***
Direniştir ters soru işareti, diğer dillere ve geri kalan tüm insanlara direnir. Özgündür ters soru işareti, sadece tek bir dilde kullanılır.
Değerlidir ters soru işareti, yokluğunda anlamını kaybedersin.
Adalettir ters soru işareti, çünkü adalet senin yüklediğin anlamda gizlidir.
***
"Hoş geldin bebeğim." dedi benim yanımda hep bebekleştiğini görmezden gelerek.
"Hoş buldum Zümrüt."
Kardeşin var mı İsimsiz? Ben tek çocuğum bildiğin gibi fakat bir kardeşim olmasını çok isterdim. Zümrüt bana kardeşi gibi davranırdı fakat asla diğer üç kardeşi gibi olmadığımı biliyorum. Bir kardeşim olmasını isterdim ya. Bir ben daha. Bana destekçi bir ben daha. Ama aramızda fazla yaş farkı olmasını da istemem. Bu saatten sonra bir zahmet kardeşimin kirli bezleri ile uğraşmayayım. Hem küçük bebek nereden anlasın dediklerimi. Sanırım bir kardeşimin olması için çok geç kaldım.
"Nasıl gidiyor?" dedim çantamı ve telefonumu masanın üstüne bırakırken. "Yorucu." dedi, "Pratik sınavlar falan var. Ben balık yemeği yapacaktım. Bir hafta boyunca balık kokarak gezdim." Güldüm. Tamam şimdi kızarmış balık kokusunun nerden geldiği anlaşıldı.
"Sen ne yapıyorsun. Karargah hayatı nasıl gidiyor?" Neyse ki telefonumu kapatmıştım. Nemisis bence onunla ilgili bir konu döndüğünü duymaz.
Omuz silktim "Şu an karışık." Zümrüt ilk Beyaz Melek ile karşılaştığım zaman saatlerce beni dinlemişti. Ona tüm olasılıkları anlattım. Sonra Alex'i seyircilerin arasında gördüğümü anlattım. Ona farkketidmeden ilk gece Alex ile karargaha giderken ona canlı konum atmıştım. Karargahta olduğum süre boyunca savaşçıların bütün gözlemlediğim özelliklerini anlatmıştım.
Zümrüt asıl ışınlanma olayına takılmıştı. Nasıl? Alex bunun icatlarından biri olduğunu söylemişti. Taktığı saat ile bir ilgiliydi. Elektronik saat hep kolundaydı. Kullanmazdı genelde. Tehlikeliydi sonuçta.
"Neden karışık?" omuz silktim. "Savaşçılar düşmancıl davranıyor. Bunu biliyorsun, hem..." dedim çekinerek. "Hem?" Ona Alex ile tartışmamızı. Lusita'nın video kaydını ve Öykü ile olan konuşmamı anlattım.
"Öykü Ada'yı biliyor mu?" dedi Zümrüt büyük bir dehşetle. "Duygularımızı hissedebiliyor. Hem biraz oyununa geldim. Ama evet Ada'ya olan duygularımı öğrenmiş."
Ne basit bir cümle Ada'ya olan duygularım...
Ben cehennem derim, azap derim ama ağzım sadece Ada'ya olan duygularım der.
Ondan hoşlandığımı fark ettiğimde dehşete düşmüştüm. Bu nasıl olurdu? Olmaması lazımdı! Çok saçmaydı. Hem... olmazdı ki.
Kendimi keşfetme sürecim biraz zorlu geçmişti çünkü insanlar kalıplarını aşan kişileri hep nefretleri ile boğuyordu. Saklanmıştım. Bir insanın kendini saklamak zorunda olması ne kadar saçma bir şey oysa. Başka insanlara destek olup söz konusu kendin olunca elin kolun bağlanıyordu.
Nefretten çok korktum. Ama zamanla kendimden nefret ettim.
O küçük kız için bu büyük bir yenilikti. Dehşet dolu bir öğrenimdi çünkü insanlar benim gibilere saçma isimler veriyor guruplaştırıyordu. Ölmemiz gerektiğini söyleyenler bile vardı, onca cinayete göz yumarken. Beni en çok da haklı olmaları korkutuyordu.
"Asya?" dedi Zümrüt elimi tutarken. "Daldın yine?" "Ha iyiyim. Düşünüyordum sadece." dedim.
Derin bir nefes aldım. "Sence Alex konusunda ne yapmalıyım?" Zümrüt bir süre düşündü. "Akışına bırak derdim ama bir kere akışına bıraktığında gördük olanları." Tüylerim ürperdi. Bir insan ölüm dilediğinden insanlık çoktan çökmüştü.
Omuz silktim. "Ne yaparsam yapayım boş gibi geliyor. Düşünsene dünyayı avuçlarından tutuyor resmen. Çevresinde çok güzel kadınlar var. Saygı görüyor, istediği insanı elde edebilecek kadar zeki, yakışıklı ve güçlü. Neden bana baksın ki?"
Kederli bir ifade ile kahvemden bir yudum aldım. Zümrüt teselli etmek ister gibi diyecek bir şey düşünüyordu kahvesini pipeti ile karıştırken.
Asya kim olduğunu unutma.
Ben kimim ki?
Güldürme beni. Sen Asya Ersöz'sün. Asya Ersöz!
"Doğru!" dedim bardağımı sert bir şekilde masaya bırakırken. Zümrüt yerinden sıçradı. "Ben Asya Ersöz'üm. Ne demek benim neyime baksın? Güzel mi değilim? Hah. Güzellik standartları sizin olsun. Ben güzel olduğumu biliyorum. Zeki mi değilim? Saygı gören bır insan mı değilim? Yoksa güçlü mü değilim?" Kahkaha attım. "Alex dünyayı avuçlarında tutuyor olabilir ama bu benim de tutamayacağım anlamına gelmez. O insanlara hükmetsin hayvanlar benim emrimde. Beni sevmemesi için hiç bir sebep yok. Tanıdığım tüm insanlar üstünde bir sevgi ve saygı kurdum ben. Çevresinde güzel kadınlar olabilir ama unutmasın güç bende, zeka bende, adalet bende."
Zümrüt ilk ağzı açık izledi beni. Sonra gülmeye başladı. "İşte benim tanıdığım Asya Ersöz. Harikasın bebeğim. O senin gözüne girmek için çabalasın."
Bu sefer rahat ve kendimden emin içtim kahvemi. Ben, Asya Ersöz. Ne Avcı, ne Kızıl Melek, ne de güzellik kraliçesi. Ben, Asya Ersöz'üm. Sözüm birdir benim. Çiğnemem. Güçlüyüm ben. En büyük ve güçlü olanım. Şifayım ben. İnsanları iyileştiriyorum. Her şeyden öte Adil'im ben. Adalet için yaşıyorum.
"Sabredeceğim Zümrüt. Savaşçılar da yakında bana güvenecek, beni dinleyecek, onları boyun durağım altına almayacağım ama söylediğim her bir sözü yerine getirecekler çünkü doğru olduğunu bilecekler. Bana güvenmeyi öğrenecekler, sadece sabredeceğim."
Zümrüt uzanıp elimdeki bardağı aldı, içinden koca bir yudum aldı "Ne oldu, bardağı özgüven falan mı doldurmuşlar? Bir yudum aldın birdenbire değiştin."
Güldüm.
Sadece bir dost bana, beni hatırlattı. Ben istediğim her şey olabilirim. Ben, ben olabilirim.
"Sence seni bu konuda en çok zorlayacak Savaşçılar kimler?" dedi.
Bir süre durup düşündüm. "Sanırım Lusita ve Atlas. Atlas sanırım biraz egoist ve gözü bulunduğum yerde. Alex'e karşı çok sadık, yoksa eline geçen ilk fırsatta Alex'in yerine geçmeye de çalışırdı Alex'in aldığı kararlardan beni sorumlu tutuyor ama neden bu kadar Alex'e bağlı onu anlamıyorum.
Lusita ayrı bir muamma, beni çok kıskanıyor savaşçıların yanında bulunmamdan, ama en çok da Öykü'nün yanında olmamdan kıskanıyor. Alex daha önce takıntı hastası olduğunu söylemişti, bu kadarını beklemiyordum. "Obsesif kompulsif bozukluk ve othello sendromu diyorum ben."
"Olabilir" dedi Zümrüt. "Peki güvendiğin, sana yardımcı olacak kişiler sence kimler?"
"Meredit olabilir, Öykü kesinlikle, ayrıca neden bilmiyorum Maria'ya karşı ayrı bir sempatim var. Ada'yı söylememe gerek yok. Ne olursa olsun o benim arkamda durur. Ayrıca Büyük ihtimal İdın ve Félix."
"Dikkatli olmalısınız düşman gibi görünen dostlar çok olabilir." dedi Zümrüt. Kafamı salladım. "Beni de bu korkutuyor. Ayrıca bir şeyi daha çok merak ediyorum. Lusita'nın Coşkun ile buluştuğum zaman orada olmadığına eminim, peki videoyu çeken kişi kimdi?"
"Büyük ihtimal kafedeki bir hain." "Evet ama hiç dikkatimi çekmedi birinin beni videoya aldığı." "Asya bazen insan olduğunu unutuyorsun." dedi şefkatli sesiyle "Gözünden kaçmış olabilir." "Olabilir."
Zaten takıntılı ruhum iyice her şeye takılmaya başlıyordu sürekli tetikte olma gereği duyuyordum.
Allah sonumuzu hayır etsin korkarım böyle giderse şizofren olup kalacağım iyice.
🙈🙉🙊
Uzun süre Zümrüt'ün yanında kaldıktan sonra karargaha döndüm. Diğerlerinin yanına hiç gitmeden direkt odama geçtim ve defterimi açıp bir şeyler çizmeye başladım. Çıkan şey karalamalardan oluşan bir manzara resmiydi. Hoşuma gitmişti yaptığım çizim.
Nereden geldiğini bilmediğim uyku perileri ile yatağıma doğru ilerledim. Yatabileceğimden şüpheli de olsam uyumaya çalıştım.
İlk birkaç kez uyuyup uyuyup uyandım ama sonra gördüğüm rüya beni içine aldı.
Sanki ben rüyada değilmişim gibi, film izlermiş gibi izliyordum. Félix ve şu silah eğitmeni olan adam vardı. Félix'e bir silah tutuyordu. Orada yoktum, bir bedene sahip değildim ama titrediğimi hissediyordum. Soğuktu, terliyordum, yanıyordum! Ama yoktum.
Maria'nın sesini duydum "Doğru olduğunu bildiğin şeyi yapmaktan vazgeçme." Tek El kurşun sesi. Félix ve silah eğitmeni ortadan kayboldu. Her şey çok yavaş hareket ediyor gibiydi ama etrafta hareket edecek hiçbir şey yoktu. Biraz önce onların durduğu yerde tam ortada ben duruyordum, siyah bir oda gibiydi. Her yer siyahtı, ileride beyaz bir köpek vardı. Bana doğru ilerlemeye başladı. Hareketleri tehditkardı, ellerimi kaldırarak konuştum. "Hayır seni anlayabilirim sana zarar vermeyeceğim ben dostum." gibi cümleler dizdim ardı ardına, köpek hırlayarak bir şeyler dedi ama anlamadım.
"Seni anlayabilirim" dedim tekrar, tekrar hırladı ve tekrar anlamadım. Neden onu anlayamıyordum? Birdenbire hızlandı ve üstüme koşmaya başladı ne yapacağımı bilmiyordum. Ellerimi hareket ettirebiliyordum ama bacaklarım sanki bana ait değildi.
Üstüme atladı, kollarımı yüzüme siper ettim, kafamı kaldırdığımda başımın üstünden beyaz bir güvercin uçuyordu. Köpek bir güvercine dönüşmüştü. Güvercini takip ettiğimde gökyüzüne doğru uçuyordu, o gökyüzü biraz önce yoktu, nereden geldiğini bilmediğim bir kavak ağacının ardında kayboldu, denizin altındaymışım gibi buğulu bir ses duydum. Ada'nın sesiydi diyordu ki; "Uyan."
Uyandığımda bir 10 saniye tüm bedenimin karıncalandığını hissettim sanki hareket edemeyecek gibiydim, kendimi zorlayarak doğruldum başım feci dönüyordu.
Tüm bedenimin titrediğini hissedince zorla da olsa ayağa kalkarak kitaplığıma yöneldim ilaçlarıma ihtiyacım vardı. İlacın olduğu rafa uzanacakken bir şeyin üstüne bastığımı hissettim. Eğilerek bastığım şeyi elime aldım. Taş gibi bir şeydi, boncuk da olabilir. Rengi beyaz mavi karışımı bir şeydi, yarı saydamdı. Ne olduğunu anlamayarak incelemeye devam ederken kapının çalma sesini duydum. Taşı hemen cebime atarak kapıya ilerledim. Kapı açıldığında karşımda Maria vardı.
"Uyandırdım mı?" dedi yumuşak sesi. "Hayır, hayır. Çoktan uyanmıştım, sadece sanırım tam uyanamadım." Onu içeri buyur ettim. "Biraz konuşmamızın sakıncası olur mu?" dedi bana. "Hayır tabii ki de." Bahçe kapısının orda çift kişilik küçük bir koltuk vardı. Oraya oturduğunda ben de masamın başındaki sandalyeyi çekerek karşısına yerleştim.
"Maria?" dedim meraklı sesimle. "Sen rüya yorumu yapabilir misin?".Gülümsedi "Gelecekle ilgili bilgi vermem ama neden olmasın." Ona gördüğüm rüyayı anlattım, gülümsedi. Zamanla ilgili bir şeyler mırıldandı ve yine köstekli saatini cebinden çıkarttı, birkaç saniye inceledi "Rüyanla ilgili ne yorum yapacağımı bilmiyorum ama diyebileceğim tek şey rüyanda da dediğim gibi doğru bildiğin şeyi yapmaktan asla vazgeçme."
Kurnaz bir ifadeyle sırıttım. "Bir şeyler biliyorsun ama söylemiyorsun." Maria sevimli sıcakkanlı bir şekilde gülümsedi." "Evet, biliyorum ama dediğim gibi açıklayamayacağım."
O an dikkatimi çeken şey sırtındaki sırt çantası oldu. Kaşlarımı çattım. "Bir yere gidiyorsun sanırım." Maria gülümsedi. "Kısa bir süreliğine ortalarda olmayacağım ama fazla uzun süreceğini sanmıyorum." "Önemli değilse nedenini sorabilir miyim?" dedim hafif bir şekilde gülümsedi. Genç yüzüne inat oldukça olgun bir gülümsemeydi bu. "Bir süreliğine Savaşçılar bana ihtiyaç duyacak sadece." Anlamayarak yüzüne baktım. "Savaşçılar sana ihtiyaç duyacak ve sen onlardan uzaklaşacak mısın?"
Kafasını salladı. "Benim yeteneğimi sanırım tam anlayamadın. En çok bana ihtiyaç duyduklarında onlardan uzaklaşmam gerekiyor en doğrusu bu. Gelecek sır olarak kalmalı." dedi taşıdığı sır yükünün altında ezilircesine. Anlamadığım bir şekilde sağ elinin iki parmağını dudaklarına götürerek havaya kaldırdı bilmediğim bir işaretti bu, sessiz bir şekilde mırıldandı. "Gelecek sessizdir."
Gelecek sessizdir...
"Yeteneğini kullandıklarını
hiç görmedim." dedim, Maria gülümsedi. "Aslında ben tam olarak bir savaşçı sayılmam. Ben burada daha çok korunmak için duruyorum. Savaşçılar daha çok beni koruyor. Hiç sahaya inmem görevlerle ilgili yorum yapmam. planlarda yer almam aslında pek bir faydam dokunmaz sadece fikir vermek için ve bazı tedbirler almak için bulunurum."
"Anlamadım, nasıl yani Savaşçılar seni koruyor?" Maria parmaklarıyla oynayarak konuştu. "Benim yeteneğim sandığından daha tehlikeli olabilir. Geleceği görmek hem benim hem diğer insanlar için büyük bir sorun. Çünkü ben istediğim zaman istediğim şeyleri göremiyorum. Beni zorlasalar bile bu bilgiye erişemem ama eriştiğim bilgiler de gelecek için oldukça kırılgan adımlar olabilirler."
Yüzünü inceledim bir süre. "Şu an gitmenin sebebi bizi kendinden korumak mı yoksa kendini bizden korumak mı?" Kafasını kaldırarak gülümsedi. "İşte şimdi yeteneğimi anlamaya başladın. Zaman bir buz gibidir atacağın adımlar seni güvenli bölgeye ulaştırır ya da düşüp soğuk suda boğulmanı sağlar. Kadere inanır mısın bilmem ama olması gereken şeyler olur olmak zorundadır."
anılar canlandı zihnimde.
'Kadere İnanır Mısın di Angelo?"
"Kadere inanırım ama ölümü engellemek açıkçası bana biraz cazip geldi." Maria tekrardan saate baktı kederli bir ifadeyle, "Geleceği görmek kendi ölümünü beklemektir." dedi. Ve devam etti "Sence benim gördüğüm ilk gelecek görüntüsü neydi?" Hiçbir fikrim olmadığı için sadece kafamı salladım. "Benim gördüğüm ilk gelecek görüntüsü kendi ölümümdü. Ne zaman öleceğimi nerede öleceğimi ve nasıl öleceğimi gördüm." Dehşet içinde yüzüne baktım. Bu nasıl hâlâ kafayı yememişti? Böyle bir ihtimal varlığı bile şu an hayatı sorgulamama yetmişti.
"Ölümü engellemeyi hiç düşünmedin mi?" dedim. Aynı kederli ifade ile cevap verdi. "Ne olursa olsun zamanı geldiğinde öleceksin ben o gün o yere gitmezsem başka bir yerde belki daha acı bir şekilde öleceğim, geleceği görmek bana kadere boyun eğmeyi öğretti. Gördüğüm ilk gelecek görüntülerinden biri babamın ölümüydü onu engellemeye çalıştım benim yüzümden daha acı bir ölüm tattı. Fakat bir saniye olsun gecikmedi.." "Peki ölüm erkene alınabilir mi mesela ben şimdi kendimi öldürsem ölümümü erken almış mı olurum?" Maria kahkaha attı. "Hayır sadece zamanın gelmiş olur." O an ölümün aslında ne kadar yakın olduğunu fark ettim Nefesimden bile daha yakındı nefessizlik. yaşamdan daha yakındı ölüm. Belki bana dünden daha yakındı belki yıllarca uzaktaydı.
"Akıl sağlığını nasıl hâlâ koruyabiliyorsun?" dedim dehşet dolu bir ifadeyle sırıttı. "Koruyabildiğimi kim söyledi?"
"Savaşçıların çoğunun delirmesinin sebebi zaten yetenekleri." anlamayarak yüzüne baktım. "Mesela Öykü bipolar bozukluk. Duygu geçişleri bizim yüzümüzden çünkü aynı anda hepimizin duygularına odaklanıyor. Ya da Cesika paranoya. Etrafındaki kişileri yaşayan varlıkları ve nesneleri hissedebiliyor bazen hissettiği şeyler birbirine karışıyor ve çevresinde bir şey var sanabiliyor. Ya da Arthur Eisoptrophobia -ayna fobisi. Onunki fazla büyük bir şey değil ama görünüşünden nefret ediyor özellikle gözlerinden. Gözlerinin renginin farklı olmasından, gözünün üstündeki yaradan, kısacası kendi yüzünden nefret ediyor. Tabii son zamanlarda hayatına Selen girdiğinden beri oldukça mutlu bu fobisini az çok aşmış durumda. Şu çocuk vardı ya hani gözlerin çok güzel demişti. Ona onun da büyük ihtimal etkisi olacak hayatı üstünde."
Kendime engel olamayarak sordum. "Alex ne hastası?" Maria tekrar güldü "O mu o takıntılı manyağın teki. Çok otoriter kural, kural, kural! Ah boğuyor insanı." İstemsizce güldüm. Maria sonra ciddiyet. "Ama unutma tanıdığın Alexander ve Beyaz melek aynı kişi olmak zorunda değil." Ürperdim Caner olayı gibi mi? İyide tek bir Alex vardı.
"Savaşçıları çok iyi tanıyorsun." Maria derin gözlerle yüzümü inceledi. "Çünkü onlar daha beni tanımadan önce ben onlarla ilgili çok şey öğrenmeye başlamıştım bile." "Geçmiş zamanlarda bizimle ilgili gelecek görüntüleri mi alıyordun" Kafasını salladı. "Mesela sen. Senin geleceğini çok çok önceden biliyordum daha savaşçı olmadan önce bile senin geleceğin zamanı düşünmeye başlamıştım."
Kim bilir karargaha daha kimler kimler gelecekti, kimler kimler gidecekti; acaba Maria kaçını görebilecekti veya ben, ben kaçını görebilecektim?
Bana Savaşçılar ile ilgili düşüncelerimi sordu. Cevap verebildiğim kadarına cevap verdim. Dikkatimi çeken şey ise bana soru sormaya başladığı andan itibaren telefonu ile ses kaydı almasıydı. Elbette ses kaydı aldığını fark etmiştim. Ama sesimi çıkartmamıştım. Yapıyorsa bir bildiği vardır diye düşündüm. Ne de olsa ben Maria değilim geleceği bilemem ama o bilebilir ve gelecek sessizdi. Maria'dan öğrendiğim bir şey varsa o da beklemekti.
⏳
Maria Nokat
Görüyorum. Ölüm var. Ölüm! Yanıyor... Deniz yanıyor, kara sular yanıyor. Boğuluyorum. Ölüm! Her yer ölüm...
Görüyorum. Adem'in çocukları ölüyor. Kim öldürüyor? Görüyorum... Adem'in çocuklarını, onlar öldürüyor; Adem'in çocukları....
Görüyorum. Hayvanlar kan ağlıyor. Kahkaha atan yalancı insanlar. Hepsi sayı saymayı unutmuş. Bir zamanlar sayı saymayı göz yaşlarını sayarak öğrendiklerini unutmuş...
Görüyorum. Yanıyor! Yeşil artık siyah. Yeşil yanıyor! Kırmızı alevler içinde yeşil yanıyor! Yeşil kağıt parçaları için yanıyor! Ama kâğıdı yakıyor...
Görüyorum insanlar tanrıları unutmuş. Kağıda tapıyor! Kağıttan tanrılarımız var...
Görüyorum. Dünya bitlerinden ayıklanmak isteyen köpek gibi çırpınıyor. Gök yüzüne kendimizi boğmak için astığımız ipler, sallanıyor...
Görüyorum. Beyaz ve mavi düşman olmuş. Kırmızı bir savaş var. Görüyorum.
Görüyorum. İsyan. Evet, evet... İsyan. Dayanamayan insanlar artık isyandalar.
Görüyorum. Kurşun. Ucunda kan var. Görüyorum! Küçük çocuklar kurşunlarla oyun oynuyor.
Görüyorum. Ölüm var. Boğuluyorum. Boğuluyorlar! Orada... Oradalar. Hemen arkalarında. Ama elleri uzanamayacak kadar uzakta.
Görüyorum. İnsanlar kulaklarını kapatıyor. Görüyorum. İnsanlar, insanların kulağını kapatıyor. Göremiyorlar....
Görüyorum. Güneş düşman. Güneş yakıyor! Acı... Yanıyorum!
Görüyorum. Adalet terazisinde günah var. Saraylar var. İçinde ruhlar ölüyor. İmdat! Adalet ölüyor.
Görüyorum, ölen tanrılar var. Görüyorum. Suikast var. Sezar ölüyor... Görüyorum.
Görüyorum, bebekler var. Beyaz kuşlar tarafından öldürülüyorlar, tanrıları için ölüyor.
Görüyorum. Kutsal topraklarda ölüm var. Kindar zevkler var. Görüyorum lânet var!
Görüyorum. Su var. Her yerde su var. Masumların gözyaşları o sular. İntikam istiyorlar. Susan katillerinden intikam istiyorlar.
Görüyorum. Çığlık atıyor. Siyah eller var, beyaz eller var; zulüm karşısında kırılmış kanatlarını korumaya çalışıyorlar.
Görüyorum. Haksız zaferler var. Görüyorum. Sessiz katliyamlar var. Ruhlar ölüyor. Ruhlar!
Görüyorum. Ölü bedenler var. Kendisini kesen bıçağı tutan cesetler var. Ama katilleri susuyorlar.
Görüyorum. Biri var, bir çift siyah göz var. Elinde de bir kalem var...
¿ (Görüyorum...)
(Yz: Tamam şimdi bir ara ver. Senin iyiliğin için. Ben seni burada beklerim. Önce okuduklarını sindir. Bu sahneyi yazmak için bir yıldır -belki daha fazla- bekliyordum artık defterimdeki sayfa çürümeye başlamıştı hdjdndnjdjd)
(2024 yz: ben bu yazıyı yazdıktan sonra başımıza gelmeyen kalmadı. 6 Şubat depremi, Dubai seli, Feyzullah'ın ölümü, Gazze deki savaşın ateşlenmesi, hayvan yasası, yenidoğan katliamı, Suriye'nin özgürlüğü... Aynı yeri tekrar oku. Ve İsimsiz, Görüyorum...)
🖋️
Eksi birinci katta antrenman yapılıyordu. Savaşçıların hepsi neredeyse antrenman yerindeydi. Lusita ve Öykü tırmanma çalışması yapıyordu, bir duvara tırmanıyorlardı sonra zirveye varınca bellerine bağladıkları kemerlere güvenerek kendilerini aşağıya bırakıyorlardı onları izlemek çok keyifliydi gökyüzü onları dinliyormuş hava onları sarıyormuş gibi süzülüyorlardı.
İdın ve Zoe köşede dövüşüyorlardı. Zoe feci dövüşüyordu fakat Zoe bileğini incitince Fèlix'in yanına gitti ve Félix bileğiyle ilgilenmeye başladı İdın boşta kalıp etrafına bakınırken karşısına geçtim.
"Geç karşıma." Gülümsedi. "Olur, zaten sınav gününün intikamını almam lazımdı. Hem buradakiler benim seviyeme yetişemiyor." dedi. Son cümleyi yüksek söyledi, neden yüksek sesle konuştuğunu anlamamıştım. Zoe ne olduğunu bilmediğim, yüksek sesle küfür olduğunu tahmin ettiğim bir şeyler sayıkladı.
Birkaç ısınma hareketinden sonra dövüşe başladık iyi gidiyordu. Yeteneğini kullanmıyordu İdın, bu iyiydi. Bir daha o nefreti tatmak istemiyordum. Uzunca bir süre dövüştük en sonunda ikimizde yorgun düşmüştük. İdın hatalı hareketler kullanmaya başlamıştı. Bunlardan birini kendi yararıma kullanarak arkadan saldırdım ve onu yere serdim. İdın uzanarak dinlenmeye başladı. Yanına oturdum. "Yorgun düşünce fazla saçmalıyorsun." Dedim onunla uğraşarak. Homurdandı. "Yeteneğimi kullansam yorulmama gerek kalmaz." Doğrulup o da oturur pozisyona geçti. "Düşman mı var karşında? Yeteneğini tabii kullanmayacaksın." Omzu ile omzumu dürttü. "Ne oldu korktun mu?"
Gözlerimi kısarak ölümcül bakış attım. "Bana bak şeytan yüzlü velet, köpekleri gecenin on ikisinde salarım üstüne." İdın aynı tehditkar, ölümcül bakışlar ile yüzüme baktı. "Tehdit ha?" Üstünlük kurmak istercesine tehditkar ifademi artırarak konuştum. "Evet, tehdit. Bunu bile anlayamıyorsan..." Tek kaşını kaldırarak sırıttı. "Yazık tehdit ettiği kişinin farkında değil. Tek dokunuşum ile seni yalvarta yalvarta öldürebirim." dedi küçümseyerek. "Hah! Ulaşabilirsen bol şans." "Ulaşamaz mıyım sanıyorsun?" "Hayvanlar her yerde, adım attığın her yere dikkat et. Küçücük sineği bile nefesine son vermesi için göndermiş olabilirim."dedim. Korkutucu bir sırıtış takındı. "Ama şu an burda hayvan yok." dedi. Elini uzatarak burnuma fiske vurdu.
İkimizde oyuncu yanımızı bir kenara katarak gülmeye başladık. "Tamam sen bana nefretinle dokunma ben seni köpekler ile muhatap etmiyim." Elini uzattı. "Anlaştık. Ha bir de nefret olmadığı sürece dokunabilirim yani?" Dedi bu sefer çapkın bir edaya. Yeşilçam filmlerine bağlayarak cevap verdim. "Nayır. Sevgilin Félix bu yasak aşka izin vermez. Nayır!" İdın daha yüksek sesle gülmeye başladı. "Kusura bakmayın hanımefendi. Benim gözlerim Félix harici her güzelliğe kör." Biraz önce yaptığı gibi omzum ile onu dürttüm. "Ya şapşik şey. Anlamadık sanki." İdın yüzünü buruşturdu. "Şimdi de sosyal medya dili mi?" Kıkırdadım. "Sen beni şekilden şekile soktun. Duyguları dengesiz bir insan ile böyle oynamanız çok kaba beyefendi." Gülmeye devam ettik. "Yanarım yanarım kaldığın tek sınavın -bu kadar iyi olduktan sonra- oyunculuk sınavı olmasına yanarım." dedim. İdın iç çekti. "Yaramı deşme." Bir Asya repliği daha.
"Siz ne yapıyorsunuz sabahtan beri? Çalışmayacaksanız çıkın, ayak altında dolanmayın." dedi Zoe yanımıza gelirken. İdın koluma uzandı. "Nayır! Yakalandık. Bu yolun sonu idam." İkimiz tekrar gülmeye başldığımızda Zoe bizi anlamaya çalışarak süzüyordu. Gülmeyi kesip İdın ile göz göze geldik.
İkimizinde gece karası gözlerinde büyük bir özlem vardı. Büyük bir hasret vardı. Neye duyuyorduk o özlemi bilmiyorum ama giderilmeyi bekleyen bir hasret vardı.
İlk geldiğim zamandan beri İdın'a duyduğum yakınlık şu an anlam kazanıyordu. Aslında ilk kez ne kadar benzediğimizi kavradım. Aynı çılgın ama yıpranmış yapıya sahiptik. Sanki aynı kandan gelen iki farklı insandık.
Şey gibiydi. Kardeş...
İdın hep istediğim o kardeş tiplemesine tam uyuyordu.
Aklıma anlık olarak Caner'in bizi kardeş sandığı zaman geldi.
İdın ayağa kalktı ve elini uzatarak benim de kalkmama yardım etti. "Aman iki mola verdik iyi ki. Hem yere sermiştim ben en son seni uf olmuştu ayağın iyileşti mi?" Zoe İdın'a her an yumruk atacak gibi bakıyordu. Ama atsa sanrım en yakın duvarda İdın'ın kalıbı çıkardı. Kahkaha attım. "İntikamın alındı Zoe. Biraz önce o yere serildi." Zoe burnunu kırıştırdı. "Sen mi aldın intikamımı?" dedi küçümseyerek ama yüzüne hemen sonra ufak bir gülümseme yerleşti.
Seviyorsun beni be kızım . Neyin inadı bu? Hâlâ buz dağı gibi davranıyorsun.
"Ben yenilmezim." dedim göğsümü şişire şişire. "O zaman geç karşıma." dedi arkamdan bir ses, arkamı döndüğümde Alex'i görmeyi beklemiyordum. Yüzüne bakarak sırıttım. "Geçerim ne olmuş yani."
Zoe sırıtarak kollarını göğsünde kavuşturdu. "Sonunda izlemeye değer bir şeyler." İdın da sırıttı. "Ben Asya'ya yatırıyorum paramı." Zoe güldü. "Alex'in yanında şansı yok." Alex tekrar İdın'a baktı. "Sattın beni ha İdın." İdın omuz silkti. "Asya deyince akan sular durur, dövüşte beni yenmiş seni mi yenemeyecek?" Alex İdın'ın dediklerine bozulmuş gibiydi. "O zaman bu gece devriyeleri devralmaktan memnuniyet duyarsın diye düşünüyorum." İdın yutkundu. Araya girdim. "Ben kazanırsam İdın'ın bir aylık devriyelerini siler misin?" dedim elimi uzatarak. Alex sırıtarak elimi tuttu. "Anlaştık ama ben kazanırsam..." Bir süre düşündü. "Diyecek bir şey bulamadım. Sanırım iddia hakkımı sonra için kullanacağım." Kafamı salladım. "Anlaştık."
Karşısına geçtim savaşçıların bazıları işlerini bırakmış biz izlemeye başlamışlardı. Alex ilk hamleyi yapmamı bekliyor gibiydi ama bu konuda ne kadar kararlı olduğumu fark edince ilk hamleyi yaptı. Sol omzuma saldırdı, yana kaçtım ensesine ulaşmaya çalıştım ama eğildi tekrar karşı karşıya durduğumuzda bu sefer üstüne ben atladım Alex kenara kaçarken beni omzumdan kavradı ama karnına bir yumruk geçirerek hamleden kurtuldum. Uzanıp bacaklarıma hamle yaptığında geri kaçarak dizinin arka tarafına vurdum dizüstü çöktü. "Son tur." dedim sırıtarak. Ayağa kalktı. Üstündeki gömleğin yakasını düzeltti. "Ne malum, belki ben alacağım?" dedi. "Göreceğiz." dedim ve bu sefer ilk saldırıyı ben aldım.
Attığım yumruğu kolunu kaldırarak savuşturdu. Karnıma doğru bir yumruk attığında yana kaydım ve bir tane omzuna geçirdim hafif tökezledi. Bana ikinci bir yumruk attığında kolumu kaldırarak yumruğu savuşturdum. Tekme atmaya çalıştım ama geri giderek tekmemden de kurtuldu. Tüm savaşçılar sessizleşmiş bizi izliyordu, sanki nefes alışverişlerimizi duyabiliyordum. Etrafta başka hiçbir ses yoktu. Alex'in limon kokusu çok yoğundu terlediğimi hissediyordum, yorulduğumu hissediyordum ama pes etmeyecektim!
İleri atıldım sola hamle yaparak sağa saldırdım fakat Alex şaşırtıcı bir şekilde bu hamlelerimden kurtularak beni ensemden tutarak yere serdi. İkinci turu o kazanmıştı.
Büyük bir öfke ile tekrar ayağa kalktım. Bu son turdu kazanan kazanırdı. Tekrar ilk saldıran ben oldum bu sefer yüzüne yumrukla saldırmadım direkt tekme attım. Dizinin üstüne çöktü ama hemen doğruldu bacağıma hamle yaptı, fırsattan istifade ayağımı tuttuğu bacağıma vererek sırtından ona baskı uyguladım. Fakat dengemi bozarak beni yere attı yere dengeli bir iniş yapmıştım neyse ki takla atarak tekrar ayağa kalktım. Önce yüzüne yumruk yönelttim. Koluyla savunurken beklemediği bir anda çelime taktım fakat başarısız oldum ve benim dengem bozuldu öbür ayağım ağırlığımı vererek geri kaçtım. İleri atıldı kolumu kavramaya çalıştı öbür elimle bileğine kavrayarak ters çevirdim acıyla haykırarak elini benden kurtardı sonra bir yumruk savurdu fakat kolumu kaldırarak yumruğu savuşturdum.
Ahh kolum! Artık ölü bir kolum var.
Demir adamla savaşıyordum sanki biraz daha mı yumuşak davransan acaba aslan parçası, neyse ben her şekilde onu yere sererim.
İleri atılarak beni arkadan kavradı ve düşürmeye çalıştı dirseğimi karın boşluğuna geçirdiğimde nefesi boşaldı ve beni bıraktı ikimiz de nefes nefese kan ter içinde kalmıştık ama pes edecek gibi durmuyorduk. Yüzüne doğru bir tekme savurdum koluyla bacağımı itti dengemi kaybettim düşeceğimi sanarak üstüme daha da geldi fakat ben onun karnına vurup sonra öbür ayağımla tekme atarak yere serdim.
Bir süre kalkmadı ve kesik kesik nefes aldı. Yüzünü göremiyordum.
Ona zarar verdiğimi düşünerek hızlıca yanına ilerledim dizimin üstüne çöktüm "İyi misin, nereden yara aldın?" Hiç beklemediğim bir anda beni omuzlarımdan itti bir ayağı bir bacağı ile benim bacaklarıma baskı uyguluyordu. Eli boynumun biraz aşağısındaydı ve beni yere mıhlamıştı. Diğer eli hemen kafamın yanında yere buluşmuştu ve bacağıyla dengede duruyordu. Olanları idrak etmeye çalışırken güneş gözlerine baktım. Bildiğim gözler değildi bunlar. Sanki, sanki hırs bürümüştü o güneşleri. Bulutlanmıştı. Arzu, hırs, kazanma arzusu, evet! Evet buydu. Bu kimdi bilmiyorum ama Alexander di Angelo değildi. Benim bildiğim Alexander di Angelo değildi.
"Ben kazandım." dedi tıslayarak. Anlamayarak yüzüne baktım. "Ne önce ben seni devirdim." Sinsi bir şekilde sırıttı. "Düşman da yardıma ihtiyacı varmış gibi görünecek ve en ufak açığında saldıracak. Düşmanı zayıf bulduğun anda saldır, yarasını ona kullan." Yüzümü buruşturdum. "İyi de o zaman düşmandan bir farkım kalmaz ki." Kaşlarını çattı. "Ama güç bu." Onu üstümden ittim. "Bizim amacımız zaten Adalet Beyaz Melek güç değil. Güç nedir bilmiyorum ama adalet budur. Adalet zayıfın yanında olmaktır. Adalet zayıfa yardım etmektir, düşmanın dahi olsa." Afalayarak yüzüme baktı. Hiçbir şey demeden ayağa kalktı.
Etrafta gergin bir hava vardı ve gergin havayı Félix bozdu. "Eee... kim kazandı yani?" İkimizde aynı anda "Ben!" dedik. sonra dönüp sinirle birbirimize baktık. "Ben kazandım." dedik yine aynı anda. Allah'ım cinayet sebebi, yemin ederim cinayet sebebi!
🎃
Ters soru işareti; sadece İspanyolcada olan bir noktalama işaretidir. Soru bildiren kelimeler kullanılmadığı için İspanyolcada soru yazarken cümlenin başına ters soru işareti, sonunada normal soru işareti getirilir.
Eh bunu bir çok kaynak söyler. Peki asıl ters soru işareti nedir?
Direniştir ters soru işareti, diğer dillere ve geri kalan tüm insanlara direnir. Özgündür ters soru işareti, sadece tek bir dilde kullanılır.
Değerlidir ters soru işareti, yokluğunda anlamını kaybedersin.
Adalettir ters soru işareti, çünkü adalet senin yüklediğin anlamda gizlidir.
Normal bir soru işaretine yükleyeceğin anlam bellidir. Soru. Ama çözümü tersinde gizlidir. Sen ne anlam yüklersen ona dönüşür. Siyah gibidir. İçine tüm renkleri alabilir ama yine kendi olarak kalır.
Savaşçılar neden bu işareti seçti bilmiyorum. Belki onlar da normal soru işaretinin uygarında boğulmaktan bıkmıştır. Ya da belki insanlar onları kendilerinden dışlayınca 'normale' küsmüşlerdir.
İşte bu yüzden sen özelsin İsimsiz. Diğer insanlar belki öğrenmeye tok ve ters soru işaretinin varlığını keyfi sanıyor. Ya da İspanyolca'ya özgü bir noktalama işareti olduğunu biliyor ama sen... Sen onun için verilen savaşı biliyorsun. Onun varlığı altında yaşayan savaşçıları biliyorsun. İnan sen sandığından daha değerli ve özelsin ve inan bunun nedeni sadece soru işaretinin tersini görebilmen değil.
Biz şimdiye dönelim. Şayet cümlenin sonu gelmiş ters soru işareti yerini normaline bırakmıştı. Ben Maria değilim ama geleceğin cümlenin sonu kadar keskin olacağını hissediyordum.
Hâlâ antreman katındaydık. Okçuluk atışı deniyordum. Mola vererek oturmaya geçtim. İdın ve Félix yanımda sohbet ediyorlardı.
İçeri acil bir şekilde Mex girdi. Alex'e bir şey dedi sonra Alex ile birlikte apar topar çıktı. Neler döndüğünü anlamadım fakat iyi bir şeyler olmadığını anlamak pekte zor değildi.
Neler olabileceğini düşünürken tekrar atış antrenmanı yapmaya başladım. Bir ok attım.
Ürperti...
Sezilerim tehlike diye haykırıyor etrafata savaşçılardan başak bir şey görünmüyordu. Bir atış daha.
"Ne o paslandın mı?" dedi Félix, odağım hala onda değildi. Tarifsiz bir rahatsızlık vardı üstümde. Etrafıma bakındım. Fèlix'in arkasında deponun kapısının önünden hafif bir ışık göründü. Gözümü oraya diktim.
"Asya iyi misin?" Bana seslenen Öykü'ye döndüm. Sanırım bir krizin eşiğindeydim. Ha ben ilaçlarımı alacaktım en son! Korkarak odama kaçmaya karar verdim.
"Evet yoruldum sadece. Biraz dinlensem iyi olur. Alex de ortadan kayboldu zaten." Elimdeki yay ve klıftaki son oka baktım. "Önce son bir atış yapıyım." dedim. Önüme dönerken.
Oku kirişe yerleştirdim.
Yayı kaldırdım.
Ensemden soğuk bir ter damlası aktı.
Kirişi çektim.
Ürperti.
Nişan aldım.
Nişan tahtasının yanındaki ayna...
Hazır ol.
Namnunun ucu?
Son...
Gördüm! Orda!
Hemen arkama dönerek hafif aralıklı kapıyı nişan anladım. Atış!
Büyük bir çığlık. Fèlix'in çığlığı. Hayır Fèlix'in adını haykıran İdın'ın çığlığı.
Kıyamet! Hayır önce ölüm. İyi ama kimin ölümü?
Zihnim buğlu perdeyi araladı. Félix hedef aldığım yere çok yakın duruyordu. Ok onu es geçmişti ve deponun kapısına saplanmıştı. Ben ne yaptım?!
Félix'e doğru atılınca Félix canlılık göstergesi gösterip geri çekildi korku dolu bir ifadeyle. Birden bir şey oldu. Kendimi yerde buldum. Arthur üstüme atlamıştı. Beni etkisiz hale getirmişti. Ne oluyor?
Çığlık atarak kaçmaya çalıştım. Ama beni bırakmadı. Ayağa kaldırdı sonra canımı yakacak kadar sıkı tutarak sabit durmamı sağladı.
Çoğu savaşçı hâlâ olanların şokundaydı. Birden bire Lusita bağırmaya başladı. "O Fèlix'i hedef aldı!" Hızlıca kafamı çevirmeye çalıştım. -Arthur'un tuttuğu saçlarımı unutarak.- "Hayır o içerde. Gördüm. Elinde silah vardı."
Gördüm. Nişan alırken aynada gördüm. O ordaydı. Silah eğitmeni. Elinde silah vardı. Félix'e doğrultuyordu. Biliyordum. Orda bir şey olduğunu biliyordum.
"Asya." dedi Ada'nın çığlığı. Yanıma gelmeye çalışıyor ama Hyun Su onu tutuyordu. O zaman gördüm bana silah doğrulatan Umut'u.
Umut Uraz Üçok. İlk beni gördüğü zaman bana silah doğrultmayı diliyordu. Peki şimdi silah doğrulturken ne yapacaktı?
Bu son muydu? Her şey böyle mi bitecekti? Son cümle bu mu olacaktı? Umut Uraz Üçok bana bir silah doğrultuyor, tüm savaşçıları baba şevkati ile seven adam bana düşman nefreti besliyor.
Bu hikâyenin sonu böyle mi olacaktı yani?
"Bırakın onu!" dedi Ada'm kimsenin onu dinlemediğini göz ardı ederek. Lusita yanıma yaklaştı.
Korku ama tiksinti olan bakışlarını dikti. "Iskaladın." dedi. Fısıltı gibi bır sesle "Hedefim Félix değildi." dedim.
"Bakın!" dedi Zoe. Deponun önünü göstererek. Kapının altından beyaz zemine kırmızı kan akıyordu. Kötülüğün meyvesi ile zehirlenmiş gibi görünen kırmızı kan akıyordu.
Zoe kapıyı çekti kapı dışa doğru açılınca dengesiz bir şekilde bir ceset düştü. Kafasından - düzeltiyorum gözünün olması gereken yerden- oluk oluk kirli kan akıyordu. Sağ gözünün olması gereken yerde...
Ada tekrar çığlık attı -ya da başka bir savaşçı- Hyun Su Ada'nın kafasını göğsüne gömdü ama kendisi dehşet dolu gözlerle cesete bakmaya devam etti.
Ok hala kapıda saplı kalmıştı ve ucu kirli kan ile renklenmişti. Ceset ise gözünden akan kanın gölcüğünde usulca yatıyordu. Ölü gibiydi. Ölüm bu kadar hızlı gelir miydi?
Midem dans ederken cesete daha fazla bakmak istemedim ve gözlerimi kaçırdım. Fakat ellerimde kan vardı. Kan!
Bu koyu renk kan nerden gelmişti? Kurban. Kurban kanıydı bu, ben biraz önce birini mi öldürmüştüm? Evet, ölmüştü. Ben öldürmüştüm!
Ellerimdeki kana bakarak çığlık atmaya başladım. Çığlık atıp Arthur kolları arasında tepinmeye başladım. Kan! Ölmüştü. Ben öldürmüştüm! Katilim ben birini öldürdüm.
"Kan." diye bağırdım ellerime bakarak. Öykü ani atağım karşısında dahda dehşete düşen savaşçıları aşarak yanıma geldi. "Asya ellerinde kan yok." Hayır, vardı. ben katildim. Ellerim kızıldı. Zehirli bir kızıl. Kan vardı bu ellerde. Kimindi bu eller.
Biraz sonra gözüm ona kayınca sesim ve tepinişim kesildi. "O Fèlix'i hedef aldı. Vuracaktı!" Félix'e doğur ilerlemeye çalıştım Félix dehşetle geri adım attım. İdın tehditkar bir ifadeyle karşımda durdu. Elini nefreti ile dokunmaya hazır olduğunu göstermek istiyor gibi tuttuyordu. Aynı ilk günkü gibi Félix ile aramda duruyordu. Benim ilk yakınlık duyduğum savaşçı şu an bana en uzak olandı. Ben bu gün kardeş kazanmıştım ama Kabil ile Habil misali kader bizim yolumuzu ayrı çiziyordu. Birbirine kesişen iki farklı yol, birbiri ile bağlı ama artık tek bir ortak noktası bile yok gibiydi.
"Savaşçılar!" dedi arkamdan Alex'in soğuk sesi. Hızlıca döndüm. "Ben masumum. Biliyorsun di'mi?" dedim Gecelerime bakmadan gözlerimin içine baktı. Hani nerdeydi güneş? Gözlerinde şu an güneş yoktu. Sadece mavi ve kahverengi vardı. "Onu götürün." dedi hala gecelerime bakmadan gözlerimi süzerken.
Ada öne atıldı. "Hayır." Alex Hyun Su'ya döndü. "Engel olmaya çalışan herkes karargahı karşısına almış olur." Hyun Su Ada'yı arkasına aldı. "Ada'ya dokunmanıza izin vermem." Sesi o kadar kesin ve soğuktu ki...
"O zaman çaylağın çizgiyi aşmasın." dedi Alex. Hyun Su ya bakarak.
Bana da destek olmalarını bekledim. Ada'ya gösterdikleri ilgiyi bana göstersinler diye bekledim. Ama hiç biri beni insandan saymadı. Bu sefer Alex den bekledim o korumayı. O bana kıyamazdı.
Gözlerinin içine baktım. "Götürün onu " Dedi tekrar acımadan. Ada öne atıldı. "İzin vermem. Hayır!" Atlas araya girdi. "O da onun arkadaşı o hainse o da haindir. Onun da infaz emrini talep ediyorum." Arthur'un kolları arasından kaçmaya çalıştım. "Asla. Ada'ya dokunamazsınız! Ben vurdum. Ben öldürdüm. Ada bir şey yapmadı. Bırak beni!" Karnına dirsek atıp kaçmayı başardım.
Ada zaten Hyun Su'nun koruması altındaydı şu an. Ona güveniyordum. Ada'nın saçının teline zarar gelmesine izin vermezdi. Ama ben yine de direniyordum. Alex'in gözlerinin içine baktım. Ama o bana bakmıyordu. Arkama bir yere bakıyordu. Kafasını hafifçe salladı. Şey gibi, onay verir gibi...
Neye baktığını anlamak için kafamı çevirecektim ki acı ile nefesim kesildi.
Ölüm! Acı! Nefes almayı unuttum ve aldığım nefes beni boğdu. Alex bu sefer gözlerimin içine bakarken acı ile boğazımdan hıçkırık benzeri bir ses çıktı. Acı! Fazla acı! Ölmek istiyorum.
Tüm bedenim ensemden başlayarak alev aldı. Tüm sinir hücrelerim tutuştu. Aynı anda dondum. Soluğum ciğerlerimde döndü, o kadar keskin bir soğuktu ki bu... Acı! Dayanamıyorum!
Sadece yedi saniye değdi o parmaklar tenime ama ben o yendi saniyede ölümü diledim.
Acıya daha fazla dayanamayan bilincim kapandı. Yere yığılırken hala Alex'in gözlerindeydi odağım fakat yere düştüğünde gözlerim ihanetin sahibindeydi.
İdın Ruiz...
Habil'i öldüren kardeşi Kabil idi. İlk katil kardeşini öldürmeyi seçmişti.
İhanet bir çift soğuk parmaktan gelmişti ve o parmaklar dokundukları yeri yakıp kül ediyordu...
¿
[Birinci kitabın (İsimsiz) sonu.]
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
771 Okunma |
247 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |