***
Kaybedecek bir şeyi olmadığında anlar insan elindekilerini harcadığını ya da hayatın hiçbir şey vermeyip, onu harcadığını...
***
Bugün ben; Evet, ben: Asya Ersöz. Resmi olarak bir savaşçı olacam! Bu gün ben sınav olacam. Hayatım boyunca hiç bir sınav için sevinmemiş ve bu kadar heyecan duymamıştım.
İkinci odadan çıkıp savaşçı asansörünün tuşuna bastım. Benim kata gelip kapı açıldı. İçerde Félix vardı. Ona gülümseyerek selam verdim fakat içeride ateşli silahlar eğitmenini görmeyi beklemiyordum.
Şu adama çok kıl oluyorum. Sürekli gözü Fèlix'in üzerinde. -Yani bu son bir hafta gördüğüm kadarıyla.- Onu izlediğim süre boyunca içimde bir huzursuzluk vardı. Tüm iç güdülerim onu görünce 'Tehlike!' diye haykırıyor. Yüzümdeki gülümseme soldu ve gözlerimi ona diktim. "Burası savaşçı asansörü." Félix elini koluma kattı. "Sorun yok. Sadece diğer asansör en üst kattaydı. Beklemesini istemedim." Ona döndüm. "Félix kurallar."
Savaşçılar, savaşçı asansörüne binerdi. Teknik ekip, Gözcüler, Koçlar ikinci asansöre, geri kalan temizlik yemek vesaire işlerle ilgilenen ama sadece vakıf çalışanı olanlar üçüncü asansöre binerdi ama o her kata gitmiyordu. Neden böyle bir kural vardı bilmiyorum ama illa bir nedeni vardır. Yani sanırım.
"Bir seferlik istisnadan zarar gelmez." Gözlerimi kıstım. "Kurallar hepimizin iyiliği içindir Félix." Félix göz devirdi. "Aynı Alex gibi konuştun." Önüme döndüm. "Alex diyorsa vardır bir bildiği."
"Efendim. Sorun olacağını düşünmemiştim. Onun hatası değildi hem." Küçümseyen bakışlarımı tekrar adama çevirdim. "Sordum mu?" Şaşırdı.
Ya öyle tuş olursun.
"Anlamadım."
"Sormadım."
Tekrar yüzümü inceledi.
"Anladım."
"Güzel."
Geri önüme döndüğümde zaten bana söylenen kata gelmiştim. Ben ve Félix inerken o asansörde kaldı. Felix'e döndüm. "Hadi sor." Felix'in soru sormaya çekindiği her halinden belliydi. Kafasını çevirip yüzümü süzdü. Benden kısaydı. Ama bir kaç santim sadece.
Uzun olmayı seviyorum.
Mutluluk.
İnsanlar sana ucubeymişsin gibi bakıyor Asya.
Evet ve öyle bakmak için kafalarını kaldırmaları gerekiyor.
"Alex bir savaşçı buldum dediğinde kendisinin aynısı bir savaşçı getireceğini tahmin etmemiştim." Anlamayarak ona baktım. Önce İdın'a benzetildim şimdi de Alex'e mi?
"Sadece başarılar dilerim. Sınav sonucun ne çıkarsa çıksın duruş olarak çok güçlü olduğunu unutma." Dalga mı geçiyorsunuz? "Ben her alanda güçlüyüm." Félix güldü. "Ona karşı gelmem. Sadece bu sınav biraz farklı."
Ben kaç yüz bin sınava girdim birader bu ne ki? Kardeşim Türkiye Cumhuriyetinde her kapının girişinde ayrı bir sinav var. Ben ki matematik de full faktöriyel olan otuz klâsik sorulu sınava girdim.
Sadece faktöriyel deme tüm onuncu sınıf kabusum o faktörler konusu olabilir.
Peki o gün?
O gün kâbus değil cehennemdi içses.
Ben ve Ada bir salonda durduk. Karşımızda Radar vardı. Bize puan sistemini anlatıyordu. Bu kıza da ne çok görev veriyorlar ya. "Beş sınava gireceksiniz. Biri atış sınavı. O kolay merak etmeyin. İkinci güven sınavı. Görünce anlarsınız. Üçüncü dövüş, yorum yok. Dördüncü ikna sınavı. Pek kolay değil ama zor da değil. Son olarak beş sürpriz. Onu fazla kafaya takmayın derim. "
Aceba neden? Bu sınavları kim seçmişti böyle?
"Koçlar ve eğitmenler size her sınav için sıfır ile üç arası puan vericek. Ne kadar iyi yaptığınıza göre değişecek. Bunun haricî yetenek ve beciriden de puan alırsınız. Mesela ikinizin de ilk yardım belgesi olduğu için artı bir puanla başlayacaksınız." Tamam ben geçtim. Bende ne ararsan var, aç köpek gibi ne gördüysem eğitimini aldım. -bu bence iyi bir şey ama Ada'ya göre işsizlik.-
Ya Ada. İşsizlik de sen. Şu an ben seni geçtim bile.
"Yeteneğinize göre de puan alırsınız. Üzgünüm Ada ama sen burdan puan alamiycaksin. Ayrıca hangi savaşçılara yedek olacağınız da önemli. Şu an en yüksek puan 09 ile İdın." Ada elini kaldırdı. "Puanı aynı olan savaşçılar neye göre sıralanır?" Radar çekingen bir şekilde gülümsedi. "Yeteneğine göre." Ada yanaklarını sisirdi. "Ya hadi ama! Burda ayrım var, normaller ayrı tutuluyor." Radar kıkırdadı. "Biz normaller gibi ayrım yapmayız. Onlar bizi kendilerine benzetmediği için dışladılar. Sözüm meclisten dışarı. Elimizden geldikçe adil olmaya çalışıyoruz. İdın çok görevli, dövüş, oyunculuk ve güçlü bir yetenek. Gelip de onu sadece bilgisayar işleri ile ilgilenen ve yeteneği olmayan Mex ile eşit tutsak haksızlık olur."
Adalet savaşçıları kendi aralarında bile adildi. Adalet böyle kendi aralarında bile adam ayırmayan insanlara emanetti.
"İçinizi rahatlatacak bir diğer bilgi de bu puan olayını yöneten kişi tahmin edebileceğiniz gibi Alex. Yani yeteneğiniz de sınavınız da emin ellerde." Tamam, ben güvendim.
"İkiniz ayrı gidiceksiniz. İlk Asya gidicek. Ada onu görmeyecek. Sürprizi bozmayalım değil mi?"
Beni bir odaya yönlendirdi. İçerde Alex silahla ilgileniyordu. İleride olan kameralarla bizi izlediklerine tamamen emindim.
Alex elindeki silahı bırakıp gülümseyerek yanıma geldi. "Silah seni biraz zorlayabilir ama ok ve yay da var. O konuda iyi bir puan alacağını düşünüyorum." Gözlerimi silahlara çevirdim. "Hayatım boyunca bir silah dahi elime almadım ve sadece zorlayacak mı diyoruz?" Alex kaşlarını çattı. "Cidden mi?" Başımı salladım. "Annemin silahlardan ödü kopar sence izin verir mi böyle bir şeye." Alex arkasındaki silaha bakıp bana döndü. Yüzünde silik bir gülümseme vardı. "Silah mühendisi olarak susuyorum."
Silahlara ilerleyip birini elime aldım. Buz gibiydi. Ölümü taşıdığı nasıl da belli. Ağırdı. Sanki taşıdığı yükü biliyor gibi ağırdı. Ama o nerden bilsin. Sadece bir makine.
Bu biraz tanıdık geldi, değil mi İsimsiz?
Alex yanıma geldi. "Heyecanlıyız bakıyorum. Önce güvenlik." Bir gözlük ve kulaklık taktı. Kafasını yana eğdi. "Eldiven ister misin? Ama bu biraz daha zorlar işini." Başımı olumsuz anlamda salladım.
Silahın bir bölümünü gösterdi. Elini buraya koyma ve namluyu çekerken dikkat et. Elin sıkışır." Başıma onayladım.
Bu eşek de dinleyecekti di mi Alex? Biraz sonra yara bandı ile geleceksin.
Nişan tahtasına ilerledim. Kilidi açtım. Namluyu çektim. Silahı kaldırdım. Nişan aldım. Ve ateş! Bir el daha. Ateş!
Kurşun özgür olduğu anda içime düştü sanki. Yutkundum. Bu aletle bir can aldığımı düşünmek bile şu an çok ağır geldi.
Bir kurşunun özgürlüğü bin hayalin çöküşü demekti.
"İyiydi. İlk atışa göre fena değil. Sıra ok ve yayda." Yanıma gelip çıkarttığım gözlük ve kulaklığı aldı.
Bildiğim bir şey olması bu sefer beni mutlu etti. Bir yay seçtim, iki tane de ok aldım ve kirişe yerleştirdim. Nefesini tut. Nişan al. Ve bırak. Kirişten kurtulan ok on bire geldi. Tekrar nefesimi tuttum, nişan al ve ateş. Bu sefer on ikiden vurunca gülümsedim.
Arkamı dönüp Alex'e baktım. "Güzel güzel. Ok ve yayda daha rahatsın." Evet çünkü ok ve yayda birini öldürme ihtimali daha düşük geliyordu.
"Bıçak son." İki bıçak alıp mankenin önüne geldim. El ve göz koordinasyonum çok kötüydü aslında. Sanırım ok ve yay hariç kaldım.
Bıçakları yemek yapmak hariç bir işte düşünmek zorudu fakat bir caninin elinde nasıl acı vereceğini az çok tahmin ediyordum.
Yerime geçtim ve bir bıçak fırlattım. Iska. Derin bir nefes alarak tekar denedim. Mankenin sağ tarafını hedef alsamda sol tarafına gitti ve oraya derin bir yara bıraktı. "Harika. Son atışın çok iyiydi." Yanlışlıkla attığımı hiç söylemeden gülümsedim.
İki atış yapmıştım her silahta. Ok ve yay iyidi. Bıçak idare ederdi ama ateşli silahlar... Sanırım sınavı geçtim ama iyi bir puanla değil. "Geçtim mi?" dedim Alex beni bir kapıya yönlendirerek. "Üçden başarılı atışın ver ama tabii geliştirilmesi için eğitim alacaksın."
Sanırım asıl eğitimlere şimdi başlicaz. Sıra yanılmıyorsam güven testinde idi.
Arka tarafa geçtiğimizde Ada'yı gördüm. Benim önceden olduğum odaya gelmişti o ve Hyun Su.
Sınav pek iyi geçmedi. Ada da benim gibi daha önce eline silah almamıştı. Ok ve yayala yaptığı atışlar beş parmağını geçmez. Bıçak desen... Daha mutfağa doğru düzgün girmeyen biri olduğu düşünülürse şaşırmamak gerek.
Bu sınavdan kalmıştı. Ama eline yay aldığı zaman çok güldüm. "Yaa ama yay zaten benim boyumda. Haksızlık bu. Kimse bana atış çalış bir gün savaşçı olacaksın sınavda götün tutuşur demedi ki. " Hyun Su hem gülmüş hem bunların kayıt altına alındığı ile ilgili uyarmıştı.
İkinci sınava geçtiğimizde yaklaşık bir buçuk, iki metre yükseklikte bir zikzaklı denge tahtası görmeyi beklemiyordum. Alex'e döndüm. "Güven testi kendime güvenmemi mi kapsıyor yoksa ecelin düşersem beni tam zamanında yakalayacağını mı?" Alex bir sargı bezi ile bana döndü. "Komikmiş ama hayır. Eğitmenine güvenini deniyor." Anlamayarak yüzünü inceledim.
Bana sargı bezi sandığım kumaş parçasını uzattı. "Bunu gözüne takacaksın oraya çıkınca. Ben seni yönlendiricem sen de ilerliyceksin." Tekrar tahtaya baktım ve hızla Alex'e döndüm. "Göz açık çok kolay olduğunu düşündüğünüz için mi bu? Yok bari bu kadar yüksekte olmasaydı." Alex omuz silkti. "Düşersen tutarım. Ama düşersen kaybedersin de." "Hayatımı mı?" Gülümsedi. "Sınavı."
Kafasını kaldırıp tahtanın boyuna baktı. "O kadar yüksek değil ya." Tahtanın yanına geçti. O daha uzun kalıyordu.
Merdiven yardımıyla tahtaya çıktım. İyi ama karşı tarafta merdiven yoktu? Sanırım atlamam gerekicekti. Elindeki kumaş parçasını gözlerime sardım. Korkuyordum. Düşersem ciddi bir şekilde yaralanabilirdim. Alt tarafı bir buçuk metre falandı tahta, en falza bileğim incinir ama beni korkutan bilinmezlikti. Görmeyecek ve bu sebeple düşünmeycektim de. Kimi kandırıyorum? Şu an bilinmezlik beni korkutsa da aşağıda Alex'in olması bir yandan saçama bir güven veriyordu.
"Peki yavaş adımlarla ilerle." dedi Alex. Dediğini yapıp bir adım attım. "Benim gibi bir dengesizi önce yüksek bir denge tahtasına çıkardınız sonra gözlerini bağladınız. Bari ambulansı hazır tutun." Alex güldü. "Yok düşmezsin." Umarım di Angelo, umarım. "Peki sağ tarafa adım at." Denge tahtasını aklımda canlandırmaya çalıştım. -Olduğu kadar.- fakat Alex söylemese adımımı atmaya cesaret edemezdim. "İki adım daha at." İki adım daha attım. Dengemi kaybedip sarsıldığımda çığlık attım. "Asya!" Ama ağırlığımı öbür tarafa vererek tekrar dengede durdum. Kalbim bir kuş gibi çırpınıyordu. Nefes düzenim bozulurken kendimi sakinleştirmeye çalıştım.
Sakin ol Asya düşsen en falza bileğin incinir. Yok bir şey. Falza yüksek değil. Alex aşağıda. "Tamam. Şimdi sakin bir şekilde sol tarafa doğru ben dur diyene kadar yürü." Yutkundum. Dediği gibi adım attım. Bir adım, iki adım, üç adım, dört adım... "Dur!" Beşinci adım havada kaldı. Ayağımı indirirken Alex beni uyardı. "Hayır, orası boşluk. Tekrar sol tarafa kat adımını." Dediği gibi ayağımı sola attım. "Bu sefer uzun bir yürüyüş yapacaksın, ortalama altı adım.
Ne kadar minik adımlar atarak yürüdüğüm düşünülürse fazla da uzun bir yol değil ama sen nasıl istersen Alex'cim. Altı ve yedinci adımı attım. "Dur! Şimdi sağa ben diyene kadar yürü." Dediği gibi yürüdüm. Başım dönmeye başlamıştı.
Sevgili beynim, lütfen yerinde dur! Düşersem bir daha çalışamayabilirsin. Seni korumak gibi bir harekette bulunacağımı hiç sanmıyorum. Sevgilerimle.
Ne saçmalıyorsun Asya?
Şu an bulunduğum yer ve yaptığım şey çok mu mantılı içses?
Tekrar dengemi kaybedince bu sefer harbi düşüyordum. "Çok az kaldı Asya." Düşüyorum hâlâ az kaldı diyor. Allah'ım sabır.
Cinayet sebebi. Yemin ederim cinayet sebebi.
"Şimdi sağa dön ve düz yürü ortalama üç beş adım sonra bitiyor." Dediği gibi yürüdüm. Bu arada yanlış hesaplama yapmıştı. Tam yedi adım atmıştım.
"Tamam bitti." dedi. Elim gözümdeki sargıya gitti. "Hayır, inene kadar açamazsın." Ney?! "Atliyim mi?" "Dur, elini ver." "Nereye?" Önce Alex'in elimi tutan elini hissettim. Sonra diğer eli belime gitti. "Şimdi atla." Keşke ona gözlerimi balık gibi açarak bakabilseydim. "Hayatta olmaz. İkimizde düşeriz ve seni hava yastığı gibi kullanmayı hedefliyor olabilirim." Güldü. "Sadece bana güven." Gülüşünü yediğim sen istersin de ben atlamaz mıyım?
Laf lafa gelince Alex bizim sadece arkadaşımız di' mi Asya?
Ben bu soruya cevap veremem.
"Ta, tamam." Boşluğa doğru attım adımımı ve beni kendine çekti. Eh çığlık atmayı ihmal eder miyim? Asla!
Alex beni belimden sardı. Sanki yerler lav oynuyoruz gibi ayağımı arkaya atarak havaya kaldırdım. Kafamı eğdim. "Düştük mu?" Düşmüş gibi miyiz Asya? "Yok, merak etme, düşmedik."
Yok bence düştük Asya.
Hemde çok iyi düştük içses.
Konunun ayaklarımin yere basması veya zemin ile hiçbir alakası yok. Tekrar oku.
Ayaklarım yere değince Alex den uzaklaştım. Gözlerimdeki kumaş parçasını hızla açtım. Elim buğlu gören gözlerime gitti. "Kör oldum!" Dedim gözlerimi avuşturarak. Alex gülerek elini belime yerleştirdi. "Gel kör kuşum, gel."
Tekrar aynı odaya geldigimizde görüşüm düzelmişti bile. Ada daha yeni gelmişti ve Hyun Su ona sınavı anlatıyordu. "Aklımda tek bir soru var." dedi Ada. "Bu sınavın amacı savaşçıları sakatlayarak kendinize bağlamaya çalışmak mı yoksa elinizde çok fazla savaşçı adayı var da seçenekleri mi eliyorsunuz? Yok burdan düşen ya ölür ya sakatlanır. Benim boyunun 1.64 olduğunu düşünürsek bence ben ölecekler gurubundayım. Ama tabii bu sınav görevlerde çok yardım edecek değil mi? Her an Caner beni karşısına alıp denge tahtasında yürütebilir."
Ben bir kahkaha attığında Hyun Su da gülüyordu. "Mizahtan sana ve Asya'ya puan vermeleri için elimden geleni yapacam fakat üzgünüm yavrum bu sınavı bitirilmesin önce." Ada dudak büzdü. Sonra gözünü bağladı ve tahtaya çıktı. Hani beterin beteri vardı ya. İşte o beter bendim benim beterim Ada. Kız zaten düz yolda yürüyemiyor. Aslında dürüst olmak gerekirse ilk iyi gitti fakat sonra işler biraz bozuldu.
"Sağa git." dedi Hyun Su. Ada ayağını sağa atınca boşluğa geldi ve dengesi bozuldu. "Hyun Su, burası boşluk!" Hyun Su onun önünde hazırda bekliyordu. "Benim sağım." Ada kafasını ona çevirdi ama Hyun Su öbür tarafındaydı. "İkimiz karşıya, aynı yere bakıyoruz. Sağımız solumuz aynı!" Hyun Su önce sol elini kaldırdı sonra sağ elini. "Solaklığın canı çıksın!" dedi. Ada tekrar araya girdi. "İyi ama sen sağ elini kullanıyorsun." Hyun Su'nun gözleri büyüdü. "Öyle mi?!"
Tekrar gülmeye başladım. Bunlar beni öldürecek. Hayır bu arada. Hyun Su solak Ada sadece sabrını zorluyordu ve bunun için çok yanlış bir zaman seçmişti. Dengesini kaybedince bu sefer düştü. Hyun Su onu tam zamanında yakaladı.
Hyun Su onu yere indirip gözlerini açtı. Ada'nın gözleri yerdeydi. Hyun Su çenesini tutup yüzlerini aynı hizaya getirdi.
"Ne oldu yavrum? Yaralandın mı, bir yerin mi incindi?" dedi endişeyle. Ada başını salladı. "İki sınavda da başarısız oldum. Ben beceriksizin tekiyim." dedi. O an orda olmam gerekirdi Ada'ya moral vermem gerekirdi ama ben orda değildim. Hyun Su vardı.
Ada'nın burnunu öptü. "Hey küçük bebeğim. Sadece sınav. Sen zaten bir savaşçısın. Bir Rezel'e göre hızlı uyum sağladın. Hiç bir sınavı geçemeyen veya sadece bir sınavı geçen savaşçılar da var. Bu sadece derece için. Sen bir Rezel'sin ve buna göre bir savaşçı ruhunu çok iyi taşıyorsun. Şimdi dik dur. Bileğindeki bilekliğin hakkını ver. Başarısız savaşçı yok. Biz burada insanları sınamayız. O acımasızların ve kurallardan, kalıplardan başka bir şeyi olmayan zavallıların işi."
Bak Alex ne eğitmenler var. Sen niye böyle şeyler demiyorsun bana?
Allah'tan kork Asya çocuk daha ne yapsın?
Banane, bak nasıl ponçik davranıyor Hyun Su.
Asya kafan mı güzel? Onlar sevgili.
Bu bir şeyi değiştirmez.
Bunun ayarlar yandı, alın şunu sahneden.
"Selen hazırlan." dedi Alex. "Tamam beş dakikaya iniyorum."dedi Selen.
Dur içses dur. Aklıma bir şeytanlık geldi. Daha doğrusu bir tedbir. İlerideki Arthur'a yaklaştım. Kendime sürahiden bir su doldurdum. Sonra ikisine döndüm. "Selen ve Arthur ister misiniz?" Arthur başını sallayınca arkamı dönüp bir bardağa su doldurdum. Bardağı Arthur'a uzattım. Arthur bir yudum aldı. "Tadı farklı." dedi. Başımı sallayarak elimdeki bardağı kokladım. "Evet, sanırım su yüzünden." dedim ve tek seferde tüm suyu içtim. Arthur da sanki komut vermişim gibi aynı şeyi yaptı. Sırıttım. Arkamı dönüp hiç bir şey demeden uzaklaştım.
Balık yemi yuttu...
§
Odaya girdim. Selen masada oturmuş beni bekliyordu. Tam da tahmin ettiğim gibi. Gülümseyerek karşısına geçtim. "Saat kaç?" Selen şüpheyle önündeki telefona baktı. "09:05" acı bir şekilde gülümsedim. "Tüm büyük kahramanların kaderi bu herhalde." "Anlamadım?" Onu takmayarak parmaklarımla saymaya başladım. "Bir on dakika daha bekle güzelim." Önce yüzüme baktı sonra tekrar telefondan saate baktı. "Sınav?"
Arkama yaslandım. "Gerek kalkmayacak." Paniğe kapıldığını az çok görebiliyordum. "Asya açık mı konuşsan? Sınavın var hem. Üçüncü sınav ikna ve oyunculuk. Bana bir yalan söyle ve inandırıcı olmaya çalış." Gür bir kahkaha attım. "Gerçekten mi?" Tekrar güldüm. "Çok güzel uymuş." Gözlerini kırpıştırdı. "Anlamadım?"
Ona yaklaştım. "Aptal!" Geri çekildi. "Ne?" Kafamı yana eğdim. "Arthur o suyu içti ve sen sadece izledin. İntikam vakti Afrodit. Sıra Avcı'da. Sizin felaketiniz ben olacam. Aptal liderin de sen de ve diğer hepiniz de ayakta uyudunuz. Lusita'ya verilen zehir nerden bulundu sandınız? Veya Caner görevden nasıl haberdar oldu?"
Selen dehşetle yüzüme baktı. "Bu sadece sınav için söylediğin bir yalan." Sesi şüpheliydi. Ben kazandım güzellik. Bu sefer masada duran telefonunu ben aldım. Ah kıyamam. Kilit ekranında Arthur ve onun resmi vardı.
"Son üç dakika. Yani ortalama." "Asya daha inandırıcı bir şey denemelisin." Tek kaşımı kaldırdım ve küçümseyerek baktım. "Liderin bana ölümüne güvendi tatlım. Ben Asya Ersöz. Karşımda duran herkesin sonu olmaya geliyorum. O kadar eminsin ki kendinden az önce önündeki bardağa avucundaki tozu attığımı fark etmedin bile." Elimi açarak çok az kalan toz kalıntılarını gösterdim.
O sırada suyu yudumluyordu. Tüm suyu püskürttü ama zaten iki yudum almıştı bile. Gözleri kocaman açıldı. Saate baktı. "Arthur?" O sırada kapı sert bir şekilde çaldı. Tekrar kahkaha attım. "Artık çok geç. Lui kazandı." Son cümle ile dehşete düştü. Eli beline gitti ve bir bıçak çıkartıp üstüme atladı. Bunu yapacağını tahmin etmemiştim. Masayı öne ittiğimde dengesini kaybetti. Onu belinden kavrayarak masaya dayadım bıçak onun boynunda duruyordu. "Şimdi beni birakıcaksın." Lânet olsun çok güçlüydü. Yeteneği ile konuşuyordu yine. "Olmaz Değerli. Bu sefer ben kazandım." Değerli kelimesini duyunca gözleri doldu. Bunu ben de bekleniyordum.
"Tamam Asya sınavı geçtin. Birinize zarar gelmeden uzaklaşın." Dedi Alex'in sesi Gülümsedim. "Yupi. Bu çek eğlenceliydi." Dedim ve bıçağı indirdim. "Ama... Ama-" diye sayıkladı Selen. "Anasını satayım ne dönüyor?" Tekrar çocuk gibi gülümsedim. "Bu sınavı da geçtim." Selen hâlâ balık gibi suratıma bakıyordu. "Ze, zehir? Lui!" Dudak büzdüm. "Zehir?"
Tekrar omuz silktim. "O sadece tedbirdi. Sınav oyunculuk diyince yalan söyleyeceğimizi az çok tahmin ettim. Arthur'a hiçbir şey vermedim. O su içer mi diye sorduğumda eğer oyunculuksa bunun üzerinden yalan söylerim diye düşündüm." Bardağa baktı? "O toz?" Bu sefer daha gür bir hakkaha attım. "Cebimdeydi. Dün Ada'nın evine gittim. Akvaryum var evlerinde. Balıklara ben yem verdim. Kumsal abla fazla olduğunu söyledi. İki üç tanesini cebime kattım sonra kutuya katarım diye. Unutmuşum. Sınavda o aklıma geldi."
Selen yüzünü buruşturdu. "Ben balık yemi su mu içtim?" Tekrar kahkaha attım. "Yok ya. Balık yemleri olur ya. Böyle küçücük küçücük. Ufalayarak suya atarsın. Onlardan iki tane ufaladım elimde. Fazla yoktu zaten. Suya katmadım. Doğaçlama ilerledi o."
"Satma olayını nerden biliyorsun?" Kaşlarımı çattım. "Ne satması?" Gözlerini kaçırdı. "Değerli dedin ya?" "Onu öylesine söyledim. Bir olay yok ucunda."
Selen yüzümü inceledi. "Ya Xude* Asya ömrümden ömür gitti. Sen ne yaptın? Keçe bu nasıl partal? Allah'ıma kavuşuyordum."
"Ne keçisi ya?" Alex elini omzuma kattı. "Selen'nin içindeki Sivaslı'yı uyandırdın."
(Yz: Kürtçe- Sivas yöresel ağızı: Xude;Tanrı, Allah demek. Partal; yalan. Keçe; kız.)
§
Ada bu sefer benim oturduğum yere oturmuştu. Bir beş dakika ara verdiler. Sanırım Selen'nin toparlanması gerekti. Selen ona sınavı anlattı. Ada anlamayınca bir daha anlattı. Ama Ada hâlâ balık gibi bakıyordu. "Bak Ada şimdi bana bir konuda yalan söyleyeceksin. Beni inandırmaya çalış." Ada gözlerini kırpıştırdı. "Bugün hava çok güzel." Selen arkasına yaslandı. "Ada hava bugün zaten güzel!" Ada kaşlarını çattı. "Ne, ben belki yağmurlu hava seviyorum?" Selen'in sağ gözü seğirdi.
"Ada... Bu bir şeyi değiştirmez."
"Yok değiştirir, benim için havayı kötü yapar ve bu bir yalan olur."
"Bak tatlım. Bunu saymıyoruz."
"Kim bu kuralları belirliyor?"
"Alex."
Ada omuz silkti. "Alex'in şu hayattaki en doğru seçimi Asya. En yanlış seçimi de Asya. Sence bu kurallar iyi bir karar mi?" Selen anlamayarak baktı. "Ada ne diyorsun?"
"Benim en sevdiğim renk mavi. Bu olur mu?" Selen elini öne uzattı. "Ada senin en sevdiğin rengi ben ne yapayım?" Ada'nın yüzü düştü. "Beni üzüyorsun." Selen ona doğru eğildi. "Seni üzmek istememiştim ama gerçekten sınava dönemiz lazım." Ada tekrar cıvıl cıvıl yüzünü takındı. "Tamam seni mi kırıcam. Bu arada en sevdiğim renk beyazdı." Selen'in yüzüne baktı bir süre. "Eee?" dedi Selen. "Sen yalan söylesene ben sanırım yine anlamadım."
Selen sinirle nefes aldı. "Bak Ada sadece yalan söyle." dedi. Ada önündeki kalem kutusundaki kalemlerle oynamaya başladı. "Madem yalan söylemem gerek bu sınav için Öykü daha iyi olmaz mı? Yani ne kadar iyi yalan söylediğimizi o daha iyi anlar." Selen bir an buga girdi. Bunun ne kadar mantıklı olduğunu düşündu. "Bu, bu olmaz çünkü o daha bir çaylak." Ada elini havaya kaldırdı. "Çaylaklar eziliyor. Daha sınav bekçiliği görevi bile verilmiyor. Bu haksızlık. Reddediyorum."
Selen suyunu kafasına dikti. Aklına ben geldim heralde. Bardağı masaya bırakmadan önce bir daha baktı çünkü. "Şey Selen? Biz neden buradaydık?" Selen kafasını o kadar hızlı kaldırıp Ada'ya baktı ki... O kemikten gelen çıt sesini duymasamda hissettim. "Ada, sadece bir yalan söyle!" dedi tekrar dişlerini sıkarak. "Bence papatya çayına ihtiyacın var." dedi Ada.
Selen ona öldürecek gibi bakınca tekrar konuştu. "En çirkin savaşçı sensin?" dedi Ada bu sefer çekinerek. Selen ilk elini kalbine götürdü. "Ay bebeğim..." dedi ponçik bir sesle. "Ama bunu da sayamam." Ada onun yüzüne boş boş bakmaya devam edince elini bir zile uzattı. "Üzgünüm Ada. Ama bu sınavdan kaldın." Ada sırıttı. "Yok. Az önce seni deli ettim. Harbi salak olduğumu düşündün. Aptalı oynamak zordur ve az önce aptal olduğuma inandın."
Yok ya. Onu normal haliydi. Asıl şu an blöf yapıyor.
Şaka maka bir yana Ada harbi iyi oynamıştı. Alex'e döndü bakışlarım. Ada'yı izliyordu. Yanında Hyun Su vardı ve o gülmekten iki büklüm olmuştu. "Ada çok farklı ve bu iyi bir şey." Dedi Alex. "Kafamda bazı soru işaretleri vardı ve Ada onları ters çevirdi." Kaşlarımı çattım. "Bu da mı iyi bir şey mi?" Alex bana dönüp gülümsedi. "Harika bir şey."
¿
Dördüncü sınavda İdın ile dövüşmem gerekmişti. Her şey iyi gidiyordu. Taki ben ona tekme atıp kaçmayı unutana kadar. Beni bileğinden kavrayıp kendine çekti. Çığlık atıp geriye sıçradım. Çünkü yeteneği ile dokunmuştu.
Dizimin üstüne çıkıp acı ile sadece nefes alıp verdim. Bunu nasıl anlatırım bilmiyorum ama bu felaketin kendisiydi. Daha önce bu kadar büyük bir acı tatmamıştım. Yanıyordu. Sadece acı hissi veriyordu. Bu nasıl tarif edilirdi bilmiyorum ama hiç bir şey yapmadan bile sadece iki saniyelik bir dokunuş yüzünden canım yanıyordu. Sadece acı, çok büyük bir acı.
"Pes ettin mi?" dedi İdın. Dişimi sıktım. "Asla!" Öne atlayarak ona saldırdım. Temas çevresinden uzak durarak saldırmaya çalışıyordum. Bana çelme takınca yere savruldum. Dizim yere değdiği gibi haykırıp tekrar üstüne atladım. Bir ara dengesini kaybedip yere devrildi. Boğazına yapıştım ve kalmasını dizim ile engelledim. Eli bileğime gidince acıdan kafayı yiyecek gibiydim. "Pes et!" dedi. Dengesiz soluklarımla cevap verdim. "Asla!" dedim ama bu sefer sesim daha zayıftı.
Kuruyor, dokunduğu her yer ölü bir ağaç gibi kuruyor. Parçalanıyorum! Kanım beni zehirliyor. Dokunuşları aynı anda hem donduruyor hem yakıyor. Bütün sinirlerim acıyla haykırıyor! Acı, sadece acı! Nefesimi tutuyorum. Ciğerim boğuluyor. Gözlerim kararıyor. Sıkıca yumuyorum. Acı! Ölüyorum...
"Tamam." dedi. "Bırak beni, sınavı geçtin." Ellerim boğazını bıraktığı gibi yanına eğildim. İkimiz de boylu boyunca uzanıp tavanı izledik. Yakıyordu. Tüm bedenim yanıyordu. Ayak ve el bileğimi kesmek istedim. Parçalamak, acıdan kurtulmak. İdın kafasını çevirip bana döndü. "İyi misin?" Ağzımı açıp konuşmak istedim ama bu bile acı verince tekar kapattım. Sonra bir daha şansımı demedim. "Yakıyor!" dedim sadece dişlerimi sıkarak. Ayağa kalkıp elini bana uzattı. "Hadi avcı. Sana yardım edeyim." Elimi kavradığı anda bileklerim düşmanca tekar sızladı.
Ayağa kalkmıştım ki tekar diz çöktüm. İdın sadece başımda beni bekledi. Bu sefer ondan destek almadan ayağa kalktım. Yüzüne muazzam bir gülümseme vardı. "İyi iş çıkarttın. Hadi bundan daha güçlüsün sen." Sözleri bana güç verirken bir kolumu belime doladı. Bende omzundan destek aldım. Ben yürümekten zorlanırken o da bana destek olarak ikimizi çıkarttı.
Büyük odaya gelince bir sandalyeye oturmama yardım etti. Aklıma buraya geldiğim ilk gün geldi. Bana güvenmeyerek bir tehditmişim gibi bakmıştı o gün ve şu an bana destek olan oydu.
Félix yanımıza geldi. "İdın o daha yeni. Biraz daha insancıl yaklaşabilirdin." İdın omzuma vurunca küfür ettim. Güldü. "Bakma şu an çubuk makarna gibi durduğuna daha fazlasını da kaldırırdı." Sinirle ona baktım. "İdın! Bileklerim çürüdü. Senin yüzünden zorunlu olarak artık solağım. Sağ el koptu! Yok ayak bileğim perişan, nefes alıyorum ağrıyor! Ne alaka ya, ne alaka?" O ikisi gülerken ben daha da sinirlendim. Canım yanıyor, canım!
Félix çenemi tutarak kafamı kaldırdı. İki parmağını şah damarimin üstüne yerleştirdi ve diğer eliyle de benim elimi tuttu. Gözlerini kapattı ve gülümsedi. İçimi o kadar güzel bir rahatlama sardı ki... Sanki kırk tur koşu yapmışım da klimanın karşısına uzanmıştım.
İdın Fèlix'in hayranlıkla izlerken ben de gözlerimi kapattım ve damarlarımda gezen tatlı serinliği hissettim.
Sonsuza dek öyle kalmak istedim ama Félix önce boynundan parmaklarını sonra elimden elini çekti. Bende gözlerimi açtım. "Biraz dinlen. Ağrın umarım azalmıştır. Nefret seni artık zehirlemez. Dediğim gibi sadece dinlen." Başımı salladım.
"Ben? Asya ile dövüştüm benim de kontrole ihtiyacım var." dedi İdın muzip bir şekilde. Félix başını salladı. "Yürü hadi, daha Ada'nın sınavı var." İdın puflaya puflaya ilerlerledi.
Onlar gidince kafamı arkaya atıp gözlerimi kapattım. Bu acı çok fazlaydı. Yaşayan bir insan için çok fazlaydı. Boğulmak ve yanmak aynı anda olur muydu bilmem ama nefret tam da böyleydi. Kendi içimizden alışkın olmamız gerekirdi aslında. Fakat bu çok farklıydı. Ölüm gibiydi. Ama ölüm acı vermez. Vermez değil mi?
Ada? Sıra ondaydı. Şimdi bu acıyı Ada mı tadacaktı? Hayır, bu olmamalıydı. O nasıl kaldırırdı?
Sendeleyerek yerinden kalktım. Bileğim hâlâ felaket yanıyordu. Alex ayakta olduğumu görünce oturduğu yerden kalktı. "Asya dinlenmen gerekirdi." dedi ve koluma girerek beni az önce oturduğu yere oturttu. "Ölmedim veya bileğimi kırmadım, sakin." Bana azarlayan bakışlar atınca dudaklarımı bastırarak sustum. Normalde direnirdim ama burada o haklı. Susma sırası bende.
Dövüşü kaçırmıştım. Aslında hâlâ devam ediyordu ama, şey. Ada ne yapıyor? İdın'nın karnına oturmuş göğsüne baskı uygulayarak yerde uzanır vaziyette tutuyordu onu. "Bırak beni. Alo? Manyak! İnsene üstümden. Manyak mısın kardeşim?" Ada güldü. "Olabilir biraz." İdın hareket edince yumuşak bir şekilde onun çenesine vurdu. "Lan!" Dedi İdın. "Dilimi ısırdım." Kahkaha attım. Ada harbi manyak. "Lan o kadar dokundum neden hâlâ işe yaramıyor?" dedi İdın bu sefer. "Ailesinin nefretini tadan bir çocuğa istediğin kadar dokun. Seni büyütmesi gerekenler sevgi yerine nefret gösterince senin zehrin bile etki etmez." Alex ile göz göze geldik.
Ada nefret ile büyüyüp çevresine sadece sevgi saçmıştı. İdın bile onu zehirliyemezdi. Bir zehre alışınca vücut, bağışıklık kazanırmış.
"Tamam, kazandın. İnsene üstümden. Boğuluyorum!" Ada İdın'nın yanına çömeldi. İdın bir hışım ile doğruldu. "Manyak ya. Yamin ederim manyak. Boğuluyordum. Yok bir boka yaramıyor ki yeteneğim. En azından-" İdın sustu. "Ada?" Ada'nın yanına diz çöktü. Ada başını kaldırınca dolan gözlerini gördük. "Ada?" dedi İdın tekrar, bu sefer şefkat dolu sesiyle. "Canını yakmak istememiştim." Eli Ada'nın yüzüne gitti. "Çok acıdı mi?" Ada çocuk gibi başını olumsuz anlamda salladı. "Özür dilerim. Neren acıyor?" Ada yüzünü süzdü. "Bacağım." İdın ayağa kalktı. "Hadi minik yürümeyi dene." Ada doğrulamaya calştı ama olmadı.
İdın ona eğilerek bir Ada'yı kucağına aldı. "Tamam Félix yardım eder. Acın azalır tamam mı?" dedi şefkat dolu sesiyle. Ada başını salladı. "Çok acımıyor ki." İdın kafasını eğerek Ada'ya baktı. "Ada nasıl bir ortamda büyüdün bilmiyorum ama burda acını gizlemek zorunda değilsin. Biz insanız, canımızı yanar hemde çok acır. Birinizin acısı varsa diğerlerimiz ilaç olmak için hemen bir adım yanında bekleriz."
"İdın yeteneğine tezat çok şefkatli bir yapıya sahip. Ada ise zayıf düştüğü anda insanları masumluğu ile çevresine topluyor. Bir çeşit malipüle. Normalde insan oğlunun doğasında zayıfı ezmek var ama Ada genelde koruma hissiyatı uyandırıyor. İdın'da da doğal koruma içgüdüleri var." dedim. Alex başını salladı. "Doğru tespitler. Ada'yı zamanla daha iyi tanıyorum ve İdın dediğin gibi korumacı. İkisi de kötü aile ortamında büyüdü. İyi anlaşıcaklarını düşünüyorum."
Ada içeri geldiğinde hızlıca yerimden kalktım. Ada'yı oturttulat. "Kuzu ne oldu haşladılar mı seni?" Ada güldü. "Yok sadece biraz kızarttılar." Félix bana yaptığı gibi Ada'ya da yeteneği ile dokundu. Sonra Ada otururken Hyun Su yanına geldi. "Güzelim iyi misin?" Ada başını salladı. Bir süre ikisi konuştu. Hyun Su geldiği an da Ada'nın odağı oraya kaymıştı bile. Sessizce arka tarafta bir sandalyeye geçtim. Kafamı arkaya atarak tavanı izledim.
Nefret zehrinin etkisi geçti sanıyordum.
🩸🫀
"Pes ettin mi?" dedi İdın. Dişimi sıktım. "Asla!" Öne atlayarak ona saldırdım. Temas çevresinden uzak durarak saldırmaya çalışıyordum. Bana çelme takınca yere savruldum. Dizim yere değdiği gibi haykırıp tekrar üstüne atladım. Bir ara dengesini kaybedip yere devrildi. Boğazına yapıştım ve kalmasını dizim ile engelledim. Eli bileğime gidince acıdan kafayı yiyecek gibiydim. "Pes et!" dedi. Dengesiz soluklarımla cevap verdim. "Asla!" dedim ama bu sefer sesim daha zayıftı.
Kuruyor, dokunduğu her yer ölü bir ağaç gibi kuruyor. Parçalanıyorum! Kanım beni zehirliyor. Dokunuşları aynı anda hem donduruyor hem yakıyor. Bütün sinirlerim acıyla haykırıyor! Acı, sadece acı! Nefesimi tutuyorum. Ciğerim boğuluyor. Gözlerim kararıyor. Sıkıca yumuyorum. Acı! Ölüyorum...
"Tamam." dedi. "Bırak beni, sınavı geçtin." Ellerim boğazını bıraktığı gibi yanına eğildim. İkimiz de boylu boyunca uzanıp tavanı izledik. Yakıyordu. Tüm bedenim yanıyordu. Ayak ve el bileğimi kesmek istedim. Parçalamak, acıdan kurtulmak. İdın kafasını çevirip bana döndü. "İyi misin?" Ağzımı açıp konuşmak istedim ama bu bile acı verince tekar kapattım. Sonra bir daha şansımı demedim. "Yakıyor!" dedim sadece dişlerimi sıkarak. Ayağa kalkıp elini bana uzattı. "Hadi avcı. Sana yardım edeyim." Elimi kavradığı anda bileklerim düşmanca tekar sızladı.
Ayağa kalkmıştım ki tekar diz çöktüm. İdın sadece başımda beni bekledi. Bu sefer ondan destek almadan ayağa kalktım. Yüzüne muazzam bir gülümseme vardı. "İyi iş çıkarttın. Hadi bundan daha güçlüsün sen." Sözleri bana güç verirken bir kolumu belime doladı. Bende omzundan destek aldım. Ben yürümekten zorlanırken o da bana destek olarak ikimizi çıkarttı.
Büyük odaya gelince bir sandalyeye oturmama yardım etti. Aklıma buraya geldiğim ilk gün geldi. Bana güvenmeyerek bir tehditmişim gibi bakmıştı o gün ve şu an bana destek olan oydu.
Félix yanımıza geldi. "İdın o daha yeni. Biraz daha insancıl yaklaşabilirdin." İdın omzuma vurunca küfür ettim. Güldü. "Bakma şu an çubuk makarna gibi durduğuna daha fazlasını da kaldırırdı." Sinirle ona baktım. "İdın! Bileklerim çürüdü. Senin yüzünden zorunlu olarak artık solağım. Sağ el koptu! Yok ayak bileğim perişan, nefes alıyorum ağrıyor! Ne alaka ya, ne alaka?" O ikisi gülerken ben daha da sinirlendim. Canım yanıyor, canım!
Félix çenemi tutarak kafamı kaldırdı. İki parmağını şah damarimin üstüne yerleştirdi ve diğer eliyle de benim elimi tuttu. Gözlerini kapattı ve gülümsedi. İçimi o kadar güzel bir rahatlama sardı ki... Sanki kırk tur koşu yapmışım da klimanın karşısına uzanmıştım.
İdın Fèlix'in hayranlıkla izlerken ben de gözlerimi kapattım ve damarlarımda gezen tatlı serinliği hissettim.
Sonsuza dek öyle kalmak istedim ama Félix önce boynundan parmaklarını sonra elimden elini çekti. Bende gözlerimi açtım. "Biraz dinlen. Ağrın umarım azalmıştır. Nefret seni artık zehirlemez. Dediğim gibi sadece dinlen." Başımı salladım.
"Ben? Asya ile dövüştüm benim de kontrole ihtiyacım var." dedi İdın muzip bir şekilde. Félix başını salladı. "Yürü hadi, daha Ada'nın sınavı var." İdın puflaya puflaya ilerlerledi.
Onlar gidince kafamı arkaya atıp gözlerimi kapattım. Bu acı çok fazlaydı. Yaşayan bir insan için çok fazlaydı. Boğulmak ve yanmak aynı anda olur muydu bilmem ama nefret tam da böyleydi. Kendi içimizden alışkın olmamız gerekirdi aslında. Fakat bu çok farklıydı. Ölüm gibiydi. Ama ölüm acı vermez. Vermez değil mi?
Ada? Sıra ondaydı. Şimdi bu acıyı Ada mı tadacaktı? Hayır, bu olmamalıydı. O nasıl kaldırırdı?
Sendeleyerek yerinden kalktım. Bileğim hâlâ felaket yanıyordu. Alex ayakta olduğumu görünce oturduğu yerden kalktı. "Asya dinlenmen gerekirdi." dedi ve koluma girerek beni az önce oturduğu yere oturttu. "Ölmedim veya bileğimi kırmadım, sakin." Bana azarlayan bakışlar atınca dudaklarımı bastırarak sustum. Normalde direnirdim ama burada o haklı. Susma sırası bende.
Dövüşü kaçırmıştım. Aslında hâlâ devam ediyordu ama, şey. Ada ne yapıyor? İdın'nın karnına oturmuş göğsüne baskı uygulayarak yerde uzanır vaziyette tutuyordu onu. "Bırak beni. Alo? Manyak! İnsene üstümden. Manyak mısın kardeşim?" Ada güldü. "Olabilir biraz." İdın hareket edince yumuşak bir şekilde onun çenesine vurdu. "Lan!" Dedi İdın. "Dilimi ısırdım." Kahkaha attım. Ada harbi manyak. "Lan o kadar dokundum neden hâlâ işe yaramıyor?" dedi İdın bu sefer. "Ailesinin nefretini tadan bir çocuğa istediğin kadar dokun. Seni büyütmesi gerekenler sevgi yerine nefret gösterince senin zehrin bile etki etmez." Alex ile göz göze geldik.
Ada nefret ile büyüyüp çevresine sadece sevgi saçmıştı. İdın bile onu zehirliyemezdi. Bir zehre alışınca vücut, bağışıklık kazanırmış.
"Tamam, kazandın. İnsene üstümden. Boğuluyorum!" Ada İdın'nın yanına çömeldi. İdın bir hışım ile doğruldu. "Manyak ya. Yamin ederim manyak. Boğuluyordum. Yok bir boka yaramıyor ki yeteneğim. En azından-" İdın sustu. "Ada?" Ada'nın yanına diz çöktü. Ada başını kaldırınca dolan gözlerini gördük. "Ada?" dedi İdın tekrar, bu sefer şefkat dolu sesiyle. "Canını yakmak istememiştim." Eli Ada'nın yüzüne gitti. "Çok acıdı mi?" Ada çocuk gibi başını olumsuz anlamda salladı. "Özür dilerim. Neren acıyor?" Ada yüzünü süzdü. "Bacağım." İdın ayağa kalktı. "Hadi minik yürümeyi dene." Ada doğrulamaya calştı ama olmadı.
İdın ona eğilerek bir Ada'yı kucağına aldı. "Tamam Félix yardım eder. Acın azalır tamam mı?" dedi şefkat dolu sesiyle. Ada başını salladı. "Çok acımıyor ki." İdın kafasını eğerek Ada'ya baktı. "Ada nasıl bir ortamda büyüdün bilmiyorum ama burda acını gizlemek zorunda değilsin. Biz insanız, canımızı yanar hemde çok acır. Birinizin acısı varsa diğerlerimiz ilaç olmak için hemen bir adım yanında bekleriz."
"İdın yeteneğine tezat çok şefkatli bir yapıya sahip. Ada ise zayıf düştüğü anda insanları masumluğu ile çevresine topluyor. Bir çeşit malipüle. Normalde insan oğlunun doğasında zayıfı ezmek var ama Ada genelde koruma hissiyatı uyandırıyor. İdın'da da doğal koruma içgüdüleri var." dedim. Alex başını salladı. "Doğru tespitler. Ada'yı zamanla daha iyi tanıyorum ve İdın dediğin gibi korumacı. İkisi de kötü aile ortamında büyüdü. İyi anlaşıcaklarını düşünüyorum."
Ada içeri geldiğinde hızlıca yerimden kalktım. Ada'yı oturttulat. "Kuzu ne oldu haşladılar mı seni?" Ada güldü. "Yok sadece biraz kızarttılar." Félix bana yaptığı gibi Ada'ya da yeteneği ile dokundu. Sonra Ada otururken Hyun Su yanına geldi. "Güzelim iyi misin?" Ada başını salladı. Bir süre ikisi konuştu. Hyun Su geldiği an da Ada'nın odağı oraya kaymıştı bile. Sessizce arka tarafta bir sandalyeye geçtim. Kafamı arkaya atarak tavanı izledim.
Nefret zehrinin etkisi geçti sanıyordum.
🩸🫀
Büyük bir odaya girdim. Etrafta hep ağaçlar falan vardı. "Kayıp olanı bul." Demişlerdi bana. "Görünce anlarsın." Etrafta gezindim. Burda kayıp bir şey yoktu. Her yer ağaçtı. Kayıp bir şey varsa anlaşılmıyordu. on dakika boyunca gezindim. Sonra birdenbire ışıklar kapandı. "Şey elektiriği yeniden bulmicam dimi?" dedim küstah bir sesle.
Yüzümdeki sırıtış kayboldu çünkü tüm odaya Ada'nın çığlık sesi yayıldı. "Ada!" dedim endişeyle. "Bırak beni." Dedi Ada ağlayarak. "Alex, neler oluyor. İyi misiniz, Ada?" Ses gelmedi. Bir, iki, üç, dört saniye. Beş, altı- "Asya, imdat!" İyice panikledim. "Ada neler oluyor? Lânet olsun!" Sonra bir silah sesi duydum. Yine mi rüya görüyordum?
"Asya kaç! Bu bir tuzak." Ne tuzağı, savaşçılara tuzak kurmaya kim cesaret ederdi ki? "Ada?" Neden kimse bana cevap vermiyor? "Asya onların istediği sensin! Tuzak. Savaşçılar onlar tuzak kurdu. Asya kaç." İliklerime kadar ürperdim. Yok ya. Bu olmazdı. "Ağğğ canım yanıyor lütfen bırak beni. Yalvarırım." Sinir tüm hücrelerimi sararken bağırmaya başladım. "Ona dokunmayın! Yemin ederim bu sefer gerçekten ben sonunuz olurum." Tanımadığım bir ses geldi. "Güldürme beni. Sen zayıfsın. Elinden ne gelir ki?" Sonra bir iki kahkaha sesi. Kafayı yiycektim. Neler oluyor?
"Ona, ona dokunursan görürsün." Dedim hissetmediğim güçlü bir sesle. "Öyle mi?" Dedi aynı ses sonra Ada'nın acı çığlığı geldi. "Ada!? Yemin ederim seni gebertirim. Dokunma lan ona. Hani derdiniz benleydi?"
Bir cam kırılma sesi daha geldi. "Size güvenmiştim. Meredith sana güvenmiştim, hepinize güvenmiştim." dedi Ada ağlayarak.
Dur bir dakika!
Ada savaşçılara güvenmiyordu ki? Özellikle Meredit'e. Neden şu an böyle desin. Blöf mü yapıyordu? Alex neredeydi? Hyun Su buna nasıl izin verdi?
Kafamda Hyun Su'nun sesi yankılandı. '13. Oda, Umut. Yeteneği sesleri taklit etmek. O kadar iyi yapar ki bunu. Senin sesinin birebir aynısını yapabilir.'
Ya? Olabilir mi? Eğer haklıysam sınavı geçmişi olurdum ama yanılıyorsam benim de Ada'nın da başı beladaydı. Bu bir kumardı. Ve ben oynamaya hazır mıydım? Başka şansım yoktu ki.
Kahkaha attım. "Çok iyiydi. Az daha inanacaktım." "Ne, ne saçmalıyorsun sen?" dedi o ses. "13. Savaşçı, Umut'tu değil mi? Yeteneğin bu olmalı. Gerçekten çok iyi. Hadi açın ışıkları ve kazandığımı söyle." "Asya?" dedi bu sefer acı içinde Ada. Yutkundum. Lütfen, lütfen yanılıyor olayım. "Hadi ama Umut, seslerin arkasına saklanma. Çık karşıma." Sonra sesizlik çöktü. Tekrar ışıklar açılınca gözlerimi kolumla örttüm.
Tekrar açtığımda karşıda bir adam duruyordu. Bana doğu yaklaştı. Ben de ona doğru birkaç adım attım. Bu o sesten rahatsız olan çilli adamdı. Elinde bir dal vardı bana uzattı.
"Tebrik ederim 2. Savaşçı. Tüm sınavları geçtin." Elindeki dala uzun uzun bakarak yüzüne döndüm. "Zeytin dalı mı?" Umut çillerle kaplı yüzünü buruşturdu. "Gevrek erik dalı mı istersin?" Uzun uzun kestane rengi gözlerine baktım ve başımı salladım. "Yok zeytin... Zeytin severim." dalı elinden aldım.
"Vay canına ne güzel bir... Final hediyesi." Umut omuz silkti. "Benim fikrim değil. Eğitmenine sor."
Zeytin dalı; barış ve başarıyı temsil ederdi. Eski Yunan olimpiyatlarında kazananlara zeytin dalı hediye edilirdi. Alex'in bu ince düşünceye sahip olmasına şaşırmıştım elbet.
"Sadece merak ediyorum da nerden anladın." Gülümsedim. "Biraz meslek sırrı biraz da sezi. Hem sandığınızdan daha fazla Alex'e ve savaşçılara güveniyorum." dedim.
Umut gülümsedi. "Aramıza resmi olarak hoş geldin 2. Savaşçı, Avcı ve müstakbel liderimiz." "Hoş buldum." dedim sadece. Başka ne derdim ki?
Odaya girdiğimde büyük bir coşkuyla karşılandım. İlk Selen üstüme atladı. Ona sıkıca sarıldım. Sonra Mex ile yumruk tokuşturduk hemen arkamda İdın vardı. O da bana sıkıca sarıldı. Anlamadığım ama İspanyaca olduğunu tahmin ettiğim bir şey söyledi. Alex onun saçlarını karıştırdı. -Saçlarını arkadan topladığı düşünülürse ne kadar komik oldu az çok tahmin edersin.- sonra ona tekrar İspanyaca bir şeyler söyledi ve İdın'nın yüzü asıldı.
Sonra Alex yanıma geldi. "Düşündüğümden daha iyi bir iş çıkarttın sevgili çaylağım." dedi. Mahcup bir şekilde gülümsedim sonra egolanarak cevap verdim. "Ben Asya Ersöz, her konuda en iyisi olmaya söz verdim." dedim. Savaşçılar güldü. "Yok bir de karşı gelemiyoruz, kanıtlıyor." dedi İdın. Ona göz kırptım.
Aha bu yine havalandı. Tutun şunu. Helyum gazı dolu balondan daha hızlı yükseliyor.
🌿
Ada da son sınava girdi. Onun alnına önce kırmızı bir lazer tutuldu karanlık odada. Sonra benim sesim yankılandı. Kendi sesimi başka birinin ağzından duymak tuhaftı. Ada sinir krizi geçirdi beş dakika boyunca. En sonunda kaybettiğini söyledi Umut normal sesiyle. Ada anlamayarak etrafına bakınca ben ve Umut onun yanına gittik. Beni görünce dondu. Sonra koşarak yanıma geldi. "Sakin ol Ada." Dedim. "Ben iyiyim." Ama Ada hâlâ kollarımda ağlıyordu.
"Lütfen Asya, yalvarırım son verelim bu saçmalığa. Dünya'nın canı cehenneme. Sana zarar verecekler." dedi. Şefkatle saçlarını okşadım. "Hayır Ada. İkimiz de burda güvendeyiz. Bir şey olmayacak bana." Ada hala ağlıyordu. Doğruldu. "Hayır gidiyoruz kimse zorla tutamazlar bizi." Elimi tutup ilerlerken benim hareket etmediğimi gördü. "Asya?" dedi.
Hayır Ada. Artık çok geçti. Burayı terk etmek demek hem karşıtları hem savaşçıları düşman edinmek demekti. Ben seni koruyacak kadar güçlü değilim. Savaşçılara da güveniyorum. Onlara kendimi ispatlamak bu ailenin bir üyesi olmak istiyordum. Çünkü zaten seni kaybetmiştim bile.
Tabii bunları demedim. Sadece başımı salladım. Ada daha çok ağladı. En sonunda sakinleştirici verdiler.
O akşam sonuçlar açıklandı. Ada sadece bir sınavı geçmişti ve oyunculuk sınavında savaşçıları ikiye bölmüştü. Bir taraf kazandığını bir taraf kaybettiğini söyledi. Ben tüm sınavları geçerek savaşçıları bozguna uğratmıştım. Halimden memnum.
İkimizin de on birinci sınıftan kalan ilk yardım belgemiz vardı. Onun haricinde benim dövüş, okçuluk ve oyunculuk alanlarındaki başarılarım dikkat çekmişti. Ada ise dil alanında iyi olduğu için bir artı almıştı.
Benim yeteneğim, yedek alınamamam, liderlik eğitimim ayrı bir artı olmuştu ve sıralama zamanında öğrendiğim kadarıyla Maria ve Meredith bir daha Büyü Konseyi kurmayı deneyecekmiş. Sanırım aradıkları ikisinin gücünü bağlayan savaşçı ben oldum.
Alex elinde bir dosyayla yanımıza geldi. "Öncelikle sonuçlar beni de çok şaşırttı. Emin olamadık Mex ile bir daha hesapladık. Büyü Konseyi ise girince Asya'nın puanı tekrar arttı. Dürüst olmak gerekirse daha da artıcak korkusu ile bir daha hesaplamadık." Masadaki gözler bana döndü. "Ada'nın puanı 02,5" anlamayarak Alex'e döndük. "Evet o buçuk, şey açıkçası bunu nasıl değerlendireceğimizi bilemedik. Ada hepimizi şaşırttı. Teknik olarak sınavı geçti ama geçmedi. Biz de ortak bir karar alarak yarım puan verdik ve Ada karargah tarihinde bir ilke imza attı." Savaşçılar Ada'yı tebrik ettiler. Ada ne diyeceğini bilemedi tabii zavallım sadece tebrikleri karşıladı.
"Bir diğer bizi şaşırtan olay da Asya'nın puanı oldu. Ben açıkçası en fazla 08 falan alacağını ve ikinci sıraya geçeceğini düşünüyordum ama Asya ona yakışanı yaparak bir kalıbı daha kırdı."
Kendimden emin omuz silktim. "Normalde en yüksek puan 09 ile İdın ama Asya 13 puan alarak en güçlü savaşçı oldu."
Tüm gözler büyük bir şaşkınlıkla bana döndü. "Uğurlu sayımı tutturmuşum." Bu sakinliğim ile Alex bi an afallayarak elindeki kağıtlara baktı. "Bunu ben bile beklemiyordum. Dediğim gibi iki kere gözden geçirdik - Mex ayrı, ben ayrı.- Sevgili çaylağımı tebrik ediyorum."
Bu sefer tebrikler bana döndü. "Hıh."dedi Ada hafif alaylı ama neşeli bir şekilde. "Sen en yüksek puanı almış olabilirsin ama hâlâ tek küsürlü sayı benim." Savaşçılar gülüp eğlenirken havadaki yoğun gerginlik dağılmıştı. Minnetle Ada'ya bakarken bana göz kırptı.
İdın çok keyifli görünüyordu. Ona baktığımda bana gülümsedi ve "Kolay gelsin." dedi. Korkuyorum.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
771 Okunma |
247 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |