15. Bölüm

11.Bölüm (Lânet ve Unutulan Geçmiş)

Sümeyye İrem Akgeyik
sumeyyeirem.a

***

Artık hataların cezası verilmiyordu, Cezalar hatalı oluyordu. İşte bu noktadan itibaren hatalar insani bir özellikti ceza ise canilik.

 

***

 

Alexander di Angelo:

 

Bundan sekiz yıl önceydi. Henüz savaşçıların yarısı gelmemişti ama Lui'nin ihaneti bizi bölmemişti. Karargâhın en eksik ama en tam olduğu zamanlardı. Sevdiklerimiz, kalbimizin yarısı olan isimler eksikti belki; Arthur, İdın, Ada, Asya, Melodi, Lusita, Öykü... Ama kardeşlerim bir aradaydı.

 

Mex'in gelişi karargâhın inkılap devri olmuştu. Birden bire yükselmiştik. O zaman ilk kez yenilmez olduğumu hissetmiştim. Her şeyin bir çaresi vardı sandım.

 

Yanılmışım. Yenilirmişiz. Çünkü ölüm insani bir şey değildi ve benim çaresini bulamadığim tek şey ölüm oldu.

 

Biz sadede gelelim.

 

Sema doktor ona Sema abla dememizi isterdi. Benim resmi kayıtlarda annemdi ama bende Sema abla derdim. Elif de onun kız kardeşiydi. Bizden dört yaş büyüktü. Selen için kız kardeşlik kutsaldı. Selena'nın kız kardeşlerden biriyidi.

 

Sema abla, Lui ve Elif Demir.

 

Selen iki kız kardeşini toprağa verdi ve birini öldürmeye yemin etti. Çünkü eğer Selen geri kalan kız kardeşini öldürmese o sevdiği herkesi ölürücekti.

 

Burak benim çok yakın bir arkadaşımdı. O da mühendisti. Karargâhın ilk savcılarından biriydi. Ayrıca Elif ile sevgiliydi.

 

Bir gün birlikte yüzük almaya gittik çünkü yaklaşık bir ay sonra Elif'e evlenme teklif edicekti. Tanıdığım en tedbirli insandı. Her zaman B,C hatta F planı olurdu. Yüzüğü erkenden almak istemişti.

 

Onlarca dükyan gezdik ama o bir türlü hiç bir yüzüğü beğenmiyordu. Sonra bir antika dükkânının vitrininde bir çift gümüş alyans gördü. Biz tektaş ararken o alyans bulmuştu. Büyük bir heyecanla girip yüzükleri almak istedi.

 

Dükkan sahibi olan yaşlı adam onu uyardı. Gümüş alyanslar uğursuzluk getirir dedi. Burak inanmazdı batıl inanca. "Biz kırarız gümüş yüzüklerin lanetini" dedi.

 

Birinin üstünde güneş diğerinin üstünde hilal işlenmiş iki yüzüğü satın aldı. Onları iç tarafında "E&B" harfleri işlenmiş eski ama anı dolu bir kutuya kattı.

 

Yüzükleri bana emanet etti. "Ben heyecandan kaybederim. Canın pahasına koru yüzükleri. Zamanı gerince geri alıcam." dedi. O sıra sadece dalga geçtim. Alt tarafı iki yüzüntü sadece.

 

Keşke alt tarafı iki yüzük olarak kalsaydılar.

 

 

Burak bütün planları yapmıştı ama teklif edeceği güne sadece birkaç gün kala bir suikasta kurban gitti. Trafik kazası ailem den sonra bir de dostumu aldı benden.

 

O zaman fark ettim ki Karargâhın açığı vardı. Gölgelerde saklanmak yetmiyordu. Bizde sıfırdan kimlikler kurduk. Artık Alexander di Angelo normal bir mühendisti ama Beyaz Melek dünyayı döndürüyordu. Kim Hyun sıradan bir korumaydı ama Yaratık korkulu bir rüyaydı. Mex Fina diye biri hiç olmamıştı ama sanal ağa kükmediyordu. Félix Roux ölmüştü ama Şifacı yaşatıyordu. Selen Demir vakıf tarafından koruma altına alınan genç bir kadındı ama Afrodit kadınları koruyordu. Umut Uraz Üçok vakfın mali işleri ile ilgilenen bir sosyalist idi ama Lir sesiz bir suikastçıydı. Cesika Harris bir kaçaktı ama Rota karargâhı çekip çeviriyordu. Cemil Yenil sadece şofördü ama Meck sokaklara hâkim bir istikbaratçiydi.

 

Cemil... Kendi kendine karargâha dâhil olan tek savaşçım. O bulmuştu bizi. Onu öldürüp susturmak kolay olurdu ama ben yeteneğinden etkilenmiştim. Onu da savaşçım yaptım. Ben onu geri planda tuttum ama Lui güvendi ona, Selen de yeteneğini öğretti ve Cemil bunu bize karşı kullandı. Selen'nin yeteneğini kullanarak ona güvenen Lui'nin aklına girdi. Karargâhı ayırdı....

 

 

Bu başka bir günün konusu. Biz sevgili dostum Burak'a ve biricik aşkı Elif'e geri dönelim.

 

Elif'in de yeteneği vardı. Kötü duyguları kullanarak insanları hasta edebiliyordu. Tabii İdın kadar güçlü değildi ama o zamanlar henüz İdın'nın varlığından haberdar değildik.

 

İdın'ın aksine o bu yeteneğini kullanmayı hiç öğrendi. İçindeki zehir en çok onu zehirliyordu. Bu yüzden Burak onun için bir ilaçtır. Ama ilacı elinden alınan bir astım hastası boğulmaya mahkûmdur. Burak'ın acısı onu gün geçtikçe zehirliyordu.

 

Bu yetmezmiş gibi ben arafta kalmıştım. Yüzükleri ona vermeli miydim yoksa bu sadece acısına acı katmak mi olurdu? En sonunda bir şey saklandığımı anlamış ve yüzükleri öğrenmişti. Kutuyu ona verdiğim gün bı daha gümüş yüzükleri görmeyeceğime emindim ama kaderin daha farklı planları vardı.

 

Félix henüz çok gençti. Sürkeli Elif'in yanındaydı. Burak'tan sonra birde onu kaybetmek istemiyordu, yeteneğini çok fazla kullanmaktan artık yorgun düşüyordu.

 

Sema abla ise bir yandan kardeşinin iyileşmesini umut ediyor öbür yandan Fèlix'in kendini tüketmesinden korkuyordu.

 

Hepimiz çaresizliği yaşıyorduk çünkü Elif iyice kötüleştiğinde artık elimizden hiç bir şey gelmiyordu.

 

Üstüne üstlük onun yakınında olmak bize zarar verdiği için odasına Félix'den başka kimsenin girmesine izin vermiyordu.

 

Ta ki bir gece beni yanına çağırana kadar. Bana bir mektup verdi. Zamanı geldiğinde aç dedi. O zaman anladım mektubu okuyacağım zamanın çok yakın olduğunu. Elif'in dayanmaya gücü kalmamıştı. Yeteneği onu içten içe yiyip bitiriyordu. Artık geri dönüşü yoktu. Haftalarca yatakta ateşler içinde yatmama neden olsada sıkıca sarıldım ona. Yalvardı, ondan uzak durmamı istedi. Beni, kendiyle zehirliyordu ama belki bu ona biraz daha zaman veridi. Biraz daha...

 

O gece uydu. Odasından çıkmadım. Hiç uyumadım. Ertesi sabah oldu, herkes uyandı ama Elif uyanmadı. Bende uzunca bir süre uyuyamadım. Yüksek ateşin etkisinde kıvrandım ama içimdeki yas ateşi daha fazla kavurdu beni. Çok kısa bir zaman aralığında iki dostumu kaybettim.

 

Gözümü açacak durumda değildim. Mektubun yerini Maria ya söyledim ve bana okumasını istedim. Oldukça aşina bir şekilde okudu bir ölünün son sözlerini. Gerçi tabii aşina olacak. O geleceğe hakimdi. Belkide gelecek ona hâkimdi. Onu ki sadece bir kölelikti.

 

Mektup tam olarak söyleydi:

 

Sevgili Alexander:

 

Burak'ımın yası tazeyken size böyle bir acı yaşatmak istemezdim. Benim ömrüm ancak bu kadarmış. Yarını göreceğimi sanmıyorum. İnsanlar ölçeği günü hissedermiş. Hissediyorum. Ölüceğim. Olsun. Gideceğim yerde eminim Burak beni bekliyordur. Öbür dünya -eğer öyle bir yer varsa- bize yeni bir şans verir belki. Belki lânetim olan yeteneğinden kurtulurum. Geride kalanlara iyi bak. Yıkılıcaklar elbet. Ama unutmayın. Ölüm bizden değildir. Yeni bir başlangıç, belkide olması gerektiği gibi bir son. Şu an ölümüme saatler belkide saniyeler kala farkkediyorum ki o kadar yabancı değil. Hasret duyduğum bir şeye kavuşmanın heyecanını var. Belki Burak'a kavuşmanın heyecanı, belkide Tanrıya kavuşmanın heyecanı.

 

Burak'ın bana evlenme teklif edeceğini aslında zaten biliyordun. Kişi sevdiği insandan bir şey gizleyemez. Yüreğini taşıyan gözleri onu ele veriri. Gümüş yüzükler sana geri döndü. Bende duymuştum gümüş alyansların uğursuzluk getirdiğini. Belki o bizim kaderimiz değildir. Gümüş alyanslar senin kaderidir. Bir gün belki biri ile tanışırsın. Gümüş alyansların lânetini kıracak kadar âşık olursunuz.

 

Senden tek dileğim. Hilal alyansı birine vermeden karşılaşmayalım ahirette. Aşktan korkma. Ben inanıyorum. İçten içe, içinde birini bekleyen bir hasret var. Sen diğerlerinin sandığı gibi aşk duygunu unutma yetin ile kaybetmedin. Kenidini yük altında hissetme. Belkide Ay'a sahip olan kişi Kar tanesi değildir. Alyanslar komodinin ikinci çekmecesinde. Onlara iyi bak.

 

Artık kalemi tutmak güçleşiyor. Titreyen ellerim daha fazla yazmama müsade etmiyor. Lütfen küçüğüm, kendine ve ailemize iyi bak. Elbet hataların olucak. Telafi etmenin yollarını ara. Ve Alexander. Beyaz Melek ile aynı kişi olduğunu unutma.

 

Sevgilerimle. Elif Demir/ Lilith

 

Asya Ersöz:

 

 

"Mavi elbiseyi deniyelim." dedi Selen.

 

Şu an üst kattaki özel odada savaşçıların hazırlanmasını izliyordum. Yanımda Félix çenesini eline dayayarak İdın'ı izliyordu. İdın yan taraftaki masaya oturmuş makyajı ve ufak dokunuşlarıyla ilgileniliyordu.

 

Ben de Felix'in yanında masaya dayanmıştım. "Biraz daha baksan cıncık* olacak çocuk." dedim sırıtarak. Kafasını çevirip bana baktı. "Şöyle bir lütuf hazırlanırken bakmazsam gözüm çıkışın." dedi hülyalı hülyalı. Gür bir kahkaha attığımda bazı gözler bana döndü. Félix bana dirsek atıp susturmaya çalıştı ben de ona dil çıkarttım.

 

(Yz: cıncık= cam./Mersin Yörük terimi. Burda deyim olarak kullanılmış.)

 

Selen yanımıza geldi. Ve alt dudağını büzerek konuştu. "Şimdi sen izle sadece. İzlediğinle kal. O orada dünya güzeli kadınlarla dans edecek."

 

Fèlix'in gülümsemesi soldu. Selen onun ne kadar kıskanç olduğunu biliyordu ve bunu kullanıyordu. Félix bana baktı ve birden ayağa kalktı. "O orda güzel kızlarla dans etsin. Ben burda Asya ile das ederim." Elini bana uzattığında kıkırdayarak bende doğruldum. "Asya'dan güzelini bulsun söz sana ayarlarım Selen." dedi ve Selen'e göz kırptı. Bende kıkırdadım ve ortada dans etmeye başladık.

 

Selen orada dikilmiş üstündeki hanım hanımcık kız elbisesine tezat orta parmağını gösteriyordu.

 

İçeride sadece kısık sesle bilmediğim bir şarkının sesi duyuluyordu. Birkaç kişi işi bırakmış bizi izliyordu. Sonradan Öykü ve Arthur'da bizim yanımızda dans etmeye başladı. Félix in ayağına basınca çekinerek özür diledim. Ve ekledim; "Dans etmek iyi olmadığım nadir şeylerden." Félix gülümseyerek karşılık verdi. "Bir keresinde Hyun Su bana, 'Kiminle dans ettiğin önemli.' demişti. O bana bunu söyledikten sonra İdın ile tanıştım ve ne demek istediğini anladım. Şimdi ben de sana söylüyorum. Söylüyorum ki sen de hem dans hem ruh eşini bul."

 

Umarım bulurdum Félix, umarım.

 

Ne o Asya. Hayat tek olunca yorucuymuş di' mi?

 

Evet yorucu. İsimsiz de bunu çok iyi biliyor. Keşke bilmesi gerekmeseydi.

 

İdın bize doğru gelirken Félix ile ayrıldık. Félix boşuna ona lütuf dememiş. Allah sahibine bağışlasın.- Félix'cim doğrudan sana bakıyorum kuzum.-

 

Siyah kumaş pantolon üstüne tekrar siyah boğazlı bir kazak giymişti. Bağlanacak kadar uzun olan siyah saçlarını arkadan toplamıştı ama bazı tutamlar gevşek tokadan kaçmıştı. Beyaz tenine inat siyah kıyafetleri oldukça hoş bir hava katmıştı. Uzanıp uzun siyah bir kaban aldı ve onu da üstüne geçirdi. İdın bu kadar uzun muydu yoksa giydiği botlar yüzünden mi öyle görünüyodu?

 

 

 

 

Felix beni tamamen unutmuştu. Sadece İdın'a bakıyordu. Kıkırdayarak Fèlix'i dürttüm. "Yok yedin, yedin." Dedim elimi uzatıp saçlarını karıştırdım. Tekrar omzuna vurarak öne uzattım. "Hadi git yanına." Bana baktı yüzü kızarmıştı sonra hala kabanın yakaları ile ilgilenen İdın'a baktı ve yanına gitti. Elini kaldırıp yakalarını düzeltirken İdın onu izliyordu. Evet gerçekten İdın böyle daha uzun olmuştu. Eğildi ve Fèlix'i kendine çekerek dudaklarına yapıştı.

 

Omen tanrım neler oluyor?!

 

Şu an kabinlerin orda sadece üçümüz vardık. Kendimi fazlalık gibi hissederek yanlarından ayrıldım. Karşıda aynadan Lusita kendine bakıyordu. Su yeşili uzun vücudunu saran bir elbise giymişti. Kızıl saçlarını tepeden sıkı bir topuz yapmıştı. İnce uzun boynu şekilli omuzları göz önündeydi. Elbisenin bir tarafı kısaydı ve kısa tarafın üstünde belinin bir bölümü görünüyordu.

 

Lusita çok zarif bir görünüme sahipti ve burdaki ekip onun bu görünüşünden iyi faydalanmıştı. Yüzünde hafif renk verilmişti ve çilleri hâlâ görünüyordu. Yeşil gözleri hem elbise hem makyaj sayesinde daha görünürdü. Beyaz ince topuklu ayakkabı, ve beyaz zincir askılı bir çanta ile tamamlamıştı görünümünü.

 

 

 

Tabii bu masum kızın kıyafetine işlenmiş mikrofonu ve kulağındaki küpede bulunan minik kulaklığı kim bilebilirdi ki? Birilerine felaket olmaya gidiyordu. Ve o felaket son savaşçıdan gelecekti.

 

Bana dönüp baktığında ona gülümsedim. Ama o bana nefret dolu bir bakış gönderdiğinde istemsizce afalladım. Bana aynı şekilde bakmaya devam ederken ben hâlâ neler olduğunu idrak etmeye çalışıyordum. Yanımdan çekip giderken ben hâlâ aynı yerde duruyordum.

 

Lusita benden nefret ediyor?

 

Dört adım atarak aynanın karşısına geçtim. Lusita benden neden nefret ediyor? Aynı bendim değişen bir şey yoktu. Aynı Asya Ersöz.

 

Belki zaten başından beri senden nefret ediyordu Asya. Hep aynı Asya'dan nefret etmiştir.

 

Ama hayır geçen hafta bana gülümsemişti. Tabii her maske gerçek değildi. Bana gülümserken gözlerinde nefret vardı da benim körlüğüm mü görmemişti? Aylar olmuştu ve ben benden nefret edenleri yeni yeni fark ediyordum.

 

Aynaya daha fazla bakmak istemeyerek diğerlerinin yanına döndüm. Şu an sadece Selen kalmıştı. O da krem rengi kalıp bir elbise giymişti. Ayağında tekrar krem topuklular vardı. Yaptıkları makyaj yüzüne sadece renk vermemiş daha olgun göstermişti.

 

 

Üçü tamamen farkı görünümler kazanmıştı.

İdın; genç ama biraz sert bir yapı kazanmıştı.

Selen; daha olgun bir kadın görünümü kazanmıştı.

Lusita; zarif, soft bir görünüm almıştı.

 

Resmen herife üçlü masa kurduk. Seç beğen al mantığı. Allah affetsin benim aklım hala İdın'daydı. Meredith bizim benzediğimizi söylerken umarım bu seksiliği de kastetmiştir.

 

Tamam Asya. Félix seni parçalar neşterle, daha fazla düşünme.

 

Bu kıyafet başka kime yakışır biliyor musun?

Annene!!!*

Yok be. Ne annesi? Alex'e.

 

(Sürekli dizi gönderme)

 

Bak bunu bana demeyecektin. Şimdi içimde kalır. Bir yolunu bulup Alex'e o kıyafetleri giydirmeliyim. Bu artık hayat mübah meselesi.

 

Sakin ol Asya. Giydirirsin neden bu kadar heyecan yaptın?

 

🪶

 

 

Sabah erken saatlerde Atlas gitmişti mekana. -Şu çocuğa Atlas demek çok tuhaf oluyor. Bence resmi adı Flash olmalı.- bir saat öncesinden Melodi ve Umut gitmişti. Şimdi de ayrı zaman aralıklarıyla üçü gidicekti.

 

Olası durumlar için revir hazır tutuluyordu. Revirle ilgilenen savaşçı Félix'ti. Belki birkaç saat sonra yaralı bir şekilde erkek arkadaşının buraya gelebileceğinin bilincindeydi. Bu ihtimali düşünerek yönetiyordu etrafındakileri. En değerlinin yaralarını sarmak çok ağır bir yük olsa gerek.

 

Ben, Mex, Maria ve Alex denetim işleri için özel bir odadaydık. Büyük bir ekran bize tek kare ile tüm salonu gösteriyordu. Sıra sıra dizilmiş masalar, bar önü ve bir gurup insan. Tüm çıplaklığıyla harika bir açıyla göz önündeydi. Başka bir ekran altıya bölünmüş binanın koridorlarını, barın içini ve otoparkı gösteriyordu.

 

Mex bilgisayarla ilgilenirken Alex' de başka bir masada bir şey ile ilgileniyordu. Etrafta tanımadığım, teknik ekip olduğunu tahmin ettiğim başka çalışanlar da vardı. Ne yaptıklarını biliyor gibi kâh not alıyor kâh parmaklarını önlerindeki klavyede şaşırtıcı bir hızla gezdiriyordu. Burda olanları anlamayan tek kişiler Maria ve bendik. Aceba neden buradaydı.

 

Sen neden ordaysan o yüzden.

 

Maria farklı bir havaya sahipti. Ona karşı ayrı bir sempatim vardı. Nedenini bilmiyorum. Ama sanki beni biliyor, ve anlayabiliyordu. Peki gerçekten bunu yapabilir miydi?

 

Gözüm tekrar salonda gezindi. Sağ tarafta Melodi ve Umut vardı. Barda Atlas. İleride yerleşmiş olan Selen. Şeytan üçgeni etrafı çaktırmadan süzüyor Caner'i bekliyordu.

 

Savaşçılar hazırlandığı zaman ben ve Öykü ilk aşağıda sorgu odasındaydık. Leyla'dan Caner ile ilgili bilgiler almaya çalışıyorduk. Zaten Leyla buna hevesliydi. Bize zorluk çıkartmadı. Açıkçası öğrendiğimiz bilgiler beni şaşırtmıştı.

 

Caner'in parmak izi yoktu. Hayır doğal yollarla değil zorunlu bir şekilde yoktu. Parmakları ve avuç içi küçükken yanmıştı. İleriki yıllarda bir cerrahi operasyonla düzeltilmişti. Evet, az biraz parmak izi vardı. Ama normal bir parmak izi değil.

 

Ellere girmişken. O da benim gibi hem sağ hem sol elini kullanabiliyormuş. Bu bilgiye falzla takılmadım. Öykü duyduğunda şaşırdı. Sonra benim gibi mi olduğunu sordu. İki elimi de kullandığımı bilecek kadar incelemişti beni. Ya da sadece gözüne çarpmıştı. Ama onun işi buydu. İnsanların hareket ve duygularıyla zihinlerini basit bir ölçüde okumak. Elbet alışkanlık olarak dikkatini çekmiştim.

 

Caner'in sağı solu belli değildi tam bir psikopatmış. Bir ciddi bir çocuksu. Bunu bekliyordum açıkçası. Böyle herifler arasında beklenen bir tepkiydi.

 

Dayanıklıymış. Birkaç hafta önce omzundan yara almış ama idare eder bir sürede kendini toparlamış.

 

Caner ile ilgili aldığım bilgileri az çok tahmin etmiştim. Ama bu görev için işe yarar bir şey yoktu. Sanırım bunlarla yetinecem. Fazla bilgide zarar yok.

 

Nasıl fazla bilgide zarar yok, Asya? Birkaç bilgi daha yüklesen o aklına artık, annenin babanın numarasını veya alfabeyi unutacaksın.

 

Yok, yok bana bir şey olmaz.

 

Asya başımıza ne geldiyse bana bir şey olmazdan geldi ama sen bilirsin.

 

Maria'nın yanına gidip karşısına oturdum. Gözleri yorgun bakıyordu. Sanırım uyumamıştı. Ama gözlerindeki yorgunluk yıllara dayanıyor gibiydi. Bazı yorgunluklar var yıllardan öte. Bazı yorgunluklar var kalpten kalbe. Bazı yorgunluklar var acıları sakalar içinde. Fakat o acılara inat mutluluk akar gözlerde. İşte onunki de öyle bir yorgunluk. Uzağa dalan gözlerinde çaresizlik var. Belki de geleceği bilmenin sessizliği. Eğmiş olduğu boynunda yük var. Belki geleceği bilmenin verdiği yük.

 

Ben şahsen geleceği görmek istemezdim. O çaresizlik bana ağır gelir. Sen, sen görmek ister miydin İsimsiz?

 

"İdın da geldi. Bir yarım saate Lusita da gelir." dedi Maria. Onu başımla onayladım. "Asya?" Ayakkabılarımı izliyen gözlerimi kaldırıp ona baktım. "Sence Caner kimi seçecek?" Gözlerimi kısarak tekrar salonu gösteren ekrana döndüm. "Emin değilim ama Lusita ile ilgili içimde kötü bir his var. Ama sanki olay bu değil. Bilmiyorum." Tekrar Maria'ya baktığımda yüzünde bir gülümseme vardı. "Önsezilerin güçlü mü?" Başımı salladım. "Az biraz." Yüzümü özellikle de gözlerimi incelemeye devam etti. Tuhaf hissederek gözlerimi başka bir yere çektim. Ama bakışlarının ağırlığını hissedebiliyordum.

 

Hayranın çok Asya.

 

Belki benimle ilgili bir gelecek görüntüsü almıştı. Ama konu neydi? Beni en çok korkutan buydu. Geçmişim zaten berbat. Bir de geleceğim mi kötü olacak?

 

"Doğru olduğundan emin olduğun şeyi yapmaktan asla vazgeçme." Tekrar ona döndüm. Sanırım karşıdan karşıya geçer gibi bir süre böyle sağ sol yapacam. Ama neyi kastetmişti?

 

"Anlamadım?" Beni tekrar süzdü. "Söylesene, hiç geleceği görmek istedin mi?" Ben bu konuya çalıştım hocam. Bildiğim yerden çıktı.

 

Omuz silktim. Ve dürüstçe cevap verdim. "Açıkçası biraz önce bunu düşünüyordum. Ama hayır istemem. Bu çok ağır bir yük. Bu yüzden sana karşı ayrı bir merakım var. Nasıl oluyor da dayanıyorsun?" Maria oldukça içten gülümsedi.

 

"Dağına göre kar değimi bence çok doğru. Ben de şahsen bir şeyleri unutmamaya katlanamam. Veya gittiğim her yerde hayvanların konuşmasına. Ya da ölüler ile iletişim kurmaya. İşte her birimizin ayrı bir yeteneği var ve o yetenekler- özelliklede bazıları- o yükü kaldırabilecek doğru insanlara gitmiş."

 

Haklıydı. Şahsen ben unutmama olayını nasıl kaldırırdım bilmem. "Peki geleceği görsen anlatır mıydın?" Bak bu farklı bir soruydu işte. "Emin değilm insanlara yardım etmek için oldukça etkili olsa gerek. Ama çok da tehlikeli." Maria önce bana baktı. Sonra Alex'e baktı ve gülümsedi. Alex arkası bize dönük ekranda bir şeylerle ilgileniyordu. Tekrar bana döndü. "Eğer kabul edersen başka bir gün, işler sakinleştiğinde seninle bir konu hakkında konuşmak isterim."

 

Sonumuz nedir bilmiyorum. Önüne gelen konuşmaya davet ediyor.

 

Korkmam ve çekinmem normal mi?

 

Başımla Maria'yı onayladım. "Olur tabii. Hele şu görev sağ salim bitsin." Bana son bir kez gülümsedi ve ekrana döndü.

 

"Başlıyoruz herkes hazır mı?" İkimiz de Alex'e döndük. İdın kazağının yakasını konuştuğumuz gibi düzeltti ve barın önüne yöneldi. Umut Melodi'nin saçını kulağının arkasına attı ve onlara verdiğimiz şifreyle hazır olduklarını gösterdiler. Selen de Kendi saçı ile oynamaya başladığında sahadaki Atlas hariç herkesin hazır olduğunu gördük.

 

Alex bir mikrofona konuştu. "Flash hazır mısın?" Atlas elindeki bardaği sanki leke olup olmadığını kontrol eder gibi ışığa tuttu. Evet o da hazır.

 

Neden mi böyle şifreler kullanıyorduk? Çünkü mümkün olduğu kadar az mikrofona konuşlamarını istiyorduk. Ve işe yarıyordu. Biraz paronoyak ilerlediğimizin farkındayım. Ama görevin ucunda üç can ve on üç kalp var. Neden Ada'yı ve beni saymadığımı merak ettin mi?

 

Sanmıyorum, ama söyliyim. Ada zaten güvenmiyor. Tabii masum kalbi üzülür elbet. Ben daha gaddar bir sebeple o kişiler arasına girmeyi hak etmiyorum. Eğer birine bir şey olursa benim yüzümden olurdu.

 

Alex'in yanına ilerledim. Dönüp bana baktı sonra ekrana geri dikkatini verdi. "Bir isteğiniz var mı efendim?" dedi Atlas, İdın'a. İdın bir içki söylerken etrafa kaçamak bakışlar atıyordu. Biraz sonra Atlas İdın'a siparişini getirdi.

 

Melodi Umut'a yaklaştı ve onun yakalarını düzeltti. "Kapıya bakın gelen var." Hepimiz kapı tarafına döndüğümüzde Caner'i gördük. İçeri girerken bir kart göstermiş korumaları geçmişti. Bazı gözler ona döndü ve selam verdi. Buraya sık sık geldiği anlaşılıyordu.

 

Barın ilerisine oturdu ve bir içki söyledi. O sırada İdın ile kısa bir bakışma geçti aralarından. Hayır! Üzgünüm Félix.

 

Geri ikisi de konuşmadan işlerine döndü. O sırada bir kadın İdın'nin yanına ilerledi ve yan tarafa oturudu. Abartılı makyajı, sarı saçları ve sosisli dudaklarıyla bana birini hatırlatıyordu ama kim?

 

 

Estetik öyle bir mucizeyidi ki, tüm insanları birbirine benzetmek gibi yeteneklere sahipti.

 

"Beyefendinin aldığından." dedi önündeki barmene. Yaşasın mikrofonlar.

 

Bir süre İdın ve çevresi sakin durdu. Selen'e doğru ilerleyen adamı görünce hepimizin odağı bu sefer orası oldu. "İyi akşamlar. Böyle güzel bir bayanın burda tek olma sebebini sorabilir miyim?" Selen çok içten bir şekilde gülümsedi ve flört eder bir tavırla konuştu. "Hayır." Kıkırdadığımda Alex bana bir daha döndü onun yüzünde de ufak bir tebessüm vardı.

 

Adam Selen'in flört edeceğini sanıp terslemesi ile afalladı. Selen'i seviyorum ya. "Sanırım uslu bayan yabancılarla konuşmuyor." dedi bu sefer herif alayla. Selen ona dönü. "Yabancı artık 'bayan' demeyi kesmeli bence." Adam nefesini bıkkınlıkla verdi. "Pardon, bayan lavabolarda yazar." Selen masum bir şekilde gülümsedi. "Hayır, ondan değil. Bu bayanın bir adı var." Dedi gözlerini kırpıştırarak.

 

Aceba adı neydi. Adı da güzel miydi?

 

Adı Selen, Asya kendine gel. Yeteneği seni de etkiliyor.

 

Kısa süreli afallama ile kendime geldim. Selen çok güçlüydü. Sadece adamı değil beni de etkisi altına almıştı. Şu an hayranlık duymadım değil. "Peki bu bayanın adını öğrenebilir miyim? Yani öylesine, artık bayan dememek için." dedi adam, ve göz kırptı. Selen saçını kulağının arkasına attı. "Hayır." Adam tekrar afalladı. Burdan sana ekmek çıkmaz kardeşim, boşuna bekleme.

 

"Sanırım isim gibi bilgiler vermeden konuşmak istiyorsunuz." Selen çekingen bir şekilde tek elini adamın kolunun üstüne kattı. "Hayır. Hayır, beni yanlış anladınız. Ben konuşmak istemiyorum." Elini geri çekti. "İlgimi çekmediniz." Dedi gözlerini adamın ayakkabılarına dikti. Adam rahatsızca hareketlendi.

 

Adam elini sert bir şekilde masaya kattığında birkaç göz onlara döndü. "Düzgün konuşsana! Bir orospu gibi pas verip, sonradan geri çekilme." Selen duruşunu dikleştirdi ve görebildiğim kadarıyla adama küçümseyici bakışlar yolladı. "Bana orospu diyene bakın. Üzgünüm beyefendi ama sizin haliniz benden beter. Orospularla yatıp kalkarak kendinizi avutuyorsunuz. Reddedilmek zorunuza gidecek kadar da acizsiniz." Tekrar herifin ayakkabılarına döndü. "Hem istenmediğinizi fark edemeyecek kadar mı cahilsiniz? Benimle konuşmaya çalışan sizsiniz. Bana sorarsanız bu durumda siz orospu oluyorsunuz. Konuşma amacınızın farkındayım. Cahilliğinzin bir diğer yan etkisi de herhalde, gördüğünüz tüm güzel kadınların sizinle yatma istiyeceğini sanmak olsa gerek."

 

Tekrar adamın gözlerine döndüğünde adam iyice bozulmuştu. "Ne saçmalıyorsun sen?" Selen tekrar gülümsedi. "Bu saydıklarım doğru değil mi? Bence doğru." Ben bile inandım. Kesin doğru. Adam hiçbir şey demeden ilerlerken Selen tekrar fısıldadı. "Yanlış kapı bebeğim."

 

Ben de aynısını dedim.

 

Bir süre daha etrafı izledik. En sonunda İdın'nın yanındaki kadın konuşmaya karar vermiş olacak ki İdın'a döndü. "Sanırım konuşmaya pek hevesli değilsin. İlk defa mı geliyorsun?" İdın sıkılgan bir ifadeyle ona döndü. "Hayır, ilk gelişim değil ayrıca ilk konuşmacı değilimdir genelde. Konuşmak isteyen konu açsa daha iyi olur."

 

Burda Caner'e gönderme yapıyordu herhalde. "Anladım." Kafasını hafif omzuna yatırdı. "Peki dans ederken konuşmaya ne derdiniz?" Gözlerini dans eden çiftlerde gezdirdi. İdın omuz silkti. "Afedersiniz, kadınlar ilgimi çekmiyor. Sanırım başka birine sorsanız daha iyi olur." Kadın yüzünü buruşturdu. "Günahkâr." İdın bu sefer sert bir ifadeyle ona dönü. "Şu an bir bardasiniz, elinizde bir içki bardağı var, eğer sizinle konuşmayı kabul etseydim büyük ihtimalle günün sonunda sevişecektik. Görüyorum ki sizin de pek beden aşağı kalır yanınız yok." Bardağını kaldırdı ve ufak bir selam verdi. "Günahkârlar arasına hoş geldiniz efendim." Kadın sinirlenerek yanlarından kalktı ve bir masaya doğu ilerledi.

 

Caner'in yüzünde bir gülümseme oluştu. hoş sayılabilecek bir gülümsemeydi. Eğlendiği belli oluyordu. Aslında yakışıklı herifti. Kumraldı, hatları belirgindi, uzun sayılabilecek bir boyu vardı. Ama asıl dikkatimi çeken şey gözleriydi. Ela gözleri iri ve yüzüne çok yakışıyordu. Onun fotoğraflarını bulana kadar canımız çıktı. Bir insan hiç mi fotoğraf çekmez?

 

Toplam üç fotoğrafını bulmuştuk. Biri bir kadın ile çekilmiş içten gülümseyen bir fotoğraftı. Sağ elinde bir içki bardağı vardı. Asıl dikkatimi çeken şey; ayaklı bardağın alt kısmının kırık olmasıydı. Diğeri bir iş toplantısında çekilmiş bir fotoğraftı. Sıkılgan her an gitmenin peşindeydi. O fotoğrafta Özgür de vardı. Son fotoğraf onun kendi çektiği bir fotoğraftı. Tekrar gülümseyerek kendini çekmişti.

 

Alex fotoğrafları ararken sinirlenmiş, "Onu bulduğumda yüz tane fotoğrafını çekecem ve hepsini ona yediricem" dedi. O sıra gülmüştüm ama diğer savaşçılar Alex'in sinirli hâlinden çekinmişti. Siz de her şeye korkuyorsunuz canım şaka yaptı işte çocuk. Şaka yaptın dimi Alex'cim?

Umarım.

 

En sonunda Mex tüm sistemi alt üst ederek bulmuştu. "Üçünü çerçeveletip odama asardım ne kadar başarılı olduğumu hatırlamak için ama içindeki şerefsiz odanın havasını bozar." demişti. Eh haklıydı.

 

O sırada salona bu sefer Lusita girdi. Alex tekrar mikrofona konuştu. "Äkräs, en köşeye geç." Bu planın bir parçası değildi. Tüm savaşçıların yeri önceden belirlenmişti. Alex neden bunu söylemişti? Ona sorgulayan gözlerle baktığımda bana döndü. "Lusi'nin normalde geçeceği masanın çaprazına bak." Bahsettiği masaya baktığımda Lusita'ya aç gözlerle bakan bir herif gördüm. "Eğer o masaya gitseydi yanına geldiğini falan düşünürdü. Boş yere tehlikeye girmesin. Buna izin veremeyiz."

 

Zeki herif.

 

Başımı yavaşça sallayarak incelenmeye devam ettim. Caner İdın'a döndü ve bir dal sigara uzattı. "Kadınlar tuhaf." İdın sigarayı aldığında Caner uzandı ve ucunu yaktı. "Keşke sadece kadınlar tuhaf olsa. İnsanlar tamamen tuhaf." Caner başını salladı. "Haklısınız. Kendi adaletlerini ve yasaklarını kuruyorlar." İdın önce sigarayı eline aldı, sonra başını omzuna yatırdı ve bir çocuk gibi gülümsedi. "Yoksa sizde mi günahkârsınız?" Caner gülümsedi. "Hepimiz günahkârız. Ama sorduğunuz soru düşündüğüm gibiyse evet ben de günahkârım."

 

Hızla Alex'e döndüm. "Eğer düşündüğüm şey düşündüğün gibiyse evet, düşündüğün düşündüğüm- " İşaret parmağını dudaklarıma uzattı. "Şşş, beynim bana lazım." Kıkırdadığımda elini geri çekti. "Deli bunlar." Sesin geldiği yöne yani Mex'e döndüm. Yüzünde sıcak, samimi bir gülümseme vardı. Bende ona gülümsedim sonradan tekrar ekrana döndüm ve tekrar ciddileştim. "Sanırım Caner seçimini yaptı." dedim, soğuk sesimle.

 

Caner, İdın'ı baştan aşağı süzdü. "Genç görünüyorsunuz, yaşınızı sorsam ayıp etmiş olur muyum?" İdın elini alelade salladı. "Sizin bana sorduğunuz kadar bende size soru sorarım. Bence gerek yok. Eğlenmemize bakalım."

 

 

Kapının açılma sesi gelince oraya döndük. İçeri giren kişi Félix'ti. Ekrana baktı derin bir iç çekti ve ileriye bir yere oturdu.

 

Plan senin Asya. Bir şey olsa sorumlu sensin. Bunun ağırlığını taşı. Üç kişiyi tehlikeye attın, üçünün de sevdikleri vardı.

 

Onlara bir şey olmayacak.

 

Ayakta durmak sanki kantlanılmaz bir yorgunluğa dönüşmüştü. İlerleyip boş masalardan birine yaslandım. İdın ve Caner bir süre konuşmaya devam etti. Normal bir konuşma geçti aralarından ve Félix'de dinledi.

 

Bir süre sonra Lusita'nın ilerisindeki herif hareketlendindi ve garsonu çağırdı. Garsona bir şeyler dedi ve garson ilerliyerek Lusi'nin yanına geldi. "Efendim. Yan taraftaki beyefendi sizi masasına çağırıyor." Lusita duruşunu değiştiridi. "İstemediğimi belirtin." Garson gergin bir şekilde geri döndüğünde herif ile aralarında kısa bir konuşma geçti en sonunda adam yerinden ayrıldı ve Lusi'nin yanına gitti. "İsteyip istemediğinizi sormadım. Gelsin dedim. Ama sorun yok ben kibar bir adamım eğer nazlıysanız ben gelirim." dedi Lusita'nın beline elini yerleştirken.

 

Lusi geri çekildi. "Ordan bakınca istediğiniz gibi istediğiniz şekilde davranacak birine mi benziyorum? Geri masanıza gidin beyefendi. Karmaşa yaratmayalım." Adam bir adım daha atarak Lusita'ya yaklaştı. "Kız değil misin işin ne?" Lusita'nın sinirlendiği görünüyordu. Tıslayarak konuştu. "Umarım ne kadar saçmaladığınızın farkındasınızdır." Şerefsiz pişkince sırıtarak elini Lusita'ya uzattı. O sırada arkadan gelen Selen adamın kolunu kavradı ve sertçe çekti. "Şimdi geri çekiliyorsun. Yoksa o elini alır ters bir şekilde bir yerlerine sokarım. Anlatabildim mi?" Adam gözlerini Selen'e dikti. "Sanane be?" Selen herife doğru bir adım daha attı. "Lan bana bak. Sen beyinsiz misin yoksa zeka seviyen düşünmene mi izin vermiyor? Geri çekileceksin bu bayandan uzak durucaksın. Bir kadın senin isteğine göre hareket etmeye mecbur değil. Şimdi uzaklaş!"

 

Adam Selen'nin yeteneğinden etkilenerek arkasını döndü ve gitti. Bazı gözler onların üstüne düşmüştü. "Teşekkür ederim efendim." Dedi Lusita gülümseyerek. "Kadınlar birbirine destek olmalı." dedi, Selen göz kırparak.

 

Mikrofona yaklaştım. "Afrodit sana harika olduğunu söyleyen kaç kişi oldu bilmiyorum ama beni de ekle o listeye." Selen bu sözlerim üzerine gülümseyerek kendini masasına dönü.

 

Biraz İdın ve Caner'in konuşmasını dinledik. Lusita kendine yeni bir içecek aldı. Biraz sonra Atlas'ın sesini duyduk. "Beyaz melek! Biraz önce Lusita ile tartışan adam geldi ve bir paket verdi. Beni yanlarından gönderdiler. O paket ne oldu bilemiyorum ama ne olur ne olmaz. Lusita ve Selen içiceklerini içmesinler." Lusita masada duran bardağa baktı.

 

"Haber veremedim. Yanımdan ayrılmadılar. Umarım geç kalmadım." Korkuyla Alex'e döndüm. Selen daha yeni içecek aldı ama Lusita

Dört yudum aldı bile."

 

Lokmalarını mı saydın Asya?

 

Félix hızlıca doğruldu ve mikrofonun başına gelerek konuştu. "Flash o paketi bulmaya çalış. Lusita içeceğe dokunma ama dökülmesin. Eğer gerçekten içinde bir şey varsa ne olduğunu bulmanızı kolaylaştırır." Gözlerini Alex'e çevirdi. Alex derin bir nefes alarak mikrofona konuştu. "Caner zaten seçimini yaptı Äkräs karargaha dön. Afrodit, acil durumlar için sen kal. Siren, Lir sizde kalın."

 

(Siren: Melodi, Lir: Umut. Ufak bir hatirlatma)

 

Ekrana bakarak hesap kitap yapmaya çalıştım. İdın istemeden gerilmişti. "İyi misiniz?" Dedi Caner elini İdın'ın omzuna koyarak. Félix önce oraya baktı sonra derin bir nefes alarak Lusita'ya döndü.

 

Çaresizlik ve sorumluluk bir araya gelmişti.

 

Lusita mekandan ayrılırken şerefsizin yüzünde bir gülümseme vardı. O an emin oldum. Lusita'ya bir şey yapmıştı. Öfkeyle mikrofona yaklaştım. "Afrodit, o piçten gözünü ayırma. Onu istiyorum." Selen tiksinti ile gülümsedi. "Oldu bil. Benim de ona dans borcum var." Alex beni baştan aşağı süzdü aceba sinirlendi mi diye düşünerek gözlerini aradım. Ama o dudaklarına yerleştirdiği tebessümle geri önüne döndü.

 

"İzninle." Dedi İdın. "Biraz sonra gelirim." Yanından ayrılarak ilerledi. Koridorda ilerliyerek bir odaya geçti. "Lusi iyi mi?" Onu göremiyorduk "Biraz sonra yola çıkıp karargaha gelicek. Ama İdın ordan çıksan iyi olur seni göremiyoruz." dedi Alex.

 

"Anladım." Bir sürü sesizlik oldu. "İdın?" Dedi Félix korkuyla. "Burdan ses geliyor." Alex ile göz göze geldik. "Ne sesi?" Tekrar sesizlik oldu. "Bilmiyorum. Ama birinin yardıma ihtiyacı var. Bakayım mı?" "Tamam ama dikkat et. Seni göremeyiz." Alex'in sözleri Fèlix'i iyice germişti. Maria yanına geçip elini Fèlix'in omzuna kattı.

 

İdın'ınn bir kapıyı açış sesini duyduk. Sonra birkaç adım attı. Sesleri dinliyor boş boş koridoru gösteren görüntüye bakıyorduk. Bir korku filmi izler gibi hepimiz gerilmiştik. "Burda bir oda var." Dedi İdın. Mex bina planlarını açtı. "Bu resmi panlar." Dedi bir harita göstererek. "Bu da asıl planlar. Şu an İdın burda bir odada olması lazım." Gösterdiği yere baktık. "Küçük bir oda. İç içe geçmiş gizli bir oda."

 

"Avcı." İdın'nin sesi hepimizi tekrar ona çevirdi. "Burda bir köpek var." Kaşlarımı çattım. "Ne köpeği. Nasıl bir şey?" İdın bir süre durdu. "Zincirle bağlanmış. Ve şey... Beyaz." Göz devirdim. "Vay canına harika bir betimleme." İdın pufladı. "Ne diyim Asya? Köpek işte, beyaz ve kurda benziyor. Boyutu şey boyutu köpük ile hemen hemen aynı." Köpeğin havlama sesi ve İdın'nın haykırışı ve cam sesi aynı anda gelince ruhumu teslim ettim. Fakat Félix benden beterdi. "İdın! İdın ses ver. Lütfen." Bir süre sessizlik çöktü. Kalp atışlarım deli gibi artmıştı. "İyiyim."

 

O sıra titrek bir nefes verdim. "İdın neler oluyor?" Tekrar sesizlik çöktü, o sessizlikte sadece İdın'nin acılı inlemesini duyduk. Gözlerim Felix'e kaydığında tamamen titrediğini gördüm. "İdın?" Sessizlik. "İyiyim, köpek atılınca korkup geri kaçtım. Zinciri uzun ama bana yetişmiyor. Ve şey, arkamdaki vitrinin camı omzuma geldi. Ama merak etmeyin. O kadar kötü değil." "Yani kötü." dedi Félix korkuyla. İdın'dan ses gelmedi. Kötü.

 

"Bir bez bastır." Hızla ona döndüm. "Hayır, eğer yarada cam parçası varsa daha fazla hasar verir." Félix bana baktı bi süre düşündü. "Evet, doğru." Tekrar bana döndü. "Ama kanaması fazlaysa?" Ben de Alex'e döndüm. "Onu karargaha getirlmeiyiz." Alex başını salladı. "İdın çıkmaya hazırlan."

 

"Burdan böyle çıkmam görevi riske atar." Alex omuz silkti. "Senin güvenliğinden daha önemli değil." Bir süre ses gelmedi. "Şey bir sorun var. Bu kapının kolu yok." Félix endişeyle konuştu. "Ne kolu?" İdın bi süre sustu. "Kapıkolu."

 

Mex araya girdi. "Bulunduğu yere yakın bir çıkış var." Planlarını büyüterek bize çıkışı gösterdi. "Tek sorun kilitli olmasından korkuyorum." Alex ile aramızda sessiz bir bakışma geçti. Benden gözlerini ayırmadan komut verdi. "Yakın görünüyor. Denemeye değer." Onu başımla onayladım. "Zaten başka çare yok."

 

"Alex?" dedi, Lusita korku dolu sesiyle. "Ben neredeyim?" Onu unutmuştuk. İdın'a o kadar odaklanmıştık ki Lusiyi unutmuştuk. "Ben başım dönüyor, iyi değilim. Sesler var. Konuşuyorlar. Ama kimse yok. Aklımı kaçırıcam yardım edin." Sonra iç çekiş sesini duydum. Ağlıyordu.

 

Alex bilgisayardan bir şeyler yaptı. "Lusita neler oluyor. Nerdesin?" Tekrar bir hıçkırık sesi. "Bilmiyorum. Ben, benim burada ne işim var? Burası bir oda kapı kilitli. Alex ben nefes alamıyorum. Boğuluyorum. Kalbim, Alex bir şey yap, yalvarırım bir şey yap." Alex'in gözünde volta atan endişe ve öfkeyi gördüm.

 

"Sen karargaha gelmek üzere yola çıkacaktın neler oldu?" Ses gelmedi. Sadece inilti gibi çıkan nefes seslerini duyduk. Bu da Alex'in iyice gerilmesine sebep oldu. "Lusita? Lusita ses ver!" Ses yok.

 

"Şuna bakın." Maria'nin gösterdiği ekrana döndük. Caner Selen'e doğru ilerliyordu. En sonunda ona doğru eğildi ve konuştu. "Şu arkadaşın, benimle konuşan. Gitti ve gelmedi, sanırım başına bir şey geldi. Şu kızıl arkadaşını da binadan çıkarttılar arka kapıdan. Görevde ters giden bir şey var. Başarısız oldunuz."

 

Hepimizin nutku tutuldu. Caner; Selen, İdın ve Lusita'nın bir görevde olduğunu biliyordu. Üçü de şu an tehlikedeydi. Evet başarısız olmuştuk. Yakalanmıştık. İdın yaralıydı, Selen'in eli kolu bağlı ve son olarak Lusita'nın nesi var veya nerde bilmiyorduk.

 

Başarısız olmuştum. Kurduğum plan ters gitmişti. Ve üç savaşçı da tehlikedeydi. Caner görevi biliyordu. Göreve çıkan üç savaşçıyı bilicek kadar biliyordu hemde. Ama nasıl?

 

Ben, Asya Ersöz. Bir hata yaptım ve hatanın bedelini üç kişi ödemek üzereydi. Ben, Asya Ersöz. Bir hata yaptım ve hatanın çilesini on üç kişi çekmek üzereydi.

Bölüm : 26.12.2024 18:44 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...