16. Bölüm

12. Bölüm (Suç ve Savunma)

Sümeyye İrem Akgeyik
sumeyyeirem.a

***

 

Gözyaşları nedeni olduğunda değerlidir sadece.

 

***

 

 

Ben Asya Ersöz. Bir hata yaptım ve hatamın bedelini üç kişi ödemek üzereydi. Ben Asya Ersöz. Bir hata yaptım ve hatamın çilesini on üç kişi çekmek üzereydi.

 

"Ne saçmalıyorsun sen?" dedi Selen Caner'e. "Blöf yapmayın genç hanım. Bir karar verin ben mi yoksa arkadaşlarınız mı?" Selen dondu.

 

Senin yüzünden, senin yüzünden!

 

Selen'in eli kolu bağlıydı. Hepimizin eli kolu bağlıydı. Selen Demir. Masum kalpli kelebek. Gözlerindeki gök özgürlüktü onun. Ne demek şu an eli kolu bağlı. Selen Demir bütün bağları kırardı. Kırardı değil mi? Kıramaz mı?

 

Ona bir şey olursa biz Kuzey yıldızını kaybederdik. Gök yüzü olmadan nasıl Kuzey yıldızı olsun? Nasıl yol gösterirdi ki? Kuzey yıldızının yol göstermesi için kişinin kafasını kaldırıp göğü izlemeyi akıl etmesi gerekirdi.

 

Senin yüzünden!

 

 

"Alex?" dedi Lusita tekrar. Çaresizlik Lusita'ydı. Onu göremiyorduk. Sadece acı dolu sesini duyuyorduk. Belki bir köşede ölmeyi bekliyordu son savaşçı. Ne tür bir zehir olduğunu bilmiyorduk. Ne kadar süremiz olduğunu bilmiyordu. Belki sadece iki dakika sonra sonsuza dek kaybedecektik Äkräs'ı.

 

Äkräs; ölümsüz Fin mitolojisi tanrısı. O da bir şey olmadı değil mi?

 

Hayır. hayır, Lusi Ölümlüydü.

 

Söz vermiştim Öykü'ye. Ama ben susuz çölleri yeşertebilir miydim ki?

 

Hayrı, bunu ancak Äkräs yapardı ve şu an tanrıların hiç biri bizim tarafımızda değili.

 

Senin yüzünden, senin yüzünden!

 

İdın'ın ise sadece nefes sesi geliyordu. Félix yanımda, onun olduğu odanın koridoruna bakarak titriyordu. Benim de kalbim kuş gibiydi.

 

İdın Ruiz. Seytan... Bizi birbirimize benzetirdiler, benziyordukta. Ona bir şey olsa şu saatten sonra yarım hisseder miydim? Hissederdim. Çok erken bağlanmıştım bu geç adama. Ona bir şey olsa Félix beni suçlar mıydı? Şevkatlidir Fèlix, ama sevdiği adamı ondan alan kadına neden acısın ki? Ben affedemezdim kendimi. Affetmesindi beni.

 

Hem affetse bile yüzüme bakması yeterdi acısını hatırlatmaya. Tanrı beni İdın'ın yerine gidermiş olmaz değil mi? Olmamalı. İdın yerine ben orda olsam? Eminim daha az keder olurdu savaşçılar arasında. Fazlalıktım ben onların gözünde. Ama İdın öyle mi? Sekizinci savaşçı, Şeytan. Yalan onun lakabı. Tanıdığım en iyi yürekli insanlardan biriydi İdın. Varsın yoksun parmak uçlarına ölüm işlenisin. Onun şevkatli dokunuşları insana nasıl zarar versin. Bana vermezdi. Vermezdi.

 

Şu an kurtulsa ben parmak izlerinin zehrine razıydım. Pişmanlık ve vijdan azabının şehrinden ne kadar kötü olabilir ki?

 

 

Senin yüzünden!

 

Hayır benim yüzümden değil. Ben sadece plan yaptım. Değil mi? Neden benim yüzümden oluyor ki? İstemezdim zaten böyle olmasını.

 

Senin yüzünden! Plan senin. Sen ikna ettin. Tehlikenin farkındaydın. Seni uyardılar. Onları uçuruma sen sürükledin.

 

İçeriye, masa başında duran ve ne yapacağını bilmeyen ekibe göz gezdirdim. Sonra tekrar ekrana Selen'e baktım. "Asya, İyi misin?" dedi Alex endişeli gözlerle. Şu an kıyamet kopuyordu ve o benim iyi olup olmadığımı mı soruydu?

 

Gözlerimi ondan ayırıp tekrar ekrana çektim.

 

Senin yüzünden. Her şey bitti.

 

Hayır! Son taşı da kaybedene kadar satranç tahtasından kalkmayacaktım. Tekrar Alex'e döndüm. "Sanırım bir planım var." Alex önce beni süzdü. Sonra iki adım geri çekilerek bana istediğimi yapma yetkisi verdi. Üstelik ne yapacağımı, planının ne olduğunu sormadan.

 

Önce İdın konusunda açıklık getirmek istedim. "İdın, köpek tehlikeli görünüyor mu?" "Yok ya. Sadece her an zinciri kopartıp beni parçalayacakmiş gibi bakıyor." Félix kafasını hızla bana çevirdi. Gözleri o kadar çok açılmıştı ki. Normal bir zaman olsa uzun süre gülerdim. "İdın eline bir cam al ve saninle tekrar iletişime geçmemi bekle." İdın'a eline cam al dedim. Ben. Hayvanlar ve insanlar arasında asla seçim yapmayacak yapsa bile hayvanları seçecek ben? Az önce bir insana gerekirse bir hayvana zarar vermesi için taktik mi verdim?

 

"Asya?" dedi İdın. Onunla daha önceden bahçede yaptığımız konuşmayı hatırlamış gibi. "Emin misin?" dedi. Diğerleri anlamadı konuyu ama İdın bu tutumumu biliyorudu. İdın... Şu an söz konusu kişi İdın'dı ve ben hâlâ aynı fikirdeydim. Tuhaf. "İdın ne dediğimi biliyorum. Dediğimi yap!" Dedim baskın bir sesle. "Ama sen dedin ki-" sözünü kestim. "Lânet olsun İdın. Ne dediğimi biliyorum. Ama şu anda bunu diyorum. Dediğimi yap!"

 

Çok zayıfsın Asya.

 

Şimdi olmaz içses, sonra. Şu an onların bize ihtiyacı var.

 

Arkaya masalardan birine ilerledim. "Mex bana Köpük'ü bağla." Bir masaya oturdum ve kulaklığı kulağıma taktım. "Üç numaralı masa." Bağlantı sağlanınca Köpük'e seslendirm. "Köpük? Sürüyü topla. Binayı arayın. Pencerelerden içeri bakı. turuncu savaşçıyı bulun. Gerekirse kuşlar içeri girsin bazı odalar iç içe." "Ama Leydim-" dedi Köpük. Sözünü kestim. "Köpük onu bulun dedim! Hadi acele." "Nasıl isterseniz leydim". Yerimden kalkıp tekrar İdın'ın yanına ilerledim.

 

"İdın kapıya doğru git biz seni yönlendiririz." "Şey, peki." Mex'e döndüm bana afallayarak bakıyordu. "Hadi Mex!" Sonunda bir rüyadan uzanır gibi haritayı açtı. O İdın'ı yönlendirirken masaya döndüm. "Köpük?" "Leydim. Aramaya devam ediyoruz. Hepimiz farklı bölgelere dağıldık." "Köpük acele edin." Mex İdın'ı yönlendiriyordu. "Şey, bu kapı kilitli." Dedi İdın. Maria ve Mex arasında bir bakışma geçti. "Kilit kısmı görünüyor mu?" Dedi Alex. İdın'a silah vermemiştik. Şu an bu bile bir pişmanlık sebebiydi.

 

"Öyle değil. İki kapılı, hani restoran kapıları olur ya. Öyle. Ama asma kilit ile kilitlenmiş." Sizi temin ederim bizim restorandan öyle kapı yok. Ki olsa babamları ikna eder kaldırmaları için elimden geleni yardım. Şu an o kapılara bir düşmanlık beslemiyorum değil.

 

"İdın elinde bir zincir bileklik vardı yanılmıyorsam." "Evet?" Gözlerimi kapatarak zinciri düşünmeye çalıştım. "Ucu uzun, katlanıyordu, kıskaçlı gibi. Onunla kilidi açmaya çalış." Bir süre sessizlik oldu. "Peki. Denerim." Sonra kilitle oynama sesleri. "Asya olmuyor." Düşün Asya düşün. "İdın kilitin metal kısım ile o girdiği yer arasında boşluk var mı?" "Eğer dediğin şeyi doğru anladıysam evet."

 

Gözümün önüne bir asma kilit getirmeye çalıştım bu sefer. "Peki sağ tarafına o zincirin ucunu sok ve çevir. Asma kilitlerde kilidin ucu boşluğa girer eğer demir kısmı kurtarursan kilit açılır." Ve ekledim. "Nerden bildiğimi sormayın." Bir süre tekrar tıkırtı sesleri geldi. "Oldu." Sevinçle doğruldum. Alex araya girdi. "Mex çıkış hangi tarafa bakıyorsa oraya bir ekip gönder."

 

Mex bir şeylerle ilgilenirken kulaklıktan köpüğün sesi geldi. "Leydim, kızı bulduk." Heycanla doğruldum. "Nerde?" "Kuzey cephesi doğudan üçüncü pencere olan oda. "

 

Hızla Mex'e döndüm. "Kuzey cephesinde doğudan üçüncü pencere." Mex hemen haritayı açtı. "Lusita sanırım seni bulduk. Ordan çıkamazsın ama hemen yardım ekibi göndericez." dedi Mex. "Tamam ama ben iyi hissetmiyorum. Ben... boğuluyorum."

 

"Lusita kendini kusturmaya çalış." dedi Félix. Fakat eğer kana karışmışsa etki etmeyeceğini bence o da biliyorudu. "Ta, tamam."

 

İdın iki görevliyle birlikte bir arabaya bindi. Omzuna bir ceket atmışlardı fakat kanaması olduğu rahatlıkla görünüyordu. Sonra bir ekip Lusita'yı çıkarttı. Adamlardan biri onu kucağına almıştı. Koridordan geçerek bir kapıdan onu çıkarttılar.

 

İkisi de hiç iyi görünmüyordu.

 

Eh tüm bu zaman içerisinde Selen Caner ile baş başa kalmıştı. Evet, etraflarında elliden fazla insan vardı fakat insan dediğin kalabalıkta da tek kalmaz mı? Selen de işte böyle tekti tehlikeyle.

 

Alex'e dönüm. Evet, Lusita ve İdın'a yardım etmiştim ama Caner konusunda ne yapacağımı ben de bilmiyordum. "Ben Caner'i ne yapacağımı bilmiyorum." dedim, gözlerinde hapsolarak. Kendinden emin, çenesini kaldırdı. "O iş de bende."dedi. Sonra telefonunu çıkarttı. "Arthur? İkinci plana başlayın."

 

İkinci plan? Bu arada Arthur neredeydi? Gözlerimi ona çevirdim. "Caner daha önceden hazırladığımız bir mekana götürülecek iki gün gözetim altında tutulucak. Takip edilmediğinden veya bir tehlike olmadığından emin olmak için. Arthur, Hyun Su, Zoe ve iki sağlık görevlisi orda." Ona hâlâ şaşkın gözlerle bakmaya devam ediyordum. Bunu nasıl düşünmüştü?

 

Senin de düşünmen gerekirdi. O zaman tehlikeye düşmezdiler. Onları kurtardın ama ikisi de yaralandı. Senin yüzünden! Bak Alex'in plana dahil ettiği savaşçı iyi. Demek ki sorun sende.

 

Kafamı yere çevirip gözlerimi kıstığımda kafamdaki sesler ve baş ağrısı canımı yakmaya başlamıştı. Ben kendimi istediğim kadar haklasamda o beni suçlu tutucaktı. Gerçekten suçlu muydum?

 

Eğer suçlu olmasan şu an kafan eğik durmazdı. Suçlu olmasaydın dik dururdun.

 

İşin kötü yanı ne biliyor musun? Kafamı kaldıramadım.

 

😔

 

 

Ben, Félix, Öykü ve Alex; İdın ve Lusita'yı bekliyorduk. İdın'ı yeni getirmişlerdi. Daha Félix İdın ile ilgilmeye başlamadan Lusita'yı getirdiler.

 

O çok kötü haldeydi. Yüzü sararmış ya da yeşil olmuştu. Emin değilim o sıra renk algılarımı bile kaybetmiştim. Mavi olmuş bile olabilirdi. Fakat emin olduğum tek şey bunun normal rengi olmadığı. Ayakta zor duruyordu. Çok kötü durumdaydı. Saçı makyajı dağılmış gözleri kızarmıştı.

 

İdın da ona oranla daha iyiydi fakat onun da rengi solmuştu. Üstündeki kaban ve kazak çıkartılmış göğsü tamamen çıplaktı sadece bastırmadan bir havlu tutuluyordu.

 

Öykü Lusita'ya doğru bir adım attı. "Lusi?" dedi gülümseyerek. Biz burda korkudan ölüyorduk ama o gülümsüyordu. Ve eminim ki en çok da o korkuyordu.

 

İlerden koşturarak Atlas geldi. Elindeki bir paketi Félix'e uzattı. "Félix, buydu. İçeceğe kattıkları şey." Dedi nefes nefese. Şu an ortam çok karışıktı. Aynı beynimin içi gibi.

 

Félix paketi alıp inceledi. Kafasını hızla kaldırınca benimle göz göze geldi. Gözlerindeki korku beni de korkutmuştu. Öykü Lusi'ye döndü. "Önemli bir şey yok sakin ol tamam mı bahçıvan? Değil mi Félix." Fakat Félix konuşamadı sadece yutkundu.

 

Ben sadece onun gözlerindeki korkuyu gördüm. Ama Öykü o korkuyu hissetmişti. Ve hâlâ sakin mi duruyordu?

 

"Bir şey yok Tatlım." dedi. Sonra arkasını dönüp Félix ile konuşacakken Lusita yere yığıldı. Korkuyla öne atıldığımda Öykü çoktan onun yanina diz çökmüştü. "Öykü? Ben..." Dedi Lusita. Devamını getirmedi Öykü'ye uzandı ve boynuna sarılarak ağlamaya başladı. "Çok, çok acıyor." Dedi bozuk Türkçesiyle. İçimin yandığını hissettim. Öykü onun saçlarında elimi gezdirdirdi. "Hey hey bir şey olmiycak. Sana bir şey olmiycak. İyi olacaksin bana güven." dedi gözleri beni buldu. O da bu sözleri bana güvenerek vermişti. Benim elimden ne gelirdi ki?

 

Sen de ona söz vermiştin Asya. Ona bir şey olmayacak demiştin. Ne oldu?

 

Alex onlara yaklaştı. Bir elini sessizce Öykü'nün omzuna kattı. Öykü istemeyerek geri çekildi. Alex eğildi ve yavaş hareketlerle Lusita'yı kucağına aldı. Lusita onun göğsüne kafasını katıp hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.

 

İşin bir diğer acı yani, Alex bu olanları ve şu an hissettiklerini asla unutmayacaktı.

 

Lusita'yı revirdeki bir odaya kattılar. Félix ona doğru ilerleken durdu ve İdın'a baktı. Sonra dönüp Lusita'ya baktı. Yutkundu fakat boğazında oluşan o yanmayı ben bile hissettim. "Ayşe, İdın ile ilgilen lütfen ben, ben Lusita'ya bakmalıyım." dedi emin ama titrek bir sesle.

 

Sevdiği kişi yaralıydı ama o iyi bir doktorun yapacağı gibi önceliğini durumu kötü olana ve ona ihtiyaç olan tarafa çevirmişti.

 

İdın'a döndüm. Sadece tepkisini merak ettim. Gülümsüyordu. Gurula gülümsüyordu. Evet, gurur duyulacak bir şeydi bu. Ama bu içimin yanmasını engellemiyordu bir türlü.

 

İdın bir odaya Lusita bir odaya alındı. Alex ve Öykü hâlâ Lusita'nın yanındaydı. Maria aşağı indi ve İdın'ı kontrol etti. Sonra koridora yanımıza geldi. Ben hâlâ ayakta duruyordum. Ne mi düşünüyordum? Hiç bir şey. Beynim ve kalbim çelişiyor ama bu yarışı bana karşı zalim olan tarafım kazanıyordu.

 

Sen suçlusun! Senin hatan!

 

Artık kendi içimde bile karşı gelecek gücüm yoktu.

 

Harbi ben neden masumdum? Ya da neden Suçluydum? Bunu bile ayırt edemeyecek haldeydim şu an.

 

"Senin hatan!" Kafamı kaldırdım bu ses içsesime ait değildi bu sefer. Atlasa aitti. "Ne?" dedim güçsüz bir sesle dik tutmaya çalıştığım duruşuma tezat. Dik durmak bazen harbi zor olabiliyormuş.

 

"Senin yüzünden. Plan senin değil mi? Senin! Onları sen tehlikeye attın. Bir plan yaptın ve senin yüzünden üç savaşçı tehlikeye girdi ve ikisi yaralandı. Ya daha kötü olsaydı? Ya bunların altında başka işler yatıyorsa. Çok bencilsin. Ya asıl planın buysa? Dik duruşunun altında ezik kişiliğin duruyor. Sadece kendini düşündün. Kendini ispatlamaktı amacın. Sadece zarar verirsin bize. Eminim ki Alex'in yaptığı tek hata sen olacaksın. Sadece bir hatasın! Değil bir lider olmak savaşçı olmayı bile hak etmiyorsun. Sen bu amaca aykırısın."

 

Gözlerimi ona diktim. "Ordan bakınca bunları istiyerek yapmış gibi mi görünüyorum. Hem kenimi ispatlamak istediğimi söylüyorsun hem de asıl planın bu oluğunu. Karar ver hain miyim, bencil miyim, yoksa aptal mıyım?"

 

Bir an afalladı. "Sen, sen... İğrençsin. Şu an iki savaşçı senin yüzden yaralandı. Özellikle Félix ve Öykü'nün çaresizliğini gördün ama hâlâ kendini beğenmişce konuşuyorsun. Dediklerime karşı gelme çabasına bile girmedin. Sen iğrenç bir insansın!"

 

Sustum. Ama söyleyecek sözüm olmadığı için değil. Haklı olduğu için sustum.

 

"Atlas!" dedi Maria, uyaran bir sesle. "Onu gördüm. Verdiği çabayı gördüm. İdın ve Lusita'yı o kurtardı." Atlas burnundan homurdanma ve gülme arası bir ses çıktı. "Onların zarar görmesini sağlayan da o. Sadece yapması gerekeni yaptı." Maria önüme geçti. "Hayır, istiyerek yapmadı ya. O da bir savaşçı o da bizden biri. Umarım boş yere onu suçladığının farkındasındır."

 

Elimi Maria'nin omzuna kattım. Omzunun üstünden bana baktı. Başımı yavaşça salladım. "Zamanı değil." dedim fısıldayarak. Maria elini cebine kattı. Köstekli bir saat çıkarttı ve saate baktı. Geri kafasını kaldırıp bana gülümsedi. Aynı şekilde fısıldayarak karşılık verdi. "Evet, haklısın. Şimdi zamanı değil."

 

¿

 

O akşam saat gece yarısını gösterdiği zamanların birinde elinde tepsiyle revire çıktım. Félix tüm gün revirdeydi. Ona yemek götürmek istemiştim. İdın iyiydi sadece ne olur ne olmaz diye akşamı revirde geçirecekti. Bugün Fèlix'in Ayşe dediği hemşire üniformalı kadını gördüm. "Şey Félix için gelmiştim." dedim. Gülümseyerek beni bir kapıdan geçirdi. "İçeri geç. Çok iyi yaptın. Bayağı yoruldu o da." Kafamı salladım. "Peki Lusita?" Kafasını çevirip koridora baktı. "Bunu onunla konuşsanız daha sağlıklı olur." dedi. Kafamı salladım.

 

"Félix?" dedim fazla yüksek olmayan bir sesle. Burası bir oda değildi. Tekar bir koridor çıkmıştı. Koridorlarda dört oda vardı ve odaların kapısı yoktu. Odalar içe doğru kıvrılıyordu. "Burası?" dedi Fèlix'in sesi. Anlayarak üçüncü odaya ilerledim. "Hmm çok." dedi İdın'nın yoğun sesi.

 

Asya biraz eğlenmek ister misin?

Neden olmasın içses.

 

Odaya göz attım. Fazla büyük değildi bir sedye bir sandalye ve bir komodin vardı fakat işin eğlenceli yanı sedyede oturur vaziyette duran İdın ve ona eğilen Félix'ti. İdın bacaklarını açarak aşağı sarkıtmış Felix de arada duruyordu. Bir elini duvara dayamış diğer eli de İdın'ın sargı olan çıplak göğsünde bir yerdeydi.

 

Kıkırdadım. "Hoo!" dedim gür bir sesle ikiside yerinden sıçrayarak bana döndü. "Hipokrat yeminini hatırla doktor." dedim alayla. İdın kızarırken Félix gülmeye başladı.

 

Félix bir elini ensesine götürdü diğer eli ile de beni içeri buyur etti. İçeri girerek tepsiyi komodinin üzerine bıraktım. Onlara alayla sırıtmaya devam ettim. "Bir dahakine kitlenebilir kapısı olan bir yer seçersiniz artık." dedim. İdın bana yastığı fırlatınca ve yastık tam yüzüme çarpınca geri teptim. "Öküz! Yaralısın sen yaralı gibi davran." dedim gülerek İdın da güldü.

 

Félix uzaktan bizi izliyordu. Kafasını salladı. "Şu an savaşçılar arasında ikinci bir İdın var ve ben buna sevinemiyorum." dedi. Anlamayarak İdın'a döndüm. "Bizi birbirimize benzetiyor." Dedi. Omuz silktim. "Bunu söyleyen ilk insan değilsin. Karargahın yarısı bizim kardeş olduğumuza kendini inandırmış durumda. Hoş, benim de anneme ve babama hesap sormama az kaldı." İkisi gülünce bende eşlik ettim.

 

"Neyse sana yemek getirmiştim de sen yemekten önce tatlı yemeye başlamışsın bile." dedim pis pis sırıtarak. İkisi de kızardı. Kıkırdadım. "Neyse siz daha fazla filliboya renk paleti olmadan ben kaçayım. Size afiyet olsun. Yemek için yani." Takrar kahkaha attığımda ikisi duvarları izliyordu. Kıyamam ne tatlı ponçiklersiniz siz öyle.

 

🖤🤎

 

 

Gece boğulduğumu hissederek terasa çıkmıştım saat üçü geçiyordu en son.

 

İşe yaramadığını bilerek derin bir nefes daha aldım.

 

Lusita'nın test sonuçları açıklanmıştı bile. Şu an iyiydi ama biraz riskliydi. Sinirlerine saldıran bir zehir olduğu için bir süre durduğu yerde acı çekecekti. Evet, Félix ona yardım ediyordu ama en az iki gün boyunca acıyı hissedecekti. Öykü bunu, yani Lusita'nın nefes aldığında hatta kalbi attığında bile acı çekeceğini öğrenince hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Alex onun Lusita'yı görmesini yasakladı. Bir süre Alex'e yalvardı ama Alex kararlıydı. Bu ona zarar verirdi. Her iki anlamda. Hem o acıyı hissedicekti ve onun da canı yanacak, sağlığına zarar verecekti hem Lusita'yı o halde görmek onu üzecekti.

 

İç sesim susmuyordu.

 

Senin yüzünden! Onu bedeninde acı çekmeye sen mahkûm ettin. Keşke sen de hissetseydin acıyı, sen daha çok hak ediyorsun.

 

Keşke...

 

Öykü orda ağlarken sadece onu izlemiştim teselli bile etmemiştim.

 

Ellerim saçlarıma giderken tekrar iç çektim. Şu an başım çatlayacak gibi ağrıyordu ama Lusita acı çekerken ben daha fazlasını çekmeliymişim gibi geliyordu.

 

Şu dünyaya fazlalık olmaktan başka ne için geldin Asya? Bak bir insana daha zarar verdin. Birilerine iyi gelmeyi unut sen herkese kötü geliyorsun.

 

Sinirle tırtıklı duvara yumruk attım. Kemiğimin üstündeki deri hasar görmüştü. Tüm ağırlığımı parmaklıklara verdim.

 

Gerçekten bu sefer fena çuvallamıştım. Toplantıda Atlas ve Zoi açık açık nefretlerini belli etmişti. Arthur ise tarafsız gibi görünse de soğuk davranıyordu.

 

Kafamı eğdim. Omuzlarım dik duramayacak kadar ağırdı resmen. İnsanlar yokken rol yapardınız fakat gece çöküp yanlız kalınca rol yapmak masal olarak kalıyordu.

 

"Zor bir gündü ha?" ses Félix'e aitti. Geldiğini fark etmemiştim bile. Başımı kaldırıp ona döndüm. "Biraz." Yanıma gelerek o da dışarıyı izlemeye başladı. "Kendini suçlamayı kes. Bundan daha zekisin." Omuz silktim. "İstediğin kadar zeki veya aptal ol. Her zaman ruhunun bir kenarında seni suçlayan bir parçan olacak." İç çekti. "Çünkü yalnız savaşıyorsun Asya. Kendini bize ispatlamaya çalışıyorsun ama bizden biri gibi davranmıyorsun. Gece dertlerin ile tek başa çıkmaya çalışıyorsan asla bir yere ait değilsindir."

 

Bak İsimsiz, kaçtığımız o gerçeği Şifacı yüzümüze vurdu.

 

"Ne yapayım Şifacı? Var mı bana bir ilacın?" dedim alayla. "Evet, mesela kendine bir yer seç. Ait olduğun yeri seç. Kimin yanında mutlusun gibi klişe maddelerde ilerleme. Kime içini döküyorsan kiminle birlikte ağlayabiliyorsan sen oraya aitsin." devam etti.

 

"Bana göre insanların gözyaşları gülüşlerinden bile daha değerlidir. Eğer mutluluk için akıyorsa o yaşlar, güldüğünde bile sahip olmadığı bir mutluluğu yaşıyordur o an. Eğer üzgün olduğu için akıyorsa, gülüşünü bile engelliyordur o yaşlar. Ve insanlar öldüklerinde gülümseme değil göz yaşları bırakırlar ardlarında."

 

Şaşırarak ona döndüm. "Belki bencilce gelir ama ben öldüğümde insanlar 'o artık mutlu, melek oldu' gibi şeyler demesin. Ben yaşadığımda acı çekiyorken ben öldüğümde insanlar onların mutlu olmasını istediğimi düşünüp gülümsemesin. Değer verdiğim gözyaşlarından bağışlasınlar bana."

 

Bir süre gözlerini inceledim. "Deme öyle. İdın bir devreye girer tüm dengen terse döner." Başını yavaşça salladı. "Savaşçılar istisna. Hepsinin tahmin bile edemeyeceğin kadar çok acısı var. Bu acı ruhlara bir de ben acı olmak istemiyorum."

 

"Neyse, boş ver ölümü, biz konumuza dönelim. İçsesini değiştirmem ama bunun hataysa bile sadece senin hatan olmadığını söyleyebilirim. Hem kendini suçluyorsun ama onay veren kişi Alex. Kendini suçladığın sürece Alex'i de suçlamış oluyorsun. Sana destek olan kişi de Öykü. İkisi de fazla yıprandı bugün. Onları suçlamayı hakkın var mı?" Başımı olumsuzca salladım. Sustum ama ikisi de bana güvendikleri için acıyı çekmişti.

 

Hayır! Derin bir nefes aldım. "Ben sanırım, Lusita'ya bir şey olacak diye çok korktum ve sağlıklı düşünemiyorum. Hem bir de zehrinin etkisi..." Félix elini omzuma kattı. "Kötü ihtimalle iki gün sürer Asya. Hem ben varım hemde ilaçlar. Evet, hissedecek fakat çok değil. Bu konuda kendini suçlamayı bırak." Yalan söylüyordu ben iyi hissediyim diye yalan söylüyordu ama bu Lusita'nın acısına ihaten değil mi? "Şu şerefsizi karargaha getirdiklerinde ne tür işkenceler uygulayacağını düşün." kıkırdadım. "Senin şu iki yılan çocuğu dövdüğün videoyu ben de izledim. Eli öpülecek insanlardansın." Bu sefer kahkaha attım.

 

"Bak işte böyle gül. Göz yaşları nedeni olduğunda değerli sadece." Ona sarıldım. "Teşekkür ederim Şifacı. Sana boşuna Şifacı dememişiz." Kocaman gülümsedi. "Lakabıma layık olmak için elimden geleni yapacağımı söylemiştim."

 

Félix yanımdan ayrılıp 7. odaya gitti. Sanırım artık dinlenmesi gerekirdi. Ben de 2. odaya gittim. Telefonumu elime aldığımda saatin beşe geldiğini görünce ufak çaplı bir şok geçirdim. Alex sabah bir toplantı düzenleyeceğini söylemişti. Saat yedide olacaktı toplantı. O saatte karargahta olanlar katılacaktı.

 

Ertesi sabah toplandığımızda pek bir şey konuşmadık. Eksikler; Lusita, Félix, Umut, Melodi, Ada, Maria ve Hyun Su idi. Hyun Su neden gelmedi bilmiyorum. Maria sanırım migreni tuttuğu için dinleniyormuş. Ada zaten yoktu. Melodi ve Umut evlerindeydi ve Alex gelmelerine gerek olmadığını söylemişti. Eh Lusita'ya girmiyorum.

 

Alex İdın'a döndü. "Félix neden yok İdın?" İdın omzunu kaldırdı. "Bilmiyorum ben direkt revirden indim. O yoktu aşağı indi sandım." Araya girdim. "Dün çok geç saate kadar ayaktaydı. Dinlenmeye gittiğinde saat beşe geliyordu büyük ihtimalle uyanamadı." Alex çenesini sıvazladı. "Olabilir. Çok yoruldu dün." Durup tepkime baktı sonra gözlerini tekrar masaya çevirdi.

 

"Nerden biliyorsun?" Anlamayarak Atlasa döndüm. "Anlamadım?" "Fèlix'in dinlendiği saate kadar diyorum nerden biliyorsun?" Göz devirdim. "Dün onun yanındaydım, yanımdan ayrıldığı gibi direkt 7. odaya gitti. Zaten yorgun görünüyordu." "O saatte yanında ne işin vardı?" Bu sefer kafamı çevirip sert bir şekilde ona döndüm. "Sanırım anlatamıyorum. Dün uyanıktım. Hava almaya terasa geldi. Bende oradaydım, bir süre konuştuk. Gitti." Atlas anlamadığım bir şeyler mırıldığındı. "Çok boş detaylara odaklanıyorsun. Detaylar iyidir fakat hava yağmurluysa suyun pH'ı önemlidir, düşüş hızı önemlidir olmadı ne kadar alana yağdığı önemlidir. Bir yaprağa kaç yağmur daması düştüğü değil."

 

Atlas bu tepkimi beklemiyor olacak ki dondu. Eh diğerleri de. Öykü gülünce odağımız ona kaydı. "Arkadaşlar lütfen duygu geçişlerinize dikkat edin, yetişemiyorum." Gülümsedim. Ortamın gerginliğini atmıştı. Arkama yasladım. Dik durmak bile şu an yorucu geliyordu.

 

Bir süre savaşçılardan ve benle Ada'nın cumartesi gireceğimiz sınavdan bahsettik. Alex bunu daha fazla uzatmak istemiyordu. Karargah daha falza karışmadan olsun bitsin istiyordu.

Sanki çıkacak karışıklığı önceden hissetmiş gibi.

 

Caner'in sorgusu pazar gününden itibaren başlayacaktı. Eski merkezlerine gönderilecek teknik ekip şimdiden belirlenmişti. Uzun bir hafta sonu olacaktı anlaşılan. Şu an zaten yeteri kadar yorgundum. Daha ötesi vardı, yatmamıştım ama tek yorgun olan ben değildim. Hepimizin üstünde bir yorgunluk vardı. -belki toplantı sabahın yedisinde olduğu ve hâlâ bir kısmımızın üstünde pijama olduğu için de olabilir.-

 

Ama değerdi tüm bu yorgunluğa. Çünkü, Adalet için.

Bölüm : 27.12.2024 18:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...