13. Bölüm

09. Bölüm (Fısıltının Yankısı

Sümeyye İrem Akgeyik
sumeyyeirem.a

***

 

Geçmişin fısıldayan, aciz ruhlarına iyi bak. Geleceğin yankısı onların emirleri olacak. Çünkü geçmişte hep susanlar gelicekte tek konuşanlar olurlar.

 

***

 

Bir eli belime giderken son gücümle kaçmaya çlıştım. Başardım. Dirilircesine doğruldum. Ama tekrar bir çift kol sardı bedenimi, asla bırakmamaya yeminli gibi.

 

Ufak bir inleme ile geri çekilmeye çalıştım ama beni daha sıkı tutup kendine çekti. Limon ve nanenin uyumlu kokusu... Kurtarıcı meleğim yine yetişmişti imdadıma. Bu sefer kolların sahibinin kim olduğunun bilincinde kafamı göğsüne bastırdım.

Derin bir nefes aldı.

Derin bir nefes verdim.

 

Kalp atışlarını bu sefer duyabiliyordum. İçime tekrar bir rahatlama geldi. Nefes alış verişi ile uyuyabilirdim. "İyi misin?" Dedi, kulağıma doğru. Nefesi boynuma değdi. İşte kimisinin dokunuşu kirletir, kimisinin nefesi iyi gelirdi.

 

Başımı olumlu anlamda salladım -şu an kafamı onun göğsüne bastırdığım düşünülürse ne kadar işe yaradı bilemem.- çenesini kafamın üstünde hissettim. Eğer biraz önce yaşananlar gerçek ve şu an yaşananlar rüyaysa beni öldürsünler. Ama onun dokunuşları her şeyden daha gerçekti. Alex hayatımdaki en gerçek şeydi.

 

Yavaşça geri çekildiğimde o da kollarını indirdi. Karşımda duruyor, gündüz gözlerini benim gecelerime dikiyordu. Gözlerinde endişe ve merak vardı. Hyun Su yanıma eğilerek bana bir şişe su uzattı. Suyu elinden alarak büyük bir yudum aldım Alex yanımdan kalkarak oturduğum yerin yan tarafına geçti. Ama Hyun Su hâlâ yanıma çömelmiş duruyordu. "Sık sık böyle kabuslar görür müsün?" Diye sordu Hyun Su. Daha ben cevap vermeden Ada cevap verdi. "Hayatının bir parçası haline geldi." Kıkırdayıp şişenin kapağını Ada'ya attım. "Hiçte bile." Ama Ada attığım kapaktan kafasını yana çevirerek kaçtı. Benim durumu toparlamak adına yaptığım şirinliğe inat onun yüzünde ciddi bir ifade vardı.

 

"Siz ne zaman geldiniz?" diye sordum. Hâlâ umutsuz bir vaziyette konuyu dağıtmaya çalışıyordum. "Kahvaltı servisinden biraz sonra geldik. Hem Ada'yı göriyim hemde provadan önce eve geçmek istersin diye düşündüm. Geldiğimizde uyuyordun. Ada gece uyumadığını söyledi. Dedik biraz daha uyu. Sonra işte baktık bir şeyler mırıldanıyorsun. Alex endişelenip yanına geldi ama korkarak uyandın." Hyun Su durumu anlatırken aklıma en çok kazınan şey, neden Alex'in de geldiğiydi, Hyun Su tek gelse de olurdu ama onun gelesi ayrı bir şeydi.

 

Şeydi? Gerçekten bu kadar uzun bir cümleyi böyle mi sonlandırdın Asya?

 

Nasıl sonlandırsaydım? Neyse onu bunu bırak da Alex benim için endişelenmiş. Hihi.

 

Bu ne zamandan beri iyi bir şey Asya?

 

Sonuçta insan değer verdiği kişi için endişelenir.

 

Yok, sorduğum şey bu değil. Alex'in senin hakkındaki düşünceleri ve sana verdiği değer ne zamandır umurunda?

 

Ben bu soruya cevap veremem.

 

"Kız, niye konuşmuyorsun?" diye sordu Hyun Su. O ana dek ifadesiz bir yüz ile Alex'e baktığımı fark etmemiştim. Aha! Naneyi yedik! Tekrar hiçbir şey demeden bu sefer Ada'ya döndüm. Eğer biraz daha öyle dursaydım yüzüme su atacaktı heralde çünkü elinde bir şişe vardı. Geri Alex'e döndüm. "Hiç sadece bir şey düşünüyordum." Artık kapağı olmayan su şişesini yan tarafa komodine kattım. Hyun Su da ayağa kalktı. "Neyse biz gidiyoruz bebeğim. Sen kendine dikkat et Kumsal mesaj yazdı geliyormuş. Hastane girişindeymiş." dedi Hyun Su Ada'nın saçını öperken. "Kendinize dikkat edin. Asya bu senin için de geçerli." dedi Ada.

 

Alex, Ada'nın yanına gidip ona sarıldı. Ada onun kulağına bir şey fısıldadı. Alex de karşılık olarak sadece kafasını salladı. Her türlü iddiasına varım, benimle ilgili bir şey söyledi. Sonra ben yanına gidip ona sarıldım. Dudaklarımı saçlarına yerleştirdim ve yağmur kokusunu içime çektim. "İçimde kötü bir his var Asya. Lütfen bir sorun çıkarma ve ikisinin yanından ayrılma. Lütfen. Aklım sende kalmasın." Gözlerimi yumdum. Sonra ondan ayrıldım. Derin bir nefes vererek konuştum, "Tamam, söz." Ada acı ama güçlü bir gülümseme takındı. "Yaramazlık yapma minik fare. Benim de aklım sende kalmasın. Ha bu arada Kumsal ablaya kızayım deme, iyi etmiş." Ada konuyu değiştirdi. "Tamam, hadi gidin geç kalacaksınız."

 

Aşağı inerken Kumsal abla ile karşılaştık. Ayak üstü merhaba, nasılsın konuşmasını yaptık.

 

"Bı şeyler yiyelim mi önce feci derecede açım!" dedi Hyun Su. "Senin tok olduğun zaman yok ki." dedi Alex. "Ama bende açım." Gülümsedim. "Hastane yemekleri kötü ama kafeteryası bayağı iyi." dedim.

 

"O zaman istikamet kafeterya." Hyun Su bir U dönüşü alırken onu uyardım. "Diğer taraf." "Manzaraya bakmak için dönmüştüm zaten."

 

Alex kıkırdadı.

 

Kafeterya girerken telefonum çaldı. "Siz oturun ben şuna bakmalıyım." Onlar bir masaya otururken bende terasa çıktım.

 

"Dinliyorum Emir."

 

Emir bizim oyunculardadı. Yıl sonu oyununda ikimiz partner olacaktık. İyi bir adamdı ama o pek benim ona baktığım gibi bakmıyordu bana. Daha önceden birkaç kez akşam yemeğine çıkmayı teklif etmişti. Boş yere umut vermek istemediğim için reddetmiştim.

 

"Günaydın Asya." Rahatsız etmedim değil mi?"

"Estağfurullah ne rahatsızlığı. Dinliyorum."

"Oyun için aramıştım. Bu gün tekstin ilk nüshası elime ulaştı. Bazı... Rahatsız olabileceğin sahneler var da."

 

"Argo temalı mı yoksa ciddi temas falan mı?"

 

"Argo da var ama benim kastettiğim ciddi temaslardı. Hemde bayağı ciddi temaslar."

 

Yıl sonu oyunlarında kapanış oyununu yazan ekibe dahil değildim. Bu yüzden oyunun gidişatını pek bilmiyordum. Abartı temastan pek hoşlanmadığım için oyun yapılmadan önce rica olarak belirtmiştim ama sanırım kaleye alınmamış.

 

"Anladım. Sen bana at oyunu. Ben bı ara bakarım. Açıkçası pek değişiklik yapmak istemiyorum çünkü öğrenci ekibinin ilk oyunu, heveslerini kırmak istemem. "

 

"Yok bende senin için dedim zaten. Ama provalarda bakarız abartı olan yerleri değiştiririz." dedi ve ekledi.

 

"Bu arada hafta içi hangi gün müsait olursun, kostüm ölçüsü verilecek."

 

"Herhangi bir gün olur benim için problem değil. Sadece erken saat olmasın yeter."

 

"Peki, pazartesi öğleden sonra iki gibi uygun mu?"

 

"Uygun uygun." Saçımı kulağımın arkasına attım.

 

"Tamam o zaman Hakan abiye haber veririm."

 

"Tamam o zaman başka bir şey yoksa..."

 

"Yok yok, zaten genel prova var iki saate."

 

"Aynen daha detaylı konuşuruz o zaman iyi günler."

 

"Sanada."

 

Tekrardan kafeteryaya ilerledim.

 

Alex ve Hyun Su köşede bir masaya geçmişti. Alex'in yanındaki sandalyeyi çekip oturdum.

 

Hyun Su portakal suyu içiyordu Alex'in önünde ise zift gibi siyah bir kahve ve tuzlu kurabiye vardı. Burdaki en kötü yiyeceği aldığının farkında değil garibim. Tuzu kurabiye adı altında küp tuz satıyorlardı. Kurabiye o kadar tuzludu ki yedikten sonra tansiyon ölçmek farz oluyordu. Hastanede böyle bir yiyeceğin satılmasına nasıl izin veriyorlar aklım almıyor.

 

Aceba onu uyarsam mı yada boş ver birazdan öğrenir.

 

""Yorgun görünüyorsun." dedi Hyun Su.

"Bu berbat görünüyorsun demenin kibar hâli mi?" dedim onunla uğraşarak. Hyun Su gülümsedi. "Senin kötü görünmen oğlan değil."

 

"Olağa" dedim ve ekledim. "Teşekkür ederim."

 

Alex kurabiyesinden bir ısırık aldı sonra yüzünü buluşturarak masanın üstünde ki peceteye bıraktı ısıtılmış kurabiyeyi. Tuzun tadını unutmak ister gibi Kahvesinden koca bir yudum içti ve tuza- pardon kurabiye hayatı sorgulayan gözlerle baktı.

 

Ben ufak bir kahkaha atarken Hyun Su olayları idrak etmeye çalışıyordu.

 

Kendi kurbaiyemi ikiye bölüp yarısını Alex'e uzattım. "Tatlı şeyler sevmem, teşekkür ederim." diyerek reddetti.

 

Hâlâ aklım almıyor, bir insan nasıl tatlı şeyler sevmez?

 

Alex'in almadığı yarımı bu sefer Hyun Su'ya uzattım. Yüzünü buruşturup kafasını salladı. "Üç tane yedim. Bir tane daha yiyebileceğimi hiç sanmıyorum." Aklıma Ada geldi. Önüme yüz tane koysalar hepsini bitiririm derdi. Ama ikiden fazlası asla gelmedi. Kurabiyeler normale göre daha büyük yapılmıştı. İki taneyle rahat doyardın. Kurabiyeden bir ısırık aldığımda Hyun Su konuşmaya devam etti.

 

"Kantinci taktı Alex'e." Anlamayarak gözlerimi açtığımda. Açıklama Alex den geldi. "Sağolsun, her saniye yeni bir ülkenin vatandaşlığını kazandım. İlk Rus dedi sonra Fransız. Sırada İspanya vardı diye düşünüyorum." Ben ve Hyun Su gülerken Alex ciddi kalmaya devam etti.

 

Tatlı tonton bir teyzeydi aslında. Bende her biri bir doksan biri Rus gibi sarışın öbürü Japon gibi çekik gözlü iki adam görsem benimde dikkatimi çekerlerdi.

 

"Alex'in Romalı olduğunu söyledim. İlk tarih dersinde ki imparatorluğu sordu. Şehir olan Roma diyince, aynen romantik bir şehir dedi." Hyun Su konuşurken tekrar kahkaha atmaya devam ettim.

 

Roma güzel şehirdi severdim. Ama şahsen ben tarif ederken romantik demezdim. Savaş, ihanet, disiplin, güç ama kesinlikle romantik değil.

 

"Alexander di Angelo şu an..." Cümlem yarıda kesildi. Bi dakika. di Angelo. Nico di Angelo. Alex ve Nico aynı soyisime sahip. En sonunda hatırladım di Angelo soy isminin neden tanıdık geldiğini!

 

"Nico di Angelo." Dedim hâlâ inanamayarak. Alex başı ile onayladı. "Demek okumuşsun." Bahsettiği şey Percy Jackson ve Olimposlular serisiydi. Ve kesinlikle Nico di Angelo en sevdiğim karakterdi. Yüzüme bir gülümseme yayıldı.

 

İtalyan, Romalı Alex di Angelo. Aynı gülümseme ile Alex'e döndüm. "Bay di Angelo. Benimle evlenir misiniz?" Hyun Su tam kahvesinden bir yudum alacaktı ki benim sorum ile eli havada kaldı. Alex gözlerini benim gözlerime dikerken yüzüne bir gülümseme yayıldı. "Bayan di Angelo. Tabii ki evet." Dedi oyuncu bir coşkuyla. Bayan di Angelo. İçim bir an kıpır kıpır olurken bunun sadece Nico yüzünden olmadığına emindim.

 

Hyun Su elindeki yüzüklerden birini çıkartıp bana uzattı. Yüzüğü alıp parmağıma takıcaktım ki Alex elini uzattu.

 

Neden olması?

 

Yüzüğü Alex'in parmağına takarken o gözlerini kırpıştırıyordu. Hyun Su başka bir yüzüğü daha çıkarttı ve bu sever Alex'e uzattı. Alex elini öne doğru uzatınca uzattığı elinin üstüne kendi elimi yerleştirdim. Yüzüğü parmağıma yerleştirirken sanki heycanlanmış gibi elimi nefes boşluğuma götürdüm. -Ki şu an zaten gereksiz yere heyecanlanmıştım.

 

Yüzük parmağında yer edinirken Alex elimi dudaklarına götürdü ve öptü. Gözleri gözlerimde, dudakleri elimde çok seksi görünüyordu. Hyun Su bizi ses çıkarmamaya gayret ederek alkışlarken sanki gözünden yaş geliyormuş gibi ara da bir gözlerini silmeyi ihmal etmiyorudu.

 

Harika bir ortam vardı. Bi de keşkek hastane kantininde olmasak ve nişan yüzüğü diye ellerimize Star Wars Darth Vader yüzüğü takmasaydık. Evet. İkimizin de elinde şu an Darth Vader yüzüğü var.

 

Boş ver Asya. Ben senin iç sesin olarak şahit olurum. Hyun Su da Alex'in şahidi olur. Nikahı da kantinci kıyar.

 

Kantinci de 'karışık tostlarımın bana verdiği yetkiyle' desin tam olsun. Ne meraklıymışsın sen de beni göndermeye.

 

Ne göndermesi Asya? Ben senin iç sesinim nereye gitsen gelirim.

 

Alex elimi bıraktı. Kıkırdayarak yüzüğü Hyun Su'ya verdim. Alex de aynı şekilde verdi. "İçimden bir ses bu takıcağınız son yüzükler değil diyor." Dedi Hyun Su, gözlerini kısarak. -Bunu daha önce dememiş miydi?- Aynı şekilde ben de kıstım. "Ne zamandan beri Maria'nin yerine kahinlik yapıyorsun?" Hyun Su kurnaz bir ifadeyle baktı suratıma. "Sizden ses seda çıkmadığından beri. Boş boş flörtleşin anca."

 

Çoku belli ediyorduk?

 

Ne belli etmesi Asya, ayıp ediyorsun.

 

"Ne flörtü hadsiz! Evliyiz biz unuttu mu?"

 

"Gerçeğini görmek dileğiyle." dedi Hyun Su kelle gibi sırıtarak.

 

"Abart önceki hayatınızda zaten evliydiniz falan da de." dedi Alex kahvesini yudumlarken.

 

"Neden olmasın, ben inançla bir insanım."

 

Gülümsedim. "Şüpheli."

 

Alex araya girdi. "Aslında cidden öyle. Bakma lavali davranışlarına bı Budist olarak düşünürsen cidden inançlı."

 

Lavali diyor Asya! Lavali ne demek?

 

Sus iç ses ben biliyordum. Kurcala oraları bulursun.

 

"Budizm hakkında pek bir şey bilmiyorum. Tam olarak nasıl bir din?" Bilgi bilgidir. Her bilgi iyidir.

 

Hyun Su duruşunu düzeltti yıllardır bu anı bekliyordu herhalde.

 

"Farklı bakış açılarına göre din veya felsefe olarak görülebilir aslında. Hedefi; hayattaki acı, ıstırap ve tatminsizliğin kaynaklarını açıklamak ve bunları gidermenin yollarını göstermek. Müslümanlın namazı gibi bizimde meditasyonumuz var ama yapmak zorunda olduğumuz için değil. İyi geldiği için. Yapmasan bı günah yok. Yapsan deftere yazılan bir sevap da yok ama iyi geliyor. Sizin beş şartınız var sanırım. Bizimde altı. Emirden çok ahlâkî öğe. Buna 'sila' diyoruz. Yalan söylemeyeceksin, çalmayacaksın buna Verilmemiş olanı almaktan kaçınmak diyoruz. Öldürmeyeceksin -savaş gibi zorunlu bir şey olmadıkça- Sarhoş edici maddelerden uzak dur, ve Altın Kuralı sana yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma! Sila ahlâk kuralı gibidir ama tam ahlâk değil, sonuçta senin için ahlâk olan benim için olmayabilir."

 

Meyve suyunu içtikten sonra devam etti.

 

"Biz reelkarnasyona inanırız. Şahsen bana sorarsan tek bir hayat yaşamak için fazla kısa ama sonsuz yaşam yani ahiret inancı da fazla uzun. Hem tek bir hayatın olsa, onu da köle olarak yaşasan bu fazla adaletsiz olurdu. Bu yüzden reelkarnasyona ve karmaya inanırım. Kurban olaylarına gelirsek... İnanan elbet vardır ama şahsen ben inanmıyorum. Yaratıcının benim hediyeme ihtiyacı yok. Ona ne kadar değer verdiğimi bir horozu uğrunda kesmeden anlayacak kadarda kudretli ve bilgedir elbet. Hem ona adayarak kestiğim hayvanı benim yemem, bana kurban olur. Ateşe atarsam da israf olur yaratıcının kül seveceğini de sanmıyorum."

 

Oldukça meraklı bir şekilde dinliyordum dediklerini. İlk defa bir Budist ile tanışıyordum ve budizimin bu kadar düşünsel bir inanış olduğunu bilmiyordum.

 

Benim budizimin ile ilgili bildiğim tek şey Kuzey Hindistanda ortaya çıkıyor oluşu ve Buda'nın bir öğretmen konumunda olduğuydu.

 

"Bilgiler için teşekkür ederim. Şu an ufkumu o kadar açtın ki... Ve bu bana o kadar haz verdi ki..."

 

Hyun Su sıcak bir ifadeyle gülümsedi. "Öğrenmeye aç insanlara hayranım. Asıl beni anlamak istediğin için ben teşekkür ederim."

 

"Ponçik şeyler sizi, artık kalkabilir miyiz? Hastane kokusu başımı döndürmeye başkaldıda." dedi Alex. Cidden rengi sokmuştu.

 

Yok canım o yediği tuzdandır.

 

Toparlanıp otoparka ilerledik. Alt kata inerken benim buraya getirdiğim arabanın kaldığını fark ettim. "Diğer araba kaldı?" Hyun Su omuz silkti. "Bizimkiler alır sonra." Bu araba kadar yüksek model değildi ama sonuçta oda oldukça iyi bir araçtır onu geçtim, otoparkta araba bırakılır mı hiç!

 

"Sürekli o arabayı alıyorsun sevdin sanırım." dedi Alex.

 

Hayrı, daya ucuzunu bulamadım. Kaza yapsam böbreklerim ile karşılayabileceğim tek araba o.

 

Daha sıtandart arabalar da vardı ama onlar genelde devriye de kullanıldığını için almıyordum.

 

"Sanırım bağlanma sorunlarım var." Diyerek geçiştirdim. Yüreğim zengin benim. Ruhumun ve cüzdanımın durumunu bilmezlerde olur.

 

Yanlış anlaşılmasın, sonuçta tecrübeli bir oyuncuyum, ailemin restoran zinciri var, teyzemin yanında bazen veteriner teknisyeni olarak çalışıyorum ve seneryo satıyorum. Ama milyonluk araçlar var işin içinde. Arap değilim ki petrol kuyum olsun.

 

"Sevdiysen kayda adını yazdır senin olsun." dedi Alex. Kaşlarımı çattım. "Araba mı?" Normal bir şeyden bahseder gibi başını salladı. "Evet?"

 

"Böyle iyiyim teşekkürler. Zaten araba sürmeyi sevmem."

 

Alex arabaya ilerlerken Hyun Su kulağıma eğildi. "Zengin koca."

 

Onuz silktim ve burnu havada bir şekilde konuştum. "Babam da zengindi, ben yine kendi servetimi kurdum." Gülerek elini omzuma attı. "Gurur, gurur; afferin kız." Bende güldüm.

 

Çocuk gibiydik cidden ama sorunu yok. Zümrüt hep kimin yanında rahatsan, güvendeysen, çocuklaşıyorsan oraya aitsin der. Bende savaşçıların yanına aittim.

 

Önce hayranlıkla Hyun Su'ya baktım, sonra Alex'e döndüm. Hissetmiş gibi o da bana döndü. Kafasını sol omuzuna eğip gülümsedi ve geçmem için kapıyı açtı. Yüzüme masum bir gülümseme yayıldı. Alexander di Angelo ve Kim Hyun Su. Nerden girdiniz hayatıma bilmiyorum ama o hayatın büyük bir parçası oldunuz.

 

🔥

 

Önce benim evime geldik. "Siz rahatınıza bakın ben sanırım duşa girecem." İkisi de beni başı ile onayladı. Hyun Su sanırım kedileri 'biraz' falza seviyordu. Esis'i görünce peşinden pıspıs diye diye dolandı. Esis ona hiç pas vermedi.

 

Alex gururla gülümsedi. "Ağla kedi manyağı. O sadece beni seviyor."

 

Maalesef ki bu doğruydu.

 

Su almaya mutfağa gidince telefonumu da şarja kattım. Dolaptan biraz kek ve meyve suyu çıkarttım. Hyun Su'ya biraz meyve suyu doldurup Alex'e de hızlıca Türk Kahvesi yapıp salona geçtim. Esis etrafta yoktu.

 

"Zahmet etmeseydin." "İki dakika sürdü zaten ne zahmeti." Odama geçip Temiz kıyafetler alıp banyoya yöneldim.

 

Topu topu on beş dakikada ılık bir duş aldım ve getirdiğim kıyafetleri giydim. Siyah dar kesim bir kot pantolon, krem bir kazak giydim. Saçımı gelişi güzel kuruttum. Kötü göründüğünü düşünerek kelebek tokayla sıkı bir dağınık topuz yaptım. Hızlıca bir kapatıcı bir rimel ve çok az allık sürüp çıktım.

 

Oh kurtulmuştum hastane kokusundan. Merhaba toprak kokusu.

 

İnsanlar genelde toprak koltuğumu söyledi. Ne kadar esans kullanırsam kullanayım o toprak kokusu hissettiriyordu kendini.

 

Benim geldiğimi görünce ikisi de bana odaklandı. "Selam güzel vatanımın güzel insanları." dedim oyucu bir edayla. Hyun Su ayağa kalkıp elimden tutarak beni etrafımda döndürdü. Kıkırdayarak kurtulmaya çalıştım. Ama izin vermedi. Beni bıraktığında başım döndü ve hafifçe sendeledim.

 

"Güzellik kraliçesi için selam." dedi Hyun Su. Alex önümde selam verdi. Sanki eteğim varmış gibi ben de önünde reverans verdim. Elini uzatınca tereddüt etmeden tuttum. Bir elini belime yerleştirdi. Bende omzuna kattım. Müzik olmadan salonun ortasında dans ettik. Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Gözlerindeki güneş kalbimi ıstıyordu. "Biz nasıl manyaklarız?" Diye sordum, fısıldar gibi. Alex bir süre düşündü. En sonunda verecek uygun bir cevap bulmuş gibi konuştu. "Biz gece dertle yanan gündüz gülen alaycı kuşlarız. Rüzgar sesi bizim müziğimiz. Dans etmek için diğer insanların sözlerine ihtiyacımız yok. Biz gözleri ile konuşan alaycı kuşlarız." dedi, sözleri kalbime işledi. Evet, savaşçılar içindi sözleri ama sanki bize, biz ikimize özeldi. Alex ile alaycı kuş olmak bile güzeldi.

 

Gecelerimi onun gündüzlerine diktim. "Geç kalacağız." Dedim. Omuz silkti. Tekrar kıkırdadım. Onun da dudaklarına bir tebessüm oturdu. O tebessüm hiç kalkmasın. Gülmek en çokta ona yakışıyordu. "Hadi, hadi rüzgar dindi. Müzik bitti. Gidelim." dedi Hyun Su. Alex elini belimden çekti bende omzunu bıraktım. Hâlâ elimi tutuyordu. Elimi çekecekken daha sıkı kavradı. "Önden buyurun Leydim." dedi, selam vererek. Kıkırdadım ve ben de tekrar selam verdim. Biz kesinlikle manyaktık. Ama bizdik. Ada 'delirmeyi yalnızlığa tercih ederim' derdi. Haklıydı. Ben tek başıma deli değildim benimle birlikte artık tam on yedi deli vardı.

 

Biz on sekiz ruh... hepimizin farklı hikayeleri vardı. Her hikaye bir acıydı. Senin de bir hikayen ve o hikayeden gelme bir acın var İsimsiz. Ama yalnız olmak çektiğin tüm acılardan daha kötü. Hele o acı yalnızlıksa, o daha kötü. Ama sen yalnız değilsin. Biz varız. Ben varım, olmasa bile Ada var, nefreti ile İdın var, beyaz kanatları ile Alex var, çocuk kalmış ruhu ile Hyun Su var, insanların öykülerini dinleyen ve kendi öyküsünüden kaçan Öykü var, sıcak gülümsemesi ile Meredit var. Gök gözlü Selen var. Savaşçılar var. Onlar iyi ki var. Her şey yok olsun sadece onlar kalsın. Onlar benimle, bizimle kalsın. Ama unutma senin yanında en çok da ben varım. Kelimelerim ile hep yanındayım.

 

İnanmıyor musun? Gözlerini kapat. Ben susacam, sen de bana acını anlat. İlla konuşmana gerek yok. Bazı acılar dile dökülmez. Sen o acıyı yüreğinde hisset. Biliyorum, zaten hiç gitmiyor. Gözlerin kapalı olunca benim yanında olduğumu düşün. İnan bana ben oradayım. Nasıl inkar edebilirsin ki? Beni görmüyorsun çünkü gözlerin kapalı, beni duymuyorsun çünkü konuşmuyorum, bana dokunamıyorsun çünkü elini uzatmıyorsun, kokumu almıyorsun çünkü burnun acılar yüzünden daha güçlükle nefes alıyor.

Tat duyusunu geçelim. Kolumu falan ısırılmasını istemem. İşte İsimsiz. Fizik kuralları bile inkar edemiyor benim olmadığımı. Sen beni yaşatırsan ben yaşarım. Ben bu kelimelerde yaşarım. Sensiz yaşayabilecek bir sürü insan var belki ama inan bana ben sensiz yaşayamam.

 

Alex sonunda ayakkabısını giymek için elimi bıraktı. Ben de kendi ayakkabıma yöneliyordum ki telefonum aklıma geldi. "Ben telefonumu ve anahtarımı almadım." dedim telaşla içeri koşarken mutfaktan telefonumu anahtarlıktan da anahtarımı aldım. Tezgahın üstünde bana bakıyordu. "O kalbe sahip olmak istemediğini söylemiştin." Dedi.

 

"Hâlâ istemiyorum?"

 

"O zaman kendi kalbine sahip çık aptal insan."

 

"Açık konuş kedi. "

 

Aşağı atlayıp ayağımın dibine geldi eğilip kucağıma aldım. Burnunu kalbimin üstüne sürttü. "Sen avcısın ama kalbin av gibi davranıyor."

 

"Bu kötü bir şey mi?"

 

"Hayır."

 

"O zaman?"

 

Kucağımdan yere atladı.

 

"Eve geç gelme."

 

Konuşma bitmişti. Artık konuşmak istemiyordu ve ne kadar zorlarsam zorlayayım dilsiz bir kediydi şu an.

 

"Ölme avcı."

 

Ölümü hisseden bir hayvanın size ölme demesi pek iç açıcı değildi. Yutkundum. Ölme.

 

Kapıdan her çıktığımızda ölme ihtimalini bilerek çıkmalıydık. Biz insanlar her şeyi erteledik. Ertelediğin her şey aslında hayatından eksilirdi ve sen toprağa bir kefen ile girerdin çünkü erteleyemeyeceğin tek şey ölümdü. Geri kalan şeylere zaten ertelerken veda ederin. İşte hayatlarımız iki metrekare, beyaz bir kumaşa sığabiliyor. Ne acı değil mi?

 

Değil.

Evet, değil.

Neden.

Neyi kaybedebiliriz ki?

Doğru. Bizim kaybedecek bir şeyimiz yok.

 

Hayır artık var.

Adalet?

 

Onun sana ihtiyacı yok.

 

"Hadi güzellik kraliçesi." İkisi çoktan dışarı çıkmıştı, yanlarına gittim. "Ada gruptan ayrıldı." dedim sesizce. "Anlamadım." Hyun Su yine de sesimi duymuştu anlaşılan. "Hani Güzellik kraliçesi diyorsun ya. İşte Ada gruptan ayrıldı." Alex kısa bir bakış attı. Ama geri pencereye döndü. "Yok sen Güzellik kraliçesisin o da Güzellik tanrıçası." Kıkırdadım. "Afrodit." Araba harekete geçerken Hyun Su karşı geldi. "Yok. Afrodit güzelliğini ondan almış sen de Afrodit'den." Homurdandım. "Sağol ya çok kibarsın. Üçüncü tüketici yaptın beni." İkinci tüketici Asya. Ada üretici. Biyoloji öğretmenlerim ağlıyor. "Yani ikinci." Hyun Su tekrar kıkırdadı.

 

"Hayır. Asya Afrodit'ten değil. Medusa, Helene, Thetis den almış güzelliğini." Hyun Su ne dediğini anlamamış olacak ki sustu. Heralde mitoloji ile ilgili bildiği tek şey Afrodit. Ben de sustum çünkü ben de Anlamadım. "Üçü de laneti güzelliğinden gelen kadınlar." Dedim şüpheyle. Alex başını salladı ama açıklama yapmadı. Neden onlara benzemişti ki?

 

Thetis; çok güzel bir kadındı. Zeus onu istiyordu. Ama onun üstündeki laneti öğrenince vazgeçti. Çünkü Thetis'in doğacak çocuğu babasından daha güçlü olacaktı. Sonradan Zeus onu ölümlü bir kralla evlendiriyordu. Evliliklerine çağırılmayan tanrıça sinirleniyor ve üstünde en güzel yazan altın bir elma atıyordu Olimpos'a. Üç tanrıça arasında en güzel seçiliyor bununla birlikte büyük bir savaş başlıyordu. Aşil'in annesi oluyordu ve onların evlilikleri ile başlayan savaşta oğlu ölüyordu.

 

Helene; annesinden gelen güzellik laneti ona da vurulmuştu. İstemediği bir adam ile evlendirildi. Sonra altın bir elma karşılığında aşkı Afrodit tarafından Paris'e satıldı. Ona dokunan büyülü parmaklar onu Paris'e aşık etmiş ve on yıl süren Turuva savaşının başlamasına sebep olmuştu.

 

Medusa apayrı bir hikayeydi. Güzelliği ile Poseidon'nun dikkatini çekmiş ve onun tarafından saldırıya uğramıştı. Kendi tapınağında yapılan bu aldatmayı kaldıramayan Athena'nın öfkesine kurban gitmiş ve güzellik ile lanetlenmişti. Gözlerine bakan herkes taşa dönmüş, o ipek gibi saçlarının her teli çirkin bir yılana dönmüştü. Bu intikam tanrıçaya yetmeyince Poseidon'a onu öldürme emri vermiş. Ve Poseidon, Athena'nın öfkesinden kaçmak için zorla elde ettiği o kadını öldürmüştü.

 

Üç kadın da hayatın acımasızlığından fazlaca nasibini almıştı. Üçü de güzelliklerine kurban gitmişti. Ama işin kötü yanı üçüde masumdu. Farklı erkeklerin aşkları(arzuları) için hayatları zehir olmuştu. Üçüne benzetilmek bir yandan onur vermişti. Çünkü onlar her şeyden güzel olan, tarihin önemli karakterleriydi. Ama mutsuz, acılı hayatları vardı. Ve başka birinin onlara beslediği arzu sonları olmuştu.

 

Daha fazla düşünme Asya. Düşündükçe gerçek dünyadan uzaklaşıyorsun. Ve tehlikenin farkına varmıyorsun.

 

Ne tehlikesi? Camdan dışarıyı bu sefer dikkatle süzdüm. Ben bir şey göre-

Bi' dakika! O araba. LUI plaka araç.

 

"Türkiye'deki bütün LUI plakalı araçlar karşıtların değildir dimi?" Alex dışarıyı izlemeyen devam ederken konuştu. "Yani değildi elbet ama Mersinde bir savaşçı isen büyük ihtimalle o dur."

 

Nasıl yani?! Kekeliyerek yeni soruyu sordum. "Ayrıt etmnin bir yolu var mı?." Alex bu sefer bir şey olduğunu anlamış olacak ki bana döndü. "Plakanın sonu genelde iki olur neden?" Kemiklerim tutuştu sanki. İnanmıştım. Alex'in yanında olursam güvende olacağıma inanmıştım. Bir daha bana veya Ada'ya zarar vermeyeceklerdi. Şu an Alex'in yanında olmama rağmen dibime girmişlerdi.

 

Hyun Su'nun dikiz aynasından bana baktığını hissedebiliyordum.

 

"Burdalar." Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. "Korkarım siyah, film camlı plakasının sonu iki ortası LUI olan şu araba tarafından takip ediliyoruz." dedim. Hyun Su kafasını pencereye çevirdi ve bir küfür savurdu. "Asya, Alex'in yanına geç." Hyun Su'nun sesi o kadar soğuktu ki. O an ki korkuma korku kattı. "Ne?" Dedim telaşla. "Ada?" O an Ada'yı yalnız bırakmanın telaşına düşmek için yanlış bir zamandı. Ama Ada perileri tam da o anda geldi.

 

Alex canımı yakmamaya gayret ederek beni belimden kavrayıp kendine çekti. Korumaya çalışır gibi bir kolumu omuza doladı. "Hyun Su. Ne yapman gerektiğini biliyorsun." Hyun Su ne yaptı bilmiyorum ama aniden hızlandık. Sonra bir silah sesi düştü. Ama ses atmosfere değil yüreğime düştü sanki. Korna sesleri, çığlıklar, kargaşa... Alex beni daha da kendine çekti. Kafamı göğsüne bastırdım. "Ada?" Bir eli saçıma gitti. "Merak etme halledecem." Dedi sesizce. Ona güvendim. Ada'yı ona emanet etti ruhum.

 

Kalp atışları ve limon kokusu beni yavaşça sakinleştirirken ondan uzaklaştım. Hâlâ öbür köşeye gitmemiştim hatta hâlâ bedenlerimiz temas halindeydi. Hyun Su onlardan kurtulmuştu. "Bu saatte anayolda olduğumuzu biliyorlarsa Ada'nın hastanede olduğunu da biliyorlardır. Siktir! Başından beri takip mi ediliyorduk?" Dedim korkuyla. Hyun Su rahatsızca homurdandı. "Ada'nın peşinde olacaklarını sanmıyorum." Haklıydı. Ada benim yüzümden tehlikededeydi. İlk beni takip ediyorlardı. Sonra Ada'da arada kaynadı en sonunda beni Ada ile tehtid etmişlerdi. Yani tam tehdit değil de. Bir gün Ada sahilde beni beklerken yarım saat kadar onun ilerisinde durmuşlardı. Ada korkuyla beni aramıştı bende klinikten daha erken çıkmıştım ben gelince de iki kere selektör yakıp gitmişlerdi.

 

Güvende olacaz. Ada'ya bir şey olmayacak. Sevdiğim kimseye bir şey olmayacak. Alex den istediğim beni değil sevdiklerimi korumasıydı.

 

💥

 

Opera binasına geldiğimizde rahat bir nefes aldım. Alex arabadayken birine mesaj yazmıştı. Konunun Ada olduğuna neredeyse emindim.

 

Şöyle bir Alex'e baktım. Sosyal hayatta da mutlaka dikkatimi çekecek tipte biriydi. Peki bu kadar güçlü bir insan olduğunu tahmin edebilir miydim?

 

Kesinlikle hayrı.

 

Hiç mi tehlikede değildi? İyide ne tehlikesi. Kim onun Beyaz Melek olduğunu bilebilirdi ki? Yada kaç kişi Beyaz Melek diye birinin varlığından haberdardı ki? O sadece bir mühendisti.

 

Ve beni yanına almıştı. Beni vârisi olarak yanına almıştı. Ona yardım etmem için. Alex seni biri lider olarak yetiştiriyor demişti Meredith. Ben anlamıyorum. Biz uyuyormuşuz bunca zaman. Neler dönüyormuş. Alex bu sürede neler başarmış böyle. İç ses, ben nasıl bir dünyaya düştüm böyle? Ben ne ara bu kadar önemli biri oldum? Bu bir rüya olmalı. Dünya bu kadar karmaşık olamaz. Olmamalı.

 

Ne dilediğine dikkat et Asya. Bir felaket her şeyi elinden alabilir.

 

  

 

Ama öyleydi. Kötüler kötülük yapar. Cezasız kalır. Kimse baş kaldırmaya cesaret edemez. Adalet yok olur, yavaş yavaş. Önce suçlar cezasız kalır, sonra haksız kurallar gelir. Direnişe kalkan susturulur. Önce fikirler köreltilir, sonra boş vaatler ile halk susturulur. Ama yok olan geri gelmez.

 

Daha Adalet yok olmadı Asya. Ama yok olmanın eşiğinde. Sen asla boyun eğmedin. Bu dediklerine inanıcak mısın?

 

Sende benim vârisimsin İsimsiz. Benden sonra Adalet emaneti belkide sana geçer yada kim bilir zaten sana ait de olabilir.

 

Dik dur, çenen kep havada olsun küçük vârisim. Sen farklısın, biz farklıyız. Güce hoş geldin. Ama güce geldiğin için değil, gücün içinde olduğunu fark ettiğin için hoş geldin. Biz son umuduz ve bazılarının sonuyuz.

 

Adalet için...

 

¿

 

Opera binasından çıktık. Ada mesaj yazmıştı.

 

Minik fare:

 

Asya neden hastanede iki tane iri yarı, mavi karargâh bileklikli adam var?

 

Biraz düşününp verebileceğim en sakin ve açıklayıcı mesajı attım. Ya da öyle sandım.

 

Ada merak etme. Sadece bir güvenlik tedbiri. Güvende olmadığın için değil. Sadece tedbir. Ben sana detaylı bir şekilde açıklayacam.

 

Telefonu kapatıp cebime yerleştirdim.

 

Savaşçı bilekligimle oynamaya başladığımda elimin titrediği fark ettim.

 

Asya kaç ay oldu?

 

Korkarım ilk ayın bitmesine bir iki gün kalmıştı. Eğer bu hafta da almazsam önümüz kriz. Beş günde bir içmem gereken piskoloji ilaçlarını uzun süre aksatmıştım. İlk ellerde ve bacaklarda titreme olurdu. Sonradan nefes darlığı, algılamada güçlük ve en sonu kriz.

 

Kesinlikle bu gün içmem lazımdı. Titreme ilk belirti ve sonra ki belirtiler ne zaman olur tartışılır. Belki bir saat sonra, Belki bir hafta sonra. "Alex. Sanırım ben eve uğramalıyım. Bence sen git." Dur! Hyun Su nerede?

 

Güzel soru az önce burdaydı. Ne ara gitti?

 

Kaşlarım çatıldı. "Hyun Su nerde?" Alex kaşlarını çatarak bana baktı. "Az önce veda edip gitti ya." Öyle mi? "Ha evet. Pardon, dalmışım." Bir süre yüzümü inceledi. Arabayı Park ettikleri yere geldiğimizde bir an eve gidiceğimi sesli dile getirmedigimi düşündüm. "Ben eve uğramalıyım. Sen git." "Duydum. Benim için sorun değil. İstersen eve uğrayabiliriz." Bir an kızardığımı hissettim. Dünya yavaşlamış gibiydi. Neden tüm belirtiler birden etki etmişti? Bu sefer süre diğerlerine göre daha uzundu. Belki bundandı.

 

"Şey. Olur.". İkimizde arabaya bindik. Biz Hyun Su'nun arabasını aldıysak o neyle gelecekti? Sorsam mı? Bence bunu da söylemişti. Ama ben kaçırmıştım. Daha fazla şüphe çekmeye gerek yoktu. O şoför koltuğuna bende yanına geçmiştim. Bizi bir iki kişi görmüştü. Şu an zihnim o kadar uyuşmuştu ki, bu konu ile ilgili ne düşüneceğimi bile bilemedim.

 

"Anneler, Ada'nın yanında olacağını mı sanıyor?" Sorusunu tarttım. Ve en sonunda cevap verdim. "Evet, şu an şehir dışındalar. Adana'da. Babam ve Fırat abi Çarşamba günü gelecek. Ama annem ve Pınar Ne zaman gelir bilmiyorum." "Sana kötü bir haberim var. Ben Pınar'ı da Fırat'ı da tanımıyorum." Kafamı ona çevirdimde yola odaklanmıştı. Ani afallamam ile o da iki saniye gözlerini bana çekti ve geri önüne döndü.

 

"Afedersin. Pınar ve Fırat abi bizim restoranda çalışan iki kardeş. Bugün Pınar'a araba çarpmış. Adana'ya gitmelerin sebebi de bu." Bir süre sessizlik oldu. Düşündüğü bir şey vardı. Sanırım az çok tahmin edebiliyordum. "Evet annemler her çalışana değer verir. Ama Pınar ve Fırat abi ayrı." Sanırım düşündüğü şeyi doğru tahmin etmiştim. Bana ufak bir bakış attı. "Nedenini sorabilir miyim, yani özel değilse?"

 

"Pınar benden bir yaş küçük. Fırat abi ile aramızda da sanırım beş veya altı yaş var. Pınar daha altı yaşındayken yaşadıkları şehirde deprem oluyor. Depremde anne, baba ve dokuz yaşındaki kardeşlerini kaybediyorlar. Kısacası o ikisi hariç tüm aile maalesef canlı çıkamıyor. Mersin'de de babaanneleri yaşıyor. Emine hala. İkisini de Mersin'e getiriyor. Bir süre birlikte yaşıyorlar. Babam da Emine halayı çok sever. Tatlı kadındır. Bizim bir mahalle restoranı var. Onun üst katında oturuyorlar. Fırat abi biraz büyüyünce bizim restoranda çalışmaya başladı. El lezeti iyidir. Sonradan maalesef Emine halayı da kaybettik. Hastaydı zaten. Vasiyet vermişti. Vasiyette torunlarını babama emanet ettiği de yazıyor. Annem de babam da o ikisini kendi kardeşleri gibi yetiştirdiler. Biz de birlikte büyüdük nerdeyse. Babam Fırat abiyi forumda açılacak restoranın müdürü yapmaya zaten önceden karar vermişti."

 

Bir süre sessizlik oldu ben de devam ettim. "Pınar enkazdan çıkarıldığında sağ ayağı ağır hasar almıştı. Kemik protezi taktılar. Araba çarpınca ayağı kötü olmuş. Ne olur ne olmaz, babamlar Adana'da tanıdıkları iyi bir doktora gitmişler. İşte böyle."

 

"Vay be. Baban ve annen harika insanlarmış." Mırıldanarak onu onayladım. "Öylelerdir. Annem eğlenceli, çocuksu bir kadındır. Babam biraz daha ciddi bir yapıya sahip. Annemin çocuksu olduğunu söylememe kanma. Çok zekidir, ağır başlı nerde nasıl davranacağını bilir..." Bir dakika! Ben ne yaptım? Alex'e döndüm. "Afedersin. Bir an, unuttum." Onun anne ve babasını kaybettiğini unuttum! Onun asla unutmayacağı en büyük acısını unuttum.

 

Bana dönüp buruk bir şekilde gülümsedi. "Hayır. Önemli değil. Hem, annenlerin nasıl insanlar olduğunu az çok tahmin edebiliyorum senin sayende. Çocuklar ailelerini yansıtır. İstese de istemese de."

 

👣

 

Alex salona geçerken ben de telefonumu ve çantamı içeri bırakarak yukarı çıktım. Önce şarj aletimi komodinin üstüne kattım. Sonra çekmeceyi açarak ilacımı aradım. Ama yok! Nasıl yok? Çekmeceyi düzeltip kapattım ve dolabımı aradım ama burada da yok. Dolabın alt tarafını aradım. Bulamadım. Orayı düzelttim ve en üst rafı aradım. Ama orada da yok. Orayı da düzelttim. Geri çekilerek odanın ortasında durdum. Ellerim saçlarıma gitti. Bu sefer bacaklarımın da titrediğini hissediyordum. Nereye katmış olabilirim ki? Çekmecede yok, dolabımda yok ama başka kattığım yer de yok. Bir süre daha ellerim saçlarımda düşünürken ayak sesi ile irkildim. İyi ama ben evde tekim?

 

Alex zaten açık olan kapıyı tıklatığında elindeki telefonumu gördüm. Hayır, evde tek değildim. Alex de benim yanımdaydı. Yanına gidip telefonumu aldım Ada beni arıyordu. Telefonu açarak kulağıma götürdüm.

 

"Alo, Asya?"

"Efendim kuzum?"

"Sadece son attığın mesaja takıldım."

 

Gözlerim tekrar Alex'e kaydı. Kapının önünde durmuşdu. Dönüp odaya bir göz gezdirdim. Müsait olduğunda emin olunca elimi içeri uzatarak onu buyur ettim. İçeri geçti ama hâlâ kapıya yakın bir yerde çekingen bir şekilde duruyordu. Kişisel anına düşkün biri olarak bu oldukça hoşuma gitmişti işte.

 

"Orada mısın?"

"Ah. Evet, detaylı olarak sonra konuşuruz. Sadece şu takip meselesi yüzünden biraz endişelendik. Ama sıkıntı yok."

 

Tekrar Alex'i süzdüm. Gözleri odada gezinirken duvardaki renkli led ışıklar ve yapay sarmaşıklardaydı. Sonra duvara astığım çizimlere döndü. Çekinerek oraya doğru ilerledi. Ve çizimleri incelemeye başladı.

 

Asya?"

"Efendim?"

"Beni dinliyor musun?"

"Evet." Hayır

"En son ne dedim?"

"En son ben konuşmamış mıydım?"

"Sen ne yapıyorsun?"

"Nasıl?"

"Tek misin?"

"Hayır, Alex yanımda."

"Haaa. Anladım."

 

Sesine verdiği imayı duyunca telefonu kendinden uzaklaştırdım ve kısa bir bakış attım.

 

O da gördü zaten.

Keşke...

 

"Ben açıkçası ilaçlar yüzünden sandım. Artık nasıl bir korku yaşattıysan? Hoş bu hafta da pek normal olduğun söylenemez."

 

Mırıldanarak cevap verdim.

 

"Aslında onunla da ilgisi var. Bir yandan o yüzden geldim. Ama nereye kattım bilmiyorum."

"Asya! Ah neyse. En son kitaplıktaydı."

 

Tabii ya! Kitaplığa doğru ilerledim kutuyu arka taraftan çıkarttım ve Alex'e belli etmemeye çalışarak cebime attım.

 

"Sakın aç karına içme. Hastaneden bugün taburcu oluyorum. Yarına seni yatırmasınlar."

"Hmm gelse miydim aceba?"

"Yok, Kumsal burada. Hyun Su da gelmek istedi, ona da izin vermedim."

"Nasıl, Hyun Su yanında değil mi?"

"Hayır. Ne yaptınız erkek arkadaşıma?"

"Bilmem. Konuşmanın o kısmını kaçırdım. Kafamı kaldırdım, Puf! Hyun Su yok."

 

Ada'nın kahkaha sesi gelince ben de gülümsedim.

 

"Üff neyse. Kapat, kapat. Ben sonra sana detayları anlatırım."

"Ay tamam. Kendine dikkat et. Alex'in yanından ayrılma. Aklım senden kalmasın."

"Tamam. Hadi hadi. Çok konuştun."

 

Telefonu kapatıp Alex'in yanına ilerledim. Resimleri büyük bir hayranlıkla inceliyordu.

 

Duvarda; anime ve kitap karakterlerinin çizimleri, Ege, Ada ve Zümrüt'ün portreleri, hayvan çizimleri vesaire farklı çizimler vardı. "Resim çizdiğini biliyordum ama bu kadarını ben bile tahmin etmemiştim." Gülümseyerek biraz daha yaklaştım. "Eh, ben de yapıyorum bir şeyler." Kaşlarını çatarak bana döndü. "Daha çöp adam bile çizemeyen benim için bayağı büyük bir şeyler." Çizimler arasında asılı olan fotoğrafları incelediğini fark ettiğimde gözüme ilk Ege'nin beni kucağına aldığı ve ikimizin de ıslak bir sekide yağmurun altında olduğu fotoğraf takıldı.

 

Ama o daha bu resimi görmemişti. Eliyle bir fotoğrafı gösterdi. "Bu Zümrüt galiba. Onu daha önce senin yanında görmüştüm." Evet, gösterdiği fotoğraftaki kız Zümrüt'tü. Elinde bir bardak ve üstünde de bordo bir gece elbisesi vardı. Bu onun mezuniyet gününden bir kareydi. Yan tarafta o ve Ada bir çocuk parkında salıncağa oturmuş kameraya gülümseyerek bakıyorlardı. Zümrüt de böyledir zaten. Kadınsı görünüşüne inat icinde küçük bir kız çocuğu yatıyordu. "Son zamanlarda pek yan yana gelmiyoruz. Gastronomi yüksel lisansı ile uğraşıyor. Şehir dışında."

 

"Sanırım arkadaşlarının senden uzakta olmalarını sevmiyorsun." Kollarımı kendime sardım.

 

İnsanlar mesafelere inat yara açsa bile mesafelere rağmen o yaraları saramaz. Bazı şeyler kilometre dinlemez ama kilometreler her şeye de izin vermez.

 

"Doğru, arkadaşlarımın yanımda olmasını seviyorum. Bazen konuşmasam bile dokunmak iyi geliyor.". Bana dönüp kaşlarını çattı. "Temas konusunda fazla çekingen olan sen tekrar bazı insanlara karşı fazla temas halindesin."

 

"Sanırım. Bazen insanların gerçek olduğuna kendimi ikna etmeye çalışıyorum." Fotoğrafları incelemeye geri döndü, ben de geride onu inceledim. Eliyle bir fotoğrafı gösterdiğinde biraz yaklaşıp baktım. "Sanırım o Ege." Başımla onu onayladım. Üstünde basketbol forması elinde de basketbol topu vardı. Kameraya gerçek üstü bir gülümseme sunuyordu.

 

Yan tarafta bir takım elbise ve elinde çiçekle duruyorudu. Yanında ben vardım. Benim yüzüm görünmüyordu ama ona bir şey açıkladığım ortadaydı. Bu günü hiç unutamazdım. Kısa bir kahkaha attım ve ona baktığım fotoğrafı gösterdim. "Petek'in ailesi ile tanışmaya gidiyordu. Gelip taktik almaya çalışıyor benden. Çok yanlış kişiye geldiğinin farkında değil tabii zavallım. Bide diyor ki kızı şimdi mi isteyecem?" Tekrar kısa bir kahkaha attığımda Alex başka bir resime bakıyordu.

 

Tekrar ben ve Ege vardık. Benim üzerimde siyah askılı bir elbise onun üstündeyse tekrar siyah bir takım vardı. İkimiz yan yana durmuştuk Ege'nin kolu benim belime sarılmıştı ve fotoğraf çeken kişiye gülümsüyorduk. Fotoğrafı çeken kişi Petek'ti. İkisinin mezuniyet gününden bir hatıraydı.

 

Alex mırıldanınca dikkatimi ona verdim. "İkiniz çok yakışıyorsunuz." Bunu demesi içinde bir şeylerin oynamasına sebep olmuştu. Ama bu şeyler oynadığında maalesef pek mutluluk vermemişti. Onun sesinde de farklı bir tını vardı. "Hmm hayır, inan bana Petek ve o daha iyi." Elime o ikisini en sevdiğim resimlerini gösterdim. Mezuniyet günü ikisi dans ederken harika bir açıdan çekilmiş, harika bir fotoğraftı. "Hem bizim Ege ile oyunumuz, oyunda kaldı. Şahsen ilerlemesini de pek istemezdim. İyi olmuş."

 

"Neden?"

Çünkü Asya bir kere arkadaşlık sınırlarından aşk sınırlarına taştı. Ve neler oldu gördük.

Hayır iç ses onu ikimizin de unutması lazım. O gitti.

Sen ondan gidebildin mi?

Evet!

 

"Asya daldın yine." Gözlerimi resimlerden Alex'e çektim. "Sanırım aşk pek listemde olan bir materyal değil." "Pekii listende olan şeyler ne?" Bir süre durup düşündüm. "Bilmem." Hiç bir yanıta varamadım. "Peki listende daha ne olduğunu bile bilmiyorken nasıl aşk olmadığından bu kadar eminsin?"

 

Ne oldu? Cevap versene Asya.

 

Masanın üstünden eskiz defterimi aldım. Arkamı dönerek Alex'e uzattım ve masaya yaslandım. Resimleri incelemeye başladı. Karakalem çizimler çoğunlukla Ada'nın resimleri ile doluydu. Bazen sıkılıp defteri elime alırdım ve aklıma gelen şeyi veya gördüğüm bir şeyi çizerdim. Çoğunlukla yanımda Ada olduğu düşünülürse defterin çoğunlukla Ada'nın farklı pozlarda çizimleri ile dolu olmasına şaşmamalı. Aslında hayvanların çizimleri de oldukça fazlaydı ve benim kendi iç dünyam ile savaşırken çizdiğim karamsal resimler. Evet o defterde çoğunlukla acı vardı. Yanlızlık vardı. Orda benim boğulduğum dünya vardı.

 

Alex sayfaları geçerken birinde durdu. Gözleri kocaman açıldı. Sayfayı bana çeviridi. "Bu benim." O defterde olan, bakınca acı vermeyen, sanki o deftere ait değilmiş gibi duran tek resmi bulmuştu.

 

Kağıt eşitsiz bir şekilde üçe bölünmüştü. En üste Alex'i ilk gördüğüm zamanki anılara ait bir resim vardı. Kapşonu yüzünü kapatıyor ve sadece dudakları görünüyordu. Elini dudaklarına götürerek susmamı işaret ediyordu. Resmin Beyaz Meleği vardı. Alttaki resimdeyse gösteri günü seyircilerin arasına gördüğüm ilk gün vardı. Gözünden gözlük yüzünde ciddi ama samimi bir ifade, Alexander di Angelo. Ama alt taraf boştu. Çünkü o sayfa Ruhsuz'a aitti. Ama onu en iyi tanımlıyacak sahneyi bir türlü seçemiyordum.

 

Her o resimi gördüğümde olduğu gibi bir gülümseme yayıldı dudaklarıma. "Evet, tamamladığım zaman göstermeyi planlıyordum. Ama anlaşılan artık çok geç."

 

Yalan söylüyor! Resimi kendine saklaycaktı.

 

Evet, Alex'e göstermek gibi bir niyetim yoktu. Ama gördü. Resmi incelemeye devam etti. "Asya bu çok güzel. Hepsi çok güzel." Diğerlerini bilmem ama o resimin güzel olmasının sebebi Alex idi ama neyse. "Alt taraf neden boş?" Omuz silktim. "Orası Ruhsuz'a ait Ruhsuz ile ilgili bir an aklımda canlanıyor." Kaşlarını çattı. "Ruhsuz? Haa. Dur! Ne?" Ufak bir kahkaha attım.

 

Açıklamamı nasıl yapacağımı bilemedim. İlk resimde, Beyaz Melek yanımdan giderken aslında hayatıma girdiği an vardı. Kimseye söyleme demişti. Hoş, ertesi gün söylemiştim orası ayrı. İkinci resimde Alex ile ilk resmi tanışmamız vardı. İlk defa kendini bana göstermişti. Ama Ruhsuz için bir şey bulamıyordum. Sanki Ruhsuz en iyi anlatacak poz yoktu.

 

"Sadece Ruhsuz ile diğerleri gibi seni yansıtan bir anı yok." Alex masaya doğru ilerledi ve defteri masaya bıraktı. "Ya?" Bir eli sağ tarafıma yerleşirken daha yeni idrak ediyordum yaptığı şeyi. "Hmm peki sana Ruhsuz ile ilgili bir kare yakalama fırsatı versem, resmi tamamlar mısın?" Diğer eli de sol tarafımdan masaya yerleşirken onun ve masanın arasında kaldım. Bana doğru eğilmiş aramızda bir bilemedin iki karış kadar mesafe bırakmıştı.

 

"Yaramaz." Dedim sadece ellerimi onun kollarına yerlestirince. "Hmm"

 

Alex mırıldanmasan mı? Can güvenliğin yok da. Çünkü ben de Asya da şu mırıldanmana biraz düşüyoruz.

 

Biraz? Biraz az kalır.

 

"Ben yaramaz bir adamımdır biraz." İstemsizce kıkırdadım ve tekrar ettim. "Biraz? Biraz az kalır?" Yamuk duruşumu düzelterek dik durdum. İşte şimdi iyice azalmıştı aramızdaki mesafe. Limon kokusu yavaştan başımı döndürürken gözlerini izledim bir süre. Elimi kolunda gezdirmeye başladım. "Ne o, Avcı da mı uslu durmuyor?" "Hmm hayır, güzel Avcım de sanırım benim gibi biraz yaramaz." Kafasını eğerek burnunu yanağıma sürtmeye başladı. Bu küçük temas neden bu kadar etkilemişti beni? Kıvırcık saçları boyuma değerken hafif hareketlendim. Sağ elimi kaldırdım ve yanağına yerleştirdim. Burnu biraz aşağıya inerken dudaklarını tenimde hissetmeye başladım. Benim dudaklarımın birkaç santim aşağısında durdu ve oraya ufak bir öpücük sundu.

 

"Oyunu kurallarına göre oynamıyorsun." Dedim yüzümü hareket ettirirken. Güldü. Gamzesi selam verirken güldü. Onu gülüşünden öpmek istedim. Bir insanın gülüşü öpülür mu? Ben Alex'in gülüşünü öpmek için şu an tüm şehri yakabilirdim. Belki gülüşünü öpemem ama gamzerini öpebilirdim. Elim çene kemiğinde gezinirken gamzelerine ufak öpücükler sundum.

 

"Sadece ben değil sen de oyunu kurallarına göre oynamıyorsun." Dedi dalga geçerek. Dizimi bacağına sürtüğümde yüzü boynuma indi. "Hayır şu an kurallarına göre oynuyorum. Oyun bozanlık yapmam senin için pek iyi olmaz." Asya senin sonun iyi olmayacak gibi görünüyor ama neyse.

 

Bir eli belime yerleşirken yüzü hâlâ boyun girintime gömülüydü. "Asya, neden bana bu kadar çok güveniyorsun? Şu an ikimiz tekiz. Bana fazla yakın duruyor ve duvarlarımı zorluyorsun. Güzelsin, erkekliğime yenilmemden hiç mi korkmuyorsun?" Mırıldanır gibi konuşmaya devam etti. "Evet direnicek, karşı koyucak gücün var. Ama sana istediklerimi yapmamdan hiç çekinmiyorsun. Belki de sandığın kadar iyi bir adam değilimdir." Burnunu bu sefer boynuma sürtmeye başladı ve tehdit eder gibi bu sefer oraya bir buse bıraktı.

 

Cevap vermek ister gibi vücudumu ona biraz daha yaklaştırdım ve dizimi tekrar bacağına vurdum. Bunu hangi akılla yaptım bilmiyorum ama zaten o ana kadar akıl beni çoktan terk etmişti. "Tüm erkekler, hatya tüm insanları kendinden uzak tutan, bakışları ile öldüren Asya Ersöz şu an benimle tehlikeli bir oyun oynuyor." Sesindeki yoğunluk düşünmemi hatta konuşmamı engelliyordu. Kafasını kaldırıp gözlerini gözlerime çektiğinde işte o an gördüm, aslında ne kadar ciddi olduğunu. Gözlerindeki arzu ve istek belki beni korkutmalıydı ama bu hislerin bana karşı olması aklıma dönüp dolaşıyordu.

 

Banaydı, gözlerindeki istek banaydı. İstediği bendim. Alex di Angelo, dünyayı avuçlarından tutan adam, şu an gözlerindeki arzu banaydı.

 

Asya, bu iyi bir şey mi?

 

Bilemiyorum. Bilmiyorum şu an hiçbir şey bilmiyorum. Düşünmek çok zordu. İlaçlar yetmezmiş gibi şu anki duygu yoğunluğu zihnimi pekte haline getirmişti. Ellerimi kaldırıp boynuna doladığımda bile hâlâ düşünemiyorudum. Bu sefer diğerleri gibi değildi, durum ciddileşmişti.

 

"Sen neden bu kadar çok bana güveniyorsun? Beni çaylağın olarak alırken en çok da sen biliyordum riskleri. Sen neden bu kadar çok güveniyorsun bana? İhanet etmemden, bunca yıllık emeklerini yok etmemdem hiç mi korkmuyorsun? Ben kendimi sana bırakırken sen tüm sevdiklerini bana bırakıyorsun." Gözlerindeki yoğunluk dağılmadan aynen durmaya devam etti.

 

Parmakları belimde gezinirken tekrar konuştu. "Bu bir tehdit mi?" Bende bir elimi indirerek göğüsüne denk getirdim. Kalp atışlarını hissettmek her şeyden daha güzeldi. "Hayır, ikimiz de fazla güveniyoruz birbirimize. Beni bırak, ben sana birkaç saat önce Ada'yı emanet ettim. Kimseye güvenmeyen kişi sadece ben değildim. Demek ki bazı insanlara güvenmek kendiliğinden gelişiyor. Olması gerekiyor ki olmuş." Başımı hafif sağ omzuma eğdim. "Şu hayatta her şey karşılıklıdır. İyilik yapsan iyilik bulursun kötülük yapsan kötülük. Birinden nefret etsen o da içten içe senden nefret eder. Birine güvenirsen o da sana güvenir."

 

Bir süre yüzümü inceledi. En son gözleri dudaklarımda durdu. "Hayır, aşkının karşılığını alamayan bir sürü insan var. Peki onlar?"

 

Sana diyor Asya. Gönderme yapıyor.

Yok yav. Yapıyor mudur?

 

"Hm bu konuda sana katılmıyorum. Eğer gerçek aşk ise senindir. Sevginin farklı şekilleri var. Sen birini farklı seversin o farklı. Ama gerçekten aşıksan, kalbin ona aitse onun kalbi de sana aittir." Elimi kalbinin üstünde bastırdım. Kafasını hafif yan tuttu. "İnsanlara acı çektirmesi peki?" Kafamı yere eğdim bir süre susarak nefes alışlarımızı dinledim. "Kendin dedin. İnsanlar. Zarar vermek için bir nedene ihtiyaç duymaz onlar. En kötü yaratık insan. Aslında hayır, insanlığını kaybeden insansılar. Evet, en kötü onlar."

 

"Diğer insansılar sana ve kalbine çok zarar vermiş. Benim olmanı isterdim. Kalbinin bana ait olmasını isterdim."

 

Kalp atışlarım hızlanmaya başlarken nefesim ciğerlerimi terk etti. Boğulduğumu hissettim. Ya da belki ilk defa gerçekten nefes aldığım için boğuldum sandım.

 

Başımı olumsuzca salladım. "Hayır her şey karşılıklıdır. O zaman senin kalbinin de bana ait olması gerekirdi. Ben birinin kalbini koruyamam. Daha kendi kalbimi bile koruyamayan ben senin kalbine sahip çıkamam." Bu sözler bile kalbimi koruyamadığımı özetliyordu. Canım yanıyordu. Hayır, kalbim yanıyordu. Tekrar ona zarar vermiştim.

 

Biraz önce bir oyun içerisindeydik. Tekrar ruh halimiz değişmiş ve tekrar acılarımızdan birbirimize sığınmıştık. İki elimi de göğsüne indirdim. Kafamı da boynuna gömdüm. Kolları bedenimi sararken bir şeyler mırıldandı. Ne dediğini anlamadım ama sormaya da cesaretim yoktu. Eli saçlarımda gezimdi. Gözlerimi kapatıp sadece onu hissetmek istedim.

 

Elleri omzuma indi ve bu sefer parmakları omzunda gezindi. "Alex, bana kızdın mı?" Parmakları durdu. "Neden?"

"Bilmem."

"Hayır, peki sen bana kızdın mı?"

"Hayır."

Kırıldın mı?"

"Hayır."

"Hâlâ güveniyor musun?"

"Her zaman."

"Bir gün bana kırılırsan affeder misin?"

 

Durup sorusunu kendi kendime tekrar etttim. Kırılsam affeder miyim? Benim doğama aykırıydı affetmek. Eder miydim? "Ederdim. Affederdim." Evet ederdim.

 

Hafif geri çekildim. Yüzünü inceledim sonra boynuna kaydı gözlerim.

 

Ne o Asya, oyun bahanesiyle öpücük mü kopartıcaksin?

 

Gözlerim boynunda takılı kaldı. Alex'in boynunda ki izlere baktım.

 

Oha! Ne ara yaptın?

 

Hayır, ısırık veya tırnak izi değildi. İp izleriydi. Küçükken görüldüğü işkencenin izi. Halatın izi. Cehennemin izi.

 

Gözlerim geri Alex'in yüzüne tırmanırken beni incelediğini fark ettim. Bir an olsun hareketlerimi kaçırmadan izliyordu beni. Elimi kaldırarak parmak uclarım ile hafifçe ize dokundum. Yutkundu ve tüm kasları kasıldı. Elimi geri çektim elim havada kalırken o da elini kaldırdı ve bileğimi kavradı. Başı hafif sol omzuna yatıyordu. Gözleri hâlâ yoğundu. "Bedenimizdeki izler ruhumuzdaki duygulardır. Benim izlerime dokunak istemezsin."

 

Yüzünde yarım, çapkın bir gülümseme vardı. Önce kavradığı bileğime baktım. Sonra dönüp gölge düşen yüzüne baktım. Yüzündeki gülümseme silinirke bileğimi tutan parmakları gevşedi ve en son bıraktı. Şaşkın gözlerle hâlâ havadaki bileğime bakmaya devam ederken o ani donaklamamın nedenini arıyor gibiydi. "A, afedersin." Sesi endişeliydı. Geriye doğru bir adım atıp aramızı açarken canımı yaktığını veya beni korkuttuğunu düşünüyor olmalıydı.

 

Geri bakışlarımı ona çevirdim. Oysaki bilmezdi. İşte şimdi Ruhsuz'u bulduğumu.

 

Ani bir şekilde boynuna atlayıp kollarımı boynuna doladım. Bunu beklemiyor olacak ki geriye doğru sendeledi. Ama ikimizin de düşmesini engelledi. Kolları belimi sararken ben parmak uçlarımda duruyordum.

 

"Buldum. Asıl Ruhsuz'u buldum. Bizim küçük oynumuzda değil sadece Ruhsuz. Gerçeklerimizde de saklanıyor. Bizim gerçeklerimiz acı. Ruhsuz o acılarda duruyor." Dedim, fısıldayarak. "Beni de gerçeklerine alsın. Acı vermeyen tek gerçeği olayım."

 

Öyle bir sessizlik oldu ki. Alex nefes bile almıyordu. Eğer kalp atışlarını hissetmeseydim yanlışlıkla onun boynunu kırıp öldürdüğümü sanırdım.

 

"Herkes bir gün acı verir. İstesek de istemesek de. Hayatıma giren insanların tamamı için geçerli bu kural. Zamanı gelir belki en büyük acım sen olursun."

"Olmam. Söz, Asya sözü. Benim soyismim Ersöz. Ben tutarım sözümü. Görürsün bak olmam."

 

Neden bu kadar çok istiyorsun bunu Asya?

 

Kimin umurunda? Şu an istediğim tek şey buydu. Ve bir nedeni yoktu. Varsa da o an için bilmiyordum. Dediğim gibi, istedim tek şey gerçeklerinin acı vermeyen tek parça olmaktı.

 

Alex bana cevap vermedi. Olabilirsin ya da olamazsın demdi. Ama ben uzanıp onun yara izini öptüm. Tam yaranın üstüne bastırdım dudaklarımı. Alex'in derin bir nefes aldığını duyduğumda dudaklarımı ayırdım ve onan yaptığı gibi burnumu minik hareketlerle boynunda gezdirdim Tekrar bir öpücük bıraktım yaraya. Ne kadar ciddi olduğumu bilsin istedim. Beni daha fazla kendine bastırdı ve kolları da sıkı sardı bedenimi.

 

Zaten parmağımın ucunda olan ayaklarımın yere değmediğini hissetmek uçmak ile aynı şeydi. Kim inandırabilirdi ki beni, şu an Beyaz Meleğin kollarında uçmadığıma?

 

Bana 'Bedenimizdeki izler ruhumuzda ki duygulardır. Benim izlerime dokunak istemezsin' dedi. Ben de o dokunmayı istemiyeceğimi sandığı izi öpmüştüm.

 

Alex eğilince ayaklarım tekrar yere bastı. Geri çekilince kafasını hafif yan tuttu. "Artık sadece elerin değil tüm bedenin titriyor. İyi misin?" Boş gözlerle yüzüne bakarken ne diyeceğimi bilmedim. "Ben acıktım bir şeyler yiyelim mi?" Artık ilaçlarımı içmem lazımdı. Bir süre yüzümü inceledi. "Olur." Arkasını döndü ikimiz odadan çıkarken devam etti. "Buraya yakın bir yer biliyorum oraya gidebiliriz." Durdum bana döndü. "Mutfak işleri ile ilgilenen kendi restoranları olan bir ailenin evindesin şu an, hakaret sayarım." Alex gamzelerine göstererek bana baktı.

 

"Çok afedersiniz aklımdan çıkmış şefim." Yürümeye devam ettim. "Bu arada şaka maka bir yana istersen başaka bir yere gidebiliriz." Alex başını saldı. "Hayır, yemek yapmayı severim, eğer ben de yardım edebilirsem biz yapalım." Omuz silktim. "Benim için fark etmez. Eğer seviyorsan." Büyük bir neşeyle bana döndü. "Tamam o zaman. Ne yapacaz?" Onun masum heyecanı bana da enerji vermişti. "Bilmem, sen ne yapmayı biliyorsun?" Eliyle saymaya başladı. "Makarna, yumurta, menemen, soslu makarna." Mutfağa geldiğimizde kısa bir kahkaha attı. "Dalga geçiyorum. Çok iyi pizza yaparım, sarma ve dolma, içli köfte yapmıştık birkaç kere Elmas ile. Sen bakma bana ayak uydururum ben."

 

Şaşkın gözlerle ona döndüm. "Makarna ve menemen bile büyük bir yetenek gibi görünümüştü. Hep farklı bir yeteneğini keşfediyorum, çok amaçlı blendır gibi başka. şeyler çıkıyor." dedim. Alex gururla gülümsedi. "Ne diyorsun ben baklava açmış insanım. Her İtalyan'nın harcı değil baklava.". İstemsizce gülmeye başladım. "Güzel olmuş muydu bari?"

 

Alex başını salladı. "Bilmem. Ben sevmem şekerli, şerbetli şeyleri. Bir dilim yedim. Gerisi gelmedi. Ama başkan ve Elmas sanırım sevdi. İkinci gün tepsiyi bulamadım." "Tamam bir gün birlikte yapalım. Yemezsen savaşçılara dağıtırız. Ben de çok güzel tiramisu yaparım."

 

Alex' in eli ensesine gitti. "Biz ülkeleri karıştırdık."

 

En sonuda mantar ve makarna yapmaya karar verdik. Ben tencereye kaynar su katarken Alex de mantarları yıkayıp doğruyordu. Doğradığı mantarları bir kaba kattık biraz baharat karışımı ve yağ ekleyerek onları da bir tavaya aldık ve kendi sularında pişmeye bıraktık.

 

Makarnalar iyice pişerken sosunu hazırladık. Mutfakta geçirdiğimiz süre boyunca sohbet etmiş ve ben oldukça eğlenmiştim. Alex'in yanından sıkılmak mümkün değildi. Bir sürü kitap ve yazar hakkında konuşmuş, farklı filmlerden bahsetmiştik.

 

Arada Esis bize eşlik etmiş Alex'i çizmiş benimle uğraşmış ve uyumaya devam etmişti.

 

En son yemek hazır olunca masaya geçmiş yemeğimizi yemiş hatta benim itirazlarıma inat mutfağı toplamıştık. "Ben defterimi alıyım geliyorum." dedim ve odama çıktım. İlaçlarımı içmek içimi rahatlamıştı. Masadan defterimi aldım ve aşağı indim.

 

Alex koltuğa oturmuş Esis ile oyun oynuyordu.

 

Esis yüzüne uzanmış ve burnunun ucunu ısırıp yalıyordu. "Ben seni ısınırıyor muyum?" dedi Alex ondan uzaklaşarak. Esis hızlıca uzanıp Alex'in yanağını ısırdı. Alex acıyla geri çekildi.

 

"Esis!" dedim sinirle.

 

"Çillerinden belli olmuyor zaten, gek dene bak." dedi psikopat.

 

Alex'in yanına oturdum uzandım ve esisin ensesini ısırdım. Esis tıslayarak geri kaçtı. "Seni ısırsa sende onu ısır." dedim bacak bacak üstüne ararken.

 

"Krediyi mi?"

 

Esis tekrar kucağıma geldi ama bu sefer sadece kıvranıp uyudu. "Bak onun sevgi dili bu. Köpek değil ki insan gibi sevesin. Kedi bu psikopat. Isır, mıncıkla, origami gibi katla. Manyak bu bundan zevk alır."

 

Esis sağlam olan gözünü yavaşça kırpıştırdı.

 

"Aptal insan."

 

"Manyak kedi."

 

Onu yavaşça kucağıma aldım ve kedi yatağına bırakmadan önce son kez öptüm.

 

Psikopat, manyak, narsist, sadist kedinin teki ama o olmasa hiç olmadığım kadar yalnız olurum.

 

🐈‍⬛

 

İkimiz de karargaha giderken saat beşi geçiyor güneş batmaya başlıyordu. Garaja girip arabayı park ederken ben de etrafa bakıyordum. Polis arabaları, dağ araçları, motorlar, iyi marka arabalar... Var da vardı. Karargah şaka maka iyi kazanıyormuş. Her seferinden en fazla ne kadar olabilir derken başka bir şey çıkıyordu.

 

Yukarı çıkıp odalarımıza dağılmayı planlıyorduk. Fakat ortak salondan gelen seslerle ikimiz de oraya yöneldik. "Sen ne bilirsin ki?" Dedi içeriden bir ses. Ve başka bir karşılık geldi. "Senden çok şey bildiğim kesin." Alex göz devirip bir şeyler mırıldandı, sanırım "bütün tanrılar bana sabır verin." Diyordu.

 

Alex elini sensöre kattı ve kapı sürüklenerek açıldı. Sesler kesilip bakışlar bize dönü. Ortada Flash ve Lusita duruyordu.

 

Üstüne alınma Asya'cım, Alex'e bakıyorlar.

Canıma minnet iç ses.

 

Etraflarında Meredit, Hyun Su, Zoe, ve Öykü vardı. Bir süre sesizlik çöktü en sonunda Alex konuştu; "Neler oluyor?" Sesi o kadar soğuk çıkmıştı ki, ben bile çekingen bir şekilde Alex'e döndüm. Atlas yutkunarak konuşmaya başladı. "Meredit benim yetkilerimi ve kararlarımı sorguluyor!" Alex'in yüzünü göremiyordum ama Meredit'in kasılmasından sert baktığını az çok tahmin edebiliyordum.

 

"Hayır, Atlas benim çaylağıma verdiğim programa müdahale ediyor." Tekrar ufak bir gürültü çıktığında Alex onları susturdu. "Kesin! Tek tek konuşun. Hyun Su! Sen anlat." Hyun Su duruşunu dikleştirdi, diğerlerine 'naneyi yediniz şimdi' bakışı attı ve anlatmaya başladı.

 

"Lusita ve Meredit program ile ilgili kendi aralarında bir iki şey konuşuyordu. Sonradan Atlas programın yetersiz ve gereksiz olduğunu söyledi. İşte bir iki eleştiride bulundu. Sonradan Meri* konuşmaya girdi, Lusi bir iki şey söyledi tartışma büyüdü."

(Meredith)

 

Alex önce Lusita'ya dönü. "Başta Kendi eğitmenin olmak üzere tüm eğitmenlere saygı duymak zorundasın. Kimse kimseyi sevmeye zorunlu değil ama saygı önceliğiniz. Kaldı ki birbirinize canlarınızı emanet ediyorsunuz." Lusita başını eğince Flaş'a dönü. "Eğer programlar ile ilgili eleştirilerin varsa bana gelmelisin. Ayrıca ben programın iyi ve yeteri olduğunu düşündüm ki onay verdim. Karşı mı geliyorsun?" Dedi Alex az önceki gibi soğuk bir sesle.

 

"Hayır." Dedi Atlas çekinerek. Alex bu sefer Meredith'e döndü. "Meri çaylağını al ve git. Senle sonra konuşucaz." Büyücü bana kısa bir bakış attı sonra başı ile onaylayarak Lusita'yı da alıp gitti. "Şimdi dağılın, umarım bu tartışmayı uzatmayı düşünmezsiniz!" Mesaj belli; Konu burda kapandı! Birkaç saat boyunca yan yana olduğum bu Alex ve bu Alex aynı kişi mi?

 

Zoe ve Atlas salondan çıkarken ben, Alex, Selen, Hyun Su ve Öykü kalmıştık.

 

Alex kendini bir koltuğa bırakırken ben de boş gözlerle hâlâ etrafı izliyordum. Öykü'nün karşısındaki koltuğa geçince ben de onun yanına gittim. Selen süzülerek Alex'in yanına oturdu ve elini olun omzuna kattı. "Seni aradım ama açmadı, neredeydin?"

 

Alex kaşlarını çattı ve ona döndü. "Sizden kaçtım. Bende insanım, beynimi erittiniz. Ben de kaçtım. Aa olamaz böyle bir şey! Benim de özel hayatım var. Dedim biraz kafa dinliyim, geliyorum savaşçılarım birbiri ile savaşıyor." Selen bana kısa bir bakış attı. "Asya?" Soru bana değil de Alex'eydi. "Yolda gördüm. Kars'a gidicekti yürüyerek. Kars'a gitme gel karargâha dedim aldım arabaya." Selen anlamayarak bize baktı.

 

Hyun Su burnundan homurdandı. "Sen bakma onlara, ikinizin yan yana olduğunuzu biliyordular." Selen umursamadan parmakları ile oynamaya başladı. "Olabilir."

 

Konu nasıl oldu bilmem göreve girdi. "Ufak riskler var evet, ama onları elbet kapatabiliriz." Dedi Alex. Savaşçıların konum ve durumlarını tartışıyorduk. Bize ikinci bir göz hatta üstten bir tanrı gözü lazımdı. Ama nasıl sağlayacağımız söz konusuydu? "Kuşla?" dedim, çözüm basitti. Ama pek de açık değildi. Kuşlar üst katlarda da bize göz olabilirdi ama bunu nasıl sağlayacağımız sıkıntıydı.

 

Alex homurdandı.

"O zaman senin de sahada olman gerekir."

"Evet."

Sen ne kadar da zekisin böyle.

 

Alex'in yorumu sanki hayati öneme sahip bir detayı kaçırmışım gibiydi. "Sanırım bunu farklı bir şekilde halledebiliriz." dedi. "Nasıl yani kuş işi yattı mı?" "Hayır, ama senin sahaya inmeni istemiyorum. Bunun için başka bir fikrim var ama bir de Mex' e danışımak istiyorum."

 

Daha fazla soru sormadım. Gözlerimi sesi hiç çıkmayan Selen'e çevirdim. Beni izlediğini fark etmek tuhaf hissettirmişti. Mavi gözlerinde geçen duyguları anlamak zordu, ama bir yanım onun da kafasının karışık olduğunu ve ne bir yoruma, ne de bir duyguya sadık olduğunu söylüyordu.

 

O bir yanın ben değilim Asya. Onu bırak da, kız güzel.

 

Evet, karargahtaki tüm kadın savaşçılar neden bu kadar güzel? Her kadın güzeldir ama karargahtaki kadınlar ayrı bir güzel.

 

Selen Afrodit'in vücut bulmuş haliydi. Mükemmel fiziği ve duruşu ile kendini hayran bırakıyordu. Mesela Maria da öyleydi. Onunla pek sohbetimiz olmamıştı ama bana bakarken onu çok yakalamıştır. O da çok güzeldi. Benden biraz daha küçük görünüyordu. Minyon tipi yüzünden de olabilir. Daha esmerdi, açık kahve gözleri ve koyu kahverengi saçları ona çok yakışıyordu. Pek konuşmazdı. Ama yüzünde hep bir tebessüm vardı. Ama çoğunlukla gözlerinin içi ağlardı. Onu anlamak çok zordu; mutlu mu, üzgün mü? Tahmin yapmak zor.

 

Veya Öykü. Öykü de farklıydı. Şu an hava soğuk gerçti ama yüzü hariç vücudunun neredeyse hiçbir bölgesi görünmüyordu. Saçını hep ensesinden at kuyruğu bağlardı. Arada yarım topladığı da oluyordu, ama açık bırakmaz veya üstten toplamazdı. Sanırım bu konuda hassasiyeti vardı. Ama acaba nedeni neydi? büyük ihtimalle Alex gibi bir yara izi veya doğum lekesi vardı da saklıyordu.

 

Cesika ile de sohbetimiz olmamıştı. Biraz kilolu bir kızdı, yanakları onu tek lokmada yemelik tatlı bir şey yapıyordu. Tatlı, yumuşak bir sesi ve küçük şirin bir gülümsemesi vardı. En masum görünüşlü savaşçı heralde o ve Ada idi. Sanırım artık en tehlikeli görünen savaşçı da bendim. Erkeklerde de İdın.

 

Zaten İdın'ı küçük görmek saçmalıktı. Bakışları 'ben tehlikeliyim ahbap bana dokunmak istemezsin' diye haykırıyordu. Ama zaten eğer onu küçük görmek gibi bir hata yapsalar bile tek bir dokunuşla 'hata' olduğunu zaten gösteriyordu. Hiç bana yeteneği ile dokunmamıştı ama eğer en güçlü savaşçı oysa demek ki bayağı tesirliydi.

 

"Bugün üçünden biri veya üçü, benim için fark etmez. Gelsin 2. odaya, pati yardımı her zaman iyidir. Hem onlar tanır birbirini hem diğerleri. Ben de ne yapabileceğime bir bakarım."

 

Alex gözlerini kısarak bir şeyler düşündü. Neden gözlerini kıstığında bu kadar harika görünüyordu?

 

Şu an ben tüm işimi gücümu bırakıp bunu düşünebilirim Asya.

 

Sen iç sessin. Senin işin gücün yok ki?

 

Artık var.

 

"Peki eğer öyle diyorsan. Şimdilik Lusita kalsın. İdın ve Selen gelsin ne yapabileceğinize bakın. Beni bilgilendirmeyi de unutma. Seninle sonra ayrı bir plan düzenlememiz lazım."

 

Asya Selen bakıyor.

Baksın. Dur! Selen neden öyle bakıyor?

Baksın Asya.

 

Aşk acısı da neymiş? Gıcık bir iç ses ile lanetlenmek ne demek bilir misin?

 

Ayağa kalktım. "O zaman bize müsaade. Beklemenin bir manası yok." Alex başını sallayınca Selen'e döndüm. "Hadi hadi daha İdın'ı alıcağız." Selen yerinden fırlayarak bana sarıldı?

 

Kollarım havada kaldı önce Alex'e sonra Hyun Su'ya baktım. Onlarda anlamamıştı herhalde, ama ikisi de hâlinden memnun gibiydi.

 

Ben de kollarımı ona sardım ve sırtını sıvazladım. Benden daha kısaydı elbette belki on belki onbeş santim. Geri çekildi. Anlamayan gözlerle baktım. Ama fazla uzatmadı.

 

Hepsi tuhaf anam bunların.

Benim şikayetim yok.

 

"Ben de gelebilir miyim?" Dedi Öykü, masum sesi ve duruşu ile hayır demek zaten ne mümkün? "Tabii ki. İkinci odanın kapıları her zaman, herkese açık. Hayvanlar insan ayırmazlar."

 

Şu an çok minnoş bir şey gibiydim. Ponçik bir şeye dönmüştüm. Selen'in böyle bir etkisi vardı galiba.

 

Üçümüz de salondan çıkıp sekizinci odanın önüne geldik ama kapıyı çalınca kimse ses vermedi. En sonunda Öykü İdın'ı aradı.

 

"Alo."

"Ne oldu Öykü?

"Ben de iyiyim sağol."

 

Selen gülmeye başlarken İdın ile bir benzerlik buldum. İkimiz de telefon konuşmasında konuya dalıyorduk.

 

"Sekizinci odanın önündeyiz ama sen yoksun. İkinci odaya gidicez. Çarşamba günü olacak görev için Alex ve Asya'nın planı var."

 

"Alex ile biraz uğraşmak şu an çok cazip geldi."

 

Selen iç çekti.

 

"Yerinde olsam denemem. Alex biraz sinirliydi, savaşçılar arasında tartışma çıktı gelir gelmez tartışmanın ortasına düştü." dedi Öykü.

"Dur tahmin edeyim. Tartışma içerisindeki savaşçılardan biri Atlas."

 

Selen bu konuşma uzuyor gibi bir şeyler mırıldandı.

 

"Evet, son zamanlarda fazla agresif."

"Alex patlasa görürüm onun göt korkusunu. Şu an sadece Asya Alex'i zapt ediyor. Yoksa çoktan yanmıştı. Bence gerginliğinin sebebi de Asya ama neyse."

 

Ben mi Alex'i zapt ediyorum? Gerginliğin sebebi de benmişim? Atlas gerçekten bana karşı fazla sert bunu anlamak için Öykü olmaya gerek yok. Ama neden bana karşı böyle?

 

"Asya şu an seni duyuyor."

"Duysun. Yanlış bir şey mi dedim?"

"Yok, bu arada Selen de burada."

 

Selen tekrar homurdandı. İdın da sabırsızca nefes verdi.

 

"Tamam. Kapat, kapat. Geliyorum çok uzattın."

 

Bu da bir Asya tepkisi, listeye bir çizik daha.

 

🦋

 

 

İdın gelmiş ikinci odaya geçmiştik. İdın ve Selen arasında gözle görülür bir mesafe vardı. Yıllardır böyleler, evet fazla sert bir savaş değildi ama arasında belli bir mesafe vardı. Alex birbirimize canımızı emanet ettiğimiz söylemişti. Onların arasının açık kalmasına nasıl izin vermişti? Aslında aralarındaki mesafe sanki sembolikti. Bunun ile ilgili ufak bir araştırma yapmam lazım sanırım. Yaşasın Meredith.

 

Öykü köpeklerle oynuyor, Selen de gördüğü mavi bir kelebeğe bakıyordu. Kız bir renk olsaydı kesinlikle mavi olurdu. Ve bir hayvan olsaydı kelebek olurdu. Bir kelebek gibi zarif ve narin görünümlüydü. Ama bir kelebek kadar da güçlü bir yapısı vardı. Kelebekler uzun süre uçabilir, dayanıklı ve kararlı hayvanlardır. Onlar için yoldan geri dönmek yok. Gerekirse yolda ölürlerdi. Selen de o hissi veriyordu.

 

İdın da benim yanımdaydı. Bir kediyi seviyordu. Kendin adını Gebo koymuştum. Gebo yanlış hatırlamıyorsam İskandinav mitolojisinde hediye demekti ve X ile gösteriliyordu.

 

Gebo da karargâhın kurtardığı hayvanlardan biriydi. Smokin cinsi en fazla iki yaşında bir erketi. Sırtında X şeklinde bir kesik varıdı ve o kesik üstünde tüy çıkmıyordu. Gebo İdın'ı sevmiş gibiydi. Kendini sevdiriyor mutlu bir şekilde mırıldanıyordu.

 

"Bir öneride bulunabilir miyim?" Dedi, İdın. Merakla onu onayladım. "Hani senin gizli silahın onları sadece senin anlaman ya?" Acaba sonuç nereye varacak. "Evet." "Eğer senin ve onlar arasında farklı bir dil olsa. Ya da sadece komut vermek için kullandığın birkaç kelime farklı bir dil olsa, bir gizli silah daha edinmez misin? Saldırı zamanı sadece hayvanların ne dediğini değil senin de ne dediğini anlamaz düşman ve hazırlıksız yakalanır."

 

Asya, mantıklı gibi.

O değil de gerçekten mantıklı. Ben bunu neden daha önce düşünemedim?

Zekan yetmez Asya.

 

"Sanırım bunu yapabilirm. Bu arada çok mantıklı ben sevdim bu fikri."

 

İdın'nın gözleri aydınlandı. Her insan gibi o da onaylanmayı seviyordu tabii ki.

 

"Fazla masraflı oldum ama bir şey daha soracam." Bu da bir Asya repliği. İdın beni korkutuyorsun. "Onlara isim verdin mi?" Dedi İdın. Onu başım ile onayladım. "Evet mesela o Gebo. Yara izinden dolayı bu ismi verdim. Şurda bir kara kedi var." Ağaçlar arasında gezinen siyah tüylü kediyi gösterdim. "O Saye. Gölge demek."

 

İdın gösterdiğim kediye baktı. "Genel isim verdin mi demek istemiştim aslında. Tek tek onlara bir isim verdiğini az çok tahmin edebiliyorum." Anlamayan gözlerle baktığımı fark edince ayağa kalktı ve devam etti. "Yani adalet savaşçıları gibi. Genel bir isim." Kaşlarımı çattım. "Hiç düşünmemiştim."

 

Dönüp hepsini süzdüm. Farklı hayvanlar, farklı renkler, farklı hikayeler. İsimleri de farklıydı elbet. Ama amaçları aynıydı. Ve amaçlarına temsil aynı takım isimini almaları gerekirdi.

 

"Şeye ne dersin?" Tekrar İdın'a döndüm. "Gece sürüsü? Gece gözlü avcı ve gece sürüsü..." Duyduğum cümle o kadar içime işlemişti ki. Sanki hep kullanıyordum.

 

O an hissettiğim çocuksu sevinçle onu tekrar ettim. "Gece gözlü avcının gece sürüsü." Yüzümü ona çevirdim ve gülümsedim. "Gece sürüsü." Benim sürüm.

 

İdın da inanç ve masumlukla bana gülümsedi. Benim sürüm. Gece sürüsü. Avcının sürüsü. Avcı bendim. Onlar da benim sürümdü.

 

Sanki Selen'nin izlediği kelebeği yutmuştum. Çünkü içimde dönen bu hissin başka bir tarifi olamazdı.

 

Tüy falan mı yuttun Asya? Kığh yap bakayım!

 

Yok iç ses, yok. Mutluluk yabancıymış bana. O dokundu heralde.

 

Tamam bozma hemen.

 

"Patiler toplanın!" Hayvanlar bana doğru ilerledi, bazıları oldukları yerde durdu ama onlar da diğerlerine takılarak geldi. Sürü psikolojisi. Kuşlar genel olarak ağaç dallarındaydı. Kediler ve köpekler arasında hâlâ mesafe vardı. Onların birbirlerine alışması da zaman alacaktı elbet.

 

Bir kedi yerde bulunan kuşa doğru hareket edince ayağımı yere vurdum. "Hey!" Kedi geri çekildi. Hayvanların iyi yanı bana karşı gelmiyorlardı. Gelseler bile diğerlerine uyarak sürü piskolojisiyle uyum sağlıyorlardı. Asilik yapan bir Robin daha çıkmamıştı. Bu bir yandan tatmin etse de boyun eğmeleri biraz canımı sıkıyordu. Benim amacım bana boyun eğmeleri değildi. Tersine asi olmalarını istiyordum. Bana karşı değil, düzene karşı. Masum ve sessiz olanlar yeteri kadar susturulmuştu. Sıra bizdeydi. Bizim ses yapma vaktimiz gelmişti. Geçmişete en çok susanlar gelecekte çok konuşanlar olurmuş. Şimdi sıra bizim fısıltılarımızın yankılanmasındaydı.

 

Selen ve Öykü de yanımıza geldiler. Geri sürüye döndüm. "Size artık Gece Sürüsü diyecem. Hâlâ bazılarınızın isimleri yok. Ama elbet bir isim alacaksınız. Asıl konuya dönecek olursak. Şu an yanımda bulunan iki kişi," Selen ve İdın'ı gösterdim. "Onlara iyi bakın, çarşamba günü aranızdan seçilecek birkaç kişi göreve gidecek ve onları takip edecek. Bir kız daha var onu sonra görürsünüz."

 

"Leydim, diğer kız?"

 

Konuşan kişi bir köpekti. (İnan bana bu benim hayatım için normal.) "O Öykü. Şu an onunla pek işiniz yok. Ama o da diğerleri gibi ve diğer savaşçılarla da tanışacaksınız. Hele bir düzen yerli yerine otursun."

 

Öykü hemen hareketlenip bana döndü. "Beni mi sordu?" Onu başım ile onayladım. Köpek birkaç adım atarak Öykü'ye yaklaştı. Öykü onun tüylerini karıştırırken hâlinden memnundu. "Hayvanların da duygularını hissedebilir misin?" Öykü bana döndü. "Evet, yani kısmen. Ama ne dediklerini anlamamı pek sağlamıyor."

Köpek geri yerine döndü. Bir süre bahçede vakit geçirdik. Sürü savaşçıları tanıdı, savaşçılar sürüyü. Kimlerin görev için uygun olduğunu düşündük. Birkaç pati ve kanatlı seçtik. Bi ara Cesika geldi. Kedilerden korktuğu için geri gitti.

 

Anlamıyorum kedi ya kedi! Fare değilsen neden kediden korkarsın ki?

 

En sonunda Selen yemek saati geldiğini söyledi ve biz de yemekhaneye indik.

 

Pek kalabalık değildi. İçeride bazı savaşçılar hariç tanımadığım birkaç kişi daha vardı. Kimseyi takmadan kendime biraz yemek aldım ve masalara göz gezdirdim. Tam boş bir masaya geçecektim ki Hyun Su bana el salladı. Kenarda duran dörtlü bir masaya oturmuştu o ve Alex. Yanlarına gidip Alex'in yanına oturdum. "Afiyet olsun." "Sana da. Nasıl gitti?" Omuz silktim. "İyi, normal. Siz ne yaptınız?" Bu sefer konuşmaya dahil olması için soruyu doğruca Alex'e sordum. "Ne yapalım, normal şeyler." Neden bilmiyorum yorgun görünüyordu. Antreman falan mı yapmıştı acaba?

 

Bir süre ufak tefek konuları, yarın okula gitmeyi vesaire konuştuk. Hyun Su Alex'e dönü. "Sen yorgunsun. Bugünkü devriyeni ben alıyorum." Alex başını salladı. "Hayır, ben alırım." Hyun Su masada ona doğru eğildi. "Saçmalama benim devriyemi aldın ve ondan önceki gün de zaten bana yardım ettiğin için uyumadın. Böyle giderse yorgun düşersin." Araya girdim. "Şu an da yorgun görünüyorsun." Benim burda olduğumu yeni hatırlamış gibi ikisinin de bakışı bana döndü.

 

Sanırım işim olmayan bir şeye karışmıştım. "Afedersiniz." Dedim utanarak ve tabağıma dönüm. "Yok. Haklısın. Alex bazen insan olduğunu unutuyor. Bakma öyle yalan mı?" Alex göz devdirdi. "Ay tamam ne yapıyorsan yap. Günah benden gitti." Hyun Su zafer kazanmış bir edayla gülümsedi. "Sıkıntı yok. Dinlen biraz. Bak dinlen! Baykuş gibi sabahlama!" Alex bir şeyler homurdandı ama anlamadım. Sanırım Hyun Su da anlamamıştı. Yemekhaneye göz gezdirirken sarışın bir adam dikkatimi çekti. İyi görünümlü belki yirmi beş yaşında biriydi. Ama dikkatimi çekmesinin sebebi Félix ve İdın'nın masasını izlemesiysi.

 

Bu elbet normal bir şeydi. Adam sanki hissetmiş gibi bana döndü. İlk afalladı sonra başı ile selam verdi. Daha fazla takmadım ve adamı görmezden gelerek İdın ve Félix'e baktım. Temas halinde değildiler. İdın bir şeyler anlatıyor Félix de dinliyordu.

 

Adama daha fazla takılmadım ve Hyun Su ile Alex'in konuşmasına döndüm.

 

Havadan Sudan konuşup yemeğimizi bitince odalarımıza çekildik. Diğerleri ne yapacaktı, ya da Alex dinlenecek miydi bilmiyorum ama benim ne yapacağımı biliyordum.

 

Çantamdan defterimi aldım ve sayfayı açtım. Ruhsuz'un eksik kalan kısmını çizme zamanıydı. Ve yara izi ile çizecektim. Çünkü ben Alex'in izini hissetmiştim.

 

 

Bölüm : 24.12.2024 18:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...