***
Hayatı Bir ölüme bankan insanlar kendilerini can alacak kadar güçlü sandılar...
***
Kumsal ablayı tekrar aradığımda açmadı. Merak edip bende Ada'yı aradım.
Çok şükür ikinci çalışta açtı. "Alo Ada." Ada ilk cevap vermedi. Hiçbir ses gelmediğinde mikrofonu kapattığını anladım. "Alo? Ada." Sonuda ses geldi. "Asya." Derin bir nefes verdim. En azından konuşacak kadar iyiydi. Şu an hastanede olduğunu bilmesem iyi derim. Çünkü yalancı Ada sesine verdiği rahatlık ile beni bile etkilemişti. "Naber Ada?" Bir saniye sonra sakin monoton sesi geldi. "İyi kuzum, sen?" Sen dur Ada, sen dur. Seni kuzu sarma yapacam. "İyi. Karargahdayim. Kumsal abla beni aradı hayırdır?" Arkadan bir adım sesi geldi. Ya Ada ayaktaydı ya da yanında biri vardı. "Yanlışlıkla aradı." "Yanında mı şu an?" "Yok eve geçti o benim işim var çarşıda." "Yanına geliyim mi?" "Yok yok gerek yok. Ters düşüyor sana. Hem şimdi eve geçicem. Çok yorgunum."
Pis yalancı. Kumsal yanında değil diyor ama benim aradığında kesin bir dille yanlışlıkla aradı dedi. Aradan en fazla beş dakika geçmiştir. Ne ara ayrıldılar da Ada çarşıya indi?
Ortada çarşı yok zaten Asya. Şu an ikisi de hastanede.
Derin bir nefes aldım. Bundan bir halt öğrenemedim. "Bebeğim. Ben kapatıyorum. Büyücü ile dövüş dersim var." Ne Büyücü'su Asya? Meredit senin gibi dövüş dersi almıyor ki? Aha yedik mi naneyi?
"İyi kendine dikkat et. O kıza hiç güvenmiyorum." Gelen ses kısa süreli kalp krizimi kesti. Ada artık ne kadar güvenmiyorsa Metredit'e söylediğim yalanı farketmedi bile. "Peki bebeğim sende. Eve gidince ara beni." Bir süre sesiz kaldık. "Tamam. Görüşünüz." Telefonu kapağından boş boş telefona baktım. Bu afallamanin yeterli bir nedeni vardır umarım Asya. Vardı tabii ki. Ada hiç uzatmadı. Laf sokmadı, bu gün yaptıklarından veya bu gün gördüğü yakışıklı erkeklerden bahsetmedi. Son iki haftaya inat bana Hyun Su dan bahsetmedi.
Tamam. Şimdi asıl ajanı ara Asya.
Doğru. Sıra büyük silahta. Tekrar bir numarayı aradım. İkinci çalışta açıldı. "Alo, Semih naber." dedi Kumsal abla sanırım şu an Ada'nın yanındayd.
Evet Ada'ya karşı kullandığım en büyük silah tekrar Ada'nın ablasıydı.
"Dur Semih müsait bir yere geçiyorum." Semih Kumsal ablanın erkek arkadaşıydı. Bu günde Semih olduk elhamdülillah.
"Naber Kumsal abla?" "İyi yavru kuş. Seni sormalı. Uğraşıyorsun yanıma. Üvey kardeş."
Evet, Ada'nın ve ablası Kumsal'ın hayvanlara takıntısı var (!) Yavru kuş, kuzu falan. Ve evet, Kumsal abla bana manevi kardeşim falan der. (Yanına gitmediğide ise üvey kardeş.) Ama onlar iki kardeş.
Kumsal ablanın tek kardeşi Ada. Bundan şikayetçi değilim. Elbette ben de kardeşim olmasını isterdim ama bu saatten sonra aramızda 28 yaş olacağından olmasa da olur.
"Kumsak abla. Hangi hastanede sizin?" Bir süre sen gelmedi sadece nefes sesi vardı. En sonunda, "Ada beni öldürür" dedi. Göz devirdim. "Tamam o seni öldürmeden önce ben onu öldürürüm ve kurtulursun." Dedim. Karşıdan gelen kıkırdama ile benim dudaklarım da yukarı doğru kıvrıldı. "Cazip bir anlaşama. Kabul." Kendinden emin bir şekilde elimi belime yerleştirdim. "Harika! Dinliyorum." "Şu büyük hastanede vardiya, bir kadının adı vardı.Dur konum atayım." "Şey... tamam. Beklıyorum." Telefonuma gelen konum ile teşekkür edip, Ada'nın haberi olmayacağının garantisini verdim ve kapattım.
Bir iki savaşçı bulup haber verme amacı ile salona ilerledim. İçerden sesler geliyordu bende elimi sensöre kattım ve içeri girdim. İçeride Arthur, Alex ve Cesika vardı. İçeri adım atınca kenarda koltuklardan birine oturmuş elindeki tablette bir şeyler yapan Mex'i gördüm. Birinin geldiğini duyunca kafasını kaldırdı, yüzüme bakıp başı ile hafif bir selam verdi. Ben de aynı şekilde karşılık verince geri işine döndü. Mex nereliydi bilmem ama bu hali ile Adanalı konak ağalarına benzemişti.
Mex bunu duymasın Asya.
Aynı fikirdeyim.
"Alex ben de seni arıyordum."
Yalan söylüyor. Herhangi bir savaşçıyı arıyordu.
"Ada'nın yanına gideceksin?" Emin olduğu bir şeyi soru sorar gibi söylemişti. Başım ile onayladım. "Senle gelmemi isyermisin?" Bir an afalladım.
Neden?
Bilmiyorum ama... ne biliyim işte bir şaşırdım.
"Yok gerek yok. Zaten eve uğramam da lazımdı." Yüzüme bakıp bir şeyleri tartiyordu. Radar ve Taraftar bizimle ilgilenmiyip kendi aralarinda konuşuyordu. "Tamam, kendine dikkat et." Yüzüne bakmayıp başım ile onayladım ve çabucak odadan çıktım.
Kendine dikkat et...
İnsanları okadar çok kendinden uzaklaştırdın ki Asya artık onların seni düşünmesi veya bir kibarlık yapması sıra dışı giyer.
Evet içses, birileri tarafından değerli olmak... kimi tanıdıysam asla onun ilki veya en değerlisi olmadım. Zaten çocuk bir kendine dikkat et dedi. En değerli sensin Asya senzin ne yaparım falan demedi. Şu an ani gelen hislerim ile bir odaya geçip gür bir sesle kahkaha atmak istiyorum. Veya bağıra bağıra, çığlıklar ve feryatlar içinde ağlamak. Ama ikisini de yapmadım sadece sesiz bir soluk verdim. Biz bu dünyaya sesli geliyorduk. Ama zamanla hayat bizi sesizlestiriyor ve susuturuyordu. Zaten öyle olmasa doğan bebek ağlayıp doğmaz, ölen insan ise sesizce ölmezdi.
Ben hıçkıra hıçkıra ağlamak nedir bilmem. Şu ana dek hep sesiz ağladım. Sanki sesim çıkarsa daha çok ağlamama sebep olacaklar gibi. Bir keresinde bisikletten düşmüştüm. Daha 10 yaşında falanım. Herzamanki gibi sesimi çıkartmadan içime akıtıyordum gözyaşlarımı. Sonra annem yanıma geldi. Benim hep masum masum sesiz ağladığımı söylemişti. Ona "Hayır anne sesin kızının masumluğunu elinden alıp susturdular" diyemedim. Bu konu ile ilgili daha fazla konuşmak istemiyorudum. Eğer konuşursam geçmişimde arda kalan küller tekrar tutuşur da şimdimi yakar gibiydi.
Karargahdan çıkıp Kumsal ablanın attığı konumdaki hastaneye gitmek üzere karargâhın arabalarından birini aldım. Son zamanlarda falza mi araba sürüyordum ne? Kırmızı ışıkta durduğunda dışında yağmur yağıyor her yeri sel götürüyordu. Rüzgar ağaçları eğiyor, küçük çocuklar ağlıyordu.
Yeşil ışık yandı ve bir koruna çaldı.
Hayır, bunlar doğru değildi. Havada ilkbahar güneşi vardı. Ama o güneş sadece havadaydı. İçilmedi fırtına devam ediyordu. Neden birden bire moralim düştü bilmiyorum. Bildiğim tek şey artık yorulduğum. Gerçekten yorulduğum ve bu yorgunluk bu güne mahsur değildi. Yıllardır vardı. Ve geçmek bilmiyordu ben de bir türlü gitmek bilmiyorum.
Hastane durağında indim gelen bildirim ile tekrar Telefonuma baktım. Kumsal abladan mesaj.
C bölümü. Oda 7 ikinci kat.
Dudağıma oturan tebessümü ile okuduklarımı içimden geçirdim. Ziyaretçi saati ne zamandı bilmiyorum umarım beni içeri alırlardı. Girişteki danışmaya yaklaştım. "İyi günler." Kafasını kaldırmadan teşekkür etti. "Geliş sebebiniz?" Çok kibardı, çok. "Hasta ziyareti." Bilgisayardan bir yerlere girdi. "Kim ve oda numarası?" "C bölümü 7. oda Ada Deli." Tekrardan bir şeyler yaptı ve yeşil gözlerini gözlerime dikti. Yukarıdan aşağıya süzdü ve tekrar gözlerime döndü. "Tamam, git." Hiç bir şey söylemeden ilerledim. Bu ne yaşıyordu? Bakışları küçümseyici ve gaddardı. Ne alaka ben de bilmiyorum.
Danışmada ki kadını unutmaya çalışarak odayı aradım. Sonunda beyaz renk bir kapının önüne geldim. Kapıyı çaldım. Arkadan Ada'nın gir sesi gince içim burkuldu. Kapıyı açınca Ada yatağa uzanmış üstünde hastane kıyafetleri ile bana bakıyordu. Yüzünde şaşkınlık vardı, bende Şaşırmıştım ama benim şaşkınlığımın sebebi onun yanına sandalye çekip oturan ve Ada'nın elini tutan Hyun Su idi. İkisinin de gözleri bana döndü. Şey şu an yesilçam dizilerinde oğlunu ve gelinini yakalayan kaynana gibi hissediyor olmam normal mi? Yani yakalanacak bir şey yok. Sadece el ele tutuşuyorlardı. Ama Ada bana öyle bir bakıyordu ki öyle insan ister istemez öyle hissediyordum.
"Merhaba gençlik." Gençlik? İyi misin Asya? Gelmişken sana da mı bir baktırsak? Bana yıllardır bakıyorlar ama bir yere varamıyoruz. Hyun Su ayağa kalktı. -Tabii ki Ada'nın elini bırakarak.- Ada uzanmay devam etti. -Doğal olarak.- "Öncelikle bir şeyi netleştirelim. Ben masumum." dedi Hyun Su. Aceba Ada'ya mı masumluğunu kanıtlamaya çalışıyordu yoksa bana mı? Demek ki çifte suçlu.
Hâlâ kapıda olduğumu farkederek içeri girdim. "Naber kuzu sarma. Nasıl gidiyor hastane molası?" Ada bir bana bir Hyun Su'ya baktı. "Kumsal!" Galiba küçük ajanımın kim olduğunu bulmuştu. Bu arada Kumsal abla nerdeydi? Bunlar Nirvanaya doğru yolculuk yaparken yediler heralde kızı. "Bırak şimdi kumsalı, denizi. Senin ne işin var burda?" Bence soruyu daha mantıklı bir şekilde sorabilirdin Asya. "Neden yatırdılar seni hastaneye?" Hah bak bu olur işte.
Ada bu sorumu da beğenmemiş gibiydi. "Ufak bir zehirlenme." Ada mutfağa gitmeme yasağını çiğnenmiş anlaşılan.
Evdeki herkesi zaten en az iki kere zehirlenmisti. Kız radyasyondan daha hızlı adam zehirliyor.
"Zaten ortaya çıkacak, bence daha fazla işi zorlama." dedi Hyun Su. Ada Hyun Su'yu azarlarca baktı. Galiba benim bilmediğim bir şeyler dönüyordu. Ada titrek bir nefes verdi, pes eder gibi. Hasta önlüğünün yakasını biraz sıyırınaca sol tarafta bir sargı göründü. Olduğum yere mihlandigimi sandım ilkin ama kendimi Ada'nın yanına eğilir vaziyette bulunca ne ara hareket ettim bilmiyordum.
"Ne oldu? Kim yaptı?" Ada yutkundu. Gözlerini kaçırdı. "Asya sakin ol." "Ada!' Sesim sert çıkınca Ada'nın gözlerini korku saldı. Benden korumasından nefret ediyordum. Nefret ettiğim her şeyden daha çok nefret ediyordum. Korkularla dolu hayatı olan bir kıza bir de ben korku olmaktan nefret ediyordum. Ama nasıl ki içimdeki melek en fazla Ada'ya görünüyorsa benim korkularından doğan o canavarı da en çok Ada görünüyordu. "Ben ve Sedef dün gece konserden çıktıktan sonra... iki adam bize sataştı. Galiba sarhoştular. Biri Sedef'i kolundan tutup götürmeye çalıştı. Ona bir yumruk attım ve... öbür şerefsiz gelip bana... bir bıçak sapladı. Geri zekalı öldüm sandı herhalde itince beni kafam duvara çarptı. Bayılmışım gerisini hatırlamıyorum."
Sol tarafından. Yara. Ya... ya gerçekten kalbine gelseydi? Ya gerçekten...
Yanağımın ıslandığını hissedince sağ gözümden bir damla yaş aktı. Sağ göz hep hüzün damlatırdı. Ada'nın eli yüzümü buldu. Sanki konuşamıyordum. Azımı açsam sanki sesim titrer veya hiç çıkmazdı. "Asya. Ben iyiyim, yani bi sorun yok. Yara çok büyük değil ve hayatı bir zarar vermemiş." dedi Ada. Beni teselli etmeye çalışıyordu. Sesim titreyerek konuştum. "Ya verseydi?" Ada'nın dudağına buruk bir tebessüm oturdu. "Aşk olsun ben kolay lokmamıyım?" Bende hafif bir tebessüm ile karşılık verdim ama içim kan ağlıyordu sanki. "Kumsal abla nerde?" Ada ablasını tekrar hatırlayınca kaşları çatıldı sonra yüzüne bir yumuşama geldi. "Dün tüm gün yanımda kaldı yorulunca Hyun Su eve gitmesini benim yanımda kalmasını söyledi zaten iki saate sen geldin."
'Hyun Su'nun hastanelerden ödü kopuyor.' Meredith'in söyledikleri geldi aklıma. Hyun Su Ada için hastaneye gelmişti. Kendi için bile gitmediği hastaneye Ada için gelmişti. Bu düşünceler ile kafamı Hyun Su'ya çevirdim. Kollarını gösünde birleştirmiş sırtını duvara yaslamıştı. Sanki Ada'yı böyle görmek canını yakıyor gibiydi.
Yan odadan gelen müzik sesi zaten hepimizi su an özetliyordu.
°• Artık ne masumuz, ne yalandan yoksun. Bırak olsun...
Hastanede yüksek sesli her şey yasaktı. Yan odadan gelen fısıltı gibi duyulan şarkı sanki güne dert katiyordu da kimse çalan kişiye karışmıyordu. Bu hüzünlü duvarların bir parçasıymış gibi üçümüzün sessizliğine tercüman oluyordu.
°• Alırım başımı, başım bir deli nehir.
Silerim yaşımı, siler ismimi şehir.
Kestirir saçımı, kendimi avuturum.
Bir gülü kurutur, kurursa unuturum.
Nakarattan sonra şarkı kapandı. Sıra sizde şimdi siz konuşun der gibi.
"Şimdi eve gideceğim bir iki eşya alıp yanına gelicem. Yarın öğleden sonra ki provaya kadar boşum. Provadan sonra geri gelirim." Ada itiraz edecekken onu susturdum. "Hayır Ada. Zaten sizi gitmemeniz için uyarmıştım. Dinlemedin. Bırak da bari şimdi gözümün önünde ol." Baktı ki başa çıkamıycak başı ile onayladı.
"Merak etme sen gelene kadar yanında kalırım." Tekrar Hyun Su'ya döndüm. Gözlerinde samimiyet vardı. Yapabildiğim tek şey dudaklarımı yukarı kıvırmak oldu. Ada'ya dönüp anlından öptüm. "Bunu yapan kimlerse onların hayatını kaydırıcam. Ben Asya Ersöz, yemin ederim onları bulucam." Ada kıkırdadı ama canı yanmış gibi geri durdu ki bu tepkisi benin canımı yakmıştı işte. "Bundan yana hiç şüphem yok." Geri ayağa kalkınca Hyun Su da hareketlendi. "Dur sana eşlik edeyim." dedi ve benle birlikte kapıya yöneldi.
Bak Asya. Ada yalnız değil. Onu koruyan başka sevdikleri var.
Haklıydı. Hyun Su benden daha güçlüydü. Her açıdan. O Ada'yı benden iyi korurdu. Ama ya ben? Tabii ki kardeşi doğmuş çocuk gibi annem artık beni sevmiyor moodlarına girmiycektim. Ama bir insan ile yıllarca birlikte hayata baş kaldırıp, o başını başka birinin omzuna dayadiginda bi yanlız hissedersin. Ama Ada mutluysa nerde mutlu olursa olsun benim için önemli değildi. İşten ablasının yanida, ister benim yanımda, ister şu an aralarinda ne olduğunu bilmediğim Hyun Su'nun yanında. Veya belki de diğer savaşçıların yanında. Hyun su arkamızdan kapıyı kapatınca beyaz - mavi koridorda tek kaldık.
Hâlâ içim yanıyordu. İhtimaller aklımdan çıkmıyordu. Ya her şey birkaç santim ile sona edebilirdi. Bu fikir içimi kavuruyordu. Bu nasıl anlatılırdı bilmem. Ama birkaç santim ile sonsuzadek kaybedebilirdim. Gülücüklerimi, neşemi, dostumu birkaç santim ile kaybedebilirdim. Bu düşünce bana kafayı yediriyordu. Hem neden? Neden bir insan böyle aptalca bir şey yapardı? Anlamıyorum neden erkekler kızları istedikleri zaman, istedikleri yere götürebilecekleri ve istediklerini yapabilecekleri bir nesne olarak görüyordu? Ya bir kadından doğmuş bir insan nasıl bir kadına zarar vermeye çalışırdı? Sen bir kadından acılara, sancılara karşı en masum şekilde geliyorken nasıl bir kadının masumluğuna göz dikerdin? Nasıl canını yakardın?
Ada... Ada böcekten bile korkar biliyormusun İsimsiz? Ama öldüremez. Kendisi uzaklaşır ama zarar veremez canı yanar diye. Ada karanlıktan korkar biliyormusun İsimsiz? Karanlıkta biri yardım istese eğer elinden bir şey gelmez diye korkar. Ada yağmuru çok sever biliyormusun İsimsiz? Yağmuru bulutların göz yaşları olarak görür. Her yağmurda çıkar ve danseder. Yağmur bulutları onları seven biri var sansın ve üzülmesin diye. Ve biliyormusun? Ne zaman Ada çıksa yağmura ve dansetse sanki yağmur daha mutlu yağar. Toprağın canını yakmaz, sanki toprağa sevgi ile dokunur. Ada öyle masumdur. O sevgisiz büyümüş ama büyüyememiş bir çocuk. Hayata yıllarca ablası ile birlikte tutunmuş; Babasının bedenine, annesinin zihnine kattığı acılara ve yaralara inat sadece gülümsemeye çalışmış bir çocuk. Ada hep yağmur gibi kokar. Evet yağmurun bir kokusu yok. Ama bir yaprak ıslanır ya. Böyle ilk bahar yağmuru olur heryer yaprak ve çiçek kokar işte Ada da hep öyle kokar.
Şimdi sen söyle bu kadar masum bir çocuk hakkeder mi tüm bu acıları? Hakkeder mi bu yaraları? Ada yaralarını bile sever çünkü ona aittirler. İşte hayat o çocuğa hiç bir şey vermedi diye o çocuk, hayatın ona verdiği tek şey olan yaralarını bile sever.
Hyun Su karşıma geçince gözlerine baktım beni kendine çekti. Bana sarıldı. Hyun Su bana sarıldı. Biliyor musun ben de ona sarıldım. Sonra ne mi yaptım. Ağladım. Evet, yine ses çıkmadı sesizce ağladım. Ama ağladım. Hyun Su sevgi ile sardı kollarını omzuma. Kafamı gömdüm göğsüne sadece ağladım. "Ya bir şey olsaydı?" diye sordum göz yaşlarımı arasında. Bir şey demedi diyemedi sadece titrek bir nefes verdi. O nefes bana yetti. Elleri saçlarıma gitti şefkatle okşadı. Sonra dudaklarını saçlarıma bastırdı. Biliyor musun, hiç rahatsız olmadım. Çünkü Hyun Su'nun dokunuşlar da sadece masumluk vardı. Hyun Su iyi ki vardı.
♤♠︎♤
Orada öyle kaç dakika kaldık bilmem. Sonra ondan ayrıldım eve gittim. Üstümü değiştirdim yanıma bir iki şey aldım ve geri hastaneye geldim. Ben gidince Hyun Su gitti. Ada ile odada tek kaldık. O uzanmış tavanı izliyordu ben de onu. Dışarıdan bir yerden kuş seni geliyordu bazen koridorlardan tekerlek sesi geliyordu başka da ses yoktu. C bölümü hep en sesiz bölüm olmuştu. Gözetim odaları vardı burada. Fazla kalabalık olmazdı ki zaten sekiz kapı olan koridorda sadece iki oda doluydu biri biz diyeri de yan oda da ki kişi. O kimdi bilemem bazen müzik sesi geliyordu odasından bazen ise sanki yokmuş gibi hiç ses çıkmazdı.
En sonunda daha fazla dayanamadım ve aklımda ki soruları sormaya karar verdim. "Ada. Hyun Su ile aranızdaki... şey ne?" Bu soru en iyi nasıl sorulurdu bilmiyorum. Küt diye sormuştum. Ada gözlerini bana çevirdi. "İki gündür, bu gün üç oluyor tabii. Neyse günü boşver. Çıkıyoruz işte." Ada cümle kurmak söz konusu olunca benden daha kötü neyse ki. Tekrar sesizlik gelince bu sefer Ada konuştu. "Kızmadın mı?" Kaşlarımı çattım."Neden Kızayım? Seviyorsun onu. O da seni seviyor. Hem beni ilgilendirmez bana sadece uyarmak düşer. Kiminle ne yapacağına karışamam." Gözlerine yayılan hayranlık ile yapabildiğim tek şey onu izlemekti.
"Sen ve Alex de sıra." dedi birden. Bu gün sabah yaşanan ayna olayı geldi aklıma.
Kalbin Alex için atıyor...
Bu düşünce beni korkutuyordu. Ama neden? Böyle bir şeyin olması neden beni korkutuyor ki? Alex aşkı haketmez miydi?Yok hakkederdi. Sevgi gösteremez miydi? Hayır şu an bile çaylağı olarak sevgisini ve değerini hissedebiliyorudum. Ama neydi ki beni korkutan, uzaklaştıran? "Ben ve Alex diye bir şey olmayacak Ada."
Ne düşündüğünü biliyorum İsimsiz. Asya kesinlikle aptal ve ben de şu ana onu öldürmek istiyorum.
Şu an içimde dolanan fırtınalar beni öldürüyordu zaten. Ada bana soğuk bir esiri yapmışım da hayattan soğumuş gibi bakıyordu. "Şimdi Asya taktiğini deniycem. Alya ve Fırat çıkmadan önce Alya kararsız kalinca ona 'Biraz yakınlaş ama abartmadan eğer mutlu olursan çıkarsın. Olmazsa olmaz' demiştin. Sende öyle yap." Kararsız bir şekilde sadece yeri izliyordum. "Ada ben Alex'e güveniyorum. Ben kendime güvenmiyorum. Ben ona sevgimi hissettiremem. Ben ona zaman ayırmam. Hem zaten çocuk Fırat'tın aksine gelip çıkma teklifi falan etmedi. Yani cevap verecek bir soru yok. Boş yere fantezi yaşamayalım."
Ada bir süre aynı durdu. Ya haklı olduğumu düşünüyordu yada aptal. "Sen tam bir aptalsın." Ne demiştim. Dur, ne?! "Farkında değilsin dimii? Ona nasıl baktığının, onun yanında nasıl mutlu olduğunun. Ya Asya sen bildiğin dirildin. Eski ölü Asya nerde sen nerede. İnsanlara o kadar sert ve örtülü yaklaşıyorsun ki onları göremiyorsun. Bir tesadüf aldın beni o duvarlara. Ama o seni benden daha çok mutlu ediyor." Kitaplarda bazı aptal kafalı kızlar olur. Güçlü kadın karakterler olurlar ama söz konusu aşk olunca kendilerini bilmezler. Ha bir de o karakterler başrol erkek karakterle flörtlerşir, birbirlerine yürümez artık uçar hatta ve hatta öpüşürler ama en son kız arkadaşına 'şey ben galiba ondan hoşlanıyorum' veya 'galiba o benden hoşlanıyor' der ya. Hah işte şu an o karakter gibi hissediyorum. O sayfaları okuyunca okuyucu -şahsen ben- kitabı duvara fırlatmak ve kıza 'Günaydın bacı, kış uykusundamıydın?' Demek isteriz ya. Şimdi kitabı güvenli bir yere koy ve bana sadece laf at. #Kitaplardosttur.
Tamam Asya gurup etiketi de açtık hadi devam, en son sana saydırıyorduk.
İç sesimin şeyi var ya... hani ben bir şey deyince ben senim falan diyor. Ama biri bana kızıp saldırınca sen ve ben oluyoruz. İyi gün dostu vatanımın haini.
Ada yüzüme uzunca bir süre baktı. "Alex den etkilenmedin mi?" Cevap ver şimdi verebiliyorsan Asya. Kafamı duvara çevirdim. "Bu duvar çok güzel." dedim, cılız bir ses ile. "Asya!" Ada tehtih eder gibi söylemişti ama çatık kaşlarına ve konuşmasına tezat sesi neşeli gelmişti ve dudaklarindaki tebessüm sayesinde bu durumun onu eğlendirdiğini anladım. Asya, ultra devrik cümleler listene bunu da yaz.
"Ada." Sesim tahmin ettiğimden daha hüzünlü çıkmıştı. "Ben gerçekten bilmiyorum. Lütfen bu konuda üstüme gelme. Evet çok saçma, biliyorum. Ama lütfen." Ada derin bir soluk verdi ve, "Peki nasıl istersen. Umarım insanları sevmeye olan korkun geçtiğinde Alex hala burada olur." dedi. Olmazdı. Kim beklerdi ki? Beklenmeye değer miydim ki?
♡◇♤
Ada uyuyordu saat 8.30 falandı. Biraz önce yemek gelmiş ve ikimiz de yemek yemiştik. Ada uyurken bende defterimi almış bir şeyler çiziyordum. Ne çizdiğimi bilmiyorum bir çizgi çizdim ve buna döndü. Şey galiba bir tüy. Ama hala eksikleri vardı.
Bir tüyün ne gibi eksikleri olabilir Asya?
Ona bakarsan fiziksel ve zihinsel eksiği olmadığı halde insansal eksikliği olan çok kişi var.
Ben bu söze karşı gelemem.
Çizime geri döndüm. Ama aklım hala olan olaydaydı. Ya Ada'ya bir şey olsaydı? Ya o gece... ne yapıcaktın Asya? Kalbim acıyordu. Bu nasıl tarif edilirdi bilmem ama kalbim acıyordu. Ada sana bir sığınak Asya. Senim geçmişinden kaçmak için saklandığın sığınağın. Sığınağım. Evet. Gözümden düşen bir damla kağıda değince irkildim. Neden? Ben şu an burada kendi resmime gözyaşı akıtıyorken orada beni gözyaşlarıma hapseden kişi belkide gülüyor? Ada burada acı içinde uyuyorken ona bunu yapan kişi belkide şu an mışıl mışıl uyuyordu. Belki de başka bir kıza acı çektirmek için dökülmüştü sokaklara. Biz aynı atalardan gelen insanlarız. Neden üzdünüz bizi?
Gözümü Ada'ya çektim. Benden tarafa dönmüş eli yüzünün altında uyuyordu. Herzaman masum bir görünüşü olmuştur. Ama hep acı gizlenirdi duruşuna. Şimdi oldugu gibi. Hava kararmıştı benim oturduğum koltuktaki ışık tek acıktı ve o da yüzüne yansıyordu. Geri resme döndüm. Sayfayı yırtıp buruşturdum ve koltuğun bir kenarına bıraktım. Ben de uzandım ve gözlerimi tavana diktim. Kulak karartıp yandaki kızın açtığı şarkıyı dinledim;
°•Now hush little baby, don't you cry
Everything's gonna be alright
Stiffen that upper-lip up, little lady, I told ya
Daddy's here to hold ya through the night
I know mommy's not here right now, and we don't know why
We fear how we feel inside
It may seem a little crazy, pretty baby
But I promise, momma's gon' be alright
And if you ask me too
Daddy's gonna buy you a Mockingbird
I'ma give you the world
I'ma buy a diamond ring for you, I'ma sing for you
I'll do anything for you to see you smile
And if that Mockingbird don't sing, and that ring don't shine
I'ma break that birdies neck
I'd go back to the jeweler who sold it to ya
And make him eat every karat,
Eminem/ mockingbird. Daha iyi bir şarkı düşünebilir miydin? Hem hüzünlü hem sevinç dolu bir şarkı. O an ki ruh halinize bağlı.
"Asya, uyudun mu?" Kafamı çevirip Ada'ya döndüm. Uyanmış bana bakıyordu. "Hayır. Bir şey ister misin?" Bir süre yüzüme baktı. "Hayır, sadece biraz sıkıldım." dedi. Oturur pozisyona geçtim ve ayaklarımı kendime çekerek kolumu dizlerime doladım. "Ben de sıkıldım." dedim ve ekledım; "Bir halt yememiz lazım." Ada kahkahayı basınca ben de eşlik ettim. "Hastanede ben seruma bağlıyken ne yapabiliriz?" Ona kurnaz ama bir o kadar yaramaz bir bakış atıp kıkırdadım. "Bunu hakaret sayarım güzelim." dedim. Ada hafiften doğruldu. "Hadi dedikodu!" dedi coşkuyla. İşte benim bacım.
"Konu?" Ada biraz düşündü. "Karargah ve savaşçılar?" "Bana uyar; hadi başlat." Ada tekrar kıkırdadı. "Hyun Su?" Aha bu iyice aşık olmuş Asya. "Hyun Su... Ben pek konu bulamadım onun üzerine ama neyse." Ada omuz silkti. "Ben bulurum. Savaşçılar arasında güvendiğim tek savaşçı. Tabii Alex de var ama bu kadar değil. Aslında o... Her neyse boş ver." Kaşlarımı çattım. "Anlamadım, diğer savaşçılara güvenmiyor musun?" dedim kuşkuyla. Ada tekrar omuz silkti. "Hayır. Yani ne bileyim güvenilir gelmiyorlar. Sanki her an sana zarar verecekler gibi. Onların işine yararsın, neden bu fırsatı kaçırmasınlar ki?" Boş boş balık gibi Ada'ya bakıyordum. "Şey... Alex güvendiğini söyledin ama o karargahın başı." Bence asıl mesajı anladı. "Evet ama o sanki... sana zarar vermez gibi. Yani, ne bileyim. Bakışlarında o düşmancılık yok." Evet Meredit Türkçe söz konusu olunca ikimizi de geçiti.
"Ama diğer savaşçılara güvenmiyorum. Hele de Büyücü'ye." Son cümle de gözlerini kısmıştı. Gerçekten güvenmediği anlaşılıyordu. "Neden?" Ada kollarını sıvazladı. "Bilmem, altıncı his." dedi. Konuyu değiştirmeye karar vermiş olacak ki tekrar konuştu; "Sen ne yapıyordun?" Kucağımdaki defteri gösterdim. "Bir şeyler karalıyordum. Ne çizdim bilemiyorum ama. Galiba bir tüyü. Son zamanlarda ne zaman elime kalem alıp karalama yapsam hep ortaya bir tüy çıkıyor ve o tüyden ileri gidemiyorum." Ada'ya buluşturulan kağıdı verdim. Açıp tüyü inceledi. "Hmm... belki tüyler ile ilgili aklında kalan bir şeyler vardır. Veya bir rüya? Ya da... sana tüyleri hatırlatan biri?" Boş boş elindeki kağıda bakarken beni izlediğini biraz geç anladım. "Bilmem, olabilir" Ada öfke dolu bir nefes verdi. "Bana deli diyorlar, asıl deli orda." Tek kaşımı kaldırdım ve oldukça ciddi bir ifade ile konuştum. "Deli diyorlar, hani reçetem?" Ada gülmeye başlayınca ben de kendimi daha fazla tutamadım ve oda bizim gülme sesimiz ile doldu. Acılara şahitlik etmiş dört duvar iki acılı, masum kalbin en neşeli sesi ile doluyor... Bundan daha güzel bir şey olabilir miydi?
En sonunda ikimiz de sustuk. Gözlerimi gözlerine diktim. Ada iyi ki vardı.
Dediğin gibi Asya; O olmasa da vardı.
Evet iç ses Ada hep vardı.
Kapı çalınca ikimiz de kapıya döndük. Ada ile birbirimize panike baktık. Kesin çok ses yaptın diye geldiler. Ada da benim düşündüğümü düşünüyordu heralde. En sonunda Ada "gir" komutunu verdi. İçeri giren hemşire gözlerimize yorgunluk ile baktı.
Aha kovacaklar bizi ses yatık diye.
"Ziyaretçinin var isterseniz gelecekler." Ada'ya döndüm. "Annem ya da ablam heralde." Hemşire tekrar yorgunlukla konuştu. "Hayır. Biri çekik gözlü diğeri de sarışın iki adam. Erkek arkadaşlarınız galiba." Ada ile birbirimize döndük. "Ha evet. Erkek arkadaşlarımız. Teşekkürler." Kadin rica ederim der gibi bir şeyler mırıldandı. Galiba hastane ortamı tahmin ettiğimden daha yorucu.
Bir haşim ile Ada'ya döndüm. "Erkek arkadaşlarımız!" Dedim onun sesini taklit ederek. Önce güldü sonra aynı alaycı yüz ile karşılık verdi. "Kız arkadaşlarımız mı?"
Mantıklı lan.
"Yav ben demiyorum kız arkadaşımız de. Öyle diyince işte... ya of! Boş ver. Seninle uğraşılmaz. Gelecekler birazdan, bizde diycez Naber kızlar." Ada daha fazla gülmeye başladı. O sırada tekrar kapı tıklatıldı. "Girin." Ada pek konuşacak durumda değildi komut görevini ben üstlendim.
Kapı açılınca içeri Alex ve Hyun Su girdi. Hyun Su Ada'nın güldüğünü görünce dudaklarına bir tebessüm yayıldı ve gözleri parladı. Şimdi gel de bu aşk değil de. Ada sustuğunda onun da dudaklarında tebessüm, gözlerinde parıltı kapladı. Hyun Su ona yaklaşırken gözleri sadece ondaydı. Ada hafif doğruldu ve Hyun Su ona dik oturmasına yardım etti. "Hoş geldiniz." dedi Ada ama gözü sadece Hyun Su daydı. "Hoşbulduk. Daha iyi misin güzelim?" Ada başını olumlu anlamda salladı.
İçimde tarif edemiyeceğim bir duygu vardı. Ada'ya ben güzelim derdim, Ada en çok beni gördüğünde sevinirdi, Ada en güzel gülümsemelerini bana verirdi. Elbette Hyun Su'yu kıskanmıyordum ama artık Ada; benim Ada'm değildi. Onun Ada'sıydı. Ve bu nasıl anlatılırdı bilmiyordum. Sadece Ada mutlu olsun istiyordum. İster benle, ister benden uzakta. Ki zaten Hyun Su odaya girdiği anda benden uzaklaşmış gibiydi.
Yüzünde hala odaya girdikleri an ki sıcak gülümseme var Asya. Sen Hyun Su'ya düşman kesilemezsin.
Haklıydı. Kesilmezdim ama biri hemen konu açsa yinede iyi olurdu. "Kapı yakınından duydu güldüğünü. Beş adımlık yeri iki adımda geçti nasıl seke seke geldiyse." Üçümüz de kapı eşiğindeki Alex'e döndük ama Hyun Su pek parlak bakmıyordu. Ada çoktan yeni gelin pozlarına girmişti. Ona bakınca İstemsizce kıkırdadım. "Ada'nın da aşağı kalır yanı yok da neyse." Ada bana az önce incelediğim tüy resmini buruşturup attı. Resmi havada yakalayınca tekrar kıkırdadım.
Hyun Su Ada'nin yanına geçti ve yatağın kenarına oturdu Ada uzanıp elini tutu o da eğilerek Ada'nın eline dudaklarını bastırdı. Yapabildiğim tek şey gülümsemekdi. Yalnızlığıma ağlayacaktım şimdi. "Aşağı inelim mi?" Kafamı kaldırıp arkamda duran Alex'e baktım. "Kumruları biraz yanliz bırakalım." dedi. Arkamı döndüm, bu hareket sanki aramızdaki mesafeyi azalmıştı. Bir adım geri çekilip onu başımla onayladım. Alex beni geçerek Ada ve Hyun Su'ya döndü. "Biz aşağı iniyoruz hava almaya. Yarim saatte falan geliriz. Eğer erken gidersek ararsın." Hyun Su Ada'ya döndüm sonra geri Alex'e dönerek başını onaylayarak salladı.
Kapıya doğru ilerlerken Alex beni uyardı. "Dışarıda yağmur havası var buz gibi her yer, üşütürsün." dedi ve astığım ceketimi bana uzattı. Haklıydı. Üstümde siyah bir eşofman ve uzun koyu gri bol bir kazak vardı. Böyle çıksaydım kesin donardım. Ona verebileceğim en sıcak gülümsemeyi verdim ve tatli kız pozlarında teşekkür ettim. Alex kaşlarını kaldırarak bana baktı şaşırmıştı. Nedenini merak ederek Ada'ya döndüm onda ve Hyun Su'da da aynı şaşkınlık vardı. Alt tarafı teşekkür edip gülümsedim. Neden bu kadar şaşırdılar ki?
Yıllarca insanlari o kadar çok kendinden uzak tuttun, o kadar çok nefretle baktın ki Asya. Artık insanlar en ufak yakınlaşmana şaşırıyor.
Kimi hastalar hava almaya çıkmıştı. Kimileriyse sevdikleriyle özlem gideriyordu. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. Bulunduğumuz yer sakin bir konuma sahipti. Bu yüzden kafamı kaldırınca az da olsa şehirden daha fazla yıldız görebiliyordum.
Karşıda bir çocuk koşturuyordu. Üstümde örümcek adamlı bir sweat vardı. Örümcek adamı taklit ediyor ordan oraya zıplıyordu. Ailesi onun mutluluğuna seviniyor, çocuklarını sevgiyle izliyorlardı. "Ben süper kahramanım. İnsanları koruyorum, asla yenilmem!" Çocuğun kararlı sesini duyan çevredeki diğer insanlar da gülerek çocuğu izlemeye başladı. "Adalet savaşçısı olduğun için mutlu musun? Eskisi gibi normal hayatına dönmek istermiydin?" Diye sordu Alex. Onun da çocuğu izlediğini o an farkettim. Gözlerimi geri çocuğa çektim. "Hayır. Ben böyle daha mutlu olduğumu farkettim. Bir amacım var. Bir işe yarıyorum. Dünyaya oksijen israfı olmaya gelmiş bu kadar insan varken iyi bir şey yaptığımı bilmek güzel. " Derin bir nefes verdi. Sanki ruhundan bir yük kalkmıştı. "Sen? Sen mutlu musun?"
Alex elini çimlere attı ve birini koparıp oynamaya başladı. "Hayır. Sanırım bencil bir insanım ama normal bir hayatı tercih ederdim." Şaşkınlıkla ona döndüm.
"Sen olmasan bunların hiçbirini başaramazdı savaşçılar." diyebildim sadece. Kafasını eğmiş parmakları ile oynuyordu. "Ben olmasaydım Lui kötü yolu tercih etmezdi. Savaşçılar ikiye bölünmek zorunda kalmazdı. Ben olmasaydım Zamira." Yutkundu. "Zamira şu an yaşıyor olurdu."
Tüylerim ürperdi. Vicdan azabı nasıl teselli edilirdi ki?
"Savaşçılar ikiye bolünmezdi ama hiç birbirini tanıyamazdı. Ada ve Hyun Su, Selen ve Arthur, Félix ve İdın. Onlar senin sayende dünyanın farklı yerlerinden gelip kavuştular. Lui belki kötü yolu tercih etmezdi ama belki cehennemden sağ kurtulmazdı. Zamira'ya gelirsek... Kadere inanır mısın?" Anlamayarak yüzüme baktı.
"Sen bana Kahramanlara İnanır Mısın dedin ben kahramanlara inandım. Sende kadere inan. Bazı zaferler ve bazı yenilgiler engellenemez. Hem bu senin suçun değildi. Kendini suçlarsan Zamira'ya haksızlık yaparsın.
Büyük bir inançla baktı gözlerime. Benim kahramanlara inandığım gibi oda kadere inandı belkide.
Kader bahane Asya. Sen Alex'e inanmıştın Alex de şu an sana inanıyor.
Alex daha çocukken kaderin karanlık sillesini tatmiştı ve hayat okadar fazla kişinin çocuk olduğunu unutmuştu ki... dünya çocuk ruhlarla doluydu. Bir şeyin bitmesi için yaşanması gerekir. Çocukluğunu yaşayamayan ve sonunu getiremeyen tüm ruhlar şu an sadece acı çekiyordu. Hayatta en etkisiz olduğumuz evre çocuğumuzudu ve hayatımızda en etkili olan evre de çocukluğumuzdu. Çocukken matematik, fizik değil ama insan olmayı öğreniriz. Etrafımızda ikiden iki çıkarabilecek çok insan var ama hayatına sevgi toplayabilecek pek az kişi var.
Açıktır ki bir çocuk hata yaptığında anne babası suçludur çünkü o çocuğa bunu yapmaması gerektiğini öğretmemiştir. Ama biz çocukluğumuzda gördüğümüz şeyleri devam ettiririz. O anne ve babaya bunu öğreten ebeveyni suçlu. Bu zincir kimle başladı bilmem ama koskoca bir insanlık kül oldu ve biz de geçmişimizin küllerinde tutuştuk. Bu kıvılcımlar hepimizi yakacak.
Konuya alakasız ona yeni bir kapı vermeye çalıştım. "Hiç yükünü paylaşmayı düşünmedin mi? Beni bırak iş olarak değil duygu olarak." Kafasını kaldırıp bir süre gözlerime baktı sonra geri önüne eğildi. "İstemezdim. Eğer bahsettiğin şey aşk konularıysa istemem. Birini hayatıma alacak kadar sevsem acı çekmesini istemem. Eğer yükünü paylaşırsam acımı da paylaşırım. Ama o acı çeksin istemem." Alex birini istemiyordu. Hayata alacak kadar sevse karargah dünyasına almazdı. Ve beni ona yardımcı olmam için karargâha almıştı...
Bu neden bu kadar canını yaktı Asya?
"Sen?" Anı gelen soru ile afalladım. "Ha?" Masum bir şekilde gülümsedi. "Sen diyorum, hiç yükünü paylaşmayı düşünmedin mi?" Beynimi saran duvarlar düşünmemi engelliyordu. O duvarların kalbimi sarmasına alışmıştım halbuki. "Bilmem" dedim ve devam ettim. "Hiç elini uzatıp yardım eden olmayınca düşünmedim." Durumu dramatiklestirmeye gerek yoktu ama böyleydi. "Ada? Her anında yanındasın, Her yükünü taşıyorsun. O da sana yardım ediyor onu neden saymıyorsun?" Dudaklarım kendiliğinden alaycı bir şekilde kıvrıldı. "Bazı yükler paylaşılmaz, evet ben ve Ada çok şey paylaştık ama geçmişin her izi paylaşılmaz."
Şu an öyle bir ruh halindeydim ki. Sanki elime silah verseler tetiği çek kendini vur deseler yapardım. Sen de bu hissi biliyorsun deği mi İsimsiz. Ama yapmadın. Belki yaptın. Denedin başka yollarla ama hala kalbin benimle. Benimle deği mi? Kendine bir dünya kurdun çünkü yaşadığın dünyaya sığamadin. Sen yetmediğini sanıyorsun. Ama sığmadın. O kalıplar dar geldi. Dünya bize dar geldi...
"Bence yanılıyorsun" dedi Alex. "Her yük paylaşılır ama herkesle değil. Sana ağırlık yapan yüzlerinden kurtulmak için doğru kişiyi bulmalısın." Alayla güldüm. "Dedi yükünü paylaşmayı bencillik gören kişi." Alex de kıkırdadı ve elini saçlarında gezdirdi. Gözlerim de o tarafa döndü. "Desene ikimizde kendi içimizde kaybolmuşuz." Kaybolduk Alex. İkimizde kaybolduk. Bizi bulacak olan insanlarda Bence kendini kaybetti. Kaybetmeselerdi yardım ederlerdi, ederlerdi deği mi?
Derin bir iç çektim. "Biz yenildik Alex. Hayata yenildik. İnsanlara yenildik. Bitiş çizgisine yakın olduğumuz için kazandığımızı sandık. O çizgiyi geçersek kazanırdık. Ama ikimizde unuttuk, bitiş çizgisi de başlangıç çizgisi de aynıydı. Ve biz yanlış taraftan başladığımız için yarışa asla bitiremiycegiz." İkimiz de sadece gözlerimizi izliyorduk. Alex'in gözlerinde şu an ki geceye inat gündüz vardı. Gözlerinin mavisi ve gözbebeğinin etrafında ki sarılık... gökyüzünde ki güneş daha nasıl bu kadar mükemmel tasfir edilirdi? İşte bizim aramızda ki fark buydu. Birimizin gözlerinde gece diyerinde gündüz vardı. Ada dene diyordu ama gece ile gündüz asla kavuşmadı. Kavuşamadı.
Gözlerinde bu sefer büyük bir özlem vardı. Hayata, ona verilmeyen mutlu hayata olan özlem. Kafasını hafif sol omzuna yatırdı. Şu an aynı hareketi yapmamak için verdiğim emeği sınavlara versem değil okul birincisi Türkiye birincisi olurdum. "Bana yardım eder misin? Karşılığında da ben yardım ederim. Belki ikimizden biri yarışı bitirir." Dedi masum ama acı bir sesle. Keşke demeseydi. Kalbimde ufak bir sızı vardı. Bunun için çok geçti. Biz hayata eksilerde başlamıştık. Nasıl kazanırdık?
"İkimizde kazanamaz mıyız?" Diye sordum kaybetme korkusu olan küçük bir çocuk gibi. "Hayır" dedi. "İkimiz birlikte kazanamayız." O zaman kaybedelimdi. İkimiz de zaten hiç kazanamamışdik ki, ikimiz de kaybedelim. Ama bunları demedim. Desem aceba o gün ne olurdu bilmem ama demedim.
İkimiz de geri önümüze döndük. Keşke Alex'in ruhuna ait olsaydım evet ruhunda acı vardı ama kötülük yoktu. Belki de o acıyı yok edebilirdim.
Sen kendi acını yok edemedin Asya.
Doğru. Ama birimiz kurtulur belki. İkimize de nefret ile dokunmuştu insanlar. Belki biz temiz parmaklarımız ile birbirimizin acı ruhlarına dokunabilirdik.
Gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Yıldızlar umut versinler. Güç versinler. Ama en çok da huzur versinler istedim.
"Geceyi gözlerine sığdırabildigın için mi bu kadar çok seviyorsun?"
Ani soru ile afalladım. Kafamı yana çevirerek Alex'e baktım. Beni izliyordu. Ne diyeceğimi bilemedim sadece önüme döndüm. Kanın yanaklarıma hücum ettiğini hissedebiliyordum.
Daha önce bir tiyatro oyununda söylediğim bir replik geldi aklıma.
'Sanmaki güneş doğunca yıldızlar seni terk eder. Doğan Güneş de ışığı ile gizlediği yıldızlardan biridir.'
Bak Asya, yıldızlardan umut, güç ve huzur istedin onlar da sana Alex'i verdi. Senin gözlerinde gece vardı ama yıldızlar eksikti Alex sana o yıldızları verecek. Güneş de bir yıldızdı. Güneş onda ay sende kalsın Asya.
Büyük bir uğraş ile Alex'e döndüm. Kalbim aceba hâlâ sevmekten korkuyor muydu ama o da istemiyordu ki.
Bence şu an düz yolda yürüyor ama sen bilirsin Asya.
Gerçekten kitaplardaki ve filmlerdeki aptal kadın karakter gibi hissediyordum. Ama gerçekten bu olay çok değişikti. Onlara ilk kez hak verdim. "Sen ve Ada büyük ihtimal bu hafata sonu sınav olursunuz." dedi Alex de... Bu nedemekdi? "Ha?" Gerçekten artık yeni tepkiler vermeye başlamalıyım. "Normal şartlarda bu hafta sınav olacaktınız ama Ada'nın durumu için erteledik. Her savaşçı belli bir puan alır. Aldığı puana göre derece verilir. İşte güç sıralaması falan. Bizim şu an ki en güçlü savaşcimiz İdın, en zayifi da Cesika. Tabii sadece güç ile puan verilmez. Kimlere yedek alınıyor. Kaç farklı alanda işi var, gibi. Hmm sanırım listede ciddi değişiklikler olucak." Sustum. Evet, diyecek bir şey bulamadım ve sadece sustum. "Peki Caner?" Alex'in yüzüne ciddi ve kin dolu bir ifade geldi. "Çarşamba günü bitecek umarım. Kendine verdiği saçma gelenekleri onun sonu olucak." Umarim olurdu o çocukların bize ihtiyacı vardı. İçimde farklı bir his var. Neden bilmiyorum. Umarım hemen biterdi Caner olayı.
Alex elini uzatıp avcunun tersini yanağıma yasladı. İlk baş ne olduğunu anlamadım. Ama sıcak eli soğuk tenime değdiği anda sanki ciğerlerimde ki tüm hava boşalmıştı. Ne diyeceğimi şaşırmış ona bakarken kaşları çatıldı. "Buz gibi olmuşsun. Yukarı mi çıksak?" Dedi ve elini çekti. Başım ile onayladım ve ikimiz de kalktık. Üstümü yerliler gibi çarptım ve Ada'nın odasına ilerledik.
Asansörde iki kız vardı. Tahmini yirmi yaşında falandilar. Ama hastaneye değil de bara gelmişler gibi giyinmişlerdi. Elbet kimsenin giyimine karışmak bana düşmez ama bu mart soğuğunda bu kadar açık giyinen, birinin kolunda serum olan iki kız görünce bir şaşırıyorsunuz.
Kızlar inmeden önce Alex'i başları ile selamladılar ve süzülerek asansörden indiler. Kapı kapanana kadar arkalarından baktım. Alex kıkırdayınca ona döndüm. "Kızları beğendin heralde."
Kızarma Asya!
"Hı hı sarışın olan güzeldi." Diye karşılık verdim. Alex tekrar kıkırdadı. "Bence esmer olanı daha güzel ama zevkler ve renkler tartışılmaz." Ha demek öyle Alex bey. "Aynen." Dedim soğuk bir sesle. O değil de... şey. "Ama ikisi de sarışındı esmer kız yoktu ki?" Asansörün kapısı açılırken boş boş gülerek yanımdan geçen Alex'e baktım. Sonra geri asansöre baktım ve aynada yansımamı gördüm.
Asya sen esmersin.
🪰
Ben Ada, Alex ve Hyun Su ayrı yerlere oturmuş sınıfın ve karargahin dedikodusunu yapıyorduk. Sonradan çalan telefonumla tüm gözler bana döndü. Telefonumu yan taraftan aldığımda Ada telefonumun sesizde olmadığı nadir anlardan biri olduğu ile ilgili yorum yapıyordu. Ama benim gözüm arayan isimseydi. Heycanla kafamı kaldırıp Ada'ya döndüm. Üçünün odağı tekrar ben olmuştum. "Ege arıyor." dedim, masum bir heyecanla. Ada bana oranla daha sakin bir sesle açmamı söyledi. Ben de açıp, sesi hoparlöre verdim.
Ege'nin her zaman ki enerjik sesini duyunca yüzümdeki gülümseme mümkünmuş gibi daha da genişledi. "Kara kız Naber?" "İyi. Sen bu numarayı bilinmiydin?" Ege'nin kahkaha sesi arkadan gelince Ada ile göz göze geldik. Şu an hissettiğim heyecanın bir tarifi yoktu.
"Bilirim, bilirim. Yoğunum arayamadım. Ada hastanedeymiş." Kafamı Ada'ya çevirdiğimde Ada el kol hareketi yapıp ben yokum gibi bir şey dedi. "Aynen zehirlenmiş fare." Ege tekrar kahkaha atti. "Kim fare zehri vermiş?" Sorusunu duyunca ben de kıkırdadım. "Kendi. Girmiş mutfağa kek yapacak diye. Korkuyorum bir gün kek yapmak için girecek mutfağa helvasını yiyecez." İkimiz düşünce Ada'nın bize göz devirdigini gördüm. "Ay Allah korusun. Ada'nın yokluğu çekilmez." Derin bir soluk verdim. "Çekilmez. Yüreğim ağzıma geldi. Senin yokluğunda çekilmiyor be Ege." Arkadan kaşığını bardağa deymesi gibi bir ses geldi. "Ah be Asya'm sen bide burayı gör. Kimse yok, Ada yok, Gizem yok, sen yoksun. Petek olmasa ben de durmam." Gözüm Alex'e kaydı kaşları çatılmış parmakları ile oynuyordu. Ada ve Hyun Su bir şeyler fısıldaşıyordu.
"Neyse sen Ada'nın hastanede olduğunu kimden öğrendin. Ayaklı magazinin adını ver." Ege tekrar kıkırdadı. "Kim olucak, Kumsal Petek ile konuşurken duydum. İkisi konuşmasa bana söyleyen olmayacak. O değilde Alya aradı beni iki gün önce. Yeni çıkmışım antrenmandan susmadı! Yemin ederim bir saat bana tüm ayın özetini geçti. Seni asla affetmeyeceğim tek konu beni ve Alya'yı tanıştırman." "Ben masumum Ege biliyorsun. Takipcilerden görmüş basketbolcu Ege Savaş değil mi diyor."
"Fan hesabı deseydin." Göz devirdim. "Mavi tikli fan hesabı mi olur Ege. Hem unuttun mu hesapta kırk tane resmin var. Tabii o zamanlar yeni tanışıyoruz ne biliyim baş belası."
"Yenim ederim bu kız kadar boş birini görmedim. Özenle insanları sıkmak için yaratılmış gibi. Gitmiyor lan, gitmiyor. İşim var sonra konuşalım dedikçe daha da konu buldu. En sonunda YouTube dan kaza sesi açıp kandiricaktim da şarjı bitti. Hayatım boyunca şarj bitmesine lanet ettim. Bu sabah nasıl şükretmişim görmen lazım. Annem babam benden bu kadar Hayır duası almamış."
İster istemez gülmeye başladım. Ege'nin üstün bir abartma yeteneği vardı ama abartmadan tek konu heralde Alya'ydı. "Gülme ya. Bi de bi Alek mi ne var. Sıradaki aşkı heralde o." Gülüşüm aniden durdu. Ve Kaşlarım çatıldı. Alex'e döndüğümde konuşmayı dikat çekici bulmuş olacak ki o da bana bakıyordu.
"Alex olmasın? Biraz bahsetsene neler dedi." Arkadan bir iki saniye ufak tefek bir karmaşa sesi geldi. "Büyük ihtimal Alex di adı. İlk konuyu açtığında seninki elden gidiyor Alex diye bir çocuk gelmiş, Asya'yı götürür bu dedi. Seni tanıyorum tabii, dedim Yok ya o değilmiydi Ege denizi Asya kıtasında sen benden uzaklasamazsın diyen. Öyle biraz bizi anlattı bi baktım kendi ve Alex'i anlatmaya başladı. Dedi işte derste çok göz göze geliyoruz bana her baktığında Gülümsüyor fala."
Dur, öylemiydi? Kafamı Alex'e çevirdiğimde gözlerini oymaya çalışıyor gibi hareketler yapıyordu. Ada ve Hyun Su onu izleyip kıkırdaşıyordu. İster istemez ben de kıkırdadım. "Ne o, galiba komik geli dediklerim?" Ege'nin sesi ile tekrar telefona döndüm. "Yok ya, Alya ve abartmaları. Alex şu an benim süzdüğüm kadarı ile karı kız peşinde birine benzemiyor. Hem sınıftaki herkes Alya'nın sevgilisi olduğunu biliyor. Bence sevgilisi olan bir kıza göz koyacak biri değil." Gözüm tekrar Alex'e döndüğümde dirseğini hızla çekip zafer der gibi bir işaret yaptı. Ada ve Hyun Su da onu sesizce alkışlıyordu. "İyi bari benim Asya'ma da yaklaşmasın bi zahmet." Hala Alex'i izliyordum. Birden hareketleri durdu ve gözlerini üstüme dikti.
Gündüz gözlerinde cam kırıkları mı vardı?
"Hm hm, neyse Petek'e selam söyle." "Tamam sende Ada'ya. Ha bi de girmesin şu mutfağa yok yedi, yirmi dört senin yanında neden giriyor anlamıyorum." Kaşlarımı çalarak Ada'ya döndüm. "Kuzum Vala beni dinlemiyor, aradığında siz konuşursunuz belki seni dinler." Ege kıkırdadı. Neden? "Tamam canım kendine dikat et öptüm." "Sende."
Bip sesi telefonun kapandığını işaretini vermiş gibi Hyun Su hemen söze girdi. "Ege kim? Erkek arkadaşın mı?" Cevap vermeden yerimden kalkıp kendime şu anladım geri otururken elimle Ada'ya işaret verdim ve ben suyumu içerken o anlatmaya başladı.
"Ege bizim eski komşumuzdu. Biz daha dokuzuncu sınıftan yaz tatilindeyken bizim evin çaprazina taşındılar. Avukat bir aile geçmiş hatta daha o zamanlar Ege'nin annesi savcılık yapıyordu. İki çocukları vardı biri küçük bir kız diğeri de bizde üç yaş falan büyük lise son sınıf bir çocuk. Biz Ege'yi gördük. Tabii yaz zamanı belamızı bulmamız lazım. Ege ile uğraşmaya karar verdik. Ege de böyle enerjik sıcak biri olunca o da bizle uğraştı. Sonra bizim aramız iyi oldu okullar açıldıktan sonra da sıksık yan yana geldik. Asya soğuk davranınca ve pek arkadaş çevresi olmayınca o da Asya'nın etrafında olmaya başladı. Ben ikisini çok yakıştırıdım ama onlar flörtü şakada bıraktılar."
Söze girdim ve hikayenin gerisini ben anlattım. "Kumsal ablanın. Ada'nın ablası. Bir arkadaş var o zamanlar lisede. Petek. Allah var Petek de bal gibi kız. Ege geldi bir gün dedi Asya ben aşık oldum. Sonra dedi işte Kumsal'in arkadaşı Petek'e. Öyle benle Ada bu ikisinin arasini yapmaya çalışıyoruz. Ama Petek çok utangaç bir kız. Babası marangoz, küçükken daha on bir yaşında falan babasının, marangozlarin kullandığı bıçaklı aletlete elini kaptırıyor ve sol elinin serçe parmağı tamamen yüzük parmağı da yarisina kadar kesiliyor. Daha ortaokul öğrencisi, herkes zamanla onla dalga geçiyor. Üç buçuk parmak Petek diye adı çıkıyor. Eee hep zorbalık görmüş kız. Zamanla içine kapanıyor. Utangaç olunca da Ege'ye karşılık vermiyor. Sonra bunlar sevgili oldular biraz bizim biraz Kumsal ablanın desteğiyle. Ama birkaç ay sonra da Petek ve ailesi Almanya'ya taşındı. Ege nasıl çöktü ama. Sanaldan yürütmeye çalışıyorlar. Ege de altyapı da basketbolcu gidemiyor. En sonunda tekim kaptani Almanya'daki bir başkan arkadaşı ile konuşuyor ve Ege'yi oradaki bir takima alıyorlar. Sonra Petek ve Ege kavuşuyor. Mutlu son."
Ada yeterli bulmamış gibi devam etti. "Ege çok başarılı bir basketbolcu, koçları öldürsen izin vermez başka takıma geçmesine. Adamın aşka saygısı varmış. Ege ve Asya çok iyi anlaşır. İkimizin de Ege ile vedalaşmasi zor oldu. Ama görmeniz lazım en çok da Ege ağladı. Hep duygusaldi zaten. Ege giderken Asya dedi ki 'Ege denizi de Asya kıtasında dır sen benden uzaklasamazsın.' O söz araları da bağ gibi kaldı. Evet Ege ile uğraşırdık ama bu aşka hiç ulaşmayan bir uğraştı. Tabii biz kanka olunca Ege ile uğraşmaya kestim ama hala Ege ve Asya devem ettirdi şakalarını. Zaten telefon konuşmasında da gördünüz."
Bir süre sesizlik oldu en sonunda Hyun Su sessizliği bozdu. "Vay be." Dedi sadece. Evet, vay be. Petek ve Ege'nin aşkı için denilecek tek şey vay be olurdu.
□▪︎□
Alex ve Hyun Su gittikten sonra Ada uyuya kaldı. Ben de uyumaya çalışayım ama kabus görüp geri kaldım. Biraz kitap okudum en sonunda çizim yapmaya başladım. Tekrar tüy çizdim. Onu yırttım ve tekrar tüy çizdim. Ve onu da yırttım. Bu sefer masanın üstünde duran gece lambasını çizdim. Sonra bir göz çizdim. Kimin gözüydü bilmiyorum. Renk yoktu karakalem çizilmiş bir resimdi sadece. Büyük koltuğa oturmuş bacaklarımı kendime çekerek ne kadar süre resim çizdim hatırlamıyorum. Ama en son. Omzuma dokunan bir el hissedince yerimden sıçradım. Arkamı döndüğümde kimse yoktu. Heralde hayal görmüştüm.
Güneş yeni yeni doğmaya başlarken kapının çaldığını duydum. Büyük ihtimal kahvaltı servisiydi. Yerimden katım ve kapıyı açtım ilk baş kimseyi görmedim. Anlamaz bir şekilde arkamı dönünce Ada'nın olmadığını gördüm. Ani panikle önüme dönünce onu gördüm... çığlık atıp kendimi geriye, kapıdan uzağa attım. Yere düşünce üstüme yürümeye devam etti. Ama neden hareket edemiyordum? Diz çöküp kirli ellerini yanağıma koydu. Kafamı cevirmeye çalıştım ama olmuyordu. Hayır, hayır tekrar olamazdı. "Seni özledim güzelim." M harfini uyarmıştı ve sonunda bir inlemeye dönmüştü. Kollarını omzuma doladı. Ve bir eli enseme gitti. Bir şeyler mırıldanıyordu. Bırak beni diye bağırarak onu engellemeye çalışıyordum ama hala o güçsüz küçük kızdım.
"Söz veriyorum tatlım kısa sürecek." Dedi kulaklarımın biraz altındaki dudakları ve sonra boynuma yerleştiler. Orayı Alex öpmüştü oysa ki. Bana neden yardım etmiyordu? Kurtarıcı meleğim neden bana yardım etmiyordu? Odayı bir limon kokusu sardı ama konunun sahibi yoktu. "Asya" dedi zihninden bir ses. Alex'in sesiydi. Özür mü dinliyordu?
Bir eli belime giderke son gücümle kaçmaya çalıştım. Başardım. Dirilircesine doğruldum. Ama tekrar bir çift kol sardı benimi, asla bırakmamaya yeminli gibi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
771 Okunma |
247 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |