Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@sunucuhatasi

Karşıdan bir hamle geldiği zaman, iki katını yaparak cevap verenlerden misiniz? Ben bir zamanlar öyleydim. Şimdi öyle değil en azından. Kısaca bahsetmek gerekirse hikaye şöyle başlıyor: Ilık bir bahar sabahı ve günlerden çarşamba.Saat 7 sularında uyandık. Göz pınarlarımda biriken kurumuş yaşlar artık yerini derin bir kin ve nefrete bırakmak üzere diye düşünüyor ve hayatımın bir gün sonrasını dahi nelerin şekillendirebileceğini tahmin etmiyordum. Kaldırımda çiçek satan kadına selam vererek bir buket kasımpatı aldığım öğleden sonralar artık benim için uzaklarda kalacak ve gördüğüm son manzaralar burası olacak diye düşünüyordum.

“Hava rüzgarlı bugün. Üzerine ceket al istersen.”

Başımı geriye çevirmeden gelen sesin tınısını ruhumda hissettim. Yürüdüğüm yollarda bana eşlik eden biri vardı her zaman. Onun sesini kilometrelerce öteden tanırdım. Bu bana bağımsız bir yaşama bağımlılığı hatırlatır, kendimi onun sularında rahat hissetmeyi anlatırdı.

“Gelmişsin.”

“Çok olmadı.”

Sesinde eski burukluğundan eser yoktu. Yarım kaldığını düşündüğüm birçok ihtimal onunla birlikte öylece duruyordu. Eski fotoğraflar, kutlanmamış doğum günleri, açılmamış valizlerdeki eşyalar ve en önemlisi çocukluğum… Kaybettiğim ve bir yandan da bulamadığım için sevindiğim pek çok şeyle yüzleşmek için bugün iyi bir gün değildi.

“İşe gidiyorum. Müsaadenle.”

“Tabii.” diyerek kenarı çekildi ve eliyle ilerideki yolu işaret ederek “İyi çalışmalar” diye ekledi.

Nereden baksan 50. yaşını doldurmasıyla birlikte alnının kırışıklıkları da yüzüne oturmuş, bir yandan hayatı gamsızlıkla sorgulayarak birçok sorumluluktan kaçan bir adam olarak tanırdık. İnsan bazen kendini eksik hissettiği zamanlarda tamamlamak için de bir çaba sarf etmek istemiyor, bilirsiniz. Bana böyle bir hissi tattırırken ağzımda bıraktığı acı tat da tam olarak böyle bir şeydi. Bir burukluk her yandan kendini hissettiriyor, ancak net olarak şunu getirseniz baldan tatlı olacak diyemiyordum. Sorunlu geçen bir çocukluktan sonra ne olduğunu benim bile tam olarak hatırlayamadığım bir ergenlik süreci babasız geçmişti. Verdiği his ve tattırdığı duygular sanki elimden tutup parka götürecekmiş gibi düşündürse de parkta her an göz hizamdan kaybolacağını bilmenin dehşetiyle yaşamıştım. Nihayet o karanlıktan aydınlığa çıkacağımı düşündüğüm fırsat önüme gelmişti. Geçmişim bir yanda bana el sallarken artık yeni bir hayata adım atıyordum.

Odanın kapısını sakince açıp masalara henüz yerleşen arkadaşlara selam verdim.

“Günaydın Duru.”

“Bugün biraz tatsız gibisin.”

Çantamı masaya yerleştirdikten sonra “Pek iyi bir sabah sayılmaz benim için.” dedim.

“Birisinin ölüm yıldönümüymüş..” Arkamdaki fısıldaşmaları duyarak yerime geçtim.

Çalışmak insanın ömrüne ömür katıyor muydu bilmiyorum ama bizim kafamızı oyalayarak daha sakin ve ılımlı bir insan olmamıza destek olduğu kesindi. Kaldı ki isteklerimiz ve aslında kim olmak istediğimiz en başta ailemizde sorgulanmadan büyüyorsak, bu bizim için pek de verimli bir çocukluk sayılmazdı. Bu sabah da çocukluğumu bir çöp poşetine koymanın hezeyanı içerisinde uyanıp yine buraya gelmiştim.

Az sonra açılan kapıdan giren müdür hepimizi toplantı salonuna çağırdı. Kalabalık gruplara sunum yapma konusunda soğukkanlılığını koruyan herkes gibi ben de bugüne hazırdım. Ancak planda son anda bir değişiklik olduğundan bahsediliyordu.

“İki kelimeyi üst üste koyup cümle kuramayan arkadaşlarınızın yerine bugün sunuma ben çıkacağım.”

Masanın öbür ucundan atılan alevli bir eleştiri oku birden tartışmaya neden oldu. Kişisel olarak problemim olan biri değildi fakat henüz ben söz hakkı bile almadan savunmaya geçen çokça insan vardı. Toplantının ilk 20 dakikası bu şekilde geçerken, daha sonra biraz suların durulması ile ben de farklı konularda söze girdim.

Herkes notlarını almış, bilgisayarlarda klavye tıkırtıları da artık durmuştu.

“Son olarak, arkadaşlar…”

Müdürün tok sesi ile toparlanmaya çalışan kişilerin kağıt hışırtıları durdu.

“Duru, İzmir’e giderek şirketi temsil edeceği 1 aylık görevi üstlenecek. Detaylı bilgileri, yer ve firma konusunu sana asistanım aktaracak.”

Fısıltılar yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Odadan çıt çıkmıyor, herkes pür dikkat bundan sonra gelecek cümleyi bekliyordu.

“Bu arada…”

Beklenen cümle geliyordu.

“En az 3 hafta kadar ben de buralarda olmayacağım. Bu sürede Esra size destek olacak.”

Esra cılız ve pek sesi çıkmayan biz kız çocuğu gibi görünüyordu. İş yerinde açıkçası çok da kişiyle iletişimi olmayan biri olarak bilinse de bir şekilde 3 yılı aşkındır bizimle şirketteydi.

“Toplantı bitmiştir.”

Herkes çıkarken dedikodular ve fısıldaşmalar yine yükselmeye başladı.

****

Günü bir şekilde tamamladıktan sonra nereye gideceğimi ne yapacağımı bilmez bir hale bürünmüş gibi hissetmiyordum artık. Zorlu süreçlerin üzerine 1 ay İzmir ilaç gibi gelir diye düşünüyordum. Sağlıklı bir insanın biraz da kendini dinliyor olması gerekir, bunu biliyordum.

İlk uçağa atladığım gibi nefesimi kesen zorluklardan uzaklaşmak üzere yola koyuldum. Ceketimi aldığım ve çıktığım aile evi artık iç huzurumu bozamayacak kadar uzakta diye düşünüyordum. En azından bir süre buna katlanabilirdim.

Yarın kolay bir gün olmayacak diye düşünürken yanıma oturan kız çocuğunun elinde elma şekeri ile uçağa binmek istediğini fakat annesinin ona ne kadar kızdığının hikayesini dinliyordum. Sürekli ağlayan bir bebekten daha zorlu bir yolculuk varsa o da sürekli ağlayan ve konuşmayı öğrenmiş bir bebek diye iç geçirdim. Yarım kalan yolculukları kafamda tamamlamak üzere içimdeki seyahati gerçekçi bir serüven ile bağdaştırmak için artık harekete geçtiğimi bilmiyordum. Akşam saatlerinde iniş yaptığım havalimanından şehir merkezinde kalacağım yer yaklaşık 1 saat kadar mesafedeydi. Büyük görünümlü küçük bir şehir olduğu izlenimini ta ilk günümde anlamıştım aslında diyebilirim.

“Saruhan Otel’in önünde ineceğim.”

Taksi durduğunda eşsiz deniz kokusunu iliklerimde hissettiğim o ilk an aslında nereye ait olduğumu bilmemek için bana gizemli bir şaşırtmaca yapmıyor değildi. Eşyalarımı yerleştirdiğim odamda bir alanı çalışma masası olarak ayarlamak için bazı düzenlemeleri yaptıktan sonra artık dinlenmek için hazır olduğumdan duşa girdim. Ilık bir duş tüm günün yorgunluğunu alacaktı. Ben de kendime gelmiş bir şekilde rahat bir uyku çekeceğimi düşünüyordum.

Birkaç dakika derin bir sessizlik içerisinde kaldıktan sonra kulakları sağır eden o çınlama ile çığlıkların bir araya karıştığını duydum. Bedenimin yarısını kapatan havluya sıkıca sarılıp hemen ne olduğunu anlamak için banyo kapısını açtığımda dehşete düşüren bir senaryonun içinde kendimi bulmuştum. Bedeninin tamamı is kokan ve siyah giyimli biri elinde tuttuğu silahı bana yöneltirken kendimi asla güvende hissetmiyordum. Namlunun ucunu yatağımın üzerinde duran kıyafetlere doğru uzatarak bir nevi bana yol verdiğini düşündüğü anda zihnimde karıncalanmayla ne yapmam gerektiğini kısmen anlamış bir şekilde odada ilerliyordum. Zaten üç adımlık mesafesi olan banyo kapısı ve yatak arasındaki zaman dilimi sanki bükülmüş gibi geçiyordu. Akmıyordu.

Bildiğim tek şey yakın zamanda ikinci defa böylesine korktuğumdu. Atacağım çığlığın canıma mal olacağı apaçık ortadaydı. Bu iş annenin ölümünden koşarak uzaklaşmaya benzemiyordu. Bu iş bir ölüm için başka bir suçlu arayıp kendini aklamaya da benzemiyordu.

Yalın ayak çıktığım banyonun içini siyahlı adam yoklarken hızlıca kıyafetlerimi giyindim. Elinde tuttuğu silahı bana yeniden uzattığında diğer avucundaki araba anahtarını masanın üzerine bırakmıştı.

“Beni rahat bırak lütfen..”

Ağzımdan dökülen bunca cesur cümlenin arasında beynimin en ücra köşesindeki yalvarışlardan kısa bir kesit olmuştu. Dünyanın en cesur insanı da olsanız ölüm gerçekten burnunuzun ucunda olduğunda minik bir ‘lütfen’e sığmıştı işte. Öte yandan camın aşağısındaki çığlıklar, bağırışlar ve siren sesleri durmak bilmiyordu. Her ne olduysa bilmiyordum fakat sanırım bunu bilmeye zamanım da yoktu.

Silahı yavaşça yere indirip minibardan kendisine içecek bir şeyler aramak için eğildiğinde bir hamle için fırsat kollamayı düşündüysem de bir yandan hareketlerimi takip ettiğini görebiliyordum.

“İç”

Elinde tuttuğu kapağı açık su şişesini bana uzattığında dakikalardır önümde duran adamın ürkütücü sesini duymuştum. İçtiğim su boğazımda kalıyor, gitmiyordu. Az sonra yüzünün yarısını kapatan maskesini eliyle tuttuğunda çıkaracağını düşünsem de yalnızca gözlerini görebildiğim hali ile tekli koltuğa oturmuştu. Sırtını iyice yasladığında bir elinde tuttuğu silahı çevirmeye başladığında ağzından şu kelimeler dökülmüştü.

“Sana bir şey yapmayacağım.” dedi ve derin bir nefes çekti. “Çünkü benimle geleceksin.”

Kafamda çınlamaya devam eden gürültünün haddi hesabı yoktu fakat benimle geleceksin kısmını duyduktan sonra birdenbire kesilmişti. Hızlı bir şekilde cama hamle yaptığımda odanın zaten üçüncü katta olduğunu hatırlamış ve aşağı atladığımda en fazla birkaç sıyrık ya da kırıkla buradan çıkabileceğimi düşünmüştüm. Kaldı ki sağlık güvencesi ve sigorta masraflarını da şirket karşılar, ben de bu durumdan kendimi bir şekilde kurtarırdım. Elimi uzattığım pencerenin koluna gelen mermi ile olduğum yere mıh gibi çakılmıştım.

Hissettiğim sızıyla birlikte camı tuttuğum yeri bıraktığımda beyaz pervazlar kırmızıya boyanmıştı. Bağırmaya başladığımı ve kanı gördüğümde kendimi ne zaman kaybettiğimi hatırlamıyordum. Hatırladığım son şey kafamda yer alan çınlamaların artık daha da azalarak beni bir an olsun zihnen rahatlattığıydı. Yarım kalan bir hikayeden fırlayan bir kahraman gelip beni kurtarmış mıydı? Bilinmez. Tek bildiğim şey, kaosun içerisinden bir anda bir el beni çekip çıkarmıştı işte.

Sağ elimin üzerindeki beyazlığın sargı bezi olduğunu uyandığımda görmüş, ilk iş olarak elimin durumuna bakmak istemiştim.

“Bir şeyin yok, abartma.”

Aynı ses kafamın içerisinde yeni bir çınlamanın başlangıcı olacaktı.

“Kimsin sen?”

En başından beri sorulması gereken bir soruydu.

“Kim olduğumun bir önemi yok.”

Kendini oturduğu koltuğa çakmış gibiydi sanki. Az sonra çalan telefonu ile odadan çıkmış, çıkarken de odayı bir güzel üzerime kilitlemişti. Yardım istemek için telefonumu arasam da tüm bunları akıl eden bir kişinin telefonu da yanında götüreceğini elbette akıl etmiştim. Oturduğum yerden kalkarak kendimi yeniden kuruyan kanların olduğu camın önünde buldum. Dışarı baktığımda meydanda birçok polisin olduğunu, çevresinde farklı yerlerden bariyerlerle örtülü bir alan bulunduğunu görmüştüm. Bir patlama olmuştu. Peki ama neden?

Gözyaşları içerisinde yakınlarından haber almak için koşarak gelen iki kızı polisler az ötede durdurmuştu. Yanlarına giden kalabalık ve basın, sayısı giderek artan bir güruhtu.

Televizyon.

Evet, televizyonda ne olduğunu görebilirdim.

Kumandayı bulup açtığımda dehşeti kendi gözlerimle görmemiş gibi bir de televizyondan izlemeye başlamıştım.

“İzmir’in en işlek caddesinde yer alan bir otelin önünde araç patladı. Aracın içindeki 4 kişiden 3’ünün öldüğü ve 1 kişinin kayıp olduğu belirtildi. Kaza ile ilgili İzmir Valiliği’nden yapılan açıklamada sorumluların derhal bulunacağı ile ilgili açıklamalar yapıldı.”

Haber devam ederken hayatını kaybedenlerin fotoğrafları da bir bir verilmeye başladığında yeni bir şok ile karşı karşıyaydım.

Fotoğraflardan biri bana aitti.

Loading...
0%