Şu an üst kattaki odada Alex ile aynanın karşısında kendimize bakıyorduk. Kanlı ama bir o kadar ateşli. (!) Gecenin sonunda ayına karşısı moodlar mükemmel.
Saçım biraz dağılmıştı, elbiseme biraz içki gelmişt, makyajım hafif de olsa dağılmıştı ama kabul etmek gerekirse hala güzel görünüyordum. Ellerime baktım kan kalıntıları vardı.
Yıka?
Sonra Alex'e döndüm siyah gömleğine kan bulaşmıştı, saçları dağılmış ve ceketini neredeydi bilmiyorum. Çıkarttığını hatırlamıyorum. Çenesine ve sağ yanağına kan bulaşmıştı. Bu halimiz ile şey... bu halimize pek bir şeye benzemiyorduk. Sadece Kaçak katillere falan benzerdik.
Alex masada duran telefonunu eline aldı ve bana doğru yaklaştı. "Ufak bir anı." dedi. Ona gülümseyerek koluna girdim telefonunu karşıya aynaya tuttu ve gülümseyerek bir fotoğraf çekti. Fotoğrafa baktım fotoğraf çok yapmacık duruyordu. Sanki biz değildik. Sanki iki liseli öğrenci mezuniyet partisine gidiyor gibiydi. Ama biz bir savaştan dönüyorduk.
Alex de aynı şeyi düşünüyormuş gibiydi elini belime yerleştirdi. O sıra olmayan topukluları fark edince bir kahkaha patlattım. Alex tek gözünü kırparak ne olduğunu sordu.
Ahh bu hareket. Ada da aynısını yapıyordu. Vicdansızın kızı. Ben çok önemli veya sinirli bir konuşmadayken sanki olduğundan daha iyi yapıyordu ve ben de o an yumuşuyordum. Sonra her şeyi bir kenara bırakıp sakin gülümseyen bir yüz ifadesi ile Ada'ya saydırmaya başlıyordum.
Bu hareket her insanı seksi gösterebilirdi ama ben yapınca gözünde bir şey kaçmış çocuk gibi yap(am)ıyordum. -Gönlüm 'yapıyordum' demeye el vermedi. Durum o kadar vahim.-
Dur konu neydi? O sıra boyunca Alex'e baktım yeni fark ediyordum. Kaç saat geçmişti? Bana gülümsüyordu.
Ben de gülümsüyordum.
Dik dur Asya!
Alex'e ayakkabı mı gösterdim. İlk anlamadı. Sonra eksik bir şey olduğunu fark etmiş olacak ki gülmeye başladı. Ben de eşlik ettim bizi çekmişti bu sefer 'Biz' dik işte.
Hem ciddi, hem deli.
Kapı çaldığında içeri Flash girdi. "Alex, Asya... sorgu. Şey?" Alex benden uzaklaşıp ona döndü "Ne oldu Atlas?"
"İdın yok, Selen de uyuya kaldı. Sorguya biriniz girecek artık, sizi bekliyoruz. Öykü aşağıda ama tabii rahatınıza bakın siz."
Flash ayağıma bakıp gülmeye başladı. Flash gülüyor dediğimde kafada nasıl bir ses canlanıyor bilmiyorum Ama yemin ederim gülünce sesi aynı Keloğlan gibi çıkıyordu, uzun saçlı Keloğlan Flash. onun üstünde Keloğlan'nın kıyafetlerini düşününce ister istemez Ben de gülmeye başladım.
Normalde sesi o kadar tiz değildi nasıl yapıyordu o gülüşü?
Hii UzAylı.
Tamam bugün de iki yaşında çocuk olduk çok şükür, işimiz bitti hadi sorguya.
Onlara bir şey demeden ilerledim asansöre gelince bindik. Seksenler doksanlar arası bir şarkı çalıyordu.
Flash biz süzdü. "Ee?" İkimiz de Flash'a döndük. "Ne?" Bu sefer sadece beni baştan aşağı süzdü. "Nasıl gidiyor karargah, savaşçılar, ilk görev, eğitimen - çaylak ilişkisi?" Kaşlarımı çattım. Kibar olmaya mı çalışıyordu, ya da belki canı sıkılmıştı, yoksa beni mi sorguluyordu? "İyi." Dudaklarını yaladı. Tekrar kaşlarımı çattım. "Alex ile anlaşmak zordur iyi sabrettin." dedi ama yaptığı ima çoğunlukla benimle anlaşmak zormuş gibiydi.
Ben zor biri miyim?
Evet, çok.
"Yok yani iyi gidiyor. Alex anlayışla ve eğlenceli biri bir, sıkıntı yok." Bir süre beni izlemeye devam etti. Bunun benle derdi neydi? Zaten şu lanet asansör inmedi gitti. Sorgu odası -3'deydi ve biz dördüncü kattaydık niye bu kadar uzadı? Kafamı kaldırdım, Alex'in bizi izlediğini ve hareketlerimizi hesaplandığını gördüm.
Bir şeyi de hesaplamazsa olmaz zaten.
Her zamanki gibi konuyu dağıtma işi bana düştü. "Çeteden sadece bir kişi aldık bu yeter mi? Flash omuz silkti. "Biz çetenin başı olan adamın karısını aldık." Pek rahatladığım söylenemezdi. Leyla çok masum ve isteksiz duruyordu ama bir yandan çocukların yaşlarına kadar bilgisi vardı. En azından çocuklar konusunda yardım edebilirdi belki. "Özgür öldüğünde çete ayrılmaz mı? Yani sen yoluna ben yoluma?" Flash bana 'beyin ister misin?' der gibi baktı.
Eğer bir yüzüm olsaydı benim her dakika sana yapacağım bakış bu Asya'cım.
"Bu bir bataklık, bir kere giren kolay kolay çıkmaz. Evet, Özgür öldü ama arkasında hala adamlar var." Alex aynadan bir iki saniye kendini izledi ve devam etti. "Evet, kısa süreli sarsılma olacak. Kim başa geçecek konulara hep tartışılır ve biz bu kısa süreyi değerlendirip onları toparlanmadan bitireceğiz." Ben de aynadan kendimi süzdüm. Bir dakika! Ama biz hala aynı kıyafetlerleyiz. Biz zaten 4. kata üstümüzü değiştirmek için çıkmıştık. O kadar dalmıştıki ki şakalaşmaya ve fotoğraf çekmeye, unutmuştuk.
İkiniz de manyaksınız Asya. Manyak!
🌱
Sonunda sorgu katına gelmiştik. Bir an umutsuzluğa kapılmıştım. Asansörde fenalık geçirecektim. Ama çok şükür asansöre ve Seksenler doksanlar arası Viking Savaş müziğine dayanmıştım. Toprak özlemi çeken astronot gibi davranmayacaktım elbet ama bir sevinmedim değil.
Koridorda birkaç demir kapı vardı. Kim bilir bu kapılar hangi sırlara hangi hain planları kulak misafiri olmuştu. Üstlerinde taşıdıkları ağır yük yüzünden eskimişlerdi. Ya da belki yıllık tadilatlar sorgu odası kapılarını kapsamıyordu.
Tadilat mahrumu bir kapının önünde Durmuş kumral bir kız gördüm. Bu Öykü'den başkası değildi. Sanki buradan nefret ediyor gibiydi. Ama onun asıl işi buraydı. Bazı savaşçılara özel bölgeler verilirdi. Mesela Şifacı yani Felix revirden sorumluydu. Öykü sorgu katından. Selen 4. kattaki o giyim yerinden.
Alex ve Flash yana bir odaya girdi Biz de Öykü ile hiç konuşmadan sorgu odasına girdik.
Öykü, Zihin hırsızı. Onun yakınında kendimi çırılçıplak hissediyordum. Yeteneği bu şekilde işlemiyor biliyorum ama sanki düşüncelerimi okuyabiliyor gibiydi.
Hayır Asya, düşüncelerin ile bi ilgisi yok. Sadece gizlediği duygularını birinin hissetmesi seni rahatsız ediyor.
Bir masada oturmuş saçı ve makyajı dağılmış bir Leyla vardı. Bu kadar. Oda bu kadardı. Sadece en ortada bir masa, sandalye vardı. Masanın karşısındaki duvar aynalı camlarla kaplıydı geriye kalan 3 duvar bir tavan ise koyu renk boyalarla kaplıydı. Sorgu odası eski bir görünüme sahipti. Belki kapılar bu yüzden o haldeydi.
Ben gelince Leyla kasıldı ve yapıştığı sandalyeye iyice gömüldü.
Hayır, bu korku değil utançtı.
Utanıyor muydu?
Evet, çok.
Öykü biraz geride durdu o sadece yalan ve doğruyu ayırt etmek için buradaydı, asıl konuşmacı bendim. Bundan ya da pek bir derdim yoktu ama konuya nasıl girecektim? Bu tarz izlediğin film ve dizilerde hep Sorgun ortasında çekim başlardı. "Merhaba Leyla." Leyla kafasını kaldırdı. Herhalde o da girişlerde iyi değildi. Pek rahatlamadım açıkçası.
"Merhaba." Derin bir nefes aldı. "Sizden bir şey saklamayacağım. O adam hayatımı çaldı. Onu korumam." Aceleci olması beni mutlu etti sesinde büyük bir öfke vardı. Bu öfkenin Özgür'e karşı olmasından veya veya doğruyu söylediğinden emindim ama yine de Öykü'ye döndüm. Beni başıyla olumlu anlamda onayladı. Leyla doğruyu söyleyecekti.
"Bize ne gibi bilgiler verebilirsin?" Leyla sorumlu bir beş saniye falan düşündü. "Ana merkezin yerine verebilirim. Tüm özel bilgilerin orada olduğunu söyleyebilirim, asıl evimiz olan o gizli bağ evinin adresini verebilirim, depo olarak kullanılan o iki yerin adresini verebilirim." Kafasını kaldırıp gözlerini gözlerime dikti. "Tek istediğim çocuklar. Onlar iyi ve güvende olsun gerekirse tüm suç üstlenirim."
Leyla'nın fedakarlık duygusu beni etkilemişti açıkçası. Umursamaz ama bir o kadar kararlı bir sesli konuşmaya başladım. "Peki başla o zaman." Leyla derin bir nefes aldıp konuşmaya başladı. "İki ev var bu işler için kullanılan. Bir ev yatakhane gibi bir yer, orada çocuklar ve bazı askerler var. Üç katlı dev gibi bir malikâne düşünün ama malikaneden çok hapishaneye benzer." Bazı anıları gözünün önünden geçiyor gibi boş masayı izledi ve sonunda devam etti. "Sizi orlayan adresini veremem çünkü ne o mahallenin ne de o caddenin bir adı var. Zaten evde kaçak. İşin kötü yanı..." Ses titredi. "Evin arka bahçesi. Orayı mezarlık olarak kullanıyorlar ve çoğunlukla çocuklar yatıyor orada."
Bir süre sessiz kaldık. Bu nasıl bir vicdansızlıktı? Leyla bu anlattıklarından rahatsız olmuş gibiydi hatta ne gibisi olmuştu. Bu rahatsızlığı gizlemeye çalışmıyordu. "O çocukların aileleri?" Leyla acı dolu gözlerle bana döndü. "Orada olan çocukların yarısından fazlası ailelerini tanımaz bile. Geri kalanları da aileleri tarafından terk edilmiş çocuklar. Aslında bir kısmı kendileri evden kaçan çocuklar." Yutkundum ve bunu yaparken acı çektiğimi fark ettim.
Düşünsene birkaç çocuk aileleri veya çevreleri yüzünden evden kaçmak zorunda. Her şeyi riske atarak kaçmak zorunda. İçime bir taş oturdu ve orada kaldı. O çocuklar bu cehennemi düşünmüş müydü? Düşünmüşlerse Bu cehenneme dalmayı göze alacak neler yaşamışlardı?
Gözümün önünde bir sürü bulut geldi. Bir sürü Yağmur bulut. O bulutlar çocuklardı ve hepsi şimşekler içinde yağıyordu ama insanlar sadece ıslanmayı dert ediyordı.
Anladın mı İsimsiz?
Şüpheliyim.
Merak etme. Bir ara anlatırım belki.
"O ev işkence mekanı gibidir. Kaçak değil ama bir kısmı yasal değil." Gözlerimdeki soru işaretlerini fark etmiş olacak ki açıkladı. "Evin planlarında olmayan bir geçit var. Yerin altında ama yeryüzüne yakın bir cehennem orası. İşkenceler orada yapılır ve ameliyatlar." Kaşlarımı çattım. "Ameliyatlar?" Leyla acı ile gülümsedi. "Çocukların içine yerleştirilen tüplerin hepsi oraya yutularak girmiyor." Dehşete düşmüştüm bu... Bu çok fazlaydı.
Hiç kisme mi sesini çıkartmadı bu aşağılık düzene, kimse mi fark etmedi? Sonra yandı zihnimde şimşekler. Yeteri kadar paran varsa arkan yeteri kadar güçlüyse binevi dokunulmazsındır.
Tabii güç veya parda adalet savaşçıları için bir amaç olsaydı. Bizim tek derdimiz adaletti ve onu öyle yada böyle elde edecektik.
Boğazım temizleyip konuşmaya başladım. "Evde başka neler var?" Leyla acı ile kafasını salladı ve geri masaya baktı. Ona kendi ve kaderi ile yüzleşmesi için biraz süre tanıdım ve sonunda konuşmaya başladı. "Orada bende yaşıyorum. Bazen Özgür sırf işkence olsun diye beni ameliyat sırasında oraya alır. O çocuklar o halde görmek..."
Sustu.
Sustum.
Sanki her şey sustu .
Fakat çocuklar susmadı. Acı bir çığlık attı ama kimse duymadı.
Zaten öyle olmaz mıydı? Biz seninle kaç kere çığlık attık Asya. Kim geldi yanımıza?
"Özgür'ün bayağı adamı var ve onlarla ilgili dosyaları çocukların olduğu yetimhanede tutar. Kimseni ailesi ile tehdit eder; kimisi başka şans olmadığı için kabul eder. Kimi aşağılık köpekler sırf kendini rahatlıkları için dünden hazırdır." İşte lanet insanoğlunun lanet kaderi. Parayı kullara yapacaklarına paranın köleleri oldular.
Leyla sandalyede hareketlendi. "Özgür'ün çok silahı var ve evet, çoğu adamı da var ama Özgür artık yok onun yerine bu kirli tahta büyük ihtimal Caner geçer." Tek kaşımı kaldırdım. "Caner kim?" Caner'in adı geçince Leyla o isimden daha da tiksiniyor gibiydi. Eline karnına bastırdı ve devam etti. -İsmini düşünmek bile sanırım midesini bulandırmaya yetmişti.- Caner Özgür'ün en yakın arkadaşı ondan 2 yaş büyük Özgür'den daha acımasız biri varsa şu dünyada Caner'den başkası olamaz c
Caner'e olan nefreti nereden geliyordu acaba? Bu konu ile ilgili bildiğim bir şey varsa o da çok eskilere ulaşmasıydı.
Caner hep yeni çocuklar getirir veya yeni kadınlar. İşkence çektirmekten keyif alır. Fakat beyfendi işkencelerin kendisine saklar. Onun işkencelerini gören kişi mutlaka tadan kişidir. Tam bir sadist. Bir keresinde bir çocuğu canı sıkıldı diye önünde dans ettirmişti. Sonra onu acımasızca öldürmüştü." Derin bir nefer alıp tekrar konuştu. "Caner için kız erkek fark etmez. Bir kadını öldürmüştü. Kadının dudaklarını kesmişti. Ve şey.... Cinsel organını yakmıştı." Kızarmıştı ama sadece utançtan değil öfkeden de kızarmıştı.
Öykü'ye döndü bir iki saniye bakıp gözlerini yere çevirdi. "Şu arkadaşın turuncu saçlı, çilli olan. Ona çok benziyordu." Öykü bu benzetmeden rahatsız olmuş gibiydi. Son zamanlarda fark ettiğim kadarıyla Lusta'ya -kızın adı galiba buydu- Ayrı bir ilgisi ve çekingenliği vardı. Leyla konuşmaya devam edince. Lusiya-Öykü konusunu bir süreliğine rafa kaldırdım. "Kızım turuncu saçlarına adeta yolmuştu ve normal çilelerinin yanında artık kan lekelerinden oluşan çiller vardı. Galiba toplu iğne ile delinmişti."
Öykü dehşet olan gözlerle bir sürü ayakkabılarını inceledi. Korkarım istemeden Lusita'yı o şekilde düşünmüştü. Onun yanında olduğumu göstermek için koluna dokundum ve sıcak bir şekilde ona gülümsedim. Bana acı ve özgüvensiz bir gülümsem ile karşılık verdi bu şu anadek bana olan en sıcak gülümsemesiydi ve bunda acı vardı ne kadar.... söz bulamıyorum.
"Bir keresinde bir adama takmıştı." dedi Leyla. İlimizde ona döndük. "Adam erkeklerde etkilenmediğini belirtmişti. Fakat Caner buna fazla tepki verdi. Adamı kaçırdı. Önce bağlayıp dokuz gün boyunca otuzdan falza kez tecavüz etti. Onun uğurlu sayıları çünkü dokuz ve otuzlu sayılar. Sonra onun cinsel organını kesti adam kan kaybından yavaş yavaş öldü." Yüzüne tiksinti dolu bir ifade yerleşti. "Mutfakta çalışan kadınlarda birinden onun organını temizlenmesini emretti." Yüzünü buruşturdu
Midem bulanmaya başlamıştı. Asıl ölmesi gereken kişi aslında Caner'di.
Bu hayatta çığlıklar içinde son vermesi gereken kişi Caner'di ve o çığlıkları duymak için gerekirse sessiz sessiz ölecektim.
Bunlar ne kadar saçma ölüm taktikleriydi, ne saçma işkence taktikleriydi? Bu herif ne yaşamıştı da bunları yaşatmıştı?
"Caner'e neden bu kadar fazla nefret besliyorsun?" Öykü ve Leyla bana kınayıcı ifadeleriyle döndüler. 'Etmem için gerekli nedenler var ortada yetmez mi?' der gibi bakıyordu ikisi de. "İşin içinde başka şeyler var. Sadece başkalarına yaptıkları değil sana yaptığı felaketler de var." Leyla bana şaşkın ve acı karışık bir ifadeyle bakıyordu. Tekrardan masaya döndü. Bir süre sessizlik bize kendini tanıttı ve en sonunda Leyla sanki cesaretti kaçmadan konuşmak ister gibi anlatmaya başladı
"Beni Özgür'ün eline veren kişi Caner'di." sessizlik tekrar gelince işin ucunu bırakmamaya karar verdim. "Ne yaptı, nasıl verdi?" Derin soluklar alıp verdi. "Ben lisedeyken beni Özgür ile tanıştırdı. Özgür zaten onun sayesinde beni tanıyordu. Tanışmak istemediğimi belirtsemde Caner beni zorladı. Babamın bir arkadaşıydı Caner. Özgür iki hafta sonra gelip beni istedi babamdan. Zaten annemi daha Ben dokuz yaşındayken bir hastalık yüzünden kaybetmiştik. O ölünce babam kendini içkiye, kumbara verdi. Klasik hikaye. Babamın para ihtiyacı vardı. Beni sattı." Leyla'nın sesi titremeye başladı. "O zamanlar bir adam vardı benden iki yaş büyüktü. Murat." Leyla bir süre tavana baktı, gözleri dolmuştu. Ona bir şişe su verdim. Sanki boğazındaki bi yumruğundan kurtulmak istiyor gibi şişenin yarısından fazlasını içti.
"Murat ve ben bir gelecek hayal ediyorduk. O benim hep anne olmak istediğimi biliyordu. İyi bir anne olacağıma inanıyordu. Ben küçük yaşta anne şefkatinden mahrum kalmıştım benim çocuğum kalmayacaktı." Leyla ağlamaya başladı ve içinden bir ses bu ağlama daha beter olacağını söylüyordu. "Özgür beni Mersin'e kaçırdı Ben hep hayal ederdim denizi, hiç görmemiştim. denizi görecektim. Bizim Murat ile evlenecektik belki çocuğumuz olacaktı. Belki birlikte bir deniz kenarına giderdik tatile. Huzur bulurdum denizde. Ama denizi ilk gördüğümde; ilk o hapis olduğum odanın penceresinden baktığım an boğululduğumu hissettim. Deniz insanı mesafeler olsa da boğarmış."
Leyla şişede kalan son birkaç yudum suyu da içti ve devam etti. "Düğün günü bir çaresini bulup Murat'a yazdım. Mersin deyim gel kurtar beni. Kaçarım senle. Ben seni seviyorum kurtar beni dedim. Gelmedi."
"Aradan bir yıl geçti. Babam öldü. Memlekete onun taziyesine götürdü beni Özgür. Bir yabancı gibi, bamam öldükten üç gün sonra gittim ben taziyesine. Babam gömüldükten sonra götürdü Özgür beni... Halime ana ile karşılaştık. -Murat'ın annesi- Murat gibi babamın da kara toprağa gittiğini, benim geçmişim ile ilgili herkesi kaybettiğimi söyledi. -Biliyordu Murat'ı sevdiğimi.- Nasıl dedim. Murat ölmedi ki, yaşıyor dedim. Ağlamaya başladı o ağladı, ben ağladım. Beni bir mezarın başına getirdi." Leyla artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
"Murat'ın ölmüştü hiçbir zaman benim olmayan Murat'ım ölmüştü. Tarih ona mesaj attığım tarihi ile aynıydı. Araştırdım, ben ona mesaj attıktan birkaç saat sonra otoyolda kaza yapıp ölmüş. Murat bana gelirken benden sonsuza dek gitmişti."
Bir insan içinde bir şey parçalanabilir mi? Ben hissetmiştim, içimde bir şeyler kanıyordu. Ama şu an fark ediyordum. Aslında Leyla'nın kalbin üstünde de kan lekesi vardı. Görünmüyordu kime sorsan yok derdi ama şimdi görebiliyordum, vardı. Ve yayılıyordu. Kalp kırılmazdı hani, hani kalpte kemik yoktu? Bu kalp paramparçaydı. Olmayan kemikleri ciğerlerine batıyordu. Görebiliyordum.
"Özgür benim geri Mersin'e getirdi. Babamın acı üstüne bir de ilk aşkım olan Murat'ın acısı beni bitirdi. Mersin'e geldiğim günün ertesi günü hamile olduğumu öğrendim. Evet, bu bebek Özgür'ün kanına sahipti. Ama bu bebeği bana Murat göndermişti. Daha fazla acı çekmeyeyim diye. Biliyordu hep anne olmak istediğimi. Varsın yoksun Özgür ile kan bağı olsun. Bebeğimin Murat ile duygu bağı vardı. O bebek bana Murat'ın hediyesiydi." Ağlamaya devam etti ama sanki boğazı parçalanacak gibiydi. Arkadan hıçkırık sesi gelince Öykü'nün de ağlamaya başladığını anladım. Şu an Leyla'nın acısını hissediyordum. Ama Öykü gerçek anlamda hissediyordu. Onun yeteneği buydu. O da yaşıyordu içinde o felaketi.
"Özgür-" dedi. Daha kötü ağlamaya başladı. "Aldı benden. Murat'ın son hediyesini aldı. Hamile olduğumu öğrenince benden izinsiz beni zorla ameliyata soktu. Sadece çocuğumu almadı benden. Anne olma şansımı da aldı." Leyla sanki gözler eriyormuş gibiydi. akan yaşlıların haddi hesabı yoktu. Titriyordu ve hıçkırıklar arasında boğuluyor gibiydi.
Gözlerimi aynalı cama çevirdim. O an Alex ile göz göze gelmiş gibi hissettim. Onun ne tarafta olduğunu bilmiyorum ama nedenini de bilmediğim bir şekilde bana bakıyor gibiydi.
"Çocuğum olmayacak benim. Murat'ımla mutlu olamayacak, denize bakıp huzur bulamayacağım ben." Tekrar Leyla'ya döndüm. Onu birkaç adım yaklaştım. Elimi omuzuna kattım tek dizimin üstüne çöktüp kalan mesafeyi kapattım. Beni kendine çekip sarılı.
'Bizim Murat ile evlenecektik belki çocuğumuz olacaktı.'
Üzgünüm Leyla sen anne olamayacaksın.
Üzgünüm Leyla sen Murat ile evlenemeyeceksin.
Üzgünüm Leyla sen deninize baktığında sadece boğulacaksın.
Kollarımın arasında tir tir titreyen bedene baktım. O beden cesetti aslında. Sadece nefes alıyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlayan o bedene kollarımı sıkıca sardım. Onu hayatını adaletsizliğinden, onu hayatın tüm o kırbaç darbelerinden korumak istemiş gibi sıkıca sardım. Kendimi siper ettim ama o kırbaçlar beni aşıp ona değmeye devam etti.
'Murat ölmedi ki...'
Hayır, Murat öldü Leyla. Sana ulaşmaya çalışırken öldü ve sen de her gün bu vicdan azabı ile öldün. Biliyorum Leyla.
'Ben küçük yaşta anne şefkatinden mahrum kalmıştım. Benim çocuğum kalmayacaktı...'
Hayır Leyla, sen sadece anne şevkatinden mahrum değil, evlat sevgisinden de mahrum kalacaktın. Sen çocuğundan şefkatine esirgemeyecektin ama hayat senden bir çocuğu esirgeyecekti.
Bunların hiçbirini ona söylemedim. Sadece ben de onunla ağladım. Acısını hissediyordum. Aslında tek hissettiğim şey acıydı. Bu hayat adına özür dilerim. Çığlıklarını duyamayan o insanlardan olduğum için özür dilerim Leyla.
O an kollarımın arasında bir kez daha can verdi.
"Ben anne olamayacak mıyım gerçekten? Murat öldü mü gerçekten? Ben denizde aynı bakabilecek miyim?" Bana soru soruyordu. Ona vereceğim cevaba körü körüne inanırdı, biliyordum inanırdı. Ama cevap veremedim. Anne olamayacaksın, Murat öldü, deniz seni boğmaya devam edecek diyemedim ama bunlara karşı da gelmedim. Ben kollarımın arasındaki o masum; acının vücut bulmuş haline sarılmaktan başka bir şey yapamadım.
Daha çok anısı vardı o cehennemde biliyorum. Ona cehennemi unutturamazdım ama onu o cehennemden koruyabilirdim. Koruyacaktım! Elimden ancak bu kadar gelirdi zaten. Onu kendisini boğan denizden kurtaracaktım. Lakin biliyordum. O denizden sırf Murat ve olmayacak çocuğu için fazla uzaklaşamayacaktı ve deniz mesafelere rağmen onu boğmaya devam edecekti.
🌷
Toplantı salonundanydık, her zamanki gibi toplantıları diğerini tanımak için kullanıyordum.
ilk İdın'a baktim elinde bir zincir ile oynuyordu. İdın'nın karşısında Şifacı vardı, masaya yaslanmış biriyle çenesinde gülümseyerek İdın'ı izliyordu ve tabii ki İdın bunun farkında değildi.
Sonra Öykü'ye döndüm. Sorgu onu çok etkilemişti. Parmaklarını bileğimdeki haç dövmesinde gezdirdi. Masaya eğilmiş hem dövmesi ile oynuyor hem de bir şeyler mırıldanıyordu.
Yanılmıyorsam Alex daha önceden Öykü'nün Kıbrıs vatandaşı olduğunu söylemişti. Yıllar önce okumak için Türkiye'ye gelmiş bir daha da gitmemiş, ardından savaşçı olunca o da Zeo gibi vatanı yapmış bu toprakları.
Vatan doğduğun yer değildir. Kendini ait hissettiğin yerdir. Kalbinin attığı yerdir.
Çaprazında Meredit vardı, ona bakınca bana baktı ve sıcak bir şekilde gülümsedi. Bir an afalladım bir iki saniye bakıp Ben de çekingen belli belirsiz ama sıcak bir gülümseme ile karşılık verdim.
Kızardı.
Ben de kızardım.
Alt tarafı gülümseştiniz ne kızarıyorsunuz?
Gülümseşmek? Hoş geldin yeni kelime. vatana millete hayırlı olsun.
Karşısında Lusita kafasını eğmiş masaya bakıyordu ve bir şeyler düşünüyordu, o an yakaladığım şeyle nefesim kesildi. Lusita iki saniyeliğine de olsa kafasını kaldırmadan göz ucuyla Öykü'ye baktı ve dudaklarını silik bir gülümseme oluştu. Lusita'ya mal mal bakarken sessiz kalmaya karar verdim. İnsanlar izlemenin kötü yanları varsa bunların başında da bazen gizli şeyleri fark etmek gelirdi.
Tekrar Öykü'ye döndüm. Hala bir şeyler mırıldanıyordu. Lusita'nın baktığını bilse kalp krizi geçirir herhalde. Yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Bu sefer hızlıca her birine göz gezdirdim. Her biri harika görünüyordu gözümde.
Melek? olabilir.
Gerçek anlamında insan?
kesinlikle.
Başkan gelince herkes ayağa kalktı ve Başkan oturmamızı işaret edince oturduk. "Eksik kimler var Alex?" Alex hiç kontrol etmeye gerek kalmadan konuştu. "Umut, Melodi, Ada." Başkan çenesini sıvazladı. "Umut ve Melodi'ye ben izin verdim. Peki Ada nerde Hyun Su?" Benden önce Hyun Su'ya sorması biraz sinirimi bozmuştu ama burada işler böyleydi. O Hyun Su'nun çaylarığıydı artık.
"Sağlık sorunları sebebiyle hastaneye gitmesi gerekti." Hızlıca ona döndüm. Beni unutmuştu ve bu dudaklarını birbirine bastırmasından anlaşılıyordu. Belli ki Ada bana bir şey söylemesini istemiyordu. Bugün sabah aradığımda Kumsal ile birlikte olacağını son zamanlarda Kumsal fazla şüphelendiği için bir iki gün karargâha gelmeyeceğini söylemişti.
Yalancı hain!
Hyun Su bir süre bana korku ile bakınca yine o tehditkar bakışlardan attığımı fark ettim. "Önemli bir şey değildir umarım." dedi Başkan. Hyun Su cevap vermeden birkaç saniye Başkan'a bakıp bana döndü. "Anladım." Başkan Hyun Su'nun ben varken konuşmayacağını daha doğrusu konuşamayacağını anladı. Masadaki tüm gözler ben ve Hyun Su'nun üstündeydi. Sakin görülmeye çalışarak arkama yaslandım ve Hyun Su'ya 'Seninle sonra görüşecem.' temalı harika bir bakış attım.
Ada bazen -pardon HEP!- beni deli ediyor. Kızın soyadı Deli ama insanları onun sayesinde daha çok deliriyor. Ben kontrollere gitsem veya rehabilitasyon merkezinde bir iki saat kalsam sıkıyorsa ona haber vermeyeyim ebem ile aşk yaşar ama en ağır şeyden en hafif şey gizler. Ne ağır hastalık olsa söyler ne normal grip olsa söyler. Bir de kızda bir aşk var ki grip ile ilgili. sesi kısılsın diye insan hasta olur mu? Ben sesim kısıldığında kısıtlanmış hissediyorum. Zaten sesim kısıldımı Birgül hoca kafamı kırıyor. Oyun öncesi dondurma yememiz yasak özellikle önemli rolü olan kişilerin.
Bayağı büyük bir oyunumuz vardı ve oyun 2 hafta kala sesim kısılmıştı. Kısıklığı sebebi o dönem havadaki yoğun toz ve kuruluktu. Yani elimde değildi. O kadar çaba sarf ettim ki... Bir kaynar su içmediğim kalmıştı ama sıcak çaylar zaten onun yerine almıştı. Ses kısılınca çay içilmez ki!
Ada! En son ona saydırıyordum. Uyku düzeni yok, yemesi mi içmesine dikkat etmez, beni deli eder. Çok fazla hareket eder, bazen kılını kıpırdatmaz... Oho sinirimi kaybettim.
Ada'ya duyduğum öfke konuşmaya olan merakımdan daha ağırdı ama biraz sakinleşince konuşmaya odaklanmaya karar verdim. "Bence doğruyu söylüyordu efendim, yalan hissetmedim." Ha? Haa... konu Leyla. Buraya toplanma amacımız o.
Günaydın Asya, uyanmasaydın. Biz uyumaya gidecektik.
"Bence tekrar sorguya gitsinler ve zorlasınlar." dedi Zoe. "Belki de ona özgür bırakmalıyız. Eninde sonunda Caner'e geri dönecektir." Dedi, bu seferde Cesika. Sessiz bir şekilde onları dinliyor karakterleri ile ilgili bilgileri kesinleştiriyordum.
"Ya başka planları varsa?" dedi Meredit. "Yani bizi kandırmak için oynanacak bir oyun değil illa." Şu Zoe arkasına yaslandı ve çaprazındaki Meredit'e; "Ne demek istiyorsun cadı? Açık konuş." dedi. Meredit nefes aldı. "Öncelikle bana cadı demeyi bırak. Ben cadı değilim."
Öyleydi. Ne? Teknik olarak o bir cadı.
"İkinci olarak fazla paranoya bağlamadık mı? Yani Öykü onun yalan söylemediğini söyledi. Kayıtları izledim yalan söylüyor gibi görünüyordu. Eğer yalan söylüyorsa onu savaşçı olarak aramıza almamız gerekir. Çünkü şahsen Öykü'nün de öyle kolay bir yalana kanacağını sanmıyorum. O kadar iyi yalan söyleyecek kadar iyiyse Leyla; onu çaylağım olarak almak isterim." Lusita varlığını hatırlatmak ister gibi boğazdan temizledi. Meredit Lusita'ya dönüp gülümsedi. "Merak etme bahçıvan kız. Seni bırakmam." dedi ve göz kırptı. Lusi ise kıkırdamak ile yetindi. Öykü'nün gözlerinden kıskançlık aradım ama sadece sevgi buldum. Sarıların Meredit'e düşündüğümden daha bağlıydı veya duygularım çok iyi gizliyordu.
"Sen bu konuda ne düşünüyorsun Asya?" Kafamı Alex'e çevirdim. Masada iki tüm gözler bana dönmüştü. Rahat bir şekilde masaya doğru eğildim ve ellerim masaya kattım. "Bence Öykü haklı. Yalan söylemiyordu. Hem zaten neden söylesin ki? Kaybedecek bir şeyi yok." Zoe'ye döndüm. "Onu zorlamamıza gerek yok zaten anlatıyor ve zorlasak bize olan iki gram güveni kırılır." Cesika'ya döndüm. "Ona bıraksak gideceği bir yeri yok. Şehir dışından gelmiş, geçmiş yok. Zaten bence Caner sığınacağı son kişi bile olmaz. Caner'e duyduğu saf nefret gözlerinden yansıyordu." Öykü lafımı kesti. "Asya haklı nefretin ölçü birimi ne olur bilmem ama ne olursa İdın'nın zehirlemede kullandığı kadar fazla." İdın doğruldu. "Benim kullandığım nefret hissedebiliyor musun?" Öykü bir iki saniye nasıl açıklayacağını düşündü. "Evet, yani kısmen. Sen yayıyorsun ama o içinde tutuyor." İdın başını salladı. "Her insanın zehri kendi nefreti."
Oo lafa gel. Şu u anki konuşma ve İdın'nın yeteneği göze alınırsa tam kamyon arkasına yazılacak laf.
"Yalan iş yok yani." dedi Arthur, emin olmak istiyordu. Arthur'a döndüm. Şu çocuk ile göz göze gelmekten nefret ediyordum. İki gözü ayrı iki insanmış ve ikisine de aynı anda bakmak zorundaymışım gibi geliyordu.
Şaş olmak istiyorsan deneyebilirsin Asya'cım
"Bir insan ayık ise en fazla yorgun olduğunda dürüst olur. O neredeyse bir gündür ayakta ve yorgunluğu gözüne yansıyor. Eğer bu durumda yalan söyleyebiliyorsa Meredit'in dediği gibi onun yerine savaş olarak yanımıza alalım." "Belki de iyi bir oyuncudur." Taraftar son sözlerini mırıldanır gibi söylemişti. "Sanmıyorum bu kadar iyi bir oyunculuk, bu kadar sıkışık bir durumda biraz zor. Vücut ve dil yalan söyler ama duygular söylemez. Duyguları yönetsen bile gözler seninle ele verir ama onda bunların hiçbiri olmadı. Eğer yalansa oyunculuğunu hayran kaldığımı belirtmek isterim."
Flash gülme ve homurdanma arası bir ses çıkardı. "Sanırsın oskarlık oyuncu." Ona göz devirip hiçbir cevap vermedim. "Kötü haber dostum, öyle." dedi Alex. Masadaki tüm gözler ona döndü ama o konuşmaya devam etti. "Liseden beri profesyonel tiyatro ile ilgileniyor, iki başarı ve bir drama eğitmenlik belgesi var, biri en iyi kadın oyuncu, biri en iyi yan oyuncu ve iki en iyi başrol oyuncu olmak üzere dört ödülü var. Şu ana dek Asya'nın oynadığı ve yarışmaya giren dört oyun var. İki oyunda birincilik bir oyunda ikincilik ve Türkiye çapında düzenlenen bir yarışta beşincilikleri var. Ayrıca iki yıl önce yazdığı bir oyun 28 aday arasında en iyi oyun ödülü aldı. Oskar olmasa da bayağı bı ödülü var. Ha bu arada Oskar ödülü oyuncuya değil filme verilir."
Masadaki tüm gözler ona dönmüştü ve evet, benim gözlerimde dahil. Ama biz altıncı olmamış mıydık? İlk üçte değildik. Dörtte Beyoğlu vardı. Aynen biz beşinci olmuştuk. Doğru.
Alex omuz silkti. "Ne? Siz çaylağınızı almadan önce araştırmadınız mı?" Eğitmenler masasına göz gezdirdi kimse ses veya tepki vermedi. "Hadi ama ciddi olamazsınız."
"Hey! İdın'ı geldiğim zaman ilk kez gördüm. Ondan önce görmedim ki." İdın Félix'e baktı ve sadece gülümsedi. "Ben araştırma yapmadım." dedi Selen. "İnsan gibi aldım karşıma konuştum. Ne gerek var masa başı fantezilerine?" Arthur bir iki saniye Selen süstsüzdü ama nedeni Selena ona geçmişte anlattıklarının yükü var gibiydi yorgun grisi gözünde. "Ben ikizleri seçmedim güçlerimiz bağlantılı diye otomatikman geldiler." dedi Flash rahat bir sesle. "Ayrıca insan gibi karşıma alıp konuşsaydım şu an burada bir ters kol Atlas olurdu." Flash sanki yanlış bir şey söylemiş gibi dudaklarını birbirine bastırdı.
İkizler?
İkizlerin konusu açalınca masaya sessizlik düştü.
Aklımda bu konu ile ilgili hâlâ soru isaretleri vardı. Soru sormak istiyordum ama sanırım ortam şu an hiç müsait değildi.
Meredit'e döndüm, dudaklarını hareket ettirdi. Sonra konuşuruz dedi yani sanırım. Sadece başımıyla oynadım. Masadaki gergin havayı dağıtmak için Maria boğazını temizleyerek konuşmaya başladı. "Evet Asya, en son sen konuşuyordun."
"Bence hepimiz Leyla'nın doğruyu söylediğinden artık hemfikiriz. Ne olur ne olmaz diye bir daha sorguya alırız eğer gerek görürseniz." Tekrar hızlıca savaşçılara göz gezdirdim. "Artık çözüme odaklansak diyorum. Ellerine bir sürü çocuk var. Bu kısa süreli çöküş son şansımız olabilir." Masadakilerin bazıları başlarıyla onayladı beni. "Bu kadar kararlı konuştuğuna göre bir fikrim var." Alex'e döndüm yüzümde kendinden emin bir gülümseme oluştu. "Tabii ki var. Benim her zaman bir fikrim vardır." "Bu fikri sevdim." dedi Öykü, Bana emin bir şekilde bakıyordu.
Öykü'nün güvenini kazandık Asya. Sevinç dansı.
Sırası değil içses. Rezil olmayalım şimdi.
Zaaf ve zayıflıklarını kullanırız. O kadar da detaya girmeye gerek yok. Klasik ilerleriz. Leyla'dan ideal kız ve erkek tiplerini öğreniniz. mutlaka savaşçılar arasında tipi olan vardır. Alex devamını getirdi. "Sonra onu beklediğimiz bir yere çekeriz." Gülümsedim "Evet, en savunması olduğu yerde onu ele geçirmiş oluruz." "Sonradan geri kalanları onun sayesinde yakalarız ve çocuklar kurtulmuş olur bir fikri sevdim."
İkimizin yüzünde hafif şeytani bir gülümseme vardı.
Gözlerimi zorlukla da olsa Alex'ten ayırdım savaşçılar bizi izliyordu ve çoğunun gözünde ikna olmuş bir ifade vardı. "Peki kimlerle Leyla ile konuşacak?" diye sordu şüpheli bir sesle Hyun Su. İdın omuz silkti. "Öykü zaten garanti. Leyla Asya'ya olan güvenini dün gösterdi, bence diğer kişi Asya olmalı. Kalabalığa gerek yok iki kişi yeter." Savaşçılar aynı fikirde olduklarını belirtmek için bir şeyler homurdandı ya da başlarıyla onayladı ama hepsi aynı karara vardı.
"Peki Asya ve Öykü hemen insin zaman kaybetmeyelim. Eklemek istediğiniz bir şey var mı Başkanım?" Başkan Alex'e gurur dolu gözlerle bakıyordu. "Hayır, iyi bir planına benziyor. Cesi tatlım teknik ekibi al ve sorgu odasını hazırlat lütfen." Rota gülümseydik başıyla onayladı ve toplantı salonumdan çıktı. Başkan tekrar arkasına yaslandı bizi izlemeye devam etti. İşleri kendi başımıza halletmemizden memnun gibiydi. Başkan sadece yetki ve görev veriyordu. Savaşçıları asıl Alex yönlendiriyordu. Alex'e döndüm. Masada bu sefer Caner ile ilgili konuşmalar dönüyordu. Alex onları dinliyor ama savaşçılar bir nokta oldumu direkt Alex'e soruyordu. Yüzünü de kendinden emin, sıcak bir ifade vardı dik duruyor, gözleriyle savaşılırı süzüyordu. Her kelimeyi tartıp ya onaylıyor ya da yeni fikirler ortaya atıyordu.
Tüm bunları Alex'e duydum hayranını arttırdı.
Evet, o çok zekiydi koskoca bir teşkilatı yönlendirecek kadar. Evet, o çok güçlüydü bu kadar sorumluluğun ardından kalkacak kadar
Evet, o çok harikaydı tahmin bile edemeyeceğim kadar.
Alex bana bakıp gülümsediğinde her şeyi batırdım bir an afarladım ve her şeyi daha da tuhaflaştırarak kafama Öykü'ye çevirdim. Sadece konuştuğu için en mantıklı kaçış o geldi. Kızardığımı hissettiğimde içten çek kendime saydırmaya başladım. Aynalı camın yansımasında Alex'i gördüm. Bana bakmaya devam ediyordu. Sonra gülümsedi ve konuşmaya geri döndü. Hala cam ile aşk yaşıyordum. Öykü bana döndü. 'Ne oldu?' der gibi kafasını salladı. ona sus işareti yaptım. Elimi kullanmadığımdan öpücük gibi görünmüş olabilir emin değilim.
Öykü başı ile onayladı ve önüne döndü. Yaşasın öpücük anlamamış. Zeki kız.
"Bence tipi olsa bile gitmeyecek savaşçıları belirleyelim." dedi Flash. "Tehlike atamayacağımız kişiler burda kalmalı." Neden böyle bir şey yapıyorlardı ki? Tehlike varsa hepsi tehlikeliydi.
"Bence bir garanti Félix."
dedi İdın. Félix karşı gelmek için atıldı ama İdın onu susturdu. "Hayır Félix! Bir tehlike anında adama pozitif enerji veremezsin. Hem hem genç kaçarsın." defi bahane üretmeye çalışarak. "Bence şerefsiz yaşa bakmaz." İdın bana ters bir bakış attı. Bu çocuk ters bakışlar söz konusu olunca en az benim kadar iyiydi. "Ama yine de bence de kalmalısın. Sonuç olarak bir şeyler ters giderse Şifaci'ya ihtiyaç olur. Klâsik savaş taktiği taktiği, önce doktora hallet yaraları kimse sarmasın." İdın bu sefer teşekkür eder gibi bakıyordu. "Mantık olarak düşünürsek Asya haklı." dedi Alex kararlı bir sesle. "Fèlix'i oraya göndermek hem onun için hem bizim için tehlikeli olur." Şifacı bir şeyler mırıldığındı ama kabul ettiğini göstermek için başını salladı.
Alex'in gücü adına. Yihaaa!
*Savaş efekti*
"İki kesinlikle Maria." dedi Mex Fina. Onu unuttumu fark ettim. "O olmadan körüz." Diğerleri bunu başıyla onayladı. Maria Masaya eğilip sadece Mex'e baktı. Mex tüm gözlerden kaçmak istiyor gibiydi tekrar aramızda görünmez oldu. Herkes onu unuttu ama Maria unutmadı. "Üç Ada." Hyun Su sayesinde küçük öfke sorunumu tekrar hatırladım. "Ne, Ada birkaç güne kadar hastaneden çıkmaz mı?" Aslında ağzından laf almaya çalışıyordum. "Niye çıksa gönderir misin?" Soruma soruyla cevap veriyor ihtimalleri göz ardı ediyordu. Hyun Su'nun ağzından laf almak niye bu kadar zor?
"Peki Ada yok. yarın çıksa bile büyük ihtimal hala yorgun olur. Ayrıca daha yeni. Normallerden birini de tehlikeye atamayız." "O zaman Mex de gitmiyor. Sonuçta Olası bir durumda sanal imparatorluğumuzu tehlikeye atamayız."dedi Maria. "Açıkçası her zamanki gibi Mex'i saha dışında tutmak istiyordum zaten. Sonuçta bizi asıl yönlendiren faktör o. Teknik ekip asla onun yerini tutamaz."
Mex omuz silkti. "Zaten ideal tip olarak siyahi seçeceğini sanmıyorum." Şuan fark ediyordum Mex aramızdaki tek siyahiydi -Maria da biraz koyu tenliydi ama Mex kadar değil.- ama kesinlikle ideal erkek tipi olacak kadar yakışıklıydı. Yüz hatları ve gözleri mükemmeldi.
"Bence o şerefsizi boş ver." dedi Selen. "Sen bizim ideal erkek tipimizsin." dedi ve göz kırptı. "Tipi geçtim kos koca Mex Fina, olum senin duruşun yeter." dedi Atlas. Mex'in yüzünde utanç dolu bir gülümseme oluştu. Koyu renk teni kızarmıştı. Ne kadar kızardığını sen düşün. Ona verebileceğim en sıcak gülümsemeyi verdim. Bu zor olmadı. Gözleri parladı ve en az gözlere kadar parlak dişlerini göstererek gülümsedi. Şu an Mex'e karşı yoğun bir sıcaklık hissetmiş durumdayım.
"Asya ve Alex daha önce görüldü." dedi Cesika yüzünü buruşturarak. "Karşılarına çıkmaları çok tehlikeli." Alex bir iki saniye düşündü. Masadaki tüm gözler gene onun üstündeydi. "Ces haklı. Ben Asya'yı da eliyoruz."
🌿
Sorgu odasına geldiğimizde yine Leyla ortada bir masada oturuyordu. Onu doğru yaklaştım. Zayıflamıştı. Bir insan iki günde nasıl zayıflar bilmem ama zayıflamıştı. Yüzü çökmüştü. Geçmiş onun derinden yaralamış asla kabuk bağlamayacak o yaraları hatırlatmıştı. Neredeydi peki adalet? Şu an karşımda geçmişin zehrinden kurtulamamış bir kadın duruyordu. Her şey elinden alınmış, nefes alan bir ceset. Ruh kaybolmanin eşiğinde.
Elimi güven vermek ister gibi Leyla'nın omuzuna kattım. "Az önce seninle ilgilenen arkadaş ile konuştum hiçbir şey yemiyor dedi. Böyle giderse zayıf düşersin." Leyla kafasını kaldırıp bana acı ile gülümsedi. "İştahım yok. Teşekkür ederim." "Sana yardım etmek için elimden geleni yapacağım ama bana söz ver. Konuşma bittikten sonra bir şeyler yiyeceksin." Leyla kurtuluş olmadığını görünce olumlu şekilde başını salladı.
Sorguya son bir dakika.
Ses Rota'ya aitti. Diz çöktüm. "Merak etme. Normal bir konuşma gibi düşün. Hepimiz senin ve o pisliğin elindeki çocuklar için uğraşıyoruz. Sana güveniyorum." Leyla'nın gözlerde doldu ama bu sefer mutluluk vardı. "Teşekkür ederim. Murat'tan sonra hayatıma girmiş en güzel insansın. Çok teşekkür ederim." "Asıl biz teşekkür ederiz. Senin sayende çocuklara tekrar umut olacağız."
Sorgu başlıyor.
Tekrar ayağa kalktım. zil sesi geldi. Bu önceki sorgu da yoktu. Bu resmi bir sorguydu veya Leyla'nın olan bitenden haberi olsun istenmişti.
"Evet, Leyla şimdi sana birkaç resim göstereceğim. Sen de bana o resimler arasında Caner'in sevdiği tipleri seçeceksin. Leyla onaylayarak resimleri inceliyor, her detaya takılıyordu. kendi canı umurunda değildi. O çocuklar için uğraşıyordu zaten. Bir ölü neden yaşamak için uğraşsın ki?
"En fazla üç resim seçebilirsin. En yakın olanları seç lütfen. Leyla Afrodit'in resminde durdu. "Bu. Gözleri ve yüz şekli tam ona göre. Kızlarda renkli göz hastası." "Teşekkür ederim. Eğer mümkünse bir erkek seç." Leyla tekrar bir resimde durdu. Görmek için kafamı ileri götürdüm. "Bu." İdın'nın resmiydi. Neden bilmem içimde huzursuzluk kapladı. "Kesinlikle bu." Kaşlarımı çatladım. "Emin misin? Yaşı küçük görünüyor." Leyla tiksinti ile başını salladı. "Evet, o şerefsiz kendinden küçükleri sever. Özellikle erkeklerde. Üstünlük onun için her şey." Omuz silkti. "Tam sevdiği tipte. Öldüğü gibi ama bir o kadar genç ve canlı." Rahatsız bir nefes verdim. "Peki bir tane daha, lütfen iyi seç." Leyla resimleri incelemeye devam etti.
Bu seçtiği resim Öykü'nün nefesini tutmasına sebep oldu. Lusita'yi seçmişti. "Emin misin?" Öykü Leyla'yı ikna etmeye çalışıyor gibiydi. "Daha önceden öldürdü bir kadına benziyor. Rahatsız olmasın?" Leyla burnundan homurdandı. "Sence bundan rahatsız olur mu? Daha fazla zevk alacağından bahse girerim ayrıca o turunculardan vazgeçmez." "Zevk alacağı bir durum olmayacak!" Öykü'nün sesi biraz yüksek çıkmıştı. Leyla korkunca Öykü'nün yanına gittim. Arkasını geçip iki elimi omuzuna kattım. Hafif ama ağır adımlarla döndüm. "Merak etme iki seçeneği daha olacak. hem Lusita'yı seçse bile o güvende olacak, diğer iki savaşçı gibi."
Öykü'nün omuzları düştü. "Sanki hayır diyebilirim." Tekrar Leyla'nın yanına yanaştım. "Bu kadar mı? Emin misin hepsinden?" Leyla tekrar dosyaya göz gezdirdi. "Evet, eminim." Dosyayı ondan aldım. "Peki teşekkür ederim. Bize sık sık gittiği bir mekan ismini verebilir misin?" Leyla bı süre düşündü. "Evet, sık sık gittiği bir yer var. Bir bar. Her çarşamba günü gider." "Neden her çarşamba günü?" Leyla sandalyede rahatsızca hareket etti. "Babasını çarşamba günü o barda öldürdü. Bu yaptığı felaketle gurur duyar." sesi soluğuk, duygudan yoksundu. "Deli mi bu, niye öldürdü babasını?" dedi Öykü. Sesinde meraktan çok hakaret vardı.
"Liderlik için. Siz Özgür'ü öldürmeseydiniz o öldürecekti." omuz silktim. "Bu ihtimal daha kötü gibi konuşuyorsun." "Çünkü öyle." Parmaklarını çekiştirmeye başladı. "En azından Özgür Ne yapacaksa bana yapıyordu, çocuklara dokunmuyordu." Kaşlarımı çattım. "Caner çok mu dövüyordu çocukları?" Leyla kafasını kaldırıp bana baktı. "Sence dokunmaktan yana söylediğim tek şey sadece dövmek mi?"
Dondum. Hareket edemedim. Yok oldum. Ben tekrar geçmişimde kayboldum. Orada, o sabah, tekrar ve tekrar. Sadece bedenim değil ruhumda kirlendi. Tekrar yağmur yağdı, tekrar durdu yağmur ve tekrar ağlamaya başladım. Hayır, bunların hiçbiri tekrar olmadı. Yağmur yağmadı, durmadı ve ağlamadım ama yine de dondum. Hareket neydi? Belki de ölsem insanlar bana dokunmazlar.
Ölü taklidi yap. Hayvanlar ölülere dokunmaz ama insanlar dokunur.
Ağlamak istedim. Bağırmak istedim. Ben çocuğum. Ben masumum, yemin ederim hiçbir şey bilmiyorum demek istedim.
Diyemedim.
Sessizce orada dikilmeye devam ettim.
Kolumda bir el hissettim. Tekrar bir el kolumu kavramıştı beni cehenneme çekmek için. Hayır bu el beni uçurumdan çıkartmak istiyordu. Neden çıkartsın ki? Ben yalnızım.
Hayır, ben yalnız değilim. Ada var. Ada hep vardı. O olmadığı zamanlarda bile benim için var oldu. Camın arkasında Alex vardı, değil mi? Vardı. Hyun Su. o da vardı. Ada ona güvenmişti. ben de güveniyordum. Şu an kolumu tutan Öykü vardı. Sıcak gülümsemesiyle belki Meredit vardı. Belki diğer savaşçılar vardı. Ben yıllarca onların eksiklikleri ile yaşamışım.
Kafamı kaldırdım Öykü'ye sıcak bir gülümsememe vermeye çalıştım. Ne kadar başarılı olduğumu bilmem ama o başarılı oldu. Bana ondan şu anda da görebileceğim en sıcak gülümsemeyi işte şimdi verdi.
Öykü vardı.
Kapıya gelince Leyla'nın sesiyle irkildim. "Teşekkür ederim Gizem." Dönüp ona baktım. "Üzgünüm Leyla Benim adım Gizem değil." Ufak ama anlamlı bir kahkaha attı. "Evet, Gizem o gece öldü." Hayır, Gizem o sabah öldü.
☘️
Öykü ile sorgu odasından çıktık. Hâlâ mırıldanıyordu. Korkuyordu da. "Ona bir şey olmayacak. Hiçbirine bir şey olmayacak." Öykü irkilip bana döndü. "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" İşte korktuğumu soruyu sormuştu. Ne diyecektim? "Savaşçılar buna izin vermez Öykü." "Hayat bizden izin almaz Asya." Kahretsin, haklıydı. Elimden hiçbir şey gelmezdi. Elimden geleni yapacaktım. Her zaman bir yol vardır. Kavşak tanrıçası Hekate her zaman bir yol verir. Yolunu kapanmasına izin vermez. Yine vermez değil mi?
Herzaman bir yol vardır. Sen o yolu aydınlatıcak ışığı bul.
Toplantı odasına çıkana kadar tek kelime etmedik. Kendi yerlerimize geçtik. Birkaç dakika sonra Alex ve Rota geldi. "Leyla kimleri seçti?" diye sordu Arthur. Belki de içine doğmuştur. Diğerlerine döndüm. Alex ve Cesika bizim söylememizi istiyordu. Öykü de o güç yok gibiydi. Bana kalmıştı. Neden sanki bir anneye umutla beklediği çocuğunun ölüm haberini verecek gibi hissediyordum? Onlar ölmeyecekti, ölmesinlerdi.
"Selen, İdın, Lusita." Kafamı kaldırıp önce Arthur'a baktım. Gözlerine korku vardı endişe vardı, öfke vardı. Umarım o öfke bana karşı değildi. Felix'e baktım. Sadece İdın'a bakıyordu. Nefes almıyordu sanki. Öykü'ye baktım. Masaya bakıyordu. İfadesizdi. O kadar dalmıştı ki Lusita'nın onu izlediğini fark etmemişti.
Öykü masadakilere Caner ve şu çarşamba günü olan bar olayından bahsetti. Çocuklar konusunda gelince dönüp beni süzdü. Yüzümdeki Umursamaz ifadeyi görmüş olacak ki tekrar konuşmaya devam etti.
"Farkında mıyız bilmem. Bu görev çok riskli, özellikle de giden üç kişi için." Gözler Flash'a döndü. "Farkındayız." Sözler ağzımdan kendiliğinden çıkıyordu. "Bu yüzden tedbir almalıyız." Taraftar birkaç saniye beni sürdü. "Ne gibi? Duruşumu dikleştirdim. Sesime Zor da olsa güven veren bir. tını yerleştirdim. "Mesela eğer Caner aralarından birini seçmezse diye bir barmen yerleştirelim. Haber verdiğimiz zaman ona ilaçlı bir içki versin. Sonra onu bir yerlere çeksin." Alex beni onayladı. "Olabilir bunu düşünmemiştim. Bir çift yerleştirelim. Tamamen bağımsız gözcülük için. Mesela Umut ve Melodi."
"İdın tehlike anında düşmana dokunarak bile zarar verebilir. Selen ise konuşarak beynini oynatabilir. Dua edelim de Caner ikisinden birisi seçsin." dedi sert kız. Lusita'ya baktım bu sözler yüzünden kırılmış gibiydi. "Lusita'yı hafife almamalıyız." Savaşçılar hızlı bir şekilde bana döndü. "Bir iki kere dövüşürken gördüm onu. Çok çevik ve hızlı, düşmanı zayıfladı bulup oraya oynayacak kadar da zeki." Lusita'nın gözleri parladı. "Asya haklı." dedi Öykü. Gözlerinde o inancı gördüm. "Bence de Lusiy Caner gibi bir düşmanı bile yenebilir. Yer yön duyusu, yeteneği ve zekası onun Üstün kalıyor." Öykü bize bakıp konuşurken Lusita iyice kızarmış yanaklar ve parlamış gözlerle onu izliyordu.
♪°• Bu aşk değil de ne be?
"Kızlar haklı. Çaylağıma sonuna kadar güveniyorum." Meredit, Lusita'nın ilgisini çekmek ve daha fazla Öykü'ye bakmasını engellemek çin çabalamıştı ama başarısız oldu. "Sadece Lusita'ya değil üçüne de inanıyorum üçü de birbirinden güçlü savaşçılar." "Biraz daha konuşmaya devam ederseniz" dedi Lusita. "Şurada çilekli dondurmaya dönüşüp eriyaceğim." Masada kısa sürede bir kahkaha yükseldi.
"Peki." dedi Başkan ciddi bir sesle. "Çarşamba günü Lusita, İdın, Selen, Umut, Melodi ve barmen olarak Atlas görev yerine gidecek. Hazırlıklara başlayalım. Size güveniyorum çocuklar."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
771 Okunma |
247 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |