Yazarı dâhi bilmediği bir tarihte...
Félix Roux:
"Peki safen damar nerde?" dedi İdın elindeki notları incelerken. "Kasıktan başlayıp ayak bileğinde iç topuk altına kadar ilerler." Cevabımdan tatmin olarak sordu. "Peki vena safena ne?" "Bacağın en büyük yüzeyel toplardamarlarıdır... Görevleri, bacağın yüzeye yakın bölümlerindeki oksijensiz kalan derindeki venlere taşımak ve böylece akciğere gönderilmesini sağlamaktır."
Kusura bakma sanırım açıklama yapmayı unuttum. Birkaç gün sonra bir sınavım var ve İdın bana yardım ediyor.... Yani edebildiği kadar. Doktorluk sürekli bitmeyen bir eğitim hayatıydı.
Kuşevinde yatağa oturmuş -çevremiz anatomi notları ve damar haritaları ile doluyken- beni sınava hazırlıyorduk. Kuşevini bilmiyor musun? Pekii. Her savaşçı kafa dinlemek için kendi köşesine kaçar. Çoğumuz karargahta yaşasakda kendinize ait evlerimiz vesairemiz var. Diğerleri genelde lüks villa veya öyle yerler tercih etmişti. Ama ben ve İdın kaçmak için karargahın aşağısına, ormana gelirdik. Burası önceden ufak bir dereye bakan bir kuş gözlem evliydi fakat yanlış sulama yüzünden kuruyan dere kendi ile birlikte kuşlarıda götürmüştü. Bir iki işlemden sonra burayı temizleyip, düzenleyip kendi dünyamızı kurmuştuk. Açıkçası ben buranın kuşlara ait olmasını yeğlerdim.
"Şimdi bana boyunda bulunan damarları say." Bir süre düşünerek gözümün önüne haritaları getirmeye çalıştım. "Dört tane. Boynun iki tarafında beyni besleyen iki adet ana atardamar bulunur. Bu atardamarlar göğüste aortta başlayarak boyundan beyne doğru ilerler. Nabız bakarken bu damarlara dokunuruz. Diğer ikisi..." Sesizleştim, isimleribir türlü aklıma gelmiyordu. Şu an Alex'i kıskandığım anlardan birindeyidim.
"sağ karotis, sol karotis -bu ikisi az önce saydığın şah damarı.- sağ vetebrel artler ve sol vetebrel arter." Yaptığı yanlış ile güldüm." "Vertebral arter." İdın kağıtlara baktı. "Amman doktor. Sen bil yeter." Tekrar güldüm.
"Peki en uzun damar?" "Auort."
Elini uzatarak kasıklarıma yakın bir yere dokunduğunda içim titredi. Gözlerinin içine baktım. "Bu damar hangi ameliyatlarda kullanılır." Bir süre düşündüm. Dokunduğu yerlerin tutuşması hiç yardımcı olmuyordu. "Halk tabiriyle yedek damarıdır. Ve safen damarlardan biridir. Varis, kalp krizi ve benzeri ameliyatlarda taşınır. Ayrıca vücuttaki diğer ezilmiş, kesilmiş, tıkanmış damarlar ile de değiştirilir."
Elini çekerek tekrar kağıtlara gömülü. Kuzgun karası saçlarını ve süt beyazı tenini inceledim. Siyah ve beyaz bir satranç tahtası gibi o kadar mükemmel duruyordu ki... Aç gözlü bir şah misali tüm tahtayı gezmek istedim. Saçlarını yarım bir şekilde toplamıştı ve kemikli yüzünü bana açmıştı. Her bir zerresine dokunmak istiyordum. Keşfetmek. İnsan anatomisi bir neşter ile parçalanmadanda keşfedilirdi değil mi? Sözler kılıçtan keskin derler dudaklarım ile kestiğim yerleri parmaklarım ile görebilirdim. Görebilirdim sanırım.
İlk karşıma geçerek ölüm karası gözlerini toprak rengi gözlerime diktiği zamanı düşündüm. Ölü insanlar toprağa gömülürdü. Fakat ben onun karşısında ufalanarak ölüm uğruna toprak oluyordum sanki. Gerçi o beni daha çok suya benzetildi. Su hayat verirmiş. Su olmadan insanlar yaşıyamazmış ve su her hastalığa dermanmış. Bir doktor gibi. Lakin benim hayat verdiğimi söyliyen kişinin parmak uçlarına ölüm nakşedilmişti.
Evet, ben bir doktorum fakat ölümü taşıyan kişiye aşıktım. Hayır, hayır sevgili dostum. Ben hastlarımı ölüme teslim etmezdim. Fakat hiç düşünmeden kendimi ölümün kollarına bırakabilirdim. Onun dokunuşu öldürürdü hemde en acı şekilde. Fakat benim bedenim onun dokunuslarına açtı. Parmak izi tenime değdiğinde acı düşünmezdim mesela. Aklım bana dokunuşunda kalırdı. Tenimdeki parmak izleri en büyük hazinem gibiydi. Suda bile geçmezdi. Ben su değil miydim? Bilim ne kadar inkâr ederse etsin. Yüce su bile onu silemezdi benden.
Bir gece vaktinde görmüştüm onu ilk, bir gece vaktinde sesini duymuştum ilk, bir gece vaktinde sarılmıştı bana ve yine bir gece vaktinde ölmüştüm doyasıya. O andan itibaren gece hep en iyi dostum olmuştu.
İple çekerdim geceyi. Merak ederdi o da bilirim. Tüm gün İdın ile ne yaptığımızı, bana ne dediğini, nerelerime parmak izi takılarını taktığını merak ederdi. Gözlerimi kapar kelimeleri kullanmadan doyasıya anlatırdım ona. Oda sarardı beni. Gündüzün, ona dahil olmayan güneşin yanık izlerini iyileştirdi.
Ben nefret ederdim güneşten. Gündüzden. Güneşi sadece Alex'de sevdim. Ve annemle babamı aldığı gün, gündüze düşman kesildim.
Biliyor musun dostum? Ben ölüyüm. Evet, belki de bu yüzden bu kadar aşıktım İdın'a. Ben zaten ölüyüm. Onun parmak uçları değmeden zaten ölmüştüm şu an dokunsa öldüremez ki. Yada acı verenez. Ölüler acıyı hissetmez. Ben ölümü alınca onun parmaklarına sadece aşk kalmıştı.
Sanırım durumu açıklamam daha iyi olur. Annem ve babam hastalandı. Aldıkları ilaçlar ilk çok iyi geldi. Yada biz öyle sandık. Bir süre sonra eskisinden kötü olduklar. Bu sefer doktor -babamın çok yakın bir arkadaşı- ilaç dozunu değiştirerek tedaviye ekleme yaptı. Ben de yardım ediyordum. Ve evet, ailem yeteneğimi biliyordu. Annemin anlattığına göre tesadüf üzerine keşfetmişler. Fakat olayı inan hatırlamıyorum.
Benim yetenekli parmaklarım sayesinde -kelimenin tam anlamıyla- toparlanıyorlardı az çok. Fakat durum ilerledikçe içlerindeki gaddar kral kurduğu krallığı dahada büyüterek annem ve babami iyice savaşa sürükledi. Bir süre sonra başka doktorlara göründüler, doktor ilk olayı anlamamıştı. İlaçları sorgulama zahmetine bile girmemişti. Detaylı test yapmış bir hafta müddet vermişti. Fakat onların o kadar zamanı yoktu. Çünkü gaddar kral aceleci biriydi. Sadece üç gün sonra daha kötü oldular beni onlardan ayırdılar ve ikisini farklı odalara hapsettiler. Hastane onlara hapisane olmuştu ve gaddar kral gardiyanları büyük bir boşluğa düşürmüştü. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı çünkü bedenleri çoktan fethedilmişti. Sadece ana kaledeki bayrağı düşürmek kalmıştı ve ben o yaşımda bunun ne kadar yakın olduğunu anlayabiliyordum.
Yanlarına girmek için direniyordum. Tabii bu direncim ve çocuk aklımın etkisi ile gardiyanlar yeteneğimin farkına varmıştı. Ama onlar beni ailemin yanına götürmek yerine incelemeyi ve seminerlerde bir ilaç tanıtır gibi tanıtmayı seçmişti. Oraya geri dönücem sevgili dostum. Önce kralın savaşını anlatmam daha uygun olur. Şayet acımasız, gaddar kral bu zaferi için oldukça uğraşmıştı anlaşılan. Evet dostum, zafer. Bu savaş kral kazandı. Fakat gaddar kral anneme acıdı. Önce onu anladı benden ve babamdan. İlk babam ölse annem bu acıyı kaldıramazdı her hâlde. Ayrıca annem uyurken uyudu. Ve ben uyku düşmanı oldum. Sevdiğim insanlar uyuduğunda uyuya kalırda derin uykularından uyandıramam diye çok korktum.
Annemin kaybı ile babam tüm hayattaki en değerlim oldu. Tekrar gözlerini görmek istedim. Fakat o da fazla yaşamadı. O da annem gibi bir gündüz vakti uyudu. İnsanlar gece uyuduğunda korkma fakat eğer o insan gündüz saatlerinde uyuyorsa git yanına. Yanında dur ve ruhunun uzaklaşmasına izin verme sevgili dostum. Şayet güneş ruhlara aç bir varlıktır.
Babamın ölümü ile tek kaldım hayatta. O bahçede saatlerce ağladığımı hatırlarım. Yaz günüydü. O kadar uzun süre güneşin altında kaldım ki bedenimin açıkta kalan yerlerininde yer yer güneş yanıkları oluşmuştu. O an hissetmedim acıyı. Aklım babamın son sözlerindeyi. "Annenin yanına gitmeliyim, bilirsin beklemeyi sevmez." Demişti, beni bırakırken fakat işin asıl masalsı yanı babama kimsenin annemin öldüğünü söylememesiydi.
Aşk insanları birbirine bağlar. Babam ve annem de bağlıymiş demek ki. Ve eminim ki annem ölünceye kadar değil ölü haliyle bile sevmişti babamı. Yoksa nasıl aralarındaki bağ sağlam kalırdı?
Fakat doğruya uzanan köprünün tahtaları eksikti. O boşluklara itina ile kereste niyetine cevap yerleştirdi test sonuçları. Gaddar krala yardım eden bir devlet düşmanı vardı. İlaçlar... Annemi ve babamı benden alan kral değil. Hain ilaçlardi. Yanlış tedavi pahalıya mal olmuştu. Hainin açtığı sur kapılarında giden kral ele geçirmişti krallığı. Eminim ki ana kalenin bayrağı bu gerçek gün yüzüne çıktı zaman düştü. Ve o bayraklara gündüz işlenmişti. Bayraklar düşünce gündüze dost olmam için hiçbir neden kalmamıştı. Ve bende düşman olmayı seçtim. Çünkü hiç olmak çok zordu. Ve ben o küçük yaşta hiç olmuştum.
Yalnızlığımı sadece gece umursadı çünkü ben gündüzleri içimdeki yasla seminer seminer gezerken sadece gece silmişti yaşlarımı ve o anlayış göstermişti yasıma. Annem ve babamın, mutluluğumun yasına.
Bakma böyle masal anlatır gibi anlattığına. Ben o çocuk yaşta düşman kesildim masallara. Hem masallarda kahramanlar gündüzleri mutludurlar. Gündüz ve masallar dostiken nasıl aralarından birini affedebilirdim?
Ay çiçeği oldum ben. Ama güneşe aşık olanından değil. Benim tek aşkım ölümdü. Adımda ay varya oda yeterdi bana. Tüm türdeşlerim güneşe bakarken ben ters durdum. Fakat inan hiçbiri ile yüz yüze bakmadım. Sanırım arkamda kimse kalmadığı içindi. Ve ben, güneşe düşman ay çiçeği... Arkamı döndüm güneşe ve baktım ileriye. Hayır benim döndüğüm tarafın geri olması olanaksızdı, demek ki öbür türdeşlerim yanlış taraftaydı.
Evet sanırım hâlâ nasıl ölü olduğumu açıklamadım. İnsanlar yavaş yavaş beni tanımaya başlamıştı. Dokunarak insanları iyileştirmek yada en kötü halde acıları azaltmak. Vay canına! Ünüm az çok tıp dünyasında yayılmaya başlamıştı bile. Ve yine bir seminerde onunla tanıştım. Sema abla ile...
Hayatının en harika tesadüfü oydu ve ben tesadüflere inanmazdım.
İnsanlar beni tanıyordu bu yüzden beni kağıt üstünde öldürdüler. Belgelerde, dosyalarda ölü oldum. Dalga geçtiğim zombi kitaplarındaki yaşıyan ölüye dönüşünce önyargımı kırdım. Çok gülünç oluyor sonra.
Önyargı gerçekten çok gülünçmüş. Ben öldüğüm zaman anladım bunu ama sen daha fazla geç olmadan farkına var. İnsanları boyama, inan onlara renk vermenin bir anlamı yok. Bırak kendi renklerini seçsinler. Ha başka dinden ha başka dilden ne fark eder? Kız mı seviyor, erkek mi boş ver. Buna takılmak yerine sende aşkı ara mesela. Neden başka insanların mutluluğunu kesmeye çalışarak hem Kendi hem onların mutluluğunu feda edesin ki? Kim kimi seviyor boş ver. Git sevdiğin insana 'seni seviyorum' de. Sadece gökkuşağını veya tek bir rengi sevme mesela. Yada siyahın da bir renk olduğunu ama söz konusu tene gelince renk diye bir şey olmadığını sakın unutma. Her renk güzeldir ama belki senin rengin değildir. Fakat bu onun renk olmadığını veya güzel olmadığını göstermez, değil mi?
Nerde kalmıştık? Ha! Beni bir yere götürdü. Sanırım... O zaman on iki - on üç yaşlarında falandım. Gittiğimiz yerde beni ilk bir oğlan ile tanıştırdılar. Dış görünüşü asyalı olduğunu belli ediyordu. Benden daha büyüktü ve oldukça uzun ve iriydi ama çocuksu bir yanı vardı. Sona bir kız daha vardı. Ve o... Onunla ilgili fazla konuşmayız. Lui diyorlardı ona. Beyaza yakın saçları cam gibi açık mavi gözleri toplu ve kısa bir yapısı vardı. Güzeldi. Gerçekten çok güzeldi. İlk ona güvendim. İlk onu ailem yaptım. O oldukça zarifi. Her an zarar görecek bir beyaz müge çiçeği gibiydi. Fakat o dahi zarafet söz konusu olunca Selen'i geçemezdi. Fakat Selen narin olmayı değil kendisine dokunanı zehirlemeyi seçti.
Aralarında gördüğümde beni en çok şaşırtan ise küçük bir kız olmuştu. Mor gözleri ve benzersiz yeteneği ile hepinizden daha zengin ve daha eşsizdi. Fakat büyük bir fakirlik yaşıyordu. Gözleri onun tüm nimetleriydi fakat fakirliginin sebebide onlar idi.
Bir çift göz düşün. Seni dünya üzerindeki tüm insanlardan ayırıcak kadar güzel. Renkleri eşsiz. Mor gözler. Hatta ve hatta seni en zengin insan hâline getirebilir çünkü insanların zayıflık olarak gördükleri gözyaşların dünya üzerindeki en büyük zenginlik. Gözlerinde bulunan bir horman yüzünden gözlerindeki menalin miktarı oldukça az ve rengi oldukça nadir mor rengi. Ayrıca bu hormon yüzünden göz yaşları oksijen ile buluştuğu anda oldukça değerleri bir kristale dönüşüyor. Gerçekten benzersiz bir yetenek kabul ediyorum. Elbet bu gözlere sahip olmak isterdin fakat bunun bir de perde arkası var. Hiçbir şekilde göremiyeceksin. Gözlerin benzersiz bir renkte olucak ama sen o rengi bile göremiyeceksin. Göz yaşların çok değerli olucak fakat sahip olduğun servet bile görmeni sağlayamıyacak.
Hayat bir terazi kefesi gibi eşitlikten yanadır. -insanlar hile yapmadığı sürece.- bir yerden kazansan yine kaybedersin. Ve şu an anlıyorum ki ben ailemi kaybederek yeni bir aile bulmuştum. Savaşçılar ve İdın için anne ve babamı feda etmem gerekmişti.
Biz konumuza dönelim. Son bir çocuk daha vardı. Gözlerinde düşmanı olduğum güneş vardı. Hatırlıyorum da ilk hiç sevmemiştim onu. Güneşe düşmanım ya. Sana o güneş gözlü çocuğu nasıl anlatabilirim? Oldukça güzeldi mesela. Çok güçlüydü ve bunun bilincindeydi. Hep ağır başlığını korudu. Duruşu ile insanı ezerdi. Saçları altın rengiydi mesela. Oda en az Hyun Su kadar uzundu. Ergenlik nedir bilmeyen kusursuz bir teni vardı. Yüzü çiller ile kaplıydı ama güneş gözleri hep yorgun bakardı. Sanki hayat onu yormuş ve ağlamaya zorlamıştı. Tam ağlayarak içini dökecekken bu sefer sorumlulukları onu susturmuş ve içine attığı göz yaşları çilleri olmuştu. Zamanla çok sevdim onu çünkü beşimizede kardeşleri gibi davranırdı. Tabii en çok Hyun Su ve Lui değerliydi onun için. Kılımıza zarar gelmesine izin vermedi. Fakat en çok da Lui'yi yanindan ayırmazdı. Yada Lui yanından ayrılmazdı.
Sonra başkaları katıldı aramıza. Savaşçı olduk. Adalet savaşçıları. Adalet için dedik, kâh hayat verdik hak acımadan hayatlara son verdik. Ama sana yemin ederim ki hiçbir zaman kendimizi tanrı yapmadık. Nefsimize hakim olduk.
Birimiz hariç...
Kimler mi geldi?
Umut geldi. Adaletin varlığına olan umudumuzu arttırdık.
Maria geldi. Geleceğimiz olduğunu anladık.
Melodi geldi. Sesimizi duyurmanın yollarını bulduk.
Meredit geldi. İnsan üstü yardım kazandık.
Mex geldi. Tüm sanal ağının hâkimi olduk.
Cesika geldi. Bir insan bedeni misali tamamlandık.
Atlas geldi. Dünyanın hızına yetişememe korkumuz kaybettik.
Arthur geldi. Hepimizin bir zamanlar korktuğu karanlığı keşfettik.
İkizler geldi. Altından kalkamayacağımız yük olmadığını anladık.
Öykü geldi. Ruhumuz eksikti onu tamamladık.
İdın geldi. Ölümü yönetenbiliceğimize inandık.
Lusita geldi. Dünyadan bize bir yer verdi bizde dünyaya ait olduk.
Ada geldi. Her yeteneğin 'yetenek' olmadığını anladık.
Asya geldi... Biz adaleti işte ilk o zaman tattık...
Tabii bazen sadece gelenler olmadı. Sesiz sesiz aramızdan siyrilanlar da oldu. Elif ve Burak.
Elif biricik dostum. Lui'den sonra ilk inandığım insan. En fazla sığındığım kişi. Benim aksime o insanları zehirliyebikiyordu. Yeteneğini kullanmazdı. Çünkü genelde çok güçsüz olurdu. Benim sayemde az çok toparlanmıştı, üstüne üstlük Burak'ın aşkı onu iyileştiriyordu fakat Burak'ı kaybettikten sonra Elif'i de kaybedeceğimizi az çok biliyordum.
Onu iyileştirmedim. Yeteri kadar güçlü değildim. Ama... En azından ikisi öbür dünyada tekrar kavuştular. Belki orda Elif'in yeteneği olmazdı ve doyasıya sarılırdım ona.
Başka kimler mi?
Mesela Zamira. Bizim en şefkatlimiz, bizim en fedakarımız, bizim en açığımız, bizim en sırlarla dolu olanımız. Kardeşi Zoe'nin tüm hayatı...
(Zamira şefkatli demek. Zoe de hayat.)
Fakat fazla yaşamadı, hayır hayır sevgili dostum. O sonsuzlukla ödüllendirildi. Ama yarası vardır elbet. Hepimizin var. Mesela Zoe'nin yarası yanlışlıkla kardeşini öldürmek. Zamira'nın yarası kardeşi tarafından öldürülmek...
Bak gündüz kördür. Göremezsin. Zoe kardeşini görmedi, Zamira tehlikeyi... Belki de savaşçılar ilk o zaman bu kadar acımasız oldu şefkat duygumuzu Zamira ile toprağa verdiğinizden belkide.
Ve biz o an anladık ki bazen altından kalkamayacağımız, yetişemeyeceğimiz, duyamayip, göremeyeceğimiz, tamamlayamayacağımız, hakim olamayacağımız şeyler var ve bunların başında da ölüm var. Hayır sevgili dostum. Biz sadece kendimizi kandırmışız. Bizim ölümü asla yönetmedik asla yönetemiyeceğiz.
Fakat o açtı. Ölüm de onun emrinde olmalıydı, ona boyun eğmeliydi.
Beni iyi dinle sevgili dostum. Kim sana ne derse desin sakin unutma. Savaşçılar düşündüğün kadar 'melek' değil. Ve her savaşın sebebi Adalet değil. İnan bana en az bende senin kadar çok merak ediyorum Asya bir doktor misali içimizdeki zehri temizliyebilir mi? Kendimizi avuttuğumuz adaleti verebilir mi? Güneşi, en çok merak ettiğim güneşi kurtarabilir mi? Ve sevgili dostum. Güneş sandığından daha hasta. Ona bu kadar güvenme ve Asya'yı ondan koru. Çünkü güç insanları zehirler.
"Félix?" İrkildim. Kafamı kaldırarak İdın'a baktım. "Daldın, sanırım yoruldun burda bırakalım mı?" Gözlerinin içine baktım. Ölümü güneşten kurtardım, fakat kendisinden nasıl kurtarıcım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
"Hayır, daha çok not var. Devam edelim lütfen." İdın sırıttı. "Nezaketen sordum zaten. Devam etmek zorundasın hadi sirkelen." Esneyerek vücudumu gerdim. "Başka soru hocam?" İdın kağıtları dikkatli gözlerle inceledi. Elini uzatarak bileğimi tuttu. "Burda bulunan damarın adı?" "Radial Arter." Kafasını olanak salladı. "Açıkla." "Nabız ölçülür. Kalbe kadar gider. Atar damardır." İdın tekrar kısa bir süre kağıtlara döndü. Elini bu sefer boynumda bir noktaya getirdi. İşaret parmağı sağ şah damarının üstündeydi ama baş parmağı ademelmama değiyordu. Yutkundumda ademelmam haraket etti ve bir an affalladı. Yoğun gözleri yüzümü inceledi. Elini geri çekerek toparlanmaya çalıştı fakat kızaran yanaklarının ikimizde farkındaydık.
"Şah damarı tıkanıklığı belirtileri?" Yutkundum ve gözlerimi yumarak toparlanmak için kendime zaman verdim.
Hayır sevgilim. Bundan Tahrik olmazsın. Asıl hayır bana. Sana ne oluyor. Tamam! Kendine gel sadece.
"Uyuşma veya zayıflık, denge kaybı, baş dönmesi, şiddetli baş ağrısı -buraya kadar kristal kaymasına benzer. Ayrıca Afazi olarak bilinen konuşma zorluğu. Hafıza problemleri vesaire. Kişiden kişiye değişebilir tabii."
İdın hâlâ yüzümü inceliyordu. Fakat hemen toparlandı. "Ha? Evet." Etrafına bakındı. Hızlıca ayağa kalkarak mutfağa ilerledi. "Su ister misin?" Kafamı salladım. Ama bunu ne mantıkla yaptım bilmiyorum arkası bana dönüktü.
Kendimi geriye atarak yatağa uzandım- Tüm anatomi notlarını ve haritaları hiçe sayarak. Dudaklarımdan hafif bir inleme döküldü. Bize ne oldumştu?
Başka bir şey düşün. Ondan başka bir şey düşünmen mümkünmüş gibi başka bir şey düşün.
Fakat anılar bu gün zihnimi bırakmamaya kararlı gibiydi. Bu sefer zihnimde bu evin bu bahçesinde geçen bir anı canlandı. Beni buraya çağırmıştı. Tekrar piknik yapıyorduk. Fakat o fazla heyecanlıydı.
Oturduk bir süre sonra mecbur anlattı içindeki tatlı sıkıntıyı. Dediki ben aşık oldum. O an içim burkuldu. Sandım ki en yakın arkadaşım benden uzaklaşacak diye bu hüznüm. Çünkü babam ve annemin ölümünden sonra farkettirmeden sinsi küçük bir duygu gibi her şeyim olmuştu ailemi alan ölüm.
Kim dedim, bul dedi. Böyle başladı oyunumuz. Karargahtan biri olduğunu zaten anlamıştım. İdın'nın tüm hayatı karargahtı. Tek tek tüm kadın savaşçıları hatta tanıdık tüm yaşıtılmız eğitmen ve çalışanlarıda saydım. Bulamadım. Ben her isim saydıkça onun umudu kesildi ve yüzüne hüzünlü bir ifade geldi. Tabii anlamadım. Nerden anlayayım? Sistemle nefes verdim. "Hadi ama! Karargahta kız kalmadı!" İdın gerildi. "Şey... Asıl- Asıl sorun bu." dedi yüzüme bakmayarak. "Anlamadım?" Yalan söyledim, anladım. "o.. o kız değil." dedi. İdın ile ilgili bir şey daha öğrenmiştim. Önceden bu tarz şeyleri çok yadırgadım. Doğru bulmazdım. Yanlış gelirdi. Buna bir sürü bahane üretirdim her ne kadar tıp ve psikoloji dünyasında olağan olsada benim dünyamda yeri yoktu.
Ama yaşıyan ölü olunca kırmıştım önyargımı. Anlayışla yaklaştım. Açık olmak gerekirse mutlu olmadım da değildi.
"Olabilir. Kalp bu patron o. Kalp istiyorum der kişi boyun eğer." Bu sözlerim ile cesaretlendi. Tekrar gülümseme oturdu yüzüne. Bu sefer Alex den başlayarak erkek savaşçıları saydım. "Lütfen Umut olmasın. Yeni evlendi. Ali Cabbar olmayalım." Ali Cabbar'ı anlamadı ama kafasını salladı. "Yok. Hem o kadar büyük değil ne yaptın?" Saymadığım bir ben bir de Arthur kalmıştı. İçten içe istesemde hiç o ihtimali getirmedim ortaya. "Arthur kaldı. O değil değil mi? Olmasın. Selen ikimizi de gebertir." Biliyordum değildi. Kafasını salladı. "Ohoo erkek savaşçı da kalmadı eğitmenlere giriyorum." Güldüm. "Sadece ben kaldım." Gözlerimin içine baktı. O an içim titredi. Hayır, Bu kadar kolayı kurtulamazdım.
"İdın, say de. Eğitmenleri de say de bana." İdın yutkundu. "Sayma, buldun." Dedi mahcup bir sesle. Bir süre o yeri ben yüzünü inceledim.
O an sinirlendim. Gerçekten çok sinirlendim. Ama neden olduğunu o akılla fark edemedim.
"Bu konuyu bir daha açmıyorsun. Hatta böyle aptalca şeyler düşünmüyorsun! Bu bir emirdir!" dedi ağzım. Hayır, ağzım dedi benim böyle bir şey dememe imkân yoktu. Asıl aptallığı ben etmiştim. Hızla kafasını kaldırarak yüzüme baktı. O da böyle bir şey beklemiyordu benden. Tamam ters bir tepki verme ihtimalinin bilincinde geçmişti karşıma ama bu kaba tavrım?
Gözündeki cam kırıkları bani bile kesmişti ruhu nasıl sağ kalsın? Hızla kalkarken uzaklaştım. Arkamda ne kadar süre kaldı bilmiyorum. Ben girince ne yaptı bilmiyorum. Tek bildiğim o an iyi olmadığıydı.
Aradan bir hafta geçti ve ben o bir hafta boyunca kendime olan sinirimi ondan çıkarttım. Onu çok yordum. Görevleri ve dersleri çok sıkı tuttum. Onun canının yandığını, yorulduğunu gördükçe daha da kızdım kendime ve yine ondan çıkarttım sinirimi. Böyle böyle döngüye girdik. Bizi döngüden güneş kurtardı.
Tekrar bir dövüş dersinde -karşısında ikizler vardı- dövüşüyordu. Üçü de yorulmuştu ama İdın... O benim lanet gazabıma maruz kalmıştı. Zamira mola vermek istedi. Biliyordum kendi için değil İdın içindi, izin vermedim. O son bir hafta sadece İdın değil tüm savaşçılar sinirimden nasibini almıştı. İdın bir ara yorgun düşüp Zoe'nın darbesiyle yere serildi. Kalkamadı bir süre. "Hadi! Böyle uzanarak savaşamazsın!" dedim acımasızca. O an arkamda Alex'in sesi belirdi. "İkizler kendi programınıza dönün. İdın tüm gün izinlisin. Çok yoruldun dinlen biraz."
İdın göz ucuyla bana baktı sonra Alex'e selam vererek odasına gitti. İkizlerde kendi aralarında dövüşürken Alex'in sesi tekrar duydum. Onu tanıyordum. İlla benimle de konuşucaktı. "Bak Félix. İdın ile arandaki konu beni ilgilendirmez. Fakat bir savaşçıma zarar veriyorsun ve bu beni ilgilendirir. Kime bu öfken bilmiyorum fakat gidip o kişi ile yüzleş ve İdın ile uğraşmayı kes! Çaylağın senin sitres atma oyuncağın değil. Her şey bir yana ben İdın'ı koru diye sana verdim ve vermenin başka nedenleri de vardı fakat eğer böyle devam edersen İdın'ı senden alırım."
Bı an ürperti geldi üstüme. İdın'ı alırdı benden. Her şey bir yana bizim bir anlaşmamız vardı. İdın benim çaylağım olucaktı. Bir çiçek misali sevgimle yetişicekti. Ama ben onu nefretle çürütüyordum. İşin acı yani nefret onundu fakat o nefretine tezat beni sevmişti. İlk bu gerçek yapıştı tokat gibi. Anlaşmamız doğrultusunda eğer ben veya İdın bir hata yaparsak bedelini İdın öderdi. Daha önce verilen infaz kararı ile... Benim aptal sinirim onun ölümüne neden olur muydu gerçekten?
"Kendini toparla yedinci savaşçı başka uyarıda bulunmayacağım." Dedi. "Emredersiniz efendim." Alex yanımdan gitti.
Bende kendimi terasa attım. Terasta Öykü'yü görünce geri dönmeyi düşündüm ki beni durdurdu. "Merhaba! Konuşabilir miyiz?" Homurdanarak cevap verdim. "Şu an zamanı değil belki sonra." Ama o önümü kesti. "Hayır Félix, şu an tam zamanı." Anlamayarak yüzüne baktım tam sinirle hareket edicektim ki yine konuştu. "Sanırım İdın duygularını dile getirmiş." Afallayarak yüzüne baktım. "Sana anlatmış mıydı?" İçten bir şekilde gülümsedi. "Sanırım duyguları okuyabildiğimi unutuyorsun. Sorun değil herkes unutuyor." Yüzümü inceledi ne gördü bilmiyorum ama tekrar konuşmaya başladı. "Ben sadece bildiklerimi anlatıncam sana bir şey yap demiyorum. Öncelikle İdın'ın duyguları gerçekten çok kesin. Sandığımdan daha fazla seviyor seni. Hatta şöyle söyliyim bir ortama sen girdiğinde o kadar ani duyguları değişiyorki bazen farketmeden hissedince şaşırıyorum. Ki bu konuda ondan aşağı kalır yanın yok. Şu an İdın'a sinirli olduğunuda düşünmüyorum. Kendine tüm bu kinin ama yanlış taraftan çıkartıyorsun. Dediğim gibi sana git İdın'nin aşkına karşılık ver demiyorum ama en azindan saygı duy. Böyle onu öldürüyorsun."
"Ne yapıyorum?!" Öykü yüzümü inceledi. "Nefret nedir?" Benden cevap gelmeyince devam etti. "Nefret ateş gibidir. Yanar yanar, yandıkça duman çıkar. Sende ışığa gittiğini sanarak o ateşe ilerlersin ve dumandan etrafı göremezsin fakat ulaştığın ateş seni yakar. Nefret öyledir. İdın bu ve bunun gibi kötü duyguları kullanarak insanları zehirliyor bunları zaten biliyorsun. Ama peki dışarı çıkmayan nefret? Onun içindeki acıyı bir düşünsene. Ben hissediyorum. Sanki yanıyor. Sanki... Yavaş yavaş ölüyor."
Sustu. Sustum. Ben ne yapmıştım böyle? Aptal duygularım için ona zarar veriyordum. O masumdu. Bir suçu yoktu. Ve ben kendi nefretimi ona yığdım. Elif gibi yeteneği onu tüketiyordu. Bunu telafi etmek zorundaydım!
"Ben, ben bunu telafi edicem!" Tam arkamı dönüp gidicekken beni durdurdu. "Dur. Peki sen? Kendi duyguların? Félix aklına girip fikirlerini değiştirmek istemem fakat İdın'a olan tavırların hiçbirimize karşı aynı değil. Bu durum seninde canını yakıyor. Hissediyorum. Yemin ederim hissediyorum. İkiniz aynı çıkmazdasınız aşk çıkmaz değildir. Siz daha doğrusu sen inatla o yola girmeyip çıkmazda durmayı seçiyorsun."
Kafamı eğdim. "Korkuyorum Öykü. Alex'e bir söz verdim bir anlaşma yaptık. Bu duruma ne tepki veriri bilmiyorum. Ben İdın'a zarar gelsin istemiyorum."
Yüzüme baktı. "Ha yani zarar Alex den değil senden gelsin. Bak sen kendi kafanda bir karar almaya başlamışsın. Sana cesaret vermek gibi olmasın ama yap! Kafandan kalbimden geçeni yap! Alex ve diğerlerinin ne tepki vereceğini öğrenene kadar susun. Sonrası Allah kerim. Benden yana endişe etme. Savaşçılar ile ilgili neler neler biliyorum ben."
Ona güvendim. Gerçekte güvendim. Yada o an sadece duygularıma güvendim ama kime güvendiysem bilmem İdın'a mesaj yazdım.
Tam yirmi dakika sonra kuşevine gel. Sakın geç kalma!
Kuşevinede onu bekledim. Gelmedi. Yada erken mi gittim? Hayır. Yirmi beş dakika sonra hâlâ yoktu. O kadar mı kırılmıştı bana. Yada... Başına kötü bir şey mi gelmişti. Güneş ona zarar mı vermişti? Öğrenmiş miydi aramizdakileri. Günahlar... Aşk günahının sonu ölüm olabilir miydi?
Geldi! Karşımda durmuş bana bakıyordu. Aramızda en az beş metre mesafe vardı. Karanlıkta kalmış ama yüzüne arkamdaki kulübenin hafif ışığı vuruyordu. Gece rüzgarı yüzüne eserken izledim bir süre.
Razı gibiydi. Neye bilmem. Fakat emindim başına geleceklerden razı bakıyordu. Bana nefret beslemiyordu ondan da emindim. Ama kalbi kırık bakıyordu.
Kaşlarımı çatarak yanına ilerledim. "Geç kaldın." Dedim aramızda son birkaç adım kalınca. Sustu. Açıklama yapmadı. Dinlemiyeceğimi biliyordu. Ona karşı sağır olduğumu biliyordu. Doğrudur, şu an sağırdım. Kalp atışlarımın sesinden sağırdım. Ona o kadar zaman sonra bu kadar yakın olmama dans ediyordu kalbim.
Lütfen sevdiğim. Duy bu aptal kalbin sesini. Bak konuşuyor. Özür diliyor. Şiirler okuyor. İltifatlar ediyor. Kendine söyleniyor. Duyuyor musun? Hayrı mı? Belki daha falza yaklaşmak gerekiyordu.
"6 dakika 28 saniye geciktim." Yok artık der gibi yüzüme baktı.
Bak sevdiğim. Ben yapamadım. Zamanı saymayı sevmem ben fakat senin yokluğun ile zaman bana işkence oldu. Yaralarımı saran ikinci etkendi zaman ama acıyor. Yenin ederim çok acıyor.
Ne ara beni kendine bu kadar bağladın sevdiğim? Ben ne ara ölüm olmadan nefes alamaz oldum? Söylesene sevdiğim nasıl aynı anda ölümün kendisi olup bir ölüye nefes aldırdın?
Gece bana küstü sevdiğim. Sana zarar verdiğim için küstü. İzin verir misin? Kuzgun karası, gece kadar koyu saçlarına dokunsam, sevsem? Geceyi sevsem, gece beni affetse. Seni sevsem beni affetsen?
Beni affet sevdiğim, önceden söylediğim sözler umrumda değil. Sana zarar verdim ama beni affet. Ben sensiz yapamazmışım sevdiğim. Ay çiçeği ölüme aşık olmuş. Ölümün gölgesi olmazsa yapamazmış. Ben tarafımı asıl bu gün seçtim sevdiğim. Ben solunda olmak istedim.
Tanrı sol kaburga kemiğinden kadını yaratmış. Kalbe en yakın kemikten... Kadının yeri erkeğin kalbidir. Yalvarırım sana. Sen bir kadını alma oraya. Beni al mesela. Varsın yoksun kadının yaratıldığı kemik her gün batsın bana. Acı versin, kessin. Ben acı hissetmem, ölüyüm ama senin solunda yaşamak istiyen bir ölüyüm.
Dokun mesela. Öldür beni. İntikamını al. İçindeki acının intikamını al. Dışa vurursan canın yanmaz. Şayet ben razıyım. Nefesimi kessede dokunuşun, sen dokunmuşsun oda yeter bana.
Diyemedim...
İnsan en çok konuşmayı istediği zaman dilsizleşir. Lâl idim onun karşısında. Keşke izin verse de kalbine anlatsam. Nasıl anlatılır bilmem orası ayrı. Öyle bir dil var mı, ben konuşabilir miyim, o anlayabirli mi..?
Anlamanın tek bir yolu vardı.
"Şimdi seni 6 dakika 28 saniye boyunca öpmem gerek ama nefesin yetmez." dedim. Yüzüme baktı. "Ha?"
Aptalca bir şey yaptım. Ama bir sey yaptım. Uzanarak onu kendime çektim ve öptüm!
Onu, ona sormadan ÖPTÜM! Bu sapıklık yada tacız sayılır mı? O an tüm ahlak ve insani kuralları unutmuştum. Ama karşılık verdi. Sadece iç sesimi susturdum. Sarhoşluk gibiydi.
Ben az önce bir erkeği öpmüştüm! Ama sana yemin ederim sevgili dostum bu çok güzeldi.
İnsanlar yalan söylüyor. Aşk bu kadar basit olamazdı. Ben ve İdın'ın aşkına üç harflik iyi kötü hiç bir isim verilmezdi. Bu günah olamazdı. Günah değildi sanırım. Yoksa Tanrı neden bizi yan yana getirsin? O kadar acıdan, hastalıktan sonra bizi iyileştirecek ilaçları neden birbirimize versin? Hasta mıydık? Özenti miydik? İçimizdeki duyguları yanlış mı anlamıştık. Orasını bilmem. Fakat insanlara diyecek hiç bir sözüm yoktu. Zamanı geldiğinde Tanrı anlardı ne yaptığımı neden yaptığımı. Yüce Tanrım sen affet bizi yanlış bir şey yaptıysak ama sana yemin ederim -sen benim içimi bilirsin- bana sen tarafından verilen bu duyguyu ben istemedim, yönetmedim. Bir kız nasıl bir erkeği masum bir şekilde severse yemin ederim bende İdın'ı aynı öyle sevdim.
Geri çekildi gözlerime baktı. Gözlerinde gördüklerim cesaret, mutluluk ama en çok da güç verdi bana. Fakat bu güç zehirli olanından değildi. Yaşama tutunmak için güçtü ve seni temin ederim sevgili dostum bir ölü için bu çok büyük bir nimetti.
Biz birbirimizi affedelim, tanrı affetmesin.
"Tüh" dedim. "Saymayı unuttum. Şimdi seni bir daha öpmek gerek." Kıkırdadı. Uzandı o ilk öptü beni. Doyasıya karşılık verdim. Doyasıya içine çektim. Doyasıya içtim. Fakat insanlığımı temelini oluşturan doyumsuzluğu unuttum. Onun verdiği nefesi ile nefes alırken ciğerlerim deki nefesin az kaldığını fark edemedim. Tüm dudağını ezberlemek için direndim. Biraz önce içimden geçirdiğim sözleri dudaklarına nazikçe geçirdim. Elimi saçlarında gezdirdim. Gece onun gibi bana sarıldı. Affetmişti demek ki.
Soluklanmak için ayrılınca anlini anlima yasladı. Nefeslerimiz karıştı. Kalp atışlarımı şimdi duyuyorsun değil mi sevdiğim? Elini kalbime indirdi. Sanki duymuştu içimi.
"Özür dilerim." Dedim. Tırnaklarını bastırdı kalbime. Ama inan. Eli kalbime değdi. Arada katmanlar, kanlar vardı fakat eli kalbime değdi, kavradı küçük bir kuşunki kadar hareketli kalbimi. "Seni seviyorum." dedi sadece. Özürmü duymazdan gelerek.
Boynuna eğildim öptüm boynunu. Daha da yapıştırdı kendini bana. Dudağım boynundayken inledi derince. O an özür dileme gereği duydum. Tanrım özür dilerim. Sandığım kadar masum sevmiyormuşum İdın'ı. Şu an her hücrem onu istiyordu. Açtım ona. Ufak dokunuşlarla geçecek bir açlık değildi.
Hissediyordum onu. O da açtı bana. Biliyorum. Kafamı kaldırıp baktım baygın bakan keskin gözlerine. Nasıl güzel bakıyordu.
Elim yüzüne gitti. Biri hâlâ saçlarındaydı. "Ben ne ara sana bu kadar aşık oldum?" dedim sarhoş gibi. Kızardı. Kıkırdayarak kızaran yanağını öptüm. "Seni bilmem ama ben kendim için cevap veririm." Burnumu yanağında dolaştırdım. "Ne zaman?" "Şey, Aldın beni arkana. Tüm dünyaya diklendin ya. O zaman olabilir. Emin değilim." Çene kemiğini öptüm bu sefer.
İlk sarhoş gibiydik, zaten aşk şarabı hiç de acı falan değildi. Yada biz ilk içimdeki acılığı atmıştık. Evet, boğazımız yanmıştı. Fakat biz şaraptan sonra, dudaklarımızın tadını almıştık ve artık işin bağımlılık tarafındaydık. Asla bağımlılık yahut alkol, tütün taraflı biri olmadım fakat her insan hayatı boyunca bir kere bu aşk şarabını tatmalıyıdı.
Sonra ne mi yaptık? Saklandık ve sakladık. Kim olduğumuz insanları ilgilendirirdi, ne olduğumuz değil ama biz uzun bir süre kim olduğumuzu bilen insanlardan ne oldugumuzu sakladık. Duygularımızı yaşarken- düzeltiyorum birbirimizi severken saklandık. Suç işlemiş bir yaramaz çocuk gibi kendi küçük inimize saklandık.
Aslında bakarsan gizlenmenin tatlı adrenalini ilk güzeldi fakat insan ister değil mi sevdiği insanı sahiplenmek. Elini tutup gezmek. Ailem dediğin insanların arasında da sarılmak seviyorum diyebilmek. Biz istedik. Fakat savaşçılar bize anlayışla yaklaşsa bile insanlar için anormalliğimizi koruduk.
Sevgili dostum yanlış anlama beni ama ben Gay yada insanların bana takacağı hiç bir ismi kabul etmiyorum. Gay erkekler, erkekleri sever ama ben erkekleri değil sadece İdın'ı seviyorum. Sevdiğim şey bir cinsiyet değil, kişi ve cinsiyet kalıplarına göre isim almak istiyorum. Bana Gay demeyin. Sadece diyin ki "O İdın'a aşıktı." Çünkü olan şey bu.
Savaşçılar bizi öğrendi bir süre sonra. Fakat korktuğumuz tepkileri vermediler. Hatta bizimle birlikte önyargılarını kırdılar. Bunun bizim için önemini az çok anlıyorsundur sanırım.
Omzuma dokunan el ile irkildim. Arkamı dönünce bana su uzatan İdın'ı gördüm. Bardağı alarak teşekkür ettim.
Boş bardağı yandaki komodine kattım. Esneyip gerildim. Sonar beni izleyen gözlere döndüm. "Bir sorun mu var?" Dedi İdın yanağımı okşarken. Omzuna sarılarak kucağına doğru çıktım arkasına yaslanarak belimi kavradı tek eli.
"Hayır, sadece anılarım arasında gezdim biraz." Boynuna gömüldüm. Ufak öpücükler ve ısırıklar bıraktım. "Sanırım pek serin anılar değili." Yaptığı imayi anlayınca sırıttım. Elini tekrar ademelmama getirdi. Sanırım yine başa sardık. Yaramaz sakinleşmek için verdiği çabayı unutmuş anlaşılan. Yutkunduğumda dudağıma yapıştı. Sırıtarak karşılık verdim bir süre. Sonra alınını alnıma dayadı. Bu şekilde durmamızı çok seviyordu biliyorum ama hiç bir zaman nedenini anlayamadım. Gerçi benim de hoşuma gidiyor yani...
Parmağı dudaklarımda gezerken ağzımı açarak parmağını emmeye başladım. Diğer elimde kasıklarına inmişti. Kafasını arkaya atarak yutkunduğunda benim yutkunuşum ile hareket eden ademelmamdan neden bu kadar etkilendiğini anlamaya başlamıştım.
Parmağını çekince kulağına uzandım ve fısıldadım. "Dersimi çalıştım şimdi oyun oynayabir miyim?" Yüzüme baktı. O an beynim öyle böyle uyuşmamıştı. Düşünemiyordum.
"Geceyi bekleyebiliriz istersen." dedi İdın. Güneş yavaş yavaş batıyordu. "Hayır." dedim gözlerini izlerken. "Güneşle savaşma zamanı geldi. Artık gece geliyor." dedim. Dudaklarıma uzandı. Biliyor musun? Anladı. Sen dediklerimin ne kadarını anladın? Peki sen sevgili dostum. Bu savaşta bize katılacak mısın?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
771 Okunma |
247 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |