@susieeeeeeee
|
Kendimi hem yorgun hemde bir o kadar huzurlu hissediyordum. Odunsu kokusu burnuma dolarken kendimi geri çekmemin gerektiğinin farkına vardım. Elleri yanaklarımdan düşen damlaları sildi. "İyi misin?" Sorduğu soruya iyi olduğumu belli edercesine kafamı salladım. Ailem hakkında daha önce hiçbir kanıta yada bulguya ulaşamamıştım. Bende kendimi kimsesiz olarak görmüştüm. Şimdi bu mesajda neyin nesiydi anlam veremiyordum. Kimseye bir şey belli etmeden bu problemi kendim çözmeliydim, en azından şimdilik. Arkamda duran yatağa yavaşça oturdum. O da yanıma geldi tam önüme dizlerinin üzerine çöktü. O kadar uzundu ki resmen kafasını kaldırmasına bile gerek yoktu. Ellerimi sıcacık ellerine hapsetti. Bana endişeyle bakan gözleri bir yandan sorgulaycıydı da. "Özür dilerim seni endişelendirdim." Gülümsedi, yanağında yeni fark ettiğim bir gamze vardı. "Önemli değil," bir anlığına ellerini ellerimden ayırdı. Üstündeki deri ceketi çıkartıp giyinmem için arkama uzattı. Bana yaklaştığı için kendim fark etmeden nefesimi tutmuştum. Nefesi boynumda gezindi. Kolumu ceketin kollarından geçirdim. Geri çeklidiğinde "Buz gibisin Eylül. Hasta olacaksın, ayrıca..." Gözleri elbisemde gezindi ve "Bu elbise hava için hiç uygun değil." Bu sefer ben gülümsemiştim. "Yani sadece hava sorun öyle mi?" Dedim. Tam konuşacakken kapıdan aceleyle gelen Sibel'e gözlerim kaydı.Yiğit ayaklanırken elleri ellerimden ayrıldı. Sibel bana sıkıca sarılırken bende ayaklanmış oldum. "Lülüm! İyi misin? Noldu?" Şimdilik bu olayı kimseye anlatmayacaktım bu yüzden gülümseyip Sibel'e "İyiyim." Dedim. Doğruları söyleyip Sibel'i endişelendirmek istemiyordum. Zaten benim için yeterince endişeleniyordu. Sibel'den sonra içeri giren ikinci kişi ise Berkay olmuştu. Girer girmez "Sizi bekliyoruz bir sorun mu oldu?" Dedi. Sorusunun ardından Yiğit Berkay'ı alıp kapıdan çıktılar. En son Berkay'ın kapıdan çıkarken şaşkınlıkla "Komutanım ne oluyor? bir şey anladıysam Arap olayım." Dediğini duymuştum. Odada sadece Sibel'le ikimiz kalınca Sibel kolumdan tutup ona doğru çevrilmemi sağladı ve tehdit eder gibi bir parmağını bana uzatıp "Sizi gördüm el eleydiniz ayrıca Yiğit'in ceketide üstünde. Lülü! Bana her şeyi anlatacaksın. Yalan söylemeye de kalkma biliyorsun anlarım." Dedi. "Bir şey yok gerçekten, bana yardım etti o kadar." Dedim. Tabiki de inanmamıştı. Elini indirdi ve "Şimdilik aşağı inelim ama sonra bana her şeyi anlatacaksın." Dedi. Derin bir nefes verirken önümden ilerledi ben de onu takip ederek aşağıya indim. Üstümdeki deri ceket fazla büyüktü. Elbisemle aynı boydaydı resmen! O kadar güzel kokuyordu ki aynı yukarıda burnuma gelen kokuydu, o kokuyordu. Aşağı indiğimizde masaya yemekler gelmişti bile herkes yemeğe odaklanmıştı. Biz gelince bakışlar bize döndü. Kimse bize soru sormamıştı sebebi galiba Yiğit'in uyarısıydı. Yiğit'in yanına yani eski yerime oturdum. Önümde duran domates çorbasını görünce gülümsedim. Sibel "Babam senin için hazırlatmış." Dedi ve göz kırptı. Ali Abim öz babamın bana yapmadığını yapıyordu hep. Ali Abi gelince masada oluşan sessizlik sona ermişti. "Aslan parçaları nasıl? Beğendiniz mi yemekleri." Sorduğu soruya ağzı dolu bir şekilde cevap veren adının Tuğkan olduğunu öğrendiğim asker "Valla ben hayatımda böyle kuzu yemedim! Öyle fena olmuş." Dedi. Tuğkan sarı saçlı, ela gözlü ve aynı bu masadaki diğer askerler gibi uzun boyluydu. Yanında oturan askerin ise adı Gökhan'dı. O da Berkay'dan öğrendiğim kadarıyla bu timin en büyüğüydü. Keskin yüz hatlarına sahip olmasına rağmen fazlasıyla kibardı. Bu masada ki tek kız Sibel ve ben değildik. Gökhan'ın yanında Asena vardı. Saçını tepeden sıkıca bağlamış, yeşil gözlü, beyaz tenliydi. Ali Abi "Ben yeni bir tava daha kızarttırıp getirtirim." Dedi ve yavaşça yanımızdan ayrıldı. Tuğkan gülümseyerek Sibel'e "Yenge valla Ali Abim bir başka, çok şanslısın be!" Dedi. Sibel'le Tuğkan'ın konuşmasından gözümü ayırıp gözlerimi yanımda oturan Yiğit'e yönelttim. Yemeğine dokunmamıştı bile. Öylece etrafı inceliyordu. "Eylül hanım, en son sizden bahsediyorduk!" Bu ses Tuğkan'a aitti. Gözlerim onu bulurken gülümsedim. "Sibel'le aynı yerde çalışıyorum. Öğretmenim yani!" Etraf o kadar sesli olmaya başlamıştı ki bağırmak zorunda kalmıştım. Gökhan tam da bu sıra "O zaman sen benim oğlanın hocası olmalısın." dedi. Dediği şeye kaşlarımı çatmıştım. Kimden bahsediyordu acaba? Tam soracağım sırada "Oğlum Kaan, sizden bahsedip duruyordu. Bir türlü tanışamamıştık kısmet bugüneymiş." Dedi. Demek Kaan'ın babasıydı. Aslında öğrencilerimin velilerini birebir tanırdım fakat genelde Kaan'ın annesi Aysu Hanım Kaan'la ilgilenirdi. Kaan'ın geçen gün yaptığı şey için Aysu Hanımla değilde babasıyla konuşmam gerekiyordu ve şu an karşımdaydı. Dünya gerçekten çok küçüktü! Derin bir nefes aldım "Aslında sizi görmem iyi oldu. Kaan geçen gün okulda oyuncak su tabancası getirmişti fakat sorun bu değil." Gökhan dikleşti "Tabancanın içine kırmızı boya koymuş, sanki gerçek silahmış gibi arkadaşlarını ıslattı. Ona sorduğumda da sizin gibi asker olmak istediğini söyledi." Kaleli "Bizim aslan parçasına bak sen!" Birbirleriyle gülüşürlerken Tuğkan "Bu çocukta askerliğe dair bir şeyler görüyordum. Bakın doğru çıktı!" Dedi. Sibel "Bu yaşlarda çocuklar en çok ailesindekileri rol model alabilir." Dedi. Dediğine katılarak başımı salladım. Çocuklar en çok küçükken etkilenirlerdi. Sonuçta her şeyi ilk keşfetme zamanlarıydı bu zamanlar. Etraftan ne görürlerse onları yapma eğiliminde olurlardı. "Kaan'ın asker olmak istemesi güzel bir şey fakat ona askerliğin insanları öldürmek değilde, bir noktada yaşatmak olduğunu aşılmanız gerekir." Dediklerim karşısına Gökhan masaya ellerini koyarak konuştu. "Aysu'yla ayrıldığımızdan beri köylerde görevdeydim. Bu sürede Kaan'la istediğim gibi ilgilenemedim ama artık merkezde de olacağımdan onunla daha fazla vakit geçirip, konuşurum." Sibel Gökhan'ı onaylayıp "Yarın isterseniz okula uğrayın, böylelikle Kaan çok mutlu olacaktır." Dedi. Gökhan'ında bu fikri benimsediğini ve onayladığını görünce içime bir mutluluk gelmişti. Gülümseyerek yemeğimize dönünce gözlerim tekrar Yiğit'e dalmıştı ama o yoktu. Etrafa bakınırken onu tekrar gördüm Ali abiyle bir şeyler konuşuyorlardı. Bana neydi Allah aşkına? İç sesime hak vermiştim. Masadaki yemekler yenmiş eğlence başlamıştı. Sibel Berkay'ın omzuna yaslanmıştı ve Berkay'a bir şeyler anlatıyordu. Tuğkan masadan ayrılıp diğer masalara geçmiş, üstüne insanlarla arkadaş bile olmuştu. Gökhan ve Asena sesin yüksekliğinden onları duyamasamda önemli bir konu konuşuyor olmalılardı. Yiğit'e arada bir gözüm kayıyordu. Kaleli de Yiğit'in yanındaydı. Ali Abiyle bu kadar uzun ne konuşuyorlardı aklım almıyordu. Arabaların olduğu sokak başına yaklaştığım sırada telefonumdan Kerem'in numarasını tuşladım. Açmamıştı! Etrafa bakınırken yanımda beliren Yiğit bir anda ellerini belimin ve bacaklarımın altına koyup kucağına aldı beni. Gözlerim sanki ait olduğu yeri bulmuş gibi yine onu bulmuştu. "Beni beklemeden nereye gidiyorsunuz, öğretmen hanım?" Bölüm sonu💫 Umarım beğenmişsinizdir;)
|
0% |