11. Bölüm

07.Bölüm (Gümüş Ayna)

Sümeyye İrem Akgeyik
sumeyyeirem.a

Maria karakterini yaratırken bana ilham veren sevgili kardeşim M.E.A 'ya teşekkürlerimi sunuyorum.

 

***

 

Geçmişin fısıldayan, aciz ruhlarına iyi bak. Geleceğin yankısı onların emirleri olacak. Çünkü geçmişte hep susanlar gelicekte tek konuşanlar olurlar.

 

***

 

 

 

Dağıldık.

Hyun Su'yu bir kenara çekmeyi düşünmüştüm. Ama o zekice bir seçim yaparak benden önce çıktı.

 

Alex hâlâ Mex ile konuşuyordu. Bana bekle demedi bende toplantı salonundan çıktım.

 

Tam telefonumu çıkartıp Kumsal ablaya yazacakkem karşıma Meredith çıktı.

 

"Selam!" dedi samimi bir sesle. "Biraz konuşmak ister misin?" Başımı saldım. "Biliyor musun, çok iyi olur o kadar çok sorum var ki... Herkes bir şeylerle meşgul."

 

"O zaman on dokuzuncu odaya geçelim. Salon ve teras gürültülü olur şimdi."

 

İkimiz koridorun sonuna ilerledik. son eğitmenin odasının önünde durduk. 19. odanın kapısına, kapıda el aynası gibi bir figür kazınmıştı. Meredit beni bekliyordu bu yüzden işareti tam inceleyemedim.

 

İçeri girdiğimizde odanın loş tütsü kokusu ağırladı bizi. Oda ağırlıklı olarak siyah, bordo ve toprak renklerinde dekore edilmişti. İçeri göz gezdirdim, bahçenin cam kapısının yanina yerleştirilmiş iki tek kişilik koltuk ve bir orta sehpa vardı. Koltuklardan birinin yanında eski gümüş bir ayna vardı. Biraz ileridi büyü kitabı olduğunu düşündüğüm eski kitaplar olan bir kitaplık, raflar ve raflarda şişeler, kurulmuş bitkiler falan vardı.

 

Duvarlar beyazdı ama bazı yerlerine bir şeyler çizilmişti. Kenarda canlı, küçük bir defne ağacı vardı. Boyu Bir metre ha vardı ha yoktu. Defne ağacının yanında dolap vardı ve dolabın üzerinde de aynı işaret vardı. Aceba tüm işaretleri Alex mi seçiyordu?

 

"Ne içersin." dedi Büyücü, küçük bir buz dolabına ilerlerken. "Farketmez. Alkol olmasın yeter."

 

"Benimde pek alkol tükettiğim söylenemez. Beynim bunu kaldıramıyor." Beyni kaldırmıyordan yana kastettiği şey normal sarhoşlukmuydu yoksa daha farklı şeyler mi?

 

Elinde iki soğuk kahve ile yanıma geldi. Bu kız ağzının tadını biliyordu. Çikolata aromalı, yumuşak içimli, dünya üzerindeki bana göre en güzel kahve kesinlikle buydu. Ben ve Zümrüt bu kahvenin tiryakisiydik. "Teşekkür ederim." dedim gülümseyerek. Aynanın yan tarafındaki koltuğa oturdu. Eli ile karşısını işaret edince bende karşısına geçtim.

 

Odaya tekrar göz gezdirdim ama gözüm aynaya takıldı Ayna beni kendine çekiyordu. Aynaya dalmışken Büyücü beni uyardı, "Yerinde olsam o aynaya o kadar uzun süre bakmazdım." dedi "Aynalar insanların kötülüklerini ve insanlıklarının kötülüklerini yansıtır..."

 

İyi laf. Savaşçılar olarak harika şiirsel bir anlayışımız vardı. Ada felsefe ve özlü sözerden nefret eder, kriz geçiricek hihi.

Ada... minicik, küçücük şey ama yokluğu büyük be.

 

Meredit düşen moralimi farketti. "Eee. Hadi, sen soru sor ben cevapliyim." dedi sıcak bir tonla. "Hımm, Peki." Yüzlerce sorum vardı ama şu an sıfır soru ile soruların bana ayit olduğu bir sınavın içindeydim.

 

"Dünyanın her yerine yayıldık dan yana kastettiğiniz tam olarak ne?"

 

Meredit vereceği cevabı düşündü. Elimdeki kahveyi hatırlayıp koca bir yudum aldım. "En başından başlayalım."

 

Başlangıçları severim harika. Her şey yıllar, yıllar -ama çok yıllar önce başladı. Sevgili gezegenimiz gaz halinden sıkılıp bir katı olmak istemiş ve bu isteğin yoğunluğu ile patlayıp top olmuş. Yağmurlar fırtınalar tek kıta ve bölünen yedi dünya. Sonra bi bakmış aaa üstü sular ve yeşillikler ile kaplı. O da ne?! Küçük yaratıklar hadi insan olsun adı. Yupii.

 

Ne saçmaladım ben az önce?

Anlamaya çalışıyorum Asya.

 

Şimdi neyin yanetki yaptığını bilsem bırakırım. İlaçlar mı beni bu hale sokuyor, yoksa yoğun programım mi? Belkide genler. Aslında ilaçları içmediğimi, programımı bırakmayacağımı ve genlerimden kurtulamayacağımı düşünürsek... aynı hızla devam.

 

"Karargah ilk kurulduğunda suçluları yakalayan ufak bir çeteydi. Tam olmak büyümeye Turgut abi ile başladık çünkü sanal ağa hâkim olmak beraberinde daha büyük iş teklifleri getirdi. Genelde siber çeteleri yakalıyorlardı. Sonra Mex yakalanıyor. Bu hikayeyi biliyor musun?" Kafamı salladım. "Güzel. Mex geldikten sonra sanal ağın sahibi oluyoruz. Zamanla devletlerin siber ağlarına girip şantaj yapmaya başlıyoruz. Böylelikle büyük devletlerden dokunulmazlık alıyoruz. Sonra başka ülkelerden savaşçılar getiriliyor Türkiye'ye. Lusita ve İkizler gibi adını duyurmuş isimler de dahil."

 

Kahvesinden bir yudum daha aldı. "İşler gitgide büyümüş. Birçok yerde yetki ve çevre sahibi olmuşuz. Asıl Karargah kurulmuş. Ve bir çok başka üst."

 

"Uzun süredir aklıma takılıyor sormasam içimde kalır. Ülkemi ve memleketimi küçümsediğimden değilde... O kadar ülke varken bu üst neden Türkiye'de kuruluyor? Ayrıca neden Mersin?"

 

"Öncelikle Başkan zaten Türkiye'de yaşıyordu. Alex'i evlat edinmeden kısa bir süre önce Mersin'e taşımışlar. Yani Alex ilk bu şehre geldi, ilk bu topraklara kök saldı. Başkan Türkiye de önemli bir adamdı bu yüzden burda daha falza yetkisi var. Bunun haricinde Türkiye merkezî bir konuma sahip. Gerek havacılık gerek liman olarak ulaşım kolay. Ayrıca beni yanlış anlama ama burda yasa dışı iş yapmak daha kolay. " dedi sırıtarak.

 

"Mersin'e gelecek olursak... Sen nasıl bir şehirde kurulmasını beklerdin?"

 

Bir süre düşündüm. "Ankara, İstanbul yada ne biliyim İzmir falan." dedim.

 

"Bak akla ilk gelen şehirler hep bunlar. Gizli teşkilatlar genel olarak başkentleri seçmez. Denetim fazla olur ama küçük şehirleri de seçmez çünkü ulaşım ve ulaştırma zor olur. Mersin bunun için ideal bir şehir. Sadece Mersin değil Akdeniz'e kıyısı olan bütün şehirler. Mersin'i bu kadar ön planda olması ilk buraya yerleşmemiz sanırım. Ama bunun haricinde elbette üstlerimiz var. İzmit, Kars gibi. Biraz daha küçük üstler. Ayrıca bizim farklı ülkelerde de savaşçılarıyız var. Ama onlar bu kadar güçlü Othalar değil. Genel olarak teknik ekip, istihbarat, mühendislik falan."

 

Aklımda bir sürü soru vardı ilk hangisini sorsam diye düşünürken kelimeler kendiliğinden ağzımdan döküldü. "Olta, ne?" Meredit kıkırdadı. "Otha. Yeteneği olan savaşçılara Otha deriz. Ayrıca Razel, Nim ve Viyen gurupları da var. Nim yeteneği olup sıradan hayat yaşayanlar. Rezel ise yeteneği olmadığı halde savaşçı olanlar. Mex, Lusita ve Ada gibi. Son olarak Viyen, ne yeteneği olan ne savaşçı olan insanlar. Sivil, normal, sıradan gibi falan."

 

Gazel, Olta, Biyen, Nil? Tabi efendim. Çok normal bir hayatım var, az önce bir olta olduğumu öğrendim.

 

"Hyun Su neden İtalya'ya gelmiş ki? Alex ile İtalya'da bir yetimhanede tanıştığını söyledi."

 

Meredith dudaklarını bastırdı. "Hyun Su'nun annesi... şey. O.... o bir hayat kadınıydı. Ne zaman, neden geldiğini biz de bilmiyoruz. Sonra Hyun Su doğmuş. Ama o çocuğunu istememiş. Onu yetimhaneye bırakmış. İtalyada doğduğu düşünülüyor ve annesi üzerine kaydı olmadığı için Kore'ye geri gidememiş. Babası kim bilmiyoruz. Hyun Su bebekken çok hastaymış. Hatta öleceğini söylemişler. Yetimhane doktoru onun adını Hyun Su katmış yani uzun ömür. İsimlerin anlamlari ve kaderleri olduğuna inanırım. Belki Hyun Su'nun yenilmezlik yeteneği isminden geliyordur."

 

Hyun Su... beni deli eden ama aynı zamanda ilk anlardan beri ısındığım o adam. Hyun Su... hiçbir zaman normal bir hayat sürmeyen, ve o lanet kaderi yüzünden yaralarını sarmak zorunda olan o küçük çocuk. Hyun Su... aynı anda hem büyüyememiş o küçük çocuk hemde büyümek zorunda bırakılmış o adam.

 

Hyun Su büyümeyi biliyor mu?

O daha hiçbir şey bilmezken büyümüştü.

Hyun Su şefkat duygusu biliyor mu?

O şefkati kimden alacaktı ki? Alex? Yetimhane görevlileri? O doktor?

Sanmıyorum anne şefkatini bir doktor veya hemşire veremez.

Peki Alex?

O daha beş yaşında kaybetmişti geçmişini. Unutamıyor ama sadece acı günleri yaşıyordu.

 

"Hyun Su'nun hastanelerden ödü kopuyor. Şu ana dek revire bile en fazla beş kez falan girmiştir. İki kez Alex için, bir Arthur için, ikisi de kendi için. Félix o sevmiyor diye onu yarası falan olunca odasında veya kendi odasında tedavi eder. Ama bi kere çok ağır yaralanınca Félix onu revire götürmüştü. Daha önce Alex de ağır bir şekilde yaralanmıştı. Bı kere uyutmuştular iki kere bayağı kan kaybetmişti. İkisinin kan gurubu aynı, kendilerine kan kardeşi derler. Birinin kana ihtiyacı olsa hazırda beklerler. Zaten acil durumlar için kendi kan bankamız var. İşler hafiflesin senin ve Ada'nın da kanı alınır. Ha bide telefon sistemleriniz. Mex neden hâlâ telefonuna Nemisis'i kurmadı aceba? Siz daha sınava da girmediniz. Çok işiniz var, çok. Aslında sen haftaya sınav olurdun ama Alex seni ve Ada'yı aynı gün sınav yapmak istediği için Ada'nın uyum süresini beklemen gerek."

 

"Nemisis?"

"Mex'in yarattığı bir yapay zeka programı."

 

Anlıyorum...

 

Şimdi asıl sorulara mı geçsek?

 

Mesela Alex niye ağır yaralandı?

İşi çok normaldi zaten Asya.

Veya Hyun Su neden hastaneden korkar?

Sen neden uyumaktan korkarsın?

Bebekken neden ölüm derecesinde hastaydı?

Anne sütü gibi bağışıklık sistemini oluşturan bir besinden mahrumdu, normal degil mi?

Diğer savaşçı kim?

Meredit bile bilmiyorsa önemsiz biri değilimdir?

 

Son soru: İç sesim neden bu kadar zeki?

Ben senim aptal.

Doğru.

 

Kahvem soğuyacak diye düşünüp büyük bir yudum aldım. Zaten soğuk kahve içtiğimi hatırlamam biraz zaman aldı.

 

Her şey çok hızlı ilerliyordu. Ne oluyor ya?! Soğuk kahve içiyor olmam dışında, onu anladım.

Şaşırdım Asya. Şu son birkaç dakika Anlama yeteneğin olduğunu bana unutturdun.

 

"Şu an beynim kaldırmıyor." dedim, kahveden içerken.

 

"İki sorum var. Öncelikle şu ikiz olayı. Onun nasıl... kaybettik?" Büyücü bir kaç saniye arkasındaki aynaya baktı. Sonra telefonunu çıkartıp bir video açtı. Telefonu bana uzattı. Elime alıp videoyu izledim.

 

Video da iki Zoi, bir Flaşı ellerinden ve ayaklarından tutmuş havuza doğru götürüyordu. Flaş çırpınıyor yardım istiyordu. Ama diğer savaşçılar sadece gülüyor ve yoldan çekiliyordu. O sırada İçerden Alex çıktı. Elinde bir kitap vardı kapağından tam çıkaramadım ama galiba Livaneli'nin 'Kardeşimin Hikayesi' kitabıydı. "Alex! Yardım... yardım et!" Alex önünden geçen üçlüye baktı. Ve yüzünde soluk bir gülümseme oluştu. "Haketmişsindir." İkizler aynı anda konuştu. "Alex bizim tarafımızda." Flaş kıvırmaya ve tiz çığlıklar atmaya devam etti. "Alex. Bu bana yapılırmı be? Polis, jandarma, itfaiye, ambulans, can kurtaran... İmdat!" Kızlar onu havuza attı. Bir iki saniye sonra çıktı ve derin bir nefes aldı. Kıvırcık saçları düzelmiş, alnına yapışmıştı. "Sözde çaylaklar eğitmenlerin emirlerini dinler. Ben kendi çaylaklarımdan işkence görüyorum." Savaşçılar gülüyor ve sadece onları izliyordu.

 

"Yana kaydırdı bir video daha olacak." Bu videoda İkizler Alex'in sağ ve sol yanağında; iyilik ve kötülük meleği gibi oturmuş -ki daha çok ikisi de kötülük meleği hallerindeydiler.

 

"Ahhh Alex..." diye inledi ikizlerden biri yapmacık bir tonda. N'oluyor? İkisi de kıkırdadı. "Yoksa sarışın sevmez misin?" Alex göz devirdi. "Ya bi gidin. Bi salın beni. Alo Atlas al şu çaylakalarını!" Atlas sert adımlarla onların yanına geçti. "Kızlar!" dedi sert bir tonla. Sonra yüzü ve sesi yumuşadı. "Bana da yer açın." Yavaş ve yoğun adımlarla Alex'e yaklaştı. "Hoşt!" Alex kalkamaya yeltendi ama İkizler onu tutu. Flaş Alex'in kucağına oturdu. "İnsene üstümden. Meri çekme de yardım et." Arkadan Büyücü'nün sesi geldi; "Üzgünüm Alex. O kıza bende gıcık oldum. O kim ki bizim Meleğimize dokunacak?" Atlas elini Alex'in boynunda ve göğüsünde gezdiriyordu. "Anlamıyorum ona gıcık olmuşsunuz neden bu işkenceyi ben çekiyorum? Sinirlendiyseniz gidin aşağıya sorguda alın intikamınızı." Flash Alex'in kulağına yaklaştı ve "Böyle daha eğlenceli" gibi bir şey fısıldadı. Alex geri çekilmeye çalışıyordu ama İkizler izin vermiyordu.

 

Bir kahkaha patlattım. Meredit bana sıcak bir şekilde gülümsedi. Ona karşılık verdim ve sonra geri videoya odaklandım.

 

İkizlerden biri dudağını büzüyordu. "Yoksa sarışın sevmez misin?" İkizi onu tamamladı. "Saçımı siyaha boyarım ama doğallığı bozulur." Arkadan yine Büyücü'nün sesi geldi. "Her hücresinin estetik, saçlarının kaynak, yüzünün makyaj olduğunu göz ardı edelim." diyordu. O sırada içeri İdın giriyordu.

 

Kamera ona dönüyordu. İçeri bir göz attı ve arkasına dönüp bakıyordu. "Şey Başkan dedi ki kız, şey eğer isterseniz gidip biraz uğraşabilirsiniz. Ama sadece bir kişi girebilirmiş." İkizler birbirine baktı ve aynı anda, "Bayanlara öncelik." dedi. Flash yerinden sıçradı. "Hayır önce eğitmenler." dedi ama İkizler onu pek tınlamıyordu. Kendi aralarında tartışmaya devam ediyorlardı.

 

"Önce büyükler Zoi." "Hayır kardeşim, önce zekiler." İkizlerden biri diğerini itiyordu. "Tamam işte ben. " Sonra Vağuvv çekulll gibi bir ses geldi ve kamera tekrar Şeytan'a döndü. "Yalan söylediğin anlaşılınca başın derde girecek." İdın elini boşver der gibi sallıyordu. "Benim arkamda Alex ve Felix var, onlar kim?" Meredit kıkırdıyordu ve, "Beni de ekle." diyordu. "Bence beni çıkart." İdın kaşlarını çalarak Alex'e dönüyordu. "Neden?" "Baksana sözüm mü geçiyor?" Meredit birkaç adım Alex'e yaklaşıyordu. "Sende biliyorsun Alex şu an sadece şakalaşıyorlar. Normal zamanlarda bir sinirlensen tüm karargah diz çöküyor." İdın onun devamını getirdi. "Bir bağırıyorsun bina bile korkudan titriyor. Melodi korkmazsa kıskanır." Alex ensesini sıvazlıyordu. "Yok ya o kadar da değildir." İdın kameraya bakıp Alex'i işaret ediyordu ve ardından Büyücü'nün kahkaha sesi yankılanıyordu.

 

Bu video da bitince telefonu Büyücü'ye uzattım.

 

"Gerçekten Alex'in tersi o kadar kötü mü?" "Ne sandın? Bakma Alex'e Beyaz Melek dediğimize. Sinirlendi mi o kişinin işi biter ama iyi de gönül alır. Bizim saçımızın teline zarar gelmesine izin vermez ama gelirse... Hayırlı işler."

 

Fevri herif. Papatya çayı iç biraz fazla sinir insana da insanlığa da zarar.

 

"Mesela çok sinirlendiği bir an var mı?" Meredit bir iki saniye düşündü. "Evet, Hyun Su bir göreve çıkmıştı ama yakalanmıştı. Bir şerefsiz vardı. Hyun Su ile Alex'i tehdit etmişti." "Sonra ne oldu?" Meredit kahkahayı bastı. "Alex onu saklandığı delikten buldu ve çıkarttı. Önce iyi bir sorgusunu aldı. Sonra Hyun Su'ya yaparım dediği şeyleri ve dahasını ona yaptı."

 

İyi yapmış.

Neler yaptı aceba?

Sorma!

Tamam.

 

Soracak yeni bir soru düşündüm.

"Bu düzende Onur başkanın tam olarak nasıl bir rolü var."

 

"Bak Alex savaşçıların başı ve kurucusu o ne derse odur. Gerekirse tüm karargah karşı gelsin. Ama resmi işler falan oldu mu kayıtlar falan o işlere Onur Başkan bakar. Zaten önceden de bu tarz işlerle ilgileniyordu. Bu tarz işler derken resmi işler. Devlet konularında bilinen bir adam yani. Bir ara elçi olarak İtalya'ya gitmiş, o kadar." Tam kahvesinden bir yudum daha alacakken durdu. "Ayrıca karargâh kayıtlarda yardım vakfı olarak geçiyor. Gerçi cidden o alandada kullanılıyor ama neyse. Vakfın sahibi olarak görülür ve işler ile az çok ilgilenir. Ayrıca Melodi ve Umut vakfın asıl yönetim departmanı desek yalan olmaz. Bütün hesap kitap işleri, ihtiyaç sahiplerine yardımı ulaştırmak ve bağış dağılımı gibi işleri onlar yönetir."

 

Bilekliğim ile oynayınca aklıma üç yıldızlı oda geldi.

 

"Üç yıldızlı oda neden bu kadar önemli?" Meredit aklından bir şeyler hesaplıyordu. Umarım ilk günkü olayı bilmiyordur. Yanlış anlamasını istemem ama cidden çok merak ediyordum. Merak ve üşengeçlik tüm insanlığı önce kurtardı sonra yıktı. Mesela insanlar üşendi tekerleği icat etti. Yetmedi tekerleketen yapılan arabaları çekmeye üşendiler yük arabası icat edildi. O da yetmedi kendiliğinden giden araba..

 

"Özel oda, oraya girme izni sadece Alex ve Mex de var. Ve acil durumlar için kısmi olarak Başka'nın." "Neden üç yıldız?" Meredit dört saniye kadar etrafa baktı ve tekrar konuşmaya başladı, "Bu bizim izimiz gibi üç yıldız galiba ilk üç savaşçıyı simgeliyor." "Ben, Alex ve Hyun Su?" dedim, ama birinin beni yıldız olarak alacağından şüpheliyim. Meredit cebinden bir kimlik çıkarttı. "Hayır, sen değil Lui." Kimliği bana uzattı.

 

Büyücü'nün resmi, imzası, parmak izi,

19. yazısı ve altta da üç kara yıldız. Arkapilanda şu bilekliklerimizde olan tes soru işareti vardı. ( ¿ )

 

"Bu savaşçı kartı. Bizimle ilgili bilgiler verir alttaki noktalar gizli bir kod gibi; Okutunca puanım, çaylağım, yeteneğim, yerim vesaire bilgiler verir."

 

Benim niye bundanım yok?

 

"Bana bu verilmedi." Sesim sanırım oyundan zorla çıkartılan bir çocuk gibi çıkmıştı. Meredith odayı inleten bir kahkaha atınca hafiften kızardığımı hissettim. "Sen daha sınava girmedin. Sen ve Ada girin kartınızı da alırsınız, derecenizi de, maaşınızı da." Bir aç gözlü gibi ilk maaşı sordum. "Ne maaşı?" Meredit parmakları ile oynamaya başladı ama bu sefer çekingenlik değilde biraz kibir vardı sanki. "Bak biz zamanımızı verip bu işi yapıyoruz. Bir mecburiyetimiz yok -ki zaten burada ki herkes seve seve gönüllü olacak kişiler.- normal bir yaşam sürebilir, buna tehlikeye gitmeyebilir kısaca diğer insanlar için karşılıksız bir şekilde dışlanan farklılıklarımız ile fedakarlıkta bulunmayabiliriz." Cümleyi nasıl toparlayacak diye merak ediyordum ve verdiği araya bakılırsa o da bunu merak ediyordu.

 

"Savaşçılar seve seve bu fedakarlığı yapar buradaki kimse bir karşılık beklemez ama yinede emeğimizin bir karşılığı olur. Herbirimizin bir hesabı olur. Belli bir miktarda -onlar mevkimize ve yeteneğimize göre belirler.- bir karşılık alırız. Zaman gibi düşün. Her gün belli bir miktar hesabına yatar. Harcarsın yada harcamasını sana kalmış ama ertesi gün hesapta yine aynı miktarda para olur. Bir günün 24 saat olması gibi. Adalet için verdiğin zamanın karşılığını adil bir yolla alıyorsun işte. Ayrıca bir de garantiler var. İki Elması."

 

Oha nerden geliyordu o para? Tamam karargah... anladım. Savaşçılar... olur. Resmi iş... Peki. Lan ganimeti de anladım İKİ ELMAS ben dahil 18 savaşçı var. Matematiğim durdu 18×2 kaç yapar?

Tamam sakin.

 

"Hangi petrol kuyusu bizim?" "Ha?" Birden sorduğum soruyu ben bile beklemiyordum kız tabi şaşırır, Anamur'a uzaylılar indi. demişim gibi bakar.

 

Anamur? Uzaylılar? Asya?

 

"Elmas nerden geliyor?" Biz hani iyilerdendik, kimden soydular o kadar Elması? Bide bunun parası var! Meredit tekrar kahkaha attığında merakımı şöyle müsait bir yere bırakıp beynimi sakladığım dondurma kutusundan almaya karar verdim. "Şu kızı hatırlıyor musun?" Hangi kız, karargahın yarısı kız. Savaşçıların yarısından fazlası kız. "Şu mor gözlü." Aynen hatırlıyorum hakikaten onun gözleri... Yani?

 

Asya bu genetik bir hastalık yeter sorma! Olabilir. Sen bir oltasın, hayvanlardan oluşan bir çetenin var buna mı takıldın?

 

"Elmas Başka'nın kızı. Alex'in üvey kardeşi gibi bir şey. Oda Otha. Aslında Otha'dan çok Nim'e benziyor. Onunla tanışınca anlarsın ama ben anlatsam kafan karışır. Onun yeteneği bu."

 

Yani kız para.... neyse!

 

"Ayrıca yaptığımız görevler için ganimet alırız. İşin içine devletler girince bir kelleye düşen miktarın hadi hesabı yok. Bazen bir istikbarat için bile milyarlar alırız."

 

 

Alex ile evlenmen lazım. Onu öldürüp mirasa konmam lazım.

 

Asya sakin ol. Alex'i öldüremezsin.

 

Ölmeli!

 

 

Konu en son karıncalardı, n'oluyor?

"Her şey tamamda Zoe'nin İkizi, onu nasıl kaybettik?" Alex'i öldürme planlarımı bilmese de olur.

 

Meredit tekrar keder ve acı ile baktı gözlerime. "İkizler bir göreve çıkmıştı ve Zoe'nin silahından çıkan kör kurşun..." Devamını getirmedi ama bu bile ürpermeme yetti Zoe'nin hatası onu kardeşinden almıştı. Ve bu sanki çok normal bir şeymiş gibi geçiriyordum içimden. Bir ölüm asla normal değildi, olmamalıydı.

 

Her şey bir yana Zoe? O nasıl olmuştu İkizler asla ayrılmazdı benim inançlarıma göre. O gün, o toprağa bir savaşçı girmişti ama asıl ölen kimdi?

 

Sessizliği bozmak için konuyu değiştirmeye karar verdim. "Bir savaşçı... görevine son verirse hesabı ne olu?" Ölürse diyemedim. Görevine son verirse. "Hesabında bilinen para asla eksilmez ne kadar harcarsan harca ertesi gün o banka hesabında hep aynı miktarda para olur. Bir savaşçıya bir şey olursa onun parası ailesine geçer. Ama benim gibi kimsesiz savaşçılarınki ise vakfa bağışlanır." Nasıl Büyücü kimsesiz mi?

 

"O elmaslar dokunulmazdır. Savaşçının izni olmadan diğerleri için aslında yoktur. Mesela Zamira'yı kaybettiğinizde onun parası ve elmasları kardeşinin hesabına geçti -Gerçi Zoe hepsini vakfa bağışladı.- Melodi ve Umut evli eğer birine bir şey olursa para ve elmaslar diğerinin hesabına geçer."

 

Ada burda olsa şu soruyu sorardı: "İki savaşçının evlenmesi sorun yaratmıyor mu?"

 

"Biraz riski var evet ama aşk saygıyı hak eder. Her türlü sevgiye saygı duyarız burası saygı yuvası. Mesela Felix ve İdın benim favorilerim çok tatlı değiller mi?"

