9. Bölüm

05.Bölüm (Umut Ve Ateş)

Sümeyye İrem Akgeyik
sumeyyeirem.a

Genellikle medyaya bölüm ile ilgili olan veya bölümü yazarken dinlediğim bir şarkı katarım (Kişiliğim ve müzik zevkim düşünülürse şarkılar birbirinden çok farklı) bu bölümu uzun zaman önce yazmıştım. Şu an yazıdığım bölümü düşündükçe bu şarkı zihnimde dönüyor ve biraz geleceğe yönelik bir şarkı katmak istedim. Sonraki bölümlerin ufak bir fragmanı. Fakat unutmayın ki ilk bölümden son bölüme kadar her bir cümle büyük bir ters köşenin ipucusu olabilir. :)

 

İyi okumalar dilerim sevgili İsimsiz. Fikirlerini paylaşmayı unutma🫀

 

 

Asya Ersöz:

Bir hafta geçmişti aradan. Ben ve Ada bir daha kriz geçirdiğim geceyi konuşmadık. Ama Hyun Su ve Alex'e -özellikle Alex'e- karşı yaklaşımının değiştiğini girebiliyordum. Daha anlayışla yaklaşıyordu. Daha az tersliyordu. Hatta karargâha daha fazla gitmeye başlamıştık. Bu bir hafta boyunca neredeyse her gün karargâha gitmiş en az iki saat durup gelmiştik. Dövüş konusunda bilgilerimin geliştiğini görebiliyordum, bunun beni ne kadar tatmin ettiğini elbet tahmin edersin.

 

Henüz orta okula gittiğim zamanlarda başlamıştım. Tekvando dersi almıştım. Salon sabahları tekvando öğleden sonra bale dersi veriyordu. Yirmi öğrenciden sadece üç tanesi kızdı, biri erkekler dalga geçtiği için bırakmıştı. İki kız kalmıştık.

 

Benimlede oldukça falza uğraşmıştılar. Fakat bir gün adını hatırlamadığım bir çocuk bayağı üstüme gelmişti. "Tekvando erkek sporu, sen git bale yap." Gibi oldukça aptalca sözler söylemişti. İki arkadaşı ile beni kenara sıkıştırıp dalga geçmeştiler. Küçükkende oldukça esmerdim. Tekvandoda girdiğimiz beyaz takım beni daha esmer gösteriyordu. Sürekli 'zenci, karafatma' gibi isimler takardılar. Küçükken iştahım hiç yoktu ve çok zayıftım. Uzun sıska bedeninle de çok dalga gecerdiler.

 

Bı gün bir tanesi yüzüme pembe sim atmaş 'bak şimdi kıza benzedin' demişti. Bende yüzüne bir yumruk geçirmiştim. İki ön dişi kırılmıştı. Arkadaşları üstüme atlamıştı. Birinin burnunu kanatmıştım ama bendim de saçım başım dağılmış, dudağım patlamıştı.

 

O gün çok büyük bir azar işitmiştim hem tekvando hocamdan hemde ailemden. Fakat tuhaf bir şekilde mutluydum. Çünkü o gün gerçektende 'kız' gibi hissetmiştim. Azarlanmiş, yaralanmış, üstünü kirletmiş ama bir avuç aptal erkeğe boyun etmemiş bir kızdım ben.

 

Zafer tuhaf bir haz verdi. O gün söz verdi küçük Asya. Ne olursa olsun güçlenmemin bir yolunu bulucaktı, bir daha kimse ona el kaldıramasın diye. Çocuk kalbi büyüdüğünde yeteri kadar güçlü olursa bir daha hiç kimse kızlara ve çocuklara vuramaz sanıyordu. Nerden bilsin dünyanın bu kadar büyük olduğunu?

 

Fakat sözünü tutamadı. Çünkü yıllar önce bir kere zayıf düşmüş ve elinden her şeyi alınmıştı. O birinin nefesini bedeninde hissettiğinde çökmeye mahkumdu çünkü birkez çökmüştü.

 

Yıllar önce sustuğumuz, boyun eğdiğimiz şeyler bizi ömrümüzün sonuna kadar her gün yavaşça öldürürdü.

 

Ama bana yeni bir sayfa açıklamıştı. Nede olsa Ters soru işareti cümlenin sonu değil başıdır. Yeni bir hikâye yazma zamanı.

 

Boynumdaki pembe taşlı kolyeye baktım. Pembe benim için eski bir dosttu.

 

Biz son bir haftaya geri dönelim.

 

Ada daha canlı ve hareketli olmuştu. Selen ile çok vakit geçirmeye başladılar. Ona güvenmediğini söylüyordu ama birini sevmek için güvene gerek yoktu her halde.

 

Selenden öğrendiğiklerini başka tiyatro ekibi olmak üzere çevresindeki insanlara uyguluyordu. Kibar ve özgüvenli bir şekilde ricada bulunduğundan insanlar ikiletmiyordu. Bu bakış açımdan ciddi değişimlere neden olmuştu. Sonuçta Selen ona yeteneğini aktarmamıştı. Sadece birkaç numara öğretmişti. Buna rağmen aradaki fark akıllara durgunluk getiricek cinstendi. Bunun başlıca sebebi Ada'nın özgüveninin artmasıydı. O bunun farkında değildi. Gerçi söylemeyi planlamıyordum.

 

Karargâh sadece bana değil ona da iyi gelmişti. Kumsal ile daha az kavga ediyorlardı. Üstelik günün çoğunluğunu dışarda geçirmesine rağmen.

 

Ada da gelişen bir diğer farklılıkda Hyun Su idi. İkisi sürekli yan yanaydı. Yan yana olmadıklarında bile illa mesajlarıyorlardı. Bu kadar konuşacak ne buluyorlar anlamıyorum. Genelde filmlerden konuşuyorlardı. İkisinin film zevki birebir aynıydı.

 

Bu kadar çok konusucak filmi ne ara izlediler aceba.

 

Birkaç ay sonra yapılacak motor yarışı için şimdiden sözleşmemiştiler. Genelde ben eşlik ederdim yarış zamanı Ada'ya ama sanırım bı seferlik sıramı Hyun Su'ya devredebilirim.

 

Dragon sürüşünden sonra eve gitmek için araç almaya tekrara otoparka inmiştik. Ada inatla motor istiyordu. Alabileceğimiz motorları sorduğumuzda görevli olan kadın birkaç motor saydı en son Dragon'u söyledi.

 

Biz hiçbir şey anlamadan, onun Hyun Su'nun şahsi aracı olduğu için alamayacağımızı söyledik ve kadının sözleri cidden ikimizi de afallatmştı. "Bay Kim Dragon'nun hak listesine adınızı yazdırdı Ada hanım. Artık Dragon'nun ortak sahibisiniz." Ben hiçbir şey söylemeden Ada'ya bakmıştım. Sadece yüzüne belli belirsiz ama duygu yüklü bir gülümseme geldi ve "Biz en iyisi bir araba alalım." dedi.

 

Kim Hyun Su sahip olduğu en değerli şeyi Ada ile paylaşmıştı.

 

Tüm bunların haricinde Alex'e gelecek olursak oda tuhaf bir şekilde çok üstümde durmaya başlamıştı. Belkide son geçirdiğim atak onu çok korkutmuştu. Açıkçası halimden memnundum.

 

Meredith ile iyi anlaşmaya başlamıştık. Tatlı kızdı. Uzun sohbetlerimiz olmamıştı fakat kısa konuşmalarımız bile onu sevmeme yetmişti. Tabii Ada'nın aksine. Ada Meredith'e karşı nedenini bilmediğim bir düşmanlık besliyordu. Savaşçılara zaten güveniyordu ama Meredith'e duyduğu güvensizlik...

 

Biz şimdiye dönemlim. Şu an nerde midyim? Evet, yine karargâhtaydım. Kalıcı abonelik yaptımda param boşa gitmesin diye hep burdayım. Şaka maka bir yana, burda olmayı seviyordum. Tabii beklemeyi değil. Kimi mi bekliyoruz? Onur Başkanı ve Alex'i.

 

Nefes verdim.

 

Karşı tarafa Cesika'ya baktım. Önünde ajanda, elinde kalem vardı ve kalemi ile... şey kalemle bir şeyler yapıyor ama ne? Sorgulamayıp Umut ve Melodi'ye baktım. İkisi bir konu hakkında konuşuyordu.

 

Balık sezonu açıldı, bu dönmede ejderha avı yapılmaz diyor Melodi.

 

Umut kafasını hızlıca sallıyor. Onayla, onayla, onayla!

 

Evet, eminim konu böyle bir şeydi.

 

İleride Selen kafasını masaya katmış, uyuyordu. Onun yanında Zoe vardı ve Selen'nin saçına kalem geçiriyordu. Selen bu olanları bilse herhalde kalp krizi geçirirdi. Saçı.. Şey saçı bir şeylere benziyordu ama neye? Sorgulamayıp önüme döndüm .

 

Az önce de bunu demiştim sanki.

 

Boydan boya uzanan camlardan içeri giren güneş içeriyi aydınlatıyordu.

 

Kapı arkamdan kalıyordu, kapı olan duvarda haritalar, silah olan raflar ve farklı belgeler vardı. Ayrıca bir kitaplık ve kitaplıkta cilt cilt kitaplar bir iki bilgisayar ve telefonlar falan vardı.

 

Karşımda ki duvar tamamen camdı, aynalı cam büyüleyici Mersin manzarasını sunuyordu. Sağ tarafımdaki duvar benim favorimdi. En tepede Türk bayrağı vardı. Sağ tarafta İtalya bayrağı sol tarafta Fransa bayrağı. Bayrakların alt çaprazında farklı bayraklar vardı ve ters 'V' harfli şeklinde iniyordu. Rusya, İspanya, Güney Kore, Kırgızistan, Kazakistan, Almanya, Azerbaycan, İngiltere vesaire. Birçok ülkenin bayrağı vardı. Bayrakların orta yerinde isimler yazıyordu. İlk gördüğümde isimlerin ne anlama geldiğini anlamamıştım.

 

Elif Demir

Ezgi Kaflı

Burak Gümüş

Teresa L.

Meg Nelor

Zamira Timora

.

.

.

 

Evet, Zamira Timora. Zoe'nin ölen kardeşi. O zaman yazan isimlerin şehitler olabileceği geldi aklıma.

 

Bütün milletler, bütün dinler kısacası bütün insanlar için şehit olanlar. Adalet şehitleri. Hepimizin şehitleri.

 

Ayrıca Türk bayrağının altında tanıdık bir söz vardı.

 

"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur."

 

Altında da Mustafa Kemal Atatürk'ün imzası.

 

Tekrar bir ordu o ulu liderin gölgesinde toplanmıştı. Farklı milletlerden, dinlerden, kökenlerden gelen Adalet savaşçıları bu ülkede, bu bayrak altında toplandı. Adalet için. Sizin için. Gelecek, geçmiş ve her an kaybedebilecğimiz şimdi için.

 

Ey Türk genci! Yorulucaksın, bithap düşüncesin, umudunu kaybedeceksin fakat unutma atanın sözünü. 'Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.' şayet herhalde savaşçılar unutmamak için baş köşeye yazmıştı. Şehitlerinin isimlerinin üstüne. O şehirlerle aynı kanı taşıdığımızı bilerek.

 

O asıl kan sadece Türk kanı değildi. Ruhu Türk olan herkesin kanı bu bayrağın renginde akardı. Kırmızı değil, borç akardı. Senin bu bayrağa kan veren her bir atana borcun var. Yorulduğunda bunu getir aklına.

 

Sanatçı olabilirsin. Onlarda olmak istedi ama senin için can verdi.

Çocuklarına iyi bir ebeveynin olmamak isteyebilirsin. Onlarda ana, baba yahut evlattı ama bu millet için can verdi.

Öğrenci olabilirsin. Onlarda senin gibi sıralarda oturdu fakat kalemleri bırakıp kurşunsuz silahlara sarıldılar. Bu millet için, senin için. O kan bir yabancıya ait değil. Bizzat senin atalarına ait. İster Karadenizli ol, ister Egeli ol, ister yörük ol, ister Trakyalı ol, ister doğulu ol. Sen bu vatanın evladısın. Ailenin kan verdiği bayrağına sahip çık. Bir yabancının değil o bayrak bizzat senin. Sen dik durdukça o dalgalanacak. O dalgalandıkça sen hür olacaksın.

 

Sadece Atatürk'ün değil karargâhın birçok farklı yerinde, birçok filozofun, bilim insanının ve sanatçının sözleriyle portreleri vardı.

 

Çünkü Adalet tek bir millete ait değildi. Hepimizin ortak borcu, ortak nefesi idi.

 

Sol taraftaki duvarda büyük bir ekran vardı. Yanında ondan daha küçük iki ekran vardı. Duvarda simsiyah bir şekilde Nemisis'in elinde terazi tutan bir pozu resmedilmişti.

 

Adaletin ve intikamın tanrıçası.

 

İntikam bazen adaletin ta kendisidir.

 

Boş ekrana bakarken içeride gezinen sineği farkettim.

 

Harika. Hadi sineği izleyelim. Boş ekrana bakmaktan daha heyecanlı olacağına eminim. Bir 5 dakika boyunca sineği izledikten sonra sıkılıp Maria'ya döndüm yaşasın o da sineği izliyor.

Mutluluk...

 

Ada diziyle benim dizimi dürttü. "Ne oldu?" bana yorgun gözlerle bakıyordu. Gülümsedim. "Maria sineği izliyor." Ada devamını getirmem için bir süre bekledi. Boşuna bekleme bitti. Galiba anladı bittiğini. "Bazen çok tuhaf bir- oha! Yarım saat mi olmuş?" dedi telefonuna bakarak. Tepkisi o kadar komikti ki gülmemek için kendimi zor tutuyordum. "Gülme." nefes aldım. Bize dönen gözleri yok saydım.

 

Gözüm Cesika'ya çarptı tekrar kalemi sineğe çevirmiş bir şeyler yapıyordu. "Cesika'ya bak." dedim. Ada kafası ile beni onayladı. "Sinek çağırma büyüsü." dedi kafasını yavaşça sallayarak. İstemsizce ağzımdan ufak bir kıkırdama çıktı. Bizim aramızda bir şakaydı bu. Bunun gibi saç kabartma büyüsü, flash anlatma büyüsü, ben yokum büyüsü ve uçan ayakkabı büyüsü vardı. Bazen bir şey yaparken komik hareketler yapınca '....Büyüsü' diyorduk. Mesela daha önceden (ilk bu büyüleri bulduğumuzda-yaklaşık on yıl önce.-) saçıma bir şeyler yaptıktan sonra "Bu niye kabardı yahu?" dedim. Ada da beni taklit etti ve yaptığım hareketleri yaptı. O zaman o kadar komik olmuştu ki sonradan bir sürü büyü bulduk.

Anılar...

 

Gözüm Atlas'a kaydı. Bir eli masada diğeri alnındaydı. Evet alnında. Sanki tarlası yanmış dul çiftçi gibi duruyordu.

 

Ada iyice buharlaşıyordu sanki. Bir an elim içinden geçti ama emin değildim. Belki de çok uykuluydum ve ayakta uyuyordum. Şey 2. yol daha mantıklı.

 

Pencereye döndüm bir kuş ağaçtan atladı. Atladı mı? Ah artık düzgün düşünemiyorum bile.

 

Sonunda kapı açılınca içeriye Alex ve Başkan girdi. Hepimiz sonunda der gibi yüzlerine baktık.

 

"Geciktiğimiz için kusura bakmayın. Ufak bir... İşimiz çıktı."

 

Hepimizi, yok sorun değil, ne kusuru canım, problem değil gibi sözler söyledik ama bir dakika öncesine kadar bizim için büyük bir problemdi.

 

Daha fazla vakit harcamadan başkan konuya girdi.

 

Konu bir gece partisiydi. İki savaşçı aralarına sızacak ve partideki para babasını ve paralarını avlayacaktı. (Sanırım Özgür) Bu para babası okul ve çevresinde madde satıyor, yasadışı içki satışı yapıyor ve en önemlisi bunu her yaşa ve herkese yapıyor olmasıydı. Onun yüzünden üçlü bir orta okul grubundaki iki genç ölmüş, biri yoğun bakımlık olmuştu. Şikayet edilse de kalabalık ve tehlikeli bir çete olduğu için polis pek bir şey yapamamıştı. Az çok tahmin ettiğim üzere insan ticareti de yapıyorlardı ama insan ticaretinden yana kastettikleri çocuk mu yoksa kadın mı bilmiyorum. Belki de her ikisiydi. Daha önceden nesli tehlikede olan hayvanların satışı yapıldığı ile ilgili şikayet davası açılmıştı fakat delil yetersizliğinden dava kapatılmıştı.

 

Evet evet, birkaç hafta önce Alex'in almak istemediği görev. Aceba başkan onu nasıl ikan etmişti?

 

Önümdeki dosyaları incelerken Alex gezinerek hepimizin dosyasına bir belge daha kattı. Bu üçüncü çocuğun bugün sabah soluk bir nefes ile hayata gözlerini yumduğunu gösteren bir belgeydi.

 

Acı gözlerle belgeye ve özellikle çocuğun resmine baktım. En fazla 13 yaşında olan esmer iri kahverengi gözlü hafif tombul bir çocuktu. Tek gördüğüm fotoğraftan akan masumluk oldu.

 

"Onlar gibi nice kuzular kara toprağa kurban gitmesin diye uğraşıyoruz." dedi başkan ve sürdürdü. "Biz bu vatanın ve bu dünyanın son umutlarıyız." herkese kısa bir süre göz attı. "Sadece bu çocukların değil, annelerinin, babalarının, kardeşlerinin ve onları seven herkesin mumları söndü. Etrafa bakınca sizin de mumlarınızın güçsüz yandığını görüyorum. Bu mumlar kibrit, çakmaklarla yanmayacak ama en azından az da olsa tutuşacak."

 

Etrafa göz gezdirdim. Herkesin yüzünde bir hüzün ve 'Ben niye mum olduğum?' düşüncesinin kalıntıları vardı. Başkanın sözleri bize enerji ve güç veriyordu.

 

"Bu görev için Alex'i düşünüyorum." Masaya göz attı itiraz gelmedi. "İkinci isim ise yenilerden biri olsun istedim. Bu sayede ufak bir eğitim olur. Yanında Alex olacağı için eminim güvende olacaktır."

 

Alex önündeki kağıtlara bakıyordu ve hala ayaktaydı. "Ada mi?" dedi kağıdı çevirerek.

 

"Hayır" dedi Başkan. "Asya'yı öneriyorum."

 

Alex hızlıca kafasını çevirip sert bakışlarını Başkan'a dikti. "Reddedildi. Çaylağımı henüz bir göreve gödermeyi planlamıyorum."

 

Sağol ya bide benim fikrimi sorsaydın keşke.

 

Başkan gümsemesi. "Her saniye yanında olacaksın. Tehlikeli bir görev değil. Eğitim amaçlı basit bir görev. Ayrıca son sayfaya bak."

 

Alex kararını çatarak elindeki dosyanın son sayfasını açtı. Önce tek kaşını kaldırdı sonra yarım bir gülümsemeyle başkana döndü. "Eh madem Başkanım öyle uygun görmüş." dedi.

 

Başkan hafif bir kahkaha attı. "Kurnaz herif." dedi sadece. Alex yarım bir serseri gülümsemesi tanınarak tekrar dosyaya daldı.

 

Allah bilir ne yazıyor.

 

Bir motor ve bır kedi manyağı karşılığında tekrar takas edilmiyim de.

 

Hâlâ orda mısın Asya?

 

Evet. 

 

Başkan çetenin bazı detaylarını anlatırken onu süzdüm. Yeşil gözleri saçları ve sakalları gibi kırlaşan kirpiklrinin altında parlıyordu. Bıyıkları ve kasları hala koyu renkli. Belli ki zaman henüz onların rengini çalamamıştı. Gerçi çalmak çok kibirli geliyordu. zaten ona ait bir şeyi geri almıştı.

 

Ama şimdi Allah var. Adam yıllanmış yüzüne inat hâlâ çok karizmatikti. Allah sahibine bağışlasın ne diyim.

 

Asya adam babandan büyük.

 

Ne var be? Allah bana bağışlasın demedim. Sahibine bağışlasın dedim.

 

Pardon Asya, Bizim gözümüz bir küçüğündeydi.

 

 

Planlara göre bizim amacımız dikkat dağıtmaktı. Arka planda gelişen olaylar başlı başına yeterdi zaten. Özgür soru sorucaz ölümünden önce bilgi almaya çalışıcaktık. Bize verilen görevin en büyük şartı Özgür'ün bu gece ölmesiydi. Bu görevi satan kişiler bir çete miydi, örgüt müydü yoksa bir devlet miydi emin eğilim. Başkan ve Alex bize bu detayı vermedi.

 

Plan basitti. Ben ve Alex evli bir çifti oynayacaktık. Yeni yeni bir çete kurmaya başlamış ama mala ihtiyaç duyan iki genç iş insanı. Bu gece düzenlenecek davete katılacak, Özgür'ü öldürecektik. Fakat bütün çeteyi çökertmek bu kadar basit değildi. Çeteden bir elemanı alacaktık. Belki Özgür'ün bir adamı belki de eşi.

 

Son düzenlemelerin ardından yemek saati geldiğinde hep birlikte yemekhaneye indirik.

 

O kadar heyecanlıydım ki iştahım kaçmıştı.

 

"Heyecanlı mısın?" Dedi Hyun Su, Ada'nın tabağına biraz salata katarken. "Sayılır."

 

"Sahnedeymiş gibi düşün." dedi Ada sincap gibi ağızı doluyken. Omuz silktim. "Sahnede silahlı adamlar olmuyor." "Alex yanında bir şey olmaz." dedi Ada hızlıca. Ne çabuk güvenmişti Alex'e. "Güvenin için teşekkür ederim." dedi, Alex çorbasını karıştırırken. "Zaten riskli bir görev değil."

 

Yok canım sadece silah. Ne riski. Çete falan.

 

"Affiyet olsun." dedi Mex yanıma bir sandalye çekerek. Gözler ona döndü. "Gel berber olsun." dedi Hyun Su. "Beraber." diyerek düzelttim onu.

"Yok ben yedim." dedi Mex gülümserken.

 

Alex'e dönü ve bir silah çıkartıp verdi. "Silahını getirdim. Görev için lazım olucak. Labaratuvarda bir haftadır, kaderine terk ettin galiba."

 

"Gerek yoktu sadece."

Mex kaşlarını kaldırdı. "Bize silahsız dışarı çıkmayın diyen Alexander'a da bakın. Anladığım kadarıyla silah ile giremeyeceğin bir yerde bulunman gerekti."

 

Alex umursamadan çorbasını içmeye devam etti "Olabilir."

 

Bu bir hafta boyunca nereye girip çıkmış olabilir ki? Genelde yan yanaydık. Opera binasına geliyordu bizimle. Bir dakika Opera binası; oraya keskin, delici vesaire aletlerle girmek yasak. Bunun için mi aceba? İyide koruma veya izinli silah olduğunu söylese girerdi.

 

"Siz silahla mı dolaşıyorsunuz?" dedi Ada gözlerini açarak. Mex küçümseyerek baktı. "Sapanla mı dolaşsaydık?"

 

Ada göz devrildi. "Seni kaleye almıyorum bile."

"Onur duyarım."

 

Ada tekrar Hyun Su'ya dündü. "Sende mi silah taşıyorsun?" Hyun Su kolunu kaldırdı. "Şu kaslara bak sence ihtiyacım var mı?" ciddileşti. "Ama evet."

 

"Bizimde taşımamız gerekecek mi?" Mex araya girdi. "Biz sana silah versek olası bir durumda sen silahı çıkarana kadar ya seni kuruşuna dizeleri yada alıp götürürler."

 

"Çok bıkmış." dedi Ada, sinirle.

"Biliyorum da konuşuyorum."

"Kıçımın imparatoru."

"Şaklaban."

 

"Şeytan diyor al silahı sık kafasına!" dedi Ada biraz yüksek çıkan bir sesle.

 

"Öncelik hayatın boyunca eline silah almadığına eminim ama ben senin aksine labaratuvarda silahlarla iç içeyim. Sen bana silah çekmeyi düşünene kadar ben iki kaşının arasını delerim. Hem bana zarar gelse Beyaz Melek seni yaşatır mı sanıyorsun?"

 

İlk defa konuşmaya dâhil olarak masadaki şarjörü takılı olmayan silahı alıp Mex'e doğrulttum. "Ona bir şey olursa da ben karargâhı sağ bırakmam Mex Fina." Mex önce silaha sonra gözlerime bakarak gülümsedi. "Buna cesaret edebilecek tek insan sensin zaten. İstersen bütün karargaha dize getirirsin. Ama henüz değil." Elini silahın alıtan katarak biraz daha yukarıya, nefes boşluğuna doğrulttu. "Hem seninle düşman olmak gibi bir aptallık yapacak değilim. Farkında değilsin ama aramıza katılmana en fazla sevinen savaşçı ben olabilirim."

 

Gözlerinde sevecen ve hayran bir ifade vardı. Neden bu kadar çok inanıyorsun bana Mex Fina? Benimle ilgili, benim bilmediğim nasıl bir bilgiye sahipsin?

 

"Şimdi kaldırın şu silahı şeytan doldurur." dedi Hyun Su. O kadar adrenaline rağmen hâlâ tıkınmakla meşguldü.

 

"Şarjör takılı değil."

"Olsun şeytan doldurur."

"Seytan olmayan şarjörü dolduracak kadar yetenekliyse gelsin yeni savaşçı olsun."

"Yinede."

 

Göz devirdim ve silahı Alex'e ittirdim.

 

"Ben kalkıyorum işim var." dedi Mex.

"Fazla yorma kendini görev saatine kadar dinlen."

"Yorgun değilim." dedi ve Alex'in yanağından makas aldı.

"Lan!"

"Aman canım şaka yaptık." dedi Mex kıkırdarken.

"Hadi afiyet olsun size."

 

Bende doyduğuma kanaat getirince kalktım. "Size afiye

t olsun bende Selen'nin yanına çıkıyorum."

 

Bütün kat parfüm kokuları ile donatılmıştı. Farkı odalar vardı, bir korudordan ilerledim ve büyük bir odaya girdim. Odaya girdiğim an burnuma dolan yoğun bir parfüm kokusu beni etkisi altına aldı.

 

Burası en az benim bahçem kadar vardı. İçeride soyunma kabinleri, asılmış hoş giysiler ve makyaj masaları vardı.

 

"Mark, Sarra. Bakın buraya." diye seslendi Selen. az önceki kıyafetleri inceleyen iki kişi buraya geldi. Biri galiba erkekti ama emin değildim. Bülent Ersoy gibi görünüyordu. Bembeyaz teni, uzun siyah saçları, fark edilir ruju ve giyimi ile onu andırıyordu. Yanındaki kız ise tam tersi çok sade idi. Hafif bir ruj, at kuyruğu yapılmış kahve düz saçlarıyla sanki normal bir insanmış gibi görünüyordu. "Bu Asya." Selen'in sözünü o sade kız böldü."İkinci oda?" "Evet, bu gece için onu çok hoş yapacağıma dair söz verdim." Bülent.. Pardon Mark çenemi tutup yüzümü süzdü. "Hadi başlayalım."

 

Selen beni ilerletti ve bir makyaj masasına oturttu. Önce saçımı inceledi. "Saçların boya mı?" dedi eli kızıla kaçan kahverengi tutamlar arasında gezerken. "Evet." Hayranlıkla başını salladı. "Renk yüzüne tam oturmuş. Yakından bakmasam asla anlamam." Normalde saçlarım biraz daha koyu bir renkti ama uzun zamandır rengini bir iki ton açık tercih ediyordum.

 

"Bence saçlarını toplayalım. Sonra sabitleyip topuz yapalım."

 

Gülümsedim. "Senindir. İstediğin gibi takıl."

 

Ayna karşısında durmayı ve birinin beni oyuncak bebek gibi süslemesini seviyordum. Küçükken annemin kucağına geçerdim saçlarımı tarayıp toplardı koşa koşa aynanın karşısına geçerdim çünkü benim için ortaya çıkacak sonuç bir sürprizdı. Sonradan bu alışkanlık oturdu. Sahneye çıkmadan önce aynı senfoni tekrarlanır ve ben o küçük kızdan bir şey kaybetmeden sonucu heyecanla beklerdim.

 

Saçlarım halloduktan sonar Selen bı süre yüzümü inceledi. "Gözlerin keskin hatlı. Ağır bir makyaj yaparsak çok abartı durur." Far paletini eline aldı. "Normalde kahverengi göze çoğu renk yakışır ama senin gözlerin hem çok kuyu hemde bayağı esmersin. Renk seçeneğimiz kısıtlı. Toprak tonları iyi gibi. Hafif bir eyeliner ve mascara sürdükmü..."

 

Göz makyajıma gözaltılarıma kapatıcı sürerek başladık. Her zaman hasta ve yorgun gibi görünmeme neden olan göz altlarım bir zamanlar özgüvenimi törpülüyordu ama sonradan bunun normal olduğunu, bedenimin diğer parçaları gibi bana ait olduğunu ve beni ben yaptığını fark edince barıştık.

 

Göz makyajım tamamlanınca Selen bu sefer eline kontür aldı. "Yüz hatların keskin zaten fakza bir uygulamaya gerek yok. Burnun düz ve ucu biraz şiş ama yüzüne yakışıyor. Elmacık kemiklerin fazla çıkık dediğil ama üst tarafı kemikli olduğu için ayrı bir hava katmış. Dudakların ince ve biraz önde ama kimin umrunda. Güzellik standartlarına uymadan bile bence çok güzelsin."

 

"Teşekkür ederim."

 

İnsanlara üstünlük kurmak için güzellik demişlerdi ve kurdukları kalıplara girmeyenlere çirkin gibi aptalca isimler katmışlardı. Çirkinliğin yüzde değil kişilikte olduğunu herkese unutturmuşlardı. İlla renkli göz olacak demişlerdi ama kahverenginin de bir renk olduğunu unutmuşlardı. Kahverengilikler içinde mavi gözlü birini görünce güzel dediler, mavilikler içinde kahverengi gözlü birini görünce sıradan dediler.

 

Peki asıl güzelliği kimler düşündü ki? Asıl güzellik mavi, yeşil göz, sarı saç, beyaz ten miydi? Kim seçmişti bunları? Neden boyun eğmiştik bunlara? Ben Asya Ersöz şu an kendimi güzel buluyorsam onların istediği renkte gözlerim olduğundan değil, onların ruhları kadar siyah gözlerim olduğundan. Onların istediği renkte sarı uzun saçlarım olduğundan değil, kahverengi saçlarım olduğundan. Onların istediği gibi beyaz tenim olduğundan değil, esmer olmayı sevdiğimden. Onlar istedi diye 1.65 boyum olduğundan değil, normalden uzun da olsa 1.83 boyumu sevdiğimden.

 

Ben kendime güzel diyorum. Şimdi kim gelip bana çirkin diyorsa desin ama bilsin ki o benim dış görünüşümü sorgulayacaksa ben de onun insanlığını sorgularım ve sen İsimsiz, sen benim görünüş olarak da insanlık olarak da çok beğendiğim bir insansın. Şimdi kalk ve aynaya bak. Yüzünde leke, sivilcen mi var? Yoksa derin mi soyuluyor? Boş ver güzellik onların olsun, bizim insanlığımız var. Sesin mi kötü? Sesin mi değişiyor? Boş ver bizim kalbimizin sesi güzel. Sen İsimsiz, sen her şeyinle güzelsin onların kusur dedikleri farklılıklar ile güzelsin.

 

Kusursuz insan diye bir şey yoktu çünkü kusur diye bir şey yoktu. Aptal insanlar zamanında farklılıklara kusur demişlerdi fakat hiçbiri kusur değildi. Kısa boy kusur mu? Hayır, sadece farklılık. Düzensiz diş kusur mu? Hayır, sadece farklılık. Gözler, eller, boy, saç, cilt, iz ve yaralar hepsi sadece farklılık. Asla kusur olmadı. Bazı insanlar vücutlarındaki lekeleri kusur olarak görür. Seni milyonlarca insandan ayıran bir farklılığın var. Neden kusur olsun ki? O zaman parmak izimiz de bir kusur.

 

Hastalıklar kusur değil. Yara izleri kusur değil. İnsanların vücutlarındaki yara izlerine bayılırdım. Biri bana yara izinin hikayesini anlattığında sanki evlilik teklif ediyor gibi sevinirdim. Anısı kötüyse bile ize sahip insan harikaydı çünkü.

 

Çünkü sen harikasın İsimsiz.

 

"Esmer kızlara en falza yakıştırdığım şey ne biliyor musun?" Kafamı salladım. "Haylaytir." dedi coşkuya. "Cildiniz zaten harika günüyor bir de patladığınız zaman var ya... Of afet."

 

Kıkırdadım. Selen önce yüzme toz hayliyer gerçiti. Sonra kollarıma ve omzuma simli yağ döktü. Koyu renk tenim altın hareler arasında parlarken hayranlıkla elime baktım.

 

"Hadi hadi daha elbiseni giyicesin." dedi Selen beni çekiştirerek. Kabine girdim ve bana verdiği elbiseyi giydim. Mat siyah bir elbiseydi. Eteği boldu ve sağ tarafta yırtmacı vardı. Kolları balon koldu ve dirseklerime kadar geliyordu. On tarafı gömlek gibi düğmeliydi. Güzel bir elbiseydi ama bana yakışmadı. Üstüme çöp poşeti giymişim gibi durdu. Dolgun bir vücudum yoktu, ince yapılıydım ve elbise en az iki beden bana büyüktü.

 

Kalbinden çıkıp Selen'e ilerledim. Elini çenesine yerletirdi. "Hayal ettiğinden iyi durdu!" dedi coşkuya.

 

Anlamadım?

 

Demek ki sen moda cahilsin Asya'cım.

 

İlerledi ve elinde deri bir korseyle yanıma geldi. "Giyinmek ayrıdır, kombinlemek ayrı. Bir parça üstünde kötü durdu sandığından genelde eksik bir şey vardır. Kollarını kaldır lütfen." Sözün dinleyip kollarımı kaldırdım. Korsenin gümüş iplerini çekiştirdi. "Sıkı mi?" "Yok çek biraz daha." dedim. "Zorlanmayasın." "Yok alışığım ben, sık sen."

 

Selen kıkırdadı. "Selam sana camdaki kız.)*

 

(Yz:Camdaki kız kitabından uyarlanan 'Camdiki Kız dizisine gönderme.)

 

"Çok ortaçağ oyunu, oynadım alışığım korselere." dedim bende kıkırdayarak.

 

Korseyi bağaldikatan sonara elbisenin ilk iki düğmesini açtı. Bol olan kumaşı omuzlarımdan indirdi. Omzum çıplak kalmıştı. Hafif bir dekorte oluşmuştu ama fazla abartılı değildi. Aceba sırtımdaki yara izi görünüyor muydu?

 

Karşıma geçti. "İnce belini saklasak olmazdı. Asya harika görünüyorsun. Gel hemen rujunu da süreyim. Ruj her zaman son noktadır."

 

Kahverengi bir dudak kalemi geçti sonra kırmızı ıslak görünümlü bir ruj sürdü. En sonunda aynanın karşısına geçip Selen'in şaheserini izledim.

 

Gerçekten her şey tam oturmuş gibiydi. Tek sıkıntı hala çıplak ayakla olmamdı.

 

"Boyun zaten çok uzun. Toplu giydirmekte kararsızım. Hem koşman gerekse sorun olur." Ayakkabılığa ilerledi. "İyisi mi babet giy." Gümüş tabanlı sihah düz bir babet getirdi.

 

"Aseton şu rafta var. Tırnağında ki ojeleri sil, geliyorum. Alex'e bakmam lazım."

 

Bende bakayım mi Selen.

 

Sen nereye Asya?

 

Kafamı salladım ve ayakkabıları alıp masaya ilerledim. O sırada Bülent Ersoy yanıma geldi. Elindeki şeyi gösterdi. "Bunlar geçici dövme canım. Alkol vurdun mi geçer. Hemen yapıyım bu da aradan çıksın."

 

Yanıma geldi. "Perçemlerini çek tatlım." Elimle percemerimi çektim. Kulağımın arkasına geçici dövme yaptı. Sağ omzuma bir dövme yaptı. Merak edip dövmelere baktım. Kulağımın arkasındaki döve 'doğru insan yanlış zaman' anlamına gelen yarısı yukarıda yarısı aşağıda olan kalpti. Omzumda ise köprücük kemiğimin hemen sonunda kurt kafası motofi vardı. Kafasının sol tarafı yavaş yavaş siliklesıyor sadece sağ tarafı görülüyordu. Eski görünmesi için ikisinin de üstünden pudra ile geçti.

 

İkisinde hoşuma gitmişti. Aceba kalıcı dövme yaptırmayı düşünsem mi? "Teşekkür ederim." dedim, öpücük atıp gitti.

 

Sorgulamadım.

 

Selen tekrar yanıma gelince gözlerim ona döndü. "Ve büyük final. Hadi gel Alex ile seni yan yana görelim."

 

O önümde neredeyse sekerek ilerlerken bende onu takip ettim.

 

Sende seke seke gidiyorsun Asya.

 

Yok düz yürüyorum iç ses.

 

Yürümeden bahsetmedim zaten.

 

Alex elindeki telefona odaklanmıştı. Üstünde siyah bir gömlek ve gri bir süveter vardı. Altında siyah kumaş pantalon ve yan tarafa, sandayleye astığı bir ceket.

 

Tek elnini arkasındaki masaya yerleştirmişti -ben ve kol kasları bakışıyoruz şu an- ve elindeki telefona bakarken arkasına yaslanmıştı.

 

Nimet. Meteor yavrusu mübarek.

 

Ne saçmalıyorsun Asya.

 

Alex'e bak ve sus iç ses.

Dalgalı sarı saçları özenle şekil verilmiş gibiydi. Ama en çok dikkatimi çeken çenesinin sağ tarafındaki ve boynundaki yara izlerinin kapatılmasıydı. Keskin yüz hatlarına ve yüzüne yayılan çillerine baktım. Gözlüklerini yine takmıştı. Boşuna erkeğin makyajı gözlüğüdür dememişler.

 

Allah'ım, Etna* görse patlar.

 

(Yz: İtalya sınırı içerisinde bulunan aktif yanardağ)

 

"Her şey hazır mı?" dedi Selen. Alex hâlâ telefona bakarak konuştu. "Evet ama Mex dedi ki alyanslar-" kafasını kaldırıp bize baktı. Gözleri beni bulunca yüzne bir bocalama ifadesi yerleşti. "Alyanslar?" dedi Selen keyifle.

 

Alex hala bana bakıyordu. Gözlerindeki güneş bütün kıtayı ısıtacak kadar parlıyordu.

 

'Bu kalbe çok kolay sahip olabilirsin.' demişti Esis. İstememiştim. Aceba emin miyiz istemediğimize?

 

Asya kendine gel!

 

"Alyanslar-" yüzümü izledi sonra Selen'e döndü. "Bi saniye, unuttum." Gözleri tekrar beni buldu. "Dediki alyanslar." Yutkundu. "Aman boş ver, alyans işte." dedi ve bana doğdu ilerledi.

 

Karşımda durdu baştan aşağı süzdü. "Çok güzel görünüyorsun." dedi. Gülümsedim. "Sen de harika görünüyorsun."

 

"Aman ikiniz transa geçtiniz." dedi Selen kenardan bir kutu alarak. Kutuyu bana verdi. "Alyans diyince aklıma geldi, takılarını takmadık."

 

Kutuyu açıp içindeki gümüş rengi takılara baktım.

 

Alex hâlâ beni izlerken masaya ilerledim. Kutudan küpelerimi çıkarttım. Falza üzün olmayan gümüş zincir küpeleridi ama ucunda kırmızı küçücük birer taş vardı. Sonra bir zincir dikkatimi çekti. Bunu sanırım bacağıma takmam gerekiyordu. Tam yırtmacın başladığı hizaya ince, gümüş zincirlerden oluşan takıyı taktım. Yüzük yoktu ama bir adet kolye vardı.

 

Ayağa kalkıp Alex'im yanına ilerledim. "İki elimde tersime geliyor, takar mısın?" Alex kolyeyi elimden aldı. Arkamı döndüm. Önümüzde bir boy aynası vardı her hareketnini görebiliyordum.

 

İki elim tersime geldiği için bileklik ve kolyeri takarken zorlanıyordum. Utangaçlık yapmaya da gerek yoktu şimdi.

 

"Uzun bir gece olucak. " dedim konu açmak isteyerek. "Bı sorun çıkmıycak." dedi.

 

Alayla sırıttım. "Kendine çok güveniyorsun anlaşılan." Bir elini çıplak omzuma diğer elini belime indirdi. "Aşk olsun karıcım. Çok çalıştım bu görev için. Elbet bir sorun çıkmıycak." Gülümsedim. "Sen bayağı role girmişsin."

 

Elini omzuma gezdirdi. "Karışmada sen olunca..." Tek karşımı kaldırdım ama hâlâ gülümsüyordum. "O sen yürümuyorsun uçuyorsun aslan parçası."

 

Alexander gülümsedi. Kulağıma eğildi. "Ben uçmam, ışınlanırım." Nefesi biraz önce dövme yaptıkları yere değdi.

 

Doğru insan yanlış zamanan...

 

Sadece bir tesadüf, diye düşündüm.

 

Tesadüf diye bir şey yoktur Asya, kader vardır. Hem neden bundan bir anlam çıkarttın ki?

 

Arkamı döndüm. Diğer elini de belime indirdi. Bende bir elimi kalbinin üstüne kattım. Ama bu sefer kalp atışlarını hissetmedim.

  

Uzandım ve kulağına eğildim onun gibi. "Ne yaparsa yap hızıma yetişemezsin." Geri çekilirken bilerek nefesimi dudaklarına bıraktım. Gözleri benim dudaklarıma kaydı.

 

Geri cekilicekken beni kendine çekti. "Fakat bir gün o tacı istersem ne yapar ne eder onu alırım. Kimin kafasında olduğu önemsiz." dedi ona daha önce söylediğim sözü söyleyerek.

 

Gözleri tekrar dudaklarıma kaydı. "Arzuladığı şeyi elde etmek için her şeyi yapacak tek insan sen değilsin Avcı."

 

Burda cidden benden mi bahsediyordu yoksa sadece sözlerimin üstüne söz mü ekliyordu? Birbirimizle o kadar çok şakalaşıyorduk ki nerde gerçekleri söylediğimizi bir türlü kestirmiyorduk.

 

Elimi çenesine uzattım. "Ben o tacı senin için yarattım. Ve onu takacağın günü sabırsızlıkla bekliyorum." dedim bana dediği sözleri tekrarlarken. Parmağımı çenesinin sağ tarafına bastırdım. Kapatıcı silince yüzündeki yara izi tekrar göründü. Çenesini kavradım ve kendimde çekerek yara izinin üstünü öptüm. Hâlâ burun burunayken, nefesimi dudaklarına vererek konuştum. "İzlerini bir daha gizleme kocacım." dedim emir verirce. Sonra arkama döndüm ve nereye olduğunu bilmeden ileredim.

 

Benim pusulamın mıknatısıda* oydu işte. Ama asla benimle yarışmazdı.

 

(Yz: pusulaya mıknatıs tutunca yönünü ve dengesini şaşırır.)

 

🧭

 

Alt kata savaşçıların yanına indik. Diğerleri ya devriyedeydi yada karargahta değildi. Beni ilk Ada gördü. Hiçbir şey diyemedi ilk baş. Sadece etrafımda döndü. "Asya?" Yüzüme baktı. "Asya!" Omzundaki dövmeyi inceledi. "Asya..."

 

Kahkaha attım. Tiyatro eğitimlerinde bize bir kelime verirler ve vurguyu değiştirerek aynı kelimeyi farklı duygularda söylerdik. Genelde verilen kelime 'anne' olurdu. Ve Ada şu an o eğitimlerin birinde gibi davranıyordu.

 

Sonra Alex'e döndü. "Banane kardeşim. Hani motorum? Motoru vermeden Asya'yı nikahına aldın. Ben kıyacaktım sizin nikahınızı." Alex cevap vermek için ağzını açmışken arkadan Hyun Su geldi. "Gerçeğini sen kıyarsın yavrum. Dert ettiğin şeye bak."

 

Omuz silktim. "Sizi kırmamak için bunu düşünebilirim." dedim onların oyununa katılarak.

 

Alex ilerleyip koltuklardan birine kuruldu. "Sizde oyun çıktı." Ama sesinde eğlenen bir ifade vardı. Uzandı ve saçlarını dağıttı. "Oh dünya varmış. O ne öyle inek yalamış gibi." dedi.

 

Dağınık saç yüzüne daha çok yakışıyordu gerçektende ama Selen görmese iyi olur gibiydi.

 

Hyun Su yanıma gelerek alyansları verdi. "Darısı gerçeğine." dedi cilveyle. Ters bir bakış atıp yüzüğü aldım. Parmağıma taktım ama büyük geldi. "Bu çok büyük." dedim yüzüğü tekrar Hyun Su'ya vererek.

 

Alex hızlıca ağaya kalktı. "Hatırladım! Alyanslar falza büyük Mex bunu söylemişti."

 

Biraz erken hatırladın gibi Alex'cim. Biraz daha zaman geçse zaten gerçeğini takacaksınız.

 

Ya sabır! Ben belki Atlas'a göz koydum. Ne bu Alex aşkı?

 

"Alyans olmasa ne olur ki?" dedi Alex bıkkınlıkla nefesini verirken.

 

"Olmaz öyle şey!" dedi Ada. "Üst katta yok mudur?" Hyun Su kafasını salladı. "Hayır. Ama benim başka bir fikrim var." Alex bir süre Hyun Su'nun yüzüne bakıp ne düşündüğünü anlamaya çalıştı. En sonunda gözleri açıldı.

 

Jeton geç düştü.

Köşeli jeton.

 

"Aklından bile geçirme!" Ben ve Ada ne olduğunu anlamaz bakışırken Hyun Su ellerini teslim olurca kaldırdı. "Tamam tamam. Demedim farz et ama daha iyi bir fikrin var mı?"

 

Alex bir süre düşündü. En sonunda boyun eğerce nefesini verdi. "Kader diye bir şey sanırım gerçekten de var."

 

Biz ne olduğunu anlamazken o gitti birkaç dakika sonra elinde eski bir yüzük kutusu ile geldi. Kutuyu açtı kapak tarafında altın işlemelerle E ve B harfleri işlenmişti. Kutunun içinde iki gümüş alyans vardı. Büyük olanın üstünde güneş küçük olanın üstünde ise hilal işlemesi vardı.

 

Gümüş alyanslar uğursuzluk getirir derdi annem.

 

Bırak uğursuzluğu, Alex de neden evlilik alyansı var Asya?

 

Reis şüpheli. Reis anladı...

 

Ne anladın Yurdagül ne anladın?

 

Önce güneş işlemeli yüzüğü çıkarttı kutudan. Kendi parmağına geçirdi. Sonra hilal işlemeliyi eline aldı.

 

Elimi bana uzattığı elinin üstüne yerleştirdim. Yüzük parmağıma hilal işlemeli gümüş yüzüğü geçirdi. Tam oturmuştu. Bir süre parmağındaki yüzüğe ve elimi kavrayan elindeki yüzüğe baktı. Hâlâ el ele tutuşurken iki yüzük yan yana duruyordu.

 

"Belki." dedi güneş gözlerini benim gecelerime çevirerek. "Gerçektende gümüş yüzüklerin lanetli bazı insanlara uğur getirir."

 

🌙 🔆

 

Alex tırnaklarıma şeffaf oje gibi bir şey sürüyordu. Arkamda da Ada saçlarıma bir sprey sıkıyordu. Bu spreyi saçlarımı yaparken de her tele sıkmışlardı. Alex hala oje ile ilgileniyordu. Ama bu sefer kendi eline sürüyordu. Oje kuruyunca parlaklık bile kalmamıştı. Sanki hiç bir şey sürmemişiz gibiydi. "Bunların amacı ne?" İşi bitince kafasını kaldırıp bana baktı. "Eğer saçın olay yerine düşerse o saç telinden DNA'nı bulamasınlar diye." "Oje?" İki elimde tersime geldiği için oje süremezdim. Genelde Ada bana sürerdi. Ayrıca Heyecanlanınca tırnağını kemiren tiplerdenim ve ne kadar heyecanlı bir hayatım olduğu düşünülürse ojenin o acı tadına az çok alışık olduğum anlaşılabilir. "Bu farklı bir oje. Tırnağın kırılırsa, bir yere herhangi bir iz bırakırsa tanımasınlar." Mantıklı aslında.

 

Alex bu sefer elinde iki küçük kutu ile geldi. Birinde dezenfektan gibi bir şey, diğerinde pudra gibi bir şey vardı. "Yaptıklarımı yap sadece." eline önce biraz o sıvıdan aldı ve sanki sabunmuş gibi evirdi çevirdi. Sonra pudrayı aldı. Biraz elini çırptı. Yaptıklarının aynısını yapınca lavaboya ilerlediğini gördüm. Ben de peşinden gittim. Elini yıkadı. Sonra ben de yıkadım. Beni sanki evladını bekleyen bir baba gibi sakin ve sabır ile bekledi. "Bir deneyelim." elinde bir cam ile geldi önce kendi elini cama vurdu.

İz yok.

Ben de vurdum.

İz yok.

 

"Güvenliğimize dikkat etmeliyiz. Birimizin kimliğinin açığa çıkması her bir savaşçı için tehlikeli olur." Haklıydı. Bir kere girmiştik bu işin içine. Sonu kötü bitmemeliydi.

 

Ada'nın sesi hiç çıkmamıştı. Alex'e yaklaşıp aynı spreyi ona da sıktı. Gözlerinde endişe ama endişeyle savaşan bir gurur vardı.

 

Bizimle gurur mu duyuyordu?

Evet...

Evet, duyuyordu.

Ben?

Evet, ben de duyuyordum.

 

Bu halimle kendimi tamamen... Boş hissettim parmak izimiz ve DNA'mız bizi biz yapardı. Farklı ve özel ama şimdi sanki boştum. Bir heykel ama işe yarar bir heykel. Bu hayat bana her insanın işe yarar olduğunu gösterdi. Ben böyle mutlu olabileceğimi öğrendim. Adalet için savaşıyordum ve ben bu savaşı her şeye rağmen çok sevmiştim.

 

Ada elini omzuma koydu. İrkildim ve kulağıma yaklaştı. "İlk fırsatta dudaklarına yapış." Ada gözlerinde maraz bir ifadeyle bana bakıyordu. "Saçmalama Ada." dudaklarını büzdü. Sanki en büyük hayalini bir balon gibi patlatmıştım.

Bomm!

Lanet Asya.

 

"Neden?" sanki çok mantıklı bir soru soruyor gibiydi. Bu soruyu asıl ben sormalıydım. Göz devirip karşıdaki aynadan saçını düzelten Alex'e baktım. Aslında gerçekten çok iyi görünüyordu ve bunu kaç kere düşündüm gerçekten hiçbir fikrim yoktu. Daha böyle bir sayı icat edilmemişti. Onu izlemeye devam ederken durdu ve aynadan bana baktı. Gülümsedi.

 

Her şey çok tuhaf geliyordu. Bana gülümsüyor, dokunuyor, konuşuyordu. Hem de ne kadar güzel yapıyordu bunları.

 

Ama yanlış bir şey vardı. Olmaması gereken bir şey.

 

Sen fazla paranoyak olabilir misin Asya?

 

Aslında olabilirdi. Ama bazı şeyler aklımı kurcalıyordu. Mesela kriz geçirdiğim zamanlarda bir şekilde varlığı rahatlatıyordu. Temas ettiği zaman rahatsız hissettmiyordum ve bu sürekli ona dokunma isteği uyandırıyordu. Ama Hyun Su'nun da dokunuşları rahatsız etmiyordu. Tuhaf bir şey vardı savaşçılar arasında henüz çözemediğim bir şey.

Benden bir parça gibiydiler. Hep tanıyormuşum gibi. Hiç hayatıma girmemişler ama zaten bu hayatı benimle birlikte yaşamışlar gibi.

 

Bu bir rüya Asya. Uyandığında seni uçsuz bucaksız bir karanlık bekliyor. Savaşçıların o kadar 'beyaz' gelmediği bir zaman tekrar konuşalım.

 

🕊️

 

Araba büyük bir bahçeye girdi. "Hazır mısın?" "Evet." arabadan inip Alex'in koluna girdim. Ben bile şu an pişiyordum heyecandan. Acaba o nasıldı? Gömlek, süveter ve kaban. Oysa ki benim üstümde elbise ve sırtımda sadece kaban vardı.

 

Bizi karşılayan korumalar bileğimize birer bileklik taktı. Kolay çıkacak bir şeye benzemiyordu. "Bu bileklikler davetli olduğunuzu gösterecek." adamın sesi kalın ve pütürlüydü. Her söylediği sanki tehdit etmiş gibi çıkıyordu. "Lütfen çıkartmaya çalışmayın. İç tarafında derinize zarar verecek şeyler bulunuyor."

Ben ikna oldum.

 

Her gelen sana bileklik takacaksa işimiz zor Asya.

 

Bahçe bayağı büyüktü. Sonsuzluk işareti -8'e daha çok benziyor- şeklinde bir havuz ve havuzun içinde bir çardak. Altında jakuzi vardı. Jakuzide bir adam vardı ve yanında 3 kız vardı. Adam sanki kendine koleksiyon düzmüştü. Bir tarafta sarışın bir kız vardı diğer tarafta esmer, karşısında kumral bir kız duruyordu. Sonra gözüm arkaya kaydı. Bir kız elinde bardak ile jakuziye girdi ve adamın kucağına oturdu.

Yok artık.

 

İnanır mısın o kız da kızıldı. Adamın bu hali küçükken hangi dondurmayı alacağıma karar veremeyip hepsinden bir top aldığım zamanları hatırlattı. Sanırım artık dondurmadan da soğudum.

 

Umarım espri yapmamışsındır Asya, umarım.

 

Jakuzinin ve havuzun çevresi palmiye ağaçları ile kaplıydı. Havuzun zemini fayans yerine ahşaptandı. Etrafta kahve ağaçları ve muz salkımları vardı. İleride iki katlı hoş bir ev vardı. Beyaz model bir tapınağı andırıyordu.

 

Bir salona geçtik. Birkaç kız bize bakıp selam verdi. İleride bir adam vardı. Ten rengi çok hoştu. Neredeyse siyahtı. Gözleri ise cam gibi griydi. Yaşı gereği olsa gerek saç, kaş ve kirpikleri de beyazdı, aynı giydiği takım gibi. Onun yanında biraz daha geç bir kadın duruyordu. Kadın sanki onun tersiydi albinizm hastasıydı galiba. Cildi bembeyazdı. Giydiği ince tülden elbise içinde kaybolmuştu. Gözleri pembe gibi bir renkti. Boynundaki kolye sanki 3. gözüymüş gibi gözleriyle aynıydı. Yanlarından geçerken selam verdiler bende gülümseyerek karşılık verdim.

 

İçeride bir kız dikkatimi çekti sağ gözü kırmızı -çok açık kahverengi- sol gözü siyahtı. Saçları kırmızıydı. Saçının ön tarafında bir tutamı beyazdı. Evet, saçları boyaydı ama gözleri gerçek gibiydi kıyafetleri de siyah- kırmızıydı. Ondan daha kısa, kumral bir kız yanına gelip elindeki bardaklardan birini uzattı. O kızın da koyu renk saçlarının önünde beyaz bir tutam vardı.

 

Kırmızı saçlı kız bardağı alırken içtenlikle gülümsedi. Sanki koskoca dünyada gülümsediği tek şey o kumral kızdı.*

 

(Yz: Eda Deli tarafından kaleme alınan 'Tablo' adlı dark romance gönderme.)

 

Farklı insanları görmek güzeldi hele de gerçekten farklılarsa.

 

"Aralarına karışmalıyız." Alex haklıydı. Gözümü salonda gezdirirken aradığımız adamı buldum. "Özgür Saraç orada." Alex kafam ile gösterdiğim yöne döndü. Adamın yanında bir kadın vardı. Galiba eşi Leyla oydu. "Hazır mısın?" koluna girdim. "Tabii ki." adamın yanına ilerledik.

 

Bizi üstten inceledi. "Merhaba. Siz Murat'ın bahsettiği kişilersiniz." Alex gülümsedi. "Evet. Merhaba." Alex elini uzattı ve onunla tokalaştı elini uzatınca ben de elimi verdim. Zarif bir şekilde elimi öptü. Ama bu hareketi yaparken gözlerini gözlerimden almaması durumu tuhaflaştırıyordu. Bize bir masaya yöneltti. Alex'in yanına ama hemen yanına oturdum. Vücudum normal şartlarda rahatsız olacağım kadar temas ediyordu ona ama ilk görevim olmasının verdiğini düşündüğüm -ya da istediğim- bir nedenden dolayı çok rahatsız hissediyordum. Bu nasıl devrik bir cümleydi yahu?

 

Bir süre sessizlik kendini tanıttı. Özgür bizi izliyor, süzüyor sanki en ufak bir tehdit anında hangimizi önce neresinden yaralayacağını hesaplıyordu.

 

Ya da belki sadece ne kadar çok yakıştığımızı düşünüyordu. Zihnime yerleşen bu cümleden rahatsız olup hemen konu açtım.

 

Leyla'ya döndüm. "Gerçekten çok hoş görünüyorsunuz efendim." Leyla bu dediğimi beklemiyor gibiydi. Kızardı ve teşekkür etti. Yüzünde bir gülümseme vardı ama gözlerinde nedenini anlayamadığım bir acı vardı. Adı kadar bir parçası olan bir acı.

 

Gerçekten güzeldi. Belirgin yüz hatları, esmer teni, sarıya yakın açık kahve gözleri ile çok hoştu. Ayağındaki topuklu ayakkabı yüzünden boyu ile ilgili tam bir tahmin yapamadım ama benden tahminen on- on beş santim kadar kısa olduğunu kestirdim. Orta kilolardaydı. Kemikleri belirgin ve kalındı. Belirgin kum saati şeklinde bir vücudu vardı. Saçları koyu ve dalgalıydı. Burnu hafif kemerliydi ama yine de yüzünü güzel gösteriyordu. Kalın dudaklarının üstündeki ben ile 80'lerden kalma çağa ayak uydurmuş bir şarkıcı gibi duruyordu. Elbisesi siyah ve derin dekolteliydi omuzlarına gelen askılar her an kopabilir gibiydi. Ayakkabılarının sadece uçları görnüyordu ama topuklu oldukları rahat anlaşılıyordu. Gözlerindeki acıya zıt gülümseme ona ayrı bir sempati katıyordu.

 

Ağırlık hissettim kafamı çevirince Özgür'ün bana baktığını fark ettim. Özgür fazla uzun olmayan bir boydaydı. En fazla 1.76 falandı herhalde. Kilolu değildi ama zayıf da değildi. Yüz hatları güzeldi ama iri burnu yüzünde tuhaf duruyordu. Sanırım daha önceden kırılmıştı. Açık kahverengi saçları kısa kesilmişti. Rahatsızca parmağımdaki yüzüğü çevirmeye başladım. Gümüş yüzük beni yatıştırıyordu.

 

"Çok tatlı duruyorsunuz. Ne zamandır birliktesiniz?" Alex gamzelerini sergileyerek "Aslında çocukluktan beri birbirimizi seviyorduk zaten ailelerimiz çok yakındı." dedi. "Maalesef bı ara İtalya'ya taşınmamız gerekti ama konuşmamızı kesmedik. Lise bitince bana bir sürpriz yapıp İtalya'ya geldi." Kafamı Alex'in omzuna dayadım. "O zaman yanımdaki beyefendi bana çıkma teklifi etmeyi akıl etti." "Gerçekten onun için İtalya'ya mı gittin?" kafamı Leyla'ya çevirdim. "Hiç zorlanmadın mı? Yani farklı bir ülke, farklı bir dil." dudaklarımı çekingen bir şekilde büzdüm. "Aslında pek dil ezberleyen bir yapıya sahip değilim." kafamı kaldırıp Alex'e döndüm. "Ama onun için değerdi. Rahatça İtalyanca'yı öğrendim. İtalya'da zorlanmadım. Çünkü zaten benim yerim onun yanıydı onunla birlikte yeni bir hayata girmek için geri Türkiye'ye geldik". Bir süre ona aynı gözlerle baktım gözlerinde tüm duygular vardı sanki ama sevgi... Ben nereye düşmüştüm? Burası neresiydi? Bunlar kim? Ben kimim?

 

O kadar kalın maskeler takıyordu ki taktığı her maske yüzüne tam oturuyor, onun tanınmasını ve duyguların anlaşılmasını imkansız kılıyordu. Ben de kendimi mimiklerimi kontrol etmekte usta sanırdım.

 

Saçma bir öpücük kondurdu. O an ki şaşkınlığıma inat tepki vermedim. Sadece içten gülümsedim. Uzandım ve elini tuttum. Gümüş yüzükler birbirine değdi. Hayır, gümüş yüzükler kavuştu.

 

"Bu yola neden girdiniz?" Özgür aceleci davranıyordu. Hemen işe koyulmak, ne kadar kazancı olduğunu bilmek istiyordu.

 

"Alacağımız malın kalitesinden yana korkumuz yok." kafasını sallayarak beni dinliyordu ama Leyla rahatsız olmuş gibiydi. "Eğer işler ilerlerse belki daha geniş bir yere yayılırız. Mersin'de, İstanbul'da, zorla da olsa Ankara'da, İzmir'de ve bunlar gibi büyük şehirlerde adamlarımız var. Ayrıca İtalya'da da büyük bir kitle edindik." Özgür hayranlık dolu gözlerle beni izledi. "Büyük bir çaba görüyorum." Alex tatmin olmuş bir şekilde elleriyle oynamaya başladı ama gözleri ciddiyetiyle özgür'ün üstündeydi. "Evet uzun zamandır emek var. Kuşları getirmeden önce kafesi hazırlamak gerekir değil mi?" "Tarzını sevdim genç adam. İyi bir iş çıkaracağınızdan eminim."

 

Özgür konuşmuyordu. Hiç işimize yarar bir bilgi vermiyordu. Boş yere zaman kaybediyorduk.

 

Leyla sanki rahatsız olmuş gibiydi. Onda anlamadığım bir şey vardı. "Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, Gizem Hanım?" birden afalladım. Gizem bana bu görev için verilmiş bir isimdi. Konuşma boyunca isim muhabbeti açılmamıştı ve ben tam da savunmasız olduğum anda vurulmuştum. "Ha?" Özgür gülümsedi. "Düşüncenizi sormuştum." Dur bir dakika. Konu neydi? Bana ne olmuştu böyle? Bu ben değildim ama şimdi başımı belaya sokan kişiydim de. Masada bulunan herkes bana odaklanmıştı. Tamam sakin. " Yani ufak bir yanlış anlaşılma olabilir elbette." Konu neydi, kaç dakikadir dalgınım? Özgür hala tatmin olmamış gözlerle bana bakıyordu.

 

Daha ne diyeyim cevap verdik ya.

 

"Bizim uzun süreli çalışmalarımız ve sizin büyük güçlü denetimlerinizle harika bir iş başaracağımızdan eminim." Özgür bu sefer tatmin olmuş gibiydi. Kafasını salladı. Bir şey anlamadığına emindim.

 

Alex göz göze gelince bana gülümsedi. Sadece bir sevgi gülümsemesi gibi dursa da aslında 'harikasın hatta sen bu teşkilatın bel kemiğisin ve biz sen olmadın ne yapardık' bakışı vardı. Ya da ben öyle sanıyordum. İkinci seçenek daha mantıklı geliyordu. Ama bir de olabilir değil mi?

 

Tamam kes sesini Asya.

 

"Tam olarak ne kadar mal var elinizde?" Özgür beni bir süre süzdü. En sonunda karar vermiş olacak ki "Çok." dedi. İki saat niye süzdün o zaman, bu kadar vicdanıma kadar girdin.

TDK şu an benden nefret ediyor.

 

Sence sadece TDK mi?

 

"Tamam." dedim devamı yok. Hala bana bakıyor, şey hala bakıyor. İnanır mısınız hala bakıyor.

 

Bu berbat adam hep kenara çekiliyor ek bir şey anlatmıyordu. Geriye sadece sorgu tekniği kalıyordu. Onları ele geçirmemiz gerekiyordu. Başka çaremiz yoktu. Kafamı çevirince Murat ile göz göze geldik. O da benim ile aynı fikirdeydi. Kafam ile onayladım. Bana karşılık verip hızlı adımlarla bir yere gitti. Alex'e baktım yüzünde hiçbir ifade yoktu 5 yaşında çocuk gibi durmuş oynadığı oyunun bitmesini bekliyordu. "Gizem Hanım." hala Alex'e baktığımın farkında değildim. "Evet Özgür Bey." şu adama bey demekten nefret ediyorum. Hak etmiyor. "Bir sorun mu var?" gülümsedim. "Hayır efendim." Yalan değil ya! Benim açımdan yok.

 

Leyla bizi süzdü. "Çocuğunuz yok mu?" dedi. Kafamı salladım. "Şu an düşünmüyoruz. Çok işkolik biriyimdir, hiç sabırlı değilim, çok çabuk sinirlenirim. Benden iyi bir anne olmaz." Alex elimi tuttu. "Bakmayın böyle dediğine. Evet işkoliktir, sabırsızdır birazda sinirlidir ama onun yetiştireceği çocuklar bu dünya için nimettir." Araya girdim. "Lar mı, kaç 'lar' aceba?" Alex gülümsedi. "On birlar olabilirlar. Futbol takımı olurlar fena mı?" Masada ufak bir gülüşme geçti. "Sen doğrurucaksan neden olmasın." Alex bir süre düşündü. "Bir tane de yedek kulübesi için olsun yarı sen yarı ben. Anlaştık mı?" Göz devirdim. "Bir de ciddi ciddi anlaşma teklif ediyor. Hayatım bu konuyu konuşmuştuk sanki." Alex tekrar kafasını salladı. "Fikrin değişince dek konuşmaya devam edicez." Omuz silkip önüme döndüm. "Bol şans o zaman."

 

Leyla'nın yüzünden buruk bir tebessüm vardı. Aceba kaç yaşındaydı? Zaman ne yapmıştı bu kadına böyle. Hayır zaman değil, Özgür ne yapmıştı? Bu kadından neler almıştı da böyle yorgun bir görünüm vermişti?

 

Masadaki sezizlik tekrar uzarken açacak konu düşündüm. Zamana ihtiyacımız vardı. "Şu ölen çocuklar işinizi olumsuz etkiledi galiba." Özgür umursamazca elini salladı. "Bünyeleri zayıfmış." bünyeleri mi zayıftı? O çocuklara verilen maddenin biraz daha fazlası bir kutup ayisini felç edebilirdi. Gelip bünyeleri zayıf diyor. Cinayet sebebi, yemin ederim cinayet sebebi.

 

"Haklısınız." omuz silktim. "Yenileri gelir." o an rol gereği de olsa kendimden nefret ettim.

 

"Daha önceden de böyle ölen başka çocuklar var mı?" Özgür öylesine kafasıyla onayladı ve hafif görgüsüz bir kahkaha patlattı. "Kırktan sonra saymayı bıraktım." Alex gülümsedi "Toplam mı?" elini omzuma kattı. "Hayır hayır. Sadece geçen yılın çocukları." bana göz kırptı mallarım çok kalitelidir sadece onlarda dozunu aştı."

 

Daha fazla cinayet sebebi.

 

"İşin kötü yani geçen gün tüplerde sorun çıktı diye iki kiloya yakın malım telef oldu.". Tek kaşımı kaldırdım. "Ne oldu ki?" "Yurt dışında kapsamlı bir teslimat vardı. Bir teslimatın en iyi yolu çocuklardır." Bir süre tepkimizi izledi. Tamamen nötr olduğumuzu görünce devam etti. "Küçük tüpler içinde çocukların içine mal yerleştiriyoruz. Ama geçen teslimatta tüpler patladı ve mallarım." kafasını kederle salladı. "Peki çocuklar?" bunu tırnaklarımla oynayarak tamamen umursamazca sormuştum o da bana umursamazca cevap verdi ellerime bakarak. "Öldüler." Alex kafası onu umursamazca salladı. Beni kendine çekti. Beni sakinleştirmeye çalışıyor sandım ama o an fark ettiğim şeyle afalladım. Hayır o kendisini sakinleştirmeye çalışıyordu.

 

"Kaç çocuk vardı?" dediğinde sessi sakin ve boştu. Perçemlerim ile oynuyor gözlerimden çare arıyordu. Ama yemin ederim bir kez olsun maskelerini düşürmedi. "Beş" bunu Leyla sesi titreyerek söylemişti. Onun varlığını tamamen unutmuştum.

 

"Biri daha sekiz yaşındaydı. En büyükleri sadece 12 yaşındaydı. 2 tanesi ikizdi önce biri sonra diğeri kapattı gözlerini. Sonuncusu ise mavi gözlü tatlı bir kızdı. Umut doluydu, kurtulmanın hayalini kuruyordu. Tüm yara izlerine tüm gözyaşlarına rağmen." Leyla'nın gözleri dolmuştu. Sesi titriyordu, onun sesi titredikçe benim de boğazıma bir yumru oturuyordu.

 

Özgür yerine Leyla'ya kustum nefretimi. "Çok zayıf." Özgür tikisinen bakışlarla Leyla'ya baktı. "Siz onun kusuruna bakmayın, çocuklara karşı ayrı bir ilgisi var." Leyla sanki bu son cümle ile parçalanmıştı.

 

O sırada çalan yangın alarmı ile herkes doğruldu. Alex direkt elimi tuttu, biraz sonra elektrikler kesilince herkes kaçmaya çalıştı. "Ne olu-" Özgür'ü bir silah sesi susturdu. Büyük ihtimal ölmüştü. Leyla'nın tiz çığlığı yanımdan gelince onu bileğinden kavrayıp koşmaya başladım. Ayağımdaki ayakkabılar bana ihanet ediyor, koşmamı engelliyordu.

 

Alex ise hala elimi tutuyordu. Ben de Leyla'nın elini tutuyordum. Biraz daha geçse Selena halimize acıyıp 'Selam kızlar!' -Alex'i yok say- diyerek bizi kurtaracaktı ama Selena gelmedi.

 

(Yz: Selena dizisine gönderme.)

 

Bir arabaya ilerledik. Önce Leyla'yı içeri attım. Zaten kaçmaya çalışmamıştı. Arada hafif çığlıklar atıyor inliyor ama dursam beni arkasından sürüklerdi. Kaçmaya niyetliydi. Koşarken arada önüme geçiyordu.

 

Alex özür dileyerek Leyla'nın ağzını ve burnunu bir bez ile kapattı. Leyla bilincini kaybederken debelendi ama hareketlerinde kaçış yoktu. Kaderine razı gelmişti ya da bizim iyi insanlar olduğumuzu anlamıştı. Alex arkasına yaslanırken kıyafetlerinde gördüğüm kan ile dehşete düştüm. Ona korkuyla baktığımı fark edince gülümsedi. "Merak etme." hala elini tutuyordum. Oraya gözü kayınca ben de baktım. İkimiz de bırakmak için çaba sarf etmedik hatta elimi daha sıkı tuttu. "Özgür'ün kanı." derin bir nefes verdim.

 

Alex'in iyi olduğuna enim olduktan sonra ilk iş alyansı kontrol ettim hala parmağımdaydi. Yüzük olan elimi yumruk yaptım. Sorun yok, ikisi de hâlâ güvende.

 

Elimin üstüne kan bulaşmıştı. Özgür'ün kanı.

 

Özgür. O ölmüştü onun yüzünden ölen çocuklar gibi, hayaller gibi ama o daha hızlı. Keşke o da acı çekse, ölmek için yalvarsa ve sonunda bir çığlık atsa, sonsuza dek bu hayata gözlerini yumsa ama o artık yoktu. Arkasında bıraktıklarını kurtarabilirdik. Her çaresiz ruha nefes olabilirdik. Hayatım boyunca kendimi gereksiz hissetmiştim. Şimdi o gözlere umut olabilirdim. Evet, umut tehlikeli bir duyguydu ama oksijen nasıl yakıcıysa ve oksijenden gelen su nasıl o ateşi söndürüyorsa mutluluk için de umuda ihtiyaç vardı.

Bölüm : 10.12.2024 23:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...