29. Bölüm

1. Bölüm( İsyanda Bir Adalettir)

Sümeyye İrem Akgeyik
sumeyyeirem.a

Alexander di Angelo:

 

Kader bir örümcek misali bizi, bir sinekmişizcesine, avlamak için -örümcek ağından farksız- örerdi geleceği. Tutunurduk o ağa. Yok olmayı bekleyen bir sinek edasıyla -çaresizce- tüm umutlarımız ve yaşantımızı kendi içimizde yerdik. Örümceğin bizi yemesini bekleyerek.

 

Bu örümcek ki sürprizlerle doluydu. Bazı avları kaçardı. Oysa aciz sinek bilmezdi ki örümceğin onu bıraktığını. Dedim ya sürprizlerle dolu.

 

Kimimiz ise av olmaktan sıkılmış olacak ki aynı ağda olduklarını unuttuğu kader ortaklarını ağlardı. Sonları ölüm olan bu sinekler kaçış yolu aramaktansa birbirine düşman olurdu yahut zayıf olana cellat olurdu.

 

Bazılarımız ise sinek olmaktan sıkılırdı. Bu cellatların karşısına gerçdi. Zayıfı korumaya çalışırdı. Nede olsa onlarda aynı şekilde yaratılmış, aynı şekilde doğmuştu.

 

Adalet denirdi en doğrusuna. Bozanlara karşı bir Adalet savaşı verildi. Kim kazanır veya Adalet asıl nedir bilinmez. Belki aslında yoktur. Bu zayıf olanların uydurduğu bir kavramdır. Şayet Adalet bu denli kutsal, bu denli tesirliyken nasıl kurmaca olurdu ki?

 

Fakat kimi sineğin hâzin sonu oldu kendini örümcek yerine katmak, onun avı olduğunu unutarak.

 

Adalet kutsaldı.

 

Adalet uğruna her şeyden vaz geçilirdi.

 

Lakin sen meleğim, sen. Senin için ben adaletten bile vaz geçerdim.

 

Melek kanatlarima tezat en büyük günahkar olmayı göze alarak.

 

İkinci odada ben ve Asya tektik. Aldığım kararın ne kadar riskli olduğunu düşünerek izliyordum baygın yatan Asya'yı. Biraz sonra uyanırdı. Yani umarım. Neredeyse yarım saat olmuştu. İdın'nın zehri acımasızdır. Parmakları kime dokundu diye bakmadan zehirlerdi.

 

Aldığım riskli karar onu benden alabilirdi. Veya onu yanımda tutup benden tamamen uzaklaştıradabilirdi.

 

-Çekiç sesleri. Atölyem. Son deney. *

(Yz: Alex'in anıları)

 

Zaman bunu gösterecektir. Geleceğe güvenmekten başka çağrem yoktu.

 

Gelecek bir ateş gibiydi ve ateş yakmak için adam ayırmazdı ki.

 

Yatakta uzanmış narin bedeni yavaş yavaş nefes alıp veriyordu. Onu izlerken içim sızlıyordu. Uzanıp dokunmak istiyordum ama çok korkuyordum. Ya dokunuşumdan rahatsız olursa?

 

O uyuyordu ya uyandırırsam?

 

Geçen yılın başlarından beri izliyordum onu. Takip denemez. Sosyal hayatına fazla girmiyordum. Bu onun için rahatsız edici olsa gerekirdi.

 

Ama mesafeli ve sınırlı takiplerim bile onu ögrenmeme yetmişti.

 

Bir gece nöbetteyken birini takip eden iki kişi görmüştüm. Yardım gerekirse diye bende kapsonumu kafama geçirerek peşlerinden gittim. Takip ettikleri kişiyi ilk erkek sandım uzun boyundan dolayı. Kapşonlu olduğu için az sonra göreceğim uzun saçlarını görmemiştim. Emin adımlar atıyor, tehlikede olduğu halde cesurca, dik duruyordu.

 

-Gölgenin planları. Hızı nasıl arttırım?

 

Duruşu dikkatimi çekti. Saçma bir cümle oldu farkındayım ama diye bileceğim tek şey bu. Hayattaki bu duruşu dikkatimi çekti. Sonra bir sokak lambasının altında durdu kapüşonunun açtı. Uzun ,sokak lambasının altında az çok seçilen, dalgalı saçları göründü. Hâlâ yüzünü net göremiyordum.

 

Tüm sokak kahkahası ile doldu. Neden bilmem bir an içim titredi. O kadar tanıdık ama bir o kadar uzak bir sesti. "Aptallar!" Dedi gür ama bir melodi gibi çıkan sesiyle. "Gerçekten kime bulaştığınızı bilmiyorsunuz."

 

O an bende onlarla birlikte affalladım. Tehlikede olan oydu ama hala kesin ve emindi.

 

Kişilerden biri ona doğru hamle yapınca ileri atıldı karnına sert bir tekme yedi ve geri düşerek kafasını asfalt zemine çarptı. İkinci kişi küfür ederek daha temkinli ilerledi kızı kolundan yakaladı. Fakat kız bacağına çelme takarak onu yere serdi ve erkekliğini bastı. Tüm sokak bu sefer onun çığlığı ile doldu.

 

"Lan biz kızlar sizin yüzünüzden rahat rahat gece evimize de mi gidemeyeceğiz?"

 

Kafasını kaldırdı benim olduğum tarafa döndü. "Hey ne o korktun mu? Gelsene!" Bana diyordu! Beni fark etmişti. O an neden bilmem arkamı dönüp koşmaya başladım. Tekrar arkamdan bağırdı. "Korkak!"

 

Şu an meleğim, asıl şu an göreceksin yaptığım korkaklığı.

 

Bir daha o kızı göremedim. Evimize gidemeyecekmiyiz dedi diye evinin o çevrede olduğunu tahmini ettim. O ay boyunca o mahallede ki tüm devriyeleri ben aldım, gündüzleri yolum düşünce oyalanıyor geziyordum. Sırf onu bir daha görmek için. Ama göremedim.

 

Umutlarım yok olurken bir gün Kader ağlarını benim yararıma ördü.

 

Takip ettiğim bir herif vardı o zamanlar. Torbacıydı. Atlas hastaydı ve tamamen öylesine o gün o şerefsizi takip etme görevini üstlendim. Durakta otobüs bekliyordu. Bende beklemeye başladım ve aynı otobüse bindik. Otobüsün içinde nereye gideceğimi bilmez bir şekilde otururken Mex'e konum bilgilerini gönderdim.

 

-Lui yemin etti. Hayır başarısız olucak.

 

Tam dalmışken tanıdık bir kahkaha duydum. Senin sesindi meleğim. Adım kadar emindim. Şayet yeteneğim olmasa bile o sesi asla unutamazdım.

 

-O mu, ben mi?

 

Hızlıca kafamı çevirip o tarafa dönüm. Uzun bir kız gülüşünü bastırmaya çalışıyordu. Sana yemin ederim duruşundan tanıdım seni. Gülüşünden tanıdım seni. "Ada, kes sesini." dedin! O melodi gibi olan sesin daha yumuşak bir şekilde karşındaki senden en az yirmi santim daha kısa, adının Ada olduğunu öğrendiğim kıza söylendin. O an nefesim kesildi. Sendin! Sen! Sesinden tanıdım seni.

 

Bulmuştum seni. Günlerce seni aradıktan sonra kendin gelmiştin bana. Ada mahcup bir şekilde sizi takmayan yolculara döndü. Kimsenin umurunda olmadığınızı fark edince rahat bir şekilde kıkırdadı. Sen bana ters duruyordun ama Ada tam karşımda duruyordu. Gözleri beni buldu. Sevecen sıcak kanlı bir şekilde gülümsedi. Ada ilk kez o zamna gördü beni ama sanki yıllardır tanıdığı dostuymuşum gibi gülümsedi. Aylar sonra ben onu tanıyorken ve o beni tamamen unutmuşken senin evinde bu sefer ben ona gülümsedim.

 

Gözlerim senin camdaki yansımana gitti. Gözlerinin renginin göremedim ama keskin hatlı olduğunu az çok belli oluyordu. Belirgin yüz hatların vardı. Güzelliğin karşısında nutkum tutuldu. Ama her şeyden önce meleğim. O cansız camın yansımasında bile gülümsemenden hayat akıyordu.

 

"Hayır ama benim bir suçum yoktu! Asya sus artık. Ben demedim ona." dedi Ada, Tekrar güldün.

 

Asya... Adın buydu. Önüme döndüm. Zihnimde aynı anda bir çok şey geçiyordu. Görevi tamamen unuttum. Seni düşünmemeye çalıştım ama parmaklarım kendiliğinden telefonumu açarak Asya isminin anlamını arattı.

 

-Mex tüm mesajları istiyorum. Telefonunu ele geçir.

 

Asya Arapçada Şifa veren demekti. Senin gülüşün bile bana şifa vermeye yetmişti.

 

Ayrıca isyan eden, isyankâr demekti. Bakma şu an isyankâr tavırlarına sitem eder gibi davrandığıma ben o an bile zaten adından öğrenmiştim ruhundaki isyanı.

 

Kimi kaynakta büyük ve güçlü kıta yazıyordu. Duruşundan belliydi ya gücün.

 

Kimi kaynak güneşin doğduğu yer diyordu. O an gözlerimdeki güneş yıllar sonra gerçekten ilk defa doğuyordu.

 

İsmin tamamen sendi. Ben ismini duyunca kısmen tanıdım seni. Tamamen tanıyınca yaptığım çıkarımları tek tek doğruladın.

 

Sonra bir durağa geldiniz ve indiniz. Ne yapabileceğimi bilmeden bir durak sonra apar topar bende indim peşinizden, bütün görevi hiçe sayarak. Sen daha önemliydim o sıra benim için. Ama hızlı hareket edip indiğim durağa fazla uzak olmayan durağınıza geldiğimde yoktunuz. Biraz dolandım oralarda ama nafile.

 

Fakat sabrettim nede olsa kader seni bir kere karşıma çıkartmıştı. Neden bir daha çıkartmasın ki?

 

O gece bulduğun tüm Mersin konumlu sosyal medya hesaplarına baktım. Tahmin edeceğin gibi bulamadım.

 

Sonar yine tesadüfen yolda yürürken şehir tiyatrolarının gösterim afişinde gördüm seni. Bir tiyatro oyuncusuydun!

 

O hafta sonu oynanan oyuna geldim. Eski bir Osmanlı kadınını oynuyordun. Hayran kaldım oyunculuğuna. Her bir cümleyi o kadar yaşatmıştın ki bana... O kadar büyüleyiciydin ki sahnede. Ben nutkum tutulmuş bir şekilde hayranlığıma anlam veremiyordum. Senden uzaklaşmam gerekiyordu ama ben yörüngenden çıkamayan aciz bir kaya parçasıydım o sıra.

 

Tiyatro topluluğunun Instagram hesabına girdim. Senin hesabını bu sayede buldum Ama takip isteği göndermedim. Çok özür dilerim ama hileye başvurdum. Senin paylaştığın her şeyi girebiliyordum ama sen beni göremiyordun.

 

 

Fakat sana yemin ederim. Elimde fırsat dahi olsa asla özeline girmedim. Hesabını hiç farkettirmeden ele geçirebilirdim. İstesem nerde yaşadığını bulabilirdim. Ama bunların hiçbirini yapmadım. Çünkü bundan hoşlanmayacağını biliyordum.

 

Sevmiştim kederin bizi yavaş yavaş örmesini. Ben senden uzaklaşmak istesem bile bir şekilde yolum sana çıkıyordu. Koskoca dünya söz konusu sen olunca küçük geliyordu.

 

-Alex o hiçbir yerde yok. En son depoya girdiği görünüyor. Kafamın içinde tek düşünce. Kurşun sesi.

 

 

Benim dünyam olmanı isterdim. Senin güneşin olmak istedim.

 

O kadar içten istedim ki bunu... Fakat bir sorun vardı. Benim kirli bir hayatım vardı, elime kan adıma katliam bulaşmıştı. Seni bu dünyaya almazdım. Bunu sana yapamazdım.

 

Famat gerçekten de kaderlerimiz bir yazılmış olacak ki bir gün tesadüfen hayvanlara emir verdiğine şahit oldum.

 

Evet, farkındayım meleğim. Bu kadar tesadüf saçma ve anlamsız. Fakat ben kadere seninle inandım.

 

Dünyam olmanı istemiştim ya... Dünya da neymiş. Sen benim için bütün bir evren oldun.

 

 

Geçen yılbaşı arifesinde bir post atmıştın. Bir alıntı paylaşmıştın ve alıntı şöyleydi:

 

 

Ruh eşlerine tek bir dilek hakkı sunulur. Birinin dileği gerçek olur ama ikisinin yararına olur. Sen ne diledin bilmiyorum ama umarım iyi bir şeydir. çünkü ben bu sene de mutluluk dilemiştim.

 

O an yazdığın şey beni çok etkiledi. Her yıl güç dilerdim. Gerçek olurdu. Ama senin dileğine engel oluyormuş. Senin mutluluğun benim dilediğim güce kurban gidiyormuş.

 

O gece bende feke bir hesaptan bir post attım:

 

Her yıl güç isteyen ben bu sene seni diledim meleğim.

 

Ve bu yıl meleğim. Dileğim gerçek oldu! Seni diledim ve tanrılar bu dileğimi kabul etti.

 

 

Ada'yı çok kıskanırdım. Her zaman yanındaydı. Diğer insanlara ve kirli ruhlarına karşı onu korurdun. O şifa veren gülüşünü en çok o gördü.

 

Bende senin için Ada gibi olabilirdim. Belki daha da ötesi.

 

Artık senin evinin çevresinde devriye alıyor resmen iki günde bir devriye çıkıyordum. Savaşçılar bu duruma anlam veremiyor, sadece yeni bir savaşçı bulduğumu söylüyordum. İşin aslını sadece Mex ve Hyun Su biliyordu. Ayrıca büyük ihtimalle Öykü. Bu kadar yoğun hissettiğim duyguları hissetmemesine imkân yoktu.

 

Bir gece yine evinin etrafında devriye gezerek seni gördüm. Biri ile konuşuyordun. Sonra telefonun kapatın ve karanlıkta yürümeye başladın.

 

Ama sana doğru gelen hızlı bir araba vardı. Yardım etmem gerekiyordu. Saatim sorun çıkartıyordu o sıralar. En ufak sorun beni sonsuzadek bitirebilirdi. Üstümdeki tehlikeyi hiçe sayarak kapüşonumu kafama geçirdim. (Seni ilk gördüğüm gece üstümde olan kapşonlu) sonra saatimi kullanarak yanına ışınlandım.

 

 

-Sakın ola hata yapma! Geri dönüşümüz olmaz.

 

Karşımdaydın, nefesin yüzüme değiyordu ve ben senin nefesinle yanıp tutuşuyordum. Buz gibi tenin, toprak kokun bana yaşadığımı hissettiriyordu. O gece seni bıraktım ve hayatım boyunca bir daha seni bırakmayacağıma yemin ettim.

 

Gece evinin bahçesinde otururken seni izledim bir süre. İçimdeki Melek yüzlü şeytan gerekirse zorla kalbine sahip olacağını saydıklarken arkamı döndüm ve gittim. Sana zarar veremezdim. Seni Beyaz Meslekten uzak tutmalıydım. Seni içindeki iblisten uzak tutmalıydım. Duyduğum aşk bana kalmalıydı. Tamamen silinmeliydim hayatından. Yoksa o sana zarar verecekti.

 

Evet meleğim. Aşk... O kadar güçlü, o kadar sefil bir aşktı ki; ne deli gibi, ne aklı başında... O kadar saf ve o kadar zararlı bir aşktı ki; ne sırılsıklam ne yakarcasına...

 

Sen beni tanımadan önce ben kabullendim sana aşık olduğumu.

 

Ama uzak duramam gerekiyordu senden şayet ben seni kendimden koruyacak kadar çok seviyordum. Biliyordum, benim yanımda olman sana sadece acı verirdi. O iblis senin her zerrene sahip olmak için iğrenç şeyler yapardı.

 

Son bir kez tiyatro oyununu izlemeye geldim. Vedaydı aslında sana.

 

Seyirciler arasında önlere bir yere geçtim. Yüzünü iyice görmek istedim.

 

Bir Tanrıçayı oynuyordun. Artemis. En çok ölümsüzleri oynamak yakışıyordu sana.

 

Artemis, Antigone Ve Ölüm perisi.

 

En sevdiğim rollerindiler.

 

 

 

Dördüncü perdeyi kırarak seyircilere döndün. Repliklerini sıralarken gözün beni buldu. O kadar insan arasında beni gördün ve tanıdın! Saniyelik değişen bakışlarından anladım beni tanıdığını.

 

Sözlerini gözlerimin içine bakarak söyledin.

 

"Sen gücün şevki ile yanıp tutuşurken ben elindeki her şeyi senden alıcam. Benim Adaletim senin gücünden üstün."

 

Kaderi cilvesi bir çift laf. Fakat rol icabı da desen ben inandım sözlerine.

 

Vaz geçtim dönüp gitmekten. O an anladım. Beyaz meleği yenecek bir insan varsa o da sendin. Beni yeneceğin güne kadar yanında durucak sonra ikinci kez yenilecektim sana.

 

Evet, beni yenmek meleğim. Hâlâ anlamadın mı Asya? Bu hikâyenin kötü karakteri Kar tanesi değil.

 

 

Ben düşüncelerim içinde dolanırken hareket ettin! Yavaşça doğruldun. başın dönmüş olacak ki elin alnına gitti.

 

Üzgünüm meleğim bunu yapmam lazım. Senin için. savaşçılar için. Güç ve Adalet birbirine girerken ben, beni yenebilecek tek insanı bu gün yetiştiriyordum. Çünkü haklıydın Adalet ve güç farklı şeyler. Savaşçılar koşulsuz şartsız dediğim her şeyi yapıyor. Ama adil olan bu olduğu için değil ben dedim diye. Bunu değiştirebilirim. Sana dikilen gözleri üstünden çekebilirim. Yaralarını sarmanın yolu elimde. Sana güvenmelerini ve kendini ispatlamanı sağlayabilirim. İçimde bir canavar var, eğer sen onu yenmezsen o hepimizin sonu olucak.

 

Adalet için meleğim. Adalet için.

 

Asya Ersöz:

  

Başım çatlıyordum. Gözlerim hâlâ buğlu gibiydi. Hiç bir şey hatırlamıyordum. Yavaşça doğruluken ensemde istediğim ağrı ile yaşananları hatırladım. "Demek uyandın." dedi soğuk bir ses.

 

Alex'in sesi. Kafamı ona çevirdim. "Ne oluyor?". Omuz silkti. "Yargılanmak için seni toplantı salonuna götürüyorum."

 

Bir süre gözlerinin içini inceledim. O bulutlar gözlerine ne yapmıştı bilmiyorum ama güneş görünmüyordu.

 

"Neden?" Dedim. Anlamayarak yüzüme baktı. "Ne neden?" Gözlerinin içine baktım güneşi arayarak. "Benim masum olduğumu biliyorsun. Eğer gerçekten inansaydın hain olduğuma beni hemen orada öldürdün. Senin kitabında ihanetin cezası ölümdür. Bu kadar bile yaşatmazdın beni."

 

Bir süre sesiz kaldı. Diyecek bir şey düşündü. Dediğim şey ona da mantıklı gelmişti. "Bir zamanlar bir savaşçıydin hem kimse yargısız infaz görmeyi hakketmez."

 

Alayla kahkaha attım. "Alex seni biraz olsun tanidiysam eğer şu an başka bir şeyin peşindesin. Beni sorgulayacaksin ama dediklerine inanmayacaksin çünkü başka planların var."

 

Küçümseyerek yüzüme baktı. "Beni çok iyi tanıdığını falan mı sanıyorsun?" Kafamı salladım. "Ben emin olmadığım şey üstüne konuşmam. Seni çok iyi tanıyorum. Hem sen de beni tanıyorsun. İstesem burda nefesini kesebileceğimi biliyorsun. Sen aptal değilsin tehlikede olduğunu düşünsen tek durmazdın karşımda en azından yanında bir silah olurdu yada beni bağlardın."

 

Ayağa kalktım. O da kalktı ve karşımda durdu. "Seninde kara gözlüsün ama aptal değilsin. Eğer bana zarar gelirse burdan canlı çıkmayacağını bilirsin."

 

Tekrar alayla kahkaha attım. "Biraz önce nefret tattım ben her iki anlamda. Ben o an zaten ölmeyi diledim o acı karşısında. Hem ne sanıyorsun? Gecetken ölümün benim için korkutucu olduğunu mu düşünüyorsun?" Sinsi bir şekilde sırıttı. "Haklısın seni öldürsem veya zarar versem elime bir şey geçmez ama Ada'nın elimde olduğunu unutuyorsun. Asıl sen ne sanıyorsun? Ada peşinden gelir falan mı? Ada Hyun Su için sana zarar versem bile yanımda durmaya devam eder. Hatta Hyun Su seni elleri ile boğsa bile hâlâ onun yanında kalır."

 

Hayır Ada yapmazdı...

 

Güldürme beni Asya. Geçmişi unutuyorsun. Kendine fazla anlam yükleme, unuttun mu onun için değerin en sevdiği tişörtü kadar. Kendisi demedi mi bunu?

 

Sus iç ses. Anılar geçmişe aittir.

 

Şimdin geçmişin eseridir.

 

Hâlâ dik duruşumu korumaya çalışarak maskelerimi takınarak yüzüne bakmaya devam ettim. Fakat bu sefer diyecek bir şeyim olmadığı için sustum. "Ayrıca nerden biliyorsun yanımda silah olmadığını?" Sırıttım. "Doğruları konuşalım olsa bile bana karşı kullanamazsın." dedim. Bu sefer o alayla kahkaha attı. "Kendine fazla değer yüklüyorsun. En ufak hareketinde kullanmaktan çekinmem. Kaldı ki benim en güçlü silahım İdın. Ve İdın'ı tüm savaşçılar arasında sadece sana karşı kullandım."

 

Silah falan yoktu yanında. Ama İdın kısmı doğruydu.

 

Bu sefer maske takma gereği duymadan konuştum. "Kendini benim açımdan fazla değersileştiriyorsu."

 

Bu benim için değerlisin demenin başka yolu mu Asya?

 

Sanırım evet.

 

Bir şey demedi. "Tüm gün seni bekleyemeyiz".

 

"Bekle... Tek bir şey sorucam. Tek bir şey. Cevap veririsin herhalde." Sorgulayan gözlerle yüzüme baktı. "Sor, çok zamanım yok."

 

"Karargâhı kurduktan sonra, gücü eline aldıktan sonra... Cehenneme geri döndün mü?"

 

Kaşlarını çattı. Büyük ihtimalle nerden bildiğimi düşündü. Bana bir cevap vermedi ama ben geri döndüğünü anladım.

 

"Bunu intikam için yaptın."

 

"Che sarà, sarà"

 

"Olması gerektiği veya olucak olduğu için değil. İstediğin için yaptın. Bu Adalet değil İntikam. Gücü eline aldıktan sonra geri döndün ve onlara zarar verdin. Onları öldürdün! Yara izleri iyileştikten sonra alınan intikam adalet değildir."

 

"Yazar izleri tazeyken güce sahip değildim."

 

"Tek derdin bu değil mi Beyaz Melek, güç? Sen sadece güce açsın. Daha fazlasını istiyorsun. Güç şarabı seni sarhoş etmiş ve bir sarhoş gibi açlık duyuyorsun. Amok koşucusunu unutma Alexander. Yok etme arzusundan yok olma arzusuna savruluyorsun, sarhoş bir amok kosucusu gibi dümdüz bir yolda koşuyorsun. Önünde olan her şeyi beyaz kanatların sandığın silahların ile yıkıp, yakıyorsun. Yolun sonu herkes için ölümdür."

 

(Yz: Stefan Zweig Amok kosucusu kitabına gönderme.)

 

"Sorularına cevap aldıysan gidelim."

 

Karşı çıkmıyordu bile. Düşüncem umurunda mı değil yoksa bu durumu kabullenmiş miydi? Hangisi daha kötü?

 

 

Ayağa kalktı. Bende kalktım başım felâket dönüyordu. Gözüm raflara gitti. İlaç içmem lazım!

 

"Üstümü değiştirsem?" dedim Alex'e. Gözlerini kıstı. "Sana neden güveniyim?" dedi. Omuz silktim. "Ada elinde. Hem yanındaki silahla beni vurmak için tereddüt etmezsin." dedim imali bir sesle.

 

Bir şey demeden odadan çıktı. Hızlıca kitaplığa gittim. İlaçları aradım. Buraya kattığıma eminim. Neden yok?

 

Geri çekilip düşündüm. Bu gün sabah nereye katmıştım? Bugün sabah inçelemiştim ki? Yerdeki boncuğu almıştım. Elim cebime gitti. Ufak boncuk hala cebimdeydi.

 

Biri odama gidip ilaçları almıştı! Kim yapardı ki bunu?

 

Bu boncuğun sahibi...

 

Yutkundum. İlk defa panik yayıldı içime. Tamam eczaneden alabilirim. Sorun yok.

 

Dolaba ilerleyip boğazlı bir kazak aldım ve üstüme geçirdim. Krem rengi kazağın üstüne siyah bir kapşonlu geçirdim. Boncuğu da kapşonlunun cebine kattım. Sabah yaptığım topuz şu an çok kötü duruyordu bende saçlarımı açtım.

 

Derin bir nefes alarak çıktım. Gözüm çıkarken veda eder gibi ikinci odayı gezdi. Ve o an farkettim; Gece sürüsü yok!

 

Hızlıca Alex'e hesap sormak için çıktığımda koridorda kedi sesi duydum.

 

Bir görevli 07 yi yakalamaya çalışıyordu. Siyah kedi kürkünü kabarmış tehtitkar bir şekilde tıslıyordu.

 

Öne çıkıcakken Alex beni kolumdan kavrayarak çekti. Acı ve fazla adrenalin ile ona döndüm ve çenesine bir yumruk geçirdim. Acı ile sarsıldı ve kolumu bıraktı. İleri atılarak görevli ile 07 arasına girmiştim ki bana bir silah doğrultu.

 

Kahkaha attım. "Ne yapacaksın beni mi vuracaksın? Hadisene!" Geri adım attı. "Uzaklaş." dedi tereddütle gözü arada Alex'e kayıyordu ama Alex şu an ona cevap verecek durumda değildi. Üstüne yürümeye devam ettim. "Sıkarım!" dedi tereddütle. Sıkamazdı.

 

Birden 07 silahın üstüne atladı ve silah yere düştü. Bende hızlıca atılarak onun karnına bir tekme attım. Görevli yere serilirken yerdeki silahı aldım. Şarjörü yokladım. Arkamı döndüğümde Alex toparlanmıştı. Ona doğru ilerledim. Silahı ona doğrulttum. "Eğer gece sürüşünden birine dahi bir şey olursa di Angelo bu karargahı başına yıkarım."

 

Alayla sırıttı. "Doğrultuğun silahı sıkacaksın Ersöz." Tetiği çektim. "Sıkmam mı sanıyorsun?" Kafasını salladı. Sinsi bir ifadeyle sırıttım. "Haklısın ben sen değilim. Böyle bir şeyi yapmam." Silahı kendime doğrulttum. Yüzünde mimik oynamadı sadece kaşı hafifçe titredi. Bunu beklemiyordu.

 

"Yapmazsın." Yapardım biliyordu. "Deneyelim o zaman." Hâlâ gözlerime bakıyordu.

 

"Yapmazsın!" dedi ama daha çok emir gibiydi. "Daha önce yapmadığım şey değil." Eminim bunu biliyordu, yada anlamıştı. Silahla değil ama daha önce kendimi öldürmeyi sevmediğimi mutlaka biliyordum.

 

Derin bir nefes aldım.

 

 

"Beş."

İfade yok.

"Dört."

İfade yok.

"Üç."

Yutkundu.

"İki."

Gözü silaha kaydı. Çenesini sıkıyor.

"Bir!"

Silaha doğur atıldı ama çok geç kuru silah sesi.

 

Elli elimin üstündeydi. Gözlerinde korku vardı. Ve elleri titriyordu. Kızaran yanaklarından ve hafif nemlenen alnından kalp atışlarının hızlandığını anladım.

 

Öbür elimi kaldırdım. Gözleri oraya döndü. "Haklıydın. Gözüm karadır ama aptal değilim." Sıktığım yumruğumu açtım ve yere düşen dört merminin sesi sessizliği bozdu.

 

Yüzüne yaklaştım, geri çekilmedi. "Az önce elime nasıl bir açık verdin bı bilsen." dedim gözlerimi kısarak.

 

Alex benden uzaklaştı gözü yerdeki merminlere gitti arkadan Hyun Su'nun sesi geldi "Alex?"

 

Gözlüğü önce ikimiz arasına sonra elimdeki silaha sonra yerdeki mermilere gitti ona doğru ilerledim elimdeki silahı avucunu bıraktım. "Ok veya tercihimdir, teşekkür ederim." Anlamayarak yüzüme baktı toplantı odasına ilerledim o ve Alex toplantı odasına arkamdan girdiler.

 

07 etrafta yoktu. Bir süre gölge olarak gezmesi gerekicek.

 

Tüm gözler bize döndü masanın başı ve iki tarafı boştu sağ tarafa geçip oturdum Hyun Su karşıma Alex de soluma geçti. Huyu Su'nun yanında Ada vardı benim yanımda da İdın. Sanki bilerek İdın'ı yanıma katmışlardı Bir tehlike anında hemen müdahale etsin ve nefesimi kessin diye.

 

Sessizliği Alex bozdu "Bugün burada ikinci savaşçı Asya Ersöz'ü yargılamak için toplandık. Karar dahilinde bu eski savaşçı ya gözlem şartı ile serbest bırakılıp kalıcı sürgün edilecek yada infaz edilecek."

 

Ada korku ile Alex'e döndü. Yardım bekleyen bir tavrı vardı ona yardım etmek isterdim. Ama ruhum bugün bencil olmayı seçti biri bana yardım etsin istedim fakat kimseden ses gelmedi.

 

Elim şakaklarıma gitti. "Gerçekten benimle dalga geçiyor olmalısınız, size açıklama yaptım elinde silah vardı Fèlix'i öldürecekti. Ben ıskalamam hedef Félix olsaydı şu an bu masada oturmazdı." İdın ölümcül bir ifadeyle bana döndü.

 

"Onu takip mi ediyordun?" dedi Arthur. Kafamı salladım. "Hayır bir takip söz konusu değildi. Zaten son zamanlarda sağlık taraması ve sorgu günü aldığım yara yüzünden bol bol Fèlix'i görüyordum. Eh hâliyle o piçi de. Onu uyardım. Seni Fèlix'in veya başka bir savaşçının etrafında görmiycem dedim gerçekten birkaç gün ortadan kayboldu ama bu gün gördüm. Atış tahtasının yanındaki aynada yansımasını gördüm. Deponun içinde silah doğrultuyordu." Arthur araya girdi. "Onun orada olduğunu nereden biliyordun?" "Bilmiyordum sadece orada bir yandan ışık gördüğümü sandım dikkatimi çekti gerçekten de görmüşüm. Şey aptalca ama önsezi."

 

"Bana pek inandırıcı gelmedi." dedi omuz silktim. "Senin sorunun." "Peki bu yetkiyi nasıl kendine buldun?" dedi Umut. Hayretle ona döndüm. "O an bunu yapmam gerekti şu an beni Félix'e zarar vermek istememle suçluyorsunuz asıl bunu yapmasaydın Félix'e zarar gelecekti". İdın Alex'e döndü. Doğru söylediğimi biliyordu. Gözüm savaşçıları arasında dolandı Öykü oldukça tedirgin görünüyordu. Büyük ihtimal doğru söylediğimi hissediyordu Selen'in de ondan aşağı kalır yanı yoktu. Mex ve Maria direkt burda yoktu.

 

Bir saniye bir saniye! Maria burda yok...

 

O sabah çantasını alıp gittiği zaman geldi aklıma. "Bir süre savaşçılar bana ihtiyaç duyucak."

 

Taşlar şimdi yerine oturmaya başladı...

 

Gözüm Hyun Su'ya döndü. Gizlemekle uğraşmadığı bir rahatlık ve umursamazlık içindeydi.

 

Bu da bana iki seçenek verdi ya Hyun Su için ölümüm gerçekten pek ilgi çekici değildi ya da Alex'in bir planı vardı ve Hyun Su o plandan haberdardı.

 

Ne olursa olsun ne düşünürsem düşüneyim Alex'in yaptığı bu plan bana saçma geliyordu.

 

İlk aklıma beni savaşçıları kanıtlamaya çalıştığı geldi, aha önceden Félix ve İdın'a yaptığı gibi, ama bu sadece savaşçıların çoğunun benden nefret etmesini sağlıyordu.

 

Kendimi kanıtlamamı beklediğini düşündüm fakat eğer öyle bir şey olsaydı şu anda da zaten çoktan kanıtlamıştım. Beni dinlemek gibi bir amacı yoktu.

 

Sinirli Alex'e döndüm. "Buraya beni yargılamak için getirmedin, amacın ne?" Tek kaşını kaldırarak yüzüme baktı. "Seni buraya yargılamak için getirdim, ne sanıyorsun?" "Hayır" dedim "Başka bir planın var."

 

"Eğer fikrimi sorarsanız." diye konuşmaya başladı Öykü. "Ben Asya'nın haklı olduğunu düşünüyorum. Fèlix'i korumaya çalıştığını hissediyorum ayrıca aşağıda kendi de en az bizim kadar dehşete düşmüştü. Birini öldürmek kolay değildir, ruhundaki boşluğu hissettim." Gülümseyerek ona baktım Lusita sinirle araya girdi. "Neden sürekli onu savunuyorsun?" Öykü şaşkın bir şekilde Lusita'ya baktı. "Çünkü adil olan bu." dedi.

 

Selen atıldı. "O haklı." Lusita aynı sinirli ifade ile dişlerini sıktı. "Hayır o hain!" Öykü kafasını salladı. "Lusi Bu benim yeteneğim ve ben onun doğruyu söylediğini söylüyorum." Arthur araya girdi. "Burada son sözü sen mi söylersin?" Selen Arthura döndü. "Onun alanı bu! Fèlix'in bir ameliyat ile ilgili konuşmasını bekleriz yada Meredit'in büyüler ve ruhlarla ilgili. Çünkü bu onların yeteneği. Öykünün yeteneği de bu. Diyorsa doğrudur."

 

Arthur sesizleşti. Atlas araya girdi "Öykü son zamanlarda çok fazla onun yanında şu an duygusal düşünüyor olmalı." Öykü sinirli Atlas'a döndü. "Evet, duygusal düşünüyorum çünkü duygularını hissedebiliyorum neden duygularınızın olduğunu unutuyorsunuz? Tabii duygusal düşünücez."

 

"Birbirinizle atışmak yerine Asya'ya adamakıllı soru sorsanız." dedi soğuk sesiyle Zoe.

 

Gözler ona döndü. "Ne var? Ondan nefret ediyor olabilirim ama ben bir adalet savaşçısıyım, Adil olmam lazım." "Bunu sessiz bir şekilde yapsanız?" dedi yüz kasları gerilmiş Umut "Şayet aramızda sağır yok da."

 

Elim saçlarıma gitti. "Gerçekten şaka yapıyor olmalısınız. Ben manyak mıyım, ben ruh hastası mıyım? Niye durduk yere bir adam öldüreyim ya da niye Fèlix'i öldürmeye çalışayım? Bir savaşçıyı öldürsem her daim beni destekleyen Fèlix'i mi öldürürüm sizce yoksa bana sürekli sorun çıkartan Lusita veya Atlası mı."

 

Atlas araya girdi "Duydunuz işte bizi öldüreceğini söylüyor!" "Aptal! Ben onu mu dedim?" Diye yakındım bağırarak, sesim artık sakin çıkmıyordu. "Kaldı ki eğer zevki bir şekilde öldürseydim o herifi herkesin gözünün önünde yapmazdım bunu. O an ne kadar acil bir durum olduğunu buradan da anlayabilirsiniz niye kendimi riske atayım ki?"

 

"Onun dokunmasına bile gerek yok iki köpek gönderse her şey sessizce hallolur." dedi Hyun Su masaya oturduğumuzdan beri takındığı sessizliğini bozarak. Alex sinir dolu gözlerle ona baktı, yanlış bir şey söylediğini fark ederek parmaklarını ilk defa görüyormuş gibi keşfetmeye başladı.

 

"Bu kadar süre yanınızda durdum hepinizle olmazsa bile çoğunuzla yakından tanışma fırsatım oldu. Az çok nasıl biri olduğumu anlamışsınızdır. Gerçekten böyle bir şey yapacağıma inanmıyorsunuz değil mi? Gözüm önce Melodi'ye gitti kafasına eyerek masaya baktı sonra Meredit'i buldu bakışlarım. Gözlerini bana değdirmedi bile. Hyun Su'yla göz göze geldik mühürlü dudaklarından utanarak o da kafasını eydi. Selen ile göz göze geldik kafasına olumsuzca salladı yapabildiğim tek şey ona buruk bir gülümseme sunmaktı. Sonra Öykü'yü gördüm bu kadar mesafeden bile gözlerinin dolduğunu anlayabiliyordum. Arthur aynı Melodi gibi bana bakmadı bile. Ada susmuş sadece yüzümü inceliyordu. Cesika yüzünde soru işaretleri ile ya beni boğmak istiyordu ya da boynuna asılan soru işaretlerinin uygarından kurtulmak istiyordu veya belki de aynı anda ikisi. İdın ve Félix sessiz bir şekilde oturuyordu ikisi de bu durumdan oldukça rahatsız olmuş gibiydi. Lusita ve Atlas'tan bahsetmeme sanırım gerek yok Zoe çözüm aramak ister gibi Alex'e bakıyordu benim de gözlerim Alex'e döndü.

 

Dudaklarım sustu gözlerim konuştu: 'Biliyorsun değil mi? Biliyorsun amacımı biliyorsun. Masum olduğumu biliyorsun.'

Kafasına çevirdi.

İçim titredi.

 

Alex beni çoktan suçlu bellemişti. Titrek bir nefes verdim ve telefonum uzandım İdın bana döndü ama müdahale etmedi. Kılıfımın arasından savaşçı kartımı çıkarttım daha yeni kavuştum karta baktım. Resmime, 2. savaş yazısına, üç yıldıza, ters soru işaretine... Hasretle baktım sonra kartı masaya katarak parmağımla Alex'e doğru ittirdim. "Bu bana yetti, ne yapıyorsanız yapın. İnfaz dahi vereceğiniz karara razıyım." Selen hızlıca Alex'e döndü. "Bunu yapmayacaksın değil mi?" Zoe beni şaşırtan bir şekilde masaya seslendi. "Arkadaşlar şaka yapıyor olmalısınız! Bu doğru düzgün bir sorgu bile değildi." "Şey belki..." dedi İdın. "Doğru söylüyordur." Öykü yüksek sesle bir şekilde konuştu. "Söylüyor zaten!" Ve Félix ilk defa canlılık belirtisi göstererek konuştu. "Ben," dedi kısık sesiyle. "Ona güveniyorum." Herkes şaşkın bir şekilde ona döndü ve ben dahil. Bu kadar ses çıkarken hâlâ Ada hiçbir şey söylememişti. Hyun Su da konuşmamak için zor duruyor gibiydi.

 

Alex'in sesi tüm sesleri susturdu. "Karar alınmıştır!" dedi bir hakim edasıyla. O zaten kararı almıştı ki. Tüm bunlar olmadan önce, bizi bu masaya oturtturmadan önce, beni buraya getirmeden önce almıştı o kararını sadece zamanı şimdi gelmişti. "Asya savaşçılardan sürgün edilecek. Şimdilik-" dedi bastırarak. "Sadece gözetim altında tutulacak fakat en ufak hatasında ya da savaşçıları ele verecek en ufak sözünde benim tarafımdan öldürülecek."

 

İçim titredi o kadar soğuk bir şekilde söyledi ki bunu... inandım.

 

Masaya Bir sessizlik çöktü sadece 10 saniye sürdü O sessizlik sonra aynı anda herkes konuşmaya başladı kimisi karara karşı çıktı kimisi karşı çıkanları susturmaya çalıştı bildiğim tek şey vardı ilk defa bir yere ait olmuştum ve oradan sürgün ediliyordum.

 

☁️

 

Alex'in emriyle bu sefer bana kelepçe taktılar. Dedi ki 'Madem elin kolun rahat durmuyor O zaman kelepçeye ses etmezsin." İki görevli eşlik ediyordu bana kolumuz tutarak ilerletmeleri çok rahatsız ediyordu. "Dokunmana gerek yok salak. Zaten yürüyorum." dedim tıslayarak sağ taraftaki elini enseme attı. "Kes sesini ve yürü!" Acı ile inledim. İdın'nın dokunduğu yer sanki yanmıştı ve en ufak temasta tüm sinirlerimi acı ele geçiriyordu.

 

Öykü bize doğru geldi. "Temasta bulunmadan da götürebilirsiniz." dedi. Ensemi tutan geri zekalı söze girdi. "Beyaz Meleğin kesin emri." "Size onu götürmenizi emretti, bunu dokunmadan da yapabilirsiniz. Ayrıca yaralı, dokunuşunuz ona zarar veriyor ve ona ağır bir zarar verirsiniz Beyaz meleğin öfkesini düşünemiyorum." dedi imalı sesiyle iki görevli birbirine baktı. "Size onu dokunmamanızı emrediyorum ayrıca durun! Onunla konuşacaklarım var." "Ama-" dedi diğer görevli. Onu konuşturmadı. "Size emrediyorum dedim." dedi Öykü sert tavrı ile.

 

Görevliler geri çekildi Öykü bana doğru geldi ve kulağıma fısıldadı. "Alex ne yapıyor bilmiyorum ama sana yemin ederim Buna bir çözüm bulacağım. Savaşçılar arasında bu kararı oldukça öfkeli olanlar da var bu kararın yanlış olduğunu düşünüp konuşmaya cesaret edemeyenler de."

 

"Ne farkeder bir kere sürgün edildim." Öykü kafasını salladı. "Hayır, bu kadar çabuk pes edemezsin Asya. Bunların bir açıklaması olmak zorunda herkes senin Félix için onu öldürdüğünü biliyor ama kimse bunu dile getirmiyor."

 

Kafamı salladım. O an aklıma ilaçlar geldi. "Öykü." dedim fısıldayarak. "Biri odama girmiş." Gözleri kocaman açıldı. "Nasıl?"

 

"Bildiğin girmiş ilaçlarım var düzenli kullandığım, içmediğim zaman kontrolü kaybettiğim. Biri onları almış, odamda bir boncuk buldum. O boncuk... o boncuğun neye ve kime ait olduğunu bulmalısın. Kime güveneceğimi bilmiyorum, güvenebileceğim tek kişi sensin." İnançla kafasını salladı. "Bana güvenebilirsin, kuşlar sayesinde iletişimde olabiliriz. bir kuşu sürekli etrafımda olması için görevlendirirsen bende öğrendiğim bilgileri ve savaşçıların kararlarını ona söylerim. Evet, o konuşsa ben onu anlayamam ama o benim dediklerimi anlar ve gelir sana anlatır." Kafamı salladım. Oldukça mantıklı bir fikirdi. "Hallederim onu. Büyük ihtimal bir serçe seçerim."

 

"Hadi." dedi görevlilerden biri. "Konuşmanız bitmedi mi?" Bitmişti.

 

"Ne olursa olsun unutma. Ben sana inanıyorum." dedi Öykü. Minnetle gülümsedim. "Bu sefer ben hissediyorum duygularını." dedim. Bir süre görmeyecekmiş gibi yüzümü özellikle gözlerimi inceledi.

 

Saçlarının ön tarafında 3 tane beyaz tel vardı. Elim önce fark ettirmeden cebime gitti.

 

"Ha bir de..." dedim. Sonra elim saçlarındaki gevşek bağlanmış Topkaya giderken tekrar konuştum. "Artık onları gizleme. Bu da senin direnişin olsun." dedim kulağına doğru. Boynunda yeni yen büyümeye başlayan beyaz lekeye nefesim değdi. Tokayı tekrar eline verdim. Cebimdeki taşla birlikte...

 

Gözlerimin içine baktı kafasına salladı.

 

Gardiyanlar yanıma geldi. "Dikkat edin. Ona bir şey olursa sizi aldığınız nefese bile pişman ederim." dedi Öykü. Bu sefer bana dokunmadan benimle birlikte yürümeye başladılar. "Asya." dedi Öykü'nün sesi. Arkamı dönmeden omzumun üstünden ona baktım. Saçını üstten bir topuz yaptı arka taraftaki beyazlar şimdi daha çok görünecekti. "İsyanda bir adalettir." dedi gülümseyerek. Aynı şekilde gülümsedim. Zeki kızım.

 

Haklıydı. İsyanda bir adalettir...

Bölüm : 17.01.2025 20:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...