 

'Ay evet yağğğ' falan yapasım geldi. Ama sakin ve normal ilerledim.

 

"Öykü ve Lusita onlara rakip çıkıcak ama bence." Öykü ve Lusita. Biyorlar mı? Tabii ki biliyorlar, apaçık ortada. "Öykü ve Lusita... kim biliyor başka?" Meredit kahvesini son kez yudumladı ve boş kutuyu bir kenara bıraktı. "Bunu fark edeceğini biliyordum. Bana sorarsan herkes fark etti onların birbirini sevdiğini, bilmeyen tek kişiler yine kendileri. "

 

Durdum Büyücü'ye baktım uyarısını es geçip birde aynaya baktım yetmedi defne ağacına baktım. Neden baktım bu kadar bilmem, tartışılır. "Sorması ayıptır ama yinede soracağım. Öykü duyguları hissediyor neden Lusita'nın duygularını da hissetmiyor?" Meredit dudaklarını buzdü.

 

"İnsan, söz konusu kendi olunca kör oluyor herhalde." Derin bir nefes aldı. "Zaten en son kendimizi düşünmezmiyiz?"

 

Aceba gerçek insanlık bumuydu? İnsan oğlu çok fazla hata yaptı ve hataları büyük yıkımlara sebep oldu. Bu hatalar ve yıkımlar çoğunlukla bencillikten geldi.

Paris, Helene ye aşık olmadığı halde onun aşkını istemişti. Helene onu sevmiş, kralını ve krallığını terketmisti. Kral gururuna yenilmiş savaş başlatmıştı, on yıl... tarihten on yıl çaldılar! Kaç ruhu çaldılar tartışılır. Bir savaşın kaybedenleri canlar sayılara yansıdığın da anlaşılır; Bir tarihin kaybedilişi ise canlar sayılara yansıyamayınca.

 

Üçünün bencilliği tarihten on yıl, medeniyetten yüz yıl, doğadan bin yıl çalmıştı. Sözde aşk ve gurur adınaydı savaş. Ne kadar ironik aşk ve gurur birbirine tezat iki duygu. Bu iki duygu iki krallığı yıkıma uğrarmıştı. Bir taraf aşkı, bir taraf gururu savunmuştu ve gurur kazanmıştı ama sende bilirsin ki savaşların kazananı olmaz.

 

Peki biz bizim adalet savaşımız ne olacaktı?

 

Peki senin kendi içinde verdiğin savaş ne olacaktı Asya?

 

Ben içimde savaşıyorum ki?

 

Kendin bile farkında değilsin verdiğin savaşın kalbin ve geçmişin savaşıyor sana hissettirmeden ama en çok sen hissediyorsun.

 

Ada haklıydı benim ciddi sorunlarım vardı bunun başka açıklaması olamaz. NE SAVASI?! ALOO, Pişt, kardeş... içsesimin sesini kıstım galiba çünkü bu sefer tamamen yalnızdım. Öbür şekil sanki yanliz değildim.

 

"Şu ana dek gözlemlediğim kadarı ile Félix'e karşı ayrı bir hassasiyeti var savaşçıların. Neden?" Bende kahvemi kafama diktim ve boş kutuyu masanın üstüne kattım. "Félix'e karşı hassasiyetimiz yok. Félix'in kendini kanıtlamasına izin vermediler. Onu savunmasız sanıyorlar ama gözü döndümü İdın'dan beter. Félix sahaya neredeyse hiç inmez inse bile yanında güçlü bir savaşçı olur. Lui'nin onu hedef aldığını bildiğini varsayıyorum. Félix duygusaldır ama bir o kadar kararlıdır. Masum görünür ama bir o kadar kurnazdır. Güler yüzlü görünür ama bir o kadar kıskançtır. Onun olanı paylaşmaz."

 

Gürültülü bir kahkaha attığında İstemsizce irkildim. "İlk çıktıklarınıda da bu sayede öğrenmiştik onları. Félix'in kıskançlığı sağolsun."

 

Ha?

 

Aaa bakın kim gelmiş.

Bak işine! Önce İdlix. Oha ship buldum! İdlix mi Feldın mı?

 

İşsiz.

 

"Ne kıskançlığı?" dedim az önce ki gereksiz iç sesimi hiçe sayarak.

 

İç- Hiç. Kapakmı oldu yoksa okul öncesi mi emin değilim Asya.

 

"Baştan başlıyım. Alex İspanya'daki karargaha gitti; işi vardı, sorma! Orda bir sokak kavgasında İdın ile tanışmış. Biraz zorluk çekerek birazda zorla onu Türkiye'ye getirmiş. O sıralarda da Sema hanım ve Félix Ankara da bir tıp buluşmasındaydı. Bu arada Sema Hanım doktor ve Félix onun öğrencisi gibi bir şeydi. Neyse."

 

Neyse dedi ama Sema hanım konusu açılınca hüzünlenmişti. Ve bunu gizliyememişti. Belkide gizlemek istememişti.

 

"İdın geldi, geldiği zaman şakasına Arthur ona bulaştı. Yeteneğini hafife aldı. Şakasına dövüş çıkardı İdın sadece kaçmaya çalıştı. Sonra Arthur üstüne atladı İdın korktu. Ona yeteneği ile dokundu. Arthur yere yığıldı bi baktık kalkmıyor. Selen'i görmelisin bir tantana bir karmaşa ama kız da haklı yani. Sağlık ekibi Arthur'u revire yatırdı şansa bir saat sonra falan Félix ve Sema hanım geldi. Félix tüm gece Arthur ile ilgilendi. Arthur biraz iyi oldu neyse ki. Sonra ertesi gün Melodi ve Selen İdın'a başladı saydırmaya. Ortalık elli altı. Bir curcuna bir curcuna. Ama görmen lazım İdın zavallım da kalmış kenarda. Allah canımı alsana kurtulsam halleri."

 

Güçlü bir kahkaha attı ama sadece kendini kandırıyordu. İçindeki acı sevincine bile bulaşmıştı. Kimdi bu Sema hanım?

 

"Melodi, İdın'a sesini yükseltti. İdın iyice korktu o da bağırdı. Alex ortalığı yumuşatmaya çalışıyor ama yapabildiği tek şey onları İdın'nın temas çevresinden uzak tutmaktı. Tabi yanlış anlaşıldı bu haraket. En sonunda Umut İdın'a silah çekti. 'İzin ver Alex. İndireyim onu bize yararı olmaz anca zararı dokunur.' dedi. Sonra bir şey oldu ama dünya dondu veya herkes hareket etmeyi kestiği için bana öyle geldi. Félix silahın karşısına geçti ve İdın'ı arkasına aldı. Dedi ki; 'Eğer ona bir şey olursa değil sen Umut, tüm karargah bu sefer onun değil benim nefretini tadar.' Dedi bende bu sözü odama astım."

 

Yalan söylüyor odanın sıvasına kadar inceledim öyle bir söz görmedim.

 

"Sonra devam etti. 'İdın'ı çaylağım olarak istiyorum ve bizzat kendi korumama alıyorum. Ben onun gücünü tattım. O hepimizden güçlü bir savaşçı olacak. Ve benim savaşçım olacak.' Tabi biz kamyona bakan öküz gibi Félix'e bakıyoruz. Zaten Umut'un bir 'vay anasını işe bak' demesi var aklıma geldikçe gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum. Ama yemin ederim İdın'ın arkada Félix'e olan şaşkın bakışlarında bile aşk vardı."

 

Ah romantizmin sınırlarında boğuluyorum.

 

"Bunlar bir süre sonra sevgili olmuş haberimiz yok. İdın açılmış, Félix çıkma teklif etmiş galiba. Bir gün biz oturmuşuz. Daha o zamanlar bir savaşçı eğitmenimiz vardı kız daha 18 yaşındaydı ama harika bir nişancıydı. Okçuluk dersi falan verirdi. Babası da bizim koçlardandı. Kız da arada bizimle vakit geçirirdi, salonda falan. Ben, Alex, Selen, Artur, Hyun Su, Félix ve İdın. Ha bir de o kız. Bu kız da İdın'a karşı ayrı bir ilgi beslerdi. Yine geçmiş İdın'ın yanına. Ben ve Selen dedikodu yapıyoruz yan tarafımızda Félix tekli koltukta. Hyun Su ve Arthur ayrı sohbetteler, ellerinde de birer bardak içki, kenarda da şişe. Hyun Su hülyalara dalmış bir şeyler anlatıyor. Arthur onu dinliyor gibi yapıyor ama gözü Selen'de. Selen her güldüğünde gözü parlıyor. Alex Fèlix'i diğer tarafında, onda da bir bardak. Her zaman ki gibi oturmuş sessiz sessiz varla yok arası. Kız arada İdın'a dokunuyor İdın bir şey söylese gülüyor, yıkılıyor. İdın rahatsız ama bozmamak için sadece gülümsüyor. Félix sinirli ama kimse neden bilmiyor. O da bir bardan almış her seferinde kafasına dikiyor üç dakikada iki bardak bitirmişti bile. Bide daha 17-18 yaşında falan, kıyamam içtikçe sinirleniyordu." Durdu. Durdu. Biraz daha durdu. "Neden bu kadar betimleme yaptım?"

 

Güzel soru ama bence anılarla aklını boşaltıyordu. Gülümseyerek ona karşılık verdim. Rahat olsun istiyordum. Karargahtaki aile ortamına girmek istiyordum belki. Yalnızlıktan yorulmuştum beki. Belki ikinci kez birilerine güveniyordum. 16 kişiye güveniyordum belki; veya sadece Alex'e olan güvenim içindir çabam. Asıl amacım ne bilmiyorum ama Büyücü'nün sıcak kalbini hissettim. Belki de donmak üzereydim ve onları sıcaklığına ihtiyacım vardı. Peki Ada? O hep vardı olmasa bile...

 

"Sonra n'oldu?" Meredith bana şu ana dek verdiği en sıcak gülümsemesi ile karşılık verdi. İçimde bir şeylerin ısındığını hissettim. Bu sefer hayranlıkla izledim onu, buz mavisi gözleri ilk gördüğüm zamana tezat bu sefer parlıyordu. Hafif şeftali pembesi ince dudakları şefkat ile yukarı kıvrılmıştı. Teni hâlâ sönük beyazdı ama bu sefer ölü gibi değildi. Acaba teni de soğuk mudur? Dokunsam yanlış anlar mıydı?

 

Anlardı aptal, kendine gel.

 

Arkama yaslandım ve tüm düşüncelerimden sıyrıldım -içimdeki sıcaklığı yok edemeden.- hâlâ gülümsüyordum eğer o da gülümsemeseydi şu an pencereden aşağı atlardım.

 

"İdın ve o kız konuşuyordu sonra İdın bir şey söyledi kız gülmeye başladı elini İdın'ın omzuna kattı." dedi konuşmaya başlayarak. "Sonra Felix'i gördüm, iyice sinirlenmişdi. Her halde o sırada altıncı bardağını içiyordu. Arthur vermemekte ısrar ediyordu ama Felix'i ilk defa o kadar sinirli görüyordu. Bir bardak daha doldurdu. Neyse ki bardaklar küçüktü ve hafif bir içkiydi. Ama işte Felix o zaman daha 18 yaşındeydı ve onu daha önce içki içerken görmemiştim. Yavaş yavaş sarhoş oluyordu. Hepimiz sinirli olduğunun farkındayız ama neden bilmiyoruz. Bence Alex hariç, kendisi.. o en başından biliyordu kesin. Neyse kız bir şey söyledi ne dedi bilmiyorum İdın, onun elini tuttu ama sanki farkında değildi. Sonra olan oldu. Félix bir hışım ile kalktı. Arkada Alex elini alnına götürdü ve onaylamaz bir şekilde salladı.

 

Geçti karşılarına 'İzninle sevgilimi almaya geldim' dedi. Sinirli bir şekilde İdın'a bakıyordu. Dedik kız ve Félix ne zaman sevgili oldu? 'Hadi İdın.' dedi ve elini İdın'a uzattı. Biz daha bir şaşırdık bir daha dedik n'oluyor?" Meredit bir daha kahkaha attı. Bundan keyif aldığı belliydi.

 

"İdın, 'Fèlix lütfen biraz sakinleş dedi.' Ama yok Félix'in gözü dönmüştü elini tutu ve gidiyorlardı. Sonra İdın durdu. Félix ona bağırmaya başladı. İşte 'gözümün önünde kızın elini tutuyorsun. Sabah dediklerim umurumda değil ben sadece seni istiyorum' falan. 'Dokunuyor sadece gözüme bakıyorsun. Kalkıp yanıma gelebilirdin'. Falan öyle şeyler söyledi hepimiz şoktayız ne diyecez ne yapıcaz bilmiyoruz. Anlamıyoruz da. Aslında anlamamak o sırada daha iyiydi. Arhtur muhafazakar bir Katolik Hristiyan bir numara da homofomik. Çok sırf gay diye İdın'ı öldürür, o kadar. Zaten Selen için yönelimin bir önemi yok o zevk için de İdın'ı öldürür. Félix bağırıyor, hepimiz susuyoruz, İdın ne yapacağını bilmiyor. En sonunda İdın bir adım geri attı. 'Fèlix beni korkutuyorsun.' dedi titreyen bir sesle. O cümle son oldu, sanki o cümle ayılttı Fèlix'i. Félix olduğu yere mıhlandı öyle kaldı. Önce İdın'a baktı, baktı sonra onu kendine çekti. İdın kafasını Félix'in göğsüne yasladı Félix kollarını omzuna doladı. Başını İdın'nın saçlarına bastırdı, 'Özür dilerim sevgilim.' dedi. Sevgilim! Bizde boş boş baktık. İdın da bir şey dedi ama açıkçası anlamadım. Félix, İdın'nın saçını öptü bir daha kala kaldık."

 

Sanki o anı tekrar yaşıyor gibi aynı şaşkınlıkla gözlerime baktı. Bence ben de heycanla bakıyordum gözlerine. Çünkü karışık anlatımına inat heycanla öne eğilmiş merak dolu gözlerle devam etmesini bekliyordum. Saki sonunu bilmiyoruz.

 

Karışık anlatıyor Olabilir ve evet Türkçesi biraz bozuk. Ama mimikleri mükemmel. Türkçe'yi benden iyi kullanması ayrı bir ironi.

 

"Sonra." Konuşan bendim galiba çünkü dudakları oynamamıştı. "Kıyamet!" dedi. Başını yavaşça sağa- sola sallarken. "Ha?" o da bana doğru eğildi. "Alex toplantı kurdu. Tüm savaşçıları topladı. O zamanlar daha Lusita yok. Galiba Öykü'nün de beşinci ayı falan. O zamanlar benim çaylağım. Daha yeni çaylaklığım bitmiş eğitmeliğe geçmişim. Neyse toplantı masası kurulu. Masaya geçmişiz hepimiz. Masa başkan dahil olunca yirmi bir kişilik. Biz on kişi geçmişiz karşılarına; başkanın yerinde, baş köşede Alex. Alex'in sağ tarafında Atlas. Sağ tarafın son yerinde de ben." Birkaç saniye gözüme baktı. "Bence anlatamadım."

 

Yok canım bu salak anlamadı.

 

Başımla onu onayladım. Ve arkama yaslandım ikimiz de öne doğru eğilmiştik aramızda orta sehpa vardı. Sonra o da arkasına yaslandı ve histerik bir kahkaha attı.

 

"Bak, masa Başkan dahil yirmi bir kişilik. Biz de o zaman on beş kişiyiz. Alex baş köşede. On dört kişi kaldı. İdın ve Félix'e sağ tarafa çaylak tarafından tam ortada oturuyorlar. Félix 12. yani Alex'e daha yakın olan yere, İdın 14. yere oturmuş. Ben 20. Yerdeyim Atlas da 2. yerde. Geri kalan on savaşçı yan yana dizilmiş karşıda oturuyor. Şimdi anladın mı?" Bu sefer başım ile olumlu anlamda onayladım. "Güzel."

 

Hala betimleme yapıyor ama bu sefer yüzünde aynı hüzün yoktu.

 

Belli ki sen de ona iyi gelmişsin Asya.

 

Acaba Alex onları neden toplamıştı. Şu an onları yönelimleri için yargılıyora benzemiyordu.

 

Merakıma daha fazla dayanamadım ve soruları sıraladım; "Alex neden topladı sizi? Kötü şeyler olmadı değil mi? Yok olsa şu an böyle olmazdı araları. Ama yani gizli saklı işler? Çok mu sinirlendi? Yok o Felix'e sinirlenmez. Sinirlenmez dimi? Ama aşk yani kötü bir şey yapmadılar ki."

 

Meredit sana gülüyor Asya. Keşke nefes alsaydın.

 

Bir soru daha sorsaydım her halde nefessiz kalıp ölürdüm. Büyücü niye gülüyor ki?

 

Rap yaptın Asya. Tüm Rapçilere taş çıkardın. Şirketler senin için kapıya dizilmiş durumda. Al altın incir ödülün.

 

Annem benimle gurur duyuyorsun biliyorum bu inciri sana adıyorum. Ama sakın yeme sonra altın dış taktırmamız gerekir. Ve zincir marketlerde kasadaki ablalar. Bu ödülde sizin de emeğiniz var. Ha bir de yol soran amcalar ve yabancılar. Bu ödül hepimize. Sevgilerimle...

 

Ben ne diyorum ya?

 

Onu anlamaya çalışıyorum Asya.

 

Meredit sonunda susmaya karar vermiş gibi yavaşça sustu. Tam yedi saniye sonra tamamen sustu. "Direkt konuşmalarla anlatıcam. Félix ve İdın gözleri masada savaşçılar sus pus. Alex sinirli bakışlarla o ikisine bakıyor. 'Fèlix bana bak!' dedi Alex. Félix bakmadı. 'Bana bak!' dedi, bu sefer Félix ona döndü. 'Ben sana İdın farklı, diğerleri ondan korkuyor. Bu yüzden onun çaylağın olmasına izin verdim. İdın çok güçlü ve bu gücü yönlendirecek tek şey senin sevgin İdın'nin nefreti ancak böyle kontrol edilebilir dedim.' Félix korkuyla ona bakıyordu ama kendi için değil İdın için korkuyordu. İdın ikide bir göz ucu ile Félix'e bakıyordu. Félix karargahta önemli bir yere sahip ve İdın, Félix'in bunu kaybetmesini istemiyordu. İkisi birbirine aşıktı ama bunu anlamak için kelimelere gerek yoktu. Félix geri gözlerini masaya çevirdi ve Alex devam etti;

 

'Ben sana dedim ki eğer İdın senin yüzünden bir hata yaparsa veya sen bir hata yaparsan sonucunu İdın öder. Hataların cezası ölümdür.' dedi. Félix gözlerini Alex'e çevirdi ağlıyordu. Ama İdın tepki vermiyordu sadece kafasını çevirip birkaç saniye Félix'e baktı. Belki birazda Félix'e olan aşkı yüzünden ölecekti ama o Felix'e aşkla bakmaya devam etti. Dudaklarindaki o acı tebessüm hâlâ gözümün önünde. 'Bana söz vermiştin Félix. İdın'a dikkat edecek ama onu sevginden mahrum bırakmayacaktın. O bir çiçek gibi senin sevginle büyüyecek ve diğer savaşçıların güvenini kazanacaktı. Ama sen kaybettin. Ve hatanın bedeli İdın.' dedi Alex. Tüm savaşçılar nefesini tutmuşken Félix avazı çıktığı kadar bağırdı. 'Hayır! Hayır Alex, İdın'a zarar veremezsin. O birşey yapmadı ben zorladım, ona dokunma. O beni uyardı ben dinlemedim. Ona dokunma.' Sonra İdın Félix'in sözünü kesti. 'Kes sesini Félix. İlk ben seninle konuştum. Yapmamam lazımdı. İnatla çevrende döndüm. Sana hiçbir şey olmayacaksa ben her şeye razıyım. Bu benim hatam benim günahım.' İdın bile inandırmış kendini günah işlediğine. Zaten aşk günah olmazsa kalp günah meleğinin tarafında atmazdı."

 

Meredit kısa bir ara verdi sesi titremeşti.

 

Merak etme sen. Asya da aşk şarabını tatmış bir günahkar.

 

"Neden bilmem o sıra Félix gözlerini Öykü'ye çevirdi. O zamana dek farketmemiştim ama Öykü sesiz sesiz ağlıyor kendiyle savaşıyordu. Hâlâ da sebebini bilmiyorum, söylemiyor. Sonra Alex arkasına yaslandı. Félix sinirle İdın'a döndü. 'Hayır sen mi dedin sev beni, bana aşık ol? Ben seçtim. Ben seni seçtim ne olursa olsun seni seviyorum dedim. Seninle olan her şeye razıyım.' Yavaşça Félix'in yüzü yumuşadı, baktım İdın'ın gözünden de bir damla yaş düştü. Onların razı olduğu şeyler ölümdü ve gözlerinden akan yaşlar bunun ıslak imzasıydı. 'Saçmalama Félix kendini öldürteceksin' dedi. Félix ona acıyla gülümsedi. 'Olsun senle günah işlemek güzeldi ölüm de güzel olur.' dedi. Yemin ederim hiçbir zaman bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Onlar gözümüzün önünde aşk için ölüme razı gelmişti. Hiçbir zaman Alex'den o kadar nefret etmemiştim. Hiçbir zaman insanlığımdan bu kadar nefret etmemiştim."

 

Büyücü çaresizliğini hatırlıyordu o hüznü hatırlıyordu. Ama yine aynı çaresizlikteydi çünkü geçmişe dokunamazdı. Geçmiş sizi aradaki zamanlara rağmen yakardı aynı mesafelere rağmen denizin gözyaşlarınızla sızarak sizi boğması gibi.

 

"Tabi İdın sinirlendi 'Saçmalama senin bir geleceğin olacak. Sen doktor olacaksın.' dedi. Félix tekrar gülümsedi. 'Senin olmadığın geleceği ne yapıyım? Senden sonra kalbimi iyleştiremezsem doktorluğu ne yapayım?' Bi baktım ben de ağlamaya başlamışım ama hıçkırık sesleri benden gelmiyordu karşıya göz attım, Selen... İdın'dan nefret eden kız. Kendine engel olamıyor hıçkırıklarla ağlıyor. Alex bizi böldü. 'Peki 42. odayı hazırlayın.' dedi. Félix zaten o sıra kafayı yedi. 'Sana hiçbir zaman saygıda kusur etmedim, ne yapsan Alex haklıdır, bir bildiği vardır dedim. Ama İdın'ı vermem ben yaşadığım sürece değil sen, kimse dokunamaz ona! Tüm karargah karşıma geçsin umurumda değil.' Dedi Félix tekrar bağırarak. Melodi tam söze girecekti ama Alex onu susturdu. Sonra Alex ondan sonsuza dek nefret etmeme yetecek o teklifi verdi: 'Peki Félix sana iki yol veriyorum. Ya İdın'ı bırakır eğitmenliğine geri dönersin yada onunla birlikte 42. Odaya gidersin. Ne kadar kararlıyım biliyorsun.' Félix hiç düşünmedi. 'İdın'ı vermem. Onu benden almana izin vermem. Seni hep sevdim kardeşim ama İdın'la olayım ne olursa olsun.' Dedi."

 

Tüylerimin ürperdiğini hissettim.

 

Devam etti. "Alex bu sefer İdın'a döndü. 'Peki. Félix ölmeyi seçiyor. İkinizden biri ölse yeter benim için ama sen söyle karargahta Félix'in yerine geçmek mi yoksa Félix ile birlikte 42. Odaya geçmek mi?' O sırada tüm gözler İdın'a döndü. İdın hiçbir şey söylemeden sadece Felix'in elini tuttu. 'Ben zaten Felix'den önce ölüydüm sadece nefes alıyordum. O bana yaşamayı öğretti. Biz onunla nefes almadan da yaşarız.' dedi."

 

Meredit'in sesi tekrar titredi.

 

"Tüm savaşçılar aynı anda konuşmaya başladı tek susan kişi Öykü oldu. O da zaten içli içli ağlamakla meşguldü. Ama o neden bir şey demedi neden en fazla o ağladı bilmiyorum. Alex herkesi susturdu. İdın ve Félix el ele tutuşup boyun eğmişti ölüme. Tamam dedim aşk diye bir şey gerçekten var. Yoksa bu neydi?

 

Bana dönün!' dedi Alex tekrar. İkisi de ona baktı. 'Fèlix yıllar önce ilk Hyun Su'nun yeteneğinin yenilenmesini söylediğin zaman sana ne demiştim? Eğer yapıyorsan bir bildiğin vardır demiştim. Ben hep düşünerek haraket ettim. Sen hep duygularınla. Bana defalarca kez hayatı gösterdin. Hyun Su ve Lui'den sonra sen ve Selen benim kardeşlerim oldunuz. Bana da Kardeşlerimin arkasında durmak düşer. Selen, Arthur'u sevdiğini söylediğinden ona destek oldum Hyun Su bir Viyen' i sevince ona destek oldum. Sana olmazsam haksızlık olur.' dedi. Öyle kaldık. Beyinlerimiz durmuş. Alex'e bakıyoruz. Sanki ne dediğini anlamıyoruz gibi - ki gerçekten anlamıyoruz. 'Anlamadım?' dedi Félix, kekeliyerek. Bizde anlamamıştık ama konuşacak cesaretimiz yoktu. 'Umut ve Melodi daha birkaç ay önce evlendi. İki savaşçı evlenebiliyorsa, karşı cinsini sevebiliyorsa veya bir normali sevebiliyorsa size karşı gelmem, haksızlık olmaz mı?' O an Alex'e olan sonsuz saygım arttı. Alex hep bizi düşünürdü. Gidip Alex'e sarıldılar. İnanır mısın Selen İdın'a öyle sarıldı ki... kavga etmedikleri tek gün o gündü. Sonra Öykü Félix'e sarıldı. Ama o sarılışla sanki tüm yüklerini attı. Fèlix'i kollarındaki o hıçkırıklarını, Alex'in dolmuş gözlerini unutmam."

 

Şu an düşünüyorum da bayağı mantıklı bir şey yaptı. Savaşçıların ona olan itaatlerini denedi, Félix ve İdın'nın aşkını ölçü, Savaşçıların birbirine verdiği değeri ölçütü, ne olursa olsun ona güvenmemiz gerektiğini gösterdi ve hepimizin eşit olduğunu öğretti. Tabii kelimesi kelimesine konuşma böyle değildi. Ben Alex değilim. Kusursuz bir şekilde bir konuşma ezberleyemem ama ana mantık buydu."

 

Bak Asya, her mükemmelik Alex'e dayanıyor.

 

Alex çok güçlü.

Alex çok kararlı

Alex çok zeki.

Alex geleceği görmeden görüyordu ve buna göre haraket ediyordu. Bir gün gideceğinin farkındaydı. Ve buna göre bir düzen kuruyordu. Belki bu yüzden beni çaylağı olarak almıştı. İkizlerin çöküşü ona ölümün ne kadar yakın olduğunu göstermiştir. Ama Alex gitmesin. O kalsın.

Savaşçılarla kalsın.

Kardeşleri, ailesi ile kalsın.

Güçlü kalsın.

Ama en çok da benimle kalsın...

 

Neden günlerdir ertelediğim o seçenek şimdi bana olası geliyordu? Neden dokunuşları bana iyi geliyodu? Bu masallarda olurdu. Prens, prensesin güzel sesi ve ninileri ile güvenle uyurdu. Prenses prensin dokunuşlarında huzur bulurdu. Neden bir erkeğin dokunuşu hasta bir kıza iyi gelsin ki?

 

Bir erkeğin dokunuşu bir kızı hasta edebiliyor ama Asya.

 

Ediyordu... Etmişti hem de en acı şekilde. Bir çocuğun başına gelebilecek an acı şekilde uykusu, mutluluğu, hayalleri ve güven hissi alınmıştı. Bunu yapan kişi bir erkekti ve o küçük kızdan alınanları tekrar bir erkek verir miydi?

 

Versindi ama Alex versindi.

 

Asya sen fark etmeden Alex'e bağlandın, farkında mısın?

Geçmişin ve kalbin bu yüzden savaşıyor. Kalbin Alex için savaşıyor ve sana fark ettirmeden onun için atıyor.

 

Bu olamazdı birkaç ay geçmişti

Kimse kimseye birkaç ayda güvenmez.

Kimse kimseye birkaç ayda bağlanmaz.

Kimse kimseyi birkaç ayda sevmez.

Birkaç ayda kimsenin kalbi başkası için atmaz.

 

Seni kötülükleri ile kirlettiler Asya, iyi misin?

Sen öldün ama hâlâ kalbin sana inat atıyor.

İyi misin Asya? Kalbin Alex için atıyor.

 

"Asya. Asya! ASYA!..." irkildim Büyücü bana doğru eğilmişti ve ben aynaya bakıyordum. Lanet olsun! Aynaya bakmıştım. O ayna gerçekten büyülüydü, aklıma olmayacak şeyler sokuyordu. Artık aynaya bakmaya korkuyordum. Aklımı kaçıracak gibi hissettim. Meredit bir sürahiyi eline aldı ve bir bardak su doldurup yanıma geldi. Uzattığı bardağı titreyen ellerimle aldım ve tek solukta bitirdim.

 

Büyücü birkaç dakika dizinin üstünde şefkatle beni bekledi. "Bana ne gördüğünü anlatmak ister misin? Belki yardımcı olabilirim." Şüphesiz o bu konuda benden daha iyiydi ama ne diyebilirim ki? "Sadece eski anılarım aklıma geldi. Önemli bir şey değil." Meredit birkaç saniye durdu ve beni süzdü. Yalan değildi geçmişimle savaştım. Ve içsesimle.

 

Kalp? 

 

Hâlâ kalp diyordu Allah'ım cinayet sebebi, yemin ederim cinayet sebebi.

 

Beni nasıl öldürmeyi düşünüyorsun aptal kız?

 

Şu an içsesimle kavga etmem gerçekten aptallıktı. Kabul.

 

"Bu- Bu aynanın olayı tam olarak ne?" Büyücü yüzüme baktı. Gözlerinde şüphe ve endişe vardı. Kafasını eğip derin bir soluk verdi. "Biz insanları ikiye ayırırız. Nasıl ayırdığın değişir. İyi-kötü, mutlu-üzgün, gerçekçi-hayalperest... işte böyle yansıma aynaları bunu yansıtır. Aynı anda iki şey olamazsın, aynı anda tek tarafta olmazsın. Sen iyi olursun kötülüğün gölgede seni bekler. Ama aynı anda iyi veya kötü olamazsın. Yansımalarımızda yarımız olur. Ya aynada ki yansıma da ya da gölgede ki yansımada. Bu nasıl açıklanır veya şu ne kadar açıklaya bildim bilmiyorum." Tekrar kafasını kaldırdı ve gözlerime baktı. Endişesi yansıyan buz mavisi gözleri kederliydi. O da az çekmemiş anlaşılan aynalardan.

 

Zorla da olsa gülümsemeye çalıştım. O endişeyi yıkmak istedim. Ne kadar başardım tartışılır. Sesimin tınısına elimden geldikçe sıcak bir renk verdim. "Sakin ol. Ben iyiyim. Eskilerde kalmış birkaç kötü anı sadece." Hâlâ şüphe ile bakıyordu bana. "Hadi Büyücü! Daha soracak çok sorum var." Meredit bu sefer soluk bir şekilde gülümsedi. Çömeldiği yerden doğruldu ve karşıma oturdu. "Eğer gerçekten eminsen iyi olduğundan sıradaki soruna Hazırım, Avcı Kız." Ona sıcak bir ifade ile baktım.

 

Ne diyebilirdim, bilmem. Ne yapabilirdim, bilmem. Geçmiş benden çok şey çalmıştı. Gelecek ise bana yeni hediyeler sunuyordu. Ben geçmişin aldığı şeylere veda ettim ve gelecekten gelen şeylere sadık kaldım o gün. Zaten hayatta hep ileri gitmek için karşıya bakmak ve arkanı yakmak gerekmez mi? Ama dikkat edin de geçmişin ateşi sizi ve geleceğinizi yakmasın. Bir ateşi yakmak kolaydır; Peki ya kontrol etmek?

Anladın mı?

Anlayacaksın.

Her şeye yeni başlıyoruz, İsimsiz.

 

Artık geleceğim sadece beni değil seni de etkileyecek.

Geçmişim sadece beni değil seni de yakacak.

Savaşçılar artık sadece beni değil seni de iyileştiricek.

 

Biz konumuza dönelim yoksa Meredit benim kaçık olduğumu düşünüp benden kaçacak.

 

Saçma sapan kafiyeler geldiyse bu düzeldi demektir.

 

İÇ SESİMİ HİÇE SAYIYORUM.... "Sen biraz önce Öykü'ye benim çaylağım dedin.... nasıl bir soru sorulur bilmiyorum ama sen anladın neyi kast ettiğimi." Büyücü tekrar bir kahkaha attı. Onu haftalarca acı tebessümü ve soluk yüzü ile görmüştüm. Şu an karşımda bu kadar mutlu ve neşeli olması beni açıkçası çok sevindirdi.

 

Dediğim gibi. Sen de birilerine iyi gelebiliyormuşsun Asya.

 

Meredit eli ile saçlarını geriye attı. "Bak şimdi. Biz savaşçıları eğitmenlere dağıtırken yeteneklere göre dağıtırız. Mesela Umut ve Melodi. İkisini de yeteneği sesi ile ilgili. Veya Öykü ve Cesika. İkisinin yeteneği hisler ile ilgili. İlk geldiğinde ben Öykü'yü istedim. Ama sonra Öykü'nün de Ces gibi hislerini kullandığını fark ettik. Bende bir beş ay falan kaldı sonra Cesika'nın çaylağı oldu. Zaten bir süre sonrası Lusi geldi. Benim ritüeller için bitkilere ihtiyacım vardı. Lusi ise bitkilerinin çabuk büyümesi için bana ihtiyacı vardı. Yeteneklerimiz birbiri ile bağlantılı olunca benim çaylağım oldu." Karargah işleri neden bu kadar karışık? Alex her şeye nasıl yetişiyor?

 

"Ben ve Alex'in yeteneği arasında hiç bir bağ yok. O beni neden çaylağı olarak aldı ki?" Meredith yüzüme baktı. "Bunu bizde bilmiyoruz. Alex genele bir adım atar ve o adımı anlamanızı bekler. Gerçi şu an bazı savaşçılar nedenini anlamış gibi. Eh benimde bir iki fikrim var. Bunu bize zaman gösterecek. Ama nesnel bir cevap istiyorsan Alex seni bir lider olarak yetiştiriyor. Lider olacak potansiyele sahipsin."

 

Asya... Liderlik? Bir daha mı düşünseniz dostum? Yani bahsettiğimiz kişi sonuçta Asya.

 

İç sesim ilk defa haklı. Tamam yani lidercilik oynamayı severim ama bu ciddi bir oyun. Karargahın amacı tüm insanlığı korumak. Ben daha kendimi koruyamıyorum da Alex etrafımda dolanıyor.

 

Ada? 

 

Ada ayrı ben onu her şekilde korurum ama bu biraz, pardon bayağı fazla. O kadar fazla Ada düşünemiyorum. Bu ciddi oyun beni sobe yapmış tüm kayıpları aramamı istemişti. VE BEN SAKLAMBAÇ OYNUNDA ÇOK KÖTÜYÜM.

 

Tamam saklanmakta iyiyim ama bulmak? Ne yapayım kötülere 'sen say ben saklanıyorum abi' falan mı diyeyim? Onu bunu bıraktım da Alex o kadar beni takip etmiş hiç mi hatamı görmemiş. Ben buraya konuşmaya başladığımızdan beri yaptığım tüm hataları sıralasam benim savaşçı olmamdan vazgeçerler.

 

"Peki, şey ben bu konu ile ilgili ne diyeceğimi bilemiyorum. Biz bu konuyu kapatsak mı?" Meredith beni başı ile onayladı. Bir süre sessiz kalınca aynaya göz ucu ile bakıp korkuyla tekrar önüme döndüm.

 

Meredith tüm bunlarla nasıl delirmeden başa çıkıyordu?

 

Tüm savaşçıların yetenekleri hem sıra dışı hem çok mantıklıydı. Aralarında bir ben saçma duruyordum. Gerçi onun yeteneği de tuhaftı.

 

"Sen ne zaman ölüleri görmeye başladın?" bı süre durdu. "Aslında az çok gördüğüm ve duyduğum oluyordu hatta bana şizofreni tanısı katıldı. Ergenliğime girdiğim zaman içimdeki asi gördüklerimin asıl gerçekler olduğunu düşündü. Büyü kitapları buldum, bununla ilgili videolar izledim falcılarla tanıştım. Sonradan göz perdem iyice zayıfladı. Eskisinden daha beter oldu. Ailem aklımı kaçırdığımı düşündü beni zorla tedavilere soktular aptalca tedavileri çok acı veriyordu, evde gördüğüm deli muamelesi çabası. Bende on sekizimi doldurduğum gibi evden kaçtım, şehir değiştirerek yeni bir hayat kurdum. Yeteneğimi kullandım ve insanlara fal bakmaya, ölüler ve yaşıyanlar arasında aracılık yapmaya başladım. Benimle aynı mesleği paylaşan insanlardan birçok ritüel ve büyü öğrendim. Para karşılığında insanların kaderini değiştirdim. Sonra adım yayılınca sosyal medya hesabı açarak kendi reklamını yaptım. Anlaşılan karargâhın ilgisini çektim."

 

"Hiç ölülerle başın derde girmedi mi?"

 

Meredith parmaklarını yüzündeki yara izine bastırdı. "Bu nasıl oldu sanıyorsun?"

 

Bir miras kavgası için üç kardeş gelmişti yanıma. Ani bir şekilde ölen babalarına ulaşmamı istediler. Babalarının mezarından alınan toprağı, özel tılsımlar yazan kağıtları ve gelen kardeşlerin bir miktar kanını suya karıştırdım. Babaları ile iletişim kurduk. Ölümü üstünden sadece birkaç ay geçtiği için zor olmadı ama adam ölümünden çok miras ile ilgilendikleri için sinirlendi. Nasıl odlu bilmiyorum ama suyun içinde olduğu cam kabı resmen patlatı. Yüzünden ve vücudumun bir çok yerinden yaralandım. Farklı melhemlerle bedenindeki diğer izlerden kurtuldum ama bir lanet gibi yüzümdeki bu iz kaldı. Sanırım alıştım. "

 

Ortama neşe katmak için coşkulu bir sesle konuştu. "Biliyor musun bir kadının doğum anında döktüğü kan bir çok büyüde kullanılıyor. Ayrıca yaptığım bazı melhemlerle birlikte çoğu yarın iz bırakmasını engelliyor. Sanırım yenilenme ve yeniden doğuşu taşıdığı için. Belki de ruhu yedekleme vesaire."

 

 

 

 

"A- aklımda bulundurucam." dedim kekeleyerek. "Meredith konudan bağımsız şu savaşçıların yedeklenmesi olayı ne?"

 

"Bak şimdi. Biz hani tehlikeli işlerle ilgileniyoruz ya. İşin ucunda göreve gidip dönmemek var. Bu yüzden bazı savaşçılar yedeklenir. Mesela Alex fikirlerini, icatlarını yazarak korur ve onun yedeği günlükleri ve teknik ekibidir. Liderlik konusunda sen yedek olarak alındın zaten. Veya Félix onun kısmen yedeği revirde onunla çalışan doktor ve hemşireler. Mex'in yedeği onun ekibi ve bilgisayarı. Tüm bilgileri o bilgisayara kaydeder. Ama bazı savaşçıların yedeği alınmaz. Hyun Su yenilmezlik özelliğine sahip, onun yerine biri bu özelliği kullanamaz. Veya sen, senin yedeğin alınmaz. Çünkü senin yerine biz hayvanları anlayamayız. Yani öyle."

 

Yani öyle... harika bir replik değil mi? Hem çok yarım hem çok açıklayıcı.

 

Tüm dersleri Meredith'in anlatması lazım. Tamam Türkçesi bozuk belki, belki bazen tıkanıyor ama kızın konuşması sarıyor.

 

"Alex senin için de bir teknik ekip hazırladı. Hayvanlardan oluşan bir ekip. Onları eğiticeksin ve bizde görevlerde kullanacaz. En son ikinci odanın bahçesi bunun için hazırlanıyordu."

 

"Hayvanlardan oluşan bir ekip mi?" dedim gözlerim kocaman açılarak.

 

"Evet, yaptığımız baskınlarda sadece insan kurtarmıyoruz, bazen hayvanları da kurtarıyoruz, ayrıca devriyelerle bulduğumuz yaralı hayvanları revire getiriyoruz. Onlar için ayrılan bir oda var."

 

"Benim teyzem veteriner hekimdir, hendi kliniği var. Tiyatro haricinde orda çalışırım. Klinik açtığı zaman veteriner teknisyenliği eğitimi almıştım. Burda da bir faydam olsun isterim."

 

"Neden olmasın bu konuyu Félix ile konuş iyisimi."

 

Kendi teknik ekibim. Vay be çok heyecanlandım şimdi. Bir sürü partili dostum olacaktı.

 

Telefonum çalınca uzandım ve arayan kişiye baktım. Kumsal abla.

 

Ada! Onu tamamen unutmuşum. Parmaklarımın kemerını kemirmeye başladım.

 

"Bu tepkin aynı İdın." Ne? Bu nerden çıktı? "Ben... anlamadım." Meredith birden kahkaha attığında ne yapacağımı bilemedim.

 

Bozdun kızı Asya. Fabrika ayarlarına döndü.

 

Büyücü nasıl kurulurdu acaba?

 

Bir süre Meredit gülmeye devam etti. Ve bu süre boyunca yaptığım tek şey balık gibi yüzüne bakmak oldu. Sonunda sakinleşince yüzünde sadece bir tebessüm kaldı. "Ah afedersin." Kafamı önemli değil der gibi salladım. Gülümsemesi biraz genişledi. "Geçen bizim kızlar toplandık. Konu sana açıldı. Bizimkiler senin İdın'a çok benzediğini söylediler." Kaşlarım çatıldı. "Yüz olarak da benziyorsunuz, kişilik olarak da, ve inanmayacaksın ama tepki olarak da.

 

Katılıyorum Asya.

 

Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğim. Neyse en azından felsefe biliyorum. Bu bilgilerinden yola çıkarak bir şeyler bilmeye çıkışıcam. Ve elbette ki bilmediğim şeylerde biri de ne dediğim. Bu arada hâlâ Meredith yüzüme bakıp duruyordu. "Ben yine anlamadım." Şu an benim geri zekalı olduğumu düşündüğüne yemin ederim ama kanıtlayamam. Umarım kanıtlamam gerekmez.

 

Meredit sonunda bilinmezliği aşmaya karar vermiş gibi konuşmaya girdi. "Sadece İdın'a benziyorsun. İkiniz de aynı tepkileri veriyorsunuz. Mesela bir şey söylediğimizde. İkinizin de gözleri kısılıyor ve 'Haa?' Diyorsunuz. Tamam, bu belki yaygın bir tepkidir. Veya ikiniz de bir masada otururken sürekli haraket ediyor veya elinize bir şey alıp oynuyorsunuz. Mesela bileklikleriniz. Fark etmedin mi savaşçılar arasında ikide bir bileklikleri ile oynayan sadece sizsizin. Uzakta duruyorsunuz ama uzaktan diğerlerinin iyi olup olmadığını sürekli kontrol ediyorsunuz. Sen Ada'ya karşı çok hassassın o da Félix'e. Yanlış anlama bi' şey ima etmiyorum. Sadece sevdiklerinize karşı fazla dikkatlisiniz. Yüz şekli olarak da çok benziyorsunuz. Göz renginiz, yüz şekliniz... İdın senin beyaz tenli, siyah saçlı erkek versiyonun." Meredit sustuğunda dediklerini anlamaya adadım bu sessizliği. Aslında evet doğru olabilir.

 

"Bak ne diycem. Bir süre İdın'ı bu dediğim yönlerden incele. Haklı olduğumu anlayacaksın. Bu sonuç ne işine yarar bilmem ama en azından neyi kast ettiğimi anlarsın." Onu başım ile onayladım. İdın hakkında konuşmak bana haftaya çarşamba olacak görevi hatırlattı. Bu planı ben kurmuştum. Savaşçılar şu an bana pek sıcak değildi. Ve eğer başarısız olursak benden nefret ederlerdi. Ve evet, ben de kendimden nefret ederdim. Üçünün de sevdikleri ve sevenleri vardı.

 

Sanki Lusita'ya bir şey olsa Öykü'nün hayat çiçekleri asla yeşermezdi, duygularını kaybederdi de yeteneği bir işe yaramazdı. Sanki Selen'e bir şey olursa Arthur hayata eskisi gibi bakmazdı. Ve yeteneği bir işe yaramazdı. Sanki İdın'a bir şey olursa Félix bir daha kendini iyileştiremezdi ve yeteneği bir işe yaramazdı.

 

Biz savaşçılar, toplumda dışlananlar. Kendilerini dışlayan toplumu koruyanlar.

Biz savaşçılar, kimsesiz olanlar. Birbirinden destek alanlar.

Biz savaşçılar, karanlığa kapatılanlar. Karanlıkta kaldığı için hayallerini yakanlar.

 

İnsanlar karanlığa kapatırsan ateş böcekleri onların güneşi olur. Eğer etrafta ateş böcekleri yoksa. Aydınlanmak için karanlıktan kurtuluş hayallerini yakarlar. Oma o yangın onları da yakar. Çünkü biz insanız, yada kendini insan sananlarız. Biz karanlığa mahkum yaratıklar. Ve o karanlığı en çok tadan savaşçılar.

 

Gel İsimsiz, biz birlikte yanalım. O karanlıkta birlikte kör kalalım. Savaşçılar yaralarımızı sarsın, gel savaşçıların yaralarını saralım.

 

¿

 

Bölüm : 21.12.2024 21:13 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...