya uzattı. "Zehirlenmem mi?" dedi Ada İdın'ın eline bakarak. "Şey. Hayır, yeteneğimi yönetmeyi öğrendim. Bu istediğim zaman yaptığım bir şey." Ada oyuncu bir ifadeyle sırıttı. "Şu an istemediğini varsayıyorum." İdın da oyuncu bir ifadeyle karşılık verdi. "Deneyelim." Ada elini uzattı ve sıktı. "İstemiyormuşsun." dedi tekrar sevimli sevimli.
Selen İdın'ı geçerek yanımıza geldi. "Ben Selen Demir. İnsanları sesim ile hipnoz ederim. Aslında biraz manipülasyon desek daha doğru."
"Dur tahmin edeyim. Erkekleri kandırmak daha kolay." dedi Ada. Selen kıkırdadı. "Yeteneğimi kullanmama bile gerek kalmıyor çoğu zaman. Biraz cilve ile sonları olmak çok kolay." Ada heyecanla gülümsedi. "Bunu kesinlikle bana öğretmelisin." "Neden aklına girmek istediğin biri mi var?" dedi Selen sırıtarak. "Ablamın aklına girsem yeter. Ya da dur sahne amirinin aklına girebilirim. Son dekorları tamamlamak için ömrümü feda etmem gerekecek yoksa." Selen gülümsedi. "Yarın hızlandırılmış dersler başlıyor. İşten kaytarmak şu hayattaki en önemli şey."
Gözleri beni buldu. Karşıma geçti. "Benim aklına girmek istediğim biri yok, Ada'yı oyala yeter." Selen gülümsedi. "Oldu bil." Gözlerimin içine baktı. Ne istediğini anlayınca boyun eğerek kollarımı hafifçe kaldırdım, gülümsedi ve atılarak bana sarıldı. Bende kollarımı ona sardım. Geri çekildiğimizde "Sarılmayı çok seviyor." diye açıklama yaptım Ada'ya. Ada Selen'e baktı. "Öyleyse..." Kollarını hafifçe kaldırdı. Selen gülümseyerek ona da sarıldı. Ada'nın yüzünde hafif bir gülümseme oluştu ve kafasını Selen'nin omuzuna gömdü. Siyah dalgalı saçlar arasında yüzü kayboldu.
Selen'in saçlarında tel tel beyazlıklar vardı. Onunla ilgili en sevdiğim özellik bu olabilir. Yüreğinin saflığı saçlarına vurmuşda beyazlamış gibiydi. Bunun genetik bir şey olduğunu biliyordum. Fakat benim için her zaman bir büyü gibi saf olacaktı. Senin saçlarında beyaz teller var mı İsimsiz? O tellere sahip çık. Onlar sana gök gözlü savaşçının mirası. Bir dene belki sen de insanları sesin ile yönetmeyi öğrenirsin. Belki beyaz tellerin büyüsü budur. Ruhun o kadar yüce ve büyük ki... Bedenine sığamayıp saçlarına taşmış. Bı gün aynanın karşısına geç ve hayranlıkla bak o tellere. Yansımandaki o hayran gözler bana ait olacak. Güzelliğin karşısında tutulan dilim yüzünden belki sana bir cevap veremem ama sen istersen bana sorular sorabilirsin.
Maria seke seke yanımıza geldi. Bakır rengi gözleri, esmer teni, kahverengi kısa saçları... Bu kız geçmiş kadar özlem dolu, şimdi kadar canlı ve gelecek kadar çekiciydi.
"Ben Maria Nokat. Yeteneğim geleceği görmek." Ada Maria'nın elini coşkuyla sıktı. "Gel birlikte At yarışlarına girelim. İkimizde köşeyi döneriz." Maria gülümsedi. "Maalesef bu öyle olmuyor. Geleceği, gördüğüm rüyalar sayesinde bilirim. Yani istediğim şeylere değil rüyalarımın bana sundukları kadarına hâkimim."
Şöyle bir düşündüm. Üç yüz altmış beş gün. Her gece birden falza rüya görürüz hadi diyelim gördüğü kâhin rüyalar arasında sadece yüz elli tanesini hatırlasın. Çocukluğunda beri kâhin rüyalar görüyorsa her yıl ortalama yüz elli rüya, yüz elli gelecek görüntüsü. Kim bilir neler neler biliyordu. Ki bu sadece teorideydi. Gerçek sayının akıllara durgunluk getiricek cinsten olduğunu hissediyorum.
Alex'in gözleri ise Félix'i üstündeydi. Yüzüne bir gülümseme geldi sonra kalkıp Félix'in yanına gitti, elini genç adamın omzuna kattı.
"Büyüdün ufaklık." dedi geçmişi anımsayarak. Félix hatırlamış gibi kocaman gülümsedi. "Ama hâlâ senin kadar uzun değilim." Alex kardeşinin saçlarını karıştırdı. "Sanırım yanılmışım. Asla benim kadar uzun olamayacaksın." Félix kıkırdadı Ve Alex'in elinden kaçmaya çalıştı. "Olsun. Küçük kardeşin olmayı seviyorum." Alex Fèlix'i süzdü, sanki ne kadar büyüdüğünü şimdi fark ediyordu. "Ne kadar büyürsen büyü, ne kadar uzarsan uza her zaman küçük kardeşim olarak kalacaksın ufaklık."
Kardeşlik her zaman kan bağı ile olacak değildi. Duygu bağı yeterdi. Kalpten geçen dallar soy ağacından daha özeldi.
Böyle bir kardeşlik ilişkisi isterdim. Keşke bunun için geç kalmış olmasaydım.
İdın ayağa kalktı. "Benim devriyem var ben kalkıyorum artık." Arthur da doğruldu. "Benim de var birlikte çıkalım. Senin neresi?" İdın durup düşündü. "Limonlu sahil civarı. Senin?" "Orman yolu."
Atlas araya girdi. "İdın iki gün önce devriyeye çıkmadı mı, neden bugün de o devriye aldı?"
İdın kafasını salladı. "Bilmem, sence neden di Angelo?"
Alex kafasını duvara çevirdi. "Tanımıyorum." dedi hızlıca.
Aramızda ufak bir gülüşme geçti. İdın nefes verdi. "Senden nefret ediyorum." Alex duruşunu bozmadı. "Hâlâ tanımıyorum." dedi kafasını hafifçe sallayarak.
İdın bize döndü. "Size iyi akşamlar o zaman. Biraz daha kalsam katliyam çıkacak." Parmaklarını hafifçe oynattı. Yüzünde kurnaz bir gülümseme vardı.
Ellerini Félix'in oturduğu sandalye kattı ve eğilerek Félix'in yanağını öptü. "Uzun süre ayakta durma. Uyu biraz." Félix kafasını salladı. "Dikkatli ol." Sonra Arthur'a baktı. "İkinizde dikkatli olun."
Arthur eğilip Selen'in saçlarını öptü. Selen oldukça uykulu görünüyordu. "Dikkatli ol. Seni seviyorum." Arthur'un gözlerinin içi parladı. O zaman anladım. Kaç yıl geçerse geçsin Selen her seni seviyorum dediğinde gözünün içi böyle parlayacaktı.
"Bende seni kelebeğim. Hadi uyu artık."
Arthur bir daha Selen'in saçlarını öptü ve ayağa kalktı. Selen ha uyudu ha uyuyacaktı. İdın şakayla araya girdi. "Selen beddua etmeden mi uğurlayacak beni? Olmaz kesin başıma bir şey gelir."
Selen mırıltı gibi bir sesle "Dikkatli ol aptal Şeytan." dedi. İdın gözü yarı kapalı olan Selen'e baktı ve şevkatle gülümsedi. "İyi uykular Afrodit."
İkisi kanlı bıçaklıydı ama Barbie yemek takımının bıçakları ile kanlı bıçaklıydı. Neden acaba?
Döner bıçağı mı istersin Asya?
Kızıl saçlı kız -Lusita- kederle söze girdi. "Of benim nöbetimde bu günmüş." Yanında oturan Öykü ona döndü. "İyide sabahın erken saatlerinden beri laboratuvardası." Lusit kafasını salladı. "Proje bitmemişti."
"Devriyeni bana ver. Sen zaten uykusuzsun." Dedi hızlıca Öykü. Lusita kafasını salladı. "İyide senin bu hafta deviryen kalmadı." "Sorun değil başka zaman telafi ederiz."
"Ben alırdım ama benim deviryem yarın." dedi yüzünde yara olan kadın. -Meredith-
"Ben alayım işte. Bugünlerde boş boş dolanıyorum. Tabii Alex de onaylarsa." Gözler Alex'e döndü.
"Kendi aranızda anlaştığınız sürece benim için sorun yok. Ayrıca bence Öykü haklı Lusi. Bu halde devriye çıkamazsın."
Luista en sondan boyun eğdi. "Peki dikkatli ol."
"Merak etme zaten Mex'in gözü üstümüzde olucak." Gözüm Mex'e kaydı.
Arkamda, masanın öbür tarafında oturuyordu. Göz göze gelince aşina olduğum o bakışları takındı yine.
Zaten tanıdığı bir dosta bakar gibi baktı. Aşinaydı bana. Tuhaf bir şekilde bende ona.
Mex Fina. Sanal ağın imparatoru. Bir zamanların azılı suçlusu. On beşinci savaşçı. Bunların hepsi ona verilen isimlerdi. Peki aslında kimdin sen Mex?
Bence cevabı o da bilmiyor.
Ya da oyunu çok iyi oynuyor.
Alex'e eğilip sessizce sordum. "Neden devriye düzeni var? Sonuçta Mex kameralardan takip edebilir."
Benim gibi sessizce cevap verdi. "Bu biraz sorumluluk duygusu ile ilgili. Yoksa gerek olmadığının bende farkındayım. Ayrıca bazı savaşçılar günün neredeyse tamamını karargahta geçirir, dış dünya ile hiçbir bağları yok. Lusita, İdın, Arthur, Öykü veya Zoe gibi. Onları bı süre karargahta çıkartıp dış dünyayı görmelerini sağlıyor devriye düzeni. Hem bak birbirleri arasındaki bağları da sıkı tutuyor."
Saçma ama saçma olduğu kadar mantıklı bir yaklaşımdı.
"Şu ana dek devriyler sayesinde yaşanmadan engelledigimiz çok olay oldu ayrıca. Mex sadece kamerdan izliyebilir, o kadar kısa sürede müdahale edemez." diye ekledi.
Kafamı salladım. Diğer savaşçılara göz attım. Farklı ülkelerden gelen, farklı inançları olan bu insanları bu kadar uzun süre bir arada tuttuğuna göre sanırım Alex'in izlediği yol doğru yoldu.
🫀
(İki gün sonra.)
Seyirci koltuklarında birine oturmuştum, provanın başlamasını bekliyordum ve Alex yanımdaydı. Gelmesi için ben ısrar etmiştim. Son zamanlarda sanırım yanımda olmasına çok alışmıştım.
Skeçi elinde tutuyordu ve ezberimi kontrol ediyorduk. Hâlâ ufak hatalar yapıyordum ama Alex şimdiden tamamen ezberlemişti kağıtları. Bu daha falza sinirlenmeme ve kelimelerin daha falza karışmasına neden oluyordu.
Sakin ol Asya. Adam bi kere okusa zaten ezberliyor.
Olabilir ama bu elli kere okuyup hâlâ ezberleyemeyen beni açıklamaz.
Ada içeri girerken gözüm ona döndü. Karşımıza geçti. Alex onunla uğraşmaya başladı. "Ne oldu Kül kedisi, Balkabağı arabanı köstebekler mi yedi?" Ada sinirli gözlerle ona baktı. "Hiç sırası değil Alexander. Zaten sinirliyim sana patlarım." Alex sırıttı. "Kim sinirlendirdi küçük enişteyi." Ada dişlerini sıkarkerken Alex bu sefer barış talep eder gibi ellerini kaldırdı. "Tamam tamam özür dilerim. Bir sorun yok değil mi?" Dedi korumacı bir sesle. "Ya sorma sabah PTT den bir adam geldi elinde birkaç evrak falan var. Baştan aşağı süzdü ve ne dedi biliyor musun? Dedi ki, canım evde yetişkin var mı?" Ada'nın anlattıklarına ben kahkaha atarken Alex gülüşünü bastırmaya çalışarak sordu. "Sen ne dedin?" Ada bana ters bir şekilde baktı ve Alex'in sorusunu cevapladı. "Var abi, kocam var olur mu? dedim."
Bu sefer Alex gülüşünü tutamadı ve ikimiz gülmeye başladık Ada bize aldırmadan konuşmaya devam etti. "Anlamıyorum yirmi yedi yaşında kadını nasıl çocuk sanabildi? Çocuğa benzer bir yanım mı var? Hani minyon bir şey olsam, çok kısa olsam yine anlarım."
Ada'nın sitemi karşısında Alex ayağa kalktı kollarını göğsünde kavuşturdu ve üsten Ada'ya baktı, bakışları 'Zaten kısa değil misin?' diyordu. Ada onu ittirdi (yani en azından denedi.) "Ya git, Gulyabani. Sence Türkiye de bir doksan üzeri kaç kişi vardır ki? Benim boyum gayet ideal." Kirpik altından Ada'ya baktım. Bana bakarak tekrar kaşlarını çattı. "Sen hiç konuşma zaten elektrik direği. Benim senden kısa sevgililerim oldu ya. Ne olurdu biraz az basketbol oynasan?" Elimi salladım. "Genler gülüm genler. Ben tek başıma mı oynadım basketbolu?" Ada kaşlarını çattı. "Yok sen, ben, Ege oynadık. Ege zaten iki metre, sen bir seksen, ben ise dört yıldır bir atmış beş bile olamadım." Alex araya girdi. "Takma canım, sende Asya'dan uzun birini bul kendine. Bir daha yetişkin var mı diye sorduklarında kapı gibi dikilsin." Ada göz devirdi. "Asya'dan uzun, yakışıklı, kişiliği düzgün bir erkek bul söz nikahı basacam." Alex bir süre düşündü. "Hyun Su?" Ada ciddi misin der gibi baktı. "Oldu canım." Alex elini Ada'nın kafasına katıp onu yönlendirdi ve az önce oturduğu yere oturttu. "Olur tabii. Tam da bahsettiğin gibi. Ben kefilim kardeşime." Ada sinsi bir ifadeyle sırıttı. "Hayırdır di Angelo, Asya'yı almak için Hyun Su'yu mu teklif ediyorsun?"
"Ben ne alaka ya?" dedim sitemle. İkisi de beni duymazdan geldi. "İstemem yan cebim diyorsun yani?" dedi Alex onunla uğraşmaya devam ederek. Ada omuz silkti. "O kadar basit bırakmam Asya'yı." Alex tek kaşını kaldırdı. "Basit mi? Karargâhın üçüncü yıldızını teklif ettim sana Ada gözün doysun. Güney Kore'den tuttum sana seçenek sundum basit diyorsun." Ada dilini dudaklarından gezdirdi. "Güney Kore mi? Ben sana Asya'nın kendisini teklif ediyorum." Alex yüzünü buruşturdu. "Kötü bir espriydi." Ada elini salladı. "Peki ciddi olalım o halde. Benim sunduğum kişi Asya Ersöz. İnsan Avcısı. Tek kişilik ordu. İkinci savaşçı. Ondan iyisini bul söz ben nikahınızı kıyıcam." Alex tek kaşını kaldırdı. "Sende amma meraklıymışsın nikah kıymaya. Her neyse dediğin gibi olsun." Elini anlaşma yapar gibi Ada'ya uzattı. "Bir kedi manyağı Hyun Su ve sana özel bir motosiklet." Ada hızlıca elini sıktı. "Anlaştık! Verdim gitti. Biraz çılgındır ama iade ve değişim yok haberin olsun."
Hızlıca araya girdim. "Ben az önce bir motor ve bir kedi manyağı karşılığında takas mı edildim?" Ada muzip bir şekilde gülümsedi. "Bakma öyle, adam iyi pazarlık yapıyor." Sinirle soluk verdim. "Ya sen beni niye sattın, ben yapardım ikinizin arasını ayrıca aç köpek! Senin zaten bir motorun vardı."
"Olabilir Asya ama bu bana özel bir motor hem fena mı oldu yabancıya gitmedin."
Ayağa kalkıp sahneye ilerledim. "Sizinle uğraşamicam." Ada kolumdan tuttu. "Kızdın mı?" Göz devirdim. "Sence sizi ciddiye alıyor gibi mi görünüyorum?" "Ben ciddiydim. Motorumu isterim." dedi Ada. "Yer elmasına da bak sen. Senin motorunun tekerlerini patlatmazsam." Alex araya girdi. "Sorun yok sonra patlamayacak tekerlerle değiştiririm." Gözlerim ona döndü. "Sen zaten hiç konuşma kanatlı iblis." Olayları dramatize etmek isteyerek elimi alnıma götürdüm. "Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla."* Alex gülümsedi. "O ruhuma sahip olabilirsin ama bedenime asla değil miydi?"* Bende sırıttım. "Bedenlerde ruhlarda kurban olsunlar bana."*
(*Yz: 2013 yapımı Sana bir sır vereceğim dizisine gönderme.)
"Ay uğraşamicam sizinle." Sahneye ilerledim. İki ruh hastası Allah bilir ben gittikten sonra takasa neler neler ekileyecekti. Ama ikisini mutlu bir şekilde yan yana görmek beni de mutlu etmişti. İkisi de mutlu olmayı sonuna kadar hakediyordu.
...
Provalar bitmişti. Tahmin ettiğim gibi iki komedi oyunundan da iyi bir rol alamamıştım, sadece figürandım. En azından sonraki günlerim daha sakin geçecekti. Üçümüz Opera binasından çıktık.
Alex'in arabasına ilerledim. Alex arabanın anahtarını bana vermişti, çantamı açacaktım ki Ada konuştu. "Hop! Nereye Asya?"
Hayda!
"Bakıyorumda iyice sağ koltuk prensesi olmuşsun. Sen benim artçımsın."
Sende gel Ada'cım üçlü olsun güçlü olsun.
Ya sabır!
Tamam Asya paylaşmak istemiyorsan paylaşma.
Sus iç ses.
"Ağla canım o artık benim prensesim." dedi Alex Ada ile uğraşarak. Ada küçümseyerek Alex'e baktı. "Sizinkisi sadece iş ilişkisi tatlım. İstersen sınırları fazla zorlama. Denk değiliz. Ben onun en yakın arkadaşıyım ama sen sadece karşılıklı yardımlaştığı savaşçılardan birisin."
O yüzden mi bir motor bir Hyun Su karşılığında verdin beni Ada.
Cidden bunun kinini tutmayacaksın dimi Asya?
Yoo! Tutucam.
Puflayarak arabaya ilerledim.
Alex kendini savunmak için bir şeyler diyordu ama dinlemedim.
Sonunda orda olmadığımı yine Alex fark etti.
"Asya nerde?" Arabayı önlerine kırdım. "Atlayın çabuk yoksa ikinizi de burda bırakırım."
İkisi kısa bir süre bakıştı. En sonunda Ada Alex'e dil çıkartıp arkaya geçti. Alex anlamayarak Ada'ya baktı ama geride bırakacağım konusunda ciddi olduğumu anlamış olacak ki sağ koltuğa geçti.
"Birazda sen benim arkamda otur." Dedim dikiz aynasından Ada'ya bakarak. Sonra Alex'e dönüm. "Ayrıca di Angelo ben kimsenin prensesi falan değilim. Ben avcı olmayı seçtim. Ama bir gün o tacı istersem ne yapar ne eder onu alırım! Kimin kafasında olduğu önemsiz."
Gözlerinde öfke görmeyi bekledim. Ama gözlerinde hayranlık, dudaklarında gurur dolu bir gülümseme vardı.
"Ben o tacı senin için yarattım Avcı. Ve onu takacağın günü sabırsızlıkla bekliyorum."
Kemerini taktı ve tekrar çocuksu bir coşkuya gülümsedi. "Ayrıca benim açımdan hiç problem değil, seve seve İnsan Avcısı'nın sağ koltuk prensesi olurum."
Göz devirip önüme döndüm ama benimde dudaklarımda tebessüm vardı.
Bütün odağımı yola verdim. "Bu arada. Ehliyetim yanımda değil. Dua edin çevirmeye denk gelmeyelim."
"Sorun yok ben hallederim." dedi Alex. Anlamayarak dikiz aynasında ona baktım, arkasına yaslanmış dışarıyı izliyordu.
Yola odaklan Asya.
Doğru! Direksiyonu sıkıca kavradım. Yandaki araba sollayınca içimden içinde egzoz ve freni barındıran oldukça yaratıcı bir küfür geçirdim.
"Seni ilk defa araba sürerken görüyorum." dedi Alex.
"Araba sürmeyi sevmem." dedim kaşlarımı çatarak. "Aynı anda bütün çevreye hâkim olmam gerek, her an her şey olabilir ve engeleyemem. İstediğim kadar dikkat edeyim, bir amip beyinlinin en ufak hatası yüzünden kontrolü kaybedebilirim. Bütün arabaya hâkim olmam gerek falan. Gerici yani."
"İyide güzel kullanıyorsun."
"Zaten araba sürmeyi bilmiyorum demedim. Sadece sevmiyorum. Yoksa on yedi yaşındayken babam bana öğretmeye başlamıştı ve on sekizime girdiğim gibi ehliyetimi aldım. Uzun yolculukta yaptım. Ama nasıl desem... fazla baş ağrıtıcı."
Ada araya girdi. "Motorda sürüyor ama motor ehliyeti yok."
"Aman kalsın. Motor daha beter daha korkutucu. Ama kapladığı yer az olduğu için kontrol etmesi daha kolay geliyor. Şey gibi düşün şişme bir kostümün içindesin, etrafın porselen dolu. Kostüm bir parçan değil ama bir parçanmış gibi kontrol etmelisin."
Kırmızı ışıkta durdum. Yol boşalmıştı. Sadece yan tarafında iki araba vardı ve sola dönen yolda yani benim arkamda bir araba vardı.
Parmağım direksiyonun üstünde ışığın geri sayımı ile ritim tuttu.
Altı
Beş
Dört
Üç
Korna sesi.
İki.
Tekrara korna.
Allah'ım cinayet sebebi.
Bir
Tekrar, uzun bir korna sesi.
"Arabayı uçurmamı mı bekliyorsun Siyam kedisi?" dedim homurdanarak.
Sarı ışık.
Tekrar korna.
Aynadan baktığımda sürücü koltuğunda geç bir oğlan gördüm. Lüks arabada tekti anlaşılan.
"Sen kaşındın aslanım." Arkama yaslandım.
Yeşil ışık. Yandaki arabalar ilerledi ama ben durmaya devam ettim.
Korna.
Bir, iki.
Korna.
Üç, dört.
Korna.
Beş.
Yeret bence Asya.
Yeter iç ses.
İlerledim. Yanımdan geçerken bir şey saydırdı ama pencere kapalıydı. Dudaklarıma soğuk bir tebessüm yerleşti.
"Neden yaptın?" dedi Ada. "Beklemeyi öğrensin. Dokuz ay anasını karnında nasıl bekledi."
"Belki acil işi vardı."
"Kırmızı ışıkta arabalar geçerken kornaya basıyordu Ada. Ne yapsaydım? Beyfedinin acil bir işi varsa yeşil ışığı bekleyebirdi." Muzip bir şekilde gülümsedim. "Hem sadece beş saniyesini aldım canım."
"İnsanlara tahammül desen var." dedi Alex araya girerek. Gülümsedim. Kesinlikle.
"Sağa mı sola mı?" dedim yolları karıştırarak. "Sola." dedi Alex.
Yol hafızam kesinlikle berbattı. Araba yolculuğu yapmayı sevmememin bir diğer nedeni buydu. Mersin'de doğdum Mersin'de büyüdüm ama hâlâ navigasyon olmadan yolları karıştırıyordum.
Biraz ileride karşıya geçmek için bekleyen bir kadın gördüm. Arabayı yavaşlatıp elimi yavaşça öne uzattım. Kadın içten bir şekilde gülümsedi. Feracesinin* eteğini zarifçe kaldırıp selam verdi.
(Yz: ferace: Tesettürlü kadınların giydiği bol, uzun ceket)
"Siz kadınlar dokunduğunuz her şeyi güzelleştirmeyi nasıl başarıyorsunuz?" dedi Alex.
Gülümsedim. "Çünkü farklı bakıyoruz. Çünkü bizim doğamız doğurgan. Şöyle düşün. Erkekler demiri buldu, onu dövdü ve bıçak yaptı. O bıçaklar ile hayvanları, insanları öldürdü. Kadınlar ise erkeklerden bıçağı aldı ve mutfakta kullandı. Mis kokulu yemekler yaptı. Sonra aynı demir ile kadınlar iğneyi icad etti. Renk renk nakış dikti, hasar gören kumaşları tamir etti. Yeri geldi o iğne insanları dikti ameliyatlarda, hayat kurtardı. Sonra erkekler kadınlardan iğneyi aldığı. Savaşlarda kullandı, işkence aleti yaptı."
Sağ tarafa döndüm. "Demem o ki erkekler hep fethetmeye çalıştı, bu uğurda doğaya ve insanlara zarar verdi. Gömüleceği ama götürmeyeceği bir avuç toprak için o toprağı kan ile suladı ama kadınlar aynı toprağı ekip biçti, erkekler taç için savaşırken kadınlar papatyadan taç yapmayı öğrendi. Çünkü erkeklerin fethetme arzusuna tezat kadınlar ellerinde olan şeyi en güzel hale getirmenin yollarını aradı.
Gerçi zaman geçtikçe cinsiyet kalıpları köşelerini kaybettikçe farklar azaldı. Artık kadınlar o kadar doğurgan değil, erkekler ise o kadar acımasız değil. Belki de teknolojiye sarıldıkça doğamızı kaybettik."
Dikiz aynasından baktığımda söylediklerimin büyüsü ile yüzüme bakan Alex'i gördüm. Sonra arka tarafa Ada'ya baktım, oda derin düşüncelere dalmış gibiydi.
Gülümsedim ve yola odaklanmaya devam ettim.
Sonunda karargâhın otoparkına girince rahatladığımı hissettim.
Anahtarları otopark görevlisine bıraktım. Ada motorları incelemeye başladı. "Off yavruya bak be! Kimin bu?"
"Onlar karargâhın araçları. İstediğin zaman alabilirsin." Ada hızlıca kafasını kaldırdı. "Nasıl?" Alex heyecanı karşısında gülümsedi. "Karargâhın araçlarını savaşçılar ve diğer görevliler kullanabilir. Sadece bazı araçlar özel araç mesela, Selen'in arabası veya Dragon gibi. O araçları alamazsın." Ada'nın gözleri parladı. "Oha ne Dragon'u, robot ejderhanız mı var."
"Hayrı daha iyisi. Dragon Hyun Su'nun motorunun adı. Beni takip et." Alex ilerleyince bizde peşinden gittik. Kapalı küçük bir garajın önünde durdu elini sensöre kattığında garaj kapısı açıldı. İçerideki motor benim bile nefesimi kesmişti. Siyah motorun üstünde yer yer buz mavisi çizgiler vardı. Jantlarda griye yakın bir buz mavisiydi. Deponun üstünde kuyruğuna uzanan bir ejderha silüeti vardı.
Dragon adının nerden geldiği anlaşıldı.
"Aman aman! Nimet Allah'ım nimet, off of!" Ada'nın tepkileri karşısında ben ve Alex sadece güldük. Gerçi yersiz tepkiler değildi.
"Bak şimdi Hyun Su'ya daha da ısındım. Heheyt, eğitmenime bak be!"
"O sevgili çaylağımın neşesidir." dedi arkadan bir ses, sahibi de Hyun Su idi.
Ada'nın yanında gidip kollarını göğsünde kavuşturdu. "Denemek ister misin?" Ada Hyun Su'ya dünya üzerindeki en büyük nimetmiş gibi baktı. "Vallaha mı?" dedi büyük bir heyecanla.
Hyun Su gülümserken kafasını salladı.
Endişelenmem normal mi? Bu motor bayağı büyük ve ağır görünüyordu. Hızlı olduğuna şüphem yok zaten. Ada üstesinden gelebilir miydi?
Hyun Su göz ucuyla Alex'e baktı. Alex omuz silkti. "Eh Asya'nın dövüş dersi biraz bekleyebilir. Tabii izlemek isterse."
Kafamı yavaşça salladım. "112'yi arıyorum."
Hyun Su elini uzatıp bir yeri işaret etti. "Ben halletim." Parmağının gösterdiği yerde ambulans görünce kahkahayı bastım. Ada kaşlarını çattı. "Sağ olun ya. Bana olan güveninize hayran kaldım." Hyun Su onu kolunun altına alarak kendisine çekti. "Şaka ya şaka. Karargâhın ambulansı o. Hep zaman orda."
"Her zaman." Diyerek düzeltim onu.
"Aynı şey." Dedik ikimzi aynı anda. Hyun Su bana döndü. "Artık çözdüm seni aslanım." dedim gülümseyerek.
...
Orman yolunun ilerisindeki boş yola geldik. "Yolun ilerisinde tadilat var yani trafiğe kapalı." Diye açıkladı Alex.
Bu beni pek rahatlamadı açıkçası.
Ada güvenlik ekipmanlarını giyerken Hyun Su onu son kez tembihliyordu. "Bak Ada, Dragon çok ağırdır. Gerekmedikçe yatırma veya asla tek teker yapma. Ayrıca çok hızlı, cidden çok hızlı. Üstesinden gelirsin, sana inanıyorum. Ama yine de dikkat et ve çok hız yapma. Fazla uzaklaşma seni görebilelim."
"Tamam, biliyorum. İlk defa motor sürmüyorum." Hyun Su kaskı takarken "Senin sürdüklerin motosiklet. Bu Dragon. Aradaki farkı birazdan anlarsın." Son kez ellerini Ada'nın omzuna kattı. "Şimdi bütün uyarıları bir kenara bırakıyorum. İyi eğlenceler. Motor senin kanatların, rüzgarı hissetmeye bak." Ada heyecandan titrerken Hyun Su'ya sarıldı. "Teşekkür ederim."
Hyun Su bunu beklemiyor olacak ki önce dondu ama hemen toparladı. Üstündeki onlarca güvenlik ekipmanına rağmen zarar vermekten korkar gibi yavaşça kollarını Ada'ya sardı.
'Kıps' sesi gelince Alex'e döndüm. O ikisini çekmişti. Yüzünde hafif, duru bir gülümseme vardı. Bana bakıp göz kırptı. O an bende gülümsediğimi fark ettim.
Sence Yedi'nin kim olacağı kesinleşti mi Asya?
Neden olmasın.
Ada en sonda motora yerleşince Hyun Su yanımıza geldi. Elini omzuma kattı. "Merak etme. Ada halleder." Sadece kafamı sallayabildim.
Ada yavaşça hareket edince istem dışı nefesimi tuttum. Hızı git gide artarken Ada bir sevinç nidasi attı.
"Biraz daha hızlanabilirsin." Diye bağırdı Hyun Su.
Yok ya bence azaltsa daha iyi olur.
Ada git gide hazırlanırken yavaş yavaş gözden kaybolmaya başladı ama sonra bir dönüş alıdı ve karşımızda motoru yana yatırıp u dönüşü aldı.
Dizi yere değerken hiç kontrolü kaybetmedi. "Vay Atlas'ın kokuşmuş çorabı! Resmen Dragon'a hükmediyor." dedi Hyun Su.
Hay dişlilerine Atlas'ın çorabı girsin Dragon. Neden Alex'i takip ettik ki?
Ada yolun ilerisinde durup Aragaz vedi sonra tekrar yanımıza geldi. Önümüzde durduğunda derin bir oh çektim. "Bitti." dedim kendi kendime. "Bı şey olmadı."
Ada sarhoş gibi kaskı çıkartmaya çalıştı. Zikzak çize çize yanımıza yaklaştı. "Asya gördün mü, gördün mü!?"
Derin bir nefes alıp gözlerimi yumdum. "Gördüm güzelim gördüm. Yalvarırım bunu bir daha yapma."
Ada zıplaya zıplaya Hyun Su'nun yanına gitti. "Nasıldı?" Hyun Su gururla çaylağına baktı. "Jilet! Yolları yaktın Ada. Bu yollardan bir daha hiçbir motorcu geçemez. Utanır geçmeye. Bu kadar iyi süreceğini ben bile düşünmemiştim."
Ada kafasını kaldırıp paralayan gözlerle Hyun Su'ya baktı.
"Artık karargâha dönelim." Dedim titreyen dizlerimle.
Tehlike kalmamıştı. Dragon Hyun Su'nun şahsi aracıydı. Diğer araçlar gibi istediği zaman alamazdı nasıl olsa.
Bugün hiç bir şey keyfimi bozazmadı. Dövüş dersim vardı. Savaşçılardan biri ile dövüşücektim. Bunun için çok heyecanlıydım.
Karışma geçecek savaşçının Zoe olduğunu öğrenene kadar.
🥋
Alexander di Angelo:
Asya ve Zoe dövüşüyordu ileride ben ve Ada onları izliyorduk.
Zoe Asya'ya sert bir tekme atınca Asya yere düştü ama hemen toparlandı. Ellerini yumruk yapıp yüzünün hizasına getirdi.
"Sence bu yarışı kim alır?" dedim Ada'ya. Gözlerini ikiliden ayırmadan cevap verdi. "Emin değilim ama boy ve kilo olarak Asya avantajlı değil mi? Pek adil bir müsabaka değil gibi."
"Aslında boy her zaman avantaj değildir. Musabakalar dövüşçüleri boyuna göre değil kilosuna göre eşleştirilir çünkü fiziksel güç genelde kilo ile orantılıdır. Fakat burda fiziksel güç olarak Zoe daha avantajlı. Sonuçta onun yeteneği bu. Ayrıca Asya'ya göre daha fazla teknik biliyor. Daha uzun süre dövüş sanatları ile ilgilenmesinden bahsetmiyorum bile."
Ada bana döndü.
-Neyi planlıyorsun diyor Mex.*
(Yz: Alex'in aklına anlık gelen sahnelerden biri)
"Bu durumda yine eşit bir dövüş değil." Kafamı salladım. "Amacım eşit bir dövüş izlemek değil. Asya'nın ne zaman pes edeceğini görmek. Hem olası bir durumda 'dur bir dakika bu eşit bir dövüş değil bana başka bir kötü adam getirin' diyemez. Kendisinden güçlü kişiler ile dövüşmeyi öğrenmeli."
Ada kollarını kendine sarıp izlemeye devam etti. "Bütün gün buradayız desene." dedi.
"Neden?"
"Asya pes etmez çünkü. Yenilgiyi kabullenebilen biri değil o. Güçsüz düşüp bayıldıncaya dek ayağa kalkıp Zoe'nin karşısına geçmeye devam edecek."
"Pekii bizde ne zaman zayıf düşeceğini izleriz."
Ada bana döndü tekrar, kaşları çatıktıktı bu sefer. "Bu fazla acımasızca değil mi?" dedi.
Zihnimde başka bir anı canlandı.
- 'bu fazla acımasızca değil mi Alex? İkisi ile başa çıkamaz.' diyordu eğitmen. 'O zaman kaçmanın bir yolunu bulmalı.' diyordu Beyaz Melek. Acıma hakkında ne bilsin ki?
"Bu eğitim. Amacımız zaten Asya'nın sınırlarını keşfetmek."
Peki sonra o sınırları ne yapacaktım ki? İdın gibi onuda mı zorlayacaktım?
Sınırları olan insanlar güçlü olamaz. Asya o sınırları yok etmeyi öğrenmeli.
Dövüşe tekrar odaklandım. Asya Zoe'nin adımlarını inceliyordu ama nafile Zoe onu yere devirmeyi bir şekilde başarıyordu.
"Sence Asya'nın kazanmak için tek şansı ne?" dedim. Ada düşünmeden cevap verdi. "Kazanmak için geç kaldı gibi yani bir milyonuncu yenilgiden beri falan." dedi.
"Tekrar ediyorum. Burda amaç Asya'nın sınırlarını zorlamak. Pes ettiği anda kaybedecek. Yere düşünce değil. Ama bir ihtimal kazandı diyim. Sence bunu nasıl başarır?"
"Zoe'yi yorarak?"
"O daha yorgun. Ayrıca Zoe ona göre kat kat fazla dayanıklı. Acı hissi çok zayıf Asya'nın darbeleri onu o kadarda etkilemiyor. Onu yere devirmek istiyorsa dengesini bozmalı." dedim.
"Yani-" dedi. "Cevap bu mu? Asya'nın kazanmak için tek şansı Zoe'nin dengesini bozmak mı?"
"Aslında evet ama burda sorduğum soru tam olarak bu değildi. Her insanın bir zayıflığı vardır. Asya Zoe'nin zayıflığını bulmak zorunda." dedim.
Bir süre düşündü. "Peki önce Zoe Asya'nın zayıflığını bulsa?" diye sordu Ada. Omuz silktim. "O zaman Asya pes etmeden yenilmiş olur."Gözlerim tekrar onu buldu. "Peki sence Asya'nın zayıflığı nedir?" Ada gözlerimin içine baktı. Gözlerindeki güvensizliği diline vurmasına hiç gerek yoktu. Bize güvenmediği aşikardı. İşte Ada senin zayıflığın bu: Güvensizliğin. Sen kendine bile güvenemiyorsun.
"Bilmem. Asya zayıflıklarını belli eden biri değildir. Bende en yakın arkadaşımın zayıflığı acaba ne diye hiç düşünmedim." Sesinde 'sende düşünmesen iyi edersin' tınısı vardı.
Fakat ben o zayıflığı mutlaka bulacaktım.
Asya Zoe'nin bacağına tekme attı Zoe hafif tökezledi ama Asya'ya attığı yumruk ile Asya yere devrildi. Başını iki yana sallayarak ayağa kalkmaya çalıştı.
"Pes mi?" dedi Zoe.
"Asla!" dedi Asya.
Son darbe yüzünden iyice sarsılmış görünüyordu. Bir süre Zoe'yi inceledi. Hamle yapmasını bekledik ama o ilk hamle sırasını Zoe'ye verdi. Peki derecesine Zoe ileri atıldı fakat Asya kenara kaçtı elini Zoe'nin ensesine geçirdi ve ayağına sert bir tekme geçirdi. Zoe diz çöker vaziyette yere düşünce çenesine bir yumruk geçirdi ve sola düşmesini sağladı. Zoe kalkmak için kolunu kullanamadı çünkü Asya sol kolunu tutuyordu. Sol elini yere yerleştirip kalkmaya çalışıcakken Asya sırtına dizi ile baskı yapıp sol tarafına destek verdiği sağ kolunu tutup çekti. Zoe yüz üstü yere yapıştı. Asya diğer kolunu da tuttu. Bir dizi Zoe'nin sırtındaydı ve iki kolunuda arkadan kavramıştı.
Asya Zoe'nin zayıf kolunu teknik ile birleştirmiş ve onu devirmişti. İşte bunu beklemiyordum.
Ada şaşkınlıkla nutku tutulmuş bir halde donarken onlara seslendim. "Kazandın! Ayrılın ve Félix'e görünün." dedim. Zoe ayağa kalktı ama Asya hala yerde oturur pozisyondaydı. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Bu dövüş onu çok yormuştu anlaşılan. Dudağının kenarı kanıyordu. Halbuki dövüşe başlamadan önce yüzüne darbe indirmemesi için Zoe'yi uyarmıştı. O kadar kanla başla dönüştüler ki ikisi de karşı tarafın neresine vurduklarını fark edememişti büyük ihtimalle. Asya defalarca kez düşmüş, yaralanmış ama pes etmemişti. Kendisinden güçlü bir düşmanı inadı sayesinde yenmişti.
Bana vahşi içgüdülerden bahsetmişti. Onu dövüşürken izleyince hayvanlardan ne kadar çok şey aldığını bir kez daha farketmiştim. Sanki elinde olmadan sürekli Zoe'nin boynuna hedef alıyordu. Bu kurtlar ve diğer yırtıcı köpeklerde olan bir içgüdüydü. Ayrıca tırnaklarını sıkıca Zoe'ye geçiriyor ve elinden kaçmasını engelliliyordu. Vahşi bir kuşun avını kavraması gibi. Ayrıca elinde olsa tırnaklarını jilet gibi kullanıp karşısındaki düşmanı keser gibiydi. Bu özelliğini de daha çok yırtıcı kedilere benzetmiştim.
Bir diğer dikkatimi çeken husus elbet karşı tarafı korkutan bakışlarıydı. Keskin gözleri rakibini geri adım atmaya zorluyordu. Sinirlenince dişlerini sıkıyor ve sıktığı dişleri kıvrılan dudaklarından seçiliyordu. Zor durumda kalsa kullanacağı bir diğer silahları onlardı belki de. Söz konusu yırtıcı bir hayvan olunca zapt etmek içen bile değildi. Peki ya söz konusu bir yırtıcının içgüdülerine sahip bir Asya olunca?
Belki de Ada haklıydı. Ben onula başa çıkamazdım. Fakat o vahşi kurdu zapt etmek değil güçlendirmek istiyordum.
Bir görevliyi yanıma çağırdım. Ada'ya duyurmadan emir verdim. Asya Zoe'nin zayıflığını bulmuştu ama bende Asya'nın küçük bir zayıflığını bulmuştum.
Özgürlüğüne düşkün bu asi kurt hapsedilse ne oldu?
🐾
Asya Ersöz:
Félix yaralarımı kontrol ediyordu. Fazla ağır darbeler almamıştım fakat Félix elini kaburgalarımın altına bastırınca karnımı acıyla içime çektim.
Kaşlarını çattı. "Bu biraz ciddi." Elini bu sefer aynı noktanın belime gelen yerine bastırdı. "Biraz dinlensen bir şeyin kalmaz. Çok ağrı olursa revirden ağrı kesici iste." Kafamı salladım.
"Şimdi gözlerini kapat ve odaklan." Bir elini belime bir elini de köprücük kemiğimin biraz üstüne yerleştirdi. Gözlerimi yumdum ve yavaş yavaş alışmaya başladığım yeteneğini tüm bedenimde hissettim. Vücuduma yayılan enerjisini sevmeye başlamıştım. Rahatlatıcı bir yanı vardı. Ilık mı yoksa sıcak mı bir türlü kestiremiyordum. Fakat suyun yemek borumda akışını nasıl hissediyorsam Şifacı'nın yeteneğinin bedenimde aktığını da öyle hissediyordum.
Félix geri çekildi bu sefer yüzüme baktı. "Dudağındaki yarayı temizlesek iyi olucak." Dilim istemsizce yaraya kaydı ve kanımın tadını aldım.
Kanın tadı insana yaşadığını hissettiriyordu. Şekerli mi tuzlu mu ayıramadan tadın ağzıma dolması Félix'in yeteneği gibi yatıştırıcıydı.
Félix pamuğa bir sıvı damlattı. "Yakar, dikkat et. Gözüne sakın gelmesin."
Dudağıma vurucaktım gözüm ne alaka ki?
Ne kadar dengesiz olduğunu biliyordur Asya.
Yakar demişti ama pamuk yaraya değdiği anda sanki bütün derim tutuşmuştu. Bu nasıl bir ilaçtı? Değil mikroplar o bölgedeki hücrelerim bile ölmüş olabilirdi.
Yarayı temizledikten sonra ufak bir yara bandı taktı. Müdahale etmek için Zoe'nin yanında gidecekken Alex bu sefer yanıma geldi. "Son bir dövüş var ardından bu günkü dersin bitiyor." Fèlix bunu duyunca arkasını döndü. "Tavsiye etmem. Dinlenmesi gerek. Kaburgasındaki yara yüzünden yeteri kadar zorlandı." dedi.
"Büyük bir karşılaşma olmayacak. Sadece Zoe den öğrendiklerini bir başkasının üstünde denemesini istiyorum. Onu zorlamayacak."
Fèlix nefesini bıraktı. "Peki sen öyle diyorsan."
Alex kaşlarını çattı. Sanki Félix'in bu kadar kolay pes etmesi canını sıkmış gibiydi.
Seninde ne istediğin belli değil ki.
Bu sefer karşıma geçen kişi orta yaşlarda bir dövüş egitmeniydi. Adam benim boylarımdaydı ama oldukça kaslı bir vücuda sahipti.
Kaslı vücut mu? Adam gorile benziyor Asya.
Katılıyorum. Protein tozlarıyla yatıp kalkıyor olsa gerek. Şayet bedeni hiç doğal durmuyordu.
Beni zorlamayacak dediği rakip buysa eğer Alex'in beni zorlamak isteyeceği bir dövüşe çıkmamayı bir kenara yazdım.
Bana hatırlatta bu maçı kazanırsam Alex'in karnına iyi bir yumruk geçiriyim.
"Başlayın." dedi Alex'in gür sesi.
Başlamasak mı?
Adam ileri doğru atıldı yana kaçtım. Bana dönüp yumruğunu savururdu. Eğilerek kaçmaya çaltım. Uzun boyun dezavantajları. Adama çelme taktım ama kütük gibi bacakları bana mısın demedi. Sinirlenip birkaç adım geriye kaçtım fakat o hiç durmadan tekrar hücuma geçti. Sürekli hücum uygularsa kaçacağımı sandığı bir anda saldırıya geçebilirdim. Bir süre sadece savunma uyguladım ardından birden bire yüzüne yumruğumu geçirdim. Tahmin ettiğim gibi bunu yapacağımı beklemiyordu. Dengesini kaybedince bu sefer karnına tekme attım.
Bir süre soluklanmak için durdu. Saldırı için pek müsait bir an değildi.
Sonra tekrar ileri atıldım kollarım yukardaydı ama yüzüne vurmadım karına dirseğimi geçirdim. İki büklüm olurken birden bire öne uzandı ve saçımı kavradı. Acıyla çığlık attım. Bu kurallar dışıydı. Tırnaklarımı derisine geçirip kolunu çizdim. Sen adil oynamıyorsan bende adil olmam.
Kolumu tutup hiç zorlanmadan beni kendine geçti. Yere devireceğini sandım ama o arkamda sıkıca beni tuttu. Bedenime doladığı kolları hareketlerimi kısıtlıydu.
"Lan bıraksana!"
Yok tebelleş* olmuştu. Kaçmak için ayağımı bacağına vurdum ama ne fayda.
(Yz: musallat olamak gibi bir anlama geriliyor./ Akdeniz yörük kültürüne ait bir kelime.)
"Sakin ol güzelim." dedi boynuma değen soluğu ile. Kanımın çekildiğini hissettim. Sakin ol. Sakin ol.
'Sakin ol güzelim uzun sürmeyecek. '
Hayır.
"Bırak beni, bırak!" Elini belimde bir noktaya sürttü.
Soluklarımın hızlandığını hissettim. Kafamı yana çevirerek kolunu ısırdım.
"Lan ısırdı!" dedi acıyla. Geri çekildiğinde karnına bir tane geçirdim. Acıyla diz çöktü.
Gözlerim kararırken elim biraz önce soluğunun değdiği boynuma gitti.
Bana dokundu.
Bana dokundu.
Bu kadar basit bir dokunuş bütün kontrolünü kaybetmene yetti. Ne yazık! Çok zayıfsın Asya.
Hayır!
Yutkundum göğsüm hızla inip kalkıyordu. Ada'nın sesi uğuldayan kulaklarıma ulaştı. "Durun kriz geçiyor."
Hayır, geçirmiyorum. Kontrolü kaybetmedim. Hayır!
Bacaklarımın titrediğini hissettim, dur bütün bedenim titriyor. Karıncalanan ensemden aşağı buz gibi terler aktı. Ayakta durmak için kendimi zorladım. Bir kol bileğimi kavradı. Kime aitti hiçbir fikrim yoktu ama dirseğimi konun sahibine geçirdim.
"Dokunma." dedim fısıltı gibi çıkan sesimle. Yani sanırım ses çıkmıştı.
Kalkmaya çalışıyorum, doğrulmaya çalışıyorum ama bedenime baskı uyguluyor. Tırnaklarını göğüsüme bastırıyor.
Hayır, hayır bu geçmişte kaldı.
"Ona dokunmayın. Daha da kötüleşecek." Konuşan sanırım Ada idi. Evet, dokunmayın bana.
Yalvarırım bırak beni diyor küçük kız. Zayıf, aciz, küçük kız. Ama o şerefsiz susması için elini ağzına bastırıyor. Yalvarışlar nafile. Küçük kız kendi yalvarışlarında boğuluyor.
Tekrar bir çift kol bedenimi sardı. Artık ayakta duracak gücüm yok. Hayal mi görüyorum gerçek mi? Gözlerim kararmış her yerde beyaz ışıklar var. Benekler, sesler, çınlamalar
Tırnaklarımı o kollara geçirdim.
Kimse yok. Yalnızsın.
Herkes burda. Kimsenin umurunda değilsin.
Zehirler.
Şifalar.
Ölüm.
Hayır daha beteri.
"Sakin ol." dedi bir ses kulağıma. Tekrar boynuma değen bir soluk. Ama yakmıyor. Ilık, belkide serin.
Limon ağaçlarının kokusu. Hayır Ruhsuz'un kokusu.
"Özür dilerim." dedi aynı ses. Ruhsuz'un sesi.
Sonrası karanlık...
🔶🔸
Kim Hyun Su:
Asya'nın ikinci odaya yatırılmıştı ve aklımda tek bir şey vardı:
Umarım diyordu zihnindeki ses. Umarım bunu bilerek yapmamaşsındır kardeşim. Umarım bu kadar ileri gitmemişsindir.
Ada kelimenin tam anlamıyla kahrolmuştu. Onu böyle kötü görmek beni de kahrediyordu.
İkinci odanın bahçesindeydik. Burası hâlâ boştu çünkü Alex'in bura ile ilgili planları vardı.
Ada'yı zapt etmek çok zor olmuştu. Ona en başından Alex'in neden Asya'yı çaylağı olarak aldığını, onu ilk ne zaman gördüğünü ve Beyaz Meleğin kim olduğu anlattım.
Alex bunları Ada'ya anlattığımı bilse nasıl bir tepki verirdi bilmiyorum. Ama Ada sessizce kaderin onu sürükleyeceği yeri bekledi. Boyun eğdi belki de Beyaz Meleğe. Fakat ben yemin ettim kendi kendime.
Ne olursan olsun Ada'yı koruyacaktım, Beyaz Mesleğin zehrinden onu koruyacaktım.
🔸🔶
Alexander di Angelo:
"Onun zayıflığını buldun ve ona karşı kullandın artık durucak mısın?" dedi Mex. Bilinçsizce yatan Asya'yı uzaktan incelerken.
"Hayır, ben ufak bir zayıflığını buldum sadece. Gerçek zayıflığı bu olamaz." dedim, aynı şekilde Asya'yı incelerken.
"O zayıflığı bulunca tekrar ona karşı kullankcak mısın?"
"Kullanıcam." dedim.
"Peki o bunu kaldırabilecek mi?"
"Kaldıracak! Zayıflıklarımızdan arınmadan güce sahip olamayız."
Bir süre sessizce durduk.
"Unutma, amacın zehirini ona bulaştırmak değil." dedi.
Haklıydı. Bu yaptığım arınmak değil bir savaşçımı daha zehirlemekti.
"Zehir ile başa çıkmak istiyorsa önce güçlenmeli." Diye açıkladım kendimi. Belkide sadece avundum.
"Peki ya aslında yanlış yoldaysan?"
Öfkeyle ona döndüm.
"Ne yaptığımı biliyorum." Sesim falza sert ve soğuk çıkmıştı ama Mex'in gözlerinde bir gram korku kırıntısı yoktu. En kötü yüzümü en çok o görmüştü ama savaşçılarım arasında bir tek o korkmuyordu benden.
"Bir konu senin zayıflığın olabilir ama bir başka konuda aynı şey seni güçlendirir. Bir insanın zayıflıklarını elinden aldığında bazen gücünü de alırsın."
Önüme dönüp Asya'yı izlemeye devam ettim. Zihnimin içinde mutlak bir boşluk vardı ve hiçbir fikir şu an tutunamıyordu.
"Koluna bak." dedi Mex.
Gözlerim Asya'nın açtığı yaralara kaydı. "Sen onun ruhuna iz bıraktın, o senin bedenine. Tanrıların sizi birbirinize bağladı."
"O bana bağımlı olmayacak." dedim, tekrar soğuk sesimle. Mex kafasını salladı. "Bağımlılık farklı şey bağlanmak farklı şey. Bağımlılık, sana zarar verdiğini bildiğin halde bir şeyden vazgeçememektir. Sen istesende Asya'yı kendine bağımlı yapamazsın. Ama istemediğin halde birbirinize bağlandınız. Kendinize iz açtığınızda dikkat edin çünkü o izler birbirinizi etkiliycek."
"Büyülü bir şeyden bahsediyor gibisin." dedim alayla. Mex sırıttı. "Büyüye benzer bir şey."
Tekrar sessizlik çöktü. Haklı olması canımı sıkıyordu. Peki bu beni durdurebilecek miydi? Gerçekten durmalı mıydım? Ona zarar veriyor olabilir miydim?
Tabii ki veriyordum dedi içimde kana bulanmış şeytani bir beyazlık. Ama bunlar sadece kağıt kesiklerinden ibaret. Güçlenmek için ufak fedakarlıklar.
Fikirlerim yavaş yavaş değişirken Mex hareketlendi ve tekrar konuştu.
"Bu arada sen çoktan Asya'ya bağımlı olmuşsun. Fakat unutma: ilacı zehirden ayıran dozudur."
Arkasını döndü ve gitti. Odada tek kaldım. Ben ve tabii Asya'nın bilinçsiz bedeni.
Onu iyileştireceğime söz vermiştim. Atladığım o mutlak detay tekrar yüzüme çarparken ne yapacağımı bilemez halde Asya'ya doğru bir adım attım.
İlacı zehirden ayıran dozudur.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
771 Okunma |
247 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |