19. Bölüm

15. Bölüm (Affat Beni)

Sümeyye İrem Akgeyik
sumeyyeirem.a

***

 

Geçmiş ister zana ister mesafelere inat sizi bulur. Bulur ve kendini affettirir yada sizi boğar.

 

***

 

İdın Ruiz:

 

Affet beni İdın." dedi Félix. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

 

 

Öncesi:

 

 

Birine yeteneğimle dokunduğum anda yere yığılıp öleceğini -muhtemelen- zaten biliyordum. Bir kavga çıkmış, üstüme atlayan kişiye dokunmuştum, yere yıkılmıştı. Eh tahmin edilebilir.

 

Birkaç kişi gelip onu bir yere götürmüştü. Alex zor bela herkesi sakinleştirmişti. Bir saat sonra falan birkaç kişinin sevinçli sesini duydum. 'Sema hanım geldi. Félix geldi! Félix şükürler Olsun." Kimdi ki bunlar?

 

Bir süre beni görmezden geldiler. Fakat ertesi sabah beni gören mavi gözlü kız ve genç bir kadın bağırıp çağırmaya başlamıştı. Kadının sesi normalden daha gürdü. Ya da normaldi de ben mi aklımı kaçırıyordum? O an her iki ihtimal de mantıklı geliyordu.

 

Kadın bana doğru hamle yapınca kenera kaçtım. Bu sefer ben bağırmaya başladım. Evet, çok aptalca. Ses yarışına girmek için yanlış kişiyi seçmiştim. Elim kulaklarıma gittiğinde kontrolü çoktan kaybetmiştim. "Kes sesini!". Bize doğru gelen adam hiç iyiye işaret değildi ve işaretler asla yanıltmazdı. Elindeki silah da bir işaret olsa gerek.

 

Birini zehirlemiş, herkesi birbirine katmıştım. Ha eksik olmasın, bi de karşımdaki bir adam bana silah tutmuş öldürmekle tehdit ediyordu. Yani ben de bunu bekliyordum. Tahmin etmesi zor değil.

 

Fakat birinin silah ve benim aramda siper olacağını tahmin edemezdim. Hatta tahmini bıraktım sanırım asla hayal bile edemezdim.

 

Ama bundan da şaşırtıcı şeyler var. Mesela o çocuğun şerefsiz üvey babamın(!) tıpatıp aynısı olması.

 

Onu gördüğüm an belki koşarak kaçmam gerekirdi. Ama hey! Hâlâ burdayım. Neden mi? Elim kolum bağlı, yapabileceğim hiçbir şey yok. Kaçamam. Hiç bilmediğim bir ülkedeydim. Kimseyi tanımıyordum. Alex'e güvenerek gelmiştim. Kavagayı engellemek için her şeyi yapmıştı. Ama ortam tam kaos mekanıydı. Her şey bir yana. Önümdeki çocuk herkesi afallatmıştı.

 

Dik duruyordu. Güçlü duruyordu. Beni koruyordu? Karşısında silah arkasında bir canavar -hayır, hayır seytan- vardı ama o dik duruyordu. O çocuk kimdi? Ne kadar öğrenmek isteyeceğim tartışılırdı elbet.

 

"İndir silahı!" Alex'in sesi hepimizi kendine getirmişti. Karşımdaki adam silahı masaya katmıştı. "Cesika, Selen'i al!" Mavi gözlü kız bana nefretle baktı. "Yaşamasına izin mi vereceksin?" Masadaki silahı aldı ve öne atladı. "Selen, hayır!" Çocuk bu sefer tam silahın önündeydi. Görebildiğim kadarıyla silah onun göğsüne değiyordu. "Selen indir silahı, lütfen kardeşim." Kardeş? Bu maviş ve ışıldak çocuk kardeş miydi? Yok canım alakaları yoktu. Var mıydı?

 

"Félix? Sen çekil, o ölmesi gereken bir tehdit." Kızın sesinde ne vardı bilmiyorum ama ben bile ikna olmuştum ölmesi gereken bir tehdit olduğuma. -gerçi hiç inkar etmedim amma.-

 

"Selen!" Demişti Alex tekrar. "Cesi ile git, hemen!" Selen bir çocuğa bir Alex'e bakmış. En sonunda silahı masaya sertçe bırakarak gitmişti. Arkasından da başka bir kız.

 

Bir dakika, Félix mi? Dün herkesi gelişi ile sevindiren Félix bu mu? En fazla on dokuz yaşında bir çocuk bu.

 

Aa yaşa takılmayalım ben de on sekiz yaşındaydım ama herkesi birbirine katmıştım. Bazı yetenekler zamandan ayrı demek ki.

 

"Félix ne yaptığının farkında mısın?" Dedi az önceki silahlı adam. Haha artık silahı yok ki.

 

"Evet farkındayım. Ve sen de şunun farkına var; Eğer ona bir şey olursa değil sen Umut, tüm karargah bu sefer İdın'nın değil Fèlix'in nefretini tadar."

 

Adımı biliyor, yeteneğimi de biliyor. Ve o az önce beni mi savundu? İddialı laflar. Hayırdır uzaktan akraba falan mıydı? Ne bu sahiplenme. Yok tipini aldığı kişi şerefsiz. (Dürüst olayım. O pisliğin aksine oldukça yakışıklıydı. Ama belki o da büyüdükçe çirkinleşir. Bu hâliyle mümkün görünmese de.)

 

Bana kısa bir bakış attı. Ciğerlerimdeki tüm hava iflas etmiş, oksijen olmayı reddetmişti resmen. Gözleri de onunla aynıydı. Ama çok farklıydı. Yorgun bakıyordu. Ama o alıştığım yorgun bakış değil. Umut vardı, neden bana bakan birinin gözlerinde umut olsun ki?

 

Bu sefer Alex'e döndü. "İdın'ı çaylağım olarak istiyorum ve bizzat kendi korumama alıyorum. Ben onun gücünü tattım. O hepinizden güçlü bir savaşçı olacak. Ve benim savaşçım olacak." Benden bir mal olarak bahsetmesi bile şu an affedeceğim bir husustu. Tanrı görüyor, az önce bir karizma fışkırdı. Boş boş arkasından bakakalmıştım.

 

İşte böyle başlamıştı, sekizinci savaşçı olma öyküm. O çocuk Félix Roux, işte böyle girmişti hayatıma. Sonradan hayatımın kendisi olacağının ikimiz de bilincinde değildik tabii.

 

Bir gece yanına gitmiştim. Olaydan sonra iki gün geçmişti. Van kedisi gözlü çocuk yavaş yavaş toparlanıyordu. Félix gününü revirde, ben de 8. Oda da geçiriyordum. Doğru düzgün konuşmamıştık. Ama işte buradaydım.

 

Karşımda duruyordu. Revirde bir sedyede oturmuştum o da duvara yaslanmıştı. Hâlâ yorgun görünüyordu. Acaba dinlenmiş miydi? Banane canım.

 

"Merhaba, konuşma fırsatımız olmamıştı. Ben Félix." Sessiz kaldım ve yüzünü incelenmeye devam ettim.

 

Açık renk teni, açık kahverengi saçları ve gözleri vardı. Zaten aşina olduğum yüzü, daha genç hâliyle incelemek benim için oldukça kötü ama merak dolu bir deneyimdi. Nasıl onunla bu kadar benzeyip aynı zamanda bu kadar alakasız olabiliyorlardı?

 

Güzeldi, falza güzeldi. İşte aralarındaki bir fark da buydu. O bu kadar güzel olamazdı.

 

"Sanırım şimdi konuşmayacaksın. Zorlama yok. Tanışmak için konuşmak istiyorum. Ben başlasam da olur." Benden hiçbir tepki görmeyince iç çekerek konuşmaya başladı.

 

"Ben Félix Roux. Fransa, Leille de doğdum. Birkaç yıl kadar orda yaşadım. Şu an on dokuz yaşındayım." Kafasını eğerek gülümsedi. "Birkaç gereksiz bilgi işte. İstediğini sor diyecem ama sanırım pek istekli değilsin. Ben buranın doktoru gibi bir şeyim. İlk beş savaşçının dördüncüsüyüm. Çaylaklık yapmadım ama Sema Doktorun öğrencisi gibi bir şeyim. Pek eğlenceli görevlerim yok. Sadece revir işleri işte."

 

Şaşkınlığıma yenik düşerek soru sorudum. "Nasıl, on dokuz yaşındasın ve doktor musun?" Bana gülümsedi. Sanırım zaten konuşma işini benden bekliyordu. Tabii benim bu konuda ne kadar beceriksiz olduğumu bilemez.

 

"Evet, öyle de denebilir. Ama benim yeteneğim zaten bu. Sen nasıl dokunarak insanları hasta ediyorsan bende dokunarak iyleştirebilirim. Bende hala öğrenciyim. Gerçi insan her yaşta öğrencidir." Revire göz attı ve gözleri tekarar beni buldu. "Aslında ben istemesemde zaten benim çaylağım olurdun büyük ihtimal."

 

Omuz silktim. "Şey, Sen itemesen ölü olurdum büyük ihtimal." Minnet duymayacaktım ama gerçeğin de farkındaydım. "Hayır, Alex izin vermezdi. Seni bulmak onu çok heyecanlandırdı. Tabii haklı. Dokunarak zarar verebiliyorsun. Hem sadece biraz öfkelenmiştiler. Selen'e bakama iyi kızdır."

 

Selen hiç de 'iyi kız' gibi durmuyordu. "Acaba yeteneğin bana zarar verir mi? Ya da olası bir durumda benim yeteneğim seni iyileştirir mi?" Kendi kendine konuşuyor gibiydi. Gözleri penceredeydi. "Bunu bir ara deneyelim." Şaşkınlıkla gözlerim kocaman açıldı. "Bu aptallık olur. Hadi diyelim gücüm üstünde etki ediyor, zaten kontrol edemiyorum. Şey, Bu sana tahmin edebileceğinden daha büyük zarar verir.".

 

Beni izliyordu ama gözlerinde memnuniyet duygusu vardı. "Bu neden umrunda olsun ki?" Hakikatten. Neden? "Birinize daha zarar versem bu sefer Alex bile kurtaramaz beni. Beni korumana aldın. Burdaki tek hayat güvencem sensin. Bunu bozmak daha büyük bir aptallık olur." Evet, harika bir bahane! Olayı bilmesem ben bile inanırdım.

 

Beni izlemeye devam etti. "Tabii, olabilir. Ayrıca benden çok Alex senin için bir güvence. Savaşçılar ona karşı çıkmaz." Gerçekten kimdi bu Alex?

 

"Ben İdın Ruiz. Buraya gelmeden önce İspanya Ourense'de yaşıyordum." Gözlerine bir ışıltı geldi. Ne sanıyordu, en yakın arkadaşı falan olucağımı mı? Çok bekler.

 

İkimiz bir süre konuşmuştuk. Tabii aile konularını ikimiz de açmamıştık. Bana sınavlardan, karargâh sisteminden, eğitimen - çaylak ilişkisinden bahsetmişti. Sonradan bana bir bileklik vermişti. Ters soru işareti olan siyah bir bileklikti. Çıkartmak yasak. Bileklik kimlikmiş. O günden bu güne hâlâ bileğimde.

 

Takmama yardım ederken geri çekilmiş. 'lütfen bana dokunma.' demiştim. Kırılmıştı, belliydi ama gülümseyerek isteğime saygı duymuştu. Amacım kabalık değildi. Sadece onun bana dokunmasına daha hazır değildim. Geçmiş ağır bir yüktü. Ve şu an bu çocukla tekrar karşıma çıkmıştı.

 

Ona zarar veremezdim. Ama yakın durmak resmen bana zarar veriyordu. Tabii karagah ahalisinin gözünde hâlâ bir tehdit olduğumun ikimiz de farkındaydık. "Eğer bir gün benim yüzümden zarar görürsen beni asla affetme." demişti. Nedenini anlamamıştım. Benimle ilgili bir söz verdiği kulağıma gelmişti. Ama söz neydi ve benimle nasıl bir ilişkisi vardı bilmiyorum. Acaba bana zarar verecek bir konu muydu? Sadece bunu demişti. 'Eğer benim yüzümden zarar görürsen beni asla affetme!' Bir emirden çok rica gibiydi. Onu affetmememi sanki kendisini affedebilmesi için istemişti. Ben onu affedersem o kendisini affedemezdi.

 

Beynim yandı, aklım ters döndü. Bu çocuk hep böyle başımı mı döndürecek?

 

🥂

 

Van kedisi çocuk bir haftada toparlanmıştı. Alex beni sınava sokacaktı. Puan almam için bu gerekmiş.

 

İlk sınavım olduğundan yüksekte bulunan zikzaklı bir denge tahtasından geçmemi söylemişlerdi. Eh bunu yapabilirdim. Tabii gözümü bağlamasalardı.

 

Evet, gözümü bağlamışlardı. Bana Félix komut verecekti. Onun söylediklerine göre ilerleyecektim. Bu son iki haftada ona karşı biraz ısınmıştım. Küçük bir kedi gibiydi. Sakin, kendini sevdiren bir yapısı vardı. Revirde onu izlemiştim. Oldukça ciddileşiyor, daha on dokuz yaşında bir genç olduğunu unutturuyorudu. Bazen yemekhaneye indiğimde yanıma oturur sohbet etmeye başlardı. Ben pek konuşmazdım. Ama onu dinlemeyi yavaş yavaş sevmeye başlamıştım. Dikkatimi çeken şey; başka insanlara karşı fazla temas kurarken ben istedim diye benim temas çevremden uzak duruyorudu.

 

Başkaları demişken. Bir ortamda olduğumda ve etrafta bana her an saldırıcak gibi bakan birileri olduğunda, o yavru kedi bir kaplana dönüşüyor sanki değerli bir hazineymişim gibi görünmez duvarlarıyla beni koruyordu. Gerçi beni deli etmesi gereken bu olay karşısında halimden memnundum.

 

Tahtaya çıktığım zaman bir bandana ile gözümü kapattılar. Yere inene kadar çıkartamazdım. O bana komut veriyor ben de güvenerek (?) dediklerini yapıyordum. En sonunda bittiğini söylediğinde elim gözlerime gitti. Ama beni durdurmuş 'inene kadar çıkaramazsın demişti.' ve eklemişti. "Elini ver. Ya da dur, pardon biraz daha ilerle." Birkaç adım daha atmış ve dengeli bir şekilde yere atlamıştım.

 

"Harikaydı. Sadece biraz." Fèlix'in sözü yarıda kesilmişti. Hiç unutmam. Takılıp düşecekken tutmuştum omzunu. İlk ciddi temasımız oydu. İki kolumu da ona sarmıştım. Alayla gülümseyerek. "Oysa gözü bağlı olan benim." demiştim. Sesini çıkartmamıştı. Sadece nefesini vermişti. Yüzüme çarpan sıcak nefesi aslında tahmin ettiğimden daha da yakın olduğumuzu fısıldamıştı. Onu bıraktım ve gözümü açtım. Utanmıştı. Kaçırdığı gözlerinden de kızarmış yanaklarından da belliydi.

 

Geri kalan sınavlara da girmiştim. Her geçtiğim sınavda yüzüne bir gurur yayılıyordu. Sadece tek bir sınavı geçememiştim. İkna ve oyunculuk sınavıydı. İkna ediceğim kişi Selen'di -şu maviş kız. Beni hiç dinlememiş sadece nefretle yüzüme bakmıştı. Eh malum, durum böyle olunca kalmam kimse için şaşırtıcı olmamıştı. 'boş ver tek bir sınav. Diğerlerinde harika başarılar elde ettin.' demişti. Benden daha fazla bana inanması şaşırtıcıydı.

 

Son sınav olduğunda bana kayıp olanı bul demişti Alex. Boş, etrafta sadece ağaç ve başka bitkiler olan büyük bir salonda durduğumda karargahın ne kadar büyük olduğunu bir sorugulamştım.

 

Bana sadece bulduğunda anlarsın demişlerdi. Ağaçların arasında gezinirken -düzeltiyorum; Ağaçların arasında ne aradığımı bilmeden gezinirken birden elektrikler gitmişti. Tabii gider. Bu kadar büyük bir yere elektrik mi dayanır?

 

Zifiri karanlık değildi hala az çok etrafı seçebiliyordum. Ne söyleyeceğimi şaşırmış etrafa bakarken tekrar bir ses duydum. "Sanırım yolun sonuna geldik." dedi maviş kız. Etrafıma bakarken bir silah lazeri tam kalbimin üstüne geldi. Nefesim kesilirken ne yapacağımı bilemedim. İçimi saran korku ve nefret şu an rahat birini öldürebilirdi. "Üzgünüm İdın ama emir bu sefer benden de büyük yerden." dedi Alex.

 

Hani kimse Alex'e karşı çıkamazdı. Hani o her şekilde beni korurdu. Félix bunu söylemişti. Peki o neredeydi? "Diyecek bir sözün var mı küçük şeytan?" Bu sefer Van kedisi çocuğa aitti ses, ama benim aklım çoktan allak bullak olmuştu. Düşünebilen topu topu üç beyin hücremden biri ne bok döndüğünü anlamaya, biri nasıl kurtulacağımı bulmaya sonuncusu ise Fèlix'in nerede olduğunu bulmaya çalışıyordu.

 

Ama üçüncü beyin hücremide öldüren ve bana cevap veren bir ses duymuştum "Üzgünüm İdın." Félix? Ses onundu. Sinirden ve kaygıdan elimin titrediğini fark ettim. Kırmızı ışık hala sol tarafta kalbimin üstündeydi. Ama orda hissettiğim tek şey nedense sadece bu değildi.

 

"Affet beni İdın." dedi Félix. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü.

 

Affet beni? Hayır. Bir yanlışlık vardı. Félix 'Eğer benim yüzümden zarar görürsen beni asla affetme.' demişti. Neden şimdi beni affet desin ki? bir yanlışlık vardı. Kesinlikle bir yanlışlık vardı. Ama ne? Hayır o Félix değil! Ama Félix nerde?

 

"Se, sen." Sustum. Tekarar güç bulunca o gücü kaybetmeden konuşmaya çalıştım. "Sen Félix değilsin." Bir süre sessizlik oldu. "Ben Fèlix'im. İyi misin İdın?" Hayır, o Félix değildi. Çok aptalcaydı ama o Félix değildi. Hissediyordum. İçimi bu sefer sinir kapladı. "Hayır, Sen Félix değsin.! Félix nerde?" Gür ve karalı sesim beni bile şaşırtmıştı.

 

Yanılmıyorsam eğer, şu an kalbine nişan alınmış kişi Félix değil bendim. Ama ne bu birden gelen Félix aşkı bilmiyordum. Tabii o zaman sorduğum soru için de cevap verdiğimin farkında değildim.

 

"Sen Félix değilsin!" dedim bastıra bastıra. "Félix nerede? Ona bir şey olursa.." sustum ne derdim ki? Daha kim olduğunu bile bilmiyordum. Tekrar bir gülme sesi geldi. Bunun kim olduğunu bilmiyordum. Zaten bilsem de o sıra algılayabileceğimi pek sanmıyordum. "Félix sana ihanet etti. Hâlâ onun için endişeleniyorsun. Ama tehlikede olan da sensin." Evet, kaçınılmaz gerçeği tekrar yüzüme vurmuştu. Ama bu akıl beni dinler mi?

 

Keşke.

 

  

"Kimsin? Dur sadece Félix değil Alex de olamazsın. Alex ona zarar gelmesine izin vermez."

"Beyaz meleğe çok güveniyorsun anlaşılan." dedi ses alayla?

 

Güveniyor muyum?

Beni bu topraklara getiri, az daha onun yüzünden ölüyordum. Şu an kalbime tutulu bir lazer var.

 

"Güveniyorum! Alexander'a güveniyorum. O ailesinin zarar görmesini izin vermez."

 

Evet, güveniyorum...

 

Tekrar bir sessizlik çöktü. Biraz sonra ışıklar açılınca kolumu yüzüme götürdüm ve ışıktan etkilenen gözlerimi kapattım. Tekrar açtığımda biraz ilerimde Félix vardı. Ağır adımlarla yanıma ilerlerken ben olduğum yerde kalmıştım. Yüzünde affallama vardı.

 

Sessizlik çökerken bana bir dal uzattı. Öfke tekrar bedenimi sararken elindeki dalı alıp yere fırlattım. "Sikmişim fidanını. Sen iyi misin?" Ona doğru bir adım daha attığımda uzanıp bana sarıldı. Bana sarıldı?

 

Nefesim boşalmış gibi hissettin. Hayır, nefes alıyor gibi hissettim.

 

Kaçmadım, itmedim. Sadece kafamı boynuna dayadım. Kalbi, kalbimin üstünde atıyordu. İşte ilk o zaman kalp atışlarını hissettim. Korkak küçük bir kuş gibi benim kalbime sığınıyordu. Sonradan onun kalp atışları benim hayatım oldu.

 

 

  

O akşam sınav sonucu açıklanmıştı. 9 puan. Beni en güçlü savaşçı yapan tek haneli sayı. Kimisi itiraz etmişti. Kimisi şaşırmıştı. Bazıları zaten yüksek bir puan olacağını tahmin etmişti. Ama en falza Félix sevinmişti. Sabaha kadar ben demiştim diyerek dolanmıştı. Artık resmi olarak onun çaylağı olmuştum. 8. Savaşçı. O gece bana bu isim verildi. Artık o bileklik hak ettigim için bileğimdeydi. Son sınavı geçen ikinci savaşçı ben olmuştum. Bir kimdi bilmiyorum. Üç son sayıyıdı. Ama anlaşılan bazı olaylar ikide de bitermiş. Ya da kim bilir? Ben Maria değilim. Geleceği göremem.

  

 

 

Tüm bu olaylar ardından savaşçılar genel olarak bana daha fazla güvenmeye başladı. Alex beni çok yoruyordu ama artık ailesinin bir ferdi olduğumu bilmek beni mutlu ediyordu.

 

Yalnız değildim ve sığınacak insanlar olana kadar yalnızlığın beni yaraladığını fark etmemiştim.

 

Sadece Selen mesafeli duruyordu ama sembolik bir mesafeydi. Birbirimiz ile uğraşıyorduk, nefret sözleri dile getiriyorduk fakat yine birbirimize güveniyoruduk.

 

İlk görevim Selen ile verilmişti. İstikbarat toplamak için iki yakın arkadaş gibi dolandık bir süre sokak aralarında. Onu tanıma fırsatı edindim ve beni tanımasına fırsat verdim. Félix bana karargâhı öğretti, Selen ise savaşçı olmayı. Gerçi Arthur'un da az yardımı olmadı. Bana bir çok dövüş tekniği öğretti. İyi bir öğretmendi. Zamanla onu dönüşlerde yenmeye başladım ve o benle gurur duydu, oysa ben ona yeteneğim ile dokunmuş ve ölüme sürüklemiştim.

 

Savaşçıların sıcak aile yapısı benim buzlarımı yavaşça eritti. Karargâhı yapı taşlarından biri oldum. Beni bir çiçek gibi büyüten ise savaşçıların sevgisi ve Félix'imin aşkı oldu...

 

Sadece anne, baba ve kardeşten oluşan normal bir aile nasıl olurdu hep merak etmiştimdir. Sanırım hayatın bana sunmayacağı tek nimet buydu.

 

Ben, İdın Ruiz. Bir zamanlar ölmeyi bekleyen, sefil bir hayata sahip, ailesi tarafından lanetlenen biriydim. Fakat şu an parmak uçlarımda ölüm olduğu hâlde adaleti yaşatıyorum, beni yaşatan adaleti...

 

Bölüm : 27.12.2024 22:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...